t.c. ercİyes Ünİversİtesİ sosyal bİlİmler enstİtÜsÜ...
TRANSCRIPT
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FAHRİ BİLGE’NİN KAYSERİ YÖRESİ TÜRK
HALK BİLİMİ ÇALIŞMALARI
Tezi Hazırlayan
Betül AYDOĞDU
Tezi Yöneten
Prof. Dr. İsmail GÖRKEM
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
Türk Halk Edebiyatı Bilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi
Haziran 2005
KAYSERİ
ÖN SÖZ
Yazılı ve elektronik kültür ortamlarının gittikçe yaygınlaştığı günümüzde sözlü kültür
ortamının yaşadığı yerler azalmaya başlamıştır. Sözlü kültürün üretildiği ve yayıldığı
yerlerin azalıyor olması, yapılan ve yapılmış olan derlemelerin önemini arttırmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında, Fahri Bilge’nin (1891 Bolu-1961 İstanbul) 1937-1950 yılları
arasında Kayseri’de Ziraat Bankası Şube Müdürü olarak çalıştığı dönemde Afşarlar
arasında yaptığı derlemelerin halk bilimi açısından oldukça kıymetli olduğu
görülecektir.
Fahri Bilge’nin geniş kütüphanesinin bir parçası olan bu defterler 1976’da Bakanlar
Kurulu kararıyla Millî Kütüphane’ye alınmıştır. Defterler şu anda Millî Kütüphane’nin
İbni Sina Yazmaları bölümünde kayıtlıdır. Biz Fahri Bilge defterlerinden FB 430 “Halk
Bilim Derlemeleri ve Biyografiler”, FB 513 “Avşar Âdetleri” ve FB 582 “Avşar
Boyunun Beyânındadır” adlı defterleri incelemeye çalıştık. Defterlerin hepsi de Fahri
Bilge tarafından derlenmiş ve yazıya geçirilmiştir. Metinler Arap alfabesiyle rik’a yazı
stiliyle kurşun kalemle yazılmıştır. Defterler sarı yapraklıdır. Defterlerin kurşun kalemle
yazılmasından dolayı metindeki bazı yerler mikrofilm çıktılarında net olarak
görülememektedir. Ayrıca metinler kaynak kişilerden derlendiği anda yazıldığı için bazı
cümle bozuklukları bulunmaktadır. Ancak birçok hatalı yer Fahri Bilge tarafından üzeri
daha sonra çizilerek düzeltilmiştir.
Fahri Bilge derlediği malzemeyi genellikle aktif taşıyıcılardan derlemiştir. Ancak
derlediği metinleri diğer kaynak kişiler ve resmî belgelerden kontrol ederek bilgi
hatalarını düzeltmiştir. Fahri Bilge düzeltirken yazdığı yerin üzerini karalayıp satır
aralarına çıkmalar yaparak yazdığı için bazı sayfaların okunması zorlaşmıştır. Fahri
Bilge konuşma ve şiirleri yöre ağzına göre yazmıştır. Bazı özel isimlerin ve
okunmasında zorluk çekilebilecek ağız özelliği taşıyan kelimelerin üzerine Lâtin
harfleriyle okunuşlarını yazmıştır. Bu yöreye has kelimelerin anlamlarını da dipnotlarda
vermiştir.
Defterlerde Afşar sözlü tarihi, Afşar gelenek, görenekleri, âdetleri, dinî inanışları kısaca
Afşarların hayatı yer almaktadır. Defterlerde yer alan malzemeyi incelerken Prof. Dr.
Dursun Yıldırım’ın köy, kasaba ve kent monografisi çalışma planını tercih ettik. Bu
II
tasnife göre defterlerdeki folklorik unsurları incelemeye çalıştık. Defterlerde halk
mimarisi, halk müziği, el sanatları başlıklı konular bulunmadığı için bu başlıkları
incelememizden çıkardık.
Faruk Sümer’in belirttiğine göre “Avşar” ismi Reşidüddin’de “Avşar”, Divanu Lugat-it
Türk’te ise “Afşar” olarak geçmektedir. Çalışmada Türk Dil Kurumu’nun İmlâ
Kılavuzu’na bağlı kaldığımız için “Afşar” kullanımını tercih ettik. Ancak Fahri Bilge
defterlerde “Avşar” kullanımını tercih ettiği için metinlerin yer aldığı beşinci bölümde
ve defterden yaptığımız alıntılarda metnin aslına “Avşar” şekline sadık kaldık.
Defterlerin çevriminde günümüz imlâsı (Türk Dil Kurumu İmlâ Kılavuzu) esas
alınmıştır. Sadece ağız özelliği gösteren metinlerin (konuşma ve şiirlerin)
transliterasyonu yapılmıştır. Metinlerde okunamayan yerler (…) ile gösterilmiştir.
Köşeli parantezler [ ] bizim tarafımızdan metne eklenenleri belirtmek için kullanılmıştır.
Çalışmada desteklerini esirgemeyen aileme, özellikle annem Hülya AYDOĞDU,
kardeşim Behice AYDOĞDU’ya ve çalışmaya bir yön ve düzen veren, yoğun işleri
arasında hiçbir fedakârlıktan çekinmeyerek sabırla dinleyip, değerli düşünceleriyle yol
gösteren saygıdeğer hocam Prof. Dr. İsmail GÖRKEM Bey’e sonsuz teşekkürlerimi
sunmayı bir borç bilirim.
Betül AYDOĞDU
III
ÖZET
FAHRİ BİLGE’NİN KAYSERİ YÖRESİ TÜRK HALK BİLİMİ
ÇALIŞMALARI
Çalışmanın konusunu Fahri Bilge’nin şu an Millî Kütüphane’nin İbni Sina Yazmaları
bölümünde bulunan Yz. FB 430 Halk Bilim Derlemeleri, Yz. FB 513 Avşar Âdetleri ve
Yz. FB 582 Avşar Boyunun Beyânındadır adlı defterlerindeki Halk Bilimi
derlemelerinin okunması ve tasnifi oluşturmaktadır. Derlemelerin hepsi Fahri Bilge’ye
aittir.
Çalışmada öncelikle Fahri Bilge ve onun derleyici kimliğinden bahsedilmiştir. Daha
sonra ise Prof. Dr. Dursun Yıldırım’ın köy, kasaba, kent monografisi çalışma planından
yararlanarak, Fahri Bilge’nin derlemeleri tasnif edilip incelenmiştir. Bu defterlerdeki
derlemeler genel olarak Afşarlarla ilgilidir. Defterlerdeki konuşma ve şiirlerin
transliterasyonu yapılmıştır.
Çalışmanın önemli yönlerinden bir diğeri de Fahri Bilge’nin yaptığı derlemeleri oldukça
profesyonel bir şekilde ve derlemeleri geleneğin hâlen yaşatıldığı yerlerde yapmasıdır.
Metinlerin içinde Afşar sözlü tarihinin yer alması ise dikkat çekici noktalardan biridir.
Anahtar Sözcükler
1- Türkmenler
2- Afşarlar
3- Sözlü Kültür
4- Fahri Bilge
IV
ABSTRACT
TURKISH FOLKORE STUDIES OF FAHRİ BİLGE in KAYSERİ
The topic of our thesis is reading, transliterating and classificating notebooks of Fahri
Bilge (Yz. FB 430 Halk Bilim Derlemeleri ve Biyografiler, Yz. FB 513 Avşar Âdetleri,
Yz. FB 582 Avşar Boyunun Beyânındadır) which are now in Millî Kütüphane in İbni
Sina Yazmaları Section. In these notebooks there are folkloric collections of Fahri
Bilge.
In our study firstly we searched Fahri Bilge and his folkloric studies. Then by using the
monographic studying plan for village and city, of Dursun Yıldırım we classificated the
folkloric collections of Fahri Bilge. These collections are about Afşars. While readign
the texts we transliterated dialogues and poems.
One of the elements which increases the importance of our thesis study is professional
behaviour of Fahri Bilge while collecting these materials and collecting these materials
from the place where still oral tradion lives. There are oral history texts in these
notebooks. This property makes our thesis more interesting.
Key Words:
1- Türkmens
2- Afşars
3- Oral Culture
4- Fahri Bilge
V
İÇİNDEKİLER
ÖN SÖZ ................................................................................................................. I
ÖZET ................................................................................................................. III
ABSTRACT ................................................................................................................. IV
İÇİNDEKİLER ................................................................................................................ V
KISALTMALAR ............................................................................................................. VIII
1.GİRİŞ ................................................................................................................. 1
1.1. AFŞAR TARİHİ............................................................................................... 1
1.2. SÖZLÜ TARİH................................................................................................ 11
1.3. FAHRİ BİLGE VE DERLEYİCİ KİMLİĞİ................................................. 15
1.4. TANIMLAR .................................................................................................... 23
2. FAHRİ BİLGE DEFTERLERİNDE SÖZLÜ TARİH METİNLERİ .................... 28
2.1. AVŞAR ÂDETLERİ (Yz. FB 513).................................................................. 28
2.1.1 . [Anadolu’ya Geliş] ................................................................................. 28
2.1.2. “Ömer Bey” ............................................................................................. 29
2.1.3. “Avşarlar Aleyhinde Türkmenlerin Müttehiden Kıyamı” ................. 29
2.1.4. “Bozkuyu Kavgası”................................................................................. 30
2.1.5. “Bozok’a Sökün”..................................................................................... 30
2.1.6. “İsmail Ağa’nın Vurulması” .................................................................. 31
2.1.7. “Küçcük’ün Ağıdı” ................................................................................. 31
2.1.8. [Duman Bey’in Kozan Oğlu’na Sığınması] .......................................... 32
2.1.9. “Ahlâk, Âdat”.......................................................................................... 32
2.1.10. “Avşarların Sürülmeleri”..................................................................... 32
2.2. AVŞAR BOYUNUN BEYANINDADIR (Yz. FB 582).................................. 33
2.2.1. “Ahısha’ya Sürgün”................................................................................ 33
2.2.2. [Osmanlı Ordusuna Katılan Avşarlar] ................................................. 33
2.2.3. “İlk İskân Teşebbüsleri” ........................................................................ 33
2.2.4. “Rişvan Aşireti ile Mücadele”................................................................ 35
2.2.5. “Ayıntap’a Baskın ve Kamışlı’ya Sürgün”........................................... 36
2.2.6. “Avşar Var mı, Yok mu?”...................................................................... 37
2.2.7. [Dayının Oğlu ile Mücadele] .................................................................. 38
VI
2.2.8. [Dayının Oğlu ile Kozan Oğlu’nun Mücadelesi] .................................. 38
2.2.9. [Kelin Oğlu’nun Adana’dan Çıkarılması] ............................................ 39
2.2.10. “Albustan Kavgası” .............................................................................. 40
2.2.11. “Beyazıt Oğlu İçin Harekât”................................................................ 41
2.2.12. [Pehlivan Oğlu’nun Öldürülmesi] ....................................................... 43
2.2.13. “Töremez Oğlu Kavgası” ..................................................................... 44
2.2.14. “Firuz Beğ” ............................................................................................ 45
2.2.15. [Kozan Oğulları’nın ve Ali Bekir Oğulları’nın Yakalanması] ......... 46
2.2.16. [Avşarlarla Leklerin Mücadelesi]........................................................ 47
2.2.17. [Hac Kafilesinin Soyulması] ................................................................. 48
2.2.18. “Cin Yusuf Kavgası” ............................................................................ 48
3. FAHRİ BİLGE DEFTERLERİNDE AFŞAR SÖZLÜ EDEBİYATI ..................... 49
3.1. KONUŞMALIK TÜRLER.............................................................................. 49
3.1.1. Ağız Özellikleri ........................................................................................ 49
3.1.2. Lâkaplar................................................................................................... 51
3.1.3. Atasözleri ve Deyimler............................................................................ 51
3.1.4. Bilmeceler................................................................................................. 52
3.1.5. Alkış ve Kargışlar ................................................................................... 53
3.2. SÖYLEMELİK TÜRLER............................................................................... 54
3.2.1. Mâni.......................................................................................................... 54
3.2.2. Türkü........................................................................................................ 55
3.3. ANLATMALIK TÜRLER.............................................................................. 57
3.3.1. Masallar ................................................................................................... 57
3.3.2. Fıkralar .................................................................................................... 57
3.4. KONUŞMACILAR, SÖYLEYİCİLER, ANLATICILAR,
OYNAYICILAR.......................................................................................... 58
4. FAHRİ BİLGE DEFTERLERİNDE SOSYO-KÜLTÜREL HAYAT ................... 62
4.1. BEŞERÎ VE EKONOMİK YAPI ................................................................... 62
4.2. SOSYAL YAPI................................................................................................. 63
4.3. AİLE YAPISI ................................................................................................... 63
4.4. DİNÎ YAŞAYIŞ ................................................................................................ 66
VII
4.5. GÜNDELİK HAYAT ...................................................................................... 68
4.5.1 Beslenme ................................................................................................... 68
4.5.2.Temizlenme............................................................................................... 70
4.5.3. Giyim-Kuşam ve Süslenme .................................................................... 71
4.7. GEÇİŞ TÖRENLERİ ...................................................................................... 72
4.7.1. Doğum ...................................................................................................... 73
4.7.2. Evlenme.................................................................................................... 75
4.7.3. Ölüm......................................................................................................... 79
4.8. HALK HEKİMLİĞİ........................................................................................ 81
4.9. EĞLENCE KÜLTÜRÜ ................................................................................... 82
4.9.1. Halk Dansları........................................................................................... 82
4.9.2. Halk Eğlenceleri ...................................................................................... 84
5. METİNLER.................................................................................................................. 86
5.1. HALK BİLİM DERLEMELERİ VE BİYOGRAFİLER (Yz FB
430) ................................................................................................................. 86
5.2. AVŞAR ÂDETLERİ (Yz FB 513)................................................................... 96
5.3. AVŞAR BOYUNUN BEYÂNINDADIR (Yz FB 582)................................... 196
6. SONUÇ.......................................................................................................................... 305
7. ŞİİR DİZİNİ ................................................................................................................. 307
7.1. AYAKLI ŞİİRLER .......................................................................................... 307
7.2. DİĞER ŞİİRLER (MÂNİLER) ...................................................................... 308
8. KAYNAKLAR ............................................................................................................. 309
9. EKLER.......................................................................................................................... 316
9.1. HALK BİLİM DERLEMELERİ VE BİYOGRAFİLER ( Yz FB
430) (3 ve 10. sayfalar)
9.2. AVŞAR ÂDETLERİ (Yz FB 513) (2 ve 93. sayfalar)
9.3. AVŞAR BOYUNUN BEYÂNINDADIR (Yz FB 582) (37ve 101. s.)
ÖZGEÇMİŞ
VIII
KISALTMALAR
FB 430 : Yz. FB 430: Halk Bilim Derlemeleri ve Biyografiler.
FB 513 : Yz. FB 513: Avşar Âdetleri.
FB 582 : Yz. FB 582: Avşar Boyunun Beyânındadır.
YTKSG : Yerel Tarihçilik, Kent, Sivil Girişim-Yerel tarih Grupları Deneyimi
(Yerel Tarih Konferansı-Türkiye’de Yerel Tarihçilik ve Sivil bir Çaba
Örneği Olarak Yerel Tarih Grupları, 16-17 Kasım 2001), (Editör: Funda
Çelebi), Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları,
İstanbul 2001.
hzl : Hazırlayan.
yyl : Yayınlayan.
vd : ve diğerleri.
(…) : Okunamayan yerler.
[ ] : Metne tarafımızdan eklenen yerler.
á : a-e arası sesli.
ġ : Kalın g veya yumuşak g sesi.
xxxx : Hırıltı h sesi.
ñ : Nazal n sesi.
ó : o-ö arası sesli.
ú : u-ü arası sesli.
1. GİRİŞ
1.1. AFŞAR TARİHİ
Afşar, 24 Oğuz boyundan Bozoklara dâhil Oğuz Kağan’ın oğullarından Yıldız Han’ın
soyundan gelen boydur. Afşar’ın kelime anlamı Reşidüddin’e göre “çevik ve avı
seven”; Yazıcı Oğlu’na göre ise “cüst ü çâlâk ve ava ve canavara ve kuşa heveslüdür”.
Vambery bu ismi ‘toplayıcı ’, ‘zaptiye neferi, mübaşir’ olarak anlamlandırmış, G.
Nemeth ise Kazan ve Kırım Türkçelerinde ‘müsaade etmek, itaat etmek’ anlamına gelen
‘auş-’ fiiliyle bağdaştırarak kelimenin ‘itaatli’ anlamına geldiğini söylemiştir (Kalkan
1982, 27). Bu anlamlardan da Afşarların hareketli, atılgan, çevik bir yapıya sahip
olduklarını çıkarabiliriz. Afşarların ongunu tavşancıldır.
IX. yüzyıldan günümüze kadar adını yaşatabilmiş tek boy Afşarlardır (Sümer 1999,
270). Bu boyun Anadolu’ya yerleşirken geniş alanlara yayıldığını yerleşim yerlerine
verilen isimlerden anlayabiliriz (Sümer 1999, 289). Reşidüddin’e göre hükümdar
çıkarmış Oğuz boylarından birisi olmasından dolayı büyük önemi haizdir (Sümer 1999,
270).
Emir Kalkan’ın belirttiğine göre Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan önceki döneme ait
Afşarlarla ilgili bilgiye ulaşılamamıştır (Kalkan 1982, 25). X. yüzyıl gezginlerinden El
Makdisî Türk sınırında “Avşar” adlı bir köyden bahsetmektedir. Kaşgarlı Mahmut ise
Sır-ı Derya bölgesinde ticaretle uğraşan ‘yatuk’ olarak adlandırılan Oğuzların bir kısmı
Afşardır. Afşarlar Orta Asya’dan batıya doğru göçerken diğer boylarla birlikte
göçmüşler, bu boylarla birlikte çeşitli teşekküller kurmuşlar ve bu teşekküllerde önemli
görevlerde yer almışlardır. Afşarlar bu göçte iki büyük kol olarak Hazar Gölü’nün
güneyinden geçen yolu takip etmişlerdir:
A) Aksungur İdaresinde Gelen Afşarlar:
Aksungur idaresinde Suriye’ye gelen Afşarlar, Selçuklu hakimiyetinde yaşamışlar,
Alpaslan ve Melikşah’ın hükümdarlığını tanımışlardır. Aksungur, Melikşah’ın
ordusunda önemli bir yere sahipti: Anadolu’nun fethindeki başarısıyla sultan tarafından
‘Kasımüddevle’ (Devletin Ortağı) unvanıyla teşrif edilmiştir (M. 1086). M. 1092 yılında
Aksungur Melikşah’la birlikte Fatımîler üzerine savaşa giderken, sultanla aralarının
2
açılmasından dolayı emrindeki birlikleri geri çekmiş, bundan dolayı Melikşah da
seferden dönmek zorunda kalmıştır. Melikşah’ın M. 1092’de öldürülmesinden sonra
Melikşah’ın kardeşi Tutuş’a bağlanan Aksungur ve Afşarlar, Tutuş ile ters düşmüşler ve
Sultan Berkyaruk’a güvenerek Tutuş’a karşı çıkmışlardır fakat Berkyaruk’tan yardım
göremedikleri için yenilmişler, Aksungur da M. 1094’te Tutuş tarafından
öldürtülmüştür. Aksungur’un yerine Musul şehzadesinin atabekliğini yapan oğlu
İmadeddin Zengi geçmiştir. Zengi, önceleri Sultan Mesud’u yanında yer almışsa da
merkezî otoritenin zayıflamasıyla Halife’nin tarafına geçerek Halife’den ‘Fatih’
unvanını almıştır. Zengiler Devleti’ni kuran İmadeddin Zengi, Haçlı Seferleri sırasında
da Urfa’yı Haçlılardan geri almış (M. 1145), Caber’i kuşattığı sırada (M. 1146)
öldürülmüştür. Yerine geçen oğlu Nureddin Mahmut, Halep’i mamur etmiş, M. 1149’da
Sultan Mesud’la birleşip Haçlıları bozguna uğratmıştır. II. Kılıçaslan’la aralarının
açılmasından dolayı iki kere savaşmadan anlaşma yapılmıştır. İkinci anlaşmada II.
Kılıçaslan, Nureddin Mahmut’un Sivas dolaylarındaki hakimiyetini kabul etmiştir (M.
1173). Fakat M. 1174’te Mahmut ölmüş ve buraların hakimiyeti II. Kılıçaslan’a
geçmiştir. Mahmut’tan sonra yerine kardeşi Salih geçmişse de babası ve ağabeyine göre
sönük kalmıştır. XIII. yüzyıldaki Moğol istilâsıyla da Afşarlar dağılmışlardır. Dağılan
Afşarlar Anadolu’nun güneyine göçmüşlerdir fakat yukarıda bahsedilen anlaşmadan da
anlaşılabileceği gibi Afşarların bir kısmı Nureddin Mahmut ile Sivas, Kayseri ve
Çukurova’ya gelmişlerdir (Kalkan 1982, 29-33).
B) Yakup Bey İdaresinde Gelen Afşarlar:
Milâdî 1135-1136 (Hicrî 530) yılında Afşarların Huzistan’da bulunduklarını Faruk
Sümer “Oğuzlar” kitabında belirtmektedir. Bu yıllarda Afşarların başlarında Arslan oğlu
Yakup Bey bulunmaktadır. Arslan oğlu Yakup Bey’den sonra beylik Şumla’ya
geçmiştir. Şumla’nın esas adı Ay-Doğdu olup, babasının ismi Küş-Doğan(Güç-
doğan)dır. Selçuklu Devleti emirlerinden olan Şumla Melikşah’ı Huzistan’dan çıkarıp
buraya hâkim olmuştur. Melikşah’ın ölümünden sonra H. 555 (M. 1160)’te Selçuklu
tahtına Arslan Şah oturmuş ve Şumla onun hükümdarlığını tanımıştır. Şumla’dan sonra
H. 571 (M. 1175-1176)’de Afşarların başına oğlu Şeref üd-din Emiran geçmiştir. II.
Mehmed (Fatih) şehzade iken Dulkadır hanedanından olan Süleyman Bey’in kızı Sitti
Hatun’la evlenmiştir.
3
XV. yüzyıl ortalarında Akkoyunlu Devletinin güçlenmesiyle Dulkadırlı Beyliği’ndeki
bazı Türkmenler Akkoyunlu Devleti’nin hakimiyetine girmiştir. Refet Yinanç’ın
belirttiğine göre Bayat boyundan bazı beyler Uzun Hasan’a hizmet etmekle birlikte
Cihangir’e karşı yapılan savaşta onu yalnız bırakarak Anadolu’ya hareket etmişler fakat
Dulkadırlılara mensup Bayat ve Afşarlardan bazılarının kalarak Uzun Hasan’ın yanında
savaşa katıldığı anlaşılmaktadır (1457). (Yinanç 1989, 89) Bu yıllarda beyliğin başında
bulunan Melik Arslan hem Osmanlı Devleti’ne hem de Memluk Devleti’ne yakın
davranmaktaydı. Ondan sonra yerine geçen Şahbudak Bey Memluklara yakın olduğu
için Fatih Sultan Mehmed beyliğin başına Şehsuvar Bey’in geçmesini istemiştir.
Aslında tebaa da Şahbudak’ın karşısında olduğu için Türkmenler Şehsuvar’ın yanında
yer almışlardır. 1466 yılında yapılan mücadele sonucunda beyliğin başına Şehsuvar Bey
geçmiştir. Şehsuvar Bey zamanında Melik Arslan Bey’in oğlu Arslan kendisine sadık
maiyeti ile özellikle Afşar ve Bayat boylarına mensup Türkmenlerin birçoğu ile,
Akkoyunlu Devletinin hizmetine girmişlerdir (Yinanç 1989, 62-105). Bu olay da XV.
yüzyıl içinde olmuştur. 1522’de beyliğin son beyi olan Ali Bey’in Osmanlı Devleti
tarafından öldürtülmesiyle beylik fiilen Osmanlı topraklarına katılmıştır (Yinanç 1989,
105)
Dulkadırlı Türkmenlerinin içindeki Halep Türkmenleri, XIII. yüzyılda Memluklar
tarafından Sis’e yerleştirilmiş olan Afşarların yanına XVI. yüzyılda göçmüş olabilirler
(Sümer 1999, 282, 284). XV. yüzyılda Kuzey Suriye Afşarlarından olan Gündüzlü
Afşarı’ndan bir kol İran’a gitmiştir. Refet Yinanç’ın Akkoyunlu hizmetine girdiğini
söylediği bir grup Türkmen’den bazıları bu kol olabilir.
Dulkadırlı Türkmenlerinin içinde bulunan boylardan Halep Türkmenlerinin yaylakları
Sivas’ın güneyindeki Yeni-il bölgesi idi. XVI. yüzyılda Dulkadırlıların Osmanlı Devleti
idaresine geçmesiyle bu konar-göçer grup kışlak olarak da Sis’i – ki buraya daha
önceden Memluklar tarafından Afşarların bir kısmı yerleştirilmiştir – tercih etmiş
olabilirler. Yine Dulkadırlı Türkmenlerinin içinde olan Boz-ulus Türkmenlerinin
yaylakları ise Erzurum-Kars civarı idi fakat Kuzey Suriye’deki kışlak mahalleriyle
yaylakları arasındaki yolun güvenliğinin azalması sebebiyle bu Türkmen grubu da
Anadolu’nun içlerine doğru gelmiş ve bu grubun içindeki Afşarlar da diğer Afşarlarla
birleşerek kışın Kadirli, Çukurova; yazın Zamantı çevresi arasında konar-göçerliğe
4
devam etmişlerdir. Boz-ulus ile Anadolu’ya gelenler XVII. yüzyıl sonlarında Rakka’ya
iskân edilmişlerse de buradan kaçmışlardır.
Faruk Sümer’e göre XVII. yüzyılda Afşar oymaklarının başındaki boy ve ağa ailelerinin
değişmiş olmasından, bu ailelerin İran’a gittiği, yerlerine ise kethüdaların geçtiği
anlaşılabilir (Sümer 1999, 282). Emir Kalkan’ın belirttiğine göre iskân siyasetinden
dolayı parçalanarak ikamete zorlanan Afşarlar da eski güçlü boy beyleri kalmamıştır,
topluluklar küçülmüştür. Küçülen topluluk kendi içinden birisine bağlanmış veya
bölgedeki etkin beye bağlanmıştır (Kalkan 1982, 53).
XVI. yüzyıl sonlarında Afşarların başında Recep, Bahri ve Küçük Minnet Kethüdalar
bulunmaktadır. Daha sonra Recepli Afşarı olarak anılacak olan grup, başında Recep
Kethüda’nın bulunduğu gruptur.
Yazın Zamantı çayı, Pınarbaşı, Sarız civarındaki yayla ve otlaklara göçen Afşarlar, kışın
havası daha mutedil olan Çukurova’ya iniyorlardı. Geçimleri hayvancılığa dayalı
olduğu için konar-göçer hayat tarzını benimsemişlerdi. Geçim kaynaklarının
hayvancılık olması sebebiyle çok az da olsa ziraatla uğraşıyorlardı. Fakat bu geçim
kaynağı önemli bir meblağ değildir. Önemli geçim kaynaklarından birisi de yerleşik
ahaliye ve diğer konar-göçer aşiretlere baskın yaparak buralardan ganimet elde etmektir.
Konar-göçer aşiretlerin hayvanlarını ekili tarlalardan geçirmeleri veya buralarda
yaymaları; aşiretlerin köylüye veya diğer aşiretlere baskın yapması ve bu mücadelenin
geçtiği alanların harap olması yerleşik halkı rahatsız etmekteydi. Bu baskınlar sadece
yerleşikler için geçerli değildi, aynı zamanda yolcuların da yolları kesilebilir, posta
tatarları soyulabilirdi. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda bu rahatsızlık gittikçe artmış, halk
başka şehirlere göçmeye başlamıştır. Yolların güvensiz oluşu nedeniyle bulunduğu yeri
terk edemeyen halkın bir kısmı ise İstanbul’a durumu birçok kez dilekçelerle
bildirmiştir. Bu şekavet hadiseleri, tarlaların talan edilmesi ve köylerin boşalmasına
sebep olduğu için ekonomisi tarıma dayalı olan Osmanlı Devleti’ni malî açıdan zor
duruma düşürmüştü.
Osmanlı Devleti şekavet hadiselerinin önüne geçmek için iki yönteme baş vurmuştur:
İskân veya iskâna yanaşmayan bazı aşiretlerin ise belli miktarda vergi ve grubun içinden
herhangi, bir veya birkaç kişinin zarar ziyana sebep olması durumunda zararın aşiretten
5
alınması.1 Devlet, bu olumsuzlukları engellemek için önce aşiretleri parçalayarak onları
iskân etmeye çalıştı. Murat Çelikdemir’in Osmanlı Döneminde Aşiretlerin Rakka’ya
İskânı (1690-1840) adlı doktora tezinde belirttiğine göre Osmanlı Devleti kuruluşundan
itibaren aşiretleri iskâna çalışmıştır çünkü aşiretler düzenli yapıları ve konar
göçerliklerinden dolayı2 her an savaşa hazır bulunmaları sebebiyle devlet için bir iç
tehlike niteliğindeydi (Çelikdemir, 2001, 22). Böyle düşünülmesinin en önemli kanıtı
Selçuklu Devletinin yıkılmasında aşiretlerin oynadığı roldür.3 Devlet aynı sebepten
dolayı Türkmen aşiretlere paye vermemiştir.4 Osmanlı Devleti aşiretlerin
eşkıyalıklarının önüne geçebilmek, Irak ve Suriye’deki yerleşim bölgelerine Arap
aşiretlerinin düzenledikleri baskınların önüne geçerek bu yörelerin zarar görmesini
engellemek ve harap olmuş yerleri tekrar imar etmek için mücadeleye alışık olan Afşar
ve hadiselere sebep olan diğer Türkmen boylarını Irak ve Suriye çevresine
yerleştirmiştir. Afşarların büyük bir kısmı XVII. yüzyıl sonlarında Rakka’da Menbiç
(Membiç, Mumbuç)’e, Belih nehri bölgesi, Hama, Humus, 1707 yılında ise
Maraş/Güvercinlik’e yerleştirilmişlerdir (Orhonlu 1987, 60-61, 66-67). Yerleştirildikleri
bölgelerde bir süre yaşayan halk, Arap aşiretlerinin baskısından kurtulma isteğinden,
yerleşik hayata alışamadıkları için geçim kaynaklarının daralmasından ve ılıman bir
iklimde yaşamaya alışık oldukları için sıcak havaya uyum sağlayamadıklarından dolayı
yerleştirildikleri bölgelerden XVIII. yüzyıl başlarında kaçmışlardır.
Osmanlı Devleti bunların kaçmasının önüne geçemeyince şekavet hadiselerini önlemek
ve askerlik, vergi işlemlerinin düzenlenmesi için konar-göçer aşiretlerin
yerleştirilmesine karar vermiştir. Bundan dolayı Recepli Afşarı’nın 1633’te Pınarbaşı ve
Zamantı yaylasına iskânına çalışılmıştır. Ancak bu yerde tanzim edilemeyen Afşarlar
Rakka’ya gönderilmiş, kaçmalarından sonra ise yine aynı yere 1728’de iskân
edilmelerine karar verilmiştir. Ayrıca Kozan Dağı’ndaki aşiretlerin Çukurova’ya
yerleşmeleri emredilmiştir (Orhonlu 1987, 108-109). Ancak bu yerlere yerleşmedikleri
1 Bazı aşiretler verdikleri zararın karşılığını vermedikleri gibi vergilerini de ödemiyor ve bununla da gurur duyuyorlardı. Emir Kalkan’a göre ise eşkıyalık yapanların peşine hem devlet hem de aşiret düşüyordu. (Kalkan 1982, 69) 2 “Göçebe ‘asker doğmuş bir kimsedir. Gündelik olanaklarıyla, yani atı, teçhizatı ve yedek yiyeceğiyle, sefere çıkmaya her zaman hazırdır. Aynı zamanda, yerleşiklerin tamamen yabancısı oldukları, son derece stratejik bir mekân duygusu onun hizmetindedir.” (Bloch 1995, 64) 3 Örneğin daha önceden Selçuklu Devleti’ne bağlı Nureddin Mahmut’un II. Kılıçaslan üzerine yürümesi ve bazı yerleri anlaşma ile alması. 4 Aşiretlerin İran’a gitmesinin bir diğer sebebi de budur: Akkoyunlu ve Safevîlerden itibar gören aşiretlerin içlerindeki bazı beyler bu devletlere sığınmışlardır.
6
gibi vergilerini de ödemeyip, konar-göçerlikte ısrar eden aşiretler 1842’den itibaren
göçtükleri sahalar içerisinde boş yerlere yerleştirilmeye başlanmıştır. Bu iskân kararını
uygulamak için yeni yerleşim merkezleri de kurulmuştur. Afşar, Rişvan gibi çok
kalabalık aşiretler parçalanarak farklı yerlere yerleştirilmişlerdir. Afşarlardan bir kısmı
da kışlak yerleri olan Zamantı Çayı civarına yerleştirilmişlerdir (Orhonlu 1987, 114-
115). XVIII. yüzyıl ortalarında devlet otoritesinin azalması ve devletin dışarıdaki
savaşlarla meşgul olmasından dolayı Afşarlar 1866’da Fırka-yı Islâhiye’nin gelişine
kadar rahat bir yaşam sürmüşlerdir.
Fırka-yı Islâhiye’nin bölgeye asayişi sağlamak üzere gelmesine geçmeden önce
Çukurova’nın o dönemdeki durumunu incelemek faydalı olacaktır: Çukurova’da
kışlayıp, yazın Uzunyayla, Pınarbaşı, Zamantı Çayı çevresi gibi yaylaklara çıkan
aşiretler hem kondukları dönemde hem de göçerken çevre ahaliye zarar vermekteydiler.
Devlet otoritesini ve devlet adamlarını tanımamakta, askerlik hizmetinden ve
vergilerden habersiz olarak ve bununla da övünerek yaşamaktaydılar. Konup göçtükleri
saha dâhilinde aşiretler kendilerine has derebeylikler kurmuş, bu beyliklerden
istemedikleri kişiyi geçirmiyorlardı. Çukurova’nın geneline Kozan Oğulları hâkimdir.5
Fakat Kozan Oğulları bu bölgeyi Doğu Kozan ve Batı Kozan olarak ikiye bölmüşlerdir.
Doğu Kozan’da Yusuf Ağa, Batı Kozan’da ise Ahmet Ağa hâkimdi. Devletin buraya
XIX. yüzyıl başlarında ve 1840’ta yaptığı müdahaleler başarısız olmuştur. Yöre asayiş
açısından emniyetli olmayıp, gelen geçen kervan ve posta arabaları soyulmakta; yerleşik
ahaliye rahat verilmemekte hatta “utanılmaksızın” hac kafileleri bile basılmaktaydı
(Dumont 1979-1980, 370). Yörede eşkıyalık olayları artmış, ortamın emniyetsiz
olmasından dolayı Çukurova gibi verimli bir yerden yapılabilecek ticaret ve tarım
baltalanmıştır. Devletin görevlendirdiği valinin hükmü şehir surlarından dışarıda geçerli
olmamaktaydı. Bazı aşiretlerin yaptığı eşkıyalık hadiseleri dışında bölgede aşiretlerin
kendi arasında çatışmaları da vuku buluyordu ki bu da bölgeyi emniyetsiz kılan bir
başka faktördü. Osmanlı Devleti bölgedeki asayişi sağlayamamasından dolayı bölgeden
vergi ve asker alamıyordu. Ayrıca bölgedeki ticaretin engellenmesi, tarım alanlarının
5 Tezakir’de geçen şu ifade Kozan Oğullarının vaziyetini açıkça göstermektedir: “Kozan-oğullarının hükümeti bir hükümet-i mutlaka-i mütegallibâne olup hiçbir şart u kayd ile mukayyed değil idi. Ağalar akıllarına geleni yaparlar idi ve ziyade gazab-nâk oldukları âdemi îdâm ediverirler idi.” (Cevdet Paşa 1986, 112).
7
işlenememesi ve köylerin boşalmasından dolayı devlet ekonomik açıdan da oldukça zor
bir durumdaydı.
