cilt/vol 6 sayı/number 23 eylül/september 2015 p.issn ... · pdf fileemerging...
TRANSCRIPT
Cilt/Vol 6 Sayı/Number 23 Eylül/September 2015
p.ISSN: 1308 - 7185 eJSSN: 2149 - 3103
M USTAFA KEM AL ÜNİVERSİTESİ TIP DERGİSİ M EDICAL JOURNAL OF M USTAFA KEM AL UNIVERSITY
M ustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayını Medical Journal of the M ustafa Kemal University
Yılda 4 kez yayınlanır.Makale gönderim adresi: mkutipdergi @gmail.com
www.mkumedicaljoumal.com
M USTAFA KEM AL ÜNİVERSİTESİ TIP DERGİSİ Medical Journal of M ustafa Kemal University
Mustafa Kemal Üniversitesi adına sahibiRektörü Prof. Dr. Hasan Kaya
Baş Editör:Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Önlen
Editörler:Doç. Dr. Faruk Hilmi TURGUT
Doç. Dr. Bilge Bülbül ŞEN Yrd. Doç. Dr. Erhan YENGİL
Yrd. Doç. Dr. Recep DOKUYUCU
Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi Dekanlığı Tarafından yayınlanmaktadır.
Dil Editörleri:Prof. Dr. Mehmet Rami HELVACI Yrd. Doç. Dr. Raziye Keskin KURT
Hazırlık ve Baskı:Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Biyoistatistik Danışman:Prof. Dr. Cahit ÖZER
Prof. Dr. Tacettin İNANDI Doç. Dr. Nazan SAVAŞ
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:Enver Sedat Borazan
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Sekreteri p.ISSN: 1308 - 7185 e.ISSN: 2149 - 3103
Dergi Sekreterliği:Yrd. Doç. Dr. Ümit Sertan ÇÖPOĞLU
Dr. İbrahim ORTANCA Dr. Gökhan DEMİRKIRAN Arş. Gör. Hatice DOĞAN
Yılda 4 kez yayınlanır.
Makale gönderim adresi: www. mkumedicalj ournal [email protected]
Yazışma Adresi:Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı 31100 Antakya/HAT AY
Tel : (326) 2455114 Faks: (326) 2455305
Danışma Kurulu / Advisory Board
Ilk ve Acil YardımDr. Mehmet Duru (Hatay)Dr. Ali Karakuş (Hatay)Dr. Mustafa Şahan (Hatay)
Adli TıpDr. Mustafa Arslan (Hatay)Dr. Cem Zeren (Hatay)Dr. Hüseyin Kafadar (Elazığ)
Aile HekimliğiDr. Cahit Özer (Hatay)Dr. Erhan Yengil (Hatay)
AnatomiDr. Senem Erdoğmuş (Hatay)
Anesteziyoloji Ve ReanimasyonDr. Selim Turhanoğlu (Hatay)Dr. Çağla Özbakış Akkurt (Hatay) Dr. Işıl Davarcı (Hatay)Dr. Sedat Hakimoğlu (Hatay) Murat Karcıoğlu (Hatay)
Beyin ve Sinir CerrahisiDr. Mustafa Aras (Hatay)Seyit Kağan Başarslan (Hatay)
BiyofizikDr. İbrahim Kahraman (Hatay)
Çocuk Sağlığı Ve HastalıklarıDr. İbrahim Şilfeler (Hatay)Dr. Fatmagül Başarslan (Hatay) Dr. Ünal Uluca (Diyarbakır)
Deri ve Zührevi HastalıklarıDr. Asena Ç. Doğramacı (Hatay) Dr. Özlem Ekiz (Hatay)Dr. Bilge Bülbül Şen (Hatay)
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik MikrobiyolojiDr. Yusuf Önlen (Hatay)Dr. Ömer F. Kökoğlu (K.Maraş) Dr. Ömer Evirgen (Hatay)Dr. Vicdan Motor (Hatay)
Fizik Tedavi Ve RehabilitasyonDr. Hayal Güler (Hatay)Dr. M. Turgut Yıldızgören (Hatay) Ayşe Dicle Turhanoğlu (Hatay)
FizyolojiDr. Cahit Bağcı (Gaziantep)Dr. Cemil Tümer (Hatay)Dr. Ramazan Bal (Gaziantep)Dr. Şeniz Demiryürek (Gaziantep) Dr. Tuncer Demir (Gaziantep)Dr. Fatih Sefil (Hatay)Dr. Recep Dokuyucu (Hatay)Dr. Mehmet Aydın (Gaziantep)
Genel CerrahiDr. Sacid A. Çoban (Gaziantep) Dr. Mustafa Uğur (Hatay) Muhyittin Temiz (Hatay)
Göğüs HastalıklarıDr. Sebahat Genç (Hatay)Dr. Ersin Şükrü Erden (Hatay)
Göz HastalıklarıDr. Ali Keskin (Kayseri)Dr. Hüseyin Öksüz (Hatay)Dr. Özgür İlhan (Hatay)Dr. Esra Aydın Tuzcu (Hatay)
Halk SağlığıDr. Tacettin İnandı (Hatay)Dr. Nazan Savaş (Hatay)Dr. Nilgün Ulutasdemir (G.Antep)
Histoloji Ve EmbriyolojiDr. Ayşe Yıldırım (Hatay)Dr. Ahmet Nacar (Ankara)
İç HastalıklarıDr. Mehmet Rami Helvacı (Hatay) Dr. Salih İnal (Isparta)
İç Hastalıkları-EndokrinolojiDr. Cumali Gökçe (Hatay)Dr. İhsan Üstün (Hatay)Dr. Alper Usluoğulları (Gaziantep)
İç Hastalıkları-GastroenterolojiDr. Mehmet Demir (Hatay)
İç Hastalıkları-HematolojiDr. Hasan Kaya (Hatay)Dr. Orhan Ayyıldız (Diyarbakır) Dr. Mehmet Gündoğdu (Erzurum) Dr. İmdat Dilek (Ankara)
İç Hastalıkları-NefrolojiDr. Faruk Hilmi Turgut (Mersin)
İç Hastalıkları-Tıbbi OnkolojiDr. Celaletdin Camcı (Gaziantep) Dr. Alper Sevinç (Gaziantep)
Kadın Hastalıkları ve DoğumDr. Ali Ulvi Hakverdi (Hatay)Dr. Raziye Keskin Kurt (Hatay) Dr. Ali Baloğlu (İzmir)Dr. İlay Gözükara (Hatay)Dr. Betül Usluoğulları (Gaziantep)
Kalp - Damar CerrahisiDr. İyad Fansa (Hatay)
KardiyolojiDr. Nihat Şen (Hatay)Dr. A. Burak Akçay (Hatay)Dr. Mustafa Kurt (Hatay)
Kulak Burun BoğazDr. Ertap Akoğlu (Hatay)Dr. Cengiz Çevik (Hatay)Dr. Şemsettin Okuyucu (Hatay)
NörolojiDr. Taşkın Duman (Hatay)Dr. İsmet Murat Melek (Hatay) Dr. Esra Okuyucu (Hatay)
Nükleer TıpDr. Ebuzer Kalender (Hatay)Dr. Füsun Aydoğdu (Hatay)
Ortopedi Ve TravmatolojiDr. Aydıner Kalacı (Hatay)Dr. Yunus Doğramacı (Hatay)Dr. Hasan Hallaçeli (Hatay)
ParazitolojiDr. Gülnaz Çulha (Hatay)Dr. Özlem M. Kaya (Hatay)
Plastik, Rekonstriktif ve Estetik CerrahiDr. Metin Temel (Hatay)
RadyolojiDr. Sinem Karazincir (Hatay)Dr. Nesrin Atcı (Hatay)Dr. Hanifi Bayaroğulları (Hatay)
Ruh Sağlığı Ve HastalıklarıDr. M. Hanifi Kokaçya (Hatay) Dr. Ümit Sertan Çöpoğlu (Hatay) Dr. Haluk Savaş (Gaziantep)Dr. Mahmut Bulut (Diyarbakır)
Tıbbi BiyokimyaDr. Ali Özcan (Hatay)Dr. Zafer Yönden (Hatay)Dr. Sedat Motor (Hatay)Dr. Oğuzhan Özcan (Hatay)Dr. Ramazan Akça (Bursa)
Tıbbi BiyolojiDr. Bülent Göğebakan (Hatay)Dr. Müzeyyen İzmirli (Hatay)
Tıbbi FarmakolojiDr. Süleyman Oktar (Konya)Dr. Harun Alp (Hatay)
Tıbbi MikrobiyolojiDr. Burçin Özer (Hatay)Dr. Melek İnci (Hatay)Dr. Nizami Duran (Hatay)Dr. Erkan Yula (İzmir)
Tıbbi PatolojiDr. Mehmet Yaldız (Hatay)Dr. Esin Atik Doğan (Hatay)Dr. Hasan Gökçe (Hatay)Dr. Tümay Özgür (Hatay)Sibel Hakverdi (Hatay)
ÜrolojiDr. Sadık Görür (Hatay)Dr. Mürsel Davarcı (Hatay)Dr. Kerem Gözükara (Hatay)Dr. Murat Rifaioğlu (Hatay)
Editörden,
Değerli Okuyucularımız, Saygıdeğer Bilim İnsanları,
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi (MKUTD) ’nin Eylül 2015 sayısını sizlerle
paylaşmaktan büyük mutluluk duymaktayız. Yeni sayımızda yayınlanan özgün araştırma ve
olgu sunumlarını okumaktan keyif alacağınızı ümit ediyoruz.
Bilimin önemli yapıtaşlarından birisi olan çalışmaların değerlendirilip bilim dünyasına
katılımında aracılık yapan dergicilik sisteminde Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi
olarak 5. yılımızı doldurmuş olmanın sevincini yaşamaktayız. İlk sayısı 2010 yılında
yayınlanan dergimizde emeği geçen tüm editör ve yazarlarımıza en içten dileklerimizle
teşekkürler ediyoruz.
Dergimiz "çift-hakem" yöntemiyle çalışmakta olup, İngilizce ve Türkçe yazılmış Özgün
araştırma, derleme ve olgu sunumları değerlendirilerek hakem görüşleri doğrultusunda
uygun görülenleri yayınlamaktadır.
Dergimize yazı göndererek, karşılıksız olarak hakemlik yaparak ve yazılarımıza atıfta
bulunarak katkıda bulunan tüm Dergi dostlarımıza teşekkür ediyor, ilgi ve desteklerinin
devamını diliyoruz. Dergimizin makale kabul ve değerlendirme sisteminde Tübitakla
yaptığımız anlaşma doğrultusunda, yayınlanan yazılara Doi sağlanması başlamış olup Dergi
Park sitesindeki sayfamızdan (www.mkumedicaljournal.com) online sistem aracılığıyla bilime
katkı amaçlı yazılarınızı beklemekteyiz. Dergimizin 2015-Ulusal Katkı Değeri: 0,394 ’dir.
Saygılarımla,
IN DEXIN G - ABSTRACTING /D İZ İN LER
CrossRef - TÜ BİTAK
Türk Medline - Google Scholar
HIN A R I - A cademic Keys Yrd. Doç. Dr. Recep DOKUYUCU
Akadem ik Dizin (Akadem ik Türk Dergileri İndeksi) Mustafa Kemal Universitesi
Türkiye Atıf Dizini
Scientific Indexing Services
Journal Index
Index Copernicus
Cite Factor
Tıp Dergisi Editörü
DOAJ
İÇİNDEKİLER/TABLE OF CONTENTS
ÖZGÜN MAKALE/ORIGINAL ARTICLE
Primer Enürezis Nokturna Tanılı Çocukların Annelerinin Yaşam Kalitesinin BelirlenmesiBeltinge Demircioglu Kilic, Soner Olmez, Salih Gencoglan, Hamit Sirri Keten, Fazil Avci, Caner Olmez,Selcuk Kardas, Ekrem Guler, Dilsad Yildiz Miniksar, Mustafa Celik, Mustafa Haki SucakliQuality of Life of the Mothers of the Children with Primary Nocturnal Enuresis...................................... 1-7
Gözaltı Muayenesi ve Plastik Kelepçe Uygulamasına Bağlı Lezyonların DeğerlendirilmesiAbdullah Avsar, Erdem Okdemir, Ramazan Karanfil, Alper Keten, Omer Kaya, Tuba Akkus Medico-Legal Examination of Custody and Evaluation of The Lesions Related to Plastic Handcuffing.8-11
Bir Üniversite Hastanesinde Ayaktan ve Yatarak Tedavi Alan Hastaların Memnuniyet Düzeyi ve İlişkili FaktörlerMehmet Erdem, Yagmur Oztoprak, Cansu Ulgen, Betul Eslem Emlik, Kutluhan Furkan Gul, Asiye Yildiz, Abdurrahman Mert, Mehmet Donmez, Sedat Guldogan, Feryal Bastaci, Anil Arpaci, Kubra Gizem Nacak,Arif Yeniceri, Nazan SavasSatisfaction Levels of Inpatients and Outpatients of a University Hospital and Related Factors 12-20
Digoxin Toxicity in Therapeutic Serum LevelsUgur Arslantas, Sinan Yildirim, Mehtap Kaynakci Bayram, Aynur Yurtseven, Tolga Cimen, Mehmet Dogan, Ekrem YeterTerapötik Serum Seviyesinde Digoksin Toksisitesi.................................................................................. 21-26
DERLEME/REVIEW
İskemi-Reperfüzyon Hasarı ve Oksidatif Stres İlişkisine Biyokimyasal BakışOguzhan Ozcan, Huseyin Erdal, Zafer YondenBiochemical Aspect of Oxidative Stress Related to Ischemia-Reperfusion Damage.............................27-33
OLGU SUNUMU/CASE REPORT
Spinal Anestezi Sonrası Gelişen Nöropatik Ağrı: Olgu Sunumu Eşliğinde Literatürün Gözden GeçirilmesiAyhan Koseoglu, Mustafa OzgurEmerging Neuropathic Pain After Spinal Anesthesia: The Review of the Literature in the Presence of aCase Report................................................................................................................................................... 34-37
Süt Çocuğunda Sıradışı Bir Yabancı Cisim AspirasyonuSertac Duzer, Oner Sakallıoglu, Abdulvahap Akyigit, Cahit Polat, Pinar Gundogan BozdagUnusual Foreign Body Aspiration in an Infant...........................................................................................38-41
Bilateral Optik Disk Druzeni ve Papilödem Ayırıcı Tanısında Optik Koherens Tomografinin Yeri: Üç Olgu NedeniyleFatih Mehmet Adibelli, Okan Toygar, Tugba Goncu, Ali Akal, Mutlu Cihan Daglioglu, Ibrahim Taskin Differential Diagnosis of Bilateral Optic Disc Drusen and Papiledema by Optical Coherence Tomography: Three Cases.................................................................................................................................................. 42-47
Tiroidektomiden Yirmi Yıl Sonra Vertebra ve Akciğer Metastazı ile Ortaya Çıkan Bir Tiroid Folliküler Karsinomu VakasıCelil Alper Usluogulları, Fevzi Balkan, Elif Ozdemir, Reyhan Ersoy, Bekir Cakir A Case of Follicular Thyroid Carcinoma Emerging with Vertebral and Lung Metastases Twenty Years After the Thyroidectomy............................................................................................................................ 48-51
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Doi: 10.17944/mkutfd.22972
ÖZGÜN M AKALE/O RIG IN AL ARTICLE
Mustafa Kemal Üniv Tıp Derg 2015; 6(23): 1-7
PRİMER ENUREZiS NOKTURNA TANILI ÇOCUKLARIN ANNELERİNİN YAŞAM KALİTESİNİN BELİRLENMESİ
Quality of Life of the Mothers of the Children with Primary Nocturnal Enuresis
Beltinge Demircioglu Kilic1, Soner Olmez2, Salih Gencoglan3, Hamit Sirri Keten4, Fazil Avci5, Caner
Olmez6, Selcuk Kardas7, Ekrem Guler8, Dilsad Yildiz M iniksar9, Mustafa Celik10, Mustafa HakiSucakli10
1Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefrolojisi AD, Gaziantep; 2Samsat ilçe Devlet Hastanesi, Adıyaman; 3Yüzüncü Yıl Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD, Van; 4Oniki Şubat Toplum Sağlığı Merkezi, Kahramanmaraş; 5Patnos Devlet Hastanesi
Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Ağrı; 6Gaziantep Üniversitesi Halk Sağlığı AD, Gaziantep; 7Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Psikiyatri AD, Kahramanmaraş; 8Gazi Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Ankara; 9İnönü Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları AD, Malatya; 10Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Aile Hekimliği AD, Kahramanmaraş
ÖZET
Amaç: Bu çalışma Primer enürezis nokturna (PEN) tanısı alan çocuk ve ergenlerin annelerinin yaşam kalitesinin belirlenmesi amacıyla yapıldı.
Gereç ve Yöntem: Çalışma 15.03.2014-11.05.2014 tarihleri arasında Gaziantep Çocuk Hastanesi pediatrik nefroloji polikliniğine başvuran çocuk ve ergenlerin anneleri üzerinde yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak gerçekleştirildi. Katılımcılar çalışma öncesinde bilgilendirildi ve onam veren anneler çalışmaya dahil edildi. Kronik ve psikiyatrik hastalık tanısı olan anneler çalışmaya dahil edilmedi. Yaşam kalitesini değerlendirmek için Dünya Sağlık Örgütünün WHOQOL-Bref Yaşam Kalitesi Ölçeği (WHOQOL-BREF) kullanıldı. PEN tanısı alanlar ve almayanlar olarak 2 grupta değerlendirildi. Veriler S P S S 21.0 istatistik paket programı kullanılarak değerlendirildi. İstatistiksel olarak p<0.05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: PEN hastalarının annelerinin bedensel23.06±3.46 (p=0.135), sosyal 10.98±2.10 (p=0.645) ve çevresel 27.49±4.62 (p=0.924) alan puanları şeklinde iken, kontrol grubunda bedensel 22.62±3.75, sosyal 10.78±2.56 ve çevresel 27.63± 5.03 şeklindeydi. Ruhsal puan hastaların annelerinde daha fazlaydı (p=0.023). Diğer boyutlar benzer bulundu. Çalışmamızda PEN tanısı konulan çocukların annelerinin yaşam kalitesi puanları 3.27±0.68 iken kontrol grubunun 3.49±0.94 (p=0.156) şeklindeydi.
Sonuç: PEN grubu ve kontrol grubunun yaşam kaliteleri benzer bulundu. Çocuklarda görülen PEN'in çocukların annelerinin yaşam kalitesini olumsuz etkilemediği görüldü.
Anahtar kelimeler: Primer enürezis nokturna, yaşam kalitesi, anne
ABSTRACT
Aim: This study aims to determine the quality of life of mother of children and adolescents diagnosed with primary nocturnal enuresis (PAN).
Material and method: This study was performed using face to face interview technique on their mother of children and adolescents admitted to department pediatric nephrology in Gaziantep Children Hospital between 15.03.2014 and 11.05.2014. Participants were informed prior to the study and mothers giving consent were included in the study. Mothers with chronic and psychiatric diseases were excluded from the study. WHOQOL-Bref Quality of Life Scale of World Health Organization was used to assess the quality of life. Participants diagnosed with PEN and without PEN were evaluated in two groups. Data were analyzed using S P S S 20.0 statistical software package. No statistically significant p<0.05 was considered significant.
Results: As scores of mothers of patients with diagnosed with PEN were evaluated physically 23:06 ± 3.46 (p=0.135), social 10.98 ± 2.10 (p=0.645) and environmental 27.49 ± 4.62 (p=0.924), in the control group physically 22.62 ± 3.75, social 10.78 ± 2:56 and environmental scores were 27.63 ± 5:03. Mental scores were higher in mothers of patients (p=0.023). Other dimensions were found similar. While in our study quality life scores of mothers of patients diagnosed with PEN were evaluated 3.27±0.68, 3.49±0.94 (p=0.156) in control group.
Conclusion: Life quality of both groups were found similar. We found that the life quality of their mother in children diagnosed with PEN were not detected negative effect
Key words; Primary nocturnal enuresis, quality of life, mother
Gönderme tarihi / Received: 01.05.2015 Kabul tarihi / Accepted: 21.08.2015İletişim: Uzm. Dr. Soner Ölmez, Samsat İlçe Devlet Hastanesi, Adıyaman, drsnr [email protected]
Kilic ve ark. 2
GİRİŞ
Kronik stresin psikosomotik hastalıklar ile ilişkili olduğu ve depresyon-anksiyete bozukluğu gibi ruhsal hastalıklar açısından risk oluşturduğu bilinmektedir (1). Enürezisli çocukların anne babalarında ebeveynlik stresinin artmış olduğu bildirilmiştir (2,3).Ülkemizde enürezis nokturna (EN) prevalansına yönelik yapılan araştırmalar sıklığın %11,6- %25,5 arasında değiştiğini göstermektedir (4-8). Dünya Sağlık Örgütü yaşam kalitesini bireyin yaşadığı yer, kültür ve değer yargıları içinde, amaçları, beklentileri, standartları ve kaygılarını algılayış biçimi, sağlıkla ilgili yaşam kalitesini de kişinin fiziksel sağlığı, ruhsal durumu, inançları, sosyal ilişkileri ve çevresi ile olan ilişkilerinin bir bütünü olarak tanım lar (9).Enurezis nokturna çocuk ve ailesi için yaşam kalitesini etkilediği düşünülen bir problemdir. Son zamanlarda çocuklar üzerindeki yarattığı psikiyatrik etkiler araştırılmaya başlanmış olsa da bu çocukların annelerinin yaşam kalitelerinin ne derece etkilendiğini ortaya koyan çalışmalar çok az sayıdadır.
Bu çalışmamızda primer enürezis noktürnalı çocukların annelerinin yaşam kalitelerinin ne derece etkilendiğini ortaya koymayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEMBu çalışma 15.03.2014 - 11.05.2014 tarihleri arasında Gaziantep Çocuk Hastanesi pediatrik nefroloji polikliniğine başvuran çocuk ve ergenlerin anneleri üzerinde gerçekleştirildi. Katılımcılar çalışma öncesinde bilgilendirildi ve onam veren anneler çalışmaya dahil edildi. Kronik ve psikiyatrik hastalık tanısı olan anneler çalışmaya dahil edilmedi. Toplam 122 katılımcının yarısını PEN tanılı hastaların anneleri (grup 1: Çalışma grubu), diğer yarısını kontrol grubunda yer alan anneler (grup 2:
Kontrol grubu) oluşturdu. Kontrol grubu için kendisinde veya çocuğunda herhangi bir psikolojik sağlık sorunu olmayan ya da üst solunum yolu enfeksiyonu gibi hafif sağlık sorunlu çocuğu olan anneler seçildi. Katılımcılara sosyodemografik verilerini ve yaşam kalitelerini belirleyen anket uygulandı. Sosyodem ografik veriler olarak; annenin yaşı, öğrenim durumu, medeni hali, sahip olduğu çocuk sayısı, mesleği, yerleşim yeri, kronik hastalığı olup olmadığı gibi sorular soruldu. Yaşam kalitesini ölçmek için ise Dünya Sağlık Örgütünün W HOQOL-Bref Yaşam Kalitesi Ölçeği kullanıldı (10). Bu çalışma için Helsinki Bildirgesine (Seul, 2008) uygun olarak Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik kurulundan izin alındı.
W HOQOL-Bref Yaşam Kalitesi Ölçeği: Global W HOQOL çalışması 1992 yılında, o güne dek geliştirilen genel amaçlı sağlıkla ilgili yaşam kalitesi ölçeklerinin batı kaynaklı olması ve ancak batılı kültürler arasında karşılaştırma yapmaya olanak tanımaları gerekçesi ile dünyadaki çeşitli kültürler arasında karşılaştırma yapmayı olanaklı kılmak amacıyla başlatılmıştır. W HOQOL ölçeği halen 40'dan fazla dil ve kültürde geçerli olmak üzere hazırlanmıştır (10). Dünya Sağlık Örgütünün W HOQOL grubu tarafından belirlenen yönerge çerçevesinde W HOQOL Türkiye Grubu tarafından Türk dilinin ve kültürünün sağlıkla ilgili yaşam kalitesini uluslararası düzeyde standardize edecek olan çalışmaya 1995 yılında Eser ve arkadaşları katılmışlardır. WHOQOL ölçeğinin WHOQOL-100 (uzun form) ve W HOQOL-Bref (kısa form) olmak üzere iki sürümü mevcuttur. Bu çalışmada hastaların yaşam kalitesini belirlemek amacı ile Türkler için Dünya Sağlık Örgütü yaşam kalitesi kısa formu (WHOQOL Bref TR) kullanılmıştır.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Kilic ve ark. 3
W HOQOL-Bref, orjinal ölçekteki (WHOQOL-100) genel bölümden (fasetten) iki, geri kalan 24 fasetten de birer soru alınarak oluşturulmuş olan 26 global ve bir de ulusal soru olmak üzere 27 sorudan oluşmaktadır. W HOQOL-Brief, uzun ölçeğin aksine 4 alan (domain)'dan oluşmuştur, ayrı ayrı bölümleri (fasetleri) yoktur. Bu form ile bireylerin genel sağlık ve yaşam kalitesi (G.S.Y.K) fizik, sosyal, psikolojik ve çevre ile ilgili iyilik durumları ortaya konulmaktadır. Bu ölçeğin ülkemizde geçerlilik ve güvenirlilik çalışması 1999 yılında Eser ve arkadaşları tarafından yapılmıştır.
İstatistiksel analiz
Verilerin analizi SPSS 21.0 (SPSS, Chicago, IL, USA) istatistik paket programı kullanılarak yapıldı. İstatistiksel analizde verilerin ortalama, frekans ve standart sapma değeri belirlendi. İki grup arasındaki karşılaştırmalarda değişkenlerin normal dağılıma uygunluğu Kolm ogorov- Smirnov testi ile analiz edildi. İki grup arasındaki farklılığı ortaya koymak için student t ve Mann W hitney U testi kullanıldı. İstatistiksel olarak p<0.05 anlamlı kabul edildi.
BULGULAR
Hasta grubunu oluşturan 61 PEN tanılı çocuğun annelerinin yaş ortalaması 30.34 ± 3.43, kontrol grubunu oluşturan 61 annenin ise yaş ortalaması 31.77 ± 8.78 olarak bulundu (p=0.879). Çalışma ve kontrol grubunun yaş ortalamaları Tablo 1'de gösterilmiştir.
Eğitim durumları açısından katılımcılar değerlendirildiğinde PEN tanılı çocukların annelerinin 3'ü (%4.9) üniversite, 5'i (%8.2) lise, 5'i (%6.6) ortaokul, 42'si (%68.9) ilkokul mezunuyken 6'sı (%9.8) okuryazar değildi. Kontrol grubunu oluşturan annelerin ise 7'si
(%11.5) üniversite, 8'i (%13.1) lise, 12'si (%19.7) ortaokul, 29'u (%47.5) ilkokul mezunuyken 5'i (%8.2) okuryazar değildi. Yerleşim yerlerine göre hasta grubuna bakıldığında 44'ü il merkezinde, 13'ü ilçede, 4'ü ise köyde ikamet etmekteydi. Kontrol grubunun ise 49'u il merkezinde, 7'si ilçede, 5'i de köyde yaşamaktaydı. PEN tanılı çocukların annelerinin oluşturduğu grubun 48'i ev hanımı, 12'si memur, 1'i serbest meslek sahibiydi. Kontrol grubunu oluşturan annelerin ise 44'ü ev hanımı, 16'sı memurken 1'i serbest meslek sahibiydi. Çalışma ve kontrol grupları; meslek (p=0.689), yerleşim yeri (p=0.357) ve eğitim seviyeleri (p=0.063) açısından benzer durumdaydı. Veriler Tablo 2'de gösterilmiştir.
PEN tanılı çocuğa sahip olan annelerin ölçekten aldıkları bedensel puan ortalaması 23.06±3.46, ruhsal puan ortalaması 21.68±3.1, sosyal puan ortalaması 10.98±2.1, çevresel puan ortalaması 27.49±4.62, yaşam kalitesi puan ortalaması 3.27±0.68 ve genel sağlık puan ortalaması ise 3.36±1.19 olarak tespit edildi.
Kontrol grubunu oluşturan annelerin ölçekten aldıkları puanları incelediğimizde bedensel puan ortalaması 22.62±3.75, ruhsal puan ortalaması 20.21±3.91, sosyal puan ortalaması 10.78±2.56, çevresel puan ortalaması 27.63±5.03, yaşam kalitesi puan ortalaması 3.49±0.94 ve genel sağlık puan ortalaması ise 3.67±0.99 olarak belirlendi. Çalışma grubunda yer alan annelerin bedensel (p=0.135), sosyal (p=0.645), çevresel (p=0.924), yaşam kalitesi (p=0.156) ve genel sağlık (p=0.121) puan ortalamaları kontrol grubu ile benzerlik göstermekteydi. Ruhsal alan puanı ise çalışma grubundaki annelerde, kontrol grubundaki annelere göre anlamlı derecede daha yüksekti (p=0.023). Çalışma ve kontrol gruplarının bütün ölçek alt puanları Tablo 3'de gösterilmiştir.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Kilic ve ark. 4
Tablo 1. Hasta ve kontrol grubu yaş ortalaması.
HASTA GRUBU KONTROL GRUBUP*
Yaş ortalaması 30.34 ± 3.43 31.77 ± 8.78 0.879
* P<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.
Tablo 2. Grupların demografik verileri.
- f - Hasta grubu Kontrol grubu P
^ ^ ^ ^ ^ ^ | n (%) n (%)
Yerleşim yeri 0.357
İl 44(72.1) 49(80.3)
_ İlçe 13(21.3) 7(11.5)
Köy 4(6.6) 5(6.6)
Eğitim düzeyi 0.063
_ Üniversite 3 (4.9) 7 (11.5)
_ Lise 5 (8.2) 8 (13.1)
_ Ortaokul 5 (6.6) 12 (19.7)
_ İlkokul 42 (68.9) 29 (47.5)
~ H Okuryazar değil 6 (9.8) 5 (8.2)
Meslek 0.689
_ Ev hanımı 48 (78.7) 44 (72.1)
_ Memur 12 (19.7) 16 (26.2)
~ M Serbest 1 (1.6) 1 (1.6)* P<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.
Tablo 3. Hasta ve kontrol gruplarının ölçek alt grup puanları.
ÖLÇEK ALT GRUP PUANLARI HASTA KONTROLP *
Bedensel puan 23.06±3.46 22.62±3.75 0.135
Ruhsal puan 21.68±3.10 20.21±3.91 0.023
Sosyal puan 10.98±2.10 10.78±2.56 0.645
Çevresel puan 27.49±4.62 27.63± 5.03 0.924
Yaşam kalitesi 3.27±0.68 3.49±0.94 0.156
Genel sağlık 3.36±1.19 3.67±0.99 0.121
* P<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Kilic ve ark. 5
TARTIŞM A
Enürezis nokturna (EN) beş yaşından büyük
çocuklarda uyku sırasında tekrarlayıcı nitelikte
istemsiz idrar kaçırılması, bu davranışın üç ay
süreyle en az haftada iki kez ortaya çıkması,
okul ya da sosyal yaşantı ile ilgili sıkıntı nedeni
olması ve bu durumun tıbbi bir hastalığa bağlı
olmaması olarak tanımlanır (11). Doğumdan bu
yana idrar kontrolünün hiç sağlanamamasına
primer enürezis, idrar kontrolü başladıktan ve
en az 6 ay kuru kaldıktan sonra tekrar
enürezisin ortaya çıkmasına ise sekonder
enürezis denir. Gündüz idrar kaçırması olan
hastalar bu grubun dışındadır ve onlarda işeme
disfonksiyonundan söz edilir (12).
Çalışmamızda genel olarak enüretik çocukların
annelerinin yaşam kalitesinin sağlıklı
kontrollerle benzer olduğunu ancak hastaların
annelerinin ruhsal alan alt ölçek puanlarının
düzeyinin daha yüksek olduğunu saptadık.
Enürezis nokturna çocuk ve ebeveyni için stres
oluşturan kronik gidişli bir bozukluktur (13).
Yatak ıslatmanın çocuğun performansına ve
kendilik algısı gelişimi üzerine önemli olumsuz
etkileri bulunmaktadır (14). Genel olarak
ebeveynler ve toplum tarafından çocukların
yatak ıslatmaları 5-6 yaşlarında ortadan
kalkacağı beklenir (15). Birçok ebeveyn bu
durumu iyi tolere etmesine rağmen çocuk
büyüdükçe, çocuğun sorumluluklarını alacak
düzeye ulaşma ve kendi kontrolünü sağlama
yönünde ebeveynin beklentisi artar (16). Düşük
sosyoekonomik düzeyi olan ailelerin, özellikle
de göç etmiş olanların enürezis nokturna
karşısında daha az tolerasyon gösterdiği
bildirilmiştir (17).
Türk kültüründe genel olarak çocuğun bakımı
annenin sorumluluğundadır. Bundan dolayı
annelerin hayat kalitesi bu problemle baş etme
sürecinde etkilenebilir (18). Yatak örtüsü
yıkama, uyku kıyafetlerini değiştirme, yatakların
değiştirilmesi gibi önemli ek yüklerin aile
üzerinde zaman, efor ve finansal etkileri
olmaktadır (16,19). Egemen ve arkadaşlarının
2008 yılında Enürezisli ve sağlıklı çocukların
annelerini karşılaştırdıkları çalışmalarında,
enüretik çocukların annelerinin anlamlı
derecede daha düşük yaşam kalitesine ve daha
yüksek depresyon düzeyine sahip olduklarını
bulmuştur (18). Naitoh ve arkadaşlarının mono
semptomatik EN'lı çocuklar ve annelerinde
yaptığı bir diğer çalışmada yaşam kalite
skorlarının EN'lı çocukların annelerinde daha
düşük olduğu, daha yüksek anksiyete
skorlarının olduğu ve depresyon skalasının ise
benzer olduğu gözlenmiştir (20). Yine
Türkiye'den Meydan ve ark.'nın 2012'de yaptığı
benzer bir çalışmada da sosyal işlevsellik
dışındaki diğer alt ölçeklerde anlamlı bir
düzeyde düşüklük, sürekli kaygı puanı ve
ortalama depresyon ölçeklerinin daha yüksek
olduğu bulunmuştur (21). Kılıçoğlu ve ark.'nın
2014'te yaptığı diğer bir çalışmada da nokturnal
enürezis saptanan hastalar ve onların
annelerinin yaşam kaliteleri
değerlendirildiğinde tüm alanlarda fiziksel,
ruhsal, sosyal ve çevresel olarak yaşam kalite
skorlarının anlamlı olarak düşük olduğu
saptanmış (2). Bizim çalışmamızda yatak
ıslatmanın enüretik çocuğu olan annelerin
yaşam kalitesi üzerine etkileri incelendiğinde
enüretik gruptaki annelerin yaşam kaliteleri ile
sağlıklı kontrol grubu arasına anlamlı bir fark
olmadığı ve ruhsal alan alt ölçek puan
düzeylerinin daha yüksek olduğunu saptadık.
Bu durumun çalışmamızın örneklem sayısının az
olması ile ilgili olabileceğini düşündük. Aynı
zamanda çalışmanın yapıldığı Gaziantep Çocuk
Hastanesinin sadece merkez değil aynı
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Kilic ve ark. 6
zamanda çevre il, ilçe ve Suriye
popülasyonundan da hasta kabul ettiği
düşünülürse, çalışmaya alınan hastaların
sosyoekonomik ve kültürel düzeylerinin düşük
olması nedeniyle enürezis nokturnaya bakış
açılarında, bu durumu hastalık olarak
görmemelerinin katkı sağlamış olabileceğini
düşünmekteyiz. Nitekim literatüre baktığımızda
toplumların hastalık kavramına yönelik
algılarının; sosyoekonomik ve kültürel
düzeyleriyle, hastalık dönemleri boyunca
yaşadıkları veya karşılaştıkları deneyimlerle,
duygusal ve davranışsal tepki repertuarlarıyla,
psikopatoloji ve baş etme mekanizmalarıyla
ilişkili olduğunu görmekteyiz (20).
Çalışmamızda enüretik çocukların annelerinin
ruhsal alt ölçek puanlarının kontrol grubundan
anlamı düzeyde yüksek bulduk. Enüretik
çocukların annelerinin ruhsal alan yaşam
kaliteleri sağlıklı kontrollerden daha iyi
olduğunu göstermektedir. Ancak bu durum
enüretik çocukların annelerinde depresyon,
anksiyete gibi ruhsal hastalıkların daha fazla
görüldüğü literatür bilgisiyle çelişmektedir (21).
REFERANSLAR
1. Trad PV. 13 Anxiety, Depression and Psychosomatic Disorders: Developmental Arrhythmias in Adolescent Mothers. Adolesc Psychiatry V 20 Ann Am Soc Adolesc Psychiatry 2013; 20: 179.
2. Kilicoglu AG, Mutlu C, Bahali MK, Adaletli H, Güneş H, Duman HM. Impact of enuresis nocturna on health-related quality of life in children and their mothers. Journal of pediatric urology 2014; 10(6): 1261-6.
3. Chang SSY, Ng CFN, Wong SN. Behavioural problems in children and parenting stress associated with primary nocturnal enuresis in Hong Kong. Acta Paediatr 2002; 91(4): 475-9.
Nitekim Butler RJ ve ark.'nın 1994 yılında
enüretik çocuklarla ilgili yapmış oldukları
çalışmada, enüretik çocuğu olan annelerin daha
fazla ruhsal problemlere sahip olduklarını
saptamışlardır. Çalışmamızdaki örneklem
sayısının az olması ve annelerin yaşam kalite
düzeylerini etkileyen diğer karıştırıcı faktörlerin
bu duruma neden olabileceği düşünülmüştür.
Bu çalışmanın sonuçları enüresiz nokturnalı
çocuğu olan annelerin yaşam kalite düzeyi ile
sağlıklı çocukları olan annelerin yaşam kalite
düzeylerinin benzer olduğunu ortaya
koymuştur. Enürezis nokturnalı çocukların anne
ve babalarında gelişen psikopatolojileri ve
enürezisli çocukların tedavi edilmesi sonucunda
anne babanın yaşam kalitelerinde değişimlerin
belirlenmesi için daha geniş serili uzunlamasına
çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Enürezis
nokturna tanılı çocuklarla karşılaşan hekimlerin
bu çocuklarla ilgilenirken aynı zamanda
annelerini de yaşam kaliteleri ve ruhsal
sağlıkları açısından değerlendirmeleri,
gereğinde psikiyatriye yönlendirmeleri
koruyucu hekimlik açısından önemli olacaktır.
4. Gümüş B, Vurgun N, Lekili M, İşcan A, Müezzinoğlu T, Büyüksu C. Prevalence of nocturnal enuresis and accompanying factors in children aged 7-11 years in Turkey. Acta Paediatrica 1999; 88: 1369-1372.
5. Oge O, Kocak I, Gemalmaz H. Enuresis: pointprevalence and associated factors among Turkishchildren. Turk J Pediatr 2001; 43: 38-43.
6. Ozkan KU, Garipardic M, Toktamis A, Karabiber H, Şahinkanat T. Enuresis prevalence and accompaying factors in school children: a questionnaire study from southeast Anatolia Urol Int 2004; 73: 149-155.
7. Serel TA, Akhan G, Koyuncuoğlu HR, Öztürk A,Doğruer K, Ünal S. Epidemiology of enuresis in
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Kilic ve ark. 7
Turkish children. Scand J Urol Nephrol 1997; 31: 15.537-539.
8. Ergüven M, Çelik Y, Deveci M, Yıldız N. Primer enürezis nokturnada etiyolojik risk faktörleri. Türk 16. Pediatri Arşivi 2004; 39: 83- 87.
9. (WHOQOL): position paper from the World HealthOrganization. Soc Sci Med 1995; 41: 1403- 1409. 17.
10. Eser S, Saatli G, Eser E, Baydur H, Fidaner C. Yaşlılariçin Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Modülü 18.WHOQOL-OLD: Türkiye alan çalışması Türkçe sürüm geçerlilik ve güvenilirlik sonuçları. Türk Psikiyatri Dergisi 2010; 21(1): 37-48.
11. American Psychiatric Association. Diagnostic and 19.statistical manual of mental disorders. 4th ed.American Psychiatry Press. Washington DC. 1995;1537-41.
12. Neveus T, Lackgren G, Tuvemo T, Hetta J, Hialmas K, 20.Stenberg A. Enuresis - background and treatment.Scand J Urol Nephrol 2000; 206: 1-44.
13. Butler RJ, Redfern EJ, Holland P. Children's notionsabout enuresis and the implications for treatment. 21.Scand J Urol Nephrol Suppl 1994; 163: 39-47.
14. Theunis M, Van Hoecke E, Paesbrugge S, Hoebeke P,Vande Walle J. Self-image and performance in children with nocturnal enuresis. Eur Urol 2002;41(6): 660-7.
Byrd RS, Weitzman M, Lanphear NE, Auinger P. Bedwetting in US children: epidemiology and related behavior problems. Pediatrics 1996; 98: 414-9. Butler RJ, Brewin CR, Forsythe WI. Maternal attributions and tolerance for nocturnal enuresis. Behav Res Ther 1986; 24(3): 307-12.Schulpen TW. The burden of nocturnal enuresis. Acta Paediatr Oslo Nor. 1997; 86(9): 981-4.Egemen A, Akil I, Canda E, Özyurt B, Eser E. An evaluation of quality of life of mothers of children with enuresis nocturna. Pediatr Nephrol 2008; 23(1): 93-8.Schober JM, Lipman R, Haltigan JD, Kuhn PJ. The impact of monosymptomatic nocturnal enuresis on attachment parameters. Scand J Urol Nephrol 2004; 38(1): 47-52.Naitoh Y, Kawacuchi A, Soh J, Kamoi K, Miki T. Health related quality of life for monosymptomatic enuretic children and their mothers. J Urol 2012; 188(5): 1910-4.Meydan EA, Civilibal M, Elevli M, Duru NS, Civilibal N. The quality of life of mothers of children with monosymptomatic enuresis nocturna. Int Urol Nephrol 2012; 44(3): 655-9.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Mustafa Kemal Üniv Tıp Derg.2015; 6(23): 8-11
ÖZGÜN M AKALE/O RIG IN AL ARTICLE
GÖZALTI MUAYENESİ VE PLASTİK KELEPÇE UYGULAMASINA BAĞLI LEZYONLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Medico-Legal Examination of Custody and Evaluation of The Lesions Related to Plastic Handcuffing
Abdullah Avsar1, Erdem Okdemir2, Ramazan Karanfil1, Alper Keten2, Omer Kaya1, Tuba Akkus1
1Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı 2Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Kahramanmaraş Şube Müdürlüğü, Kahramanmaraş
Doi: 10.17944/mkutfd.24826
ÖZET
Amaç: Plastik kelepçeler, toplu gözaltı uygulamalarında, genellikle güvenlik güçleri tarafından kullanılmaktadır. Hafif, kolay taşınır, ucuz, hijyenik ve uygulamasının kolay olması gibi nedenlerden dolayı kullanımı giderek artmaktadır. Bu çalışmada plastik kelepçe uygulamasında ortaya çıkan sorunların tartışılması ve gözaltı giriş çıkış raporlarının incelenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, üniversitede meydana gelen olaylarda gözaltına alınan ve plastik kelepçe takılan 70 öğrenci değerlendirmeye alındı.
Bulgular: Gözaltı çıkış muayenesinde olguların % 35,7'sinde kelepçe ile uyumlu cilt lezyonları ve % 2,9'unda plastik kelepçenin çıkartılması esnasında bıçak kullanımı ile oluşmuş cilt kesileri tespit edildi. Vücudunda travmatik lezyon olmasına rağmen %50 (n:20) olguda mevcut olan lezyonların hastanede yapılan gözaltı giriş muayenesinde kayıt edilmediği görüldü.
Sonuç: Gözaltı uygulamalarında plastik kelepçe kullanma zorunluluğu varsa çok sıkı olmamalı ve kelepçelerin çıkarılması esnasında yaralanma riskini en aza indiren aletler kullanılmalıdır. Ayrıca gözaltı muayene raporları eksiksiz, adli süreci hızlandırıcı ve hak kayıplarının önüne geçecek şekilde düzenlenmelidir. Bunun için de adli muayeneyi yapacak olan sağlık personelinin eğitilmesi gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Plastik kelepçe, gözaltı muayenesi, adli tıp
ABSTRACT
Aim: Plastic handcuffs are usually used in mass arrest incidents by law enforcement agencies. Using them are increased due to its being lighter, cheaper, more hygienic, and easier to carry and apply. In this study, we aimed to discuss the problems occurred during the use of plastic handcuffs and problems with the medico-legal documents prepared before and after police custody.
Material and Method: In our study, 70 students who were taken in custody and plastic handcuffed during social events at university were evaluated.
Results: Medical examinations after police custody reveal that skin lesions in accordance with handcuffing were seen in 35,7 percent of all cases and knife-cut injuries during the uncuffing were seen in 2,9 percent of all cases. In 50 percent of the cases (n: 20), however, there were skin lesions that were not documented in the examination performed in the hospital before police custody.
Results: If plastic handcuffs must be used during the police arrest, they should not be too tight and during uncuffing, equipment which decreases the risk of injury had better be used. Also medical examination report should be arranged in a way to accelerate the justice process, and prevent the loss of right. Therefore health personnel should be well educated for a complete overall medical examination.
Key words: Plastic handcuff, medical examination during police custody, forensic medicine
Gönderme tarihi / Received:14.05.2015 Kabul tarihi / Accepted:01.09.2015İletişim: Abdullah Avşar, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Adli T ıp Anabilim Dalı,E-posta: [email protected]
Avsar ve ark. 9
GİRİŞ ve AMAÇ
Uluslararası ve ulusal hukukta gözaltında kötü muamele yasaklanmıştır (1). Ülkemiz mevzuatlarına göre "yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir" hükmü yer almaktadır (2). Kelepçe, şüpheliyi, kolluk kuvvetlerini ve üçüncü şahısları istenmeyen etkilerden korumak amacıyla kullanılan bir yöntem dir (2).Uzun zamandır kullanılan metal kelepçeler artık yerini plastik kelepçelere bırakmaya başlamıştır. Plastik kelepçeler hafif, kolay taşınılır, ucuz, hijyenik, tek kullanımlık ve uygulamasının kolay olması gibi nedenlerden dolayı daha fazla tercih edilmektedir. Plastik kelepçelerin özellikle toplumsal olaylara müdahale eden kolluk birimlerince kullanıldıkları görülmektedir. Kelepçe kullanımına bağlı olarak el bileklerinde ve ellerde nöropatiye varan lezyonlar olduğu bildirilmiştir (3,4,5). Kolluk birimlerince farklı özelliklerde plastik kelepçeler kullanılmaktadır. Tek kullanımlık plastik kelepçelerin yanı sıra anahtar ile açılıp kapanabilen ve el bileklerinin sıkı bağlandığı durumlarda anahtar ile gevşetilebilen kelepçeler özellikleri nedeniyle tercih edilebilmektedir.
Bu çalışmada; gözaltı çıkış muayenelerinde plastik kelepçe kullanımına bağlı oluşan lezyonların literatür eşliğinde tartışılması amaçlanmıştır.
M ATERYAL METOD
Kahramanmaraş Adli Tıp Şube Müdürlüğüne gözaltı çıkış muayenesi için getirilen 70 vaka çalışmaya dâhil edildi. Olgularda; yaş, cinsiyet, gözaltına alınma sebepleri, el bileklerindeki lezyonlar, muayene bulguları gibi veriler değerlendirildi. Tüm vücut, el ve el bileğinde
oluşan lezyonlar ayrıntılı muayene ile tespit edilmiştir. El bileğindeki lezyonların kelepçe kullanımı ile uyumlu olup olmadığı değerlendirilmiştir. Veriler SPSS 16.00 ile analiz edilmiştir.
BULGULAR
Çalışmamıza dâhil edilen 70 olgunun tamamı üniversite öğrencisi idi. Gözaltı kalış süresi ortalama 22 saat idi. Olguların tamamı gözaltı çıkış muayenesi amacıyla getirilmişti.Gözaltına alınanların %85,7'sinin (n= 60) erkek, %14,3'ünün (n=10) kadın olduğu görülmüştür. Olguların en küçüğü 18, en büyüğü 29 yaşında olup, yaş ortalaması 21,5 olarak saptanmıştır. Olguların % 57,1'inde (n:40) vücutlarının farklı bölgelerinde basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralar tespit edildi. Bu olguların gözaltı giriş muayenelerine bakıldığında 20 olguda herhangi bir travmatik lezyondan bahsedilmediği görüldü. Olaya ilişkin öyküde giriş muayenesinde lezyon tespit edilemeyen olgularda lezyonun gözaltı giriş muayenesi öncesinde olduğu ancak kıyafetler çıkarılmadan raporlamanın yapıldığı bilgisine ulaşıldı.Olguların % 35,7'sinde (n=25) kelepçe ile uyumlu cilt lezyonları tespit edilmiştir. Bu oran erkeklerde % 40 (n=24) kadınlarda % 10 (n=1) olarak bulunmuştur.Olguların %2,9'unda (n=2) el-el bileğibölgesinde kas dokuya ilerlemeyen yüzeyel cilt kesileri tespit edildi. Olgular tarafından bu lezyonların, plastik kelepçelerin bıçakla kesilmesi esnasında oluştuğu belirtildi. Tarafımızca yapılan değerlendirmede, kesilerin kelepçenin çıkartılması esnasında bıçak kullanımı ile oluşabilecek lezyonlarla uyumlu olduğu görüldü. Kesi tespit edilen iki olgunun da cinsiyeti erkekti.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Avsar ve ark. 10
TARTIŞM A
Plastik kelepçe kullanımı dünyada ve ülkemizde giderek yaygınlaşmaktadır. Kantarcı ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada, olgular plastik kelepçe takılmasının kendilerini eşya veya çuval gibi hissetmelerine neden olduğunu belirtmiştir. Kolluk kuvvetlerince kelepçe takılmasının kişiler üzerinde onur kırıcı bir etkisinin olduğu tartışılmaz bir gerçektir (6,7,8). Gerek metal kelepçe, gerekse plastik kelepçelerin epidermis, dermis lezyonlarına veya kelepçe nöropatisine neden olduğu bilinmektedir (3,4,5). Yapılan bir çalışmada plastik kelepçelerin metal kelepçelere oranla el bileklerinde anlamlı şekilde daha çok yaralanma oluşturduğu belirtilmiştir (3). Kantarcı ve arkadaşlarının çalışmasında vakaların tamamında plastik kelepçe kullanımına bağlı lezyon saptanmışken, bizim çalışmamızda olguların %35,7'sinde (n=25) lezyonsaptanmıştır. Çalışmalar arasındaki farkın nedeni çalışmamızda objektif bulgu tespit edilmeyen ve hassasiyet saptanan vakaları değerlendirmeye almamamız olduğu düşünülmektedir.Olguların tamamında kullanılan tek kullanımlık plastik kelepçelerde anahtar mekanizmasının bulunmadığı ve kelepçelerin kesici alet ile kesilerek çıkartıldığı öğrenilmiştir. Literatürde plastik kelepçe çıkartılması esnasında oluşmuş kesi olgularına rastlanılmamıştır. Çalışmamızda kelepçe çıkartılması esnasında bıçak kullanımına bağlı olarak, olguların % 2,9'unda (n:2) kesi görülmüştür. Kelepçenin takıldığı el bileğinde deri ve kemik doku arasında damar, sinir, kas ve tendonlar geçmektedir. Bu bölgede bulunan önemli yapılar nedeniyle oluşacak kesi sonucu sakatlık veya hayati tehlikeye neden olabilecek yaralanmaların meydana gelmesi de mümkündür.Sunulan çalışmada; vücudunda travmatik lezyon olmasına rağmen 20 olgunun gözaltı giriş muayenesinde travm atik lezyon olmadığı
belirtilmiş, vücudunda travm atik lezyon olduğu bildirilenlerin ise lezyonlarının çoğunun gözaltı giriş muayene raporlarına kaydedilmediği ve mevcut lezyonların yetersiz tanımlandığı görülmüştür. Olgularla yapılan görüşmelerde gözaltı giriş muayenesi esnasında hiçbirisinin üzerinin çıkarılmadığı, yüzeysel ve çok kısa sürede muayenelerinin yapıldığı bilgisine ulaşıldı Vücudunda travm atik lezyon olduğu tespit edilen tüm olgular, mevcut lezyonların gözaltına alınmadan önce oluştuğunu ve gözaltında iken herhangi bir fiziksel şiddete maruz kalmadıklarını ifade etmişlerdir. Lezyonlar giriş muayenesinde gerekli özeni göstermemeye bağlı olarak tespit edilmemiş olabilir. Bunun yanı sıra lezyonların travmadan belli bir süre sonra görünür hale gelmesi ile de açıklanabilir. Gözaltı giriş ve çıkışmuayenelerinde Türkiye tarafından da kabul edilen İstanbul protokolü ekseninde değerlendirilmesi gerekmektedir (9,10). Olguların tamamının gözaltı giriş muayeneleri devlet hastanesi acil servisinde yapılmıştır. Yapılan bir çalışmada, acil servislerde adli muayene hizmetlerinin verilmesinin acil servis hizmet kalitesini azalttığı bildirilmiştir (11). Çalışmamızda acil serviste yapılan gözaltımuayenelerinde lezyonların ayrıntılı olarak tanımlanmadığı tespit edildi. Güvenlik görevlilerinin ve gözaltına alınanların haklarını korumak için sağlık çalışanları tarafından eksiksiz bir gözaltı muayenesinin yapılması gerekmektedir. Bunun için gözaltı muayenesi yapan sağlık çalışanlarına muayenenin önemi ve nasıl yapılacağı hakkında geniş çaplı eğitimler verilmelidir. Bu da hem adli muayenenin eksiksiz yapılması hem de adli sürecinhızlanması ve hak kayıplarının önlenmesi açısından önem taşımaktadır. Ayrıca İstanbul protokolü kapsamında ülkelerin gerekli eğitim ve düzenlemeleri yapma zorunluluğu dabulunmaktadır (12).