Buradaki düzensizliğin önüne geçmek için Osmanlı Devleti 1865-1866’da Fırka-yı
Islâhiye adını verdiği kuvvetlerle iskâna başladı. Hadiseler en çok İskenderun
çevresinde olduğu için ordu İskenderun’a inmiştir. Önce iletişimi ve ulaşımı kesen Deli
Halil, Dede Beyler ve Ali Bekir Oğulları’nı tedip etmek hedeflenmiştir. Fırka yavaş
yavaş kuzeye doğru hareket ederek Kozan Oğulları’yla karşılaşmıştır. Orduyu
yormamak için Kozanlara anlaşma teklif edilmiştir:
Batı Kozan’ın başı Ahmet Ağa ‘Paşa’ unvanı ve senelik 2500 kuruşluk gelire razı olmuş
ve çatışmaya girmemiştir.6 Kardeşi Ali 1000 kuruş almış, babası Ömer Ağa 4000 kuruş
ve Konya’da bir çiftlik almıştır.
Doğu Kozan’ı yöneten Yusuf Ağa önce 2500 kuruş aylıkla Maraş’ta ikamete razı
olmuş, daha sonra vazgeçip Sivas’ta ikamet etmeyi ve oğlunun da Mekteb-i Harbiye’de
okutulmasını şart koşmuştur. Hükümet görevlileri her iki şartı da kabul etmiş olmasına
rağmen Yusuf Ağa isyan çıkartmaya devam etmiştir. Yakalanıp götürülürken aşiret
mensupları tarafından kaçırılmıştır. Bunun üzerine Derviş Paşa, İsmail Paşa’yı Yusuf
Ağa’yı ele geçirmek üzere görevlendirilmiş, Yusuf Ağa esir alınmıştır. Yusuf Ağa
tekrar kaçmaya çalışmış, bunun üzerine çıkan çatışmada Yusuf Ağa yaralı olarak ele
geçirilmiş ve daha sonra asılmıştır.
Fırka-yı Islâhiye’nin iskân çalışmaları başarılı olmuş, aşiretler iskân edilmiştir. Bu iskân
sırasında Reyhanlı aşireti gibi bazı aşiretler kendi isteğiyle yerleşik hayata geçmiştir.
Afşarlara ise daha önceden yaylak veya kışlaklarından birine oturmaları gerektiği
bildirilmiştir. Afşarlar önce kışlak olan Çukurova’ya yerleşmek istemişlerdir. Bu sırada
Anadolu’ya göçen Çerkezlere de iskân olacakları yerler tahsis edilmektedir.
6 Ahmet Z. Özdemir de bu görüşü desteklemektedir fakat Ali Esat Bozyiğit’in “Halk Şiirimizde Kozanoğulları Olayları” adlı makalede belirttiğine göre Ahmet Ağa hükümet kuvvetlerine direnmiş fakat teslim alınınca İstanbul’a gönderilmiştir. Buradan kaçıp Kozan’da hükümete baş kaldıran Ahmet Ağa, Akif Paşa tarafından yakalanmış ve İstanbul’a sürülmüştür. Daha sonra 1879’da 10.000 kuruş maaşla Trablusgarp’a sürülmüş, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânı ile İstanbul’a geri dönmüş, 1909’da burada ölmüştür. Elimizdeki defterde de bu olayı destekler nitelikte bir vaka anlatılmıştır. (FB 582: 129a-130b) Kozan Oğulları’nın yakalanmasıyla ilgili olarak ayrıca bk. Ahmet Cevdet Paşa 1980, 155-171; Cevdet Paşa 1986, 173,177 ve Menemencioğlu Ahmed Bey 1997, 178.
8
Afşarların kışlaklarına yerleşmek istemeleri üzerine yaylak mevkileri olan Uzunyayla,
Zamantı Çayı ve çevresi, Pınarbaşı civarına Çerkezler yerleştirilmişlerdir. Fakat
Afşarlar kışlaklarına yerleşmekten vazgeçerek yaylaklarına yerleşmek isteyip geri
döndüklerinde yerlerine Çerkezlerin yerleştiğini, görmüşler ve bu iki topluluk arasında
bir toprak mücadelesi başlamıştır. Çerkezler bu yöreye padişahın emriyle geldikleri için
hükümet kuvvetleri onların yanında yer almış, buna rağmen Afşarlarla baş
edememişlerdir. Bunun üzerine kavgaların akrabalık ilişkisi kurarak sonlanacağını
düşünen Çerkezler, Afşarların o zamanki beyi olan Hacı Bey’e bir Çerkez kızı verirler.
Diğer beylerden bazıları da Çerkezlerle evlenir (Özdemir 1985, 45). Akrabalık
kurulduktan sonra Pınarbaşı’nın Potuklu köyü sınır kabul edilmiş, böylece kavgalar
sonlanmıştır. Afşar beyi Hacı Bey ve diğer Afşarlar Sarız ve havalisine yerleşmişlerdir.
Afşarlar iskân sonrasında Kayseri: Sarız, Tomarza, Pınarbaşı; Adana: Tufanbeyli,
Kozan, Kadirli; Maraş, Hatay ve Sivas’a yerleşmişlerdir. Yozgat, Kırşehir, Ankara ve
Kırıkkale’de de Afşarlar bulunmakla birlikte nüfusları Adana ve Kayseri’ye göre daha
azdır.
Faruk Sümer “Avşarlara Dair” adlı makalesinde Afşarları, Türkmen Avşarları ve Yörük
Avşarlar olarak ikiye ayırmıştır (Sümer 1986, 125-133): 7
7 Tablo tarafımızdan düzenlenmiştir.
9
Yörük Avşarlar
Kütahya Avşarları Aydın Avşarları Ankara Avşarları
Türkmen Avşarları
Halep Türkmenleri
Avşarı
Dulkadirli Avşarları
Kozan Avşarları
Yeni-İl Avşarları
Boz-Ulus Avşarları
Köpeklü
Gündüzlü
Avşar Oymağı
Humus Sancağı’ndaki Türkmenler Arasında Kayıtlı Avşarlar
İmanlu Avşarı
Kars (Zülkadiriye)
Bozok
Andırın’da Kışlayan Avşarlar
Geçlik Taifesine Tâbi Olanlar
Ziraatçiler (Zülkadirlü)
Yaylakçılar (Yaban Eri)
Halep Türkmenleri
Dulkadirli Avşarı
Dulkadirli Avşarı
Şam Türkmenleri
Kazıklı Avşarı
10
‘Türkmen’ Kızılırmak ve Çukurova’nın doğusundaki aşiretler için; ‘Yörük’ ise
batısındaki aşiretler için kullanılmaktadır (Aksoy 2000, 113). Türkmenler konar-göçer
haya tarzından dolayı “aşiret” olarak yaşamaya devam etmişler fakat Yörükler ise
yerleştikleri yörenin adını alarak aşiret düzeninden uzaklaşmışlardır. Bundan dolayı
Türkmenlerden farklılaşmışlardır.
İran’da Afşarlar:
Afşarların bir kısmının İran’a gittiği belirtilmişti. İran’a yerleşen Afşarlar burada
Akkoyunlu ve Safevî Devletlerinin hizmetinde bulunmuşlardır. XVIII. yüzyılın
başlarına kadar İran şahına hizmet eden Afşarlar Tahmasb’ın kötü yönetiminden
faydalanarak iktidara el koymuşlardır. Şah Tahmasb’ın kötü yönetiminden rahatsız olan
halk, başarıdan başarıya koşan komutan Nadir’i takdir etmekteydi. Nadir, Şah
Tahmasb’ın kendini ispat etmek için Osmanlı Devleti’ne savaş açıp M. 1731 (H. 1144)
tarihinde yenilerek barış yapmasını değerlendirerek Şah’ı halkın gözünde iyice
düşürmüştür. Nadir, 1732 Ağustos’unda Şah Tahmasb’ı tahttan indirerek yerine onun
oğlu Abbas’ı şah yaptı fakat çocuk henüz yaşına bile girmemiş bir bebek olduğu için
Abbas’ın naibi olarak ülkeyi yönetmeye başladı. Nadir, Osmanlı Devleti’ne karşı açtığı
savaşı kazandı ve mezhebî ayrılıkları uzlaşmaya dönüştürmeye çalıştı. 1148 H./ 1736
M. tarihinde Nadir Şah unvanıyla hükümdarlık tahtına geçti. Nadir Şah M. 1747 (H.
1160) yılında öldürülünceye kadar İran sınırlarını genişletmekle birlikte acımasız tavrı
sebebiyle halkı yoksul düşürmüştür. Bunu fırsat bilen yeğeni Ali Kulı Han onu öldürtüp
yerine kendisi geçmiştir. Merhametsiz bir hükümdar olan Ali Şah (Adil Şah), halka ve
kumandanlara bol para harcamasına rağmen tahttan H. 1161/M.1748’de indirilmiş ve
gözlerine mil çekilmiştir. Adil Şah’tan sonra Afşar beyleri içinde tahta çıkmak için
mücadele olmuş, 1161H./1748 M. yılında tahta Nadir Şah’ın hayatta bırakılan tek
torunu Şahruh Mirza çıkmıştır. Şahruh Mirza, halk ve asker tarafından çok sevilen
Seyyid Muhammed’in öldürülmesini emredince onu öldürmeye “kıyamayan” emirler
onu şah ilân etmiş ve Şahruh’a da sarayda bir oda verilerek orada yaşaması sağlanmıştır.
H. 1163’te (M. 1750) Şahruh’un gözleri kör edilince müsebbibi olarak Seyyid
Muhammed görülmüş, bundan dolayı o da tahttan indirilmiş ve yerine Şahruh Mirza
yeniden şah ilân edilmiştir. Şahruh’un gözleri kör olduğu için yönetimde başarılı
olamamış, yönetim Araplara geçmiştir. H. 1164/M. 1751’de tahta Alem Şah geçmiş ve
Şahruh’tan sonra Afşarlara hanedan tekrar geçmemiştir. Orduda da iyi komutanlar
11
çıkmamış, ailenin varislerinin gözlerine mil çekilmiş, Fars’ta ikamet ettirilmişlerdir.
Tahtın Afşarların elinden çıkmasının en önemli sebebi iktidar hırsıyla birbirlerine
düşmeleridir (Sümer 1986, 125-133).
1.2. SÖZLÜ TARİH
Milletin kültürünü, onun diğer milletlerden farklı olan hayata bakış açısı, dünya görüşü,
tarihi ve dili oluşturur (Ersoy, 2003, 4). Kültürün yaşaması toplumun yaşaması
demektir. Kültürün yaşaması ise aktarılmasıyla mümkündür. Kültürün gelecek nesillere
aktarılmasında söz veya yazı kullanılır.8 Konar-göçer gruplar yerleşik topluluklara göre
daha geç yazılı kültür ortamına dâhil olur. Dolayısıyla tam yerleşik hayata geçmemiş
topluluklarda kültür genellikle sözel olarak aktarılır. Gelenek, görenek, âdet, töre,
inanış, tarih, kültüre has diğer değer ve faaliyetler nesilden nesle aktarılarak topluluğun
kültürel bütünlüğü ve devamlılığı sağlanır.
Ong’a göre folklorun dört fonksiyonu vardır: Eğlendirme, toplumsal değerlere ve
törelere destek verme, gelecek kuşakları eğitme, toplumsal baskıdan kaçma (Ong 1995,
189). Başgöz bu dört işleve “protesto işlevi”ni de eklemiştir. (Başgöz 1996, 2) Ancak
sözlü kültürün en önemli işlevi toplumun birliğini ve dirliğini sağlamaktır. Bu
etkinliklerin bütününe “toplumu geçmişiyle tanıştırma” (Ersoy, 2003, 11) denilebilir.
Buna göre sözlü kültür aktarımı beraberinde toplum tarihinin sözlü olarak aktarılmasını
da getirir.
Metinlerin aktarılabilmesi için hatırlanması, hafızada tutulması gereklidir.9 Dolayısıyla
bellek, insanın sosyalleşip neslini sürdürmesindeki en önemli esaslardan biridir.
Kültürün aktarılmasındaki rolü dolayısıyla toplumun yaşamasında en önemli
unsurlardan biri bellektir. Jan Assman belleğin bireysel olduğunu fakat bu bellekleri de
kurgulayan bir çerçevenin var olduğunu, çerçeve tarafından kurgulanan belleklerin de
toplumsal belleği oluşturduğunu ve kişinin sadece ortak belleğin çerçevesine
yerleştirebildiklerini hatırlamaya devam ettiğini ifade etmektedir (Assman 2001, 40-41).
Bu çerçevede düşünmeye devam ettiğimizde toplumsal belleğin kimlik bilinciyle ortak
8 Ong, aktarılış vasıtasına göre kültürü ikiye ayırır: Birincil sözlü kültür, ikincil sözlü kültür. Birincil sözlü kültürde aktarım söze dayalıdır. İkincil sözlü kültürde ise aktarım yazıya dayalıdır (Ong 1995, 23-24). 9 Ong: “Ne anımsayabilirsek onu biliriz” (Ong 1995, 48) ve Huyssen “Anımsanacak bir şey olmadığına göre, unutacak bir şey de yoktur.” (Huyssen 1999, 17) demektedirler.
12
hareket ettiğini görebiliriz.10 Toplumsal hafızayı taşıyan bir birey kökeni üzerine
bilgilenmiş olduğu için kendi kimliğinin ne olduğunu bilir ve hafızayı canlı tutarak bu
kimlikten rahatsız olmadığı müddetçe bunu yaşatır. Dolayısıyla kimliğin yaşatılması
(yani kültürün yaşatılması), bellekle (yani tarihle) ilgilidir. Schott “Tarih duygusunu,
insanın aynı zamanda kültür yaratma yeteneği ile bağlantılı olan temel özelliklerden
biri” olarak görmektedir (Assman 2001, 69). Yani tarih yapılırken/kurulurken kendi
kökenine ait bilgileri pekiştirmek, dolayısıyla kimlik bilgilerini dinç/sağlam tutmak ve
kültürel bilinci devam ettirmek esastır.
Tam yerleşik hayata geçmemiş topluluklarda kültür aktarımı sözel olarak yapılmaktadır.
Bu bağlamda kültür ve kimlik bilgilerinin hepsi hafızaya kayıtlıdır. Aktarılan anlatıların
iki işlevi vardır: Ya “gelişmenin motorudur” veya “sürekliliğin temelini oluşturur”.
Yani aktarılanlar sadece hatıra oldukları için aktarılmazlar.
Gelişmenin motoru olmayı örnek vererek açıklamak gerekirse, Afşarlar XVIII. yüzyılda
Kamışlı’ya sürülmüşlerdir ve hatta diğer aşiretlere bu konu alay malzemesi olmaktadır.
Afşarlar bunu öğrenince daha da güçlenip diğer aşiretleri yenerek “kendi yurtlarına”
kavuşmuşlardır. Bu anlatıda da görülebileceği gibi Afşarlar kendini zor bir durumdan
gelişerek çıktıklarını yeni nesillere aktararak korumanın gerekliliğini göstermiş ve
gelişmenin/büyümenin önemini vurgulamışlardır. ‘Sürekliliğin temeli’ işlevi ise köken
bilincinin devamını sağlamak amacıyla aktarılan bütün anlatıları kapsamaktadır. Bu
bilgilerin aktarılması ve kullanılması için Jan Assman’a göre üç şart gerekmektedir:
“kaydetme, çağırma ve iletme; ya da şiirsel biçim, ritüel sunuş ve toplumsal katılım”
(Assman 2001, 59-60). Fahri Bilge’ye ait defterlerde anlatılan hemen her olayla ilgili
türkü, mâni bulunmaktadır. Bu şiir metinleri hafızada saklanan bilgilerin kalıcılığını
arttırmıştır. Örn: Afşarların Rakka’ya sürülüşlerine dair anlatılar ve bu anlatıların
türküleri gibi.
Bu örneklerden anlaşılabileceği ve Jan Assman’ın belirttiği gibi şiirsellik hafızayı
olumlu yönde etkilemektedir. Sosyal çevrenin değişimi unutmalara neden olduğu için
topluluk içinde organize edilmiş bir hatırlama çalışması başlar. Bu, zamanla kimliğin
kemikleşmesine sebep olur. Kültürel bellek gündelik olmayan olayları taşıdığı için
10 Hartog’a göre ‘anı’, ‘miras’ ve ‘anma kutlamaları’ sözcüklerinin bir araya gelmesi bizi ‘kimlik’ anahtar sözcüğüne ulaştırır. (Hartog 2000, 222)
13
“kültürel belleğin hep özel taşıyıcıları” olmuştur (Assman 2001, 87). Ritüel sunuş, bu
özel taşıyıcı yani aktif taşıyıcı ile ilgilidir. Metin aktarılırken, anlatan kişi jest, mimik,
vücut hareketleri, ses ve ritim gibi unsurları kullanarak dinleyicinin hafızasına daha
fazla hitap eder. Burada esas etken anlatıcıdır. Anlatıcının ön planda olması durumunda
topluluk bu eyleme ritüeller, bayramlar gibi özellikle toplanıldığı zaman “pasif taşıyıcı”
olarak katılır. “Anlatıcının esas işlevi grup belleğini korumaktır.” (Assman 2001, 57).
Hartog anlatıcının işlevini şöyle açıklamaktadır:
Gerçekten de anlatıcı metne ister doğrudan, isterse dolaylı olarak karışsın, hedefi sêmaínein, yani göstermek ve bildirmektir. Zira sêmaínein, bir şeyi, kendi gözleriyle görmeyen kişilere göstermek ve bildirmek anlamındadır.
(Hartog 1997, 340-341) Bu işlev ise kültürel hafızanın aktif taşıyıcıları yani sözlü tarihin aktif taşıyıcıları için
çok doğru bir tanımlamadır, fakat Hartog anlatıcının “en fazla anlatılmaya layık
olanlarını” aktaracağını da eklemiştir (Hartog 1997, 350). Yani “kültürel bellek gündelik
olmayan olayları hatırlama organıdır.” (Assman 2001, 61). Örneğin Firuz Bey, Yeğen
Ali, Koca Topuz’un oğlu Çerkez ile ilgili anlatıla gelen metinlerde bahsedilen kişilerin
hatırlanmasının sebebi, bu kişilerin ‘önemli’, “garip” ve ‘etkileyici’ olmalarıdır. Bu
kişilerin özellikleri yaşananların anlatılmasını devam ettirmek için abartılmış, böylece
kişiler kahramanlaştırılmıştır (Ong 1995, 88-89). Folklor metinlerinde tek ana karakter
olması özelliği (Propp 1990, 8) de göz önünde bulundurulduğunda, bu kişilerin
kahramanlaştırılması çok doğal olarak algılanacaktır.
Burada bir noktayı düzeltmek yerinde olacaktır. Elimizdeki metinlerde folklor, tarihin
önüne geçmiştir. Yani başlangıçta bir olayı hatırlamak için türkü söylenirken, türkü
olayın önüne geçmiş, türkü söylendikçe onun ilk defa söylenmesine sebep olan olay
anlatılmaya başlanmıştır. Başka bir deyişle ‘tarih için folklor’ yerini, ‘folklor için tarih’e
bırakmıştır. Dolayısıyla burada geleneksel bir tarih aktarımı ve aktarıcısından söz etmek
zordur. Aktarılan olayların türkü için anlatılması sebebiyle tarihî olayları anlatan kişiler
“tarihçilik” geleneğini oluşturmamıştır. Fakat topluluk (Afşarlar) içinde aktif taşıyıcıya
benzer bazı özelliklere sahip özel anlatıcılar bulunmaktadır. Anlattığı metnin geleneği
olmamasına ve anlatma işinden para kazanmamasına rağmen anlatılan metnin en iyi
aktarıcısı olmasından dolayı Anber Ağa gibi bazı kaynak şahıslar daha ön plana
çıkmışlardır: Anber Ağa ve diğer türkü hikâyesi anlatanlar, grup belleğini korumak için
tarihî metinleri anlatmaları, anlatacakları metinleri seçmeleri ve anlatırken hafızada
14
saklanmasını kolaylaştırmak için vurgu, diyalog ve türkü kısımlarını kullanmalarından
dolayı Hartog ve Assman’ın ‘tarih anlatıcısı’na benzemektedirler.11
Yerel tarihçilik alt tabaka/grup/kitlelerdeki kimlik bilincini olumlu etkiler. Bundan
dolayı ‘cemaat’ hayatına olumsuz etkisi olabilir: ‘Cemaat’in bölünmesi/alt gruplara
ayrılması, mensup olunan grubun yüceltilmesi veya diğer grupların küçük görülmesi bu
olumsuz etkilerdendir.
Ancak yerel tarihçilik küreselleşmeye karşı geliştirilmiş bir silâh da sayılabilir. İsmail
Erten, her ne kadar küreselleşmenin yerelliği ortaya çıkardığını ve yerelleşmeyi olumlu
etkilediğini söylese de (YTKSG 2001, 126) küreselleşmenin yerelliği köreltici nitelikleri
de vardır. Günümüzde kitle iletişim araçlarının artması ve bunların kullanımının
yaygınlaşması, yazılı kültürün yayılması gibi özellikler, kültürlerdeki farklı unsurları
törpüleyerek kültürleri homojenleştirmektedir. Bu homojenleşmenin en büyük olumsuz
etkisi kültürlerin asimile olmasıdır. 12
Bu açıdan bakıldığında küreselleşmeye karşı yerelleşme doğru bir adım sayılabilir.
Kişiler/gruplar mensup oldukları üst grupların küreselleşmenin yerel özellikleri
törpülemesiyle kendi özelliklerinin kaybolmaması için yerel tarih araştırmalarına ağırlık
verebilirler. Dolayısıyla yerel tarih araştırmaları ulus bilinci için olumsuz etkiye sahipse
de yerel kimlik bilincinin kaybolmaması açısından olumlu etkiye sahiptir. Bu
doğrultudan bakıldığında çevremizde yapılmış veya yapılmakta olan yerel tarih
çalışmaları (amatör veya akademik özellikte olabilir) yerel kimliğin yenilenmesi
açısından da önemlidir.
Yerel tarih araştırmalarının ana amacı Cristoph Neumann’a göre aidiyet duygusudur.
Yani çevresini ait olduğu toplumu iyi tanımak isteyen biri yerel tarihe ilgi duyar ve
araştırma yapar. Buradaki aidiyet duygusunun ise kişinin, yaşadığı toplumla ve yerle
ilişkisinin olmasıyla, o yerle ilgili sorumluluk duygusuna sahip olunmasıyla bağlantılı
olduğunu belirtiyor. (YTKSG 2001, 108) Buna göre Fahri Bilge’nin yapmış olduğu
araştırmaları açıklayabiliriz.
11 Anber Ağa Ahmet Z. Özdemir’in belirttiğine göre halk arasında “Tarihçi Anber” adıyla tanınmaktadır. (Özdemir 2004, 110) 12 “Küreselleşme ideolojisine göre, sözel tarihin, tarihin inşası için değil de, yeni dünya düzeni tarihinin inşa edilmesi için kullanılması, şüphesiz toplumlar yerine insanları sürülere dönüştüren yığınların büyümesini beraberinde gündeme taşıyacaktır” (Yıldırım 2004b, 134)
15
Sözlü tarih, ülkemiz için çok yeni bir tarih disiplinidir. Bu alanda yapılan çalışmalara
Dursun Yıldırım’ın “Tarih Yazımı ve Sözlü Ortam Kaynakları” (Yıldırım 1998b, 87-
101), “Balkan Üçlemesi ve Tarih” (Yıldırım 2003, 144-160), “Sözel Tarih Belgesi:
Sözel Tarih Metinleri [Kamanlı Mendoğ’un sözlü tarihine bağlı sözel belge üzerine bir
deneme]” (Yıldırım 2004b, 131-154) adlı makaleleri; Arzu Öztürkmen’in “Sözlü
Tarihin Yerel Tarih Araştırmalarına Katkısı” (Öztürkmen 1998, 368-379), “Sözlü Tarih
Yeni Bir Disiplinin Cazibesi” (Öztürkmen 2000-2001, 115-121) adlı makaleleri; Celâl
Metin’in “Sözlü Tarih ve Türkiye’deki Gelişimi” (Metin 2002, 32-42) adlı makalesi
örnek verilebilir.
1.3. FAHRİ BİLGE VE DERLEYİCİ KİMLİĞİ
Çalışmada incelenen defterlerin derleyicisi ve yazıcısı (kaydedicisi) olan Fahri Bilge,
1891 yılında Bolu’nun Mudurnu ilçesinde doğmuştur. Tam adı Ahmet Fahri Bilge’dir
(Okay 2004, 8). Bugünkü adı Yıldızlar olan Selim Ağalar ailesine mensup Mehmet Arif
Bey ve Atiye Hanımın oğlu olan Fahri Bilge’nin ilk tahsili hakkında elimizde bilgi
yoktur. Fahri Bilge ilk tahsilinden sonra okumaya devam etme isteğiyle ailesinin karşı
çıkmasına rağmen 1907’de İstanbul’a gitmiştir. “Cumhuriyet’ten önceki dönemde:
Nisan 1905 Mudurnu Bidayet Mahkemesi Mülâzımlığı (stajyer), Şubat 1906’dan
itibaren daima Ziraat Bankası’nda olmak üzere Mudurnu Sandığı Odacılığı, Ereğli
Sandık memuru refakatçiliği görevlerinde bulunmuştur (Okay 2004, 8).
Ziraat Bankası’nın açtığı bir sınavı kanarak Rize’nin bugünkü adı Pazar olan Atina
isimli ilçesinde memuriyete başlamıştır. Burada sandık memurluğu görevinde bulunan
Fahri Bilge sırasıyla, Trabzon şubesi yevmiye mukayyidi, Vakfıkebir Sandığı memur
vekili, Ordu ve Samsun yevmiye mukayyidi, Sinop şubesi veznedar vekili, Boyabat
Sandığı’nda memur vekili, Boyabat iaşe muhasibi, Trabzon yevmiye mukayyidi, Ordu
şubesinde yardımcı, Samsun’da müdür muavin vekili, Amasya müdür muavini, Çorum
müdür vekili ve müdür, Samsun şubesi müdürü, Hesabat-ı Merkeziye müdürü olarak
çalışmıştır. Cumhuriyet’ten sonra ise yine sırasıyla Ziraat Bankası Merkez Tasfiye
Hesabat Heyeti memurluğu, Samsun şubesi müdür muavinliği, Çorum şubesi
müdürlüğü (1924-1926), Kütahya şubesi müdürlüğü, Giresun şubesi müdürlüğü (1929-
1937), Kayseri şubesi müdürlüğü (1937-1950) ve Afyon şubesi müdürlüğünde (1950-
16
1955) çalıştıktan sonra yaş haddinden 13 Temmuz 1955’te emekliye ayrılmış ancak
İstanbul Fatih şubesinde revizörlüğe ölümüne kadar devam etmiştir.13 Fahri Bilge 22
Temmuz 1937’de Girit muhacirlerinden, ‘Soeur’ler okulu mezunu olan Müşerref
Hanım’la evlenmiştir (Güven 2000, XXXVIII). 1938’de oğlu Aydın Bilge, 1940’ta kızı
Aygen Bilge dünyaya gelmiştir. Fahri Bilge, Orhan Okay’ın ifadesiyle “kitaplarına
doyamadan” 17 Temmuz 1961’de vefat etmiştir (Okay 2004, 6).
Fahri Bilge’nin “belli bir çevrede dillere destan” olan çok geniş ve nadide basma, yazma
ve derlemelerden oluşan bir kütüphanesinin olduğu hem Orhan Okay, hem İsmail
Görkem hem de Ahmet Emin Güven tarafından ifade edilmiştir (Güven 2000,
XXXVIII, Görkem 2001, 57, Okay 2004, 7). Kitaplar o kadar çoktur ki Fahri Bilge
İstanbul’a taşındığında kitapları için ayrı bir daire tutmuştur (Okay 2004, 6). Orhan
Okay bu kütüphaneye şahit olanlardan birisidir: Fahri Bilge öldükten sonra oğlu Aydın
Bilge bu kütüphaneyi satmak için Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne başvurmuştur.
Üniversite kitapların alınması için bir eksper raporu istemiş, bunun için de Orhan Okay,
Ahmet Türek ve Haluk İpekten görevlendirilmiştir. İki aylık bir çalışma sonucunda
tavsif edilen kitaplara 800.000/900.000 Türk lirası değer biçilmiş ancak bu fiyatı
rektörlüğün fazla bulması sonucu kitaplar alınamamıştır. Bu kitaplar dağılmış, bir
kısmının sahaflara, bir kısmının özel kütüphanelere ve bir kısmının da yurt dışına
satıldığı söylenmiştir. Oğlu Aydın Bey’in bildirdiğine göre kitapların sayısı su basması,
rutubet ve geri verilmek üzere (!) alınıp geri verilmemesi gibi sebeplerle 628 parçaya
kadar düşmüştür (Güven 2000, XL). Orhan Okay’ın Seyfettin Ünlü’den rivayetle
belirttiğine göre kitapların bazıları Chigago Üniversitesi’ne gönderilmiş ve oradan da
tasfiye edilerek Türkiye’deki sahaflara gelmiştir (Okay 2004, 7-8). Kitaplardan bir
kısmı 1976’da çıkarılan Bakanlar Kurulu kararıyla Millî Kütüphane’ye sembolik bir
fiyat karşılığında satılmıştır (Görkem 2001, 56).
Fahri Bilge’nin bu geniş kütüphaneyi nasıl oluşturduğu sorusunun cevabı Bilge’nin
memuriyet için gezdiği yerlerle ilgilidir. Fahri Bilge Ziraat Bankası’nda çalıştığı
dönemde tayin olduğu yerlerin yerlilerine ve köylülerine ellerindeki kitapları kendisine
göstermelerini ve bu kitapları satın alacağını söylemiş, böylece kütüphanesini kurmaya
başlamıştır. Daha sonra sahaflardan, yurt dışından kitap alımlarına devam etmiş ve
13 Fahri Bilge Ziraat Bankası’nda 235, Emekli Sandığı’nda 90-317.01 numaraya kayıtlıdır. (Okay 2004, 8)
17
kütüphanesini genişletmiştir. Bilge, kütüphanesinin büyük bölümünü Kayseri’de
oluşturmuştur: Bu yöreden yaklaşık olarak 15.000 yazma ve basma eser toplamıştır
(Güven 2000, XXXVIII).
Fahri Bilge’nin kitap sevgisi Orhan Okay’ın ifadesiyle “bibliyoman”lıktır (Okay 2004,
4). Bibliyoman, kitap hastası, gördüğü her kitabı elde etmek isteyen ve elindeki kitapları
paylaşmaktan bile imtina eden demektir. Okay, Fahri Bilge ile iki kez karşılaşmıştır: İlk
karşılaşma 1952 yılı Ağustosunda Bursa’da olmuştur. Orhan Okay hocası Sadettin
Buluç’la birlikte Orhan Kütüphanesi’nde çalışırken, Sadettin Bey “uzun boylu, kalıplı,
kıranta kıyafetli, epey tekellüflü ağır bir Osmanlıca ile konuşan, yaşlıca bir zat” ile
konuşmaya başlar (Okay 2004, 4). Bu zat üniversitedeki hocaları tanımakta ve onların
hâl-hatırlarını sormaktadır. Fakat esas ilgilendiği konu yazma kitaplardır. “O falanca
kitap değil mi, bendenizde onun şu tarihli bir nüshası var” veya nadide bir kitabın
görülüp görülmediğini sorup olmadığı cevabını alınca keyifli bir şekilde “Bendenizde
onun tam üç nüshası vardır, efendim” diyen bu kişi Fahri Bilge’dir. İki yıl sonra
Temmuzda bu kez Afyon’daki bir araştırmada Ahmet Ateş, Abdülkadir Karahan ve
beraberlerindeki kalabalık bir grupla -ki grupta Orhan Okay da bulunmaktadır- Afyon
Ziraat Bankası müdürünün evine davet edilir. Fahri Bilge’nin evindeki bu davette konu
kitaptır. Bilge, misafirlerine kütüphanesini göstermiştir. Bir kitabı çıkarıp ancak yerine
koyduktan sonra diğer bir kitabı gösteren Fahri Bilge, kitaplarını asla kimseye
vermeyeceğini de söylemiştir (Okay 2004, 6).
Fahri Bilge’nin derleyici kimliğine gelirsek; Fahri Bilge’nin folklora olan ilgisi
Kütahya’da çalıştığı dönemde başlar. Fahri Bilge özellikle Kayseri’de bulunduğu
yıllarda – ki en uzun süre görev yaptığı yerdir (13 yıl) – (1937-1950) bu çevreden çok
kıymetli derlemeler yapmış ve bunları tasnif ederek defterlere geçirmiştir. Fahri Bilge
Ziraat Bankası’ndaki görevi vasıtasıyla yöre halkıyla yakın ilişkiler kurmuştur. Resmî
bir şekilde başlayan bu ilişkileri dostluğa çevirerek Kayseri ve yöresiyle ilgili sistemli
derlemeler yapmıştır.
İncelenen defterlerde Afşarlarla ilgili tarihî ve folklorik malzeme bulunmaktadır. Fahri
Bilge yaptığı derlemelerle ilgili olarak iki makale ve bir derlemesi Kayseri Halkevi
dergisi olan Erciyes’te yayımlanmıştır. İlk makale “Kayserililer/Başlangıç” adını
taşımaktadır. Bu makale 1940 yılının Mart ayında Erciyes’in 14-15. sayısının 418-419.
18
sayfalarında yayımlanmıştır (Bilge 1940a, 418-419). “1527 Tarihindeki Bir İsyânı
Hatırlatan Bir Manzume: Kalender Vakası ve Koyun Abdal” isimli ikinci makalesi
Erciyes dergisinin 17. sayısının 503-506. sayfalarında yayımlanmıştır (Bilge 1940b,
503-506). Fahri Bilge’nin Kadı Burhaneddin’le ilgili bir makalesinin daha
yayınlanacağı hem ilk hem de ikinci makalenin başında belirtilmesine rağmen bu
makale yayımlanmamıştır (Bilge 1940a, 418-419, Bilge 1940b, 503-506).
Yayımlanmamasının sebebi, ikinci makalede tashih hatasının fazlaca bulunması olabilir.
Fahri Bilge’nin yayımlanan derlemesi ise 17. sayıda (Mayıs 1941) bulunmaktadır (Bilge
1941, 510). Bu derleme güzel bir Afşar gelininin sabahleyin görülmesi üzerine Azmi
Bekir tarafından söylenmiş bir türküdür.
Yaptığı derlemeleri Fahri Bilge kendisi tanzim etmiştir. Bu hâliyle eserler bir mecmua
görünümündedir. Yapılan derlemelerden bir kısmı Esef Işık tarafından yazıya
geçirilmiştir. Fahri Bilge tarafından yapılan/yaptırılan derlemelerin hepsi aktif
taşıyıcılardan kaydedilmiştir. Fahri Bilge derlemelerini mülâkat yoluyla yapmıştır yani
kaynak şahıslarla Kayseri’de veya Pınarbaşı’nda buluşup onlardan dinleyerek yazıya
geçirmiştir. Derlemeler kurşun kalemle, işlek bir yazıyla Arap harfleriyle kaleme
alınmıştır. Yazarın yazdıklarını düzenlemek için cümleler arasından yer yer çıkmalar
yapması ve bazı kelimeleri karalayarak yerine başka ifadeler yazması sebebiyle
eserlerin okunması zorlaşmıştır.
Fahri Bilge’nin derlemeleri yaptığı günlerde Halk Evlerinin de etkisiyle hem derleme
yapmanın hem de bu derlemeleri neşretmenin yaygın olduğu görülüyor. Birçok yazar
bulunduğu yörenin halk hayatıyla ilgili bilgileri toplamış ve bunları tasnif ederek
yayımlamıştır. Fahri Bilge’nin de derlemeleri yapmasının sebebi kendisinin de folklorik
nitelikli bir eser yayımlamak istemesi olabilir. Kendisinin Ziraat Bankası müdürü
olması dolayısıyla köylülerle yakın ilişki kurduğu daha önce belirtilmişti. Fahri Bilge
yakın ilişkiler kurduğu bu kişilerin âdet, gelenek, görenek ve tarihlerini derlemiş,
bunları tasnif etmiştir. Fakat bibliyomanlıktan veya elindeki metinleri tam olarak
düzenleyemediği için bu derlemeleri yayımlamamıştır ya da yayımlamaktan
vazgeçmiştir. Fahri Bilge gibi titiz bir kişi, o dönemde çıkan kitaplardaki baskı
hatalarının çok yapılması dolayısıyla da elindeki metinleri yayımlamaktan vazgeçmiş
olabilir.