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Avsar ve ark. 11
Sonuç olarak, devletler gözaltına alınan kişinin güvenliği ve sağlığının korunmasından sorumludur. Plastik kelepçe uygulamasında insan haklarına aykırı durumların oluşmaması için kelepçelerin ergonomik şekilde üretimi ve çıkartılırken yaralama oluşturma ihtimali bulunmayan açma aletleri kullanılması önem taşımaktadır. Ayrıca gözaltı muayene raporlarının eksiksiz ve doğru bir şekilde düzenlenmesi için adli muayeneyi yapacak olan sağlık personelinin eğitilmesi gerekmektedir.
REFERANSLAR
1. Çiçekli B, Eryılmaz MB, Yılmaz Ö. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye Kararlarının Analizi. Uluslararası Hukuk ve Politika 2007; 3(9): 28-59.
2. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2005/06 /20050601-10.htm. Erişim Tarihi: 02.02.2015.
3. Kantarcı MN, Kandemir E, Berber G, Baştürk M, Fincancı ŞK. Gözaltı muayenelerinde plastik ve metal kelepçeye bağlı yaralanmaların değerlendirilmesi. Türkiye Klinikleri J Med Sci 2013; 33(2) :360-65.
4. Grant AC, Cook AA. A prospective study of handcuff neuropathies. Muscle Nerve 2000; 23(6): 933-38.
5. Stone DA, Laureno R. Handcuff neuropathies. Neurology 1991; 41(1): 145-47.
6. Vorbrüggen M, Baer HU. Humiliation: the lasting effect of torture. Mil Med 2007; 172(12): 29-33.
7. Vetter S. Understanding human behavior in times of war. Mil Med 2007; 172(12): 7-10.
8. Singh S, Dahal K, Mills E. Nepal's war on human rights: a summit higher than Everest. Int J Equity Health 2005; 4:9.
9. http://www.ttb.org.tr/eweb/istanbul prot/ist p rotokolu.html. Erişim Tarihi: 12.08.2015.
10. Keten A, Akçan R, Karacaoğlu E, Odabasi AB, Tümer AR. Medical forensic examination of detained immigrants: is the Istanbul Protocol followed? Med Sci Law 2013; 53(1): 40-44.
11. Yeşil O, Öztürk TC, Çevik ŞE, Güneysel Ö. İdariAmaçlı Muayeneler: Acil Olmayan Aciller.Sakarya Medical Journal 2011; 4: 130-34.
12. Ünüvar Ü, Can İÖ, Fincancı ŞK, Bakkalcı M, Tellioğlu A, Özdemir B, et al. İstanbul protokolü eğitimleri öncesi Türkiye genelinden gözaltı giriş ve çıkış raporlarının değerlendirilmesi. Adli Tıp Bülteni 2014; 19(3):154-60.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Mustafa Kemal Üniv Tıp Derg 2015; 6(23): 12-20
ÖZGÜN M AKALE/O RIG IN AL ARTICLE
BİR ÜNİVERSİTE HASTANESİNDE AYAKTAN VE YATARAK TEDAVİ ALAN HASTALARIN MEMNUNİYET DÜZEYİ VE İLİŞKİLİ FAKTÖRLER
Satisfaction Levels of Inpatients and Outpatients of a University Hospital and Related Factors
Mehmet Erdem 1, Yagmur Oztoprak2, Cansu Ulgen2, Betul Eslem Emlik2, Kutluhan Furkan Gul2, Asiye Yildiz2, Abdurrahman Mert2, Mehmet Donmez2, Sedat Guldogan2, Feryal Bastaci2, Anil Arpaci2,
Kubra Gizem Nacak2, Arif Yeniceri1, Nazan Savas1
1Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Hatay 2Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dönem 6, Hatay
Doi: 10.17944/mkutfd.85196
ÖZET
Amaç: Sağlık hizmetlerinin etkinlik ve kalitesini değerlendirmede kullandığımız performans ölçümleri hizmetin iyileştirilmesini hedefler. Bu çalışmada Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi'nde yatarak ve ayaktan tedavi alan hastaların memnuniyet düzeylerinin araştırılması ve ilişkili olabilecek sosyodemografik, fiziki ve beşeri değişkenlerin incelenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Kesitsel nitelikteki çalışma Şubat-Mart 2015 döneminde yatan 105, ayaktan 101 hastada yapılmış, gruplara ayrı anket formları uygulanmıştır. Anketlerde hastaların sosyodemografik özellikleri ile hastanenin personel ve fiziki durumlarıyla ilgili memnuniyet soruları bulunmaktadır. Memnuniyet soruları 5'li likert tipinde olup, 1 -5 arasında puanlandırılmıştır. Puanı 4 ve üzerinde olanlar memnun kabul edilmiştir. Analizlerde Mann Whitney-U ve Kruskall Wallis testleri kullanılmıştır.
Bulgular: Ayaktan başvuran hastaların %56'sının kadın, %39,6'sının en fazla ilkokul mezunu olduğu, %51,5'inin şehir merkezinde yaşadığı, %87,1'inin sosyal güvencesinin olduğu ve %51,5'inin daha önce de hastaneye geldiği saptanmıştır. Ayaktan hastaların %87,6'sı sağlık personelinden, %82,5'i doktordan, %63,7'si de genel hastane durumundan memnundur.Yatarak tedavi gören hastaların %50,5'inin erkek, %57,2'sinin en fazla ilkokul mezunu olduğu, %43,8'inin ilçede yaşadığı, %81,9'unun sosyal güvencesinin olduğu ve %48,6'sının daha önce hastanemize geldiği saptanmıştır. Yatan hastaların %79'u hemşire, %78,1 'i sağlık personeli, %73,8'i doktor, %64,8'i oda, %62'si genel hastane durumu, %49,0'u yemek durumundan memnundur. Çiftçi ve esnaflar, işçi ve memurlara göre, ilkokul ve altı mezun olanlar da ortaokul ve üstü mezunlara göre daha memnunlardır (p<0.05).
Sonuç: Ayaktan ve yatarak tedavi gören hastaların genel olarak hastane sağlık hizmetlerinden memnun olduğu, ancak sağlık personeli memnuniyetinin genel hastane memnuniyetinden daha fazla olduğu saptanmıştır.
Anahtar kelimeler: Üniversite hastanesi, hasta memnuniyeti
ABSTRACT
Objective: Performance measurements that we use to evaluate the activity and quality of health services, aims to make an improvement and enhancement. This study's purpose is to investigate the satisfaction levels of inpatients and outpatients who were provided treatment at Mustafa Kemal University Medical Practice and Research Hospital, and to analyze the possible relevant sociodemographic, physical and human factors.
Material and Methods: This cross-sectional study was conducted in February-March 2015. Different surveys were applied to 105 inpatients and 101 outpatients, as two different groups. Surveys involve satisfaction-based questions about the sociodemographic characteristics of the patients, physical and stuff-related conditions of the hospitals. Satisfaction-based questions are in the form of five point likert scale. 4 points and more were accepted as ‘satisfied'. Whitney-U and Kruskall Wallis tests were used in analyses.
Results: It was determined that 56% of the outpatients were women, 39.6% were at most primary school graduate, 51.5% lived in city center, 87.1% had social security, and 51.5% had come to the hospital before. 82.5% of the patients were satisfied with doctors, 87.6% satisfied with attitudes of the healthcare personnel, 63.7% satisfied with hospital's general conditions.It was also determined that 50.5% of the inpatients were men, 57.2% were at most primary school graduate, 43.8% had social security and 48.6% had come to our hospital before. 73.8% of the inpatients were satisfied with doctors, 79% were satisfied with nurses, 78.1% satisfied with attitudes of the health personnel, 64.8% satisfied with room conditions, 49.0% satisfied with the hospital's food, and 62% were satisfied with hospital's general condition. Tradesmen and farmers were determined to be more satisfied in comparison to workers and civil servants; primary school graduates (at most) were found to be more satisfied than secondary and higher graduates f(opu<n0d.05to). be more satisfied than secondary and higher graduates
Conclusion: Inpatients and outpatients were found to be satisfied with hospital's health services in general; however, satisfaction levels related with medical personnel were determined to be higher than general satisfaction with the hospital.
Key words: University hospital, patients' satisfaction levels
Gönderme tarihi / Received:23.06.2015 Kabul tarihi / Accepted:16.08.2015İletişim: Doç.Dr. Nazan Savaş, MKÜ Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı E-posta:[email protected]
Erdem ve ark. 13
GİRİŞ
Günüm üzde sağlık hizmetlerinin etkinliğini ve
kalitesini değerlendirm ek için kullandığımız
performans ölçümleri hizmetin iyileştirilmesini
hedefler. Bu konuda sayısız ölçek hazırlanmış, ancak
hizmet sunanlar, finanse edenler ve hizmet alanlar
ölçek seçiminde görüş birliğine varam am ışlardır
(1,2). Sağlık hizmetinin sonuçlarını izlemek için
kullanılan kalite değerlendirm eleri genellikle tıbbi
çıktılar, maliyet analizleri ve hasta memnuniyeti
üzerinden yapılabilir (3,4).
Sağlık hizmetlerinin üretildiği anda tüketilen ve
depolanam ayan bir özellik göstermesi, bu hizmetin
kalitesinin ölçülmesini zorlaştırmaktadır. Hasta
memnuniyeti, sağlık hizmetinde kalitenin önemli bir
bölümünü oluşturmaktadır. Hasta memnuniyeti
hizmetin önemli bir parçası olmakla birlikte, hizmetin
algılanması ve beklentilerin karşılanmasından
duyulan memnuniyet bireylere göre farklılık
gösterm ektedir. Sağlık hizmeti sunan hastanelerde
hastaların memnuniyet düzeylerini etkileyen birçok
faktör bulunmaktadır. Hastane ulaşımı ve fiziki
durumu genel olarak bir m em nuniyet göstergesi
olurken, polikliniklerde ve servislerde hekim,
hemşire ve personelin iyi hizmet vermeleri hasta
mem nuniyetinde belirleyici olm aktadır (5).
Çoğu hasta hem hekim hem de poliklinik şartları
hakkında fikir belirtebilecek durumdadır. Hastaların
bu düşünceleri çok eğitici olabilir. Bu yolla hizmetin
iyileştirilmeye ihtiyaç duyulan yönleri saptanabilir ve
gerekli girişim ler başlatılabilir. Diğer taraftan hasta
memnuniyeti tedavinin başarısı, hastalıkla ilgili
şikayetlerin azaltılması gibi sunulan sağlık bakımının
sonuçlarını değerlendirm e kriterlerinden birisi olarak
da algılanabilir (6).
Hastaların sağlık kurumlarında aradıkları veya
görm ek istedikleri bilimsel, yönetsel ve davranışsal
özellikler olarak tanım lanabilen beklentiler,
hastaların yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, sosyokültürel
özelliklerine, sağlık
hizmetleri ve sağlık kurumları ile ilgili geçmiş
deneyim lerine göre farklılaşm aktadır. Hastaların
aldıkları hizmete ilişkin algıları önemlidir. Algılar,
bireylerin aldıkları hizmetler ve hizmet üretim süreci
ile ilgili görüş veya değerlendirm eleri esas alınarak
ölçülmektedir. Algılam a faktörü, hastaların
özelliklerine ve sağlık kurumlarıyla ilgili geçmiş
deneyim lerine göre farklılaşm aktadır (7).
Bu çalışmada Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi
(MKÜ) Tıp Fakültesi Sağlık Uygulama ve Araştırma
Hastanesi'nde yatarak ve ayaktan tedavi alan
hastaların memnuniyet düzeylerinin çeşitli
boyutlarıyla araştırılması ve ilişkili olabilecek sosyo-
demografik, fiziki ve beşeri değişkenlerin
incelenmesi amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Kesitsel nitelikteki bu çalışma Şubat-M art 2015
tarihinde Hatay MKÜ Tıp Fakültesi Uygulama ve
Araştırma Hastanesi'nde yatan ve ayaktan tedavi
gören hastalarda yapılmıştır. Hastane 515 yatak
kapasiteli olup, 2014 yılında ortalama aylık
polikliniğe başvuru sayısı 50.200'dür. Çalışmamızda
örneklem yöntemi olarak kota örneklem e yöntemi
kullanılmış olup, yatan ve ayaktan başvuran
hastalardan en az 100'er kişi ile görüşme
hedeflenmiştir. Hastanede çeşitli birimlerde yatan
105, ayaktan 101 hasta olmak üzere toplam 206
hasta araştırma kapsamına alınmıştır. Servisler ve
poliklinikler seçilirken başvuran hasta yoğunluğu göz
önünde bulundurularak ağırlıklı örneklem e yöntemi
ile seçim yapılmıştır. Buna göre yatan hastaların 59'u
dahili, 46'sı cerrahi, poliklinik hastalarının ise 48'i
dahili, 53'ü cerrahi klinikten seçilmiştir. Yatan hasta
anketleri o gün taburcu olan veya 3 günden daha
fazla yatışı olan hastalara yapılmıştır. Göğüs cerrahi,
psikiyatri, kalp dam ar cerrahisi, pediatri, çocuk
cerrahisi servislerinde yatan ve ayaktan başvuran
hastalar, hasta sayısı az olduğu için araştırm aya dahil
edilmemiştir.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Erdem ve ark. 14
Araştırm ada veri toplam a aracı olarak
araştırm acıların oluşturduğu anketler kullanılmıştır.
Anketlerin hazırlanmasında, literatür taraması
yapılarak ve Sağlık Bakanlığı'nın kullandığı hasta
m em nuniyet anketi göz önüne alınarak hasta
memnuniyeti ile ilgili m addeler belirlenmiştir.
Yatarak tedavi gören hastalara ayrı, ayaktan tedavi
gören hastalara ayrı anket formu hazırlanmıştır.
Anketler intörn doktorlar tarafından yüz yüze
görüşm e tekniği ile hastalardan onam alınarak
yapılmıştır.
A nket Form ları; Ayaktan başvuran hastaların anket
form unun ilk bölümünde yaş, cinsiyet, eğitim
durumu, sosyal güvence gibi hastaların
sosyodem ografik özelliklerini içeren 11 soru, yatan
hastaların anketinde 14 soru yer almaktadır. Anket
form larının ikinci bölümlerinde ise hastanenin fiziki
koşulları, personelle ilgili memnuniyeti ölçmeyi
amaçlayan sorular, genel memnuniyet, hastaneye
tekrar başvuru, hastaneyi tavsiye, hastanede en çok
memnun olunan ve en çok m em nuniyetsizlik
nedenlerini sorgulayan sorular bulunmaktadır. İkinci
bölümlerde ayaktan başvuran hastaların anket
form unda 25, yatan hastaların anket formunda ise 23
soru bulunmaktadır. Bu bölümlerdeki sorular 5'li
likert ölçeği kullanılarak hazırlanmıştır. Buna göre
"Çok kötü-1", "Kötü-2", "Orta-3", "İyi-4", "Çok iyi-5''
puan gruplarında değerlendirm e yapılmıştır. Dört ve
üzeri puan alanlar memnun, 3.99 ve düşük puan
alanlar memnun değil olarak değerlendirilm iştir.
İstatistiksel Analiz; Veriler SPSS v19.0 programında
değerlendirildi. İstatistiksel analizlerde tanımlayıcı
istatistikler, Mann W hitney-U ve Kruskall W allis
testleri kullanıldı. Değerlendirm elerde istatistiksel
anlam lılık düzeyi olarak p<0.05 alındı.
BULGULAR
Ayaktan Tedavi A lan Hastalar
Ayaktan başvuran hastaların %56'sının kadın, yaş
ortalamasının 39,7±16,6 ve aylık gelir olduğu,
% 51,5'inin daha önce hastaneye geldiği ve
%48,6'sının da üçten fazla hastaneye başvurduğu
tespit edildi.
Hastaların %31,7'si doktor nedeniyle, %21,8'i iyi
bakım alma düşüncesiyle, %17,8'i tavsiyeyle ve
%14,9'u da sevk nedeniyle hastaneyi tercih etmişti.
Süreye ilişkin değerlendirm elerde; hastaların kayıt
işlemleri için ortalama 35,7±11,6 dakika, tahlil için
ortalama 9,2±4,2 dakika beklediği, ayrıca muayene
olunan doktorun ayırdığı zamanın da ortalama
11,5±5,1 dakika olduğu tespit edildi.
Hastaların, %87,6'sı sağlık personelinin tutumundan,
%82,5'i doktor tutum undan, %63,7'si hastane genel
hizmetlerinden %62'si sekreterlik hizmetlerinden,
memnundu (G rafik 1).
Katılımcıların sosyodem ografik özellikleri ile personel
ve hastane genel durum memnuniyeti arasında ilişki
saptanmadı (p<0.05, p<0,05). Cinsiyete göre
personel m em nuniyetini incelediğim izde önemli fark
bulunamadı (p>0,05). İlköğretim mezunları ise
doktorluk hizmeti açısından diğer öğrenim
durumlarına kıyasla daha memnunlardı (p=0.03).
Çiftçiler, sekterlik ve doktorluk hizmetlerinden diğer
meslek gruplarına göre daha memnunlardı (p=0.001
ve p=0.02) (Tablo 1). Hasta kayıt için bekleme süresi,
doktorun ayırdığı süre ve tahlil için beklenen süreler
m em nuniyete göre karşılaştırıldığında istatistiksel
farklılıklar bulunmadı (p>0,05).
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Erdem ve ark. 15
Grafik 1. Ayaktan Tedavi Alan Hastaların Çalışan ve Hastane M emnuniyet Durumu
''Poliklinikte Suriyeli hastaların sağlık hizmeti almalarının buradaki sağlık hizmeti sunumunu engellemediğini düşünüyorum '' sorusuna yanıtların ortalama puanı 2,7±1,6 idi. Bu puanlamaya göre hastaların %67,3'ü Suriyeli hastaların sağlık hizmetini engellediğini düşünüyordu.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Erdem ve ark. 16
Tablo1. Ayaktan Tedavi Alan Hastaların Sosyodemografik Özelliklerine Göre Memnuniyet Durumları
Memnuniyet Durumu (ortalama puan)r _______i ___________c: i. "___11: ı. ı _ ..Sosyodemografik özellikler Sekreter Doktor Personel Hastane
Cinsiyet Kadın 3,80 4,45 4,53 3,79Erkek 4,18 4,60 4,48 3,87
P>0.05* P>0.05* P>0.05* P>0.05*Medeni hal Bekar 3,77 4,46 4,35 3,62
Evli 4,06 4,54 4,59 3,93Boşanmış/eşiölmüş
4,21 4,57 4,78 4,22
P>0.05** P>0.05** P>0.05** P>0.05**Öğrenim Okuryazar
değil4,25 4,65 4,75 4,19
Okur yazar 4,12 4,14 4,33 4,07İlköğretim 4,07 4,69 4,68 3,97Lise 4,12 4,55 4,50 3,95lisans 3,71 4,34 4,38 3,59
P>0.05** P=0.03** P>0.05** P>0.05**Meslek Çiftçi 4,62 5,00 4,75 3,96
Çalışmıyor 4,52 4,66 4,77 4,14Esnaf 3,71 4,62 4,56 4,06İşçi 4,00 4,07 4,00 3,71Memur 3,68 4,26 4,32 3,59Diğer 3,65 4,54 4,45 3,68
P=0.001** P=0.02** P>0.05** P>0.05**Sosyal Yok 4,27 4,77 4,69 3,89güvence Var 3,92 4,48 4,48 3,82
P>0.05* P>0.05* P>0.05* P>0.05*İkamet Köy 4,22 4,55 4,44 3,68
İlçe 3,94 4,58 4,50 4,04|İl 3,87 4,46 4,54 3,76
P>0.05* P>0.05* P>0.05* P>0.05*Hastaneye İl kez 4,10 4,50 4,68 4,14kaçıncı geliş İkinci kez 3,92 4,38 4,53 3,78
Üç ve daha fazla
3,93 4,59 4,44 3,74
P>0.05** P>0.05** P>0.05** P>0.05**Başvurulan Dahili 4,02 4,37 4,35 3,76poliklinik Cerrahi 3,90 4,65 4,67 3,89
P>0.05* P>0.05* P>0.05* P>0.05**Mann Whitney U test; **Kruskal Wallis
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Erdem ve ark. 17
Yatarak tedavi gören katılımcıların %50,5'inin
erkek, yaş ortalamasının 47,9±17,5 ve aylık gelir
ortalamasının 989,7±453,3TL olduğu saptandı.
Hastaların %55,4'ünün evli, %57,2'sinin en fazla
ilkokul mezunu olduğu, %43,8'inin ilçede
yaşadığı, %81,9'unun sosyal güvencesinin
olduğu, %48,6'sının daha önce hastaneye geldiği
ve %51,5'inin de üçten daha fazla hastaneye
başvurduğu tespit edildi. Hastane seçme
nedeninin en yüksek oranda % 44,8 ile sevk
kaynaklı olduğu saptandı. Diğer nedenlerin ise
doktor kaynaklı (%2,0), iyi bakım alırım
düşüncesi ile (%17,0), tavsiye üzerine (%11,4)
olduğu tespit edildi. Hastaların, %79,0'ı hemşire
tutumundan, %78,1'i sağlık personelinin
tutumundan, %73,8'i doktor tutumundan,
%64,8'i oda durumundan, %62,0'ı hastane genel
Yatarak Tedavi Alan Hastalar
hizmetlerinden, %49,0'ı da yemeklerin
durumundan memnun olarak bulundu (Grafik
2). M eslek açısından bakıldığında çiftçiler ve işçiler, memur ve esnaflara göre oda ve yemek durumundan daha memnunlardı (p=0,01, p=0,008). Öğrenim durumu düşük olanlar oda, yemek, doktor, hemşire ve personel memnuniyeti açısından daha memnunlardı (p=0,01, p=0,02,p=0,01, p=0,09, p=0,009).
Evliler, bekarlara göre yemek ve hastane genel
durumu açısından daha memnunlardı (p=0,004,
p=0,001). Köyde yaşayanlar ilçedekilere göre
oda durumundan ve hemşirelerden daha
memnunlardı (p=0,02, p=0,01). Cerrahi serviste
yatanlar, dahili servislerde yatanlara göre
doktorlardan daha memnunlardı (p=0,04),
(Tablo 2).
G rafik 2. Yatan Hastaların Personel, Oda ve Hastane Genel M em nuniyet Durumu
''Yatan Suriyeli hastaların sağlık hizmeti almalarının buradaki sağlık hizmeti sunumunu engellemediğini düşünüyorum .'' sorusunun puanı ortalama 2,1±1,3 idi. Bu puanlamaya göre yatan hastaların %83,8'i Suriyeli hastaların sağlık hizmeti sunumunu engellediğini düşünmekteydi.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Erdem ve ark. 18
Tablo 2. Yatan Hastaların Sosyodemografik Özelliklerine Göre M emnuniyet Durumları
Memnuniyet durumu ( ortalama puan)Demografik özellikler_______I Oda Yemek Hastane Doktor Hemşire PersonelCinsiyet Kadın 4,08 3,57 4,29 4,36 4,35 3,66
Erkek 4,26 3,91 4,37 4,30 4,28 3,71P>0,05* P>0,05* P>0,05 P>0,05 P>0,05 P>0,05*
Medeni hal Bekar 4,06 3,29 4,03 4,25 4,07 3,40Evli 4,23 3,97 4,42 4,35 4,35 3,83Boşanmış/eşiölmüş 4,14 3,71 4,48 4,38 4,50 3,66
P>0,05** P=0,01** P=0,04** P>0,05** P>0,05** P>0,05**Öğrenim Okuryazar
değil4,23 3,71 4,71 4,47 4,56 3,90
Okur yazar 4,42 3,83 4,39 4,62 4,37 3,80İlköğretim 4,46 4,11 4,19 4,51 4,63 3,90Lise 3,94 3,76 4,32 4,04 3,95 3,58lisans 3,85 3,24 4,14 4,09 3,97 3,25
P=0,01** P=0,02** P>0,05** P=0,01** P=0,01** P=0,009**Meslek Çiftçi 4,66 4,61 4,59 4,79 4,79 3,90
Çalışmıyor 3,92 3,66 4,32 4,18 4,16 3,65Esnaf 4,12 3,66 4,17 4,34 4,15 3,56
İşçi 4,20 3,96 4,36 4,04 4,13 3,71Memur 3,88 3,57 4,25 4,14 4,10 3,26Diğer 4,34 3,47 4,36 4,46 4,50 3,87
P=0,01** P=0,008** P>0,05** P>0,05** P>0,05** P>0,05**Sosyal Var 4,08 3,75 4,48 4,39 4,52 3,79güvence Yok 4,19 3,73 4,30 4,31 4,27 3,66
P>0,05* P>0,05* P>0,05* P>0,05* P>0,05* P>0,05*İkamet Köy 4,27 3,90 4,53 4,34 4,51 3,84
İlçe 4,30 3,73 4,24 4,50 4,45 3,74
İl 3,83 3,63 4,24 4,06 3,88 3,39
P=0,02** P>0,05** P>0,05** P>0,05** P=0,01** P>0,05**Hastaneye İlk kez 4,24 3,68 4,43 4,35 4,28 3,80kaçıncı geliş İkinci kez 4,18 3,62 4,35 4,32 4,23 3,77
Üç ve daha fazlası
4,12 3,82 4,27 4,32 4,37 3,58
P>0,05** P>0,05** P>0,05** P>0,05** P>0,05** P>0,05**Başvurulan Dahili 4,06 3,85 4,37 4,11 4,23 3,70servis Cerrahi 4,32 3,60 4,29 4,60 4,42 3,67
P>0,05* P>0,05* P>0,05* P=0,04* P>0,05* P>0,05*
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yil:2015
Erdem ve ark. 19
TARTIŞM A
Ayaktan Tedavi Alan Hastalar
Hatay MKÜ Araştırma ve Uygulama
Hastanesi'nde ayaktan başvuran hastaların %
63,7 sinin hastaneden genel olarak memnun
olduğu saptandı. Çalışmamız sonucunda genel
memnuniyet düzeyi yapılan diğer
araştırmalardan daha düşük bulundu. Dicle
Üniversitesi Araştırma ve Uygulama
Hastanesi'nde yapılan çalışmada ayaktan tedavi
gören hastaların %76,2'sinin genel olarak
memnun olduğu saptanmıştır. Genel
memnuniyetini ifade eden hasta oranları Düzce
Tıp Fakültesi Hastanesinde %85,5, Marmara
Üniversitesi Hastanesinde %64,5 ve Silvan
Devlet Hastanesinde %76 olarak bildirilmiştir
(8).
Özer ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, eğitim
düzeyi arttıkça beklenti düzeyinin arttığı ve
memnuniyetin azaldığı bildirmiştir. Özer'in
çalışmasında lise veya üniversite mezunlarının,
okur-yazar veya ilköğretim mezunlarına kıyasla
doktorun verdiği bilgiden, danışmanlık
hizmetlerinden, genel tem izlik ve poliklinik
hizmet kalitesinden memnuniyet oranları daha
düşük olduğu görülm üştür (9). Sarp ve Tükel
tarafından yapılan çalışmada da hastaların
eğitim düzeyi arttıkça hastane hizmetleri ile ilgili
memnuniyetsizliklerinin de arttığı bildirilmiştir
(10). Erdem ve ark. demografik değişkenlerin
hasta memnuniyetinde bir farklılık oluşturup
oluşturmadığını incelemiş, eğitim düzeyi ve
cinsiyetin bazı hasta memnuniyeti boyutlarında
farklılığa neden olduğunu göstermişlerdir (11).
Bizim çalışmamızda da benzer şekilde
katılımcıların eğitim düzeylerinin doktor
memnuniyeti üzerinde etkili olduğu ve eğitim
seviyesi arttıkça doktor memnuniyetinin
azaldığı gösterildi. Yine erkekler kadınlara göre
sekreterlik hizmetinden daha memnun
bulundular. Sekreter ve doktor memnuniyeti
açısından bakıldığında meslek grupları
içerisinde en çok çiftçilerin memnun olduğu
saptandı. Ancak araştırma grubundaki çiftçilerin
tamamına yakını ilkokul ve altı eğitim düzeyinde
olduğundan memnuniyeti asıl belirleyicinin
meslek değil eğitim düzeyi olduğu kanısına
varıldı.
Yatarak Tedavi Alan Hastalar
Araştırmamızda yatarak tedavi alan hastalarda
hastane hizmetlerinden genel memnuniyet
%62,0 olarak bulundu. Yatarak tedavi alan
hastalarda da genel memnuniyet düzeyi yapılan
diğer araştırmalardan daha düşük bulundu
İstanbul Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesinde yapılan bir memnuniyet
araştırmasında yatan hastalarda genel
memnuniyet düzeyi %64,5, Dicle Tıp Fakültesi
Hastanesi'nde yapılan bir memnuniyet
araştırmasında ise, genel memnuniyet %68,2
bulunmuştur (12). Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesi'nin yataklı servislerinde
Yıldırım ve ark.'nın yaptığı bir çalışmada ise bu
oran %85,5 bulunmuştur (13).
Marmara Üniversitesi hastanesinde yapılan bir
araştırmada hastaneyi tercih etme nedeni
içerisinde sosyal güvence ve sevk birinci
sıradadır (5). Dicle Üniversitesi Hastanesi'nde
yapılan bir çalışmada da, sevk ilk sırada
bulunmuştur (12). İbn-i Sina Hastanesi'nde
yapılan bir çalışmada ise benzer olarak sevk ilk
sırada yer almıştır (11). Bizim çalışmamızda da
hastanenin tercih edilme nedeni içerisinde,
sevk birinci sırada yer almaktadır. Bu sonucun
nedeni olarak çalışma yapılan hastanelerin
üçüncü basamak hastane olması gösterilebilir.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Erdem ve ark. 20
Hasta memnuniyeti ile ilgili çalışmalarda,
memnuniyet düzeyi için bir kritik sınır değer
(kesme noktası) belirlenmemiştir, ancak
literatürde %70 ve üzerindeki memnuniyet
oranının hizmetlerden memnuniyeti yansıttığı,
bunun da hizmetlerin nitelik ve nicelik olarak
yeterli kalitede olduğunu gösterdiği genel
ifadelerde yer bulmuştur (14). Bizim
çalışmamızda genel memnuniyet düzeyi diğer
çalışmalardan ve literatürde belirtilen %70
oranından düşük bulunmuştur. Ankara Gazi
Hastanesi ise özellikle fiziki koşullar olarak daha
büyük ve iyi organize edilmiş olması nedeniyle
memnuniyet düzeyi daha yüksek bulunmuş
olabilir. Üniversite hastanelerinin daha ileri
teknolojik olanaklara ve akademik kadrolara
sahip olması, gelişmeye açık olması,
çalışanlarının bu doğrultuda hizmet vermesi,
ayrıca hizmetlerin mümkün olduğunca bilimsel
şekilde yürütülmesi, hem tercih edilmesi
açısından, hem de memnuniyetin yüksek olması
açısından önemlidir (11). Çalışmamızda hasta
memnuniyetinin genel olarak eğitim
düzeyinden, medeni durumdan, yaşadığı yer ve
meslek durumundan etkilendiğini saptadık.
Özellikle literatürdeki çalışmalara %62 olarak
bulunmasının nedeni hastanenin yeni yapılan
bir hastane olması, hastanenin fiziki koşullarının
yetersizliği, akademisyen ve asistan doktor
sayısının yetersiz olması ve fazla sayıda Suriyeli
sığınmacının tedavi almasına bağlı olabilir.
Sonuç olarak, çalışmamızda genel olarak fiziki
koşullardan doğan bir memnuniyetsizlik
mevcuttur. Buna yönelik olarak fiziki koşullar
geliştirilmeli, hizmet sunucuları ve personel.
kalitesinin zaman içindeki seyrinin gözlenmesi
ve değerlendirilmesi için bu tür çalışmalar yıl
içinde tekrarlanıp sonuçlar tekrar
değerlendirilebilir.
Bizim yaptığımız çalışma ve buna benzer
çalışmalar değerlendirilerek, sonuçları hastane
yöneticileriyle paylaşılmalı ve gerekli tedbirlerin
alınması için önerilerde bulunulmalıdır.
Sonuçların daha sağlıklı ve standart olması için
hasta memnuniyetini ölçen geçerli standardize
ölçekler geliştirilmelidir.
REFERANSLAR1. Streiner DL, Norman GR. Health Measurement Scales: a Practical Guide to their development and Use. Oxford, Oxford Medical Publications 1995.2. Campbell SM, Braspenning J, Hutchinson A, Marshall M. Research methods used in developing and applying quality indicators in primary care. Qual Saf Health Care 2002;11:358- 64.3. Fisher AW. Patient's evaluation of outpatient medical care. J Med Educ 1971;46:238-244.4. Barnett B. Women's views influence choice. Network 1995;16:14-18.5. Önsüz MF, Topuzoğlu A, Cöbek U.C, Ertürk S, Yılmaz F, Birol5. İstanbul'da bir tıp fakültesi hastanesinde yatan hastaların memnuniyet düzeyi. Marmara Medical Journal 2008;21:33-49.6. Öztek Z. Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerinde Kalite Kavramı. Haberal Eğitim Vakfı Ankara: 1995.7. Kavuncubaşı Ş. Hastane ve Sağlık Kurumları Yönetimi. "s. 292- 295."Ankara: Siyasal Kitabevi; 2000.8. Emhan A, Bez Y. Bir üniversite hastanesine başvuran hastaların memnuniyet düzeyleri. Dicle Tıp Dergisi 2010; 37: 3.9. Özer A, Çakıl E. Sağlık hizmetlerinde hasta memnuniyetini etkileyen faktörler. Tıp Araştırmaları Dergisi 2007;5:140-143.10. Sarp N, Tükel B. İbn-i Sina Hastanesinde hasta memnuniyeti araştırması. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası 1999;52:147-151.11. Erdem R, Rahman S, Avcı L. Hasta memnuniyetinin hasta bağlılığı üzerine etkisi. Erciyes Üni İİBF Derg 2008;31:95-110.12. Ertem M, Oto R, Karayel P. Dicle Üniversitesi Hastanesi'nde yatan hastalarda hasta memnuniyeti araştırması. 1.Ulusal Sağlık İdaresi Kongresi Bildiriler Kitabı Ankara; 2000:325-31.13. Yıldırım A, Maral I, Aycan S, Bumin MA. Gazi Hastanesi yataklı servislerinde hizmet alanların bazı temel özelliklerine hastaneden memnuniyet durumları. Gazi Kalite Günleri II Bildiri Özet Kitabı Ankara; 1999:71.14. Gasquet I, Villeminot S, Estaquio C, Durieux P, Ravaud P B. Construction of a questionnaire measuring outpatients' opinion of quality of hospital consultation departments. Health and Quality of Life Outcomes 2004;2:43-54.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Doi: 10.17944/ mkutfd.10244
ÖZGÜN M AKALE/O RIG IN AL ARTICLE
Mustafa Kemal Üniv Tıp Derg 2015; 6(23): 21-26
DIGOXIN TOXICITY IN THERAPEUTIC SERUM LEVELS
Terapötik Serum Seviyesinde Digoksin Toksisitesi
Ugur Arslantas1, Sinan Yildirim 2, Mehtap Kaynakci Bayram2, Aynur Yurtseven2, Tolga Cim en3,
Mehmet Dogan3, Ekrem Yeter3
1Kartal Koşuyolu High Education and Research Hospital, Department of Cardiology, İstanbul, Turkey 2Dışkapı Education and Research Hospital, Department of Emergency, Ankara, Turkey.3Dışkapı Education and ResearchHospital, Department of Cardiology, Ankara, Turkey
ABSTRACT
Aim:The purpose of this study, to evaluate digoxin toxicity and risk factors leading to digoxin toxicity in patients with therapeutic digoxin levels.
Material and Methods: We studied ninety-five patients with digoxin level was above of the 1.4 ng/mL and below of the 2.0 ng/mL at admission. They were divided into two groups, drug toxicity or nontoxicity, on the basis of both clinical symptoms and electrocardiography recording. The clinical and laboratory data were compared between these groups.
Results: When overall patients' digoxin usage indications were evaluated, it was revealed that 56 patients (58.9%) had been received digoxin only for heart failure, 32 patients (33.6%) only for atrial fibrillation and 20 patients (21%) received digoxin for both conditions. The exact reason for digoxin usage could not be determined in 17 patients (17.9%). When patients were evaluated, no differences in age, gender, medical history other than coronary artery disease and laboratory findings were observed between toxic and nontoxic patients. The medical history of coronary artery disease in toxic patients was significantly higher than in nontoxic patients (p: 0.008). In these variable, no differences were observed except atrial fibrillation (p<0.001), between toxic and nontoxic patients.
Conclusion: In this study, the exact reasons for digoxin use could not be determined in 17 (17.9%) patients. In appropriate usage of digoxin could be increased risk of adverse outcomes and education program may reduce in appropriate use. Clinicians should be aware that signs of toxicity may occur at levels below of the 2.0 ng/mL, and such toxicity is more likely in the presence of atrial fibrillation or coronary artery disease.
Keywords: Digoxin, toxicity, intoxication, serum digoxin levels
ÖZET
Amaç: Bu çalışmanın amacı terapötik seviyede digoksin seviyesi olan hastalarda digoksin toksisitesi ve risk faktörlerini araştırmak.
Metot: Başvuru sırasında digoksin seviyesi 1,4 ng/mL'nin üzerinde ve 2,0 ng/mL'nin altında olan 95 hasta klinik belirti ve elektrokardiyografi kayıtları göz önüne alınarak toksisite olan ve toksisite olmayan olarak iki gruba ayrıldı. Klinik ve laboratuar verileri iki grup arasında karşılaştırıldı.
Bulgular: Tüm hastalar digoksin kullanma endikasyonu açısından değerlendirildiğinde 56 hasta (58,9%) sadece sol kalp yetersizliği, 32 hasta (33,6%) atriyal fibrilasyon ve 20 hasta (21%) her iki durum için kullanıyorlardı. 17 hastada (17,9%) ise digoksin kullanımının net bir nedeni, bulunamadı. Toksik ve toksik olmayan grup arasında yaş, cinsiyet, koroner arter hastalığı dışındaki medikal öykü ve laboratuar bulguları açısından fark yoktu. Sadece koroner arter hastalığı öyküsü anlamlı şekilde toksik grupta fazla saptandı (p:0,008). Atriyal fibrilasyon (p<0,001) dışında toksik ve toksik olmayan hastalar arasında fark yoktu.
Sonuç: Bu çalışmada 17 (17,9%) hastada digoksin kullanımı için net bir endikasyon saptanamamıştır. Uygunsuz digoksin kullanımı istenmeyen yan etkilerin artışına sebep olabilir ve eğitim programları uygunsuz kullanımı azaltabilir. Klinisyenler toksisite belirtilerinin 2,0 ng/mL'nin altında olabileceğinin farkında olmalı ve toksisite koroner arter hastalığı öyküsü ve atriyal fibrilasyon varlığında daha olasıdır
Anahtar kelimeler: Digoksin, toksisite, intoksikasyon, serum digoksin düzeyleri
Gönderme tarihi / Received: 09.09.2015 Kabul tarihi / Accepted: 05.10.2015İletişim: Ugur Arslantas, MD Kartal Koşuyolu High Education and Research Hospital, İstanbul,Turkey E-posta:[email protected]
Arslantas et al. 22
INTRODUCTION
Digoxin had been used for the main treatment
of heart failure and arrhythmia for many
decades (1, 2), until it was shown that the
digoxin does not have a survival advantage (3)
and further development of effective cardiac
drugs has led to diminished utilization.
Estimates of digoxin use in heart failure have
decreased from approximately 80% to <30% in
the past decade (4, 5). Conversely, the absence
of downward trend in the incidence of digoxin
toxicity and the frequency of emergency
department admissions related to digoxin
toxicity has remained relatively unchanged (6,
7).The recommended therapeutic range of digoxin
has changed in the past decade after the post
hoc analyses of the Digitalis Investigation Group
(DIG) study, which found that digoxin at a
serum concentration of 0.5-0.9 ng/mL was
associated with reduce total mortality (4), while
the 2 ng/mL value still has using in aiding the
diagnosis of digoxin toxicity, but many patients
show signs and/or symptoms of digoxin toxicity
even when the serum digoxin concentration
(SDC) is below the this value. (8, 9) We recently
became aware of a large number of our
patients with serum digoxin levels lower than
the 2.0 ng/mL, had digoxin toxicity. The
purpose of this study was to evaluate in
accepted therapeutic range patients to identify
risk factors leading to digoxin toxicity in the
modern era.
M ATERIAL AND METHODS
The medical records of all patients receiving
digoxin maintenance therapy at Dışkapı
Research and Education Hospital (a tertiary
center, 355000 patients' admission yearly)
between January 2009 and January 2011 were
reviewed. All of the patients were eligible if
they were > 18 years old and SDCs above of the
1.4ng/ml and below of the 2.0ng/ml. Data
extracted from the medical records included
age, demographic features, sign and symptoms,
primary and secondary diagnoses, indications
for digoxin use, laboratory data including serum
creatinine and electrolytes, chest radiography,
electrocardiography (ECG) and transthoracic
echocardiography (TTE) data. The diagnosis of
coronary artery disease was made according to
the history of myocardial infarction or
interventions (CABG operation or Percutaneous
Coronary Interventions). Also diagnosis of
chronic kidney disease was made according to
the creatinine levels higher than 1.2 mg/ml.
Digoxin use was considered in appropriate if
the patient had cardiothoracic ratio below to
50% in chest radiography or normal TTE and
normal ECG.
Digoxin levels were measured specific
radioimmunoassay method (Gammacoat
Digoxin, Baxter, France). Digoxin toxicity was
defined as the development of signs or
symptoms commonly associated with digoxin
toxicity that resolved after a decrease in
digoxin dosage and/or withdrawal. The
occurrence of one or both of following criteria
was used to support a diagnosis of digoxin
toxicity, and all subjects were involved: (I)
nausea, anorexia, vomiting, and/or disturbed
color vision (green or yellow halos around
lights); and (II) arrhythmias that were not
present before the onset of digoxin therapy
and/or resolved on withholding of the drug,
that is, premature ventricular contraction with
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayi:23, Yil:2015
Arslantas et al. 23
periodic or persistent bigeminy or trigeminy,
second-degree AV block of Mobitz type II, AV
nodal escape rhythm, paroxysmal atrial
tachycardia with block, and non-paroxysmal AV
nodal tachycardia at a rate of 100-200
beat/min. The patients who digoxin level was
above of the 1.4 ng/mL and below of the 2.0
ng/mL at admission were divided into two
groups, drug toxicity or nontoxicity, on the
basis of both clinical symptoms and ECG
recording by three years experienced
cardiologist. The clinical and laboratory data
were compared between these groups. Our
study was approved by the local ethics
committee.
All analyses were conducted using SPSS version
20.0 (SPSS Inc, Chicago, IL, USA). Data were
shown as mean ± SD or median (IQR), where
applicable. The normality of the distribution
was evaluated with the Kolm ogonov-Sm irnow
test. Chi-square test was used to compare
categorical data. Group means were compared
by the student T-test for unpaired data. A tw o
sided value of p value < 0.05 was considered to
be statistically significant.
RESULTS
During the study period, 12.430 digoxin assays
were obtained on 5.340 patients. One hundred
thirty one patients (%2.4) had serum digoxin
concentrations greater than 1.4 ng/mL and
lower than 2.0 ng/mL. Complete clinical data
were available for 100 of these patients, 5 of
whom had an elevated level due to sampling
error (SDC drawn within 6 hours of oral dose).
Thus, 95 (%2) patients had appropriately
sampled digoxin assays with a level greater
than level of the 1.4 ng/mL and lower than level
of the 2.0 ng/mL. The overall average of age
was 70.1±10.2 years with 50 (52.6%) of the
patients >75 years old. The patients mean SDC
was 1.6 ng/mL. Digoxin toxicity was the primary
reason for admission at em ergency service in
20 of these cases. Heart failure (n: 30) and slow
or fast atrial fibrillation (n: 25) were other
frequent reasons for admissions.
Twenty-two patients had both ECG and clinical
features suggestive of digoxin toxicity, while
eleven patients had clinical symptoms alone.
Clinical features of digoxin toxicity included
nausea, anorexia and vomiting (n: 32) and
disturbed color vision (n: 3). One patient was
asymptomatic at admission and had ECG
features of digoxin toxicity. Withdrawal of
digoxin was associated with improvement in
ECG (paroxysmal atrial tachycardia with block).
Frequent ECG features of concomitant digoxin
toxicity were ventricular premature contraction
and periodic or persistent bigeminy or
trigem iny (n: 22). Table 1 summarizes the
demographic and clinical data for toxic and
nontoxic patients. When data patients were
evaluated, no differences in age, gender,
medical history other than coronary artery
disease, laboratory findings were observed
between toxic and nontoxic patients. The only
medical history of coronary artery disease in
toxic patients was significantly higher than in
nontoxic patients (p: 0.008).
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayi:23, Yil:2015
Arslantas et al. 24
Table 1: Dem ographic and Clinical Data in Patient w ith SDCs>1.4 ng/m L and<2.0 ng/Ml*
DigoxinToxic(N=34) NonToxic (N=61) P value
No. of patient (%) 34 (35.8) 61(64.2)Age (yr) 74.3±10.6 74.0±10.3 0.883Fem ale % (n) 50 (17) 62 (38) 0.172
M edical history% (n)Coronary artery disease 76.4 (26) 49.2 (30) 0.008Hypertension 70 (24) 68.8 (42) 0.526Diabetes m ellitus 35.2 (12) 24.5 (15) 0.191Chronic kidney disease 35.2 (12) 37.7(23) 0.494
Laboratory findingsSDC (ng/m L) 1.6 (1.4-1.9) 1,6 (1.4-1.9) 0.423Creatinine (m g/dL) 1.4 ± 0.5 1.4 ± 0.6 0.666Potassium (m Eq/dL) 4.8 ± 0,9 4.8 ± 1.0 0.655Calcium (m Eq/dL) 9.1 ± 1,6 9.3 ± 1.3 0.408
BUN: blood urea nitrogen; SDC: serum digoxin concentration.
When overall patients' digoxin usage
indications were evaluated, it was revealed that
56 patients (58.9%) had been received digoxin
only heart failure, 32 patients (33.6%) only
atrial fibrillation and 20 patients (21%) received
digoxin both conditions. The exact reason for
*Data are presented mean ± SD or range and % (n).
digoxin use could not be determined in 17
patients (17.9%). Table 2 summarizes digoxin
usage indication for toxic and nontoxic
patients. In these variable no differences were
observed other than atrial fibrillation (p<0.001),
between toxic and nontoxic patients.
Table 2: Digoxin usage indications for Toxic and N ontoxic Patients
Toxic(N=34) Nontoxic(N=61) P value
Atria lfibrillation 76.4% (26) 9.8% (6) <0.0001
Heartfailure 52.9% (18) 62.2% (38) 0.251
O ther 35.2% (12) 24.6% (15) 0.191
Other groups consist of both atrial fibrillation and heart failure patients (n: 20) and digoxin use indications could not be determined patients (n: 17). *Data are presented % (n).
DISCUSSION
In the modern era, the evolution of knowledge
regarding the clinical use of digoxin has
resulted in a declining frequency and a
different profile of digoxin toxicity. Toxicity is
usually associated with an elevated SDC simply
because they received a dosage that was too
high (according to their renal function) or an
electrolyte abnormality such as hypokalemia
(10, 11). SDCs are not always a good indicator
of toxicity, there is some overlap in
'therapeutic' and 'toxic' levels (12). This overlap
zone (SDCs 1.4-2.0 mg/mL) is not evaluated
Mustafa Kemal Üniversitesi Tip Dergisi Cilt: 6, Sayi:23, Yil:2015
Arslantas et al. 25
properly yet. In our study, this overlap zone of
the patients' ratio was 2.4%.
The clinicians should be aware of that the signs
of the toxicity of digoxin may occur at below
the serum level of the 2.0 ng/mL. Also, it is
more encountered in the presence of comorbid
conditions such as myocardial ischemia,
hypokalemia and hypercalcemia (5, 11, 13). In
our study, we found that in patients with SDCs
between 1.4 and 2.0 mg/mL, AF and Coronary
Artery disease was found associated with the
toxicity. Beller et al suggested that myocardial
ischemia, itself may cause inhibition of sodium
pump providing myocardial tissue more
sensitive to the arrhythmogenic effects of
digitalis, even at lower SDC (14). Therefore,
digoxins hould be used in very low doses or not
be used at all in patients with acute coronary
syndromes or significant ischemia. The effect of
digoxin or other rate -control drugs on
mortality in atrial fibrillation (AF) has not been
examined in randomized clinical trials. Post
hocanalysis of the atrial fibrillation Follow-up
Investigation of Rhythm Management (AFFIRM)
trial data reported in 2004 and 2012 suggested
that digoxin use was associated with higher all
cause mortality (15, 16). In this study, we
found digoxin in toxication was higher in
patient with AF despite the SDC below to 2.0
ng/mL (p<0.001). This may explain the higher
mortality in patients with AF in AFFIRM post
hoc analysis.
In our study, the exact reasons for digoxin use
could not be explained in 17 (17.9%) patients.
We think about that the indications for digoxin
therapy were not appropriate; the digoxin
therapy might have been administered only for
temporarily occurred AF and did not persist.
Biteker et al. reported that the 40% of patients
use the digoxin in an inconvenient indication
(17). In appropriate usage of digoxin can
increase the risk of adverse outcomes and
education program may be required.
There were some limitations for this study.
Firstly, creatinine levels were similar between
the toxic and nontoxic groups, but lack of eGFR
data of patients has limitation that must be
addressed in the future studies. Secondly, this
was a retrospective study and the study
population was from a single center. However,
in the modern era digoxin levels not evaluate
routinely so patients with high normal level SDC
is becoming extremely rare and it is hard to
recruit these cases.
In conclusion, digoxin has cost-effectiveness
and easy available worldwide, therefore digoxin
should not be considered a drug of past but
rather a drug of present and even one of the
future. Clinicians should be aware that signs of
toxicity may occur at levels below of the 2.0
ng/m L, and such toxicity is more likely in the
presence of atrial fibrillation or coronary artery
disease. Prospective studies are warranted in
order to confirm these associations.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayi:23, Yil:2015
Arslantas et al. 26
REFERENCES
1. Uretsky BF, Young JB, Shahidi FE, Yellen LG, Harrison MC, Jolly MK. Randomized study assessing the effect of digoxin withdrawal in patients with mild to moderate chronic congestive heart failure: results of the PROVED trial. PROVED Investigative Group. J Am CollCardiol 1993; 22: 955-62.
2. Packer M, Gheorghiade M, Young JB, Costantini PJ, Adams KF, Cody RJ, et al. Withdrawal of digoxin from patients with chronic heart failure treated with angiotensin-converting-enzyme inhibitors. RADIANCE Study. N Engl J Med 1993; 329: 1-7.
3. The effect of digoxin on mortality and morbidity in patients with heart failure. The Digitalis Investigation Group. N Engl J Med 1997; 336: 52533.
4. Ahmed A, Rich MW, Love TE, Lloyd-Jones DM, Aban IB, Colucci WS, et al. Digoxin and reduction in mortality and hospitalization in heart failure: a comprehensive post hoc analysis of the DIG trial. Eur Heart J 2006; 27: 178-86.
5. Gheorghiade M, Braunwald E. Reconsidering the role for digoxin in the management of acute heart failure syndromes. Jama 2009; 302: 2146-7.
6. Hussain Z, Swindle J, Hauptman PJ. Digoxin use and digoxin toxicity in the post-DIG trial era. J Card Fail 2006; 12: 343-6.
7. See I, Shehab N, Kegler SR, Laskar SR, Budnitz DS. Emergency department visits and hospitalizations for digoxin toxicity: United States, 2005 to 2010. Circ Heart Fail 2014; 7: 28-34.