19
Fahri Bilge derlemeleri mülâkat (görüşme) tekniğini kullanarak yapmıştır. Bu yöntem
icranın derlenmesi için yapay olmakla birlikte kaynaklardan “bilgi edinmenin” en kolay
yoludur. Bu yöntemde derlemeci kaynaklara sorular sorar ve onların yorumlarını kayda
geçirir. Sorular “bilgi sahibi oldukları bilinen veya inanılan kimselere” sorulur
(Çobanoğlu 1999, 63).
Mülâkat yönteminde iki yol vardır:
a) Yönlendirilmemiş Mülâkat Yöntemi: Bu yöntemde derlemeci konuşulan konular
üzerine kaynak şahısla sohbet ederek derleme yapar. Bu metotla kaynaktan geniş
malzeme elde edilebilir. Derlemeci, yeni temasa geçtiği kaynak kişiden bu yolla
derleme yapabilir.
b) Yönlendirilmiş Mülâkat Yöntemi: Derlemeci, kaynak kişiye derleme yapmak
istediği malzeme hakkında doğrudan sorular sorar. Bu yöntemi kullanacak
derlemecilerin kaynak kişi ile daha önceden tanışıyor olması derlemeci
açısından daha avantajlıdır.
Metinlerde, kaynaklarla Kayseri’de veya Pınarbaşı’nda görüştüğünü not etmesinden
yola çıkarak derlemelerin mülâkat tekniğiyle yapıldığı anlaşılabilir: Bilge, derlemeleri
yapmaya başladığında yönlendirilmemiş mülâkat tekniğini; kaynaklarla tanıştıktan
sonra ise yönlendirilmiş mülâkat tekniğini kullanmış olmalıdır.
“Halk Bilim Derlemeleri ve Biyografiler” adını taşıyan FB 430’da Afşarlarda yün
imecesi, Afşar halk oyunları ve bu oyunların türküleri yer almaktadır. Defterde kayıtlı
bir diğer konu da Afşarlardan derlenmiş bilmecelerdir. Fahri Bilge bu kısımda bilmece
örneklerini ve onların cevaplarını yazmıştır. Millî Kütüphane İbni Sina Yazmaları
bölümünde bulunan bu defter 21 sayfadan oluşmaktadır. Defter, kurşun kalemle rik’a ve
müellif hattıyla yazılmıştır.
FB 513 “Avşar Âdetleri” adlı defterde Afşarların sosyal hayatıyla ilgili çok çeşitli
bilgiler yer almaktadır. Afşarların doğum, evlenme,ölüm âdetleri; Afşarlarda binicilik
ve silâh kullanma, Afşarlarda ahlâk; Afşar çocuk oyunları; Afşarların inanç yapısı
defterde işlenen konulardandır. Defterde evlenme törenlerinde söylenen türkülere ve
ölüm töreninde söylenen ağıtlara da yer verilmiştir. Metin içindeki konuşma ve şiirler
20
ağız özellikleriyle yazıya aktarılmıştır. Defterin bir kısmında sözlü tarih metinleri de
bulunmaktadır. İstampa baskılı, yeşil bez kaplı, karton ciltli olan defter, Millî
Kütüphane İbni Sina yazmaları bölümüne kayıtlıdır. 220x160 mm. Ölçülerinde olan
defter çizgilidir ve kurşun kalemle rik’a müellif hattıyla yazılmıştır.
“Avşar Boyunun Beyânındadır” adlı FB 582, Afşar sözlü tarih metinlerinin
derlemelerinden oluşmaktadır. Defterde Afşarların sürülmeleri ve iskânları anlatılmış,
olaylar üzerine söylenen türkü ve ağıtlar da kaydedilmiştir. Bu defterde de konuşma ve
türküler ağız özellikleriyle yazılmıştır. Defterin içinde ek sayfalar bulunmaktadır.
200x160 mm. Ebatlarında olan defter kurşun kalemle müellif hattıyla rik’a yazı stiliyle
yazılmıştır. Koyu zeytunî yeşil bez kaplı ve çizgilidir.
Fahri Bilge defterlerin içinde geçen “açık yeşil defter”, “vişne renkli defter”, “yeşil
defter” ifadeleri bulunmaktadır. Bu defterler Fahri Bilge’nin diğer defterleridir. ‘Açık
yeşil defter’ FB 513-“Avşar Âdetleri” adlı defteri, ‘vişne renkli defter’ FB 564’ü, ‘yeşil
defter’ ise FB 426’yı işaret etmektedir.
Fahri Bilge defterlerin hepsini kendisi yazmıştır. Bu defterlerden bazılarındaki
malzemeyi kendisi derlemiş, bazılarını da Esef Işık ve Alişir Işık’a derletmiştir. Alişir
Işık Sarız’ın Yalak (şimdi Yeşilkent) köyünde Alişir Ağa olarak bilinen oldukça hatırlı
bir kişidir. Fahri Bilge, kredi işlemleri dolayısıyla Alişir Işık’la tanışmış olabilir. Alişir
Işık, muhitindeki insanlar üzerindeki itibarını ve hatırını kullanarak onları köy odasına
çağırtıp, onlardan derleme yapmıştır. Fakat derlenen malzemeyi o dönemde köyde az
sayıdaki okur-yazarlardan biri olan kardeşinin oğlu Esef Işık yazmıştır. Metinler Lâtin
harfleriyle fakat oldukça bozuk bir yazıyla kaleme alınmıştır (Görkem 2001, 60). Odaya
gelen ve büyük çoğunluğu aktif taşıyıcı özelliği taşıyan ‘taşıyıcı’lar:14 Abdülkadir oğlu
Mehmet Işık, Ali oğlu Mehmet Uydaç, Mustafa oğlu Mehmet Işıkdağ, Tatlı Mustafa
Doğan, Osman Özer, kendi oğlu Mehmet Işık; Oğlakkaya köyünden Ali Karakuş ve
Yusuf Ateş; Mollahüseyinler köyünden Osman Çelik (Çavuş) ve Kemer köyünden
Mehmet Sert (Özdemir 2004, 110).
Bu bilgilerden derlemelerin sadece Esef ve Alişir Işık tarafından yapıldığını iddia etmek
doğru değildir. FB 513, FB 582 numaralı defterlerde Fahri Bilge kendi yaptığı
14 ‘Aktif taşıyıcı’, kültürel ürünlerin aktarımını profesyonelce yapan kaynak kişilere denir.
21
derlemelere de yer vermiştir. Derlemeleri kendisinin yaptığı metinlerin başına eklediği
“… tarih, Kayseri – benim oda” veya “… tarih Pınarbaşı” gibi ifadelerden anlaşılabilir.
Fahri Bilge yaptığı derlemeleri inceledikten sonra Amber Eroğlu (Anber Ağa), Yusuf
Fakı… gibi kişilerden de bilgi almış ve metnin doğruluğunu adeta kontrol etmiştir.
Fahri Bilge’nin derlemelerindeki bir diğer dikkat çekici nokta ise bazı yerlerin
karalanmış veya düzeltilmiş olmasıdır. Kanaatimizce Fahri Bilge önce şiirleri yazıya
aktarıyor daha sonra bu türkülerle ilgili bilgileri ‘taşıyıcı’lardan alıyor ve deftere
geçiriyordu. Yazıya geçirildikten sonra kontrol edilen bilgilerdeki olay örgüsü ve cümle
kuruluşları Fahri Bilge tarafından düzeltilmiştir. Düzeltmelerde tekrara düşülen yerler
çıkartılmış, olay yazıya geçirilirken atlanılan yerler eklenmiş, Lâtin harfleriyle bazı
kelimelerin okunuşları yazılmıştır. Metinlerin kontrol edilmiş olması, metinlerdeki bazı
yerlerin üzerinin karalanmasından veya yerine başka bir ifadenin yazılmasından
anlaşılmaktadır. Fahri Bilge, yaptığı ve yaptırdığı derlemeleri kendisi düzenlemiştir. Bu
hâliyle defterler bir kitabın ön hazırlığı niteliğindedir. Ahmet Z. Özdemir “Avşarlar ve
Dadaloğlu” adlı makalesinde Fahri Bilge’ye ait bir mektup yayımlamıştır. Bu mektupta
Fahri Bilge Avşarlar üzerine bir kitap hazırlamaya başladığını ifade etmektedir
(Özdemir 2004, 111)15. Defterler kurşun kalemle işlek bir Osmanlı yazısıyla kaleme
alınmıştır. Yaptığı düzenlemelerde karalanmış yerler, satır üstüne ve altına yaptığı
çıkmalar defterlerin okunmasını zorlaştırmıştır.
Fahri Bilge defterleri çok muntazam bir şekilde hazırlamasına rağmen yayımlamamıştır.
Hazırlanan defterlerde devrine göre çok yeni bir anlayış hâkimdir: Türkülü hikâye veya
hikâyeli türkü derlendikten sonra bu hikâyenin gerçekliği kontrol edilmiş ve olayın
resmî tarih cephesi de gözler önüne serilmiştir: Fahri Bilge Afşarların sürüldüğünü
derlediği metinlerden öğrenmiş, bunun resmî tarihlerdeki yerini de incelemiş, bu
doğrultuda Ahmet Refik’in Anadolu’da Türk Aşiretleri isimli eserinden, Aynî
Tarihi’nden, Hammer Tarihi’nden, Antepli İbn-i Bali’nin ‘Hikmet-name’sinden ve
Amasya Tarihi’nden faydalanarak anlatılan/söylenilen olayların gerçekliğini denetlemiş
olmakla birlikte olayları sözlü tarih açısından da incelemiş olduğu için hadiselere farklı
bir bakış açısı da getirmiştir. Böylece Afşarların iskân edilmesini hem Afşarların bakış
açısından, hem de Osmanlı Devletinin bakış açısından görebilmekteyiz. Bu ise, o
15 “Benim çok sevdiğim ve eski esaletlerini hiç bozulmadan hâlen de muhafaza etmekte olduklarına kâni bulunduğum (Avşarlar) için bir kitap yazmak tasavvurundayım. Hatta bu işe başlamış bulunuyorum.” (Özdemir 2004, 111)
22
döneme göre oldukça farklı bir yaklaşımdır. Buradan da amacının türkülerin ve anlatılan
hikâyelerin gerçek bir temele oturduğunu göstermek istediği anlaşılmaktadır. Fahri
Bilge defterlerde ne Osmanlı Devletinin ne de Afşarların yanındadır. Afşarların iklimine
alışık olmadıkları Rakka’ya yerleştirilmelerini “zulüm” olarak görürken (FB 582: 37b),
şer’iye sicilinden bulduğu kayıt için araştırılırsa daha fazla şekavet hadisesinin ortaya
çıkacağını söylemektedir (FB 582: 67d). Fahri Bilge’nin bu tarafsız yaklaşımı,
devrindeki bu nitelikteki diğer eserlere göre farklılık ve üstünlük arz etmektedir.
Fahri Bilge’nin yaptığı çalışmayı, yapılmış diğer çalışmalardan ayıran en önemli özellik
metinleri derlediği kişileri ve onlarla nerede, nasıl görüştüklerini kaydetmesidir. Fahri
Bilge’nin derleme yaptığı şahıslardan birisi olan Anber Ağa (Eroğlu) hakkında FB 582
numaralı defterin 128a numaralı sayfasında onunla nerede ve kaç kere görüştüklerini de
ilâve etmiştir. Ayrıca FB 513 numaralı defterde de Afşar âdetlerini Fahri Bilge’ye
anlatan şahısların adları, görüştükleri zaman ve mekân, yazılan parçanın başına not
olarak eklenmiştir.
Fahri Bilge’nin önemli bir diğer farkı da yazıya geçirdiği metinlerde ağız özelliklerini
belirtmesi hatta bazı yerlerde o kelimeleri Lâtin harfleriyle yazarak yanlış okumayı
önlemeye çalışmasıdır (ko, Beri Hay, Andırın…). Metinlerde geçen konuşmalar ve
şiirler ağız özelliği gösterdiği için translitere edilmiştir. Fahri Bilge derlediği metinlerde
geçen yöreye has kelimeler ile söylenişi farklılaşmış kelimelerin anlamlarını vermiştir
(tehna, davi: dava, İrbehem: İbrahim, lök: azgın deve). Fahri Bilge bazı yerlerin de
nerede olduğunu tarif etmiştir (Yukarı Boran; Tonus; vd.).
Fahri Bilge tarafından derlenen FB 582 ve FB 513 numaralı defterlerin içinde deftere
geçirilmemiş ek sayfalar bulunmaktadır. Sayfalara tarafımızdan numara verilmiş ve
defterdeki düzenin bozulmaması amacıyla karışık olarak yerleştirilmiş bu sayfaların
birbirleriyle ilgili olanları dipnotlarda gösterilmiştir. FB 582 numaralı defterin içindeki
ekler Bilge tarafından yazıldığı hâlde düzenlenmemiş sayfalar defterin içinde kendi
konu grubuna göre toplanmıştır. Fakat bu sayfalardaki sıralanışları karışıktır. FB 513
numaralı defterde ise ek sayfalar küçük hatırlatmalar şeklindedir. Fahri Bilge bu defteri
karışık tutmuştur fakat hangi konunun nereden devam ettiğini başlıkların yanına
“mabad” yazarak belirtmiştir. FB 430 numaralı defter ise çok küçük bir defterdir. Bu
defterde ek sayfa yoktur.
23
Fahri Bilge’yi sadece derlemeci ve okur kimliğiyle tanımak yanlış olur. Fahri Bilge
soyadına bağlı olarak “Ârifî” mahlasıyla şiirler de yazmıştır. Ancak bu şiirlerin
bulunduğu mecmua henüz ele geçirilememiştir. Ahmet Emin Güven, Fahri Bilge
üzerine yazdığı makalesinde kendi babasının evraklarının arasında Fahri Bilge’ye ait bir
şiirin bulunduğunu yazmış ve şiirin metnini de vermiştir (Güven 2000, XLI-XLII).
Ayrıca Millî Kütüphane’deki derleme metinlerin bir kısmı da “A. Arifî” ismiyle
kaydedilmiştir. Bu mahlâstaki “A.” ‘Ahmet’, “Arifî” ise ‘Bilge’ soyadı ile ilgili
olmalıdır.
Fahri Bilge “Müsteşrikler Kongreleri”ne düzenli olarak davet edilmiş, Millî Kongre’nin
557 numaralı üyesidir. 1947’de Kayseri’ye Chigago Üniversitesi’nden gelen dilbilim
profesörü Gelb’e de doğu dilleri üzerine yaptığı çalışmalarda yardımcı olmuştur.
1.4. TANIMLAR:
Afşar: XIX. Yüzyıllın ikinci yarısında Fırka-yı İslâhiye hareketiyle Kayseri’nin
Pınarbaşı, Sarız ve Tomarza ilçelerine iskân edilinceye kadar Kozan ilçesi ile Ceyhan
nehri arasında kışlayıp, yazın Kayseri-Uzunyayla’ya çıkan konar-göçer Türkmen boyu.
Aktif Taşıyıcı: Kaynak kişi kültürel ürünlerin aktarımını profesyonelce yapan kişiler.
Ali Bekir Oğulları: Ulaşlıların birer nahiye sayılan beş oymağından birinin başındaki
derebeyleri.
Anavarza (Aynzarba): Adana Ovası’nda, Misis’in kuzeyinde ve Sunbas çayının sağ
kıyısında eski bir şehir harâbesi.
Ayas: İskenderun Körfezi’nin batı kıyısında Yumurtalık limanı veya Ayas koyunun
kuzey doğu kenarında Yumurtalık nahiyesinin idare merkezi.
Aziziye: Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesi.
Bey (Boybeyi): Boyun idarî işlerini yürüten kişi. Boyların muayyen bir yerleri olmadığı
için boylar sancak beylerine tâbi değillerdi; doğrudan doğruya bey veya başbuğlarına
bağlıydılar. Boylar, kazaî yönden kadılara bağlı olmakla beraber, cezâî bakımdan
24
beylerine veya başbuğlarına tâbi olup, infaz onların eliyle olurdu. Devletle ilgili işleri
ise yine beyler yürütürdü.
Boy: Kabile, taife.
Bozdoğan: Kars-ı Zulkadriye ile Ceyhan nehri arasında kışlayan Türkmen aşireti.
Cerid aşireti: Çukurova ve Ceyhan nehrinin sol yakasında kışlayıp, Uzunyayla’da
yaylayan bir Türkmen aşiretidir.
Cebbar-zade (Çapar Oğlu/Çapan Oğlu) Celâl Paşa: Anadolu’nun orta kol bölgesi
derebeyi.
Cida: Mızrağa benzer bir çeşit silâh.
Deli: XV. Yüzyıl sonlarında Rumeli’de teşkil olunan bir nevi hafif süvari askeri.
Kelimenin aslı ‘delil’ iken halk bunlara sonsuz cesaret ve kahramanlıkları yüzünden
‘deli’ adını takmış ve bu isim diğeri unutturmuştur. Bunların bir kısmı Türk, bir kısmı
ise Boşnak, Hırvat gibi Rumeli’nin muhtelif Slav ve Hıristiyan halkından mürekkepti.
Başlarına delibaşı denirdi. İlk zamanlar yalnız Rumeli beğlerbeğleri ile Serhad
beğlerinin maiyetinde deliler bulunmuş, muharebelerde korkunç kıyafetleri ve müthiş
atılganlıklarıyla düşmanı yıldırarak daima muvaffak olmuşlardır. Sonraları bu teşkilât
Anadolu’ya da yayılmış ve hemen her vezir ve Beğlerbeğinin maiyetinde deli bölükleri
bulunmuştur. Zamanla ise nizamları bozularak gitgide halkın başına belâ olmuşlar ve
paşalardan ayrılarak yahut paşalarının azli ve idamıyla başı boş kalarak eşkıyalığa
koyulmuşlardır. Nihayet 1829’da bu teşkilât tamamen ilga olunmuş, mensuplar
dağıtılarak ortadan kaldırılmışlardır.
Efendi: Mektepten çıkarak asker olanlara verilen unvan.
Elbistan (Albustan): Maraş Sancağı’nda kaza merkezi kasaba (Kahramanmaraş).
Eşelikpınarı: Zamantı Nehri kenarında Belenköy-Kayseri yolu üzerinde, Develi’ye beş
saatlik mesafede Rum nahiyesi köylerinden.
Feke: Belenköy ile Gürleşen’e üçer saat mesafede Belenköy kazasına bağlı köy.
25
Fırka-yı İslâhiye: İskenderun’dan Maraş ve Elbistan’a, Kilis’ten Niğde ve Kayseri’ye,
Adana sahillerinden Sıvas eyaleti hududuna kadar olan sahanın ıslâhına memur askerî
fırkanın ismi.
Gâvur Dağları (Cebel-i Bereket): Hükümet tarafından ‘Cebel-i Bereket’ ismi verilen
Düldül Dağı’nda Beylân Boğazı’na kadar olan bugünkü Amanos Dağları. Amanos
denilen ve Maraş civarından başlayıp kuzeydoğu güneybatı doğrultusunda uzanır.
Gürleşen: Feke’nin kuzeyinde, Haçin’den üç saatlik mesafede, Haçin (Saimbeyli)
kasabasına tâbi köy, Kozan-ı Şarkî ağalarının ikâmet mahalli.
Haçin: Kozan-ı Şarkî’de kasaba, Adana vilâyetine tâbi kaza merkezi. Bugünkü
Saimbeyli (Adana).
İl: Eski Türk cemiyetinde siyasî teşkilâtlanmanın en üst kademesini teşkil eden il, siyasî
bakımdan müstakil, muntazam teşkilâtlı millet anlamına geldiği gibi ülke, memleket
manasında da kullanılmaktaydı.
Karalar (Karacalar): Kozan havalisindeki Göksu çayının iki keçesinde oturan bir
aşiret.
Karintili (Kırıntılı): Sis havalisinde yaşayan bir aşiret.
Kars (Kars-ı Zülkadriyye): Pazaryeri mevkiinde yeniden inşa olunan kasaba ve kaza
merkezi. Bugünkü Kadirli (Adana).
Karsantı Oğlu: Kozan aşiretlerinden.
Kethüda: Aslı Farsça bir kelimedir. ‘İtimat olunur, bir yeri idareye memur kimse’
anlamındadır. Türkçede ‘kâhya’ şeklinde de kullanılır. Osmanlı teşkilât tarihinde bu
isimle anılan pek çok memuriyet vardır. Saray, Ordu, devlet hizmetlerinin bir kısmı bu
isimle anıldığı gibi devlet ricalinin maiyetinde işlerini tedvire memur kethüdalar
bulunurdu. Geniş manada ‘daima bir kimsenin maiyetinde ve onun direktifiyle çalışan,
şahsına itimad edildiği için teferruatlı işlerin idaresi kendisine terk olunmuş bulunan
kimse’ demektir.
26
Kırıntılı aşireti: Adana-Kozan arasında yaşayan bir aşiret.
Kozan: Kuzeyden Sıvas, güneyden Adana eyaletleri, doğudan Maraş, batıdan Kayseri
ve Niğde sancaklarıyla çevrili bölge. Kozan Oğlu Topal Ağa’nın oğlu Yusuf Ağa,
hâkim olduğu toprakları ikiye taksim ederek doğu kısmını ikinci oğlu Samur Ağa’ya
vermiş, batı kısmını da büyük oğlu Ali Ağa’ya vermek üzere kendisinde alıkoymuştu.
Böylece Kozan, Kozan-ı Şarkî ve Kozan-ı Garbî olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Bu
taksim, coğrafî münasebet gözetilerek değil, aşiretlerin yaşadıkları bölgeler bakımından
yapılmıştır.
Kozan Dağları: Toros Dağları’nın Kozan havalisindeki kısımları.
Kozan Oğulları: Menşelerinin Arıklı oymağı, Gaziantep’in Kozan köyü olduğu
söylenen aile; Kozan bölgesinin derebeyileri ve taraftarları.
Küçük Ali Oğulları: Payas Sancağı’na hâkim olan derebeyleri. (Tez. 260)
Lek: Sis (Kozan) civarındaki aşiretlerden. (Tez. 260)
Mağara: Kozan-ı Şarkî’de bir kaza; bugünkü Tufanbeyli (Adana).
Maraşaltı: Kahramanmaraş’ın Türkoğlu, Pazarcık ve Gaziantep’in İslâhiye ve Kırıkhan
ilçelerinin bulunduğu ova.
Menemenci Oğulları: Karaisalı derebeyileri.
Mütesellim: Sancakta sancakbeyi yerine, vilâyette vali yerine görev yapan vekil,
yardımcı, nâib anlamında.
Payas: İskenderun sahilinde kasaba, sancak merkezi.
Sırkıntı aşireti: Adana ile Sis (Kozan) arasında Sarıçam mevkiinde yaşayan bu
Türkmen aşireti.
Sis: Kozan-ı Garbî kasabalarından, Kozan Sancağı’nın merkezi. Bugünkü Kozan
(Adana).
27
Süleyman Bey, Paşa: Bayezidli kolundan Maraş Beyi (mutasarrıfı).
Pasif Taşıyıcı: Kültürel ürünlere ilgi duyduğu için veya bu ürünlerin aktarımından zevk
aldığı için yapan ve profesyonellik kaygısı taşımayan aktarıcılar.
Pazarören: Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesine bağlı bir kaza.
Tecirlü (Tâcirlü): Çukurova ve Ceyhan nehrinin sol yakasında kışlayıp, Uzunyayla’da
yaylayan bir Türkmen aşireti.
Ulus: Büyük oymakların bir araya gelerek oluşturduğu topluluk.
Uzunyayla: Sıvas’ın güneyinde Çukurova aşiretlerinin yaylağı.
Voyvoda: Mütesellimlerin kazalardaki vekillerine ‘voyvoda’ denilmekteydi. Voyvoda
kelimesinin yaygın anlamı ise bir mukâtayı satın alan kişinin o mukâtanın işlerinin
yürütülmesi için tayin ettiği görevli anlamında kullanılmaktaydı.
Zamantı nehri: Göksu ile birleşerek Kozan havalisinden geçen ve Seyhan nehrini
meydana getiren çay.
28
2. FAHRİ BİLGE DEFTERLERİNDE SÖZLÜ TARİH METİNLERİ
Bu bölümde Fahri Bilge’nin FB 513 ve FB 582’de anlatılan sözlü tarih metinleri
incelenmiştir. Fahri Bilge bu defterlere derlediği türkülerin hikâyelerini kaydetmiştir.
Bu anlatıları resmî kaynaklarla karşılaştırarak Afşar tarihi yazmak istemiştir. Metinleri
1.2. Sözlü Tarih bölümündeki esaslar doğrultusunda değerlendirilmiştir.16
2.1. AVŞAR ÂDETLERİ (Yz. FB 513)
“Avşar Âdetleri” adını taşıyan defterde ağırlıklı olarak Afşar âdetleri, çocuk oyunları,
Afşarların ahlâkî ve dinî görüşleri anlatılmıştır. Kapak sayfasında ve ilk sayfalarda
Afşar boy ve oymakları hakkında bilgi verilmiştir.
2.1.1 . [Anadolu’ya Geliş]: (FB 513: 16a-19b) Fahri Bilge kaynak belirtmeden Afşarların Anadolu’ya gelişlerini aktarmıştır. Fahri
Bilge’nin ifadesine göre Afşarlar Anadolu’ya tahminen 11. H./5. M. asırda
Danişmentlilerle gelmişlerdir (FB 513:16a-18b).
Afşarlar Anadolu’nun yurtlaştırılmasında büyük pay sahiplerinden olmuşlardır.
Defterdeki ifadeye göre Afşarlar bir devlete tam olarak bağlı yaşamamış, Selçuklu
Devleti’nin dağılmasıyla Akkoyunlu, Dulkadirli, Osmanlı ve Memluk devletlerine
iltizam etmişlerdir.
Ayrıca 16a’da da belirtildiği üzere Afşarların geçim kaynağı babalarından alışkın
oldukları baskın âdetinden elde edilen ‘ganimet’tir.
18b ve 19b’de Fahri Bilge kaynak belirtmeden “Avşarların rivayet tarikiyle
zamanımıza intikal etmiş mücadele hatıraları”nı aktarmıştır. Bu rivayetler sözlü tarih
aktarımının en önemli kanıtıdır. Fahri Bilge’nin bunları o dönemde derleyip tarihî
metinlerle desteklemeye çalışması çok dikkat çekicidir. Anlatılan hatıralar tahminî
olarak kronolojik bir şekilde sıralanmak istenmiş fakat tam olarak sıralanmamıştır. Bu
listedeki olayların çoğu defterde de türküleriyle birlikte bulunmaktadır.
16 FB 430 numaralı defterde sözlü tarih metni yer almamaktadır.
29
2.1.2. “Ömer Bey”: (FB 513: 21b-22b)
Burada Beyazıt Oğlu Kalender Paşa’nın kayınbiraderi Ömer Bey’i okutup yetiştirmesi
anlatılmış ancak Ömer Bey’in hikâyesi Ömer Bey savaşa girecekken yarım
bırakılmıştır. Bundan dolayı olayın türküsü de metinde yer almamaktadır. Olayların
tarihi verilmemiştir ancak Fahri Bilge Kalender Paşa’nın biyografisini vermiştir (FB
582: 95b). O metinde yer alan bilgilere göre olayın XVIII. yüzyılın ikinci yarısında
olduğu tahmin edilebilir.
2.1.3. “Avşarlar Aleyhinde Türkmenlerin Müttehiden Kıyamı”: (FB 513: 33a-
37b)17
Afşarların geçim kaynağı baskın ve hayvancılık olduğu için baskına uğrayan aşiretler
bu durumdan şikâyetçiydiler. Tek tek Afşarlara karşı başarılı olamayan bu aşiretler
Afşarlar aleyhinde bir ittifak kurarak sonbahar mevsiminde Pazarören-Emegil Köyü
civarında Afşarlara bir baskın yapmışlardır. Bu baskında Afşarlar ağır bir yenilgiye
uğramışlar, Afşar kahramanlarından Kirtik Ali ve Afşar beylerinden Halid Bey
ölmüştür. Uzun süre kendisini toparlayamayan Afşar aşireti Abdi Bey’in “Avşar
bundan soñra il mi olup da göç mü çekecek” sözleriyle hırslanarak kendini
toparlamıştır. Mücadeleye bütün Afşar gençleri çağırılmış, hatta Abdullah Bey’in 12
yaşındaki oğlu Çerkez de bu mücadeleye katılmıştır.
Bu anlatının içinde Cingöz Oğlu’nun Cerid beyi İmirze Oğlu Osman Bey’e cevap
niteliğinde bir türküsü bulunmaktadır. Bir araya gelen Afşarlar sırasıyla Tecirli, Cerid,
Kırıntılı, Sırkıntı, Karalar, Lek ve diğer aşiretlere saldırır. Karşı taraf aman dileyince bu
mücadele sona ermiş, Çerkez Bey’in yaptıkları “harika derecesini bulmuştur” (FB 513:
37b). Fahri Bilge Dadal Oğlu’nun bir türküsünde Çerkez Bey’in kahramanlıklarının
anlatılışını göstermek istemiş, fakat türkü metni not edilmemiştir. 18
Bu anlatı FB 582’de “Ayıntap’a Baskın ve Kamışlı’ya Sürgün” adı ile not edilmiştir.
17 Bu anlatı için ayrıca bk. Işık 1963, 40-41. 18 Şiir için bk. Görkem 2002, 277-278; FB 582: 90b-91b.
30
2.1.4. “Bozkuyu Kavgası”: (FB 513: 39b – 43b)19
Milâdî 1853-1855 (H. 1270-1271) yıllarında Tecirli aşiretinin güçlenerek Afşar
aşiretine rakip olmasından dolayı Afşarlar ile Tecirliler arasındaki mücadeleyi anlatan
bu anlatıya göre Tecirliler Afşarlara baskın yapmış ve üç Afşar gencini de öldürmüştür.
Bunun üzerine yas ilân eden Afşarlar toplanıp Tecirlilere saldırmışlar fakat bu baskın
esnasında Tecirliler Afşarlardan bir ‘Topal Fakı’yı öldürmüşlerdir. Bunun üzerine daha
fazla hiddetlenen Afşarlar Tecirlileri basmaya gittiklerinde kendi yurtlarının Tecirliler
tarafından basıldığını görüp geri dönerek Tecirlilerle mücadeleye girmişler, onları
yenmişler ve yas kaldırılmıştır. Tecirli aşiretini yenen Afşarları durdurmak üzere
hükümet ‘Gemerekli Cadı Oğlu’nu görevlendirmiş ancak Cadı Oğlu başarısız olmuştur.
Bu olay üzerine söylenilen bir türküyü Fahri Bilge, FB 513: 42b’ye kaydetmiştir.
Türküden de anlaşıldığı gibi olaylar Mağara’da meydana gelmiştir. Bu olaylar 1853-
1855 yıllarında olduğuna göre, Fırka-yı İslâhiye henüz bölgeye müdahale etmemiştir
ancak olaylar zincirinden de anlaşılabileceği gibi bölgede tam bir karmaşa hâkimdir.
Dört kişi Tecirliler tarafından öldürülmüştür. Bu ölümlerin öncesinde ve sonrasında
Tecirliler çeşitli aşiretlere baskın düzenlerler. Tecirlilerin haricinde bu bölgede
Afşarların da baskın düzenlediği göz önüne alınırsa çevre halkının ne kadar zor bir
durumda olduğu görülebilir. Ancak bu zorluğun esas sebebi karmaşayı durduracak veya
önleyecek devlet güçlerinin bulunmamasıdır. Ayrıca aşiretlerin birbirlerine karşı savaş
ilân etmesine de devlet müdahale etmemiş/edememiştir. Afşarlar arasında anlatılan bu
metinlerin resmî kaynaklarda geçen Çukurova’nın karışık durumunun bir kanıtı
niteliğinde olması oldukça önemlidir.
2.1.5. “Bozok’a Sökün”: (FB 513: 43b)
Mağara’daki yenilgiyi hazmedemeyen Çapan Oğlu Mecit Paşa, hükümetteki
etkileyebileceği herkesi Afşarlar aleyhine çevirmeye çalışmışsa da bunu, Beyazıt Oğlu
Süleyman Paşa hayattayken başaramamıştır. Süleyman Paşa’nın ölümünden sonra
aşiretler arasındaki bazı olaylar örnek gösterilerek Afşarların Bozok’a sürgün fermanı
verilmiştir. Sürgünden sorumlu devlet görevlisi Mecit Paşa’dır. Ona bu görevde
yardımcı olan kişi ise Pehlivan Oğlu Abidin Bey’dir. H. 1262/M.1845-1846 yılının
19 Bu anlatı için ayrıca bk. [Göğceli] 1997, 353.
31
ilkbaharında yaylaya çıkılırken sürgün emri aşirete ulaşıyor. Delicesu ve Sekili
taraflarına yerleştirilen Afşarlar buradayken kış mevsimi geldiğinde soğuktan
hastalanmış, birçoğu ölmüştür. Fahri Bilge, bu olayın tanığı olan Afşarların Halli Uşağı
oymağına bağlı Arslan Oğlu’nun türküsünü kaydetmiştir.
Bu anlatıda görülebileceği gibi Afşarlar XIX. yüzyılın ilk yarısında Yozgat çevresinde
iskâna mecbur edilmiştir. Anlatıda sürgün sebebinin eşkıyalık olmaması ve bunun
vurgulanması dikkate değer. Bu durumda Afşarlar, kendilerinin haksız yere
sürüldüklerini ima etmektedirler. Ayrıca aşiretlerin dağıtılarak yerleştirilmesinin bir
örneği bu anlatıda görülmektedir.
2.1.6. “İsmail Ağa’nın Vurulması”: (FB 513: 43b)
Osmanlı Devleti Türkmen aşiretlerinin üzerine yürümüş ve çıkan mücadelelerden
birinde İsmail Ağa öldürülmüştür. Bu metinde olaylarla ilgili çok fazla bilgi yer
almamakla birlikte, şiire göre çok kanlı bir çatışma olmuştur ve İsmail Ağa bu
çatışmada yalnız bırakıldığı için ölmüştür.
Bu parçada “Osmanlı’yı kendilerine en büyük hasım bilen Avşarlar” denilerek hem
Afşarlar aklanmaya çalışılmış, hem de Türkiye Cumhuriyeti’ne daha doğru bir ifadeyle
‘merkeze yakınlık’ ortaya konmaya çalışılmıştır (Özgen 2003, 41, 44). Yani “Osmanlı
zaten onların düşmanı olduğu için savaşıldı. Osmanlı Devleti onlara iyi davranmıyor,
onları anlamıyordu. Bundan dolayı orada sürekli mücadeleler oluyordu” düşüncesi ima
edilerek Afşarlar bu mücadelelerde ve sürgünlerde suçsuz ve mazlum taraf olarak
gösterilmeye çalışılmıştır. Ayrıca Afşarların mazlum ve suçsuz olması yeni
mücadeleleri başlatan taraf olmadığını ima edilmesi yani devlete “biz devlete asi değil,
mutiyiz” mesajı vermekte, dolayısıyla aşireti ‘merkeze yerleştirme’ye çalışmaktadır
(Özgen 2003, 41, 44).
Metinde olayların nerede veya ne zaman yaşandığına dair bir iz bulunmamaktadır.
2.1.7. “Küçcük’ün Ağıdı”: (FB 513:44b)
Bu ağıtın yakılma sebebi 1845’ten önce Adana mütesellimi tarafından Küçcük’ün
öldürülmesidir. Ağıdın söylenme hikâyesi anlatılmamıştır ancak hükümet kuvvetleriyle
32
aşiretler arasında yapılmış bir mücadelede Küçcük öldürülmüş olabilir. (Bk. Ağıdın 3.
ve 5. dörtlüğü)
2.1.8. [Duman Bey’in Kozan Oğlu’na Sığınması]: (FB 513: 44d)
Bu hikâye “Bozok’a Sürgün” ve “İsmail Ağa’nın Öldürülmesi” hikâyeleriyle
bağlantılıdır.