8. Miura T, Kojima R, Sugiura Y, Mizutani M, Takatsu F, Suzuki Y. Effect of aging on the incidence of digoxin toxicity. Ann Pharmacother 2000; 34: 42732
JS B, MA K. Tintinalli's Emergency Medicine, A Comprehensive Study Guide. In Digitalis Glycosides, ed. T J, pp. 1260-4. New York: McGraw Hill; 2010.Kirilmaz B, Saygi S, Gungor H, Onsel Turk U, Alioglu E, Akyuz S, Asgun F, Tengiz I, Ercan E. Digoxin intoxication: An old enemy in modern era. J Geriatr Cardiol 2012; 9: 237-42.Borron SW, Bismuth C, Muszynski J. Advances in the management of digoxin toxicity in the older patient. Drugs Aging 1997; 10: 18-33.Passmore AP, Johnston GD. Digoxin toxicity in the aged. Characterising and avoiding the problem. Drugs Aging 1991; 1: 364-79.Gheorghiade M, Adams KF, Jr., Colucci WS. Digoxin in the management of cardiovascular disorders. Circulation 2004; 109: 2959-64.Beller GA, Conroy J, Smith TW. Ischemia-induced alterations in myocardial (Na+ + K+)-ATPase and cardiac glycoside binding. J Clin Invest 1976; 57: 341-50.Whitbeck MG, Charnigo RJ, Khairy P, Ziada K, Bailey AL, Zegarra MM, et al. Increased mortality among patients taking digoxin--analysis from the AFFIRM study. Eur Heart J 2013; 34: 1481-8.Corley SD, Epstein AE, DiMarco JP, Domanski MJ, Geller N, Greene HL, et al. Relationships between sinus rhythm, treatment, and survival in the Atrial Fibrillation Follow-Up Investigation of Rhythm Management (AFFIRM) Study. Circulation 2004; 109: 1509-13.Biteker M, Duman D, Dayan A, Can MM, Tekkesin AI. Inappropriate use of digoxin in elderly patients presenting to an outpatient cardiology clinic of a tertiary hospital in Turkey. Turk Kardiyol Dern Ars 2011; 39: 365-70.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yil:2015
Doi: 10.17944/mkutfd.54113
DERLEM E/REVIEW
Mustafa Kemal Üniv Tıp Derg 2015: 6(23): 27-33
İSKEMİ-REPERFÜZYON HASARI VE OKSİDATİF STRES İLİŞKİSİNE BİYOKİMYASAL BAKIŞ
Biochemical Aspect of Oxidative Stress Related to Ischemia-Reperfusion Damage
Oguzhan Ozcan1, Huseyin Erdal2, Zafer Yonden1
1Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya AD, Hatay, Türkiye 2Mustafa Kemal Üniversitesi, Moleküler Biyokimya ve Genetik AD, Hatay, Türkiye
ÖZET
İskemi-reperfüzyon hasarı; miyokard infarktüsü, serebrovasküler infarkt, organ transplantasyonları, kardiyopulmoner resusitasyon, trombolitik tedavi ve hemorajik şok gibi birçok klinik durumda halen hastalar için yüksek morbidite ve mortalite nedenidir. Dokuya giden kan akımının azalması ve oksijen yetersizliği ile başlayan iskemik doku hasarı, reperfüzyon sağlandığında hasarlanmış dokuların yeniden oksijenasyonu ile artarak devam eder. Hücrelerdeki mitokondriyel ATP üretiminin azalması hücre içi metabolizmanın anaerobik yöne kaymasına ve hücre içi asidoza sebep olur. ATP bağımlı Na-K iyon pompalarının yavaşlaması, hücre içi hidrojen artışına yol açar. Artmış hidrojen yükünü dengelemek için ATP bağımlı olmayan Na-Ca pompası intraselüler kalsiyum miktarını artırır. Artmış kalsiyum yükü ise birçok sitozolik proteazı aktive eder. Hücre içi proteaz aktivasyonu ve reperfüzyonla dokuların yeniden oksijenasyonu ise sonuçta hidroksil radikali (OH ), süperoksit radikali (O2-) ve hidrojen peroksit H2 O2 gibi reaktif oksijen türleri (ROS) ile peroksinitrit (ONOO-) gibi reaktif nitrojen türlerinin (RNS) üretimine yol açan kritik biyokimyasal yolakları hızlandırır. Ayrıca artmış serbest radikallerin neden olduğu inflamasyon, bölgeye inflamatuvar hücrelerin toplanmasını tetikler. Endotelyal hücrelerle başta polimorf çekirdekli lökositler olmak üzere inflamatuvar hücreler arasındaki etkileşimler, birçok sitokinin salınmasına ve iskeminin yol açtığı hasarın reperfüzyonla genişlemesine yol açar. Ksantin oksidaz, nitrik oksit sentaz, mitokondrilerde bulunan elektron transport zinciri ve fagositlerdeki solunumsal patlamadan sorumlu NADPH oksidaz, ROS ve RNS üretiminden sorumlu başlıca mekanizmalardır. Sonuçta oluşan serbest radikaller hücre membranlarındaki lipit yapılar, hücre içi yapısal ve fonksiyonel proteinler ve genetik materyal gibi önemli makromoleküllere zarar vererek hücre hasarı veya ölümüne yol açarlar. İskemi-reperfüzyonda hasar oluşumu oldukça kompleks bir süreç olup, bu derlemede başlıca oksidatif stres ile ilişkisi ele alınmıştır.
Anahtar kelimeler: İskemi-reperfüzyon hasarı, oksidatif stres, reaktif oksijen türleri
ABSTRACT
Ischemia-reperfusion damage causes high morbidity and mortality for patients who have clinical conditions such as myocardial infarction, organ transplantations, cerebrovascular infarction, cardiopulmonary resuscitation, thrombolytic therapy and hemorrhagic shock. Ischemic tissue damage starting with decreasing blood supply and oxygen deficiency in affected tissues increases through reoxygenation when reperfusion provided. Decreasing mitochondrial ATP production causes shift from aerobic to anaerobic intracellular metabolism and leads to acidosis. Decelerating of ATP dependent Na-K pumps leads to increased intracellular hydrogen load. This increase in hydrogen ions is balanced with increased intracellular calcium levels via Na-Ca pumps. Increased calcium ions also activate many cytosolic proteases. Tissue reoxygenation with reperfusion accelerates several critical biochemical pathways for the production of reactive oxygen species (ROS) such as hydroxyl radicals (OH ), superoxide radicals (O2 -) and hydrogen peroxides H2O2 and reactive nitrogen species (RNS) such as peroxynitrides (ONOO-). However, increased reactive radicals can lead to collection of inflammatory cells to the inflammatory region. Cytokines released through the interaction between inflammatory (especially polymorphonuclear leukocytes) and endothelial cells cause expanding of damage due to reperfusion. Xanthine oxidase, nitric oxide synthase, NADPH oxidase, which is responsible for respiratory burst in phagocytes, and electron transport chain in mitochondria are the main mechanisms responsible for the production of ROS and RNS. These free radicals attack important macromolecules such as lipid structures of cell membranes, intracellular proteins and genetic material and can cause cell damage and death. Since ischemia- reperfusion injury is a quite complex process, the relationship between ischemia-reperfusion and oxidative stress mainly discussed in this review.
Key words: Ischemia-reperfusion damage, Oxidative stress, Reactive oxygene species
Gönderme tarihi / Received: 17.08.2015 Kabul tarihi / Accepted: 22.09.2015İletişim: Oğuzhan Özcan, Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, posta kodu;31100, Serinyol-Hatay E-posta: [email protected] Telefon No: +90 326 221 33 17 Faks: +90 326 221 33 20
Ozcan ve ark. 28
GİRİŞOrgan veya dokulara giden kanın herhangi bir
nedene bağlı olarak belirgin şekilde azalması
veya tamamen kesilmesi sonucunda
perfüzyonunun bozulmasına iskemi denir.
İskemiye uğrayan dokunun belirli bir süre
oksijenden yoksun kalması, doku hasarı veya
nekrozu ile sonuçlanır. Kan akımının iskemi
sonrasında yeniden sağlanması ise reperfüzyon
olarak adlandırılır ve iskeminin neden olduğu
hasarın genişlemesine yol açar. Bu durum genel
olarak iskemi-reperfüzyon (İ-R) hasarı olarak
adlandırılır ve yol açtığı lokal ve sistemik
etkilerin organ transplantasyonu, miyokard
infarktüsü, serebrovasküler hastalıklar, major
cerrahi girişimler, trom bolitik tedavi, hemorajik
şok ve resüsitasyon gibi birçok klinik durumda
ortaya çıkan yüksek morbidite ve mortaliteye
katkıda bulunduğu düşünülmektedir (1-3).
"Oksijen paradoksu" (4) olarak da bilinen İ-R
hasarının biyokimyasal mekanizmalarının
anlaşılması klinikte doku hasarını azaltacak yeni
tedavi seçeneklerinin ve prosedürlerinin
geliştirilebilmesi açısından oldukça önemli bir
role sahiptir.
İskemi-reperfüzyonda ortaya çıkan hasardan
başlıca sorumlu olan reaktif oksijen türlerinin
(ROS) oluşumu genel olarak I) Ksantin oksidaz
aracılı, II) Mitokondriyal elektron transport
zinciri (ETZ), III) Nitrik oksit sentaz ve IV)
Fagositik hücre aracılı olmak üzere birbiri ile
ilişkili 4 ana biyokimyasal mekanizma ile
açıklanm aktadır (5,6). Ortaya çıkan doku
hasarının şiddeti, iskeminin süresi dışında doku
ve organların yapısal ve biyokimyasal
metabolizma açısından spesifik farklılıkları ile de
yakından ilişkilidir. Ancak bu derlemede genel
olarak tüm organlarda görülen ortak
biyokimyasal süreçler ele alınacaktır.
İskemi-Reperfüzyonda ROS Oluşumu
Ksantin oksidaz aracılı ROS oluşumu
İlk defa Granger ve arkadaşları tarafından
ortaya atılmıştır (7). İskemi süresince
mitokondriyal ATP üretimi durur ve hücre
içerisinde bulunan mevcut ATP katabolize
olarak sırasıyla ADP, AMP, adenozin, inozin ve
son basamakta da hipoksantin açığa çıkarır
(Şekil 1). Hem mitokondriyal üretimin durması
hem de hücre içerisindeki ATP yıkımına bağlı
oluşan enerji kaybı, membrandaki enerji
bağımlı iyon pompalarında fonksiyon
bozukluğuna ve hücre içi metabolizmanın
anaerobik faza yönelmesine yol açar. Laktat ve
hidrojen birikimi ile hücre içi pH düşer ve asidoz
oluşur. Hücre içi artan hidrojen yükünü
dengelem ek için Na+-H+ pompası ile artan
hidrojen hücre dışına atılır ve Na+-Ca+2 pompası
ile de kalsiyum hücre içine yer değiştirir (8).
Hasarlanan endoplazmik retikulum da hücre
içine kalsiyum salınımına yol açarak kalsiyum
artışına katkıda bulunur (9). İntraselüler
kalsiyum artışı, kalsiyum bağımlı sitozolik
proteazları aktive eder (10). Aktivasyonu artan
proteazlar, hücre içi hipoksantin dehidrogenaz
enzimini ksantin oksidaza dönüştürür (11).
Ksantin oksidaz ise reperfüzyonla gelen oksijeni
oksidan olarak kullanır ve hipoksantini önce
ksantine ve sonra da ürik asite dönüştürür. Son
iki basamakta ürün olarak reaktif oksijen
türlerinden süperoksit anyonu (O2 - ) oluşur.
Normal fizyolojik koşullarda oluşan O 2 - ,
süperoksit dismutaz (SOD) ile önce hidrojen
peroksite sonra da katalaz etkisi ile suya
dönüşür. Ancak İ-R'da ksantin oksidaz etkisine
bağlı olarak artan süperoksit radikali (O2^) ve
hidrojen peroksit (H2O2), antioksidan kapasiteyi aşar ve ortamdan etkin bir şekilde
temizlenemez. Hidrojen peroksit daha sonra
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Ozcan ve ark. 29
Fe+2 gibi geçiş metalleri veya süperoksit
radikalleri ile (Fenton ve Haber-W eiss
reaksiyonları) reaksiyona girer ve en güçlü
radikal olarak bilinen hidroksil radikalini (OH^)
oluşturur (12). Reaktif oksijen türleri
miktarındaki bu artış sonuçta hücre
membranlarındaki lipit yapılarda hasar, hücre
içi proteinlerin yapı ve fonksiyonlarında
bozulma ve DNA'da yapısal hasar meydana
getirerek hücre zedelenmesine yol açar (13,14).
Şekil 1. İskemi-reperfüzyon hasarında ksantin oksidaz aracılı reaktif oksijen türlerinin (ROS) oluşumu.
Mitokondriyal hasar ve ROS oluşumuNormal fizyolojik koşullarda mitokondriyum
hücre içi oluşan O 2^'nin başlıca kaynağıdır.
Hücrelere giren oksijenin %90'ı elektron
transport zincirinde suya indirgenirken %1-2'lik
bir kısım ETZ den (başlıca kompleks I ve III)
elektron kaçağına bağlı olarak süperoksite
dönüşür. Normalde oluşan bu süperoksitler,
SOD enzimi tarafından hızlıca dismutasyona
uğratılır. İskemi durumunda ETZ'inde moleküler
oksijen yokluğuna bağlı olarak elektron akışı
durduğundan bu kompleksler (özellikle
kompleks I) indirgenmiş düzeyde kalır. ETZ'den
sızan elektronlar rezidüel oksijenle reaksiyona
girerek O2^ üretimine yol açarlar.
Reperfüzyonda ise moleküler oksijenin gelişi ile
ETZ'den elektron sızıntısı artar ve patolojik
süreç O2^ üretiminin artışı ile devam eder (15).
Ayrıca serbest radikallerin mitokondriyal
membran yapılarında oluşturduğu hasar
sonucunda mitokondrilerden ortama daha fazla
serbest radikal salınır.
Mitokondriyum dış zarında bulunan
monoaminoksidaz (MAO) enzimi ise
mitokondriyal ROS üretiminden sorumlu diğer
önemli mekanizmadır. Normal şartlarda MAO,
nörotransmitter deaminasyonundan
sorumludur ancak reaksiyon sırasında yan ürün
olarak pro-oksidan bir molekül olan H2O2
üretilir (16). Özellikle kardiyak İ-R hasarında
oksidatif stres oluşumunda önemli bir rol
oynadığı gösterilmiştir (17). Reperfüzyonda
mitokondriyal ROS üretiminin yukarıdaki
mekanizmalara bağlı olarak artışına,
mitokondriyal antioksidan kapasitenin azalması
da eklenince oksidatif denge net ROS
üretiminin artışı yönüne kayar ve sonuçta hücre
içi oksidatif denge bozularak doku hasarı ortaya
çıkar.
Fagositler (makrofaj, nötrofil v.b.) ve endotel
hücre aracılı ROS oluşumuİskemi-reperfüzyon hasarında ROS oluşumdan
sorumlu bir diğer neden ise endotel hücreler ve
reperfüzyonla bölgeye gelen başta nötrofiller
olmak üzere inflamatuvar hücreler arasındaki
etkileşimlerdir. İskemi-reperfüzyon sırasında
dokuda meydana gelen inflamasyon ve endotel
hücreleri ile vasküler yatakta bulunan diğer
hücrelerce (makrofajlar ve mast hücreleri)
salınan pro-inflamatuvar mediyatörler, polimorf
çekirdekli lökositlerin (PMNL) bölgeye
migrasyonuna ve adhezyonuna yol açar (18).
Birçok çalışmada karaciğer (19), kalp (20),
böbrek (21), akciğer (22) ve beyin (23) gibi
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Ozcan ve ark. 30
organların İ-R'a bağlı zedelenmesinde
nötrofillerin doku düzeyinde ve sistemik olarak
arttığı gösterilmiştir. Normal fizyolojik şartlarda
fagositik lökositler (makrofaj, nötrofil v.b)
ROS'un tetiklediği inflamatuvar mediyatörlere
yanıt olarak aktive olurlar ve solunumsal
patlama adı verilen mekanizmayla oksidan
mediyatörler üretirler. Fagositik hücrelerde
solunumsal patlamada ROS— üretiminden
sorumlu başlıca enzim NADPH oksidaz (NOX)
olup aktivasyon sırasında oksidan üretimi
yaklaşık 50-100 kata kadar artabilir (18). NOX
aracılığıyla üretilen süperoksitler, SOD aracılığı
ile önce hidrojen peroksite ve sonrasında
miyeloperoksidaz etkisi ile de hipokloröz asite
(24) veya Fenton reaksiyonu ile hidroksil
radikaline (OH^) dönüşür ve ortama salınır (Şekil
2). Polimorf çekirdekli lökositler kaynaklı bu
artmış ROS üretimi, reperfüzyon hasarında
başlıca rolü oynar. PMNL'den bunun dışında IL-
1, IL-6, IL-12, IFNy ve TN Fa gibi sitokin ve
kemokinler ile elastaz ve kollejenaz gibi
proteazlar salınarak bölgeye daha fazla
inflamatuvar hücre toplanmasına ve daha fazla
ROS üretimine yol açar (25).
İskemi-reperfüzyonda endotel hücrelerinin
selektin ve integrin gibi adhezyon molekülleri
aracılığıyla lökosit toplanmasını ve dolayısıyla
daha fazla ROS üretimini tetiklemesi dışında,
yüzeyinde bulunan ksantin oksidaz enzimi ile de
oksidatif strese katkıda bulunduğu
bilinmektedir. Ancak bu enzim hepatosit,
enterosit ve kapiller endotelyal hücrelerde
diğer dokulara göre daha belirgin olarak
bulunmaktadır (26).
Şekil 2. İskemi-reperfüzyonda bölgeye göç eden fagositik hücrelerde görülen "solunumsal patlama".
İskemi-reperfüzyonda nitrik oksitin rolü
Nitrik oksit (NO^), reaktif bir radikal olup başlıca
nitrik oksit sentaz (NOS) ailesinin endotelyal
(eNOS), indüklenebilir (iNOS) ve nöronal (nNOS)
izoformları tarafından sentezlenir (27). Oldukça
kompleks etki mekanizmasına sahip olan nitrik
oksitin bu etkileri üretim hızı ve miktarına göre
değişkenlik gösterir ve bu durum İ-R hasarında
kritik rol oynar. Dokularda normalde oksijen
varlığında argininin sitrülline oksidasyonuyla
sentezlenir, kofaktör olarak tetrahidrobiopterin
kullanılır (28). Normal fizyolojik koşullarda
eNOS tarafından endotelyal hücrelerde oldukça
az miktarda üretilir ve vazodilatasyon, düz
kaslarda relaksasyon, lökosit adhezyonunu
engelleyici, trombosit fonksiyonları, ve hücre içi
sinyal iletiminde düzenleyici rol oynar (29).
İskemi-reperfüzyonda ise süperoksit
radikallerinin oluşumu artar. Artan süperoksit,
ortamda endojen olarak bulunan NO^ ile
reaksiyona girerek oldukça reaktif ve potansiyel
olarak toksik peroksinitrit (ONOO-) ve nitrojen
trioksit (N2O3) oluşumunu sebep olur (Şekil 3)
(27). Ayrıca endojen üretilen NO^ miktarının
azalmasına yol açtığından, NO^ in koruyucu
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Ozcan ve ark. 31
etkilerini engeller ve oksidatif strese katkıda
bulunur. Ortamda bulunan NO» ile arginin
ve/veya tetrahidrobiopterin kofaktörünün
azalması da "eNOS-uncoupling" olarak
adlandırılır ve NOS'un süperoksit üretimine
yönelmesini tetikleyerek ROS oluşumunu artırır
(30).
Şekil 3. Nitrik oksit sentaz yolağı; Normal fizyolojik koşullarda ve yeterli substrat varlığında nitrik oksit (NO») sentezlenir. İskemi-reperfüzyonda ise artmış süperoksit üretimi nitrik oksitle birlikte peroksinitrit üretimine yol açar.eNOS, endotelyal nitrik oksit. H4B, tetrahidrobioptrein. Kesik çizgiler, "eNOS uncoupling" ile artan süperoksit üretimi.
İskemi-reperfüzyonda sistemik etki ve uzak organ hasarı
İskemi-reperfüzyona bağlı oluşan doku hasarı,
oluştuğu bölgeye sınırlı kalmayıp diğer organ
sistemleri üzerinde de değişen derecelerde
hasar oluşturabilir. Mekanizması henüz tam
aydınlatılamamış olsa da, akciğer dokusu,
böbrekler, karaciğer, iskelet kasları, kalp ve
gastrointestinal sistem (31-34) gibi organlarda
meydana gelen İ-R'da uzak organ hasarı
oluştuğu gösterilmiştir. Uzak organ hasarına yol
açan faktörler direk olarak primer hasarlanan
dokudan kaynaklanabileceği gibi dolaşımdaki
aktive lökositler ve inflamatuvar
mediyatörlerden de kaynaklanabilir. Özellikle
GİS'te ve karaciğerde meydana gelen İ-R
hasarının başlıca akciğerlerde uzak organ
hasarına yol açtığı gösterilmiştir ve bu hasardan
endotelyal ksantin oksidaza bağlı artmış ROS
üretimi sorumlu tutulmuştur (35).
Öne sürülen bir diğer mekanizma ise dokuda
lokal olarak oluşan oksidanların indüklediği
sitokinler veya kemotaksis faktörlerinin sistemik
dolaşıma geçerek uzak organlarda PMNL
migrasyonu oluşturmasıdır. Uzak dokulara
PMNL toplanması, lokal doku hasarlanmasına
benzer şekilde solunumsal patlama ile ROS
üretimine ve sonuçta oksidatif hasara yol açar
(36).
Sonuç olarak, İ-R hasarı birçok faktörün rol
aldığı kompleks bir patofizyolojiye sahiptir.
İskeminin yol açtığı doku hasarı, reperfüzyon
sırasında hücre içinde birçok biyokimyasal
yolakta üretilen reaktif oksijen türleri aracılığı
ile hücre ölümüne yol açabilir. Ayrıca pro-
inflamatuvar mediyatörlerin oluşumu ve
nötrofil, makrofaj ve lenfositlerin bölgeye
toplanması, hasarın genişlemesini sağlar ve İ-R
hasarının sistemik etkilerinden sorumludur.
Tüm bu mekanizmalar iskeminin süresi ve
şiddetine göre dokular arasında da farklılıklar
gösterir. Bu nedenle İ-R hasarında oksidatif
stresin biyokimyasal mekanizmalarının
anlaşılması doku ve organlara yönelik yeni
tedavi seçeneklerinin geliştirilebilmesi açısından
klinikte önemli bir role sahiptir.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Ozcan ve ark. 32
REFERANSLAR
1. Douzinas EE, Livaditi O, Tasoulis MK, Prigouris P, Bakos D, Goutas N, et al. Nitrosative and oxidative stresses contribute to post-ischemic liver injury following severe hemorrhagic shock:the role of hypoxemic resuscitation. PLoS ONE 2012;7:3.
2. Arkadopoulos N, Defterevos G, Nastos C, Papalois A, Kalimeris K, Papoutsidakis N, et al. Development of a porcine model of post-hepatectomy liver failure. J Surg Res 2011;170:233-42.
3. Jaeschke H. Molecular mechanisms of hepaticischemia reperfusion injury and preconditioning. Am J Physiol Gastrointest Liver Physiol 2003;284:15-26.
4. Homer-Vanniasinkam S, Crinnionand JN, Gough MJ. Post-ischaemic organ dysfunction: a review. Eur J Vasc Endovasc Surg 1997;14:195-203.
5. Gupta RK, Patel AK, Shah N, Chaudhary AK, Jha UK, Yadav UC et al. Oxidative stress and antioxidants in disease and cancer: a review. Asian Pac J Cancer Prev 2014;15:4405-9.
6. Dokuyucu R, Karateke A, Gokce H, Kurt RK, Ozcan O, Ozturk S, et al. Antioxidant effects of erdosteine and lipoic acid in ovarian ischemia-reperfusion injury. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 2014;183:23-7.
7. Granger DN, Rutili G, McCord JM. Role of superoxide radicals in intestinal ischemia. Gastroenterology 1981;81:22-29.
8. Baines CP. The mitochondrial permeability transition pore and ischemia-reperfusion injury. Basic Res Cardiol 2009;104:181-8.
9. Sanada S, Komuro I, Kitakaze M. Pathophysiology ofmyocardial reperfusion injury: preconditioning,postconditioning and translational aspects of protective measures. Am J Physiol 2011;301:1723- 41.
10. De Martino GN. Calcium-dependent proteolytic activity in rat liver: identification of two proteases with different calcium requirements. Arch Biochem Biophys 1981;211:253-7.
11. Schaffer SW, Roy RS, and McCord JM. Possible role for calmodulin in calcium paradox-induced heart failure. Eur Heart J 1983;4:81-7.
12. Valko M, Morris H, Cronin MT. Metals, toxicity and oxidative stress. Curr Med Chem 2005;12:1161-208.
13. Esterbauer H, Schaur RJ, Zollner H. Chemistry andbiochemistry of 4-hydroxynonenal, malonaldehyde and related aldehydes. Free Radic Biol Med 1991;11:81-128.
14. Catala A. An overview of lipid peroxidation with emphasis in outer segments of photoreceptors and the chemiluminescence assay. Int J Biochem Cell Biol 2006;38:1482-95.
15. Solaini G, Harris DA. Biochemical dysfunction in heart mitochondria exposed to ischaemia and reperfusion. Biochem J 2005;390:377-94.
16. Di Lisa F, Kaludercic N, Carpi A, Menabo R, Giorgio M. Mitochondrial pathways for ROS formation and myocardial injury: the relevance of p66 (Shc) and monoamine oxidase. Basic Res Cardiol 2009;104:131-9.
17. Kvietys PR, Granger DN. Role of reactive oxygen and nitrogen species in the vascular responses to inflammation. Free Radic Biol Med 2012;52:556-92.
18. Serracino-Inglott F, Habib NA, and Mathie RT. Hepatic ischemia-reperfusion injury. Am J Surg 2001;181:160-6.
19. Schmid-Schoenbein GW and Engler RL. Granulocytes as active participants in acute myocardial ischemia and infarction. Am J Cardiovasc Pathol 1987;1:15-30.
20. Hansson RO, Jonsson O, Lundstam S, Petterson S, Schersten T, Waldenström J. Effects of free radical scavengers on renal circulation after ischemia in the rabbit. Clin Sci 1983;65:605-10.de Perrot M, Liu M, Waddell TK, Keshavjee S. Ischemia-reperfusion-induced lung injury. American Journal of Respiratory and Critical Care Medicine 2003;167, 490-511.
21. Pan J, Konstas AA, Bateman B, Ortolano GA, John Pile-Spellman J. Reperfusion injury following cerebral ischemia: pathophysiology, MR imaging, and potential therapies. Neuroradiology 2007;49: 93-102.
22. Dworakowski R, Walker S, Momin A, Desai J, El- Gamel A, Wendler O, et al. Reduced nicotin amide adenine dinucleotide phosphate oxidase-derived superoxide and vascular endothelial dysfunction in human heart failure. J Am Coll Cardiol 2008;51:1349-56.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Ozcan ve ark. 33
23. Rodriguez SF, Granger DN. Role of blood cells in ischemia-reperfusion-induced endothelial barrier failure. Cardiovasc Res 2010;87:291-9.
24. Parks DA, Granger DN. Xanthineoxidase: biochemistry distribution and physiology. Acta Physiol Scand 1986;548:87-99.
25. Kalogeris T, Baines CP, Krenz M, Korthuis RJ. Cell biology of ischemia/reperfusion injury. Int Rev Cell Mol Biol 2012;298:229-317.
26. Phillips L, Toledo AH, Lopez-Neblina F, Anaya-Prado R, Toledo-Pereyra LH. Nitric oxide mechanism of protection in ischemia and reperfusion injury. J Invest Surg 2009;22:46-55.
27. Szocs K. Endothelial dysfunction and reactive oxygen species production in ischemia/reperfusion and nitrate tolerance. Gen Physiol Biophys 2004;23:265-95.
28. Hein TW, Zhang C, Wang W, Chang CI, Thengchaisri N, Kuo L. Ischemia-reperfusion selectively impairs nitric oxide-mediated dilation in coronary arterioles: counteracting role of arginase. FASEB J 2003;17:2328-30.
29. Esme H, Fidan H, Koken T, Solak O. Effect of lung ischemia-reperfusion on oxidative stres parameters of remote tissues. Eur J Cardiothorac Surg 2006;29:294-8.
30. Vaghasiya JD, Sheth NR, Bhalodia YS, Jivani NP. Exaggerated liver injury produced by renal ischemia reperfusion in diabetes: effect of exenatide. Saudi J Gastroenterol 2010;16:174-180.
31. Hirsch J, Niemann CU, Hansen KC, Choi SJN, Su X, Frank JA, et al. Alterations in the proteome of pulmonary alveolar type II cells in the rat after hepatic ishchemia-reperfusion. Crit Care Med 2008;36:1846-54.
32. Vega VL, Mardones L, Maldonado M, Nicovani S, Manriquez V, Roa J, et al. Xanthine oxidase released from reperfused hindlimbs mediate kupffer cell activation, neutrophil sequestration, and hepatic oxidative stress in rats subjected to tourniquet shock. Shock 2000;14:565-71.
33. He GZ, Dong LG, Chen XF, Zhou KG, Shu H. Lymphduct ligation during ischemia/reperfusion prevents pulmonary dysfunction in a rat model with omega-3 polyunsaturated fatty acid and glutamine. Nutrition 2011;27:604-14.
34. Carden DL, Granger DN. Pathophysiology of ischemia-reperfusion injury. J Pathol 2000;190:255- 66.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Doi: 10.17944/mkutfd.37970
OLGU/CASE REPORT
Mustafa Kemal Üniv Tıp Derg 2015; 6(23): 34-37
SPİNAL ANESTEZİ SONRASI GELİŞEN NÖROPATİK AĞRI: OLGU SUNUMU EŞLİĞİNDE LİTERATÜRÜN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ
Emerging Neuropathic Pain After Spinal Anesthesia: The Review of the Literature in the Presence of
a Case Report
Ayhan Koseoglu1, Mustafa Ozgur11Antakya Devlet Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, Hatay
Özet
Spinal anestezi subaraknoid aralığa düşük doz lokal anestezik enjeksiyonu ile hızlı ve derin duyu ve motor blok oluşturması nedeniyle klinik olarak sık kullanılan bir tekniktir. Spinal anestezi uygulamalarında yönteme ve anestezik maddelere bağlı olarak bir takım komplikasyonlar görülebilmektedir. İntratekal anestezi uygulamalarının neden olduğu nörolojik komplikasyonlar arasında en sık görüleni ise radikülopatilerdir. Bu olgu sunumunda spinal anestezi sonrası meydana gelen ve uzun süredir geçmeyen ve nöropatik komponentler içeren bel ağrısı şikayeti ile başvuran hastaya uyguladığımız tedavi yaklaşımını sunmayı amaçladık.
Anahtar Kelimeler: Nöropatik ağrı, Spinal anestezi, Nörolojik komplikasyon
Abstract
Spinal anesthesia provides sensorial and motor blockage with administration of small amounts of local anesthetics to the subarachnoid space; this technique is commonly used. Some complications may occur, depending on the method of spinal anesthesia and anesthetic agents. One of the most common neurological complications is radiculopathy caused by intrathecal anesthesia. In this case report, we aimed to present the therapeutic approach of a patient with low back pain, including neuropathic components, after spinal anesthesia.
Key Words: Neuropathic pain, Spinal anesthesia, Neurologic complication
Gönderme tarihi / Received: 01.01.2015 Kabul tarihi / Accepted: 21.03.2015İletişim: Uzm. Dr. Mustafa ÖZGÜR, Antakya Devlet Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği, HatayE posta: [email protected]
GİRİŞ
Spinal anestezi, lokal anestezik ajanların
subaraknoid alana enjeksiyonu ile spinal sinir ve
dorsal kök gangliyonlarının blokajı sonucu
oluşan anestezi türüdür. Etkisinin hızlı başlayıp
kolay uygulanabilir olması pek çok girişimde
spinal anesteziyi tercih edilebilir yaygın bir
yöntem haline getirmiştir. Bu girişimlerden
başlıcaları ürogenital bölge, alt abdominal
bölge, inguinal bölge ve alt ekstremite
cerrahisidir (1,2).
Spinal anestezi uygulamalarında yönteme ve
anestezik maddelere bağlı olarak bir takım
komplikasyonlar görülebilmektedir. Bunların
başında hipotansiyon, bulantı, kusma, bel ağrısı,
baş ağrısı, nörolojik sekeller, menengit,
meningismus ve idrar retansiyonu gelmektedir.
Spinal anestezi uygulanırken iğnenin
ilerletilmesi sırasında sinir hasarı meydana
gelebilmektedir. İntratekal anestezi
uygulamalarının neden olduğu nörolojik
komplikasyonlar arasında en sık görüleni
radikülopatilerdir (3). Radikülopatiler kendisini
parestezi ile gösteren motor güç kaybının da
eşlik edebildiği komplikasyonlardır. Hastaların
çoğunda tam bir iyileşme görülürken, uzun süre
devam eden veya kalıcı olan vakalar da
bildirilmiştir (4). Biz de bu olgumuzda spinal
anestezi sonrası meydana gelen ve uzun süredir
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Koseoglu ve ark. 35
geçmeyen ve nöropatik komponentler içeren
bel ağrısı şikayeti ile başvuran hastaya
uyguladığımız tedavi yaklaşımını sunmayı
amaçladık.
OLGU SUNUMUOtuz iki yaşında erkek hasta öyküsünden sağ
inguinal herni nedeniyle opere olduğu ve spinal
anestezi uygulanırken elektrik çarpar gibi
şiddetli ağrısı olduğu öğrenildi. İşlem sonrasında
ikinci gün belde özellikle iğne giriş yerinden
başlayarak bilateral kuşak tarzında yanlara,
kalçaya ve bacaklara doğru yayılan yanma ve
bıçak saplanır gibi ağrıları olduğunu öğrenilen
hasta, ağrılarının zaman zaman dayanılmaz
şiddette olduğunu ifade etti. Rahatladığı bir
pozisyonunun olmadığını, sık sık bacaklarında
uyuşmalarının olduğunu ifade eden hasta bu
şikayetleriyle genel cerrahi ve nöroloji
polikliniklerinde non-steroid antienflamatuar
(NSAI) ilaçlar, miyorölaksanlar ve topikal
antienflamatuar pomatlar ile tedavi edildiği
öğrenildi. Üç ay boyunca bu şekilde takip edilen
hastanın şikayetleri geçmemesi ve geceleri
şiddetli ağrı nöbetleri geçirmesi üzerine zona,
lomber disk hernisi, mekanik bel ağrısı ve
psikolojik temelli ağrı ön tanılarıyla fizik tedavi
ve psikiyatri konsültasyonları sonucu farklı
tedaviler uygulandığı öğrenildi. Kısa bir süre için
hafif rahatlama olan hasta, tekrar ağrılarının
artması üzerine işlemden sonraki dördüncü
ayda hastanemizdeki anestezi polikliniğine
başvurdu. Mevcut şikayetleri ile değerlendirilen
hastanın yapılan fizik muayenesinde vizuel
analog skalası (VAS) 10, belden bacaklara vuran
ağrı ile beraber sağa- sola, öne-arkaya yapılan
bel hareketlerinde ileri derecede ağrı, FABERE
(fleksiyon abduksiyon eksternal rotasyon ve
ekstansiyon) testi: -/-, SLR (Straight leg raise)
testi: -/-, FASET hassasiyeti: +/+, lomber
bölgede L1-L5 seviyeleri arasında spinal
çıkıntıları künt ve derin palpasyonla hassasiyet
mevcuttu. Kuvvet kaybı (-), hiskusuru(-), allodini
(-), hipoaljezi-hiperaljezi (-), derin tendon
refleksleri normal, laboratuar tetkiklerinde Hb:
11.3 g/dl, Htc: %33.9, Plt: 254.000 ve kan
biyokimyası normal sınırlardaydı. Vital bulguları
stabil olan hastanın yapılan manyetik rezonans
görüntülemesinde L4-5 ve L5-S1 seviyelerinde
disklerde diffüz bulging görülüp diğer
görüntüler normal olarak değerlendirildi.
Elektromiyografide ise; sağ ve sol L4-L5
segmentlerinde, yaygın kronik nörojenik motor
ünite potansiyeli değişiklikleri ile sağ L4 ve L5
segmentlerde kronik radikülopati ile uyumlu
olduğu görüldü. Mevcut bulgularla hastaya
kronik radikülopati tanısı kondu. Hastamıza
peroral olarak pregabalin 75mg 2x1, tramadol
2x100mg, amitriptilin 1x10 mg önerildi. İki hafta
sonraki kontrollerinde hastanın ağrı ve
yanmalarının azaldığı VAS skorunun iki olduğu
ve uykularının düzene girdiği görüldü.
TARTIŞM A
Spinal anestezi genel cerrahide uygulama
kolaylığı nedeniyle sık tercih edilen bir yöntem
olup, nörolojik komplikasyon görülme sıklığı
düşüktür (5). Spinal anestezi uygulamalarından
sonra nörolojik komplikasyon gelişen vakaların
çoğunda iğne ilerletilmesi veya ilaç enjekte
edilmesi sırasında ağrı veya parestezi meydana
gelmektedir. Fakat buna uymayan vakalar da
bildirilmiştir. İğne ilerletilmesi sırasında
parestezi gelişmesi kalıcı parestezi riskini
anlamlı olarak arttırmaktadır. Selander ve ark.
(6), iğne ilerletilmesi sırasında ağrılı parestezi
görülen olgularda nörolojik komplikasyon
insidansını % 2.8 olarak bildirmişlerdir. Spinal
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Koseoglu ve ark. 36
anestezi uygulaması sırasında parestezi
oluşması, iğne ucunun durayı delip intratekal
sinir köklerine temas ettiğine veya ligamentum
flavumun yaklaşık 1.5-2 cm. anteriorunda
bulunan sinir köküne temas ettiğine işaret eder.
Bu durum, hastada genellikle enjeksiyon
bölgesinde ağrılı bir his bırakarak santrifugal
olarak yayılan, ani elektrik çarpmasına benzer
bir duygu ile kendini gösterir (7). Bizim
olgumuzda da hasta, iğnenin ilerletilmesi
esnasında elektrik çarpması gibi ani gelen
şiddetli ağrılarının olduğunu ifade etmektedir.
Nöropatik ağrı sinir sistemini etkileyen bir
hastalık veya bir lezyon sonucu oluşan kronik
bir ağrıdır. Toplumun yaklaşık %2-3'ünde
görülmektedir. Spinal kord hasarı sonrası
görülen ağrı, nosiseptif visseral veya nöropatik
komponentleri kapsayabilmektedir. Ağrı bu
hastalarda ciddi bir sağlık sorunudur. Spinal
kord hasarı sonrası nöropatik ağrı görülme
insidansı %40 olarak saptanmıştır (8,9).
Nöropatik ağrı parasetamol, antienflamatuar
ilaçlar ve opioidler ile tedaviye iyi yanıt vermez.
Daha çok antiepileptiklerle tedavi edilir.
Nöropatik ağrı patogenezinde yer alan
hipereksitabilite ve ilişkili moleküler
değişikliklerin, epilepsi patogenezinde de
önemli yer tutmaları nedeniyle antiepileptik
ilaçlar, 1960'lardan beri nöropatik ağrı
tedavisinde kullanılmaktadırlar. Çoğu
antiepileptik ilaç voltaja bağımlı sodyum
kanallarını bloke etmek yoluyla membran
depolarizasyonunu stabilize eder ve anormal
nöronal hipereksitabiliteyi baskılar (10). Serpell
ve ark. nöropatik ağrısı olan 305 hastalı bir
çalışmada gabapentinin maksimum 2400
mg/gün'e kadar çıkan dozları plesebo ile
karşılaştırmışlar ve gabapentinin ağrı skorlarını
pleseboya göre anlamlı oranda azalttığını ve
diğer yaşam kalitesi ölçeklerinde de düzelme
oluşturduğunu bulmuşlardır (11). Levendoğlu
ve ark.'da küçük hasta gruplarında yaptıkları
çalışmada gabapentinin spinal kord
yaralanmasına bağlı nöropatik ağrıda etkili
olabildiğini göstermişlerdir (12). Bizim hastamız
da işlemden sonra giderek şiddetlenen daha
sonra yanma ve batmaların eşlik ettiği
pozisyonla değişmeyen, geceleri uyku
düzensizliğine neden olan ağrılarının olduğunu
ifade etmiştir. Burada ağrının işlemden bir gün
sonra başlaması radikülopati zemininde oluşan
ve akut olarak nöropatik ağrının eşlik ettiği bir
durumdur. Burada hastamıza önerilen NSAI
ilaçlar, parasetamol ve miyorölaksanlar yeterli
gelmemiş, daha sonra aldığı amitriptilin ve fizik
tedavi uygulaması ile kısmen rahatlamıştır.
Bu tip nöropatik ağrıda multidisipliner yaklaşım
çok önemlidir. Farmakolojik tedaviler fizik
tedavi modaliteleri kognitif davranışsal ve
psikolojik tedavilerin ve sosyal desteğin
sağlanması da yaklaşımın parçası olmalıdır (13).
Spinal kord hasarı sonrası oluşan nöropatik ağrı
için tedavide antidepresanlar, antikonvülzanlar,
non-opioid ve opioid analjezikler, alfa
adrenerjik agonistler ve ketamin gibi çok sayıda
farm akolojik ajan seçenek olarak önerilmiştir.
Fakat etkilerinin yetersiz ve yan etkilerinin fazla
olması dolayısıyla sınırlı kullanıma sahip
olmuşlardır (14). Fakat 2008 'in ikinci yarısından
itibaren nöropatik ağrının farm akolojik tedavi
rehberinde spinal kord hasarı sonrası görülen
nöropatik ağrının tedavisinde ilk sırada
pregabalin, gabapentin ve trisiklik
antideprasanlar önerilmektedir. İkinci sırada
serotonin ve noradrenali geri alım inhibitörleri
ve üçüncü sırada tramadol, opioidler ve
lamotrijin önerilmektedir (15). Bizde bu vakada
henüz nosiseptif komponentleri tam
gelişmemiş nöropatik düzeyde ağrı bulgularına
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Koseoglu ve ark. 37
rastlanan hastaya pregabalin, tramadol ve
amitriptilin kombinasyonu ile yapılan tedaviyi
uyguladık. Kısa sürede tedaviye cevap veren ve
ağrıları kesilen hastanın aynı zaman da mevcut
olan uyku düzensizliği ve rahatsızlıkla başlayan
depresyonunda iki hafta gibi kısa sürede önemli
iyileşmeler kaydedildi.
Sonuç olarak spinal anestezi sonucu gelişen
nöropatik ağrıların çoğu geçicidir. Fakat hiç
küçümsenmeyecek kadar oranda ciddi ve kalıcı
nöropatik ağrı ve devamında psikolojik sonuçlar
doğurabilmektedir. Bu tür ağrılı hastalarda
pregabalin veya gabapentinin, tramadol ve
amitriptilin ile beraber kombine olarak
kullanılması tedavide faydalı olduğu
kanaatindeyiz.
REFERANSLAR
1. Morgan GE, Mikhail MS, Murray MJ, Larson CP. Klinik Anesteziyoloji (LANGE), 3. Baskı, Ankara: Güneş Kitabevi, 2004:260-269.2. Erdine S, Ozyalcın SN, Raj PP, Heavner J, Aldemir T, Yucel A. Rejyonal Anestezi. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri, 2005:159-184.3. Horlocker TT. Complications of regional anesthesia and acute pain management. Anesthesiol Clin 2011;29(2):257-78.4. Auroy Y, Narchi P, Messiah A, Litt L, Rouvier B, Samii K. Serious complications related to regional anesthesia: results of a prospective survey in France. Anesthesiology 1997; 87(3):479-86.
5. Viitanen H, Porthan L, Viitanen M, Heula AL, Heikkila M. Postpartum neurologic symptoms following singleshot spinal block for labour analgesia. Acta Anaesthiol Scand 2005;49(7):1015-22.6. Selander D, Dhuner KG, Lundborg G. Peripheral nerve injury due to injection needles used for regional anesthesia. An experimental study of the acute effects of needle point trauma. Acta Anaesthesiol Scand 1977; 21(3):182-8.7. Aldrete JA. Neurologic deficits and arachnoiditis following neuroaxial anesthesia. Acta Anaesthesiol Scand 2003;47(1):3-12.8. Gray P. Pregabalin in the management of centralneuropathic pain. Expert Opin Pharmacother.2007;8(17):3035-41.9. Ramos GC, Gamos EC. Neuropathic pain after epidural needle trauma. Rev Bras Anestesiol 2008;58(4):380-6.10. Troels SJ. Anticonvulsants in neuropathic pain: rationale and clinical evidence. Eur J Pain 2002;6:61-8.11. Serpell MG; Neuropathic pain study group.Gabapentin in neuropathic pain syndromes: arandomised, double-blind, placebo-controlled trial. Pain 2002;99(3):557-66.12. Levendoglu F, Ogun CO, Ozerbil O, Ogün TC, UgurluH. Gabapentin is a first line drug for the treatment of neurophatic pain in spinal cord injury. Spine2004;29(7):743-51.13. Baastrup C, Finnerup NB. Pharmacological management of neuropathic pain following spinal cord injury. CNS Drugs 2008;22(6):455-75.14. Tzellos TG, Papazisis G, Amaniti E, Kouvelas D. Efficacy of pregabalin and gabapentin for neuropathic pain in spinal-cord injury: an evidence-based evaluation of the literatüre. Eur J Clin Pharmacol 2008;64(9):851-8.15. Tan E. Nöropatik ağrı tanı ve tedavi kılavuzu. 1.Baskı, İstanbul:Cortex iletişim hizmetleri, 2009:50-51.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Doi: 10.17944/mkutfd.50999
OLGU/CASE REPORT
Mustafa Kemal Üniv Tıp Derg 2015: 6(23): 38-41
SÜT ÇOCUGUNDA SIRADIŞI BİR YABANCI CİSİM ASPİRASYONUUnusual Foreign Body Aspiration in an Infant
Sertac Duzer1, Oner Sakallioglu1, Abdulvahap Akyigit1, Cahit Polat1, Pinar Gundogan Bozdag2
1Kulak Burun Boğaz Kliniği, Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Elazığ 2Radyoloji Kliniği, Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Elazığ
Özet
Yabancı cisim aspirasyonları çocukluk çağında hayatı tehdit eden acillerdendir. Üç yaş altı çocuklarda daha sık görülmektedir. Zamanında tanınmaları ve tedavi edilmeleri durumunda ciddi komplikasyonlardan kaçınılmış olur. Gecikmiş tanı inatçı öksürükten, tekrarlayan akciğer enfeksiyonu ve bronşiektaziye kadar farklı klinik bulgulara neden olabilir. Çocukluk çağının bu grup acillerinin büyük bir bölümü önlenebilir. Bu konuda aile eğitimi oldukça önemlidir. Bu yazıda yumurta kabuğu aspire eden 9 aylık bir kız çocuğu sunuldu.
Anahtar kelimeler: Yabancı cisim aspirasyonu, çocuklar, radyografi, eğitim
Abstract
Foreign body aspirations are one of the life-threatening emergencies of childhood. It is mostly seen under the age of three. Severe complications may be avoided diagnosing and treating promptly. Delayed diagnosis may lead to different clinical findings like persistent cough, recurrent pulmonary infections and bronchiectasis. Most of those emergencies of childhood are preventable. Family education is very important. In this article, a 9-month old girl baby who aspirated egg shell was presented.
Key words: Foreign body aspirations, children, radiography, education
Gönderme tarihi / Received: 24.02.2015 Kabul tarihi / Accepted: 14.07.2015İletişim: Uzm. Dr. Sertaç Düzer, Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Kliniği, Elazığ E-posta: [email protected]
GİRİŞYabancı cisim aspirasyonu çocuk ve erişkinlerde
önemli ve sık görülen acil müdahale gerektiren
bir sağlık sorunu olmaya devam etmektedir (1,
2). Çünkü yabancı cisim aspirasyonu çeşitli
akciğer komplikasyonlarıyla
sonuçlanabileceğinden erken tanı ve tedavi bu
hastalarda çok önemlidir (3, 4). Solunum yolu
yabancı cisimleri genellikle acil müdahale
gerektirir. Larinksteki yabancı cisimler bronşial
yabancı cisimlerden daha az görülür ancak daha
tehlikelidir. Tanıları klinik ve radyolojik
inceleme ile konulur (5). Büyük bir yabancı
cismin trakeaya kaçması ve solunum yolunu
tıkaması ile ani ölüm sebebi olabileceği gibi;
küçük bir yabancı cisim de laringospazm
yaparak yine ölümle sonuçlanan hipoksik kriz
nedeni olabilir (6, 7).
Literatürde solunum ve sindirim sisteminde çok
çeşitli yabancı cisimler rapor edilmiştir. Özellikle
havayolu lümenleri dar olduğundan dolayı kulak
burun boğaz hekimleri için pediatrik vakalar her
zaman müdahalede efor gerektiren durumlar
olarak karşımıza çıkmaktadır. Erken dönemde
ani solunum sıkıntısı, öksürük, ses kısıklığı,
boğazda takılma hissi gibi semptomlara neden
olurken, tanı geciktiğinde sonraki dönemde
amfizem, atelektazi, bronşektazi ve
pnömotoraks gibi komplikasyonlarla
sonuçlanabilir (6, 7).
Duzer ve ark. 39
OLGU9 aylık kız hasta ani solunum sıkıntısı ve öksürük
şikayetleri ile acil servise ambulans ile getirildi.
Hastanın hikayesinde yarım saat kadar önce
annesi tarafında kahvaltı yaptırılırken çocuk ani
bir refleksle masadaki henüz kabuklu olan
yumurtayı alarak ısırmış. Bu sırada hastada ani
solunum sıkıntısı ve morarma gelişmiş. Aile
direk acil servisle irtibata geçmiş. Bu sırada
Hastanın yapılan fleksibl endoskopik
laringoskopisinde sol priform sinüste priform
sinüste yabancı cisime (yumurta kabuğu)
rastlandı. Ancak hastada spazm oluşturmamak
ve öğürtü ve öksürük refleksleriyle yabancı
cismin yerinin değişmesine neden olmamak için
muayene uzun tutulmadı. Ve muayene bulgusu
fotoğraflanmadı. Hastaya bunun üzerine
hastadaki öksürük refleksiyle solunumda
kısmen rahatlama olmuş. Ancak aralıklı öksürük
ve huzursuzluk devam etmiş. Hasta acil servise
geldiğinde akciğer solunum seslerinde patolojik
bulgu saptanmadı. Yabancı cisim aspirasyonu
ön tanısıyla çekilen akciğer grafisinde laringeal
bölgede vertikal pozisyonda duran radyoopak
çizgi şeklinde yabancı cisim saptandı (Resim 1).
ailesinin onamı alınarak genel anestezi altında
direk laringoskopi yapıldı. Laringoskopide sol
priform sinüste saptanan yabancı cisim magill
forseps kullanılarak alındı (Resim 2). Müdahale
sonrası hastanın semptomları kalmadı.
Beslenmesi rahatladı.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi, Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Duzer ve ark. 40
Resim 2. Magill forseps ve çıkarılan yabancı cisim
TARTIŞM AYabancı cisim aspirasyonu çocukluk çağında sık
görülmektedir. Ve vakaların %75'i 3 yaş
altındadır. Bu yaş grubunda çocuk ölümlerinin
%7'sinden sorumludur (8, 9). Tanıdaki gecikme
morbidite ve mortalitedeki artışın en önemli
nedenidir. Özellikle eğitimsizlik ve ihmal bu
vakalarda artışa neden olmaktadır (7). Oyun
çağı çocuklarında görülen aspirasyon
vakalarında komplikasyon ve ölümlerin çoğu
zaman sebebi aspirasyonun fark edilmemiş
olmasıdır (10). Çocuklarda artan insidansın
sebebleri diş gelişiminin tamamlanmaması,
sınırlı oro-motor kontrol, gelişmemiş karar
verme yetisi ve çevresindeki dünyayı el ve
ağızlarıyla tanıma ve araştırma merakıdır (11).
Literatürde çok çeşitli yabancı cisimler (fındık,
madeni para, toplu iğne, kalem kapağı, çivi, pil,
kemik, silgi, çekirdek, protez dişler vs.) rapor
edilmiştir (12). Aspire edilen yabancı cismin
yapısı, şekli, yerleşim yeri ve semptomların
başlamasından beri geçen süre farklı klinik
bulgulara neden olur. İnorganik maddeler daha
çok ani solunum sıkıntısına neden olurken,
organik yapıdaki yabancı cisimler ani öksürük
atakları, akut inflamasyon ve granülasyon
dokusuna sebep olur. Organik cisim su çekerek
zamanla büyür ve lümeni tıkayabilir (11).
Bununla birlikte özefageal yabancı cisimler
çocukta respiratuar semptomlara sebep olabilir.
Bunun sebebi özofagus ve trakea arasındaki
duvarın ince olması ve özofagustaki yabancı
cismin trakeaya bası yapmasıdır.
Trakeobronşial yabancı cisim aspirasyonu
sonucu hastalarda akut solunum sıkıntısı,
öksürük, stridor, supraklavikuler ve interkostal
çekilme bulguları saptanmaktadır.
Tanıda en önemli aşama dikkatli öykü alınması,
fizik muayene ile birlikte lateral ve anterior
posterior grafilerin çekilmesidir. Lateral grafiler
solunum ve sindirim sistemindeki yabancı
cisimlerin ayırt edilmesinde faydalı olacaktır.
Bazı yazarlar anamnez ve fizik muayene
bulgularının yeterli olduğunu düşünmektedir
(13). Bununla birlikte Çelik ve arkadaşlarının
(14) yaptığı çalışmada radyografilerde %90
bulgu saptanırken, Erpek ve arkadaşları (15)
%73.6 vakada bulgu saptamıştır. Ayrıca Alpay
ve arkadaşları (16) tarafından yapılan çalışmada
direkt ve kontrast maddeli radyolojik
incelemelerin ilk tanı ve komplikasyonların
ortaya konmasında önemli olduğunu
bildirmişlerdir. Erpek ve arkadaşlarının (15)
yaptığı çalışmada %5 hastada yabancı cisim
öyküsü bulunmamaktaydı. Bu gibi durumlarda
özellikle hastada dirençli pnömoni kliniği
mevcutsa radyografi ve bronkoskopi ile ileri
değerlendirme ile gözden kaçmış bir
trakeobronşiyal yabancı cisim saptanabilecektir.
Radyoopak yabancı cisimli hastalarda direkt
grafide tanı daha açık ve kolay olacaktır. Ancak
radyolusen yabancı cisimler sorun oluşturur ve
gözden kaçabilir. Aydoğan ve arkadaşlarının
yaptığı çalışmada (17) akciğer grafisinde
radyoopak yabancı cisim oranı % 6,6 idi. Bu
çalışmada yabancı cisime bağlı göğüs
radyografisindeki diğer bulgular amfizem
%32,2, atelektazi %12,9 ve infiltrasyon %10,1
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi, Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Duzer ve ark. 41
oranlarında görülmüştür. Bu radyografik
işaretler saptandığında yabancı cisim şüphesi
varsa ileri araştırmalara devam edilmelidir.