Hikâye Bozok’a sürgün gidileceğini bir şekilde öğrenen Duman Bey ve ailesinin Kozan
Oğullarının yanına sığınışını anlatmaktadır. Fahri Bilge hikâyenin başına “Avşar’ın
İsmail Ağa gibi ünlü bir kahramanı ile daha bazı kimselerin vurulmaları” şeklinde not
düşmüş olmasına rağmen hikâyenin geri kalanına bu defterde rastlanmadığı için,
anlatılanların İsmail Ağa ile bağlantısı kesin değildir.
Fakat bu nottan anlaşılacağı üzere İsmail Ağa Bozok sürgününden sonra ölmüştür. Yine
Duman Bey’in Kozan Oğullarına sığınması ve İsmail Ağa’nın 1845’ten sonra devletle
yapılan bir çatışmada ölmesini göz önüne alarak çıkan çatışmaların Fırka-yı İslâhiye ile
aşiretler arasında meydana geldiğini söylemek mümkündür. Bu durumda İsmail Ağa ve
diğer bazı kişilerin vurulması 1866’daki iskân çalışmaları sırasında olmuştur.
2.1.9. “Ahlâk, Âdat”: (FB 513: 49b)
Afşarların Pınarbaşı’na iskânından sonra da aşiretlere baskın yapmaya devam ettiği bu
parçada görülmektedir.
2.1.10. “Avşarların Sürülmeleri”: (FB 513:96a)
Sözlü gelenekte Afşarların yedi kere sürüldükleri aktarılmıştır. Burada kaynağın
belirtilmesi ve sürülen yerlerin hemen hepsinin kaynak şahıs tarafından hatırlanması
oldukça önemlidir.
Bu sayfada Fahri Bilge, Çullu ile ilgili hikâyeleri de kaydedebilmek için hikâyeleri
hatırlatacak notlar düşmüştür. Ancak elimizdeki defterlerde Çullu ile ilgili bilgiye
rastlanmamıştır.
33
2.2. AVŞAR BOYUNUN BEYANINDADIR (Yz. FB 582)
“Avşar Boyunun Beyanındadır” adlı bu defter, Afşar sözlü tarih anlatıları bakımından
oldukça zengindir. Defterin kapak sayfalarında defterin ‘İçindekiler’ kısmı
hazırlanmaya çalışılmıştır.
2.2.1. “Ahısha’ya Sürgün”: (FB 582: 31b – 32b)20
Afşarlar anlatıda Ahısha’ya sürüldüklerini söylemişlerdir, ancak resmî kaynaklarda
Afşarların Ahısha’ya sürüldüklerine dair iz bulunamamıştır.
2.2.2. [Osmanlı Ordusuna Katılan Avşarlar]: (FB 582:33a)
Aşiret içinde devletin açtığı savaşlara katılmak dinî bir vazife gibi görülmüş, gençler
kahramanlık göstermek için XIX. yüzyıla kadar bu savaşlara katılmaya devam
etmişlerdir. Bu savaşlara katılanların isimleri devlet tarafından gönderilen defterlere
yazılmıştır.
Burada “19. yüzyıla kadar” ifadesinin kullanılmış olması önemlidir, çünkü bu yüzyıla
kadar Afşarlar şekavet hadiselerine katılsa da devlete karşı asi olmamışlardır. XIX.
yüzyıldan sonra ise Çukurova’da çeşitli beyler kendi adlarına derebeylikler oluşturmuş,
devlete vergi ve asker vermemeye başlamışlardır.
2.2.3. “İlk İskân Teşebbüsleri”: (FB 582: 34a-41a)
Afşarlar ve diğer konar-göçer aşiretlerin baskın yaparak asayişi bozmalarından dolayı
Osmanlı Devleti bu aşiretleri iskân ederek asayişin sağlanacağını düşünmekteydi. 1689-
1690’da Osmanlı Devleti hem dışarıda hem de içeride savaşmaktaydı. Osmanlı Devleti
aşiretlerle içerideki mücadelelerin sona erdirilmesi ve aşiretlerin Rakka’ya sürülmesi
için Kadı Oğlu Hasan Paşa’yı görevlendirmiştir. Fahri Bilge’nin belirttiğine göre devlet
kayıtlarında sürgün olaylarıyla ilgili belgeler bulunmasına rağmen sürgünlerin
sebeplerine dair açıklayıcı bilgi bulunmamaktadır. Fahri Bilge karanlıkta kalan bu
noktaların aydınlığa çıkması için aşiret geleneklerinin incelenmesi gerektiğini
belirtmiştir (FB 582: 34a).
20 Bu türkü için ayrıca bk. Atalay 1983, 75.
34
İlk iskân çalışmaları Afşar anlatılarına göre çok küçük ve önemsiz bir sebepten ortaya
çıkmıştır: Anlatıya göre XVII. yüzyıl sonlarında Maraşaltı’nda yaşayan Türkmen
aşiretlerinden biri olan Beydili aşiretinin beyi maiyetindeki birkaç kişi ile ava çıkar. Av
sırasında tütünleri bitince almak üzere evlerine dönmek isterler. Yolda dönemin o
bölgedeki ‘Delibaşı’sı olan Mamalı aşiretinden Tayyip Mamalı ile karşılaşan bey, tütün
istemek için Tayyip Mamalı’ya çubuğunu uzatır. Bu hareketi kendisine hakaret sayan
Tayyip Mamalı çubuk içmesini seviyorsa kesesinde tütün taşımasını sert bir dille
söyler. Bu sözlere sinirlenen bey de Mamalı’yı öldürür ve iki grup mücadeleye girişir.
Beydili beyinin maiyetindeki bazı kişiler kaçar. Mamalı’nın devlet görevlisi
olmasından dolayı olay devlete bildirilir ve aşiretin Rakka’ya sürülmesine ve bu
sürgünün Hüseyin Paşa tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yolda aşiret
mensuplarından bazıları kaçmaya çalışsa da resmî belgelere göre başarılı
olamamışlardır. Ilıman iklime alışkın olan göçerler Rakka çöllerinde çok zor günler
geçirmiş ve birçok yuva dağılmıştır.
Aynı hadisenin devamında olup olmadığı işaret edilmemiştir ancak anlatılan metnin
sonunda Recep Oğlu’nun da idam edildiği söylenmektedir. Bu anlatı Fahri Bilge
tarafından Ahmet Refik’in Anadolu’da Türk Aşiretleri adlı eserinden alınan parçalarla
desteklenmeye çalışılmıştır. Afşarların 1690’lara ait olaylar zincirini 1940’lara kadar
aktarabilmiş olması oldukça dikkat çekicidir. Sözlü tarih niteliği taşıyan anlatılarda
aktarılan metin 150 yıldan daha önceki dönemlere gidememektedir.21 Hatırlamayı
arttırıcı en önemli sebep Afşarların zulme uğradıklarını düşünüyor olmalarıdır, çünkü
sürgün sebebinin aslı kendi ifadelerine göre küçük bir meseledir. Hatırlanmayı arttıran
diğer bir etken de olaya ilişkin bir türkünün söylenegelmesidir. Türküde Beydili
aşiretinin tütün meselesinden dolayı Tayyip Mamalı’nın vurulmasıyla sürüldüğü
anlatılmaktadır.
Anlatıda Recep Oğlu Mustafa Bey de bu sürgün esnasında idam edildiğinden
bahsedilmiştir ancak bu olayın gelişimi anlatılmamıştır. Fermanlarda da herhangi bir
idam cezasından bahsedilmediği göz önünde bulundurulacak olursa, bu iki olayın –
Mamalı’nın ölümünden dolayı sürülmeleri ve Recep Oğlu’nun idamı – Afşar
21 Ruhi Ersoy, Lord Raglan’ın yazılı kayıtlara dayanmayan bilginin en fazla 150 yıl süreyle halk hafızasında yaşatılabileceğini söylediğini “Barak Türkmenleri’nin Sözlü ve Yazılı (Resmi) Tarihlerine Mukayeseli Bir Yaklaşım Denemesi” adlı makalesinde belirtmiştir. (Ersoy 2005, 85)
35
hafızasında karıştırılmış olduğu düşünülebilir veya Recep Oğlu’nun idamının hikâyesi
Fahri Bilge tarafından eklenilmemiştir. Bundan dolayı olaylar arasında net bir bağ
görülmemektedir.
Metinde bir diğer dikkat çeken durum da devlete asi olmakla Allah’a asi olmanın bir
tutulmasıdır.
Burada ‘merkeze yaklaşma’ isteğinin dile getirildiği söylenebilir, çünkü çıkan olayın
devletle ilgili olmadığı vurgulanmış ve sürgün kararına grubun büyük kısmının boyun
eğdiği belirtilmiştir. (Özgen 2003, 41, 44) Devlete asi olmanın Allah’a asi olmak
anlamına geldiğinin belirtilmesi sadece ‘merkeze yaklaşma’ isteğiyle ilgili değildir
(Özgen 2003, 41, 44). Afşar ahlâk ve âdetine göre beyin söylediğinin yapılması gerekir
(FB 513: 49b). Rakka’ya sürülme hadisesinde de beyin tavrı aşiret üzerinde etkili
olmuştur.
2.2.4. “Rişvan Aşireti ile Mücadele”: (FB 582:41b-49a)
Afşarların XVII. yüzyılın sonlarında Rakka’ya sürülmelerinden sonra Afşarlar eski
mahallerine geri dönmeye çalışmışlardır. Ancak kendileri gittikten sonra bu yerlere
Rişvan Oğlu aşireti yerleşmiştir. Eski yerlerine tekrar yerleşmeye çalışan Afşarlarla
Rişvan Oğulları arasında çatışmalar çıkmıştır. Bu çatışmalarda Afşarlar haklı
bulunduğu için devlet o dönemde Rişvan Oğullarının beyliğini yapan İsmail Bey’in
tutuklanması için ferman göndermiştir. İsmail Bey sürekli kaçarak yaşamak yerine
padişaha kendisini affettirmek için İstanbul’a gider. Tebdil-i kıyafet ile bir saz
meclisinde bulunan padişaha yaklaşan İsmail Bey yanında getirttiği âşığa kendisinin
serbest bırakılmasıyla ilgili bir türkü söylettirir. Padişah, türküden hoşlanır ve İsmail
Bey’in bir yıl hapis kalması ve aşiretinin Haymana’ya yerleşmesi karşılığında serbest
kalacağını söyler. 1828-1829’da serbest kalmasına birkaç ay kala vefat eden İsmail Bey
için adı bilinmeyen bir âşık tarafından bir ağıt söylenmiştir.
Anlatıya göre olayların başlama tarihi XVII. yüzyıl sonlarındaki Afşar sürgünüdür.
Afşarlar bu dönemde Rakka’ya sürülmüşlerdir. Bundan önceki anlatıdan da
hatırlanabileceği gibi, Afşarlar bu sürgünü Tayyip Mamalı’nın öldürülmesinin cezası
olarak hatırlamaktadırlar. Bu anlatıda ise devletin iskân ettiği yerde durmayan Afşarlar,
36
‘yurt’larına döndüklerinde yerlerinde Rişvan Oğlu aşiretini bulmuşlar ve metindeki
ifadelere göre onlarla oldukça uzun süre mücadeleye girmişlerdir (1690’lı yıllardan
1728-1729’a kadar olan süre). Bu uzun süre boyunca devletin bu mücadeleye müdahale
etmemiş olması oldukça dikkat çekicidir. Ayrıca yerleştirildikleri bölgede kalmayıp
eski yerlerine dönen Afşarların devlet tarafından haklı bulunarak Rişvan Oğlu İsmail
Bey’in cezalandırılması da dikkat çekmektedir (Devletin Rişvan Oğlu’na ceza
vermesinin sebebi Çukurova çevresinde sabit kalarak güçlenen Rişvan Oğlu’nun
gücünün kırılmak istenmesi olabilir).
2.2.5. “Ayıntap’a Baskın ve Kamışlı’ya Sürgün”: (FB 582: 49b-51b)
Anber Ağa’nın anlatışına göre Afşar, Cerid, Karalar, Tecirli ve Bozdoğan aşiretleri
kıtlıktan dolayı Antep’e baskın yaparlar. Devlet bu haberi alınca baskının kimin
tarafından yapıldığının öğrenilip cezalandırılması için emir gönderir. Bu araştırma
esnasında Cerid, Tecirli, Karalar ve Bozdoğan aşiretleri söz birliği ederek suçu
Afşarların üzerine atarlar ve Afşarların bir kısmı (2000 çadır) Kamışlı’ya sürülür.
Çukurova’da sayıca az kalan Afşarları bu bölgeden tamamen çıkarmak isteyen Cerid,
Tecirli, Karalar ve Bozdoğan aşiretleri kalan Afşarlarla mücadeleye girerler. Afşarlar
kendilerine tuzak kurulduğunu öğrenmelerine rağmen o dönemde Afşarlar içinde
kahramanlığıyla nam salmış olan Kirtik Ali’ye güvenerek tedbir almazlar. Çatışmaların
sonunda Kirtik Ali ve Afşar beylerinden Kulaçkollu Halid Bey öldürülmüş, başsız
kalan Afşarlar da diğer Afşarların yanına Kamışlı’ya sürülmüştür. Hadiseler üzerine
söylenen türküde Halid ve Ali’nin ölümü anlatılmıştır.
1780’li yıllarda geçtiği tahmin edilen bu olaylarda da devlet müdahalesi
görülmemektedir. Anber Ağa bu yıllarda kıtlık olduğu için aşiretlerin bir araya gelerek
büyük bir baskın yaptıklarını nakletmiştir. Geçimini hayvancılık ve baskınlardan
sağlayan aşiretlerin ‘kıtlık’ sebebiyle başka bir topluluğa saldırması önemli bir
noktadır. Aşiretlerin kıtlık içinde olmalarının sebebi o dönemde iskân edildikleri
yerlerde tarım yapmaya çalışmış olmaları ancak başarılı olamamalarıdır. Afşarlar,
XVIII. yüzyılın sonlarında Rakka’ya sürülmüşler, burada sıcak havadan ve tarım
yapamadıklarından dolayı nüfus olarak oldukça azalmışlardır.
37
Elimizdeki bu bilgiler ışığında metni yeniden okumaya çalışırsak bahsedilen olaylar
esnasında Afşarların Rakka’da yerleşik olduğunu çıkarabiliriz. Cengiz Orhonlu’nun
belirttiğine göre Afşarlar Rakka civarında Membiç’e yerleştirilmişlerdir. Elimizdeki
metinlere göre Membiç’te yerleşik olan Afşarlar, Antep’e baskına gitmiş ve bu
baskından dolayı cezalandırılarak Kamışlı’ya (Suriye’ye) sürülmüşlerdir.
Anber Ağa ise Afşarlara yapılan ikinci baskının Pazarören civarında olduğunu iddia
etmektedir. Ancak bu dönemde Afşarlar Rakka civarındadırlar. Burada iki mekân üst
üste bindirilmiştir veya hatırlanan olay yaşanan mekâna uyarlanmıştır. İki mekânın üst
üste bindirilmesinin sebebi olay zamanı ile anlatı zamanı arasında çok uzun bir sürenin
(yaklaşık 200 yıl) bulunmasından dolayı bulunulan yer yani yurt edinilen mekânın eski
yerleşimin yerini almış olması olabilir. Olayların yaşanan mekâna uyarlanması ise
yerleşilen yer ile özdeşim kurmayla ilgili olabilir. Her iki durumda da yurt edinilen
mekânın benimsendiği anlaşılmaktadır.
2.2.6. “Avşar Var mı, Yok mu?”: (FB 582: 52b-60b)22
Afşarların Kamışlı’ya sürülmesinden sonra Cerid Beyi İmirza Oğlu ile Cerid Ağası
Memici Oğlu Afşarların sürülmesinin iyi olduğu yönünde konuşurlarken bu konuşmayı
duyan Dadal Oğlu onlara karşı çıkar ve Afşarların eski günlerini öven bir türkü söyler.
Dadal Oğlu Kamışlı’ya gidip Afşarları intikam almak için hazırlayacak sözler söyler.
Galeyana gelen Afşarlar yazın Çukurova’ya göçmek için hazırlık yapmaya başlarlar.
Yaza doğru Afşarların Çukurova’ya doğru göçmeye başladıkları haberi gelince Cerid
beyi, Bozdoğan beyi, Karalar ağası ve Tacirli ağası kendilerini öven bir türkü
karşılığında müjde vereceklerini söylerler. Dadal Oğlu müjdeyi alınca söylediği türküde
Afşarları da över. Afşarlar Çukurova’ya gelince Cerid, Karalar, Tecirli ve Bozdoğan
aşiretlerini hezimete uğratırlar ve Çukurova’yı yurt tutarlar.
Dadal Oğlu’nun beylerin yanında sürekli bulunmasından, onlar için çalıp söylediği
anlaşılmaktadır. Anber Ağa’nın anlattıklarına göre olaylar XVIII. yüzyılın sonlarına
doğru meydana gelmiştir. XIX. yüzyıl başlarından 1866’ya kadar Çukurova, Uzunyayla
civarında yaylak-kışlak hayatı yaşamışlardır. Elimizdeki metinde Kamışlı’da sürgünde
22 Bu olay için ayrıca bk. Özdemir 1985, 171, 209-210.; Öztelli 1984, 180-181.
38
olan Afşarların XVIII. yüzyılda bu bölgeye gelişleri anlatılmaktadır. Afşarlar bölgeye
geldikten sonra burada çok güçlü bir duruma gelmişlerdir.
2.2.7. [Dayının Oğlu ile Mücadele]: (FB 582:63b)23
Anber Ağa’ya göre aşiretleri tedip için Muhtar Paşa kumandasında Halep’ten gelen
Dayının Oğlu ve çetesi aşiretlerle çatışmalara girmişlerdir. Aşiretler kendilerini
savunmuşlarsa da başarılı olamamış, Cerid beyi bu çatışmaların sonunda Halep’e
gönderilmiştir.
Anber Ağa’nın söylediğine göre XIX. yüzyıl başında Halep tarafından bir Türkmen
grubu Çukurova’ya devlet güçleriyle birlikte gelmiştir ve devlet güçleriyle
Çukurova’daki aşiretler arasında çatışmalar olmuştur.
Fahri Bilge’nin bulduğu resmî kayda göre (FB 582: 90a) Fırka-yı İslâhiye ordusu
kumandanlarından biri de Muhtar Paşa (Gazi Ahmet Muhtar Paşa)’dır. Metinde
anlatılan çatışmalar iskân sırasında yaşanmış ve Cerid beyi de bu çatışmalardan sonra
Halep’e sürgüne gönderilmiş olmalıdır. Türküye göre bu çatışmalarda Kozan Oğlu
bulunmamıştır.
2.2.8. [Dayının Oğlu ile Kozan Oğlu’nun Mücadelesi]: (FB 582: 65b-72b)24
Dayının Oğlu kuvvetlerinin Kozan Oğlu’na saldırmasını anlatmaktadır. Bundan önceki
anlatının devamı niteliğinde olan bu hikâyeye göre Dayının Oğlu ve çetesi Kozan
Oğlu’na saldırmış fakat kış mevsiminin gelmesi ve Kozan Oğlu’nun Kozan Dağı’na
çekilmesinden dolayı çatışmalara ara verilir. Yaz gelince çatışmalar yeniden başlar.
Dayının Oğlu güçlerinin içinde bulunan iki Arap’ın ustaca kullandığı cidalardan dolayı
birçok Türkmen ölür. Bu çatışmalar iki buçuk sene sürer. İki buçuk sene sonunda
Kozan Oğlu güçleri galip gelir. Dayının Oğlu ve Muhtar Paşa öldürülür. Cerid
aşiretinden Bekir Ağa’nın dört kardeşi öldürülür.
Fırka-yı İslâhiye’den önce 1842’de aşiretler iskân ve tedip edilmeye çalışılmışsa da bu
hareketin çok başarılı olarak sonuçlandığı söylenemez. Elimizdeki metin de bu iskân
hareketini anlatmaktadır fakat Fırka-yı İslâhiye ile yakın tarihlerde olan bu iki iskân 23 Bu anlatı için ayrıca bk. Özdemir 1985, 186-187; Özkul 1995, 206-207. 24 Bu anlatı için ayrıca bk. HAGEM 1968, 10, 1; Özdemir 1985, 182-183; Özkul 1995, 200.
39
yine karıştırıldığı için Muhtar Paşa ile yapılan mücadeleden bahis vardır. Ancak Muhtar
Paşa’nın bölgeye gelmesi daha önce de belirttiğimiz gibi Fırka-yı İslâhiye ile birlikte
yani 1865-1866’dadır. Anlatılan olaylarda devlet güçlerinin yenilmesinden olayların
Fırka-yı İslâhiye ile ilgisinin olmadığı anlaşılmaktadır.
Muhtar Paşa’nın olayların içinde olmadığına ve mücadele edilen taraflardan birinin
adının Dayının Oğlu olmasına bakarak bu çatışmaların aşiretler arası yapılmış olan
çatışmalar olması muhtemeldir. (Fırka-yı İslâhiye’nin bölgeye müdahale etmesinden
önceki dönemde aşiretler arası kavgaların çok olduğu bilinmektedir.)25
2.2.9. [Kelin Oğlu’nun Adana’dan Çıkarılması]: (FB 582: 72b – 84b)26
Hicrî 1244 (M. 1848) yılında Tarsus derebeyi Kelin Oğlu Mahmud Ağa, Adana
derebeyi Ramazan Oğlu ve Arslan Paşa Oğlu’nu Adana’dan kovarak Adana’yı işgal
eder. Şehir Kelin Oğlu kuvvetleri tarafından yağmalanır. Ramazan Oğlu ve Arslan Paşa
Oğlu, Kelin Oğlu’nun Adana’dan çıkarılması için Menemenci Oğlu’ndan, Karsantı
Oğlu’ndan, Sırkıntı Oğlu’ndan ve Kozan Oğlu’ndan yardım ister. Kozan Oğlu
mücadelenin açık alanda yapılacağından dolayı kendilerinin çok faydalı
olamayacaklarını ancak Afşar beylerinden Osman Bey’in daha faydalı olabileceğini
söyler. Mevsim yaz olduğu için yaylada olan Osman Bey’in yayladan dönüşü beklenir.
Sonbaharda Osman Bey kışlağına inince mesele ona açılır ve Osman Bey daha önce
Ayas’a kadar sürdükleri Bozdoğan ve Karalar aşiretlerinin tekrar kendilerine saldırma
ihtimallerine karşı mücadeleye girmek için kendisine 300 atlı verilmesi şartıyla yardım
etmeyi kabul edeceğini söyler. Anlaşma sağlanması üzerine Kelin Oğlu’na saldıran
diğer aşiretler, Kelin Oğlu’nu bozguna uğratarak Adana’dan çıkartıp öldürürler.
Elimizdeki anlatının “Avşar Var mı, Yok mu?” başlıklı olaydan sonra olduğu
Bozdoğan ve Karalar aşiretlerinin Ayas’a sürülmesi ve orada beş altı yıldır
bulunduklarından anlaşılmaktadır. Bu durumda Afşarlar Kamışlı’dan Çukurova
çevresine XIX. yüzyılın ilk yarısının son yıllarında geldiği bilgisi kanıtlanmaktadır.
25 Bu olay için ayrıca bk. Menemencioğlu Ahmed Bey 1997, 88-99. 26 Bu anlatı için ayrıca bk. Dulkadır 1997d, 16; Özdemir 1998, 95-96. Kelin Oğlu için ayrıca bk. Yalgın 1977b, 59-60.
40
H. 1244/M. 1848’de olan bu olaylarda, 1842’deki başarısız tedip hareketinden sonra
aşiretlerin bölgedeki yönetimi ele geçirdikleri görülmektedir. Bu dönemde anlatının
kahramanlarından anlaşılabileceği gibi Çukurova ve çevresinde derebeylik sistemi
oturmuş ve bunlar kendi bildikleri gibi hâkim oldukları toprakları yönetmektedir.
Aşiretler arasındaki çatışmalara devletin müdahale etmediği veya edemediği metinlerde
görülmektedir. Anlatıya göre dönemin derebeyleri şunlardır: Karsantı Oğlu, Kelin Oğlu
Sırkıntı Oğlu, Kozan Oğlu, Melemenci (Menemenci) Oğlu, Ramazan Oğlu, Arslan Paşa
Oğlu.
Metnin sonunda Osman Ağa’nın Kars(Kadirli)’ta kışlayıp, yazın Pınarbaşı’na çıktığı
görülmektedir ki bu da o dönemdeki Afşarların nerede konakladıklarını göstermektedir.
2.2.10. “Albustan Kavgası”: (FB 582: 84b-94b)27
Cerid, Tecirli, Karalar ve Bozdoğan aşiretleri, kendilerinden daha zengin olan Reyhanlı
aşiretine baskın yapmaya karar verirler. Bu baskında kendilerine destek olması için
Afşarlara da haber verir. Ancak o dönemin Afşar beyi olan Recep Oğullarından İbrahim
Bey (Koca Topuz) bu baskına karşı çıkar ve bu fikrini kâhyasıyla diğer beylere bildirir.
Cerid beyi, Koca Topuz’un düşüncesini beğenmeyip onun kâhyasına hakaret eder.
Bunun üzerine kâhya, Koca Topuz’a durumu bildirir. Koca Topuz, Reyhanlılara
kendilerine baskın yapılacağı ve dara düşerlerse kendilerine haber vermelerini söyler.
Afşarları karşılarına aldıklarını bilen diğer aşiret beyleri, saldırıyı ileri bir tarihe erteler.
Ertesi yıl Reyhanlılar yaylaya çıkarken aşiretler Reyhanlılara baskın düzenler.
Reyhanlıların Afşarlara haber vermesi üzerine aşiretler arasında büyük bir çatışma olur.
Bu çatışmada birbirine yenişemeyen aşiretler, iki tarafın kahramanının düellosunun
sonucuna göre çatışmayı bitirmeyi kabul ederler. Afşarlardan Koca Topuz’un oğlu
Çerkez’in karşısına aşiretler birliğinden Danacı Oğlu çıkar. Çerkez çok genç olmasına
rağmen Danacı Oğlu’nu yener. Böylece bölgede Afşar ve Reyhanlılar üstünlük
kazanmış olurlar.
Anlatıda zaman belirtilmemiştir. 151b-152a’da anlatılan Cin Yusuf’un öldürülmesi
olayının geçtiği zamandan sonra olan bu olay tahminen 1850’lerde olmuştur.
27 Bu anlatı için ayrıca bk. Kula 1969, 17-18; Uyguner 1990, 130-131; Özdemir 1985, 200-201, Önder 2000, 32, Işık 1963, 41-42; Özkul 1995, 277; Elçin 1988, 214-215.
41
Çatışmanın mekânı olarak Albustan(Elbistan)’ı görmekteyiz. Metindeki dikkat çekici
unsur Çerkez’in hikâyesidir. Çerkez 16-17 yaşlarında bir genç olmasına rağmen
çatışmaya gitme ve düelloya girme cesareti gösterir. Çerkez’in babası bu metinde Koca
Topuz yani Recep Oğlu İbrahim Bey olarak gösterilmektedir. “Avşarlar Aleyhinde
Türkmenlerin Müttehiden Kıyamı” (FB 513: 33a-37b) adlı parçada da 12-13 yaşlarında
olan Çerkez Bey benzer kahramanlıklar göstermiştir. Ancak FB 513’teki metinde geçen
Çerkez Bey Abdullah Bey’in oğludur. Anber Ağa her iki anlatıda da olayların tarihi
hakkında bilgi vermemiştir. Ancak her iki anlatıda da Dadal Oğlu’na ait bir türküden
bahsedilmesi ve benzer kahramanlıkların aynı isimli, gençlere ait gösterilmesi sözel
hatırada iki olayın/iki kahramanın birbirine karıştırılmış olmasını düşündürmektedir.
2.2.11. “Beyazıt Oğlu İçin Harekât”: (FB 582: 95b-105b)28
XIX. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Kalender Paşa’nın yerine kardeşi Osman Paşa
‘bey’ olur. O dönemde Çukurova’daki aşiretler Bozok eyaletine bağlı olduğu için
Osman Paşa, Çapan Oğlu’na ‘bey’liğini tasdik etmesi için hediye götürmesi gereklidir.
Osman Paşa bu ziyarete yeğeni Kalender Paşazade Süleyman Bey’i götürmek istemez
ama Süleyman Bey’in annesini kıramaz ve onu da kafileye dâhil eder. Çapan Oğlu’nun
konağına vardıklarında Çapan Oğlu onun kim olduğunu sorar. Osman Paşa da onun
Kalender Paşa’nın oğlu olduğunu söyleyince Çapan Oğlu ona çok ilgi gösterir. Osman
Paşa bu durumu kıskanır ve Süleyman Bey’e iftira eder. Bu yalana Çapan Oğlu’nun da
inanması ile Osman Bey ve Çapan Oğlu Süleyman Bey’i öldürmek için birlikte plan
yaparlar. Bu plana göre Osman Paşa Afşarlar arasında çok sevilen bir oyun olan
‘değnek oyunu’ esnasında Süleyman Bey’i öldürecektir. Osman Paşa’nın oyunda attığı
değnek Süleyman Bey’i ıskalayınca Çapan Oğlu onun ıskaladığını ifade eden bir söz
söyler. Bunu duyan Süleyman Bey oradan hızla kaçar. Ailesini ve adamlarını alıp
Kozan Oğlu’na sığınır.
Yaşadıklarını anlatınca Kozan Oğlu aşiretleri toplayarak hep birlikte Maraş’a hareket
ederler. Bu sırada Mısırlı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın Suriye’ye
girdiği haberi gelir. Aşiretler İbrahim Paşa’nın karşısında yer alır, Çapan Oğlu da
İbrahim Paşa’nın karşısında yer alır, ancak onun ordusu dağılır. Aşiretler birliği ise
İbrahim Paşa’nın ordusunun bir kısmının geri çekilmesini sağlarlar. Bu mücadeleler
28 Bu anlatı için ayrıca bk. HAGEM 1968, 6; [Göğceli] 1997, 353.
42
sırasında kaçan Çapan Oğlu güçlerinden bir askerin bir Afşar kızına sarkmasından (kıza
lâf atmasından) dolayı aşiretler Çapan Oğlu kuvvetleriyle de mücadeleye girişirler ve
Çapan Oğlu kuvvetleri dağılır.
Hem konunun başında anlatılan Kalender Paşa’nın biyografisinden hem de Kavalalı
Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti’ne saldırı tarihinden; olayın 1830’lu yıllarda
meydana geldiği anlaşılmaktadır.
Aşiret reislerinin kendi reisliklerini tanıması için Çapan Oğlu’na hediye götürerek
ziyaret etmesi bu dönemde bölgenin Çapan Oğulları tarafından idare edildiğini
göstermektedir. Ayrıca, tanınmak için hâlâ Osmanlı Devleti’nin görevlendirdiği kişiyle
görüşmelerinden, bölgede hâlen devletin tanındığı düşünülebilir.
Anlatıda Mısırlı İbrahim Paşa’nın Suriye üzerinden Anadolu’ya yürümesinden
bahsedilmiştir. 1832’de olan bu olay resmî kaynaklarda Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın
isyan ettiği ve Kütahya’ya kadar ilerlediği şeklinde anlatılmaktadır. Resmî kayıtlara
göre Kavalalı Mehmet Ali Suriye ve Mısır valiliklerinin kendisini verilmesini istemiş,
Osmanlı yönetimi buna karşı çıktığı için oğlu İbrahim Paşa’yı ordusuyla Anadolu’ya
yollamıştır. Ordunun karşısına çıkan 60.000 kişilik Osmanlı ordusu yenilmiş ve
İbrahim Paşa Kütahya’ya kadar ilerlemiştir. İbrahim Paşa’nın ordusuna Anadolu’daki
asi çeteler de katılmıştır. 1833’te imzalanan Kütahya Anlaşması ile Kavalalı
Anadolu’yu terk etmiş, Mısır valisi olmuştur (OA, II. M. 6, 82-89).
Elimizdeki metinlere göre aşiretler o dönemde Çapan Oğlu ile savaş hâlinde olmalarına
rağmen Kavalalı’nın saldırısı karşısında Osmanlı ordusuna dâhil olmuşlar, hatta
Kavalalı’nın ordularının bir kısmının Anadolu’ya girmesini önlemişlerdir. Burada
karşımıza iki durum çıkmaktadır: a) Katıldıkları bu savaşta kazandıklarını
söylediklerine göre aşiretler Kavalalı’nın yanında savaştıkları hâlde ihanetin
unutulması/unutturulmasından dolayı kendilerinin Osmanlı tarafında savaştıklarını
iddia etmektedirler. b) Afşarların Kavalalı’nın karşısında yer aldıklarını iddia
etmelerine göre anlatı doğru aktarılmış fakat ‘mutlu son’ kuralı gereğince Kavalalı’nın
Afşarlar tarafından yenildiği iddia edilmektedirler. Her iki durumda da aşiretlerin bu
savaşta oldukları görülmektedir.
43
Anlatıda Süleyman Bey’e ‘paşalık’ verilmesi de dikkat çekici bir unsurdur. Buna göre
aşiretler de Osmanlı ordusuna katılarak Mısır kuvvetlerine karşı savaşmışlardır.
Dipnota göre aşiretlerdeki beylere ‘paşalık’ verilmesinden aşiretlerin Osmanlı Devleti
tarafında oldukları anlaşılabilir (FB 582: 145a).
Metinde yer alan iki türküye baktığımızda iki farklı mücadele anlatılmaktadır.
Bunlardan birincisinde “Gördüm Bozoklu’nun beli kırıldı” ifadesinden de
anlaşılabileceği gibi Çapan Oğlu’yla yapılan mücadele anlatılmıştır. İkinci türküdeyse
“Çağrışır Araplar der yeter kayrı” ve “Eğer duyarısa İrbehem Paşa” ifadelerinden
anlaşılabileceği gibi Kavalalı’nın ordusuyla mücadele anlatılmıştır.
2.2.12. [Pehlivan Oğlu’nun Öldürülmesi]: (FB 582: 116b-123b) 29
XIX. yüzyılda hükümetin görevlilerinden olan Pehlivan Oğlu Abidin Bey, Afşarlardan
Paşa Bey’in kızına âşık olur, kızı istetir fakat kız buna razı olmaz, “dağın tazısı çölün
cerenini alamaz” cevabını verir (FB 582: 116b). Bu cevaptan sonra Abidin Bey kızı
almak için daha çok uğraşır ve kızı alır. Kıza tazının cereni aldığını söyleyince kız da
bunu ‘Könes Avı”na benzetir.
Bu sırada Afşarlar, sadrazamla görüşerek Bozok’ta geçinemediklerini ve Pınarbaşı’na
inmek istediklerini belirtir. Bunun üzerine küçük gruplar hâlinde Pınarbaşı’na
göçmelerine izin verilir. Bu göçlerden birinde durumdan haberi olmayan Pehlivan Oğlu
Abidin Bey göçü engellemek ister ve Afşarlara saldırır. Afşarlar da kendilerini
savunmak için ateş ettiklerinde Abidin Bey vurulur ve ölür. Abidin Bey’in devlet
görevinde çalışmasından dolayı devlet tarafından olayın araştırılması için bir paşa
gönderilir. Paşa, olayda devlete karşı kasıt olmadığını belirtir, Afşarlara mansıp
verilirse onların daha sadık olacağını söyler. Bunun üzerine Afşarlar Pınarbaşı’na
dönmüşler ve başlarına da Halli Oğlu İbrahim Ağa ‘bey’ tayin edilmiştir.
Anlatıya göre olaylar XIX. yüzyıl ortalarında (1845-1853) meydana gelmiştir.
Afşarların sadrazama başvurmaları 1850 yılında olduğuna ve bundan önce Abidin
Bey’in Afşar kızıyla evlendiği göz önüne alınacak olursa, olaylar 1840’lı yılların
sonunda başlamış, Abidin Bey’in vurulması ve devlet tarafından paşa gönderilmesi
29 Bu anlatı için ayrıca bk. Dulkadır 1995a, 8.
44
sonrasında Afşarların Pınarbaşı’na yerleşmeleri düşünüldüğünde de olaylar 1850’li
yılların başlarında bitmiş olmalıdır.