Yapılan bir başka çalışmada da (18) %72
oranında göğüs grafisinde yabancı cisim
saptanmıştır. Bizim vakamızda olduğu gibi
özellikle pediatrik ve preoperatif muayenesi
sorun oluşturabilecek çok küçük yaştaki
hastalarda radyografik incelemenin değerli
olacağı kanaatindeyiz.
Sonuç olarak, yabancı cisim aspirasyonu
özellikle aile ve toplumun eğitilmesi ile
önlenebilir ciddi bir sorundur. Ayrıca tanı
anında değerlendirmelerin ve konsültasyonların
hızlı bir şekilde tamamlanması ölümcül
sonuçları engelleyebilir. Özellikle süt çocuğu
dönemindeki vakaların sıra dışı yabancı cisimleri
de aspire edebilecekleri göz önünde
bulundurulmalıdır.
REFERANSLAR
1. Foltran F, Ballali S, Passali FM, Kern E, Morra B, Passali GC, et al. Foreign bodies in the airways: a meta-analysis of published papers. Int J Pediatr Otorhinolaryngol. 2012;76(1):12-9.
2. Eren S, Balci AE, Dikici B, Doblan M, Eren MN. Foreign body aspiration in children: experience of 1160 cases. Ann Trop Paediatr. 2003;23(1):31-7.
3. Oncel M, Sunam GS, Ceran S. Tracheobronchial aspiration of foreign bodies and rigid bronchoscopy in children. Pediatr Int. 2012;54(4):532-5.
4. Pan H, Lu Y, Shi L, Pan X, Li L, Wu Z. Similarities and differences in aspirated tracheobronchial foreign bodies in patients under the age of 3 years. Int J Pediatr Otorhinolaryngol. 2012;76(6):911-4.
5. Rothmann BF, Boeckman CR. Foreign bodies in the larynx and tracheobronchial tree in children. A review of 225 cases. Ann Otol Rhinol Laryngol. 1980;89:434-6.
6. Smitheringale A. Management of foreign bodies of the tracheobronchial tree. In Pearson(ed) Thoracic surgery Philadelphia Churchil Livingstone. 1995:5919.
7. Elhassani NB. Tracheobronchial foreign bodies in the Middle East. A Baghdad study. J Thorac Cardiovasc Surg. 1988;96(4):621-5.
8. Steen KH, Zimmermann T. Tracheobronchial aspiration of foreign bodies in children: a study of 94 cases. Laryngoscope. 1990;100(5):525-30.
9. Mantor PC, Tuggle DW, Tunell WP. An appropriate negative bronchoscopy rate in suspected foreign body aspiration. Am J Surg. 1989;158(6):622-4.
10. Muranjan M, Bavdekar S, Batra H, Birajdar S, Borwankar SS. Unusual aero-digestive foreign bodies: tribulations and tragedies. Int J Pediatr Otorhinolaryngol. 2005;69(9):1269-74.
11. Yang JY, Deutsch ES, Reilly JS. Bronchooesophagograpy. In: James B Snow Jr, John Jacob Ballenger, eds Ballenger's OtolaryngologyHead Neck Surgery Hamilton, Ontario: BC Decker Inc, 2003:1553.
12. Ufuk C, Muhammed C. 0-7 Yaş Dönemi Çocuklarda Özefagus Yabancı cisimleri. Van Tıp Dergisi 2008; 15(2):51-7.
13. Herranz-Gonzalez J, Martinez-Vidal J, Garcia-Sarandeses A, Vazquez-Barro C. Esophageal foreign bodies in adults. Otolaryngol Head Neck Surg.1991;105(5):649-54.
14. Celik O, Yalcın S, Askın Z, Inan E, Gök U, Hancer A. ÖzofagusYabancı Cisimleri. KBB ve Baş Boyun Cerrahisi Dergisi. 1995;3:54-8.
15. Erpek G, Kızılay A, Saydam L. Özofageal veTrakeobronşial Yabancı Cisimler. KBB ve Baş Boyun Cerrahisi Dergisi. 1996;4(3):258-61.
16. Alpay HC, Kaygusuz I, Karlıdag T, Keles E, Orhan I, Yalcın S. Özefagus Yabancı Cisimleri. Fırat Tıp Dergisi 2008;13(4): 247-250
17. Aydogan LB, Tuncer U, Soylu L, Kiroglu M, Ozsahinoglu C. Rigid bronchoscopy for the suspicion of foreign body in the airway. Int J PediatrOtorhinolaryngol. 2006;70(5):823-8.
18. Loo CM, Hsu AA, Eng P, Ong YY. Case series of bronchoscopic removal of tracheobronchial foreign body in six adults. Ann Acad Med Singapore. 1998;27(6):849-53.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi, Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Doi: 10.17944/mkü tıp derg.19802
OLGU/CASE REPORT
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi 2015; 6(23): 42-47
BILATERAL OPTİK DİSK DRUZENİ VE PAPİLODEM AYIRICI TANISINDA OPTİK KOHERENS TOMOGRAFİNİN YERİ: ÜÇ OLGU NEDENİYLE
Differential Diagnosis of Bilateral Optic Disc Drusen and Papiledema by Optical Coherence
Tomography: Three Cases
Fatih Mehmet Adibelli1, Okan Toygar2, Tugba Goncu1, Ali Akal1, Mutlu Cihan Daglioglu3, IbrahimTaskin4
1 Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları AD, Şanlıurfa 2Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları AD, İstanbul
3Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları AD, Antakya 4Özel Maya Göz Merkezi, Adana
ÖZET
Optik disk druzeni, optik sinir cismi içinde hiyalin benzeri kalsifik materyalin birikmesiyle oluşur. Bilateral olgular papilödem ile karışabilir. Bu çalışmada bilateral optik disk druzenli üç hastanın klinik bulguları optik koherens tomografi sonuçları ile birlikte değerlendirilmekte ve optik koherens tomografinin optik disk drusen ve papilödem ayırıcı tanısındaki önemini vurgulanmaktadır.
Anahtar kelimeler: Optik disk druzeni, optik koherens tomografi, papilödem
ABSTRACT
Optic disc drusen is composed of hyaline-like calcific material within the substance of the optic nerve head. If it occurs in both eyes it is generally misdiagnosed as papiledema. In this report, we evaluated the clinical features and the results of optical coherence tomography of three cases with bilateral optic disc drusen. By these three cases we also discuss the efficiency of optical coherence tomography in the differential diagnosis of optic disc drusen and papiledema.
Key words: Optic disc drusen, optical coherence tomography, papilloedema
Gönderme tarihi / Received:06.04.2015 Kabul tarihi / Accepted:04.09.2015İletişim: Yrd. Doç. Dr. Fatih Mehmet Adıbelli, Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Has. AD, Yenişehir Kampüsü, Şanlıurfa, E-posta: [email protected]
GİRİŞ
Optik disk druzeni (ODD), dar skleral kanal
neticesinde aksoplazmik akımın bozulması ve
buna bağlı olarak optik diskte hiyalin yapısında
patolojik kalsifiye debrisin birikmesi ile oluşan
konjenital bir optik disk anomalisidir. ODD;
retinitis pigmentoza, anterior iskemik optik
nöropati, subretinal neovasküler membran,
glokom, koroid nevüsü, makula deliği,
dejeneratif miyopi ve retina arter dalcık
tıkanıklığı ile birlikte görülebilir (1). Toplumda
Toplumda görülme sıklığı %2 civarında olan
ODD olgularının %75'i bilateraldir. Bilateral
olgular gerçek papilödem ile karışabilir. Kliniği
ve yaklaşımı farklı olan bu iki patolojinin ayırıcı
tanısında görüntüleme yöntemleri önemli rol
oynamaktadır (2). Bu çalışmamızda Özel Adana
Maya Göz Merkezi'ne başvuran bilateral ODD'li
üç olgu sunulmakta ve papilödem ile ayırıcı
tanısında optik koherens tomografinin (OKT)
önemi tartışılmaktadır.
Adibelli ve ark. 43
OLGU 1
Uzağı görmede güçlük yakınması olan 32
yaşındaki erkek hastanın yapılan oftalmolojik
muayenesinde görme keskinliği (GK) her iki
gözde (+0.75 diyoptrilik düzeltme ile) 0,9 idi.
Her iki ön segment muayenesi normal
görünümde ve göz içi basınçları normal
sınırlardaydı. Direkt ve indirekt ışık refleksi her
iki gözde pozitifti. Fundus muayenesinde
bilateral optik diskte yüzeyden kabarık, derinde
parlak beyaz görünümlü, girintili çıkıntılı
kümelenmeler olduğu görüldü (Resim 1: a, b).
B-mod ultrasonografide (USG) her iki optik sinir
başında yüksek ekolu yansıtıcılık tespit edildi
(Resim 1: c, d). OKT optik sinir başı analizi B-
mod kesitlerinde yüzeyden kabarık, düzensiz
yuvarlak boşluklar mevcuttu. İç kontürdaki
girintili çıkıntılı görünümün druzen kümesinin
arkasında kalan dokular üzerinde gölge
oluşturduğu gözlendi. Retina sinir lifleri
tabakası (RSLT) kalınlığı ölçümleri sağ gözde
ortalama 63.37 |am, nazal kesit 39-42 |am; sol
gözde ortalama 64.15 |am, nazal kesit 38-43 |am
olarak ölçüldü (Resim 1: e, f, g, h).
; . " :. ’-, .. "~
sg^^*^^^^^^8Bi* . ^ U ü â
e
^ ^ ^ « 3 P
f
MResim 1: 1. Olgu her iki gözün fundus fotoğrafı, USG ve OKT görünüm leri (e,f,g,h)
OLGU 2Kırk dört yaşında kadın hasta yakını görmede
güçlük şikayeti ile kliniğimize başvurdu. GK sağ
gözde (+1.00-1.00 X 180° düzeltme ile) 0.9, sol
gözde (+0.75 - 0.75 X 80° düzeltme ile) tamdı.
Her iki ön segment muayenesi normal
görünümde ve göz içi basınçları normal
sınırlardaydı. Fundus muayenesinde bilateral
optik diskte kabarıklık gözlendi (Resim 2: a, b).
Yapılan B-mod USG'de optik disk merkezinde
yüksek ekolu yansıtıcılık tespit edildi (Resim 2:
c, d). OKT optik sinir başı B-mod kesitlerinde
optik sinir başının kabarık ve yüzeyinin düzensiz
olduğu görüldü. Ayrıca iç kısımda boşluklar ve
bu boşlukların neden olduğu gölgelenme
izlendi. RSLT kalınlığı ölçümü sağ gözde
ortalama 111.32 |am, nazal kesiti 92-94 |am; sol
gözde ortalama 116.29 |am, nazal kesiti 76-84
|am olarak ölçüldü (Resim 2: e, f, g, h).
Resim 1: Olgu her iki gözün fundus fotoğrafı, USG ve OKT görünüm leri (a,b,c,d).
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi, Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Adibelli ve ark. 44
‘" V İ h
a
Resim 2: 2.Olgu her iki gözün fundus fotoğrafı, USG
ve OKT görünüm leri (a,b,c,d,e,f,g,h).
OLGU 3
Baş ağrısı şikayetleri ile bir nöroloji uzmanına
başvuran 15 yaşında kadın hasta, radyolojik
tetkikleri sonucunda psödotümör serebri ayırıcı
tanısı açısından kliniğimize refere edildi. Göz
muayenesinde sağ gözde +2.00 diyoptri
hipermetropik kırma kusuru vardı, en iyi
düzeltmeyle bu gözde GK 0.6 düzeyindeydi;
olgunun görme azlığının anizometrik
ambliyopiye bağlı olduğu düşünüldü. Sol gözde
kırma kusuru görülmedi, GK tamdı. Göz içi
basınçları her iki gözde normal sınırlarda
ölçüldü. Her iki ön segment muayenesi doğaldı.
Fundus muayenesinde her iki optik diskte
kabarıklık tespit edildi (Resim 3: a, b) Yapılan B-
mod USG' de sağ optik sinir başında daha büyük
ve belirgin, sol optik sinir başında daha küçük
olmak üzere her iki optik sinirde yüksek ekolu
yansıtıcılık tespit edildi (Resim 3: b, c). OKT
optik sinir başı B-mod kesitlerinde sağ ve sol
optik disk başında hafifçe kabarık, düzensiz
yuvarlak boşluklar gözlendi. RSLT kalınlığı sağ
gözdeki ortalama değeri 99.16 pm, nazal tarafta
44-46 pm, sol gözdeki ortalama değeri 101.52
pm, nazal tarafta 51-63 pm olarak ölçüldü
(Resim 3: d, e, f, g). Sağ gözdeki görme azlığı
anizom etropik ambliyopi olarak değerlendirildi.
Resim 3: 3. Olgu her iki gözün fundus fotoğrafı, USG
ve OKT görünüm leri (a ,b ,c ,d ,e ,f,g ,h ).
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi, Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Adibelli ve ark. 45
TARTIŞM A
ODD, gerçek papilödem ile karışabilecek şekilde
optik sinir başı sınırlarında silikliğe yol
açabilmesi nedeniyle önemli bir klinik
durumdur. Gerçek papilödem, artmış kafa içi
basıncı nedeni ile her iki gözde optik sinir
başının kabarıp sınırlarının silinmesi ile
karakterize bir klinik durumdur. Hemen her
zaman iki taraflıdır, ancak bazı olgular asimetrik
olabilir. Yalancı papilödeminde ise optik disk
gerçekten kabarık değildir. En sık ODD olmak
üzere çeşitli optik disk anomalilerine bağlı
olarak gelişir. Papilödemi bulunan tüm olgular
aksi ispatlanmadıkça "kafa içi yer kaplayıcı kitle"
olarak kabul edilmelidir (3). Bu nedenle optik
disk kabarıklığı olgularının ayırıcı tanılarının iyi
yapılması gerekmektedir.
ODD tanısında oftalmoskopi önemli bir yer
tutar. Özellikle yüzeyel yerleşimli drusen
oftalmoskopi ile kolaylıkla tanınabilir. Derin
yerleşimli ODD'de ise tanı B mod USG, OCT,
bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans
görüntüleme ile konabilir.
ODD aksonların ölümüne yol açan bir
hastalıktır, bu nedenle retina sinir liflerinde
atrofiye yol açar. Önceleri retina sinir liflerinde
peripapiller atrofiyi gösteren yorumu subjektif
olan fotoğraflarla gösterildiyse de son
zamanlarda bu atrofinin kantifiye edilebildiği
OKT optik sinir başı analizleri
kullanılabilmektedir (4). Bu bilgiler ışığında
ayırıcı tanıya katkı sağlaması amacıyla OKT optik
sinir başı ölçümlerini de yaptık.
OKT ile RSLT ödemi tespit edilip ölçebilir.
OKT'nin bu özelliği optik disk ödemi ayırıcı tanısı
yapılması gereken durumlarda değerli katkıları
olabileceği belirtilmiştir (5). ODD ile optik disk
ödemi arasındaki ayrımın OKT ile yapılacağına
dair çeşitli araştırmalar literatürde
bulunmaktadır (6,7).
Ocakoğlu ve ark. ortalama 18 ay süreyle takip
ettikleri ODD olgularındaki retina sinir lifleri
tabakası (RSLT) kalınlığı tekrarlanan
ölçümlerinde anlamlı bir farklılık görmediklerini
bu sebeple RSLT kalınlığının druzenli hastaların
değerlendirilme ve takiplerinde güvenilir bir
tetkik olduğunu bildirmişlerdir (8). OKT
kullanarak papilödem ve ODD'yi kalitatif ve
kantitatif açılardan karşılaştıran Johnson ve ark.
yaptığı çalışmada RSLT kalınlığı ve peripapiller
subretinal düşük yansıtıcılıklı boşluk (SRDYB)
yüksekliği özellikle nazal tarafta papilödeminde
artmış olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada RSLT
kalınlığının 86 pm altında olması ODD tanısı
lehine olduğu bildirilmiştir. Optik disk ödemi
OKT yardımı ile ODD'den kalitatif (%63 sensitif
ve %63 spesifik) ve kantitatif (%80 sensitif, % 90
spesifik) olarak ayrılabileceğini belirten bu
çalışmada ortalama RSLT kalınlığı, papilödem
bulunan olgularda bütün kadranlarda ODD'ne
göre anlamlı olarak daha yüksek değerde
ölçülmüştür. Papilödem için optik sinir başı iç
yüzeyinin düzgün kontürlü olması, SRDYB
şeklinin yan yatmış "V" şeklinde olması,
özellikle nazal kısımda artmış RSLT kalınlığı ve
artmış SRDYB yüksekliği kalitatif ve kantitatif
ölçütler olarak belirlenmiştir. ODD'de ise bu
ölçütler optik sinir başı iç yüzey kontürünün
girintili çıkıntılı (lumpy-bumpy) olması, birden
çöken SRDYB varlığı, nazal kesit RSLT kalınlığı
ölçümünün normal ya da hafif artmış olması
(<86pm) ve SRDYB yüksekliğinin normal
olmasıdır (9). Papilödem ve ODD kalitatif ve
kantitatif farkları Tablo 1'de özetlenmiş ve
Resim 4'de gösterilmiştir.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi, Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Adibelli ve ark. 46
Resim 4: Optik sinir başı OKT görüntüsü; Yıldız bulunan koyu alan: SRDYB. Beyaz çizgi: girintili çıkıntılı (lumpy- bumby) iç yüzey kontür görünümü. Kırmızı çizgi: OSB yarıçapı üzerindeki mesafeler. Beyaz ok: SRDYByüksekliği.Tablo 1: Optik sinir başı OKT bulgularındaki papilödem ve ODD arasındaki kalitatif ve kantitatif farklılıklar. OSB: Optik sinir başı, SRDYB: Subretinal düşük yansıtıcılı boşluk, RSLT: Retina sinir lifleri tabakası.
Papilödem ODD
OSB iç yüzeyi
Düzgünkontürlüolması
girintili çıkıntılı (lumpy-bumpy) kontürlü
SRDYBşekli
yan yatm ış “V ” şekilde,
OSByarıçapının 1,5 m m 'deki yüksekliği m m 'dekinin iki katı
b irden çöken şekilde,
OSB yarıçapının 0.75 mm deki yüksekliği 1,5 m m 'dekinin en az 5 katı
RSLTkalınlığı
Artmış
( nazal kısım da >86
Normal ya da hafif artm ış (nazal kısım da<86 pm)
pm)
SRDYByüksekliği
Artmış
(OSB 2m m 'de>127pm)
Normal
(OSB 2 m m 'de 60.7 pm)
Öner ve ark. 18 ODD ve 24 ODÖ hastasının OKT
ile değerlendirilerek karşılaştırdıkları
çalışmalarında optik disk kalınlığı ve SRDYB
yüksekliği ölçümlerini diskin en kabarık
bölgesinde manuel olarak yapmışlar. Optik disk
kalınlığı optik disk yüzeyi ile retina pigment
epiteli arka sınırı arasındaki mesafe esas
alınmış, SRDYB yüksekliği ölçümünde ise optik
diskin en kabarık bölgesinde nörosensoryel
retinanın alt sınırı ile retina pigment epiteli arka
sınırı arasındaki mesafe esas almışlar. Öner ve
ark. bu çalışmaları sonucunda SRDYB
yüksekliğinin kantitatif bir kriter olarak anlamlı
olduğunu, optik disk kalınlığının ise bu iki
hastalık grubunda farklı olsa da anlamlı bir
farklılık göstermediğinden kantitatif bir ayrım
kriteri olamayacağını belirtmişlerdir (7).
İkinci olgunun sağ gözü dışındaki bütün
gözlerde nazal kesit RSLT kalınlığı ölçümlerinin
ODD lehine yorumlanacak şekilde 86 pm'dan
düşük olarak ölçülmüş ve optik sinir başı
kesitlerindeki iç konturun girintili çıkıntılı oluşu
da ODD lehine bulunmuştur. Bütün olguların
OSB iç yüzeyi ve SRDYB şekli de ODD ile uyumlu
bulunmuştur. 2. Olgu sağ gözündeki RSLT
kalınlığı 86 pm (92-94 pm) çok az geçse de
belirtilen kriterlerin çok dışına çıkmaması ve
ayrıca iç kontür görünümü ve SRDYB şekli göz
önüne alınarak da ODD olarak
değerlendirilmiştir.
Sonuç olarak, tedavisi ve takibi birbirinden
patofizyolojik açıdan çok farklı olan iki taraflı
optik disk druzeni ve papilödem ayırıcı tanısında
OKT önemli bir testtir. OKT, ODD tanısı ve
ODD'nin papilödemden ayırıcı tanısı için spesifik
ve sensitif bir testtir. Ayrıca hızlı yapılabilmesi,
teknisyen tarafından da yapılabilmesi, invaziv
olmaması ve günümüzde çoğu klinikte
bulunması bu tanı yöntemini değerli kılan diğer
etkenlerdir.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi, Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Adibelli ve ark. 47
REFERANSLAR
1. Söylev MF, Saatçi AO, Arsan AK, Kaynak S, Duman S, Ergin M. Optik disk druze-ninin komplikasyonları ve birlikte görüldüğü oküler ve sistemik hastalıklar. Ret-Vit. 1996; 1:457-62.2. Auw-Haedrich C, Staubach F, Witschel H. Optic disk drusen. Surv Ophthalmol.2002 Nov-Dec;47(6):515-32.3. Şahin A, Cingü AK, Ari Ş, Çinar Y, Çaça İ. Bilateral optic disc drusen mimicking papilledema. J Clin Neurol. 2012; 8:151-4.4. Tatlipinar S, Kadayifçilar S, Bozkurt B, Gedik S, Karaagaoglu E, Orhan M, Irkeç M. Polarimetric nerve fi ber analysis in patients with visible optic nerve head drusen. J Neuroophthalmol. 2001 Dec;21(4):245-9.5. Savini G, Bellusci C, Carbonelli M, et al. Detection and quantification of retinal nevre fiber layer thickness in optic disc edema using Stratus OCT. ArchOphthalmol 2006;124:1111-7.
6. Brena MD, Diehl ML, Johnson LN, et al. Using optical coherence tomography (OCT) to differentiate between optic nerve head drusen and optic disc edema. Poster present date: 2007 ARVO Annual Meeting; May 8, 2007; Fort Lauderdale.7. A. Öner, A. Ağadayı, N. Sinim. Optik disk ödemi ve optik disk druseni ayırımında spektral domain optik kohorens tomografi kullanılması. Ret-Vit 2015;23(2):141-4.8. Ocakoglu O, Ustundag C, Koyluoglu N, Oguz V, Kendiroqlu G, Ozkan S. Long term follow-up of retinal nerve fiber layer thickness in eyes with optic nerve head drusen. Curr Eye Res 2003; 26(5):277-80.9. Johnson LN, Diehl ML, Hamm CW, Sommerville DN, Petroski GF. Differentiating optic disc edema from optic nerve head drusen on optical coherence tomography. Arch Ophthalmol 2009; 127:45-9.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi, Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Doi: 10.17944/mkutfd.73198
OLGU/CASE REPORT
Mustafa Kemal Üniv Tıp Derg 2015; 6(23): 48-51
TIROİDEKTOMIDEN YİRMİ YIL SONRA VERTEBRA VE AKCiGER METASTAZI İLE ORTAYA ÇIKAN BIR TİROİD FOLLİKÜLER KARSİNOMU VAKASI
A Case of Follicular Thyroid Carcinoma Emerging with Vertebral and Lung M etastases Twenty YearsAfter the Thyroidectom y
Celil Alper Usluogullari1, Fevzi Balkan1, Elif Ozdem ir2, Reyhan Ersoy1, Bekir Cakir1
1 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endokrinoloji Ve MetabolizmaHastalıkları Kliniği, Ankara
2 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara Atatürk Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Nükleer Tıp Kliniği, Ankara
ÖZET
Folliküler tiroid karsinomu tanısı konulan olguların %25'inde ekstra tiroidal invazyon, %5-10'unda lokal lenf bezlerine metastaz ve %10-20'sinde uzak metastaz görülmektedir. Differansiye tiroid karsinomalı hastalarda 10 yıllık sağ kalım oranı %80-95 iken, uzak metastazı olanlarda 10 yıllık sağ kalım oranı %40'a düşmektedir. Folliküler tiroid karsinomlu 40 yaşın üzerindeki hastaların %25'inde uzak metastaz görülmektedir. Folliküler karsinom sıklıkla akciğer ve kemiğe metastaz yapar. Bu bildiride yirmi yıl önce subtotal tiroidektomi uygulanmış, merkezimizde folliküler tiroidkarsinomunun akciğer ve kemik metastazı saptanan, ilginç olarak tamamlayıcı tiroidektomisinde tümör dokusu izlenmeyen bir olgu sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Folliküler tiroid karsinom; metastaz; akciğer, kemik
ABSTRACT
When the subjects are diagnosed with the follicular thyroid carcinoma, there are seen extra-thyroidal invasion in 25% of them, metastases in local lymph nodes in 5-10% of them and distant metastases in 10-20% of them. While 10-year survival rate is 8095% in the patients with differentiated thyroid carcinoma, this rate decreases to 40% in ones with distance metastases. Distance metastases are observed in 25% of the patients with follicular thyroid carcinoma over the age of 40. Follicular carcinoma frequently metastasizes to the lungs and bone. In this paper, a case is presented such that subtotal thyroidectomy was applied twenty years ago, the lung and bone metastases of follicular thyroid carcinoma were detected and any tumor tissue was not interestingly observed in complementary thyroidectomy in our center.
Key words: Follicular thyroid carcinoma, metastase, lung, bone
Gönderme tarihi / Received:24.01.2015 Kabul tarihi / Accepted:06.04.2015İletişim: Celil Alper Usluoğulları MD, Batıkent mah. No:23/8 İbrahimli/Gaziantep E posta: [email protected]
GİRİŞ
Tiroid folliküler kanseri tüm tiroid kanserlerinin
tiroid kanserlerinin yaklaşık %10-15'ini
oluşturur ve sıklıkla 5. dekatta görülmekte ve
papiller tiroid kanseri (PTK)'nın aksine
çocuklarda nadiren görülmektedir. Kadınlarda
daha sık görülür ve sıklıkla soliter hipoaktif
nodül olarak ortaya çıkarlar. İyot eksikliği
gözlenen bölgelerde ve endemik guatr
bölgelerinde daha sık görülür ve insidansı %25-
40'lara kadar çıkabilir. Sıklıkla tek odaktan
kaynaklanır ve %2 bilateral görülür. Hastaların
%5'ten azı boyunda lenfadenopati ile
gelmektedir (1,2). Folliküler tiroid kanseri (FTK)
tanısında kapsüler veya damar invazyonunun
gösterilmesi şarttır(3). FTK cerrahi tedavisinde
genel olarak total tiroidektomi
uygulanmaktadır. Prognoz PTK'a göre daha
kötü olmakla birlikte genel olarak 10 yıllık sağ
kalım için %80-85 ve 20 yıllık sağ kalım için %70-
75 oranları verilmektedir. Tanı anında uzak
metastaz varlığında ise 5 yıllık sağ kalım %20
civarındadır. FTK genel olarak PTK'ya göre daha
UsluoguNan ve ark. 49
sık uzak metastaz yapması nedeni ile daha kötü
bir prognoza sahiptir. Sıklıkla hematojen yol ile
yayılım göstermekte ve akciğerler, kemik, beyin
ve karaciğer metastazlarına neden olmaktadır.
Bununla birlikte lenfatik yayılım nadiren
meydana gelmektedir. Kemik metastazlarına
bağlı patolojik kırıklar bazen hastalığın ilk
bulgusu olarak da karşımıza çıkabilir (4).
OLGU69 yaşında erkek hasta bel ağrısı yakınması ile
hastanemiz Beyin Cerrahi bölümüne başvurdu.
Hastanın torakal vertebra MR'ında T9 vertebra
dametastatik kitle ve T10 vertebra düzleminde
kesite giren sağ akciğer parankimi içerisinde
posteriorda yaklaşık 17 mm çapında nodüler
metastatik lezyon saptandı. 18F-FDG ile PET/BT
ile yapılan tüm vücut taramada her iki
akciğerde parankimal nodüller ve T9 vertebrada
yum uşak dokunun eşlik ettiği kitle ve bu
bölgelerde patolojik metabolik aktivite artışı
izlendi (resim1). Ancak primer malignite ile
uyumlu olabilecek patolojik bulgu saptanmadı.
Beyin Cerrahi bölümü tarafından T9
vertebradaki kitle rezeke edildi. Patoloji sonucu
tiroid folliküler karsinom metastazı ile
uyumluydu. Hastanın 20 yıl önce multinodüler
guatr tanısı ile yapılmış subtotal tiroidektomi
operasyonu öyküsü vardı. Ancak histopatoloji
sonucuna ulaşılamadı. Hastaya boyun
ultrasonografisi (USG) yapıldı. USG'de tiroid
glandı sağ lob lokalizasyonundaki rezidü dokuda
18x17 mm ebatlı, hipoekoik özellikte,
çevresinde ve içerisinde kaba kalsifikasyonlar
bulunan, heterojen nodül ve suprasternal
alanda boyun inferior kesimde orta hatta 37x13
mm'lik, heterojen, kistik-nekrotik alanlar
içeren, internal kanlanma gösteren solid yapıda
lezyonlar izlendi. Nodülden yapılan ince iğne
aspirasyon biyopsisinin sonucu folliküler
neoplazi şüphesi, suprasternal kitleden yapılan
biyopsi sonucu önemi belirlenemeyen folliküler
lezyon olarak raporlandı. Akciğerdeki lezyondan
yapılan transtorasik biyopside de tiroid
aspirasyonları ile benzerlik gösteren follikül
benzeri atipik grupların izlendiği rapor edildi. Bu
bulgularla hastaya tamamlayıcı tiroidektomi ve
suprasternal kitle rezeksiyonu uygulandı.
Sitolojik bulgulara rağmen, histopatolojik
incelemede rezidü tiroid dokusunda ve
suprasternal kitlede tümör dokusu saptanmadı.
Hastaya ablasyon amacıyla 200 mCi RAI verildi
ve 1 hafta sonraki TVT (resim 2) yapıldı takipte
6. ve 12. ay takip taramalarında tutulumların
azalmakla birlikte sebat etmesi ve TG düzeyinin
61 olması üzerine 250 mCi RAİ tedavi verildi LT4
supresyon tedavisi altında takibe alındı.
TARTIŞM A
Minimal invaziv tiroid folliküler kanserinde
tümör 2 cm'den küçükse ve hasta düşük risk
grubunda ise lobektomi ve istmusektomi yeterli
olabilir. Ancak tümör 4 cm'den büyük ise total
tiroidektomi yapılmalıdır. 2-4 cm arasındaki
tümörlerde ise düşük risk grubundaki
hastalarda yapılacak ameliyat kararında hasta
ve hekim birlikte karar vermelidir. Yaygın
invaziv folliküler kanserde ise tümörün
boyutuna bakılmaksızın total tiroidektomi
yapılmalıdır. Cerrahi sırasında santral ve lateral
boyun kompartmanlarında metastatik lenf
nodu varlığında santral ve/veya lateral boyun
diseksiyonu yapılmalıdır. FTK tedavisinde
cerrahi sonrasında rekürrens oranları %30
civarında bildirilmektedir. Rekürrensler yapılan
cerrahinin genişliğinden daha çok, tümörün
invaziv özelliği ile ilişkilidir. Minimal invaziv
folliküler karsinomlar sıklıkla lobektomi ve
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Usluogulları ve ark. 50
istmusektomi ile ilk cerrahileri yapılmakla
birlikte rekürrensleri %1 kadardır (4,5). Genel
olarak İDTK (invaze differansiye tiroid
kanseri)'da profilaktik boyun diseksiyonu
önerilmemektedir. Ancak Witte ve ark, FTK'da
boyun lenf nodu metastazı varlığının önemli bir
kötü prognostik faktör olduğunu ileri sürmekte
ve rutin santral boyun diseksiyonunu ve T3-4
tümörlerde ise ek olarak profilaktik ipsilateral
modifiye radikal boyun diseksiyonunu
önermektedir(6). İDTK'larında ilk metastaz
bölgesi santral lenf nodları olduğu bilinmekle
birlikte literatürde santral bölgede metastatik
lenf nodu olmadan lateral boyun lenf
nodlarında metastazların olabileceği
bildirilmektedir. İDTK'larında primer tümör
büyüklüğünün boyun lateral lenf nodlarına
metastazı etkilediği ve 1 cm'den büyük
tümörlerde riskin arttığı bildirilmektedir (7).
FTK'de primer tedavi cerrahidir ancak ameliyat
sonrası medikal tedavinin de rolü büyüktür.
Medikal tedavi olarak I-131 tedavisi,
radyoterapi ve kemoterapiden oluşan
seçenekler mevcuttur. Folliküler hücrelerin iyot
içeren tiroid hormonlarının sentez yeri olması
İDTK'larında I-131 tedavisinin esasını
oluşturmaktadır. Bakiye tiroid dokusunun
ablasyonu sağ kalım süresini uzatmanın yanında
tiroglobulin kaynağını da ortadan kaldıracağı
için özellikle ameliyat sonrası dönemde takipte
fayda sağlamaktadır. Böylece bakiye tiroid
dokusunun kalmadığı durumlarda tiroglobulin
ile hastanın takip edilmesi daha hassas
olacaktır. İDTK cerrahi tedavi sonrasında
takibinde kullanılabilecek bir yöntem de 18-
florodeoksiglukoz pozitron emisyon tomografi
(FDG-PET) ya da PET/BT'dir. Cerrahi sonrasında
yüksek tiroglobulin düzeyi olan ancak tüm
vücut iyot taraması negatif olan hastalarda lenf
nodu ya da uzak organ metastazını saptamada
faydalı olduğu bildirilmektedir (8,9). Radyoaktif
I-131, diferensiye tiroid karsinomlarının
operasyon sonrası takibinde, ablasyon ve
tedavisinde kullanılmaktadır. Ablasyon;
bilateral total veya totale yakın tiroidektomi
yapılmış, fonksiyonel tümör/metastaz odağı
tespit edilmeyen hastanın, bakiye normal tiroid
dokusu ve\veya mikroskobik metastazlarını yok
etmek amacıyla terapötik dozda radyoaktif I-
131 verilmesidir. Tedavi ise fonksiyonel tümör-
metastaz odağının tedavi dozu I-131 ile ortadan
kaldırılmasıdır. Ablasyon dozunun seçimi
konusu halen tartışmalıdır. Genel uygulama,
sabit doz verilmesidir. Ablasyon için sabit düşük
doz (30 mCi) ve sabit yüksek doz (100-150 mCi)
I-131'in verildiği çalışmalar mevcuttur.
Folliküler tiroid karsinomlarında uzak metastaz
oranı %25 hastada görülür. En sık hematojen
yolla akciğer, kemik, karaciğer ve beyine
metastaz yapar. Kemik metastaz oranı %7-28
olarak bildirilmiştir, FTK'de İyot 131 tedavisi
genç hastalarda ve küçük metastazlarda
etkilidir (10). > 1 cm büyük akciğer lezyonları
radyoaktif iyot tedavisine iyi cevap vermezler,
prognozları kötüdür (11). Tüm vücut MR ve
PET-CT çeşitli tümörlerde kemik metastazını
tespit etmede yüksek tanı oranına sahiptir (12).
Bizim hastamızda çekilen MR incelemede
akciğer ve vertebrada lezyon izlendi. PET-CT
incelemede lezyonlarda metabolik aktivite artışı
görüldü. Beyin Cerrahi bölümü tarafından T9
vertebradaki kitle rezeke edildi. Patoloji sonucu
tiroid folliküler karsinom metastazı ile
uyumluydu. Hastaya tamamlayıcı tiroidektomi
ve suprasternal kitle rezeksiyonu uygulandı.
Sitolojik bulgulara rağmen, histopatolojik
incelemede rezidü tiroid dokusunda ve
suprasternal kitlede tümör dokusu
saptanmaması İDTK her ne kadar mortalite ve
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
Usluogulları ve ark. 51
morbiditesi düşük olsa da takibin önemini
göstermektedir.
REFERANSLAR
1. Malloy KM, Cunnane FM. Pathology and cytologic features of thyorid neoplasms. Surg Oncol Clin N Am 2008; 17(1): 57-70.2. McHenry CR, Phitayakorn R. Follicular adenoma and carcinoma of the thyroid gland. Oncologist 2011;16(5):585-93.3. Sillery JC, Reading CC, Charboneau JW, Henrichsen TL, Hay ID, Mandrekar JN. Thyroid follicular carcinoma: sonographic features of 50 cases. AJR Am J Roentgenol. 2010;194(1):44-54.4. Witt RL. Initial surgical management of thyroid cancer. Surg Oncol Clin N Am 2008; 17(1): 71-91.5. Shaha AR, Shah JP, Loree TR. Low-risk differentiated thyroid cancer: the need for selective treatment. Ann Surg Oncol 1997;4(4):328-33.6. Witte J, Goretzki PE, Dieken J, Simon D, Röher HD. Importance of lymph node metastases in follicular thyroid cancer. World J Surg 2002;26(8):1017-22.7. Cognetti DM, Pribitkin EA, Keane WM. Management of the neck in differentiated thyroid cancer. Surg Oncol Clin N Am 2008; 17(1): 157-173.
8. Pacini F, Schlumberger M, Dralle H, Elisei R, Smit JW, Wiersinga W. European Thyroid Cancer Task force. European consensus for the management of patients with differentiated thyroid carcinoma of the follicular epithelium. Eur J Endocrinol 2006;154(6):787-8039. Shammas A, Degirmenci B, Mountz JM. 18F-FDG PET/CT in patients with suspected recurrent or metastatic well-differentiated thyroid cancer. J NuclMed 2007;48(2):221-6.10. Durante C, Haddy N, Baudin E, Leboulleux S. Longterm outcome of 444 patients with distant metastases from papillary and follicular thyroid carcinoma:benefits and limits of radioiodine therapy. J Clin Endocrinol Metab 2006;91(8) :2892-9.11. Cho SW, Choi HS, Yeom GJ.Long-Term Prognosis of Differentiated Thyroid Cancer with Lung Metastasis in Korea and Its Prognostic Factors. Thyroid 2013; (8) :11.12. Wexler JA. Approach to the thyroid cancer patient with bone metastases. J Clin Endocrinol Metab. 2011; 96(8) :2296-7.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi Cilt: 6, Sayı:23, Yıl:2015
M U STA FA KEM A L Ü N İV ER SİTESİ T IP D ERG İSİ
YA ZIM KU RA LLA R I
1. Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisinde; klinik ve temel tıp bilimleri ile ilgili deneysel ve klinik çalışmalar, olgu sunumları, derlem eler ve editöre mektup yayınlanır.
2. Dergi 3 ayda bir olm ak üzere yılda dört sayı / bir cilt olarak yayınlanır. Dergimizde yazı gönderme ve işlem ücreti alınmamaktadır.
3. Gönderilen yazıların daha önce yayınlanm amış olması veya başka dergide değerlendirme aşamasında olmaması gerekm ektedir. Hazırlanan yazılar herhangi bir kongrede sunulmuş ise bu durumun gönderilen makalede, kongrenin adı, tarih dipnot olarak bildirilmesi gerekmektedir.
4. Yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Gönderilen yazının yayınlanabilm esi için, yayın kurulunca tayin edilen danışm anlar tarafından uygun bulunması şarttır. Dergide yayınlanan yazılar için ücret ya da karşılık ödenmez. Kabul edilmeyen yazılar ve ekleri, aksi belirtilmediği takdirde iade edilmez.
5. Derginin yayın dili Türkçe ve İngilizcedir. Her yayının başında bir Türkçe Özet ve bir İngilizce Abstract olmalıdır. Metinde sade ve anlaşılır bir yazım dili kullanılmalı, bilimsel yazım tarzı benimsenmeli, gereksiz tekrarlardan kaçınılmalı ve kısaltmalar ilk kullanıldığı yerde tanım lanm alıdır.
6. Başvuru mektubunda yazının tüm yazarlar tarafından okunduğu, onaylandığı, yazının bütün yayın haklarının dergimize verildiği, yazıda belirtilen çalışmanın orijinal olduğu, daha önce herhangi bir yerde (kongre bildirileri dışında) yayınlanm adığı, aynı anda başka bir dergiye (Türkçe veya İngilizce) değerlendirilm ek üzere gönderilm ediği ve yazının Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi'nin yazım kurallarına aynen uyularak hazırlanmış olduğu ifade edilmeli ve bu amaçla yazarlar isimlerinin karşılarını imzalamalıdırlar. Ayrıca mektup, yazı ile ilgili tüm yazışm aların gönderilebileceği yazarın isim, adres, elektronik posta adresi, telefon ve faks numaralarını içermelidir.
7. Dergiye sunulan çalışm aların "Etik Kurul Onayı" sorum luluğu yazarlara aittir. Bununla beraber Editör, gerektiğinde yazarlardan etik kurul belgesi isteme hakkını saklı tutar.
8. Yazışma adresinde belirtilen yazar; tüm yazışm alardan, makale üzerindeki değişikliklerden (yazar sayı ve sırası dâhil) ve yayına kabul edilen yazıların matbaa provasının düzeltilmesinden sorumludur.
9. Tüm yazılar editörün e-mail adresine postalanmalıdır.10. Yayınlanm ası istenen çalışmalar; A4 boyutunda, 1.5 Aralıklı, 11 punto ile sayfanın tüm kenarlarında
en az 2,5 cm boşluk olacak şekilde yazılmalı ve toplam 16 sayfayı aşmamalıdır.11. Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisine gönderilen yazılar, aşağıdaki sıraya göre (Başlık, Özet,
Metin, Kaynaklar, Tablolar ve Şekiller) düzenlenmeli, Tablo ve Şekiller ayrı sayfalara basılmalıdır.
Başlık sayfası: Bu sayfada, yazının başlığı (Türkçe ve İngilizce), yazarların tam adları, adresleri ve yazışm adan sorumlu yazarın adı, adresi, faks numarası ve e-posta adresi bulunmalıdır. Başlık kısa, açık ve yazı için uygun olmalıdır. Başlıkta her kelimenin ilk harfi büyük geri kalanı küçük harf ve bağlaçlar küçük harfle yazılmalıdır. Başlık sayfasını takip eden sayfada makalenin sadece başlığı yazar ve kurum adresi vermeksizin yazılmalıdır. Bu yöntem, yazıların uzmanlarca tarafsız bir şekilde değerlendirilm esini sağlam ak amacıyla uygulanmaktadır.
Özet: Türkçe yazılarda Türkçe ve İngilizce özet olmalıdır. İngilizce yazılarda Türkçe özet de gereklidir. Özet, 250 kelimeden daha uzun olmamalı ve aşağıdaki gibi yapılandırılm alıdır: Amaç, Gereç ve Yöntem, Bulgular ve Sonuç.
A nahtar kelim eler: Türkçe ve İngilizce özetlerin hemen altına, en az 3 en fazla 5 kelimeden oluşan "Index Medicus: Medical Subject Headings" ve "Türkiye Bilim Terim leri" standartlarına uygun anahtar sözcükler bulunmalıdır. Tıbbi Konu Başlıkları için http://www.nlm .nih.gov/m esh/M Browser.htm l ve/ya http://www.bilimterim leri.com adreslerine başvurulabilir.
M etin: Araştırma çalışmalarında; Giriş, Gereç ve Yöntem, Bulgular, Tartışm a bölümleri, olgu sunumlarında ise; Giriş, Olgu Sunumu ve Tartışma bölümleri olmalıdır. Bölüm başlıkları büyük harflerle
I
II
yazılm alıdır. Araştırmaya finansm an sağlayan kuruluşa veya çeşitli katkıları için ilgili kişilere kurumları belirtilerek teşekkür edilmeli ve bu bölüm Tartışma ile Kaynaklar arasında yer almalıdır. Yazılarda ''System e International (SI)'' birimleri kullanılmalıdır.
Kaynaklar: Metin içindeki kullanım sırasına göre numaralandırılmalı ve atıf yapıldığı yerde parantez içine alınarak, tek aralık verildikten sonra gösterilmelidir. Kullanılan kaynakların tümü metin sonunda bir liste halinde sunulmalı ve kaynakların tümü metin içinde kullanılmış olmalıdır. Kişisel görüşler ve yayım lanm am ış yazılar kaynak gösterilmem elidir. Referans stilimiz Vancouver'dır. Makalede bulunan yazar sayısı 6 veya daha az ise tüm yazarlar belirtilmeli, 7 veya daha fazla ise ilk 6 isim yazılıp "et al" eklenmelidir.
Kaynak dergilerde yayımlanm ış ise: Kaufman DM, Mann KV, M iujtjens AMM , Van der Vleuten CPM. A comparison of Standard setting procedures for an OSCE in undergraduate medical education. Academ ic Medicine 2000;75:267-71.
Kaynak kitaptan bir bölüm ise: Emmerson BT. Gout and renal disease. In: Massry SG, Glassock RJ (Editors). Textbook of Nephrology 1. Baskı, Baltimore: W illiams and Wilkins; 1989. p. 756-760.
Kaynak bir kitap ise: Özcan R. Kalp Hastalıkları 1.Baskı, İstanbul: Sanal Matbaacılık; 2003: 185-194. Çeviri Kitaptan alıntı için: W hite DO, Fenner FJ. Medikal Viroloji. Doymaz MZ (Çeviren). 1. Baskı,
İstanbul: Nobel; 2000.Kaynak bir tez ise: Zararsız İ. Formaldehitin Sıçan Korteksindeki Prefrontal Alanlar Üzerine Olan
Etkisinin İmmünohistokimyasal Olarak İncelenmesi ve Buna Om ega-3'ün Etkisi. Uzmanlık Tezi, Elazığ: Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, 2003.
Kaynak bir internet adresi ise: Wilson AT. Environmental pollution and breast cancer. http://www.who.int/en/ 29.05.2002. Ticari olmayan ve hükümetler ile ulusal ve uluslararası bilimsel kurul ve kuruluşların resmi internet sayfaları erişim tarihi belirtilerek kaynak olarak gösterilebilir.
Tablo ve şekiller: Her türlü çizim, grafik, resim, m ikrograf ve radiograf, şekil olarak adlandırılır. Metin içinde yazıdaki tüm şekil ve tablolara atıfta bulunulmalıdır. Şekiller (Tablo, Çizim ve Fotoğraflar) cümle sonunda parantez içinde rakam ile belirtilmelidir. Şekillerin alt yazıları ayrı bir sayfaya yazılm alıdır. Fotoğraflar yüksek çözünürlükte, JPEG form atında kayıtlı olarak gönderilmelidir.
12. Olgu sunumları: Olgu sunumları 3 sayfayı geçm emeli ve mümkün olduğunca az kaynak ve şekil kullanılarak hazırlanmalıdır. Özet 100 kelimeyi geçmemelidir.
13. Derleme Yazıları: Derlemeler her dergide ancak belirli sayıda yer alacaktır. Derleme yazılarında yazarın konu ile ilgili deneyimi ve akadem ik unvanı dikkate alınacaktır. Ayrıca makalede, yazarın kendisine ait en az 2 makalesine atıfta bulunmuş olması gereklidir. Derleme yazıları; başlık, İngilizce başlık ve İngilizce özet, alt başlıklarla bölüm lendirilm iş olmalıdır.
14. Editöre Mektup: Daha önce basılmış yazılarla ilgili görüş, katkı, eleştiriler ya da farklı bir konu üzerindeki deneyim ve düşünceler için editöre mektup yazılabilir. Bu tür yazımlar 500 kelimeyi aşmamalı ve tıbbi etik kurallara uygun olarak kaleme alınmış olmalıdır. Mektup eğer basılmış bir yazı hakkında ise; yıl, sayı, sayfa numaraları, yazı başlığı ve yazarların adları belirtilmelidir. Mektup bir konu hakkında deneyim, düşünce hakkındaysa verilen bilgiler doğrultusunda dergi kurallarına uyumlu olarak kaynaklar belirtilmelidir.
15. Yayının baskı öncesi matbaa provası yazışm adan sorumlu yazara gönderilir ve üç gün içerisinde kontrol edilerek dergiye geri gönderilm esi istenir.
III
INSTRUCTIONS TO AU TH O RS
1. The Medical Journal of Mustafa Kemal University will consider for publication papers in the following categories; experimental and clinical articles about basic and clinical medicine, case reports, reviews, letters to the editor.
2. The journal is quarterly (for issues /one volume) in a year. The journal does not charge any article submission or processing charges.
3. M anuscripts are accepted for consideration by Medical Journal of Mustafa Kemal University should save not been published previously, and/or are not being considered for publication elsewhere, and have been approved by each author. The name and the date of the meeting should be written as footnote if m anuscripts were presented in any scientific meeting.
4. Responsibility for all published papers belongs to the authors. All manuscripts are sent to expert reviewers by the Editor and only those that received a high enough priority are published in the journal. No payment is made for publication of m anuscripts to the authors. Rejected manuscripts and their attachm ents are not returned, unless otherwise specified.
5. M anuscripts should be written in Turkish or English. Each m anuscript should accom pany two abstracts in Turkish and English before the Introduction. A simple, understandable and scientific writing style should be adopted in preparation of manuscripts. Unnecessary repetition should be avoided and abbreviations defined where the first time it appears.
6. In cover letter, it should be expressed that this m anuscript has been read and approved by all authors, all publication rights of accepted manuscripts have been attributed to the Medical Journal of Mustafa Kemal University study in the m anuscript was an original, the paper, in whole or in part, has not been published before, is not under consideration by another journal or publication source, and will not be submitted elsewhere unless and until it is declared unacceptable for publication by this journal. If accepted, it will not be published elsewhere in the same form, in either the same or another language, without the consent of the Editors and the Publisher this letter also should state that the authors agree to transfer the copyrights of the article to the Medical Journal of Mustafa Kemal University. The signature of all the authors should accom pany their names. This letter must contain the name, address, e-mail address, telephone and fax numbers of the author to whom all correspondence concerning the m anuscript should be sent.
7. All authors are responsible for the contents of scientific and ethical points of their papers. Nevertheless, editor has the right to request ethical board document.
8. The author indicated as address for correspondence is responsible for all correspondence regarding the manuscript, all revisions (including names and order of authors) and proof reading of the manuscripts accepted for publication.
9. M anuscripts should be sent to the e-mail address of editors.10. M anuscripts should be type-written as in A4 paper dimension, 1.5-spacing throughout, 11 punts,
at least 2.5 cm wide margins throughout on each of four sides of the paper and should not be more than 16 pages.
11. M anuscripts should be prepared in the following order: Title page, Abstract, Text, References, Tables and Figures. Tables and Figures should be printed on separate pages.
T itle page: This page should include title of the study (Turkish and English), the authors, full names, affiliation, the name, address, fax number and e-mail address of the corresponding author. The title should be succinct, clear and informative. Only the first letters of each word should be in capital (except conjunctions). A separate page following the title page should be provided. It should include the title only, but not the authors, names and addresses. This method is intended to help the reviewing process to be done blindly.
Abstract: Manuscripts in English should accom pany an abstract in Turkish or vice versa. Abstracts should not exceed 250 words and structured as follows: Aim, Material & Method, Results and Conclusion).
IV
Key w ords: at least 3 and no more than 5 key words corresponding to "Index Medicus: Medical Subject Headings" and "Turkey Science Term s" standards should be type-written just subsequent to abstracts in English or in Turkish. You may look for Medical Subject in http://www.nlm .nih.gov/m esh/M Browser.htm l and/or http://www.bilimterim leri.com addresses.
Text: Research papers should be prepared in the following format: Introduction, Materials & Methods, Results and Discussion. Case reports as Introduction, Case Report and Discussion. Section headings should be typed in capital. Systeme International (SI) guidelines should be followed for units and prefixes. All financial, technical and intellectual support from institutions and individuals should be acknowledged. This section should be placed in between Discussion and References.
References: References should be cited in numerical order in the text, and listed in this order at the end of the paper. They should be shown in parenthesis in the text. All items in the Reference list should be cited in the text and, conversely, all references cited in the text must be presented in the list. Personal views and unpublished work cannot be shown as references. Our References style is Vancouver.
For references published in journals: Kaufman DM, Mann KV, M iujtjens AMM , Van der Vleuten CPM. A comparison of Standard setting procedures for an OSCE in undergraduate medical education.Academ ic Medicine. 2000;75:267-71.
thesis, Elazig: Firat University, Medical School Department of Anatomy, 2003.
If the reference is an internet address: Wilson AT. Environmental pollution and breast cancer. http://www.who.int/en/ 29.05.2002. Internet addresses of non-profit organizations, governments, national and international scientific boards and associations can be cited as reference. Date of web access should be indicated.
Tables and Figures: All constructions, graphics, pictures, micrograph and radiograph are accepted as figures. Each figure requires title and should be numbered in the order of their mention in the text. Figures (tables, constructions, pictures) should be numbered as in Rome numerals at the end of the sentences in a parenthesis. Footnotes of the figures should be type-written in separate page. Pictures should have high resolution and should be sent as JPEG formation.
12. Case Presentations: Case reports should not be more than 3 pages and should have less reference and figures as possible as. Abstract should not be more than 100 words.
13. Reviews: Reviews should be placed in each volume but in a limited manner. Academ ic position of the reviewer and at least two citations to own self articles in the review should be paid attention. Reviews should include title, title in English, abstract in English, subtitles in the text and references. Table, graphic, figure or picture should be arranged as abovem entioned. Editorial board has right to consider the m anuscript among these principles.
14. Letter to Editor: Opinions, critiques, additional information about previous publications, or experiences, point of views in other issues should be written to editor. These writings should not be more than 500 words and should be in ethical frame. Publication year of the journal, volume, number of the pages, title of the article and names of the authors should be expressed if the letter is about publicated issues. The references should be expressed in abovem entioned rules if the letter is about own self experience or opinion.
15. Preliminary pressed article will be send to corresponding author and have to be returned in two
days after checking.