Metinde Tayyip Mamalı’nın katline benzer bir olay anlatılmıştır (FB 582: 34a-41a):
Afşarlar bu olayda da suçsuz olduklarını kendilerine saldırıldığı için Abidin Bey’i
vurduklarını iddia etmektedirler. Pehlivan Oğlu aşiretinin anlatılarına göre ise Afşarlar
kanunsuz olarak yer değiştirdikleri için Abidin Bey onları engellemeye çalışmış ancak
Afşarlar tarafından vurularak öldürülmüştür.
Afşarlar bu hikâyede de ‘merkeze yaklaşma’ isteğiyle bağlantılı olarak Tayyip
Mamalı’nın katli olayındakine benzer bir anlatı geliştirmişlerdir (Özgen 2003, 41, 44).
Yani Afşarlara göre onların devletten göçmeye izni olduğu için Pınarbaşı’na
gitmektedirler ve Abidin Bey’e karşı kendilerini savunmak zorunda kaldıkları için
Abidin Bey’i vurmuşlardır ve bu olayda devlete karşı bir kasıtları bulunmamaktadır.
Burada kendilerini ‘merkezîleştirmeye’ yani “biz asi değiliz” demeye çalışmaktadırlar
(Özgen 2003, 41, 44).
Anlatıya göre olayların olduğu dönemde Afşarlar Bozok’ta sürgündür. Oysa olayların
olduğu dönem derebeyliklerin en güçlü olduğu zamandır. Bundan dolayı sürgünden
ziyade burada bulunduklarını söylemek daha doğrudur.
2.2.13. “Töremez Oğlu Kavgası”: (FB 582: 124a – 126b) 30
Olay Dulkadirliler zamanında geçmektedir. Dulkadirli Şehsuvar Bey Mısır güçleriyle
savaşa girişir. Bu savaşa katılmaları için aşiretlere de haber gönderilir. Haber
geldiğinde Töremez Oğlu Hasan Paşa’nın düğünü yapılmaktadır. Haberi alır almaz
Hasan Paşa ordularını toplayıp savaşa gider. Geride sadece o gün hasta olan,
güvendikleri bir Arap köleyi bırakır. Askerler savaşa gittiklerinde Hasan Paşa’nın
annesi köleyi yoklamak için onun çadırına gittiğinde onu yerinde bulamaz. Durumu
konuşmak için kızının yanına gittiğinde köleyi kızının yanında görür ve olayı hemen bir
haberciyle Hasan Paşa’ya bildirir. Haberi alan Hasan Paşa yeğeni Ali’yle yola çıkar.
Obaya gelir, kız kardeşlerini, Arap köleyi ve nişanlısı Torun Eşe’yi öldürür. Yeğeni
Ali’nin nişanlısını öldüreceği esnada yeğeni, kendi nişanlısını öldürmemesini isteyince
30 Bu anlatıya benzer bir başk hikâye için bk. Eberhard 2002, 45-47.
45
Ali’nin nişanlısına dokunmaz. Ancak Torun Eşe’yi öldürdüğüne pişman olur. Tekrar
askerlerin yanına döndüklerinde kendisi dua eder ve beylerine ‘amin’ dedirtir. Sabaha
Hasan Paşa’nın ölüsüyle karşılaşırlar. Hasan Paşa’nın bıraktığı mektuba göre Yeğen Ali
ordunun başına geçer. Dulkadirliler ve yanlarındaki diğer aşiretler Mısırlılara yenilir,
Şehsuvar Bey esir düşer, Türkmenler kaçarlar.
Fahri Bilge olayları hangi kaynak kişiden derlediğini belirtmemiştir. Ancak olaylar
resmî tarih kaynaklarıyla örtüşmektedir. Resmî kaynaklara göre Dulkadirli beyi olan
Şehsuvar Bey, Fatih Sultan Mehmet ile birlikte hareket ediyor böylece beyliğin ayakta
kalmasını sağlıyordu. Ancak Şehsuvar Bey bazen, Fatih Sultan Mehmet’in sıcak
bakmadığı mücadelelere girmiştir. Bundan dolayı Fatih, Şehsuvar Bey’e yardıma
gitmemiştir. Bu çatışmada esir edilen Şahsuvar Bey Mısır’a götürülmüştür. Elimizdeki
metinde de bu vaka anlatılmıştır. 1472’deki bu olaylar sırasında yaşanan Hasan
Paşa’nın hikâyesinin 1940’lı yıllara kadar aktarılabilmiş olması oldukça önemlidir.
Anlatıda, aşiret için önemli olan bir meselenin (namus) hatırlanmasının yanı sıra resmî
kaynaklarda yer alan bilgilerin de aktarılmış olması çok dikkat çekicidir.
Ruhi Ersoy’un Lord Raglan’dan yaptığı alıntıya göre sözlü kaynakların en fazla 150 yıl
öncesini aktarabildiği belirtilmiştir. Fakat elimizdeki metin 450 yıldan daha fazla bir
süredir aktarılmaktadır (Ersoy 2005, 85). Bu anlatının bu kadar uzun bir süre boyunca
aktarılabilmesinin en önemli sebebi hatırlamayı kolaylaştıran unsurlardan olan bir
türküsünün bulunmasıdır. Uzun yıllar boyunca aktarılmış olmasının bir diğer sebebi de
Afşarların yakın zamana kadar konar-göçer kültür dairesi içinde bulunmalarından
dolayı kültürü sadece sözlü olarak aktarmış olmalarıdır.
2.2.14. “Firuz Beğ”:127a – 127b:
Danişmentliler zamanında Horasan’dan batıya doğru hareket eden Türkmen aşiretleri
konakladıkları yerde İran’a veya batıya göç konusunda kararsız kalırlar. Aşiret
beylerinden olan Firuz Beğ, İran hükümdarıyla görüşüp oraya yerleşmek için ondan
izin alır. Ancak diğer bazı beyler buna karşı çıkarlar ve batıya gitmenin daha uygun
olduğunu söylerler. Firuz Bey ve onu takip edenler hariç diğer boylar batıya gitmeyi
doğru bularak Anadolu’ya doğru ilerler. Firuz Bey ise İran hükümdarıyla konuştuğu
için İran’a gitmekten vazgeçemez. Orada kalınmamasını kendisine bir nevi hakaret
46
olarak kabul eder ve İran’a doğru gitmek için hareket eder. Diğer aşiretlerden onu ikna
etmek için oraya giden kafile onun, ata kamçı gibi vurarak çocuğunu öldürdüğünü
görünce onu ikna edemeyeceklerini anlarlar. Firuz Bey İran’a yerleşir ve diğer aşiretler
de Anadolu’ya doğru ilerler.
Elimizdeki metin anlatıcının verdiği tarihe göre Türklerin Anadolu’ya ilk yerleşme
dönemleridir. Ancak resmî kaynaklara göre Firuz Bey 17. yüzyıl sonlarında yaşamış
olan Beydili aşireti beylerinden biridir. Faruk Sümer’in belirttiğine göre (Sümer 1976:
154) 17. yüzyıl sonlarında Osmanlı Devleti’nin Rakka’ya yerleştirdiği aşiretlerden olan
Beydili aşiretinin beyi Firuz Bey “bu fena yerlerde yaşanmaz” diyerek İran’a
göçmüştür. Sözlü hafızada Anadolu’ya geliş yanlış anlaşıldığı için yanlış aktarılmış
olabilir. Aşiret içinde güneyden Anadolu’ya geliş yanlış yorumlanmış ve Rakka’dan
geliş/dönüş Anadolu’ya ilk yerleşme gibi algılanmış ve bu şekilde aktarılmıştır. Bu
anlatının da uzun bir zaman dilimi (250 yıl) boyunca aktarıldığı görülmektedir. Fakat
burada dikkat çekici unsur anlatılan hikâyenin türküsü olmadığı hâlde çok uzun süre
sözlü olarak aktarılmış olmasıdır.
2.2.15. [Kozan Oğulları’nın ve Ali Bekir Oğulları’nın Yakalanması]: (FB
582:129a-130b)
Ahmet Paşa31 İstanbul’dan kaçıp Kozan’a gelir ve burada kendine göre bir yönetim
kurar fakat hükümet kuvvetleri gelerek kendisini İstanbul’a sürerler. Daha sonra
Trablusgarp’a sürülür. Kardeşi Yusuf Ağa çok fazla asker öldürdüğünden dolayı çok
tepki toplamış bundan dolayı yakalandığında süngülenerek öldürülmüştür. Yusuf
Ağa’nın ailesi ve Ahmet Paşa’nın diğer biraderleri (Mehmet ve Ziya Bey’ler) İstanbul’a
sürülür. Bu olay Fırka-yı İslâhiye’nin gelişinde olmuştur. Aynı dönemde Fırka-yı
İslâhiye’nin tedip ettiği bir diğer aşiret de Ali Bekir Oğulları’dır. Fırka-yı İslâhiye’de
askerlerin yanı sıra tedip edilmiş olan aşiretlerden de asker takviyesi yapılmıştır.
Aşiretler arasında bu askerlere zorla askerlik yaptırıldığı için ‘Zor Askeri’ denilmiştir.
Ali Bekir Oğulları kuşatma altındayken Ali Bekir Oğlu’nun annesi Derviş Paşa’dan
kurşun ve barutları kalmadığı için kurşun ve barut istemeye gider. Paşa da aşirete barut
ve kurşun gönderir. Paşanın bu hareketi üzerine de Ali Bekir Oğulları teslim olurlar.
31 Kozan Oğlu Ahmet Paşa için ayrıca bk. Yalgın 1977b, 195,196,198.
47
Bu metin iki parçadan oluşmaktadır.
İlk parçada Kozan Oğlu Ahmet Paşa ve Yusuf Ağa’nın yakalanması, Ahmet Paşa’nın
sürülmesi ve Yusuf Ağa’nın öldürülmesi anlatılmıştır. Ancak sözlü hafızada Ahmet
Paşa önceden İstanbul’da imiş, Fırka-yı İslâhiye’den önce Adana’ya dönmüş olarak
görülmektedir. Fakat Ahmet Ağa’nın İstanbul’da oluşu Fırka-yı İslâhiye tarafından
yakalanmasından sonradır. Ahmet Ağa yakalandıktan sonra ‘paşa’ unvanı ile İstanbul’a
sürülmüştür. Anlatıda da ‘paşa’ olarak anılması bu durumla ilgili olmalıdır. Hikâyede
anlatıldığına göre Ahmet Paşa İstanbul’a sürülmüş daha sonra Trablusgarp’a sürüldüğü
hâlde ‘hastalık’ sebebiyle gitmemiştir. Ahmet Ağa’nın paşa olarak İstanbul’a ve
Trablusgarp’a sürülmesi resmî kaynaklardan sadece Ali Esat Bozyiğit’in makalesinde
geçmektedir. Metinde geçen bir başka ilginç nokta ise birçok araştırmada Fırka-yı
İslâhiye’nin yaptığı ıslâhatta Yusuf Ağa’nın asıldığı söylenmiştir. Ancak Fahri
Bilge’nin belirttiğine göre Yusuf Ağa asılmamıştır, süngülenerek öldürülmüştür.32
Fahri Bilge’nin bu bilgiyi hangi kaynaktan aldığı belli değildir.
İkinci parçada ise Ali Bekir Oğullarının teslim olması anlatılmıştır.
Her iki anlatıda da Fırka-yı İslâhiye’nin yaptığı ıslâhatların aşiretler arasından bakış
açısı yer almaktadır. Bu anlatılara göre aşiretler içinde devlete karşı kızgınlık veya
kırgınlık olmaması dikkat çekicidir. Ayrıca döneme ait ‘zor askeri’ kavramının
anlatılması ve açıklanması da önemlidir. Devlet zoruyla askerlik yapmaları daha doğru
bir ifadeyle aşiretleri tedip için kullanılmaları ve halkın bu olaya bakışı bu deyimden
anlaşılabilir.
2.2.16. [Avşarlarla Leklerin Mücadelesi]: (FB 582:142a-142b)
Rişvan Oğulları ile Afşarlar arsındaki anlaşmazlıkta Lek Kürtleri Rişvanları
desteklemiştir. Rişvanlarla olan anlaşmazlık sona erdikten sonra Afşarlar ile Rişvanlara
destek olan aşiretler arasındaki anlaşmazlık devam eder. Bu çatışmalarda Afşarlar
Leklerle de savaşır ve bu çatışmalarda Kirtik Ali adlı Afşar kahramanı oldukça önemli
işler görür.
32 Bu olay için ayrıca bk. Ahmet Cevdet Paşa 1980, 163-171; Cevdet Paşa 1986, 173,177; Menemencioğlu Ahmed Bey 1997, 178.
48
Anlatıya göre 1825-1827 yıllarında olan bu olaylar sırasında Afşarların yaylaya
çıktıklarından bahsedilmiştir. Buna göre bu tarihlerde Afşarlar yerleşik veya sürgün
değillerdir. Ayrıca yine Osmanlı Devleti’nin bu mücadelelere müdahale etmediği
dolayısıyla devlet otoritesinin hiçe sayıldığı görülmektedir.
2.2.17. [Hac Kafilesinin Soyulması]: (FB 582: 145a-146a)
Mısırlı İbrahim Paşa’nın karşısında savaşarak Osmanlı Devleti’nden ‘paşalık’ unvanı
alan Küçük Ali Oğlu Halil Bey’in torunu Ahmet Bey 300 kişilik hac kafilesinin yolunu
keserek onları soymuştur. Bu olay üzerine devlet ordu göndermiş ve Ahmet Bey bu
orduyu da yenmiştir.
Olaylarla ilgili olarak tarih verilmemiştir ancak padişah II. Mahmut’un ölümü
1839’dur. 1832’de paşa olan bir beyin torununun kafile basıp onları soyması 1839’dan
sonra olmalıdır. Türküde bahsedilen padişah Sultan Abdülmecit olmalıdır. Ayrıca
türküdeki devlete kafa tutan söyleyişe bakarak bu olayların 1840-1865 arasında
yaşandığı da söylenebilir. Çünkü Osmanlı Devleti 1842’de Afşarları iskân etmeye
çalışmışsa da başaramamış, Fırka-yı İslâhiye bölgeye gelinceye kadar derebeyleri bu
bölgede istedikleri tasarruflarda bulunmuşlardır. Paul Demont’un bahsettiği hac
kafilesinin soyulması olayı burada anlatılan hadise olmalıdır.
2.2.18. “Cin Yusuf Kavgası”: (FB 582: 151b-152a)
Cerid ve Afşarlar arasında baskın ve mücadeleler süregelmektedir. Afşar beylerinden
Cinni Kır’ın oğlu Yusuf Bey, her yıl kışlağa indikten sonra 3 Eylül’de Ceridlere baskın
düzenler. 1845’te Ceridler konakladıkları yerde Cerid Beyi Seydi Oğlu’nun aklına o
günün 3 Eylül olduğu gelir ve hemen göç etmek için hazırlıklar yaptırır fakat
Yarsufat’a geldiklerinde Cin Yusuf yine karşılarına çıkar. Seydi Oğlu kaçarken Danacı
denilen uşağı, Cin Yusuf’u öldürür ve böylece nam kazanır.
1845 yılında olduğu rivayet edilen olaya göre Cerid ve Afşar aşiretleri arasındaki
kavgalardan söz edilmiştir. Bu anlatıda dikkat çekici nokta Afşarların Eylül’den önce
kışlaklarına inip yerleştikleri ve Ceridlerin ise eylül ayında henüz göç yolunda
olduklarıdır.
49
3. FAHRİ BİLGE DEFTERLERİNDE SÖZLÜ EDEBİYAT 33
3.1. KONUŞMALIK TÜRLER 3.1.1. Ağız Özellikleri Fahri Bilge ağız özelliği taşıyan kelimeleri söylenildiği gibi yazmaya çalışmıştır. Fahri
Bilge’nin ağız özelliğiyle yazmaya çalıştığı kelimeler konuşmalarda ve şiir metinlerinde
geçmektedir.
Ağız özelliğinin en belirgin unsurlarından biri ‘ñ’nin (sağır kef-ك) kullanılışıdır. ‘ñ’ 2.
teklik ve çokluk şahıs iyelik ve aidiyet eki olarak ve fiil çekimi II. şahıs eki olarak
kullanılmıştır. Ayrıca ekler haricinde kelime kök ve gövdelerinde de bulunmaktadır:
Yalıñız, çeñiler, biñbaşı, Tañrı, yiñil-, göñül, Biñboğa, biñ, beñli, biñ-, deñiz, düñür,…
Bazı kelimelerde ses türemelerine rastlanmaktadır: Kelimelerin bazılarında ünlü
türemesi vardır: Uruhsat (ruhsat), ıras (rast), ilâyık (lâyık), ireyhan (reyhan), İrecep
(Recep), … Kelime içinde ünsüz türemesi olayına örnekler de bulunmaktadır: Tüfenk,
arslan, fursand, … Kelime başında ünsüz türemesi olayına rastlanan kelimeler ise:
Havya (ayva), havlı (avlu), helbet (elbet)…
En çok görülen ağız özelliklerinden bir diğeri de –eg/-ek ile biten kelimelerin sonunun –
áġ’ye dönüşmesidir: değ->dáġ-, hendek>hendáġ, eğ(il)->áġ(il)-, yemek>yimáġ,
bey(beg)>báġ, … -ey-/-eg-/-ek-’ler de -áġ- olabilmektedir: heybe>háġbe,
seğmen>sáġmen, eğleş->áġleş-, yeğen>yáġen, Beydili>Báġdili
Metinlerde rastladığımız diğer ses değişmeleri şunlardır:
q>ġ: kalgacak (kalkacak), çoġ (çok), kazıġ (kazık), yazıġ (yazık), azıġ (azık), ġadar
(kadar), …
q>x: axıllı (akıllı), vaxt (vakit), kax- (kalk-), bax- (bak-), ax- (ak-), yıxıl- (yıkıl-), çıx-
(çık-), yax- (yak-), çaxmaklı (çakmaklı), …
33 Sınıflandırmada Yıldırım 1998, 100-101’den yararlanılmıştır.
50
k>g: gemirelim (kemirelim), …
t->d-: dahar (takar), duz (tuz), dut- (tut-), darak (tarak), dabanca (tabanca), datlı (tatlı),
…
v->m-: vefa>mafa. -r->-l-: güreş>güleş (FB 582: 143b). r->l-: lâdif (redif) (FB 582: 147b).
Birçok yabancı kelime büyük ünlü uyumuna uydurulmuştur: kala (kale), kıymet
(kıymat), marak (merak), habar (haber), Ehmed (Ahmed), kekül (kâkül), Eşe (Ayşe),
Firuz (Feriz), Elbistan (Albustan), meres (miras), kâvran (kervan)…
‘ile’ vasıta eki ‘-ınan’ şeklinde kullanılmaktadır: kanınan (kan ile), …
Defterlerde istek kipi 1. çoğul şahıs çekiminde -k/-q eki kullanılmıştır: gidek, getirek
(FB 582: 34b), yapak (FB 582: 77b), ölek (FB 582: 50b). Emir kipi 2. Çoğul şahıs eki
ise –ñ şeklindedir: komañ (FB 582: 66b). Şimdiki zamanlı fiil çekimlerinde şimdiki
zaman eki –yor’un –r’si düşürülerek kullanılabilir: gidiyom (FB 582: 45b). Birleşik
zamanlı fiil çekiminde i- cevher fiili çekimlenmiş fiile getirilir: binemidi (bineydim),
çekemidi (çekeydim).
Bazı kelimeler defterlerde iki farklı şekilde geçmektedir: Tüfenk/tüheg (tüfek),
göynüm/göñül (gönül), İrbehem/İbrâm (İbrahim), …
misk>müşk ve için>üçü kelimelerinde yuvarlaklaşma hadisesi görülebilir.
“Arakesmeç, baz, birce, çeke, çığnak, dernek, değişin, eytibar, faris, filfili, havas güves,
hermeli, hez, hış, hulle, irembil, kalet, kefiye, kekül, kelek, kepik, kırıl-, kutur, mağta,
martuvar, meşlâh, meyl, muhayat, nuhus, seklemdüz, soyuntu, tırık” Türk Dil
Kurumu’nun Derleme Sözlüğü’nde yer almayan kelimelerdir.
51
3.1.2. Lâkaplar:
Lâkaplar insanlara sonradan verilmiş olan isimlerdir. Lâkaplar, kişinin fizikî
görünüşüyle, karakteriyle, yaptığı iş veya ailesiyle bağlantılı olarak verilebilir.
Elimizdeki metinlerde lâkaplar genellikle kişinin mensup olduğu boy ile ilgili olarak
verilmektedir: Kozan Oğlu, Recep Oğlu, Arap Hasan Oğlu, Ramazan Oğlu, Çapan
Oğlu, İmirza Oğlu, Rişvan Oğlu, Arap Hasan, …
Yapılan meslek de kişinin lâkabı olarak kullanılmıştır: Danacı Oğlu.
Ayrıca bir delikanlının kahramanlığı da lâkabına kaynaklık edebilir: Kulaç kollu Halid,
Kodaz Ali, Koca Topuz Abdullah, Cinni Yusuf, …
Fizikî özelliğine göre de verilmiş lâkaplar vardır: Kirtik Ali, Dırnaksız Ahmed, …
3.1.3. Atasözleri ve Deyimler:
Atasözü “[n]azım, nesir, her iki şekil ile, eski tecrübeleri ‘tam bir fikir’ kompozisyonu
içinde teşbih, mecâz, kinâye, tezat… gibi edebî sanatların kudretinden faydalanarak
süslü, kapalı olarak veya bazen açık, mecazsız hususuyla yetişecek gençlere aktaran” bir
tür olarak tanımlanmıştır. (Elçin 1998, 626).
Atasözü sosyal olayların oluşlarını, tabiat hadiselerinin oluşlarını, yaşananlardan
çıkarılacak dersleri anlatır. Bu özellikleriyle kılavuz ve öğüt verici niteliktedirler.
Manzum veya mensur olabilen atasözlerinde anlam, az sözcükle yoğun bir şekilde
verilir. Atasözlerindeki kelimeler değişmez veya yer değiştirmez, yani atasözü
kalıplaşmıştır. Genellikle kısa olan atasözlerinin iki cümleden daha uzun şekilleri de
bulunabilir (Aça; Ercan 2004, 149).
Şükrü Elçin’e göre deyimler “asıl anlamlarından uzaklaşarak yeni kavramlar meydana
getiren kalıplaşmış sözlerdir” (Elçin 1998, 642). Deyimlerdeki sözler
çekimlenebilmeleri ve “bir kavramı [veya durumu] özel kalıp içinde ya da çekici, hoş
bir anlatımla” belirtmeleri ile atasözlerinden ayrılırlar. Soyut kavramları/durumları
anlatmak için somut kelimelere başvurduklarından dolayı çoğunlukla “mübalağalı” veya
“mantık dışı”dırlar (Aça; Ercan 2004: 151-152).
52
Her iki türün de ortak noktası diğer türlerdeki gibi özel zaman, mekân ve anlatıcısı
olmamasıdır. Yani deyimler ve atasözleri konuşma aralarında herkes tarafından
söylenebilirler. Ayrıca her iki türün de hikâyeleri olması ortak özelliklerindendir.
Elimizdeki defterlerde bulunan atasözleri:
“Devlete asi olmak, Allah’a asi olmak demektir” (FB 582: 34b), “Yavrı şahan ıssız
komaz yurdunu” (FB 582: 70b), “Şahan kocasa da vermez avını” (FB 582: 74b), “Kurt
eniği kurt olur” (FB 582: 74b), “Dostun dost olsun. Düşmanın[ın] arı bu kadar olsun”
(FB 582: 82b), “Kızın eksiği tükenmez” (FB 513: 77b), “Âdet terk olmaz” (FB 513:
93b).
Defterlerdeki deyimler:
“Avı kanlı olmak” (FB 513: 34b), “Beri hay davulu çalmak” (FB 513: 36b), “Fakının
ötmesi” (FB 513: 46b), “Fakı soluğu fıslatmak” (FB 513: 47b), “Hamaylısı canına
uğramak” (FB 513: 47b), “Kadasını almak” (FB 513: 48b), “Babası nerde boğazlarsa
kanı ora akmak” (FB 513: 63b), “El âdeti yapmak” (FB 513: 77b), “Yüzüne göre
şaplağı vurmak” (FB 513: 78b), “Sulkuna kimse karışmamak” (FB 513: 80b), “Bayrak
ekmeği yemek” (FB 513: 83b), “Zirzop yolu vermek” (FB 513: 87b), “Ho günü olmak”
(FB 582: 50b), “Kargı almamak” (FB 582: 50b), “Üzerine al olmak” (FB 582: 50b),
“Ağları göğe batırmak” (FB 582: 54b), “Hayf almak” (FB 582: 55b), “Kabak asmak”
(FB 582: 63b), “Havas güves yapmak/yaptırmak” (FB 582: 74b), “Bastığı yeri
ağdırmak” (FB 582: 84b), “Kanlı gömlek göndermek” (FB 582: 86b), “Derneğin çok
olması” (FB 582: 86b), “Babalı boynuna olmak” (FB 582: 90b), “Şahana kaz derneği
dayanmamak” (FB 582: 91b), “Dolu içmek” (FB 582: 92b), “Şer atmak” (FB 582:
101b), “Dağın tazısının çölün cerenini alamaması” (FB 582: 116b), “Könes avı olmak”
(FB 582: 116b), “Elini ayağını öpmek” (FB 582: 118b), “Eli kolu bağlanmak” (FB 582:
130b).
3.1.4.Bilmeceler:
“Bilmeceler, tabiat unsurları ile bu unsurlara bağlı hadiseleri; insan, hayvan ve bitki gibi
canlıları; eşyayı; akıl, zekâ veya güzellik nev’inden mücerred kavramlarla dinî konu ve
53
motifleri vb. kapalı bir şekilde yakın-uzak münasebetler ve çağrışımlarla düşünce,
muhakeme ve dikkatimize aksettirerek bulmayı hedef tutan kalıplaşmış sözlerdir” (Elçin
1998, 607).
FB 430 numaralı defterin 10. sayfasında Fahri Bilge’nin derlediği/yazdığı bilmeceler
bulunmaktadır. Cevaplarıyla birlikte derlenmiş olan bu on bilmeceden dördü normal
hayatta kullanılan eşyalarla (baca, yayık, don, üzengi) ilgilidir. Cevapları bitki (karpuz,
hıyar, kabak gibi bitkiler) ve insan (göz) olan birer tane bilmece vardır. Cevabı hayvanla
(at, koyun) ilgili olan iki bilmece vardır. Cevabı “bir yıl” olan bilmece mücerret
kavramlarla ilgili bir bilmecedir. “Şeytan” cevaplı bilmece ise dinî unsurlar ile ilgilidir.
Bilmecelerden cevabı “şeytan”, “bir yıl” ve “kabak, hıyar gibi şeyler” olanlar yazılı
kültür etkisi altında kalınarak söylenmiş olabilir. Bu bilmecelerin “başlangıcı
kalıplaşmış”tır (Boratav 2000, 110).
1, 2, 3, 5, 6, 7 ve 9. bilmeceler manzum bilmecelerdir. Birinci bilmece 5’li, ikinci 4’lü,
üçüncü 6’lı, beşinci 15’li, altıncı 8’li, yedinci 8’li ve dokuzuncu 5’li hece ölçüsüyle
yazılmıştır.
Metinlerde evlenme geleneği anlatılırken oğlan evinden kız evine gelen kafilenin
başındaki bayraktarın önü kız evinin bayraktarı tarafından kesilir (FB 513: 87b). İki
bayraktar arasında konuşma başlar. Kız evinin bayraktarı oğlan evinin bayraktarına
bilmece sorar. Soru-cevap kısmı bayraktarlar tarafından uzatılır. Bu atışmanın
uzatılması oğlan babasından bahşiş almak içindir. Fahri Bilge başka bayrak
sorusuna/sorularına yer vermemiştir. 34
3.1.5. Alkış ve Kargışlar:
Dua (Alkış) Allah’tan merhamet, yardım, mutluluk; beddua (kargış) ise Allah’tan
kötülüklerin cezasını vermesi için söylenen dileklerdir (Elçin 1998, 662-663).
Metinlere göre Afşarlar evlilik ve doğumla ilgili uygulamalarda bir araya geldiklerinde
fakıya (fakih, hoca) dua okuturlar.
34 Afşarlarda sorulan bayrak bilmeceleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Özdemir 2001, 201-210.
54
Bunun haricinde Elçin’in “kısa dua” ve “kısa beddua” olarak kabul ettiği dua ve
beddualar da defterlerde yer almaktadır (Elçin 1998, 666-667). Fakı öldürülmeden önce
kendisini öldürecek adama “İnşaallah belânı bulun” diyerek beddua etmiştir (FB 513:
40b) ve bir şiirde de savaştan kaçana lânet okunmuştur (FB 513: 43b).
Defterlerde daha çok ‘kısa dua’ örnekleri yer almaktadır: “Tanrı rahmet etsin” (FB 513:
8b), “İnşaallah muzaffer olacağız” (FB 513: 22b), “Allah işini(zi) ıras getirsin,
kucağınız evlâtlı, başınız devletli yaşayasınız” (FB 513: 29b, 30b), “Gazanız mübarek
olsun” (FB 513: 41b), “Hayırlı olsun, Allah akıl baylığı [zenginliği] versin” (FB 513:
66b), “Allah’a emanet ol” (FB 513: 70b), “Hayırlı olsun, her iki başlı gözünüz aydın
olsun. Her iki başlı hayırlı olsun” (FB 513: 71b), “Hep Allah’a emanet, Maşaallah” (FB
513: 74b), “Allah nazarlardan esirgesin” (FB 513: 73b), “Canın sağ olsun, Allah
kalanlara sağlık versin” (FB 582: 70b), “Dostun dost olsun, düşmanın arı bu kadar
olsun” (FB 582: 82b).
Boratav’ın tasnifine göre (Boratav 2000: 125) alkış ve kargışlar da ikiye ayrılır: Kısa ve
söz arasında söylenenler ve anlam olarak çağrışımlara dayalı olanlar. Metinlerdeki alkış
ve kargışlar (salavatlama hariç) birinciye örnektir. Ayrıca evlenme âdetleri arasında
“Salavatlama”dan (FB 513: 24b-25b) bahsedilir. Bu metinde gelin ve damada dua edilip
salavat getirilir.
3.2. SÖYLEMELİK TÜRLER
3.2.1. Mâni:
Genellikle yedi veya sekizli hece ölçüsüyle söylenen dört mısradan oluşan
manzumelerdir (Elçin 1998, 281). Kafiye düzeni genellikle a a x a şeklinde olan mânide
anlam, tek dörtlük içinde bütünlük göstermek zorundadır (Aça; Ercan 2004, 267).
Yedi heceli, dört mısradan oluşan a a x a şeklinde kafiyelenen mâniler düz/tam
mâniledir. İlk mısrasının yedi heceden az heceyle söylenen mânilere kesik mâni/cinaslı
mâni denir. Söylenen mâni dört dizeden fazla dizeden oluşmuşsa bu mâniye artık mâni
denir.
55
Mâni genellikle düğünlerde, iş yapılırken, Ramazan gecelerinde, kızlarla erkekler
arasındaki atışmalarda vs söylenir (Aça; Ercan 2004, 268). Mânilerin tasnifi konularına
göre yapılmıştır.
Bu tasnife göre elimizdeki metinlerde FB 513: 2b’deki “Martuvar” mânileri (bohçadan
çekilen eşyanın sahibine göre mâni söylenmesi) niyet, fal (yorum) mânileri sınıfında
değerlendirilebilir. Niyet mânilerinde toplulukta bulunan kişilerden her birinin adına
niyet tutularak bir mâni söylenir. Söylenen mâniler iyiye veya kötüye yorulur
(Boratav2000, 176). Derlenen mânilerin söyleyicilerinin kızlar olması dikkat çekicidir.
3.2.2. Türkü:
Türkü “bir ezgi ile söylenen halk şiirlerinin her çeşidini göstermek için” kullanılan bir
terimdir. Türkülerin belli bir şekilleri yoktur, mânilerin veya koşmaların ezgili olarak
söylenmesi ‘türkü’dür (Kaya 1999, 140). Türküler mâni veya koşmalardan oluştuğu için
belirli bir uyak düzeni olmayabilir. Hemen her türküde bentler arasında bağlantı vardır.
Türküler anonim edebiyat mahsulü olarak kabul edilmekle birlikte âşıkların
seslendirdiği eserler de türkü olarak adlandırılmaktadır.
Boratav’ın 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı eserindeki türkü tasnifini esas alarak
metinlerdeki türküleri sınıflandırırsak(Boratav 2000, 150-151):
Metinlerdeki türküleri konularına göre şöyle sınıflandırabiliriz:
Türkülerden aşk konulu olanlar: FB 513: 45a “Gülüm, ireyhanım, bir dal fidanım”, FB
430: 3b “Filân kız senin olsun”, FB 430: 8b “Üşüdüm göynekceğim”; FB 582: 67c
“Şirin huba gibi ne hoş bakarsın”, FB 582: 68a “Akca ceylan gibi ne hoş bakarsın”, FB
582: 138 “İspir doğan [gibi de] çığnak taharsın” ayaklı türküler, FB 430: 5-7 “Dilber
dilber canım dilber/Canımın yarısı dilber” bağlantılı türkü ve FB 513: 45b-46b, FB 513:
85b-86b; FB 430: 7-8a’daki türküler mâni şeklinde söylenmiş olanlardır.
FB 513: 8a Bostan’ın ağıdı, FB 513: 44b’de Küçcük’ün ağıdı, FB 513: 91a’daki “Al
gelin almaya geldik almaya/Güllerin dermeye geldik dermeye” ayaklı kına türküsü, FB
513: 91b-92b’deki kına türküsü; FB 582: 118b-119’da “Saçı sünbül telli sunam ağlasın”
ayaklı metin, FB 582: 143b’de 93 Harbinde şehit düşen iki Afşar genci için söylenen
56
metin, FB 582: 147b’de 1852’deki savaş için söylenen metin, FB 582: 148a’da “Al kane
belendi yavrılar gayrı” ayaklı metin ve FB 582: 149b-150b’deki Kozan Oğlu için
söylenen metin ağıttır.
Bu metinlerin haricindeki bütün türkü metinleri anlatı türküleri kapsamında
değerlendirilebilir: Metinlerden birisi felekle ilgilidir. Diğer bir türkü de zamanın
kötüleşmesinden bahsetmektedir. Evlilik âdeti anlatılırken kaydedilen “övme türküsü”
de anlatı türkülerindendir. ‘Anlatı türküleri’ grubuna giren diğer türkülerin hepsi tarihî
konular üzerine söylenmiş olan metinlerdir.
Türküler “söyleniş yerine ve işlevine göre” şöyle sınıflandırılabilir (Boratav 2000, 151):
FB 513: 28b’deki övme türküsü, FB 513: 45a’daki “Gülüm, ireyhanım, bir dal fidanım”
ayaklı türkü, FB 513: 45b-46b ve FB 513: 85b, 86b’deki türküler, FB 513: 91a “Al
gelin alamaya geldik almaya/Güllerin dermeye geldik dermeye” bağlantılı türkü ve FB
513: 91b-92b’deki türküler tören türkülerinden “düğün türküleri” sınıfına girmektedir.
Yine tören türkülerinden olan ağıt türküleri ise FB 513: 8a Bostan’ın ağıdı, FB 513:
44b’de Küçcük’ün ağıdı; FB 582: 118b-119’da “Saçı sünbül telli sunam ağlasın” ayaklı
metin, FB 582: 143b’de 93 Harbinde şehit düşen iki Afşar genci için yakılan metin, FB
582: 147b’de 1852’deki savaş için yakılan metin, FB 582:148a’da “Al kane belendi
yavrılar gayrı” ayaklı metin ve FB 582: 149b-150b’deki Kozan Oğlu için yakılan
metindir.
FB 430:5-7’deki “Dilber dilber canım dilber/Canımın yarısı dilber” bağlantılı “Menevşe
halayı” türküsü; FB 430: 7-8b’de ve FB 513: 45b-46b’de kızların evdeki oyunlarda
söylediği türküler; FB 430: 8b’de “Üşüdüm göynekçeğim” ayaklı “Kırık Hava halayının
türküsü” ve FB 430: 9’daki “İçinde oturan báġdir” ayaklı “Hasan Dağı Halayının
türküsü” “büyüklerin oyunlarında söylenen” oyun ve dans türküleri grubuna dâhildir.
Türküleri yapısına göre şu şekilde sınıflayabiliriz: “Al gelin almaya geldik almaya/Güllerin dermeye geldik dermeye” (FB 513: 91a),
“Dilber dilber canım dilber/Canımın yarısı dilber” (FB 430: 5-7) nakaratlı türküler
bağlantılı türkülerdir. Defterlerdeki diğer türküler bağlantısızdır.
57
Defterde kaydedilmiş 57 türküden 50’si ayaklıdır. Bu türkülerden 31’inin sahibi
bellidir, diğer türküler zaman içerisinde anonimleşmiştir.
FB 513: 45b-46b’deki metin, FB 513: 85b,86b’deki metin; FB 582: 92b-94b, FB 582:
65b-66b’deki türküler deyişmeli türkülere örnektir.
3.3. ANLATMALIK TÜRLER Elimizdeki metinlerde efsane, destan ve memorat örneğine rastlanmamaktadır.
Defterlerde anlatılan hikâyeler, halk hikâyesi işlevinden daha çok türkünün söylenme
sebebini anlatmasından dolayı sözlü tarihin aktarılması işlevini yüklenmiştir.
3.3.1. Masallar:
Metinde Firuz Bey’in İran’a yerleşmesini anlatan hikâye (FB 582: 127a-127b), aynı
defterin başında (FB 582: 1a) “Firuz Bey masalı” olarak adlandırılmıştır. Ancak bu
metin masal özelliği göstermemektedir. Metnin masal olarak nitelendirilmesi olayların
çok eski bir dönemde geçmesinden veya bu anlatı kayda geçirildiğinde türküsünün belki
de unutulmuş olmasından dolayı olabilir.
3.3.2. Fıkralar:
Anlatmalık türlerden olan fıkra, terim olarak halkın söylediği “realist, küçük ve
güldürücü hikâyeler” anlamında kullanılmaktadır (Yıldırım 1999, 4).
Bu türün tasnifi, anlatının asıl kahramanı olan “fıkra tipi”ne göre yapılmaktadır.
Fahri Bilge’nin derlediği defterlerde fıkra özelliği taşıyan üç metin bulunmaktadır (FB
513: 53b-55b).
Bu metinlerden ilkinde (FB 513: 53b-54b) birbirine düşman olup, Şirvan Dağı’nın doğu
ve batı eteklerinde oturan iki aşiretin hareketleri anlatılmıştır. Anlatıya göre Deliler
aşiretinden bazı kişiler ayın doğuşu gecikince dağın doğu tarafında oturan Torun
aşiretinin ‘ay’ı tuttuğunu düşünerek Şirvan’ın doğusuna geçmeye çalışmıştır. Fakat
atları çatlamış, onlar dağa çıkıncaya kadar da ay doğmuştur. Bunun üzerine “Emiyeti
58
[ehemmiyeti] yok, ölen at olsun, Torun’un elinden ayı kurtardık ya” diye konuşurlar
(FB 513: 54b).
İkinci anlatıya göre (FB 513: 54b) yine Deliler aşiretinden bazıları Şirvan Dağı’ndan
aşağı kaya yuvarlamaktadırlar. Bazıları da kayayı ürküterek kayadan kurtulmak için
kayaya bağırmış, ancak bu olay bir kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır.
Son anlatıda (FB 513: 55b) da bir Afşar gencinin gece su çekmek için kuyuya gidince,
ayı kuyuya düşmüş zannederek onu kurtarmaya ahaliyi çağırması ve kurtarmak için
çabalamaları anlatılmıştır.
Üç anlatıda da fıkra tipi ‘Afşar’dır. Bu fıkralarda Afşarların “safdilâne” (FB 513: 53b)
yaptıkları anlatılmıştır. Afşar fıkra tipi, Yıldırım’ın tasnifine göre “zümre tipleri”
grubuna girmektedir. Anlatılan fıkra tipi bir aşiret/obanın temel özelliklerini
yansıtmaktadır. Fıkralardan sonuncusu Nasrettin Hoca’nın kuyudan ayı çıkardığı
fıkrayla benzeşmektedir. Burada geniş çevre tipine (ortak şahsiyeti temsil yeteneğini
kazanmış bir tip olan Nasreddin Hoca’ya) ait fıkranın dar çevre tipine (zümre tipine)
aktarıldığı veya unutulan bir tipin yerine tanıdık/daha bilinen bir tipin koyulduğu
düşünülebilir.
3.4. KONUŞMACILAR, SÖYLEYİCİLER, ANLATICILAR,
OYNAYICILAR
“Halk bilgisi ürünlerini yaratan, yaşatan ve nakleden ve de bu ürünleri halk bilgisi
derlemecilerinin kaydetmesi için, yazılı, sözlü ve görsel olarak sunabilen kişi veya
kişilere kaynak kişi adı verilir” (Ekici 2004, 75).
Kaynak kişi kültürel ürünlerin aktarımını profesyonelce yapıyorsa ‘aktif taşıyıcı’,
sadece konuya ilgi duyduğu için veya bu ürünlerin aktarımından zevk aldığı için bu işi
yapıyorsa ‘pasif taşıyıcı’dır.
Fahri Bilge, derlemeleri yaptığı kaynak kişileri genellikle belirtmiştir. Alınan bilgi
sırasına göre:
Fahri Bilge’nin derleme yaptığı kişiler:
59
1. Anber Eroğlu (Anber Ağa): Derleme defterlerine en fazla kaynaklık eden kişi
Anber Ağa’dır. Anber Ağa hakkında bilgiyi FB 564 numaralı defterden elde etmekteyiz.
Fahri Bilge’nin belirttiğine göre Anber Ağa Sarız’ın İncedere köyünde doğmuştur.
1300H./1882-1883M. doğumlu olan Anber Ağa’nın ailesi bu köye 1282 H./1865-1866
M.’de iskân edilmiştir. 1301 H./1883-1884 M.’de o dönemde Sarız’ın merkez nahiyesi
olan Köyyeri’ne taşınırlar. Burada köyün imamı Kara Halilzade Mustafa Efendi’den
ders almaya başlamış, sekiz yaşında Kur’an’ı hatmetmiştir. Kur’an’ı hatmetmesinden
sonra Mustafa Efendi Anber Ağa’ya münşeat ve Arapça Emsile okutmuştur. 1312
H./1894-1895 M.’de Kayseri’de “Kurşunlu Camii civarındaki medreselerden Hüseyin
Efendi dairesine müderris Hacı Abdullah Efendizade Ahmet Efendi’nin talebesinden”
Emsile, Bina, Maksut; yine aynı medresede başka hocalardan Subha-yı Sıbyan, Avamil,
Ezhar ve Cami okumuştur (FB 564:170).
1322 H./1906-1907 M.’de babasının ölümü üzerine öğrenimini yarım bırakmış ve
ailenin bakımını kendi omuzlarına almıştır. 1328’de (1912-1913 M) Balkan Savaşı’na
cami imamı olduğu için çağırılmamıştır. 1326 H./1910-1911 M.’de evlenmiş, bu
evlilikten iki oğlu (Hacı Mustafa, Mehmet) ve üç kızı (Cennet, Sultan, Ayşe) olmuştur.
1929’da eşi vefat etmiş, 1930’da tekrar evlenmiştir. Bu evliliğinden ise dört oğlu
(Mustafa, Hacıbey Báġ, Abdullah, Habip) ve bir kızı (Selver) olmuştur.
I. Dünya Savaşı’nda bir yıl Sivas’ta askerlik yapmış, kalan üç yılını ise Pınarbaşı’nda
tamamlamıştır. Kurtuluş Savaşı’nda ise yine ‘cami imamı’ olmasından dolayı geride
bırakılmıştır (FB 564: 170-171).
Fahri Bilge, Anber Ağa’nın hafızasının çok kuvvetli olduğundan bahsetmiştir. Anlattığı
olayları, görmüş gibi aktarmaktadır. Kendisi İncemağaralı Avşar Kara Beşir oğlu
İbrahim’den, Çot Oğlu’ndan, Cerit aşiretinden Ceyhan/Sümbülhöyüklü Hürü oğlu
Mustafa ve onun kardeşi Halil İbrahim’den, kendi amca oğlu Kör Ömer oğlu Hacı
Bebek (Âşık Kemalî)’ten, en çok da babasından istifade ettiğini söylemiştir (FB 564:
174-175). Anber Ağa, babasının meclislerinde bulunarak oradaki şorculardan
faydalanmıştır.
Anber Ağa’nın belirttiğine göre meclisinde şorcu, türkücü ve hoca bulunmayana ‘ağa’
denmezmiş. (FB 564: 175) Anber Ağa’nın babası çok zengin olduğu ve köyde sazlı
60
sözlü meclisler düzenlediği için ‘ağa’ namını almıştır. Anber Ağa’nın ‘ağa’ unvanını
kullanması bununla bağlantılı olmalıdır.
Taha Toros Dadaloğlu, XIX. Asır Çukurova Saz Şairi adlı eserinde kaynak şahıs olarak
Anber Ağa’ya başvurmuştur.35 Ahmet Z. Özdemir’in belirttiğine göre Anber Ağa halk
arasında “Tarihçi Anber” ve “Kekeç Anber” olarak da bilinmektedir (Özdemir 2004,
110).
2. Halil Kâhya: Halil Kâhya hakkında bilgi yine FB 564 numaralı defterde yer
almaktadır. Halil Kâhya “Arap Oğullarından İnce Mehmet’in oğlu İbiş Efendi’nin
mahdumudur.” (FB 564: 166). İbiş Efendi iskânda (1284 H./1867-1868 M.) Söbeçimen
(Sarız) köyüne yerleşmiştir. Halil Kâhya da bu köyde doğmuştur. Babasından okumayı
öğrenmişse de daha sonra unutmuştur. Hafızası güçlü olduğu için Sarız’ın Torun
mıntıkasının fahrî nahiye müdürü Terkeşli Oğlu Hasan Ağa’nın dikkatini çekmiş ve
onun himayesine girmiştir (FB 564: 167). Hasan Ağa zamanında Söbeçimen’e muhtar
olan Halil Kâhya, Sarız nahiye iken orada nahiye meclisi azalığında bulunmuştur. 1305
H.’de Diyarbakır, Mardin, Nusaybin, Cizre taraflarında askerlik yapmış, 1307 H.’de
Erzincan’dan terhis olmuştur. Ancak muhafız olarak Malatya’da üç ay talim görmüş, H.
1311’de Sivas’ta silâh ve cephane celbine memur olmuştur. H. 1303’te evlenmiştir.
Ancak eşi H. 1307’de vefat edince aynı yıl tekrar evlenmiştir. İlk eşinden bir kızı, ikinci
eşinden ise üç kız, dört oğlu olmuştur. H. 1329’da ikinci eşi ölmeden üçüncü kez
evlenmiştir. Bu evliliğinden iki oğlu daha olmuştur fakat doğan çocukların hiçbiri
yaşamamıştır. Fahri Bilge’nin bilgi aldığı dönemde Ali ve Ahmet adlı oğulları ile iki
kızı hayattadır (FB 564: 168).
Fahri Bilge’nin tarifine göre Halil Kâhya esmer, mavi gözlü, güzel sesli, hoş sohbet ve
taklide yatkın bir kişidir (FB 564: 168).
Halil Kâhya Terkeşli Oğlu Hasan Ağa’dan ve Dadal Oğlu Veli’nin karısı Fatiş’in
oğlunun oğlu Mehmet’ten çok sayıda türkü öğrendiğini söylemiştir (FB 564: 168).
35 “Anber Er: 65 yaşında Pınar başı’nın Köyyeri köyünden ve Avşar aşiretinedn.” (Toros 1940: 63)
61
3. Yusuf Fakı: Fahri Bilge bu kaynak kişi hakkında bilgi vermemiştir ancak ‘fakı’
unvanını kullanmasından bu şahsın hocalık veya imamlık gibi dinî bir görevi olduğu
düşünülebilir.
4. Koca Beyzade Mustafa Bey: Fahri Bilge bu şahıs hakkında da çok fazla bilgi
vermemiştir. Fahri Bilge’nin notlarına göre Koca Bey’in oğludur.
5. Alişir Işık (Alişir Ağa): Fahri Bilge bu şahıs hakkında da bilgi vermemiştir. Ancak
Fahri Bilge bazı derlemeleri Alişir Ağa’ya yaptırmıştır. Alişir Ağa meclisi topladıktan
sonra orada söylenen türküleri biraderinin oğlu olan Esef Işık’a yazdırarak metinleri
Fahri Bilge’ye gönderdiği bilinmektedir.
6. Karaca: 1262 H./1846-1847 M. doğumlu olan Karaca, Bıyıklı Hasan oğullarından
Mehmet’in oğludur. Bildiklerini büyüklerinden özellikle Halit’in dedesinden
öğrendiğini söylemiştir (FB 513: İç arka kapak).
7. Mehmet Efendi: Tomarza’nın Toklar nahiyesinde doğan Mehmet Efendi Kara
Bey’in oğludur ve İbrahim Bey sülâlesine mensuptur. Babası ve dedesinin ‘bey’ unvanı
almasına bakarak ‘bey’ soyundan geldiği söylenebilir.
8. Diğerleri: Resmî görevli kişilerdir ve metinleri elden yazılı olarak vermişlerdir. Fahri
Bilge bunların biyografilerini vermemiştir.
Osman Aksoy: Gezici öğretmendir.
Hadi (…): Develili bir öğretmendir.
Hadi Erdoğan: Develi vilâyeti muhipler meclisi azasıdır. (İkisi de aynı kişi olabilir
ancak bu konuda açıklayıcı bilgi metinde yer almamaktadır.)
Sıtkı Tugal: Kargı kaymakamıdır.
Ferruh Akdamar: Bolu muhasebe-yi hususiye müdürüdür. Kayseri’de de görev
yapmıştır.
Tahir Yanrıd: Dahiliye vekâleti mahallî idareler umum büro şefidir.
Fahri Bilge ilk yedi kaynak kişiyle Kayseri’de veya Pınarbaşı’nda yüz yüze görüşerek
derleme yapmıştır. Bu kaynaklar sözlü kültür geleneğinin içinden gelen kişilerdir. Fahri
Bilge kaynak olarak en çok Anber Eroğlu’ndan faydalanmıştır.
62
4. FAHRİ BİLGE DEFTERLERİNDE SOSYO-KÜLTÜREL
HAYAT36
4.1. BEŞERÎ DURUM VE EKONOMİK YAPI
Metinlerde genel olarak Türkmenlerin, özel olarak da Afşar boyunun hayatı
anlatılmaktadır. Metinlere göre Afşarlar Fırka-yı İslâhiye’nin iskânına kadar çeşitli
aşiretlerle birlikte (Cerit, Karalar, Bozdoğan, Tecirli, Reyhanlı) konar-göçer bir hayat
sürmüşlerdir. Konar-göçer hayattan kasıt belli yazlık ve kışlık yerler arasında göçen
topluluktur. Afşarlar Fırka-yı İslâhiye’den önce yaylak olarak Zamantı çevresi ve
Uzunyayla’ya çıkmakta, kışlak olarak da Çukurova yöresine inmektedir. Kış bitiminde
yaylağa doğru hareket başlar, güz başlarında ise boylar kışlak mahallerine doğru hareket
ederler. Dolayısıyla genellikle bu mıntıka içerisinde yaşamışlardır. Ancak Osmanlı
Devleti’nin iç politikası gereği Rakka ve Kamışlı’ya sürüldükleri de görülmektedir.
Metinlerde Türkmenlerin kendi içlerindeki çatışmalardan bahsedilmiştir. Ancak Rişvan
Oğulları denilen aşiret bir Kürt aşiretidir. Buradan da Rişvan Oğulları’nın da
Türkmenler gibi konar-göçer oldukları çıkartılabilir. Rişvan Oğulları haricinde Lek
Kürtlerinden de bahis vardır. Bu iki etnik grup haricinde metinlerde farklı etnik veya
dinî gruptan bahis yoktur.
Fırka-yı İslâhiye’den sonra ise yerleşik hayata geçen Afşarlarda bu durum oldukça derin
izler bırakmıştır: Sözlü olarak aktardıkları tarihî metinlerde iskân ve Fırka-yı İslâhiye
oldukça geniş yer tutmaktadır.
Afşarlar konar-göçer bir hayat sürdükleri için geçim kaynakları Fırka-yı İslâhiye’ye
kadar ağırlıklı olarak hayvancılık ve baskındı. Aşiretlerin birbirlerine yaptıkları
baskınlardan elde edilenler ganimet olarak görülmektedir (FB 513: 47b). Küçükbaş
hayvan yetiştiriciliği yapmaktadırlar (FB 513: 40b). Geçim kaynaklarından birinin de
hayvancılık olmasından dolayı besinler ağırlıklı olarak hayvansal gıdalardan
oluşmaktadır (Bk. 4.5.1. Beslenme).
36 Sınıflandırmada Yıldırım ve diğerleri; 2004a, 27-30’dan yararlanılmıştır.
63
4.2. SOSYAL YAPI
Afşarlar boy beyine tâbidirler. ‘Boy beyliği’ ise soydan ilerleyen bir kurumdur. ‘Bey’
olabilmek için ‘bey ailesi’ne mensup olmak şarttır.
Ailenin en büyük erkeği ailenin reisidir. Aile reisinin sözünden dışarı çıkılmaz,
söyledikleri emir kabul edilir. Ailede erkek güçlü unsurdur. Bu durum, erkek çocuk
doğurmanın daha itibarlı kabul edilmesinden anlaşılabilir. Erkek unsurunun daha güçlü
olmasının sebebi baskın yapmanın, dolayısıyla çatışmaların çok olmasından olabilir.
Defterlerdeki bilgiye göre metinlerde geçen boy ve aşiretlerin hepsi Müslüman’dır.
4.3. AİLE YAPISI
Töre, “[t]oplumuna göre, yasa ve aktöre [ahlâk] yerine geçebilen ama gerçekte yasa
olmayan davranış kalıbı” (Örnek 1973, 63) demektir. Bu tanımdan anlaşılacağı gibi töre
toplum yaşayışını düzenleyen yazılı olmayan kurallardır. Töre yazılı olmadığı hâlde
yazılı kurallar kadar etkilidir. Özellikle birincil sözlü kültür dairesinde bu kurallara
uyulması zorunludur. Töre, bu özellikleriyle halk hukukunun temelini oluşturmaktadır.
Fahri Bilge defterlerine göre:
Boyun/aşiretin reisi beydir. Ailenin reisi o ailenin en büyük erkeğidir. Boy/aşiret içinde
beyin söylediklerinin dışına hiçbir suretle çıkılmaz. Bey uğruna mal ve can verilmekten
çekinilmez. (FB 513: 49b)
Fahri Bilge buna örnek olarak Ekiz adlı şahsa ait bir olayı kaydetmiştir: Ekiz Afşarlar
ile Tecirliler arasında olan bir mücadelede ağır bir şekilde yaralanmasına rağmen
yarasının neresinde olduğunu soranlara “Báġ bilir” demiştir. Bu cevabı öğrenen bey de
onu tedavi ettirmiştir (FB 513: 49b-50b).
Ailenin reisi de aile içinde sözü doğru kabul edilen ve uygulanan kişidir. Aile reisi
evdeki en yaşlı erkektir. Aile reisinin sözü de aile içinde ‘bey’ sözü gibi kabul edilir ve
ona itiraz edilmeden onun söyledikleri yapılır.
64
Bunun bir örneğini evlenme âdetlerinde görebiliriz: Kız istenilince, baba hanımına ve
onun vasıtasıyla kızına fikrini sorar. Hanımı “Kız babası sensin. Sen biliñ. Saña karşı
biraz ne diyek?” der. Bu cevaptan sonra baba kızının fikrini sorması için kız annesini
kıza gönderir. Kız da “Aman ana, ben ne deyim? Babamınan sen bilin. Siz varıkan ben
ne deyim?” ve “Ben size karşı ne deyim? Babam nerde boğazlarsa kanım ora akar” der.
(FB 513: 63b) Burada aile reisinin sözlerine kayıtsız, şartsız uyulacağı görülmektedir.
Bu hürmet karşısında aile reisi ailesi ve aşiret reisi de tebaası için elinden gelen her şeyi
yapar, onları kimseye minnet edecek duruma düşürmez.
Hürmet sadece reislere değil, bütün büyükleredir. Ayrıca ataerkil yapı hâkim olduğu
için erkeğe daha çok saygı duyulur. Evlenme âdetinde de görüldüğü gibi gelin kız,
erkek tarafından gelenlerin hepsinin hatta küçük erkek çocukların bile elini öper. (FB
513: 71b) Bu da erkek tarafının daha itibarlı kabul edildiği anlamına geliyor şeklinde
açıklanabilir. Erkek çocuk sahibi olan kadının daha itibarlı olması da bu görüşü
destekler niteliktedir (FB 513: 6b).
Afşarlarda misafire hürmet göstermek de çok önemlidir. Bir Afşar ailesine misafir
geldiği zaman onun için elinden gelen her şeyi yapar. Bir kadın çadırda tek olduğu
hâlde erkek misafir gelirse onu ağırlamak zorundadır. Bununla ilgili olarak 1886-
1887’de olmuş bir olay aktarılmıştır: Mehmet Ağa çadırdan ayrıldıktan sonra çadırına
bir erkek misafiri gelmiş. Mehmet Ağa’nın hanımı misafiri ağırladıktan sonra akşama
alıkoymuş. Yatakları hazırlamış fakat misafirin mütecaviz bazı hareketlerinden sonra
onu bağlamıştır. Kocası gelince adama misafir olduğu için kızmamıştır (FB 513: 50b-
52b). Sadece misafire değil sığınanlara da hürmet ve ikramda kusur edilmez (FB 513:
50b). Kelin Oğlu’nun Adana baskınında mağlûp olan Ramazan Oğlu ve Arslan Paşa
Oğlu’nu Kozan Oğlu misafir etmiştir (FB 582: 73b-77b).
Afşarlar namus konusunda çok hassastırlar: Bir gelin su almaya pınara giderken misafir
çadırına baktığı için kayınbabası tarafından öldürülmüştür. FB 513: 3a ve FB 513:
52b’de anlatılan olaylar birbirine benzeşmektedirler. Ancak olayların ilkinde (FB 513:
3a) ev sahibi Sarı Veli Oğlu İbrahim Ağa’dır. Öldürdüğü kişi de karısıdır. Olay 1281
H./1864-1865 M.’de Yukarı Boran Deresi’nde geçmiştir. İkinci olayda (FB 513: 52b)
ise Çerkez Bey ile Sarı Veli Oğlu İbrahim Ağa misafirdir. Ev sahibi ise Torun
65
aşiretinden Hössük Oğlu Halil Ağa’dır. Öldürdüğü kişi ise gelinidir. Bir rivayete göre
öldüren Hössük Oğlu Halil Ağa’nın oğludur. Olay Yukarı Boran Deresi’nde Çerkezler
Uzunyayla’ya yerleştirilmeden 20-25 yıl kadar önce yaklaşık olarak 1840’lı yıllarda
meydana gelmiştir. Ayrıca FB 582: 101b’de Cadı Oğlu kuvvetlerinden birinin bir Afşar
kızına laf atması üzerine iki aşiret arasında mücadele yapılmış, bu mücadelede Afşarlar
galip gelmişlerdir. Yine FB 582’de “Töremez Oğlu Kavgası” başlıklı anlatıda namus
cinayet(ler)i aktarılmıştır. Anlatıya göre hasta olan Arap köleyi obasına bırakarak
savaşa giden Hasan Bey, kardeşiyle kölenin gayrı meşru ilişkisini öğrenince savaştan
geri gelerek kız kardeşlerinin hepsini, Arap köleyi ve kendi nişanlısı Torun Eşe’yi
öldürmüştür (FB 582:124b-126b).
Afşarlarda sosyal yardımlaşma devam eden geleneklerdendir. İmece ile ilgili olarak yün
imecesi anlatılmıştır (FB 430: 3-4). “Koyun sahipleri haziran ayında koyunları kırkarlar,
yünlerini yıkayıp kuruturlar.” (FB 430: 3). Yünler kuruyunca köydeki kızlar toplanıp
yünleri demir taraklarla tarayarak onlardan “burma” yaparlar.
Yardımlaşma imece ile sınırlı değildir: Evlenme törenlerinde kız evinin komşuları,
gelen misafirleri ağırlamak üzere evlerini açarlar (FB 513: 84b). Ayrıca düğün okuntusu
dağıtımına da yardım ederler (FB 513: 83b). Bir evden cenaze çıktığında komşuları ev
sahiplerine yemek yapılması için ocak yaktırmaz. Gelen misafirlere verilmesi için
yapılacak yemeklerin hepsini 3-10 gün boyunca komşular yapar (FB 513: 7b).
Afşarların geçim kaynaklarından biri de baskın yapmaktı. Baskından elde edilen geliri
ganimet olarak niteledikleri için helâl sayarlardı. Bu baskınlar ve diğer mücadelelerden
dolayı öldürme ve yaralama olaylarına sıkça rastlanmaktaydı. Anlatılan olaylarda kan
davasına rastlanmamıştır. Fakat defterlerde intikam almak için yapılan kavgalar
bulunmaktadır. FB 582’de “Avşar Var mı, Yok mu” (52b-60b), [Kelin Oğlu’nun
Adana’dan Çıkarılması] (72b-84b), “Albustan Kavgası” (84b-94b), “Beyazıt Oğlu için
Harekât” (95b-105b), “Cin Yusuf Kavgası” (151b-152a) ve FB 513’te “Avşarlar
Aleyhinde Türkmenlerin Müttehiden Kıyamı” (33a-37b), “Bozkuyu Kavgası” (39b-
43b), “Bozok’a Sökün” (43b)’deki olaylar karşı taraftan intikam alındığını anlatan
hikâyelerdir.
66
4.4. DİNÎ YAŞAYIŞ “Kişice ya da toplumca, bir düşüncenin, bir olgunun, bir nesnenin, bir varlığın gerçek
olduğunun kabul edilmesi” anlamına gelen inanç, insanların hayatlarını
yönlendirmelerinde önemli bir etkendir (Yıldırım ve diğerleri; 2004a, 136). ‘İnanç’
kavramı çok kapsamlı olduğu için bu kavramı “dinî inançlar” olarak daraltmak daha
doğru olacaktır. Dinin birey olarak insana ve topluluk olarak cemiyete etkisi ve onları
yönlendirmesi oldukça normaldir.
Türklerin İslâmiyet’i kabulüyle birlikte İslâm’ı kendi kültürleriyle birlikte yorumlayıp
hayatlarına uygulamışlardır. Özellikle yerleşik hayata geçiş ‘büyük şehir kültürü’ ile
birlikte Sünnî İslâm’ı benimsemişlerdir (Yıldırım 1998a, 58).
FB 513’te Afşarların dinî yaşayışı ile ilgili bilgi verilmiştir (FB 513: 46b-48b).
Kaynak şahısların belirttiğine göre Afşarlar İslâm’ı Orta Asya’dan batıya göçmeden
kabul etmişlerdir. Verilen bilgiye göre Afşarlar, Anadolu’ya geldiklerinde
Müslüman’dır. Yine kaynak şahıslara göre Afşarlar ‘safiyyü’l-mezhep’ yani sünnîdirler.
Tarikata girenlerin sayısı az olmakla birlikte, tarikata girenler de genellikle Nakşibendî
olmuşlardır.
Afşarların ‘fakı’ olarak adlandırdıkları ‘fakih/ hoca’ya ise oldukça fazla önem verdikleri
görülmektedir. Fakılarda olağanüstü güç olduğuna inanıldığı için fakının nefesinin
kutsal ve iyileştirici güce sahip olduğu düşünülmektedir. Bundan dolayı fakının nefesi
bir tulukta saklanmaktadır. Hasta olan kişiye ‘fakı soluğu fıslatıldığında’, bu kişinin
iyileşeceğine, ölürse de cennete gideceğine inanılır. Fakı olmadan cemaatle namaz
kılınmaz, fakı ezan okumayınca (ötmeyince) oruçlarını da açmazlar. Afşarlar konar
göçer oldukları için mescit yapmamışlar ancak onun yerine kondukları yerlerde bir
alanın kenarını taş veya ağaç ile çevirerek buraya ‘cami damı’ demişler, fakı olduğu
zamanlarda bu alanda namaz kılmışlardır. Kaynak şahısların belirttiğine göre Afşarlar
namaza oldukça fazla önem verir; baskın veya mücadele esnasında bile atlarını
üzengiye veya ön ayaklarına bağlayarak namaz kılarlarmış. ‘Namaz’ ve ‘oruç’un ifa
edilmesi için fakı bulunmasının şart olduğunu düşünen Afşarlar, ‘cami damı’na fakıyı
çağıracak erkek bulunmadığı zamanlarda, çocukların ellerine ot verip fakıya “fakı, fakı!
67
Gel, gel!” dedirterek bulundukları mahalle çağırtırlarmış. Bu uygulamada otun
kullanılma sebebi hakkında bilgi verilmemiştir.
Ay ve güneş tutulmasında da bu durumun normale dönmesi için fakıya ezan okutulur.
Güneş ve ay tutulması esnasında “Kara Tanrı” olarak Tanrı’dan ‘kara’ sıfatıyla söz
edilmesi oldukça ilginçtir (FB 513: 47b-48b).
Afşarlar doğum, evlenme ve ölüm âdetleri sırasında da fakıya Kur’an okutur ve dua
ettirir: Doğan çocuğa isim (FB 513: 4b) fakı tarafından verilir. Ayrıca doğum güçleşince
fakı hamile kadınla sırt sırta verir ve ezan okur (FB 513: 3b).
Ölüm âdetinde; cenaze, erkek olursa fakı tarafından yıkanır. Cenaze namazı fakı
tarafından kıldırılır (FB 513: 8b). Ölünün cenaze namazı ölü sahibi hangi fakıya izin
verilirse onun tarafından kıldırılır (FB 513: 8b).
Evlilik âdetlerinde şerbet içildikten sonra fakı ‘Aşir’ okuyup ‘Fatiha’ der (FB 513: 66b).
FB 513: 71b’de çiftlere kıyılan dinî nikâhtan sonra fakı ‘Aşir’ okuyup ‘Fatiha’ der. FB
513: 83b’de bayrak kız evinde dikilmeden önce, FB 513: 25b’de gelin oğlan evine
götürülürken mezarlık ziyaretinde, FB 513: 29b’de damat gerdek odasına girmeden
önce fakı dua eder. Çiftlerin dinî nikâhı da fakı tarafından kıyılır (FB 513: 71a).
Afşarlar konar-göçer oldukları için ziyaret ve adak yerleri bulunmamaktadır.
Afşarlar baskın sonucu elde ettikleri mal ve parayı ‘ganimet’ bildikleri için bu parayı
helâl sayarlar. Bu parayla hacca gider ve zekat verirler (FB 513: 47b).
Yemin edecekleri zaman ortaya bir değnek koyup onun üstünden atlarlar. Bu şekilde
yemin ettikten sonra yeminlerinden dönmezler (FB 513: 47b).
FB 513: 47b’de hamaylıdan bahsedilmiştir. İçinde ayet, hadis ve dua yazılı, muşambaya
sarılı, gümüş veya meşin mahfazası olan “şeyler” olarak tarif edilen hamaylı bu şekliyle
bir muskayı andırmaktadır. Metinde hamaylının işlevinden ve nasıl taşındığından
bahsedilmemiştir. Aynı sayfada “hamaylısı canına uğramak” tabiri yemin etmek
anlamında kullanılmıştır.
68
4.5. GÜNDELİK HAYAT 4.5.1. Beslenme Defterlerde halk mutfağıyla ilgili şu bilgiler yer almaktadır:
FB 430: 4’te bukağının açılması veya silâhın atılmasında ve FB 513: 58b’de arakesmeç
ve saklambaç oyunlarını kazanan tarafa ödül olarak yemek yedirilir. Bukağının açılması
veya silâhın atılmasında verilen ödül yemeğine ‘etlik’ denilir (FB 430: 4).
Gelen misafirin en iyi şekilde ağırlanması esastır. Misafire kahve veya şeker ikram
edilir (FB 513: 5b, 23b, 65b, 67b, 69b, 77b, 78b, 82b, 83b, 86b). Misafirlere çerez de
ikram edilebilir (FB 513: 28b, FB 430: 4, FB 513: 75b, FB 513: 95b) Anlatılarda çok
net olarak söylenmemiş olsa da âdetlerden kahvenin erkeklere, çerezin ise daha çok
kadınlara ikram edildiği çıkarılabilir. Ayrıca kahve ile keyif arasında bağlantı
kurulmuştur. FB 513: 39b’de Tecirli aşiretinden öç alınıncaya kadar kahve içilmesi
yasaklanır.
Misafire yemek yedirme de önemli bir âdettir: FB 513: 5b’de yeni doğan çocuğa ad
verilirken gelen misafirlere yemek yedirilir. Ev sahibinin gücü yerinde değilse
misafirlere bal veya pekmez şerbeti veya şeker ikram eder. FB 513: 7b’de ölü evinde
yemek yapılması için ocak yaktırılmadığı, misafire verilecek yemeklerin komşular
tarafından hazırlandığı söylenmiştir. Evlenme âdetleri sırasında oğlan ve kız evinin
birbirlerine her gidiş gelişlerinde yemek yenilir (FB 513: 23b, 65b-66b, 67b, 69b, 75b,
78b, 84b). Düğün sırasında öğle yemekleri düğün sahibi tarafından; akşam yemeği ve
kahvaltı ise misafirleri ağırlayanlar tarafından verilir (FB 513: 84b).
FB 513: 51b’de Mehmed Ağa’nın hanımının da gelen misafire daha sonra da kocasına
yemek hazırladığı görülmektedir.
Bazı durumlarda yemek dışarıdan getirilebilir: FB 513: 75b’de kız evine oğlan evi
yemek getirir. FB 513: 31b’de gelinin ilk gününde komşular gelinin evinde toplanır ve
yanlarında yemek getirirler.
Düğün töreninde yapılan yemeklerin malzemesi oğlan evi tarafından temin edilir (FB
513: 65b, 68b, 79b, 81b). Metinde geçen yemek malzemeleri ve araçları şunlardır:
69
Kahve, kahve şekeri, okuntu şekeri, buğday unu, nohut, fasulye, kuru üzüm, kuru
kayısı, koyun/koç/keçi eti, pirinç, bulgur, pastırma, soğan, yaş meyve, şiş, kazan,
aşırma, tas, sırık.
Metinlerde geçen yiyecek isimleri şunlardır: Orman kebabı, şiş kebabı, etlik, bayrak
ekmeği, hoşaf, yahni, şerbet, kavurma, etli fasulye, etli pilav, yufka ekmeği.
Orman Kebabı (FB 513: 65b) : Kesilen koyun veya koç parçalanmadan bir sırığa
geçirilir ve iki kişi tarafından çevrilerek ateşte kızartılır.
Şiş Kebabı (FB 513: 65b) : Kesilen koyun veya koç parçalanır, etler şişlere dizilerek
yapılır.
Etlik (FB 430:4) : Yün imecesi sırasında bir delikanlı kızların arasına atmaları için
tabanca veya açmaları için bukağı bırakır. Bu iş, kızlardan biri tarafından başarılırsa
delikanlı onlara yemeleri için kuzu kestirerek gönderir. Buna etlik denir. Malî gücü
buna yetmeyenler yaş meyve, şeker veya çerez gönderir.
Bayrak Ekmeği (FB 513: 83b) : Düğün evinde bayrak dikilmeden önce komşulara
verilen yemeğe bayrak ekmeği denir.
Hoşaf (FB 513: 7b) : Şeker ve üzümden yapılır.
Yahni (FB 513: 68b) : Metinde nasıl yapıldığı anlatılmamıştır ancak et ve soğanla
yapıldığı belirtilmiştir.
Şerbet (FB 513: 5b, 65b) : Şerbet şekerle yapılmaktadır. Şerbetin şekeri daha önceden
ıslatılır. (FB 513: 65b) Şerbet sadece şekerle değil, bal veya pekmezle de yapılabilir.
(FB 513: 5b)
Kavurma (FB 513: 7b)
Etli Fasulye (FB 513: 7b) Sadece etle yapıldığı belirtilmiştir.
Etli Pilav (FB 513: 7b)
Yufka Ekmeği (FB 513: 68b) : Sadece buğday unundan yapıldığı belirtilmiştir.
Mutfak kültürüyle ilgili diğer hususlar:
70
Yemekler ortaya konularak yenilmektedir. Et, ‘şahan çekiştirme’ (FB 513: 66b) yani
elle tutulup parçalanarak da yenilebilir. Düğünde şerbet ikramından sonra ağızlar
peşkire silinir (FB 513: 66b). Kız ve oğlanın ilk görüşmelerinde kız kahvaltı tarzında
hazırladığı yiyecekle buluşma yerine gider (FB 513: 75b). Metinlere göre su, kuyudan
getirilmektedir (FB 513: 55b). Martuvar âdetinde bir araya gelen kızlar kendi
yemeklerini kendileri hazırlarlar (FB 513: 2b).
Anlatılan yemekler genellikle hayvansal gıdalardır. Bunu da Afşarların geçim
kaynaklarından birisi olan hayvancılığa bağlayabiliriz.
4.5.2. Temizlenme:
Defterlerde temizlik yeri ve malzemeleriyle ilgili çok fazla bilgi yer almamaktadır.
FB 513’ün 3b ve 4b sayfalarında doğum yapan kadının ilk 20 günden sonra ebe
tarafından yıkandığından bahsedilmiştir. İlk 20 günden sonra loğusalık hâlinin
bitmemesi durumunda ikinci bir 20 günlük müddet beklenir ve toplamda 40 günün
sonunda anne ebe tarafından yıkanır. Yeni doğan çocuk ise önce doğar doğmaz, daha
sonra üç ve yedi günlükken yıkanır. Yedi günlük olan çocuk, başına beyaz bir tülbent
tutularak 40 tas su ile yıkanır. Bu işleme ‘kırklama’ denilmektedir.
Yine FB 513: 8b’de ölüm töreni anlatılırken erkek cenazenin fakı tarafından; kız veya
kadın cenazenin yaşlı bir kadın tarafından yıkandığı söylenmiştir.
FB 513: 5b’de Afşarların yıkanırken sabun yerine kil kullandığı, son yıllarda sabun
kullananların da bulunduğundan bahsedilmiştir.
FB 582: 151b’de Cerid beyi Seydi Oğlu, Cin Yusuf’tan kaçmak için kadınların çamaşır
yıkamak için kaynattıkları suyu döktürmüştür. Buradan çamaşırların kaynatılarak
yıkandığı anlaşılmaktadır.
FB 430: 3’te yün imecesi anlatılırken kızların yıkanmış yünleri demir taraklarla
taradıklarından bahsedilmiştir ancak yünlerin yıkanması anlatılmamıştır.
71
4.5.3. Giyim – Kuşam ve Süslenme
Fahri Bilge defterlerinde kadın, erkek veya çocukların normal hayattaki giyim-kuşam
veya süslenme şekilleri anlatılmamıştır. Defterlerde sadece gelin ve damadın kıyafet ve
süslenmelerinden bahsedilmiştir:
Kızın şerbeti içildikten sonra kız ve oğlan evinde nişan hazırlıkları yapılırken kıza nişan
töreni için özel kıyafetler alınır. Alınan kıyafetlerin hepsi (üç etek entari, işlik, şalvar)
ipekli kumaştandır. Çuhadan yapılmış ve ipek hırızmayla dikilmiş “demirkoparan
çepken” ve “edik” denilen kırmızı çizme de alınan kıyafetlerdendir. Bu kıyafetlerin
üzerine süslenme amacıyla “kor” ziynet altını, birer Mahmudiye altını ve üçer tane adi
altın bir araya getirilerek yapılmış olan “ayaklı köşe”, ipek Trablus kuşağı, gümüş
kemer, Maraş sırmasıyla işlenmiş fes ve gümüşten dört-beş santim eninde bir çift
bilezik de alınanlar arasındadır (FB 513: 68b).
Nişanlı kız bu kıyafeti nişan töreninden sonra çıkarıp çeyiz sandığına kaldırır.
Kayınvalidesi ona nişan kıyafetini devamlı giymesini söyleyinceye kadar günlük
kıyafetlerini giyer (FB 513: 74b).
Düğün hazırlıkları sırasında kutnu, meydanî, şitarî, hase, basma gibi kumaşlar alınır. Bu
kumaşlardan düğün okuntusu da dağıtılır. Ayrıca gelin elbisesi alınır (FB 513: 79b).
Oğlan tarafı kız için şunları alır: İpekten yapılmış, sırmayla işlenmiş urba; sırmalı fes,
adi fes, manto (delme), şeher denilen yedi renkli ipek kumaş, kırmızı tülbentten pullu
olarak yapılmış “bürgü”, Antakya çizmesi, ipekten “Halep çarşafı” (FB 513: 80b).
Damada ise şunlar alınır: Haseden çamaşır, meydanî kumaşından Antakya dikimi ile
dikilmiş üç etek zubun ve içlik, ipek Trablus kuşağı, sırmalı bedik habası, sahtiyandan
sırmalı bele bağlanacak kutur, mor fes, başa sarmak için sırmalı kefiye, kırmızı Maraş
yemenisi (FB 513: 81b).
Düğün törenleri sırasında kına gecesinde kız bir başka kadın tarafından giydirilip,
süslenir: Geline içinde gelin kıyafetlerinin olduğu bohça verilir. Geline bohçadaki
kıyafetler giydirilir. Gelinin başına sırmalı fes giydirilir ve buna altınlar takılır. Bunun
haricinde gelinin başına giydirmek için “baş” hazırlanır: Adi fes üzerine yazma ve
yağlıklar sarılır. Bunun üzerine şeher, her bir boğumda ayrı bir rengi görünecek şekilde
72
adi fes üzerine sarılır. Böylece ‘baş’ hazırlanmış olur. Kızı süsleme işlemlerinde ise
kızın zülfü kesilir, gözleri sürmelenir, elleri kınalanır. ‘Baş’, kızın başına giydirilerek
giyinme ve süslenme işlemleri tamamlanır (FB 513: 94b).
Damadın, kıyafetini bir arkadaşının evinde giydiğinden söz edilmekle birlikte ne giydiği
anlatılmamıştır (FB 513: 28b). FB 513: 32b’de gelin ve damat kıyafetlerinin zaman
içinde değiştiğinden bahis vardır: Delme ve zubun yerine manto ve fistan; Antakya
çizmesi yerine iskarpin ve fotin; baş yerine daha hafif örtüler; Trablus kuşağı yerine
modern kemerler kullanılmaktadır. Damat için ise Medeni Kanun’un belirlediği
kıyafetler tercih edilmektedir.
FB 513: 22b’de Ömer Bey’in düğün sırasında savaş çağrısı gelmesi üzerine sırmalı
kıyafetleri çıkarıp “alelade” elbiselerini giydiğinden bahsedilmiştir.
FB 430: 5’te halay çeken kızların kıyafetleri tasvir edilmiştir: “Üç etek giyen bellerine
ipekli Trablus kuşağı saran ve başlarına sırmalı Maraş fesi koyan, alınlarına yanaklarına
altın ayaklı ve köşe takan kızların ellerinde rengârenk ipek yağlık bulunur”.
4.7. GEÇİŞ TÖRENLERİ
Kültürü üreten ve yaşatan bir unsur olarak insan, hayatı boyunca içerisinde bulunduğu
kültür dairesinin şartlarına göre çeşitli kültürel etkinliklere dâhil olur. Bu kültürel
etkinliklerden bazıları, kişileri hayatlarındaki yeni bir döneme başlarken korumak ve
onu desteklemek amacıyla yapılır. Halk arasında yaygın olan inanışa göre birey geçiş
döneminde “güçsüz ve zararlı etkilere karşı açıktır.” (Örnek 1995, 131) Geçiş
döneminde olan bu bireyi zararlı etkilere karşı korumak ve onu yeni hayatına
hazırlamak, kutsamak ve kutlamak için çeşitli “inanç, âdet, töre, tören, ayin, dinsel ve
büyüsel” (Örnek 1995, 131) bazı işlemler yapılır. Bu işlemler zamanla kalıplaşarak
gelenek hâlini alır. Böylece geleneksel kültür dairesi içerisinde bir yere sahip olur.
İnsan hayatında üç önemli geçiş dönemi vardır: Doğum, evlenme, ölüm.
Elimizdeki defterlerde geçiş dönemleri şu şekilde ele alınmıştır:
73
4.7.1. Doğum:
İnsan hayatındaki ilk geçiş töreni doğumdur. Doğum, ailenin birliğine katkıda
bulunacağı, soyun gelişmesini sağlayacağı, anne ve babaya itibar sağlayacağı için
oldukça sevindirici bir olaydır.
Anne olan kadının toplum içindeki itibarı artar, ona daha fazla saygı duyulur. Baba olan
erkeğe de duyulan saygı artmıştır. Artık kendi evinin sahibidir. Geleceğe yönelik
adımlarını daha dikkatli atması gerekecektir.
“Çocuk, ailede ocağı tüttürür” sözünden de anlaşılabileceği gibi çocuk ailenin hatta
sülâlenin güçlenmesini arttırıcı ve birlik beraberliği güçlendirici bir unsur olarak da
önem taşır. Yeni bir üyenin aileye ve dolayısıyla soya katılması soyu güçlendirir.
Özellikle de konar-göçer topluluklarda nüfusun fazla olması egemenlik kurmada/söz
sahibi olmada etkili bir unsur olduğu için çocuğun doğumu çok önemlidir.
FB 513’ün 3b-6b’de doğumla ilgili uygulamalar anlatılmıştır: Afşarlarda çocuk sahibi
olmak çok önemlidir. Çocuk sahibi olan gelinin kıymeti artar, kazandığı saygınlık
dolayısıyla daha “hür” olur çünkü gelin anne olmadan önce evden yalnız çıkamaz.
Erkek çocuk doğurmak daha fazla saygınlık getirir. Bu da baskına dayalı geçimde eli
silâh tutabilen kişiye olan ihtiyaçtan ileri geliyor olabilir. Ayrıca kız evlâdın evlenerek
evden gideceği ve başka bir aileye dâhil olacağı fikri de bu yaklaşımda etkilidir.
Doğum öncesinde hamile olan kadına ağır işler yaptırılmaz, gelin, kayınvalide
tarafından korunur. Hamile olan kadın hamileliği süresince erkeklere görünmekten ve
hatta kayınbabasına görünmekten bile çekinir.
Doğum esnasında yapılan uygulamalar şunlardır: Doğum zamanı yaklaşınca ebe
çağırılır. Ayrıca gelinin annesi veya yakın akrabadan bir kişi de ebeye yardımcı olması
için çağırılır. Doğumun güç olması veya gecikmesi durumunda hamile kadının yanına
bir fakı (fakih, hoca) çağırılır. Fakı gelin ile sırt sırta verir ve ezan okur. Ezandan sonra
fakı odadan çıkar ve kısa bir müddet sonra çocuk doğar.
Doğumdan sonraki uygulamalar şunlardır: Çocuk doğunca erkek olursa büyükbaba ve
akrabaya müjdelenir. Müjdeciye, müjde alanlar tarafından “at, silâh, elbise, para,
74
koyun,keçi” gibi müjdelikler verilir. Ayrıca ebe olan kadına da bahşiş verilir. Ancak
doğan çocuk kız ise çok fazla sevinilmez, doğum müjdelenmez, ebeye verilen bahşiş de
çok kıymetli olmaz.
Çocuk doğunca göbeği kesilir, yıkanır ve beşiğine yatırılır. Doğum yapan kadın ise
döşeğe alınır. Bir günden fazla döşekte yatan gelin ayıplanır. Loğusayı al basmaması
için loğusa yalnız bırakılmaz, geceleri ışıksız bırakılmaz. İlk bir hafta boyunca sadece
doğumda bulunan kadınlar gelinin yanında bulunabilir. Bu süreç boyunca gelinin yanına
kızlar giremez. İlk yirmi günün sonunda loğusa ebe tarafından kırk tas su dökülerek
yıkanır. Bundan sonra diğer kadınlar da loğusayı görebilir. Gelinin yirmi günde
loğusalığının bitmemesi durumunda ikinci bir yirmi gün beklenir ve toplamda kırk
günün sonunda gelin tekrar kırklanır.
Çocuk ise doğduğu günden sonraki üçüncü ve yedinci günlerde yıkanır. Yedinci günü
başına beyaz tülbent tutularak kırk tas suyla yıkanır. Buna ‘kırklama’ denir.
Çocuğun adı genellikle doğumun kırkıncı gününde akrabaların ve aile dostlarının
çağırıldığı bir toplantıda verilir. Yemekli olan bu toplantıda, yemekten sonra kahve içilir
ve adının konması için çocuk, fakıya verilir. Fakı çocuğun sol kulağına ezan okur, sağ
kulağına da kamet getirir ve çocuğun adını üç kere yüksek sesle söyler. Daha sonra da
aileden çok hürmet gören bir kişinin kucağına bırakır.
Çocuğu alan kişi ve toplantıda bulunanlar çocuğa altın, gümüş, silâh, saat, at, inek veya
gayrı menkul hediye eder. Burada ‘çocuk’tan kasıt erkek çocuktur. Kız çocuğunun
doğumunda çok sevinilmediği gibi ad koyma gibi törenlerde de çok fazla bahşiş ve
hediye verilmez.
Çocuğun ailesinden bir büyüğün uzak bir yerde olması durumunda ad koyma töreni
daha ileri bir tarihe ertelenebilir. Ailenin gücü yemek vermeye yetmiyorsa bal veya
pekmez şerbeti ikram edilir. Baba, bu toplantıda bulunmaz. Ayrıca baba olan kişi
gelinin kırkı çıkmadan eşini ve çocuğunu göremez.
Metinlerde kısırlığı giderme, aş erme, çocuğun cinsiyetinin doğumdan önce tahmin
edilmesi, çocuğun göbeği ve eşi ile ilgili uygulamalara değinilmemiştir.
75
4.7.2. Evlenme:
İnsan hayatındaki ikinci önemli geçiş noktası evliliktir. Toplumun çekirdeği olan
‘aile’nin kurulması açısından evlilik bütün toplumlarda çok önemli bir yere sahiptir. Her
topluluk kendi kültürüne göre evlilik olayının uygulamalarını yorumlamıştır. Her kültür
kendisine uygun evlenme biçimlerini uygulamış, evlilikle ilgili diğer uygulamaları
kültürün dışında bırakmıştır çünkü evlilikle kurulan aile toplumun temelini
oluşturmaktadır.
Evlenme töreni öncesindeki uygulamalar şunlardır: Sedat Veyis Örnek’in Türk
Halkbilimi kitabında belirttiğine göre toplumumuzda evlenme biçimleri çeşitlilik
göstermektedir (Örnek 1995, 185). Bunlardan en çok görülenlerden biri olan görücü
usulü ile evlenmeye elimizdeki metinde de rastlamaktayız (FB 513: 23b-32b; 62b-95b).
Görücü usulü ile evlilikte oğlan evi kızda bazı özelliklere dikkat eder: Ekonomik güç,
kızın hamarat/becerikli olması, güzel olması, asil olması gibi. Elimizdeki metinlerde
kızların taşıdığı/taşıması gereken özelliklerden bahsedilmemiştir. Ancak damat adayının
özelliğinden bahsedilmiştir: Damat kahraman olmalı, kahramanlık yapmış, kendini
kanıtlamış olmalıdır, aksi takdirde kendisiyle evlenecek kız bulamaz. Kahramanlık
yapmış olmak konar-göçerlikten kalma bir özellik olmalıdır. Konar-göçerlik döneminde
sık sık yapılan veya uğranılan baskınlar ve hayvancılıktan dolayı yayla-kışlak arasında
gidilip gelinmesi sebebiyle ailenin korunma ve geçinme ihtiyaçları ağırlıklı olarak
erkeğin omuzlarındadır. Bundan dolayı genç, kendi ailesini geçindirebileceğini
kanıtlamak zorundadır.
Evlenebilecek durumda olan erkeğe kefil olan bir aile bir kız beğenerek delikanlıya kızı
gösterir. Delikanlının kızı beğenmesi durumunda kızın sözlü veya nişanlı olup olmadığı
soruşturulur. Kızın sözlü veya nişanlı olmaması durumunda kız babasına erkek
tarafından bir elçi gönderilerek kız istetilir. Kızın babası düşünmek için zaman ister ve
karısıyla konuşur. Karısı kızla konuşur, kızın onayı alınır ve kız babası gelen elçiye
erkek tarafının geleceği günü haber vermesini söyler. Böylece cevabın olumlu olduğu
bildirilmiş olur. Buraya kadar yapılan uygulamalar kız ve erkek evi arasında gizlice
yürütülür. Erkek evinin kız evine kızı resmen istemek üzere gitmesiyle durum açıklanır.
Erkek evi kız tarafına giderken aile içinden veya samimi dostlarından 5-6 kişi ile
76
birlikte bir alay hazırlayarak yola çıkar. Kız evinde kahve ve sigara ikram edilir. Grubun
en yaşlı ve hatırlısı kız babasından kızı ister. Kız babası da “siz münasip gördükten
sonra” diyerek cevaplarının olumlu olduğunu bildirir. Bu cevaptan sonra erkek evinin
getirdiği grubun en genci kalkıp kız babasının ve diğer kişilerin ellerini öper. Erkek
tarafı cevabın olumlu olacağını bildiği için yanlarında şiş veya orman kebabı yapılması
için koç veya koyun, şerbet yapılması için de şeker getirmiştir. Yemek hazırlanırken kız
evinin akraba ve komşuları yemeğe davet edilir. Yemekten sonra şerbet ikram edilir.
Yemeğe sonradan gelenlere yemeğin sebebi açıklanır. ‘Fakı’(fakih, hoca)ya Kur’an
okutulur ve evlenecek çifte dualar edilir. Oğlan babası, bu geceyi kız evinde geçirir.
Oğlan babası sabah kız babasıyla kahve içtikten sonra harem tarafına geçerek kızı görür,
kız annesine ucunda altın olan yağlık veya kefiyeyi verir ve kahvaltıya oturulur.
Kahvaltıdan sonra oğlan babası evine gider ve her iki evde de nişan hazırlığı başlar.
Oğlan tarafı kıza nişanda giymesi için özel kıyafetler ve takılar alır. Ayrıca kız babasına
verilmesi için para ve at hazırlanır. Nişan yemeği için de yemeklik malzemeler alınır ve
nişandan bir gün önce kız evine gönderilir.
Oğlan tarafı nişan törenine seğmenler, davulcu ve zurnacı ile gelir. Misafirlerin bir
kısmı kız evinin komşuları tarafından karşılanır. Bütün davetliler kız evinde toplanınca
önce kahve içilir. Kahvenin ardından yemek gelir ve tekrar kahve içilir. Oğlan babası
kız babasına getirdiği para ve atı verir. Oğlan annesi ise kız için getirilen eşyaları kıza
ve annesine verir. Bu sırada erkek tarafından, gençlerin nikâhının kıyılması için kızdan
vekâlet almaya üç kişi gönderilir. Kızın ve oğlanın vekilleri, şahitler huzurunda ‘fakı’
nikâhı kıyar. Kız da getirilen kıyafetleri giyerek kadın misafirlerin yanına çıkar. Orada
bulunan herkesin elini öper. Kız, kayınvalidenin elini öpünce kayınvalide ona güzel
temennilerde bulunur. Elleri öpülenler de dua ve iyi dileklerde bulunurlar. Erkeklerin
bulunduğu yerde Kur’an okunur ve nişanlı kız için hediye olarak para bırakılır. Kimin
ne kadar bıraktığı bir deftere kaydedilir. Defter ve hediyeler kız annesine teslim edilir.
Nişandan sonra kız tarafından erkek tarafına kilim, halı, heybe gibi hediyeler verilir.
Hediyesini alanlar kız evinden ayrılırlar. Sadece kayınvalide kız evinde yatılı kalır.
Gelin kız, kayınvalideye hizmet eder ve onun sevgisini kazanmaya çalışır. Birkaç gün
sonra oğlan babasının gönderdiği at ve adamla oğlan annesi evine döner. Kız annesi,
oğlan annesine kızın çeyizinden kilim gibi bir hediye verir. Kadın evine gidince kocası
gelinin iyi olup olmadığını sorar.
77
Oğlan annesinin evine gidişinden sonra gelin kız kendisine getirilen kıyafetleri
sandığına kaldırır. Bu âdeti bilen oğlan annesi 10-15 gün sonra kız evine çerez ve yeni
elbiselerle gider ve gelinine nişan kıyafetini daima giymesini söyler. Bu ziyaretten sonra
da kayınvalide ve onunla birlikte gelen grup birkaç gün yatılı kalır; yakın akraba ve
dostlara yemekli giderler.
Oğlan kızla görüşebilmek için kız evine önceden haber vermek zorundadır. Ayrıca
görüşmelerinde kızın yakın arkadaşı veya kardeşi de bulunur. Bu görüşmede kız hiç
konuşmaz, onun söyleyeceklerini arkadaşı/kardeşi söyler. Oğlana verilmek üzere
hazırlanan hediyeler, kızın getirdiği kahvaltı çeşidinden yiyecekler yendikten sonra
verilir. Oğlan da kızın arkadaşına bahşiş verir. Kıza da hediyeleri verir. Oğlan ve kız
ayrıldıktan sonra kız ve arkadaşı hediyeleri sahiplerine iletir. Kız, oğlana gönderilmek
üzere yine çamaşır, çorap, saat ve para kesesi gibi hediyeler hazırlar. İlk görüşmeden
sonra oğlan ve kız vasıtasız olarak görüşebilir.
Düğün, kız ve erkek tarafının anlaşması ile olur. Kız babası oğlan babasından at, deve,
öküz, koyun vs ve yüklüce miktarda para ister. İki taraf bir süre tartıştıktan sonra
anlaşmaya varırlar. Kız tarafı içinde okuntu olarak gönderilecek kumaş, yazma; düğün
yemeği için gerekli malzemelerin bulunduğu bir liste hazırlar. Bu listedeki malzemeleri
oğlan tarafı temin edecektir. Oğlan babası kız babasına diğer hazırlıklar için bir miktar
da para verir.
Evlenme sırasındaki uygulamalar şunlardır: Alışverişler tamamlanınca oğlan babası kız
babasından düğün yapıldığının işareti olarak bayrağı dikmek için izin ister. Bayrak
dikildikten sonra düğün resmen başlar. Okuntular dağıtılır. Düğüne gelen misafirlerin
bir kısmı komşularda kalır. Bayrağın dikilmesi için oğlan tarafı “bayrak ekmeği”
denilen bir yemek verir. Yemekten sonra fakı dua eder. Bayrak bağlanır ve kilitlenir.
Kilidin anahtarı damada verilir. Davul ve zurnaların çalınmasıyla düğün başlamış olur.
Düğüne gidecek olanlar önce hediyelerini gönderir, sonra kendileri gider. Gelenlere
kahve ikram edilir. Her misafiri kim ağırlayacaksa o alır, kalacağı yere götürür. Düğün
süresince çeşitli eğlenceler düzenlenir. Yaklaşık bir hafta süren düğünde kız evine oğlan
evinden bayrağıyla ‘gelinci’ denilen grup da gelir. Kız evinin bayraktarı oğlan
bayraktarını durdurur ve oğlan babası bahşiş verinceye kadar onları geçirmez.
78
‘Gelinci’ler geldikten sonra düğün ahalisi çağırılır. Yemekten sonra eğlenceler devam
eder. Aynı günün gecesinde kız evinde ‘kına gecesi’ yapılır. Kızın erkek kardeşi kına
yakılmasına izin vermez, oğlan babasının verdiği hediyeler karşılığında kına âdetine
izin verir. Kına gecesi sadece kadınların arasında yapılan bir uygulamadır. Kıza kına
yakılmasından önce kız, bir kadın tarafından hazırlanır, süslenir. Gelinin süslenmesi
bitince oğlan evinin getirdiği çerezler dağıtılır. Misafirler çerez tepsisine para bırakır.
Toplanan para geline verilir.
Ertesi gün kızın çeyizinin değeri ile oğlan babasının verdiği ‘kalın’ miktarı
karşılaştırılır. Gelinin çeyizi pahada ağır gelirse oğlan tarafı ayıplanır. Sabah kahveler
içildikten sonra gelin, oğlan evine götürülmek istenir. Oğlan babasından bahşiş almak
isteyenler gelinin bulunduğu odanın kapısını kilitlerler. Bahşiş alındıktan sonra oda
açılır ve gelin çıkarılır. Gelin ata binince salavatlamayla birlikte oğlan evine doğru yola
çıkılır. Düğün evine gitmeden önce mezarlığa gidilerek dua edilir. Gelin, oğlan evine
varınca kayınpederinden hediye almadan atından inmez. Gelin attan inince başına para
saçılır ve gelin odasına girdirilir. Orada bulunanlara kızın çeyizinden hediyeler
verildikten sonra misafirler dağılır. Akşam yemeğinden sonra damat yatsıyı cemaatle
kılıp eve gelir. Damat kınası, damat, kıyafetini giydikten sonra yakılır. Burada da tıpkı
kızı ağlatmak için söylenen türkü gibi damadı öven bir türkü söylenir, çerez dağıtılır.
Çerez dağıtılırken damada da hediye para verilir. Damat fakının elini öpüp onun duasını
alınca oğlan babasının yanına gidilir. Oğlan babası oğluna damatlık hediyesi olarak at,
ev, silâh verir.
Bu hediyelerin verilmesinden sonra gelinin bulunduğu odanın önüne gelirler. Bayrağın
kilidi açılır. İçeride gelinin yanında bulunan yaşlıca bir kadın damadı gelinin yanına
girdirir. Onlara abdest aldırıp odadan çıkar. Damat kapıyı sürmeler. Kapı açılınca kadın
çarşafı değiştirir ve dışarıda bayrağı indirmek için bekleyen gençlere bayrağı
indirmelerini söyler. Damat, kadına bahşiş verir. Ertesi gün gelin evinde damat gidince
kadınlar ve kızlar toplanır. Gelenler yemek getirir, eğlenceler yapılır.
Gelin çocuk sahibi oluncaya kadar evin dışına çıkamaz. Çıkması gerektiğinde yanına
kayınvalidesi veya güvenilir bir kadını almak zorundadır fakat bu âdet I. Dünya
Savaşı’ndan beri yapılmamaktadır.
79
Düğün âdetlerinin bütününe bakıldığında, evlenmenin bedenî ve malî açıdan oldukça
yorucu ritüeller silsilesinden oluştuğu görülmektedir.
Düğün öncesinde kız istemeyle birlikte bazı yerlerde ayrı bir tören olarak düzenlenen
şerbet âdeti yapılmaktadır. Şerbet içme, bir nevi söz kesme anlamı taşımaktadır. Nişan
töreni yapılırken nikâhın kıyılması da bir başka ilginç noktadır. Buradaki düşünce erkek
ve kızın görüşmelerinin meşrulaştırılması olabilir. Kına gecelerinin erkek ve kız
tarafında farklı zamanlarda yapılması da dikkat çekicidir: Kızın kınası kızın, kız evinden
ayrılmadan önceki gecede, oğlanın kınası ise gelinin oğlan evine geldiği gece
yakılmıştır. Kınanın koruyucu özelliği göz önünde bulundurulursa, halk içinde her iki
gencin farklı zamanlarda yeni hayatlarına atıldıklarının kabul edildiği görülebilir. Kız
için dönüm noktası baba evinden ayrılması iken erkek için dönüm noktası gelinin oğlan
evine gelmesidir.
Düğün okuntusu, gelin hamamı ve gelinlik-güveylik töreleri elimizdeki metinlerde yer
almayan uygulamalardır. Metinlerde gelin adayında aranan şartlardan da
bahsedilmemiştir.
4.7.3. Ölüm: İnsan hayatındaki son geçiş dönemi ölümdür. Ölüm insanın hayatının maddeten sona
ermesidir ancak ölüm çevresinde oluşan birçok âdetten de anlaşılacağı gibi insanların
ölen kişi ile ilişkileri manen devam etmektedir (Boratav 1997, 194). Devam eden bu
ilişkiden dolayı ölüm törenindeki uygulamalar ölen kişinin yaşamının sona ermesiyle
bitmez. Hatta ölümle ilgili uygulamaların birçoğu kişinin hayatını kaybetmesinden
sonra yapılır.
Sedat Veyis Örnek “Türk Halkbilimi” adlı kitabında ölümle ilgili uygulamaları üçe
ayırmıştır (Örnek 1995, 207):
1) Ölüm Öncesi: Ölümü beklenen kişideki veya bir yerdeki ‘uğursuz’ sayılan ‘ölümün
yaklaştığını işaret eden’ davranışlar veya durumlar ölüm öncesinde görülen
uygulamaların sebebidir.
Metinlerde ölüm öncesi dönemle ilgili duruma örnek olarak, Kirtik Ali’nin savaşa
katılmak istemeyip, çevresinin ısrarı karşısında “Gidek, hatır için ölek” sözü verilebilir.
80
Kirtik, genç bir kahraman olmasına rağmen bu savaş öncesinde ölümünü hissetmiş gibi
bir tavır içindedir (FB 582: 50b).
2) Ölüm Sırası: Ölen kişinin vefat haberinin çevreye duyurulması ve ölünün yıkanıp
kefenlenmesi işlemleri bu dönemle ilgilidir.
Elimizdeki metinlere göre ölüm haberi önce komşularına, köydeki ve diğer köylerdeki
hatırlı kişilere iletilir. Haberi diğer kişilere göre daha önce alan kişiler ölü evine gelirken
yiyecek, içecek malzemesi temin ederek gelirler (FB 513: 7b).
Cenaze erkek olursa fakı (fakih/hoca) tarafından, kız veya kadın olursa yaşlı bir kadın
tarafından yıkanır. Yıkandıktan sonra kefenlenen cenaze, varsa musallaya yoksa yüksek
bir taş veya ağaç üzerine koyulur. Cenaze namazı kılındıktan sonra fakı ölen kişinin
nasıl bilindiğini cemaate sorar. Şahıs ‘iyi’ bir kişi ise cemaat “İyi biliriz, Tanrı rahmet
etsin” der fakat ölü iyi olmayan biri ise bu soruya kimse cevap vermez (FB 513: 8b-9b).
Namazdan sonra cenaze mezara götürülerek defnedilir. Ölü, bekâr bir delikanlıysa
beyaz, bekâr bir kızsa mezarına kırmızı bir bayrak dikilir. Bu bayraklar yok oluncaya
kadar mezarda kalır. Çocukların veya evlilerin mezarlarına bayrak dikilmez37 (FB 513:
9b).
3) Ölüm Sonrası: Ölünün arkasından belirli günlerde mevlit okutma, ölü yemeği verme,
yas tutuma, başsağlığı dileme, ağıt yakma en yaygın ölüm sonrası âdetleridir.
Elimizdeki metinlere göre Afşarlarda ölen kişinin evinde yemek yapılmaz hatta yemek
yapmak için ocak yaktırılmaz. Yemek yapma ve misafirleri ağırlama aile dostlarının ve
komşuların görevidir. Komşular en az üç en fazla on gün boyunca ölü evine yemek
taşır. Gelen kişiler sadece ölü evinde değil komşuların evinde de misafir edilirler (FB
513:7b).
Ölen kişinin arkasından yapılan âdetlerden biri de taziyeye/başsağlığına gitmektir.
Ancak Boratav’ın da belirttiği gibi bu âdet ağıt yakılma âdetiyle birbirine girmiş
durumdadır (Boratav 1997, 199). Afşarlarda da ağıt yakma ile başsağlığı dileme âdetleri
birleşmiştir. 37 Buna benzer bir uygulama Tahtacılarda da vardır: “Genç ölünün akranları, tabutun ardından ipekli ve renkli bayraklarla giderler.” (Boratav 1997, 195)
81
Kişinin ölümünden hemen sonra ağıtlar yakılmaya başlanır. Ağıtları yakanlar genellikle
ölünün yakını olan kadınlardır. Fahri Bilge’nin ifadesine göre ağıt yakan kadınlar
arasında müsabaka gibi bağırıp çağrışmalar olur. Ağıda başlayacak kişi ölen kişinin bir
eşyasını eline alır, onu sallayarak ağıt söyler. Sonra bu eşyayı başkasına atar. Atılan
eşyayı tutan kişi ağıt yakmaya başlar. Bu uygulama bu şekilde devam eder. Cenazenin
gömülmesinden sonra da ağıtlar devam eder. Ağıda katılım ve ağıtın söylenmesi
haftalarca hatta aylarca devam edebilir. Özellikle tanınmış kişilerin ağıtları ve
ölümünden çok acı duyulan kimselerin ağıtları yıllarca halk ağzında söylenebilir.
Ağıtlarda kişinin özellikleri tasvir edilir. Onun ölümünden duyulan acı dile getirilir.
Ağıt, uzakta ölen bir kişi için de yakılabilir. (FB 513: 7b-8b)
Metinlerde yas tutulması ile ilgili olarak şu âdet göze çarpmaktadır: FB 513’te
“Bozkuyu Kavgası” adıyla verilmiş olan hikâyeye göre Tecirliler, Afşarlardan dört
kişiyi öldürmüştür. Bunun üzerine intikam alınıncaya kadar obada yas ilân edilir. Yasta
kahve içilmeyeceği belirtilmiştir. (FB 513: 39b) ‘Kahve’ ile ‘keyif’ arasında bir bağlantı
düşünülüyor olabilir. İntikam alındıktan sonra kahve pişebileceği izni verilmiştir. (FB
513: 41b) Kahve içilmemesinin haricinde yas zamanında ne gibi uygulamalar
yapıldığından ve ölünün yedisi, kırkı veya elli ikisi gibi özel günlerde yapılan
uygulamalardan da bahsedilmemiştir.
Boratav’ın da belirttiği gibi ölüm sonrası âdetleri (ağıtçılık, yas tutma, ölü yemeği
verme, taziyeye gitme) daha çok kadınlar tarafından uygulanmaktadır (Boratav 1997,
203).
4.8. HALK HEKİMLİĞİ
Halkın hastalanınca doktora gitmeyince veya gidemeyince hastalıkları teşhis etmesi ve
iyileştirmesinde kullandığı bütün yöntemlere “halk hekimliği” denir (Boratav 1997,
122). Boratav’a göre “büyü özelliği taşıyan” ve ‘akılcı’ koruma ve sağaltma işlemleri
vardır.
FB 513’ün 46b ve 47b sayfalarında belirtildiğine göre fakıların soluğu iyileştirici güce
sahip olarak düşünülmektedir. Fakı soluğu önceden bir tulumda toplanır. Birisi
82
hastalandığında bu tulumdan hastaya “fakı soluğu fıslatılır” yani hasta o tulumdaki
havadan nefes alır. Bu şekilde, hasta olan kişinin iyileşeceğine inanılır.
Ayrıca FB 513: 3b’deki bilgiye göre hamile bir kadının doğumu güçleşirse eve fakı
çağırılır. Fakı hamile kadınla sırt sırta verir ve ezan okur. Bu şekilde, doğumun
kolaylaşacağına inanılır.
Her iki iyileştirme şeklinde de ‘fakı’ ile ilgili uygulamaların bulunması fakıya dinî ve
tıbbî görevler yüklendiğini göstermektedir. Bu inanış, fakının dinî görevi olmasından
dolayı onun kutsallığıyla ilgili bir düşünceden kaynaklanıyor olabileceği gibi eski Türk
inanışından da yadigâr kalmış olabilir.
Bu iyileştirme yöntemleri haricinde doktora gösterme ile ilgili uygulamaları vardır: FB
513: 50b’de Ekiz’in yarası cerraha tedavi ettirilir. FB 582: 150b’de Kozan Oğlu için
yakılan ağıdın üzeri çizilmiş olan parçasında Kozan Oğlu’nun ağzından cerrah beklediği
dile getirilmiştir.
4.9. EĞLENCE KÜLTÜRÜ
4.9.1. Halk Dansları
“Toplu veya kişisel olarak herhangi bir ezgi ritmi eşliğinde yapılan düzenli vücut
hareketleri kültürüne”ne dans denilir. (Yıldırım ve diğerleri; 2004a, 42)
Halkın gelenek, görenek dairesi içinde müzik eşliğinde veya müziksiz olarak oynadığı
danslara halk oyunu denilebilir. Bu oyunlar tek kişi tarafından oynanabildiği gibi bir
grup tarafından da sergilenebilir.
FB 430’un 5-9. sayfalarında Afşarlar arasında oynanan halk oyunları anlatılmıştır.
Anlatılan oyunlar genellikle grup hâlinde icra edilmektedir. Fahri Bilge, kaydettiği
oyunları oynayanlarına göre ikiye ayırmıştır:
A. Kadın/kızların oynadığı oyunlar: 1. Ağır Halay: Ağır tempoda çalınan davul
ve zurnaya uyularak oynan bu oyunun türküsü yoktur (FB 430: 5).
83
2. Üç Ayak Halayı: Türküsü olmayan bu halay, ağır halaya göre daha hızlı olan bir
tempoda oynanır (FB 430: 5).
3. Menevşe Halayı: “Dilber dilber canım dilber/Canımın yarısı dilber” bağlantılı
türkü söylenerek açık havada oynanır (FB 430: 5-7).
Fahri Bilge’nin belirttiğine göre kızların kapalı mekânda sadece kendi hem
cinslerinin olduğu toplantılarda türkü söyleyerek oynadığı oyunlar da vardır. Bu
oyunlarda kızlar, gelini ortalarına alarak yukarıda anlatılan halaylara göre
hareketleri daha seri olan oyunlar oynarlar (FB 430: 7).
B. Erkeklerin oynadığı oyunlar: 1. Sinsin: FB 430: 8a’da türküsüz olduğu
söylenilen oyun, FB 513: 90b’de şu şekilde geçmektedir: Düğün eğlencelerinde
akşam ateş etrafında oynanan bir oyundur. Bir genç, diğer gençler tarafından
oluşturulan halka içinde koşarak dönmeye başlar. Diğer gençler onu yakalamaya
çalışır. Kim yakalarsa o ortaya geçer.
2. Tura: Oyunun nasıl oynandığı anlatılmamıştır (FB 430: 8a).
3. Sekme Düzlü: Oyunun nasıl oynandığı anlatılmamıştır (FB 430: 8a).
4. Hasan Dağı (Yüksek Hava): “İçinde oturan báġdir” ayaklı türkü söylenen bu
oyun hilâl çizilerek ağır ağır oynanır (FB 430: 8a-9).
5. Zeybek: Ege zeybeğine göre daha hızlı olan bu oyun iki kişi tarafından oynanır.
Bir genç, kadın kılığına girdirilir ve diğer bir genç, kadın klığına girmiş olanın
gönlünü almaya çalışır. Oyunun sonunda kadın kılığında olan genç, diğer oyuncuya
eşlik eder (FB 430: 8a).
6. Kırık Hava: Kırık hava denilen hava davul ve zurna tarafından çalınmasıyla
başlayan oyunda gençler el ele tutuşup hilâl şeklinde halay çekerler. Halay
çekilirken “Üşüdüm göynekçeğim” ayaklı türkü söylenir (FB 430: 8b).
Ağır halay, üç ayak halayı, menevşe halayı, zeybek ve kırık hava davul, zurna eşliğinde
oynanan oyunlardır. Menevşe halayı, Hasan Dağı halayı ve kırık hava türkülü
oyunlardır.
84
Anlatılan oyunlardan üç ayak halayı (Gazimihal 1999, 188), sinsin (Gazimihal 1999,
19), tura (Gazimihal 1999, 146), zeybek (Gazimihal 1999, 215-219), kırık hava
(Gazimihal 1997, 101) Mahmut Ragıp Gazimihal’in Türk Halk Oyunları Kataloğu’nda
yer almaktadır. Ağır halay, menevşe halayı, Hasan Dağı ise aynı eserde yer almayan
oyunlardır. Sekme düzlü oyunun nasıl oynandığı anlatılmadığı için Gazimihal’in
eserinde yer alan oyunlar arasında olup olmadığı belli değildir ancak bu oyun
Gazimihal’in eserinde ‘sektirme’ adıyla geçen Konya oyunlarına benzemektedir
(Gazimihal 1997, 262).
4.9.2. Halk Eğlenceleri
Dursun Yıldırım’ın yaptığı sınıflamada eğlenceler “büyüklere mahsus oyunlar” ve
“çocuklara mahsus oyunlar” olarak ikiye ayrılmıştır (Yıldırım 1998b, 100). Elimizdeki
metinlerde anlatılan oyunlar “Çocuk Oyunları” başlığıyla verildiği (FB 513: 58a-61a)
hâlde oyunların delikanlılar arasında oynandığı hatta, köyler arasında oynandığında
yaşlıların da oynadığı belirtilmiştir (FB 513: 60a).
Fahri Bilge “Çocuk Oyunları” başlığı altında sekiz oyun adı saymıştır. Ancak bunlardan
‘hoplaşma’yı tanıtmamıştır.
Oyunlardan arakesmeç (FB 513: 58a-58b), saklambaç (FB 513: 58b), tura (FB 513:
59b), yayan değneği (FB 513: 60a), çelik (FB 513: 60b) iki gruba ayrılmış gençler
tarafından oynanır. Köygöçtü (FB 513: 61a) ve seklemdüz (FB 513: 59a) oyunları ise
bireysel oyunlardır.
Arakesmeç, saklambaç, seklemdüz oyunlarında herhangi bir alet kullanılmaz.
Köygöçtü, çelik, yayan değneği oyunlarında değnek, tura oyununda ise tura adı verilen
sıkıca bükülmüş yün kullanılır.
Oyunlar koruma, kollama, savunma esaslıdır. Bu, sürekli tetikte bulunulmak zorunda
olunan konar-göçer hayatın bir izi olarak kabul edilebilir. Hücum etmek serbesttir fakat
düzenlenen hücum başarıya ulaşmazsa ceza alır, ebelik ona geçer. Yenilen taraf
cezalandırılır. Arakesmeç ve saklambaç oyunlarında yenilen taraf, yenenlere yemek
ısmarlamak zorundadır. Ayrıca oyunlarda yenebilmek için becerikli olmak şart
85
olduğundan, yenilen delikanlının nişanlısı nişanı atabilir (FB 513: 61a). Oyunlar
genellikle gündüz oynanılır fakat defterde arakesmeç oyunundan sonra akşam
saklambaç oynandığından bahsedilmiştir (FB 513: 58b).
Değnekle oynanan oyunlardan yayan değneği cirit oyununun ata binmeden
oynanmasına benzemektedir. Atılan değnek, oyuncularda yaralanmalara hatta onların
ölümüne sebep olabilir. Ancak böyle durumlarda dava olmaz, dargınlık bile olmaz (FB
513: 60a).
FB 582: 95b-105b’de anlatılan “Beyazıt Oğlu İçin Harekât” adlı metinde Kalender
Paşazade Süleyman Bey’i öldürmek isteyen amcası Osman Bey, onu öldürmek için
değnek oyunu oynanmayı teklif eder. Bu oyun atlarla değnek atarak oynandığına göre
oyunun ciride benzediği düşünülebilir.
.
86
A. ÂRİFÎ [FAHRİ BİLGE]
HALK BİLİM DERLEMELERİ VE BİYOGRAFİLER
Kayseri
(Millî Kütüphane İbni Sina Yazmaları Nu: Yz. FB 430)
87
5.1. A. ÂRİFÎ [FAHRİ BİLGE]-HALK BİLİM DERLEMELERİ VE
BİYOGRAFİLER
Kayseri-(Millî Kütüphane İbni Sina Yazmaları Nu: Yz. FB 430)
3
YÜN İMECİSİ
Koyun sahipleri haziran ayında koyunları kırkarlar; yünlerini yıkayıp kuruturlar.
Yünler tamamen kurudulduktan sonra38 köy kızlarını imeci suretiyle bir yere toplarlar.
Bir araya toplanan kızlar bir taraftan yıkanmış yünleri demir taraklar ile tarayarak
burma yaparlar.
Kızlar tarafından yün taranırken o tarafta bir delikanlı görünürse delikanlının talip veya
gönülden alâkadar olduğu kız da imeciler arasında bulunursa delikanlıyı seven kız
başını öne eğer; arkadaşlarından biri ‘elçim’ denilen bir tutam yünü eli ile başı hizasına
kadar kaldırarak ve delikanlıya bağırarak şöyle bir türkü söyler:
[I]
1.Yañ yanı yaġlı39 Yaġlıġı baġlı Gül aġacı boylu ‘Sultan/ Filân’ kız senin olsun
Bunu işiten delikanlı ise memnuniyetle dinlediği bu türküyü karşı kızların yanlarına40
yaklaşarak kızlara meselâ nü tabancayı veya tüfeği atın diye elindeki silâhı ortaya
bırakır; yahut atının kilitli bukağısını41 açın diye yere atar. Yahut kolaylıkla42
açılmayacak şekilde bağladığı yağlığını mendilini çözün diye uzatır.
38 “sonra” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 39 yani kalçaları. 40 “gelerek” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 41 üzeri karalanmış ifade okunamamıştır. (hzl.) 42 “hiç” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
88
4
43Kızlardan teklif olunan işi başaracağına kani olan herhangi biri44 silâhı atar. Yahut
bukağıyı açar veya yağlığı çözer; delikanlıya “Yoluñu çek!” der.
45Bu hitap bazen de:
[II]
1.Yolununan yolda mısıñ Baltayınan ormanda mısıñ?
şeklinde yapılır.
Delikanlı buna karşı sadece “Yoldayım” veya “Yolunan yoldayım” cevabını verir.
Kızların delikanlıya yol çekmesi hakkındaki teklifleri kendilerine ziyafet vermesini
istemektir. Delikanlının cevabı da “Teklifiñizi kabul ettim” demektir.
Bunun üzerine delikanlı hâline vaziyetine göre kızlara derhâl bir koyun veya kuzu
keserek kızlar tarafından yenilmesi için ‘etlik’ namıyla onu gönderir. Eğer böyle bir
ikramda bulunmasına imkân[ı] yoksa bir batman kadar şeker, üzüm kabilinden ‘çerez’
veya mevsimi ise bolca yaş meyve gönderir.
Delikanlının etliği yahut çerez veya meyvesi o toplantıda iş arasında türküler
söylenilerek birbirlerine şakalar yapılarak kızlar tarafından yenilir.
Türkülere misal: [Açık yeşil defter sayfa 45-46]
5
46RAKS
Avşarlarda raks hayli ilerlemiştir. Ancak bunlar henüz lâyıkıyla tespit edilememiştir.
Eski oyunlar unutulmaya yüz tutmuştur. Belki de bir kısmı tamamen unutulmuştur.
43 üzeri karalanmış ifade okunamamıştır. (hzl.) 44 “(…) kalkıp” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 45 “o zaman delikanlı” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 46 “aydoğdu” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
89
Düğünlerde ve emsali şenliklerde hâlen47 oynanmakta olan oyunları aşağıya oyuna
başlanış sırası ile seyrediyoruz:
1 - Ağır Halay: Zurna çalan usta bir zurnacı abdal ile davul çalan abdalın davula ağır
ağır vuruşu ile başlayarak ağır ağır hareketle ahenge uyulur. Üç etek48 giyen bellerine
ipekli Trablus kuşağı saran ve başlarına sırmalı Maraş fesi koyan, alınlarına yanaklarına
altın ayaklı ve köşe takan kızların ellerinde rengârenk ipek yağlık bulunur, elleriyle
diğer (…)49 hiç de takılmadan ve türkü söylenmeden halay sona erer.
2 – Üç Ayak Halayı: Ağır halaya nispetle biraz daha süratli bir tarzda yine zurna ve
davulun çaldığı havaya uyularak yine kızlar tarafından halka teşekkül edilerek veya
(…)50 göre uzun bir hat çizilerek oynanır.51 Hiç türkü söylenilmeden bu halay da hitam
bulur.
3 – Menevşe Halayı: Zurna ve davul hususî havasını çalarak52 (…) halka teşkil eden
kızlar tarafından oynanır. Fakat bu halayda kızlar tarafından şu türküler söylenir:
[III]
1.Menevşe buldum derede Sordum evleri nerede? Üç beşimiz bir arada
Dilber dilber canım dilber Canımıñ yarısı dilber
2.Menevşesi dutam dutam Arasına güller katam Niçe bir yalıñız yatam
Dilber dilber canım dilber Canımın yarısı dilber
47 “(…) arasında meşhur olanlar şunlardır:” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 48 zubun. 49 iki kelimelik kısım okunamadı. (hzl.) زوك/ زرك 50 jklmو 51 “Bu halayda oynayan kızlar tarafından türküler söylenilmez.” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) pqرoرق 52
90
6 3.Menevşeler biçim biçim Ben dáġnerim için için53 Evleri var döküm saçım
Dilber dilber canım dilber Canımıñ yarısı dilber
4.Menevşeler bir ayakta Malları gider sayakta54 Hepimiz de bir koyakta55
Dilber dilber canım dilber Canımıñ yarısı dilber
5.Menevşeler ezem ezem Arasına güller dizem Nice böyleyarısını gezem56
Dilber dilber canım dilber Canımıñ yarısı dilber
6.Menevşeler oymaġ olur Balı yerler kaymaġ olur Şöyle yâre doymaġ olur
Dilber dilber canım dilber Canımıñ yarısı dilber
7
7.Menevşeler ne hoş olur Yarımız gezer zerhoş olur Koç yıġid bir iş olur
Dilber dilber canım dilber Canımıñ yarısı dilber
8.Menevşeler datlı olur Koç yıġidler atlı olur Yaramazlar firkatli olur
53 dáġnemek: gözetmek demektir. 54 sayak: yerli kaya, taşlı mahal demektir. 55 yazar tarafından boş bırakılmış.(hzl.) 56 üzeri karalanmış ifade okunamamıştır. (hzl.)// “ben” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
91
Dilber dilber canım dilber Canımıñ yarısı dilber
Bu halaylar kızlar tarafından57 kapalı yerlerde ve düğün evlerinde oynandığı gibi
icabında böyle derneklerde açık yerlerde de oynanır. Lâkin kızların münhasıran kapalı
yerlerde yalnız hemcinslerinin yanlarında oynadıkları başka oyunları vardır. Gelin
olacak kız oyunundaki toplantılarında böyle oyunları58 gelin kızı da aralarına alarak
oynarlar. Bu oyunlar başlıca dört beş türlüdür, ve diğer halaylara nazaran59 hareketleri
süratlidir.
Böyle evde oynanan oyunlar arasında türküler de söylenilir.60 Bunlardan Anber [Ağa]
‘in hatırında kalanlar61 şunlardır:
[IV]
1.Aynım düştü çayıra62 Şavkı vurdu bayıra Yârim küçük ben küçük Mevlâ’m bizi kayıra
8a
2.Albustan’da minare Keklik iner puñara Yârim küçcük ben küçcük Mevlâ’m bizi oñara 3.Yüce daġıñ daşları Ne uzun aġaçları Yârime kurban olsun Azizye’niñ başları 4.İstanbul’da bir kuş var Kanadında gümüş var Yârim gitti gelmedi Helbet bunda bir iş var.
Erkeklerin oynadıkları oyunların başlıcaları da şöyledir:
57 üzeri karalanmış ifade okunamamıştır. (hzl.) 58 “düğün evinde” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 59 “oynayanların” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 60 “(…) bunlardan bu türkülerden” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 61 “birkaç parçası” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 62 aynam.
92
1 – Sinsin
2 – Tura63
3 – Sekme Düzlü64
Bu oyunların üçünde de türkü söylenmez.
4 - Hasan Dağı yahut Yüksek Hava: Bu da ağır ağır oynanan oyunlardandır (diğer
kâğıtta)
5 – Zeybek: Bu oyuna başlanılmadan bir erkeğin başına ‘keten’, ‘şeş’, ‘met’ gibi adlar
verilen ipek veya pamuktan mamul bir örtü örtülür. Davul, zurna zeybek havası çalmaya
başlayınca başındaki örtü ile kadına benzeyen erkek oyun mahalline getirilip65 orta yere
oturtulur. Bir delikanlı da beline tabanca ve kama sokarak zeybek kıyafetine girer;
oynamaya başlar. Oyuna başlayınca seyirciler arasındaki silâhlılar tarafından silâhlar
atılarak oyun hareketlendirilir. Oynayan delikanlı da bu esnada güya gelin kıyafeti ile
ortada oturan karısına bıyık burar, para işareti verir, türlü türlü şaklabanlık yapar ve
nihayet tabancasını çekerek zorla onu kendisine ram eyler. O zaman başı ketenli de
kalkar oyuna iştirak eder. Seyirci tarafından yine muttasıl silâhlar atılır; böyle ahengin
içinde oyun hitam bulur. Ege muntazam zeybek oyunlarından bu zeybek oyunu biraz
farklıdır. Hareketler biraz daha seridir.
6 – Kırık Hava: (Arkada)
Davul zurna bu oyuna mahsus havayı çalarken bir delikanlının bir ayak üzerinde ahenge
uyarak oynadığı oyundur. Bu oyunu oynayan delikanlı kendisini düşürmeye
çalışanlardan birine kalkık ayağını duruncaya kadar oynamaya mahkûmdur. Fakat
ayağının etrafında kendisini yıkmaya çalışanlardan birine vurduğu anda aynı tarz
oynamak mecburiyeti ayak dokunan gence düşer.
63 “3 – Ara kestirme” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 64 “at salmaç” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 65 “halkanın” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
93
8b
Davul zurna ile bu hava çalınırken yine 3 ilâ 8-10 veya daha fazla genç el ele tutuşur.
Hilâl şekli hasıl olur. Aynı zamanda oynayan delikanlılar tarafından şöyle türküler
söylenir:
[V]
1.Aman aman çiçegim66 Açılmıyor bıçaġım Aç koynuñu gireyim Üşüdüm göynekcegim 2.Padişahıñ fermanı Yere döktürür kanı Bak yârim beni tanı Hepsinden gökçáġim
3.Güller biter baġçede Sözler dutar akçada Çuxa şalvar ökçede Kanat baġlar uçaġım67 4.İlimiziñ koyunu Dostunuñ gördüm boyunu Bilirim bu oyunu Hepsinden küçáġim
Kırık hava çalınırken buna benzer başka türküler de söylenir. Yalnız yukarıdaki türkü
Avşarların öz malıdır.
9
Davul ve zurna Hasan Dağı havasını çalmaya başlayınca, el ele tutunan 2-3, hatta 8-10,
20 kişi tarafından hilâl şekli çizilerek oynanır. Oynanılırken de şu türkü oynayanlar
tarafından hep bir ağızdan söylenir:
66 “amanın” kelimesi yazılmış fakat “nın” ekinin üzeri çizilmiştir. 67 yani uçarım.
94
[VI]
1.Hasan Daġı Hasan Daġı Cümle daġdan ulu daġdır Hasan Daġı’nı sorarsan İçinde oturan báġdir 2.Yaşa Hasan Daġı yaşa İçinde oturan paşa Yaġmur yaġar çaġıl taşa Hep daġlardan işi saġdır. 3.Bakma mısıñ Hasan Daġı’na İçinde oturan aġa Bütün dönmüş baġçe baġa Hep çevresi yeşil baġdır. 4.Âşık söylüyor dilinde Gider Hasan Daġ yolunda Kendisi Avşar ilinde Şindi yaylayacak çaġdır.
10
Avşarlarda:
METEL = BİLMECE
1 –Basdım kapıya, Çıkdım depeye: Üzengiye basıp ata binmek
2 –Kara tavuk, Karnı yarık: Pece = baca
3 –Gece gider leylek, Gündüz gider leylek Çalı çeker leylek, Dolu döker leylek: Gece gündüz yayılan ve ot yiyen koyun
4 - Kırmızıya boyadım, Uġrunu dayadım:
95
Çam kabuğu ile kırmızıya boyanmış tulumdan mamul yayık.
5 - Bir acayip nesne gördüm, Ak sakallı kehpenir Ol acayip nesnedir ki Şekli Âdem, canı bir: Şeytan
6 –Âdem ile yedim dâne Nuh ile girdim tufâne Üç kere geldim cihâne Bir daha gelsem gerektir: Şeytan
7 - Bir acayip nesne gördüm Üç yüz altmışa danesi: Bir yıl
[8 - ]Ol acayip nesnedir ki Safî abdır maddesi Çok teferrüç ettim, Ama eremedim sırrına Ol acayip nesnedir ki Oġlunuñ karnında yatar annesi: Kabak, hıyar, kavun, karpuz gibi şeyler
8 – İki çatal, zinet götüñe: Könçek = Doñ
9 – Alaca mezer, Dünyayı gezer: Göz
96
A. ÂRİFÎ [FAHRİ BİLGE]
AVŞAR ÂDETLERİ
Kayseri 1943 - 1945
(Millî Kütüphane İbni Sina Yazmaları Nu: Yz. FB 513)
97
5.2. A. ÂRİFÎ [FAHRİ BİLGE]-AVŞAR ÂDETLERİ
Kayseri 1943-1945
(Millî Kütüphane İbni Sina Yazmaları Nu: Yz. FB 513)
[1]68
[2]
Yusuf Fakı’nın anlatışına göre:
Gürün’de Avşar kolları: Gerdek Mağara
Beğpınarı69
Yine Yusuf Fakı’ya göre Kapaklıpınar
Şarkında: Harmandalı
Taşlıhöyük
Zare(Zara)’da: Avşarlı
Kozan’da: Ağzıkaraca, Alapınar, Ayşekoca[hoca]höyüğü, Bekirli (namı diğer) Abilisli
Kadirli’de: Hardallık, Teveklihöyük, Kabayar, Avşarköyü
Ceyhan’da: İnceyar, Cihanbekirli, (Ceyhan’da Hürüuşağı ve Yalaklı Halil oğullarından
bazılarının oturdukları diğer köy[ler] daha var)
Adana’da: Ceyhan’ın denize karıştığı yerde ‘Bebeli’ köyü
Göksun’da: ‘Avşar Bozhöyük’, Gökhüseyinler (Küçükçamurlu)70
Keskin’de: Kilimli, Kızılözü71
68 bu sayfa boştur (hzl.) 69 beğ : bey 70 bu köy [rsیrآ/rsیvآ] Kürt Bozhöyük ve Çerkezlerle meskûn Büyükçamurlu köylerinden böyle tefrik ediliyor. 71 Kilimli’de Çolak Şabanzade biraderi (…) [wxyrm] fahrî nahiye müdürlüğü yapmıştır.
98
Develi kazasının ‘Bakır Dağı’ nahiyesindeki Avşar köyleri
Kiske Büyükkünye Gezici başöğretmen Osman Aksoy’dan rivayet Küçükkünye
İmamkulu Benim Develili Hadi (…)72 öğretmenim
Taşoluk bucağı (Taşçı nahiyesine nam için) Yusuf Fakı’nın bildiği
Eşelikpınarı – Yahyalı 1a
Oymakları Avşar Obalarının
Marufları
Köyleri
Halli Uşağı Hacı Veli oğlu Kara Ağa,
Hacı Veli -- oğlu Hacı Veli ,
oğlu, Mehmed, oğlu oğlu
Bekir Ağa73 oğlu
Hacıveliler-Çörekdere
Torun Sarı Veli Oğlu İbrahim Ağa,
– oğlu Kara Ağa, oğlu
Hacı, oğlu Hacı Seyfi, oğlu
İbrahim Ağa, oğlu Kara
Hacı, Mustafa Hasan Avşar
oğlu Sarı Veli
Damızlık
İmiruşağı İmir oğlu Halil Kâhyanın
tanıdığı en eskileri: Hacı Ali
Ağa
İmiruşağı
Halli Uşağı (Halil) Halil Kâhyanın tanıdığı en
eskiler: İbrahim Ağa (Anber
ağanın amcazadesidir.) –
Anber Ağa (Hacı Ali
Ağa’nın oğludur. Ali
Karamanlı
{|}ن7273 Bekir, âşıkmış; türküleri varmış.
99
Ağa’nın Abdurrahman
Kâhya adlı birisidir(?) ve
Mustafa adlı bir oğlu daha
vardır. Mustafa Ağa
1366’da vefat etmiştir.)
Torun Terkeşlioğullarından Kekeç
Samed, oğlu Kekeç Kara
Hasan– oğlu Mehmed Ağa,
oğlu Hasan Ağa, Mustafa
Ağa, oğlu Mehmed, (…)74
Halil Efendi, Kır Oğlu
Halid
Karayolu(…)75
Kocanallı Arık Mahmudoğlu en
eskileri: Arık Mahmud’un
oğlu Kara İsmail Ağa, onun
oğlu Halid Ağa
Kızılpınar
Torun Mucu Oğlu Hacı Kâhya,
oğlu Molla Ahmed, oğlu
Hacı Ağa, oğlu Hacı
Kocanallı
Yeregeçen
Salmanlı Türkmen Ali, oğlu Halil
Ağa, Halil’in oğlu Mustafa
Ağa
Köyyeri
Torun Topal Esef, oğlu Mehmed
Ağa – Mehmed Ağa’nın
oğlu Molla Osman,
Mehmed Ağa’nın diğer oğlu
Kara Hüseyin, bunun oğlu
Alişir.
Yalak
Kıllı Abuha, oğlu Ahmed Kâhya,
Ahmed Kâhya’nın oğlu
Kuşçu
74 jxs~وو �rەىول�� ���ە 75
100
Halil Ağa, Ahmed
Kâhya’nın diğer oğlu Bekir
(…)76 Ağa
Karaburaklı Nal Musa oğlu Telli Ağa,
Telli Ağa’nın oğlu Hacı Ali,
Hacı Ali’nin oğlu ...
Cabe
Kıllı Herekçioğlu Herekçioğlu –
Koca İbiş, oğlu Koc’oğlan,
Kocaoğlan’ın oğlu ‘Kallıca’
lâkabıyla maruf Murtaza
Ağa
Kocaoğlan’ın diğer oğlu
İbrahim Ağa
Hasan Ağa, oğlu Musduk
Kâhya, Musduk Kâhya’nın
oğlu Hüseyin Ağa Omar
Ağa
Esirik
Kıllı (Hanefî) Hanika oğlu
Hasan, bunun oğlu Hebil,
Hebil’in oğlu Hasan Ağa –
bunun diğer oğlu Halid –
bunun diğer oğlu Ali Ağa
Esirik
Salmanlı Arık, oğlu Musa Ağa, Musa
Ağa’nın oğlu Yusuf Ağa
Köyyeri-Kurdini
Torun Muhazzim Oğlu – Dırnaksız
Ahmed, oğlu Bedir, Yörük
Oğlu İbiş, İbiş’in oğlu
Bedir. – Şık Mehmed
Çavdarlı
Torun Hösük Oğlu Halil, Halil’in
oğlu Abizet77, Abized’in
Ağdere (Şimdi (…)78)
اوا/ادا 76 ا~�lەت 77�rو��/�rد�� 78
101
oğlu – Esef Ağa– Halil Ağa,
oğlu Çavış – Ali Şıh, oğlu
Muslu
Torun Catsız Oğlu Cansız Ahmed
– Osman, oğlu Musa, oğlu
Ahmed – Ali, oğlu Hassan,
oğlu Ahmed Ali
Gerdekmağara (Şimdi
(…)79)
Avşarların ‘Deliler’ ve ‘Karaşeyhli’ oymakları da vardır. Fakat belli başlı ağaları
yoktur.
1b
Recep
Hacı Mustafa Arap Hasan İbrahim Beğ
(…) Aşiret Beyliği:
Adana gazisi Osman Bey (Arap Hasanlardan)
Koca Topuz Abdullah (İbrahim Bey’in)
Çerkez Bey (Arap Hasan’ın )
Hacı Bey (Çerkez Bey’in oğlu)
Başa Bey (Hacı Bey’in oğlu)
Avşarlardan Çukurova’da (Kars) altında oturan Recep Uşağı’nın-Hacı Mustafa
Oğullarından Seyfi Ali Bey ahfadından – Çolak Hasan oğlu Hacı şairmiş.Bunun yeğeni
Âşık Yusuf oğlu Hakkı Efendi’nin de şiirleri varmış. Bunları bana hısımı Mustafa Bey
temin edecektir. Mustafa Bey, Toklar (Kesir) köyünde meskûn İbrahim Bey
sülâlesinden Kara Beğ oğlu Mehmed Efendi’den de Avşarlar ve kendi sülâleleri
hakkında malûmat alıp bana bildirecek.
�rو��/�rد�� 79
Recep Uşağından Hatıra Gelenler
Hacı Mustafa Ahfadı Arap Hasan Ahfadı İbrahim’in Ahfadı
Ali Beğ
Mustafa Mehmed Battal Hacı Mehmed Mehmet Osman Mahmud Çerkez Kuşçu Beğ Bey Beğ Beğ Beğ Beğ Beğ Bekir Ağa
Yusuf Beğ Koca Ahmed Hasan Mustafa Halil Osman Ali Abdullah Arif Hacı Ömer Beğ Bey Beğ Ağa Beğ Efendi Beğ80 Beğ Beğ Beğ81 Beğ İbrahim
Duman Kara Halil Abdullah Bey Ağa Beğ
Seyfi Ali Hameş Cinni Bey Yusuf 82 Başa Mehmed Ali Mahmud Nuri Çerkez Reha Mustafa Salim
Bey Bey Bey Bey Bey Bey Bey Bey Bey Kekeç Deli Cinni
Mehmed Hasan Kır İsmail Bey’in kızı Emine Hatun’un Çerkez Hacı Ali Bey’in Deli Küccük’ün kızı Bey kızı Paşa Hatun’dan Samime Hatun
Hazma Bey Ali Bey83 Osman Bey İsmail Bey Osman Bey
Hacı Bey Kara Bey Osman Bey Battalı Mehmed Bey
80 Adana Muharebesi kahramanı. �rق 8182 Anber Ağa’nın ifadesine göre Cin Yusuf Hacı İbrahim Bey’in ahfadıdır. 83 Arada birkaç zat daha olacak.
102
2a84
2b
MARTUVAR
Kayseri benim oda Anber Ağa’dan: 17/10/1943
Anber Ağa’nın ifadesine göre belki bin seneden beri carî olan bu âdet Avşar kızları
arasında hâlâ ber-devamdır.
Yaylada bulundukları sıralarda martuvar bilhassa temmuzun ilk haftaları hafifleri
büyüklerin müsaadeleri ile Avşarların gelin olma zamanı gelen kızları birleşerek yemek
hazırlar85, göçlerin olduğu yerden uzak tenha bir mahalle çekilirler. Bazen çekildikleri
ağaç altında veya kaya dibinde, yahut başka münasip ıssız bir yerde yemeklerini
kendileri hazırlarlar, gülerek söyleyerek yemeklerini yedikten sonra büyük bir bohçanın
içine86 oradaki87 kızların hepsi de gül yağı – vesaire gibi ispatlarla[?] kokulanmış birer
yağlık (mendil, çevre) bırakırlar. Kırkı da yağlıklarını bohçaya koyunca88 uçları birbiri
üzerine getirilerek bohça kapanır.
Bohça açılacağı zaman kızların içinde güzel türkü söylemesini bilenlerden biri şöyle89
türküye başlar:
[I]
1.Martuvar kucak kucak Arada güller çiçek Martuvarı açan kız Orta boylu küçücek
Bunu söyleyip bitince bohçayı açar. Evvelâ eline hangi kızın yağlığı geçerse90 önce
hissiyat ve tahayyüllâtını öğrendiği kızla sevgilisi hakkında münasip olanı yine
manzum olarak söyleyerek yağlığı sahibine iade ederek hülâsa her kızın yağlığını eline
84 bu sayfa boştur. (hzl.) 85 bu toplantıda kızlar tarafından da el işleri [jxایr}/jxامrم] makbul olursa ‘ig’ ile burma (yün) eğirirler. (Burma: Taranmış yünün bukle bukle yapılarak burulması) Erkek başına konulan üzerlik tabir edilen yağlıklarını [cümle yarım bırakılmıştır. (hzl.)] 86 “muvahhızen” veya “ muvakkızen” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 87 “her” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 88 “koyulunca boğçanın” ifadesi “koyunca” kelimesine çevrilmiştir. (hzl.) 89 “bir” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 90 “diğer bir” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
103
aldıkça ve ona ait duygularını türkü şeklinde ifade eder. Sıra kendi yağlığına gelince ve
onu sezen bir başka kız da meselâ:
2.Martuvarım ezeldir Gül yapraġı ġazeldir Martuvarı açan kız Kalem kaşlı güzeldir
3a
Hamiş: Avşar’ın tanınmış ağalarından olup aslen yurtları Pınarbaşı’na üç saat mesafede
Altıkesek (hâlen bu mevki Çerkes köyüdür)’ten Yukarı Borandere Yaylası’nda bulunan
Sarı Veli oğlu İbrahim Ağa iskândan bir yıl önce (1281’de) erkeklere mahsus misafir
çadırına taşınmış. Misafiri varken civardaki ‘Harem Çadırı’ndan pınara su almaya giden
üç çocuk anası ? karısının misafirin bulunduğu çadıra baktığını görünce hiddetlenip
derhâl harem çadırındaki çakmaklı tüfeği eline almış ve karısı sudan dönerken ateş edip
zavallı kadını öldürmüştür.
3b
AVŞARLARDA DOĞUM
Kayseri: 3 Mayıs 1945 – Pazar Yusuf Fakı’dan yazılmıştır.
Avşarlarda büyük biradere küçükler ‘ede’ derler. Babaya ise ‘ağa’ derler.
Çocuğu olmayan kadına aile içinde hür yaşayabileceği için Avşar gelinleri bir an evvel
çocuk sahibi olmayı çok arzu ederler.
Kadın ilk gebeliği esnasında haricinden hiçbir erkeğe görünmediği gibi evde
kaynanasına91 görünmekten bile çekinir. Gelin ağır işlerden korunur. Gelinin gebeliği
kaynana tarafından daima dikkatle gözetilir. Doğum zamanı yaklaşıp ağrının başladığı
hissedilince bir ebe çağrılır. Kaynana ve olmadığı takdirde gelinin öz anası, yahut yakın
akrabadan veya samimî92 görüşülen komşulardan yaşlıca bir kadın93 doğum esnasında
ebeye yardımda bulunur.
91 “babasına” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 92 “olan” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 93 “eyi” [أی�] kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
104
Doğan çocuk erkek94 olursa büyükbabaya95 ve akrabaya müjdelenir. Müjdeleyene bu
sevinçli haberi alan zat tarafından hâline ve malî kudretinin müsaadesine göre, at, silâh,
elbise, para, koyun, keçi gibi bir bahşiş verilir. Ebeye de kaynana, akraba ve hısım aile
kadınları taraflarından para, ziynet eşyası, elbise kabilinden bahşişler verilir.
Çocuk doğduktan sonra göbeği kesilip ılık suyla yıkanır; kundağa sarılarak evvelden
hazırlanmış beşiğe konulur. Loğusa doğumu müteakip derhâl döşeğe yatırılır. Bir
günden fazla döşekte yatan loğusa kötü sayılır. Kaynanasının yanında ayıplanır, hatta
sofra yaşıtları tarafından da düşer.
Yalnız doğum güçleşir ve vakit gecikirse doğuracak kadının yanına bir fakı (hoca)
çağrılır. Gelin ayağa kaldırılır. Fakı, gelinin arkasına arkasını verip elbiseleri birbirine
dokunur bir hâlde iken fakıya Arapça ezan okutulur. Doğacak çocuğun doğumunda
gayrı tabiîlik yoksa fakı ezanı okuyup kadının yanından ayrıldıktan pek az zaman sonra
çocuk doğar. Loğusa96 allar basmaması için bir hafta geceli gündüzlü kaynana ve
olmadığı takdirde ana, görümce veya en yakın sayılan kadın ve ebe tarafından97 hiç
yalnız bırakılmayarak nöbetle beklenir; geceleri de loğusa98 katiyen ışıksız bırakılmaz.
Bu bir haftadan sonra doğumdan itibaren doğum esnasında görümce ve kardeş bile olsa
hiçbir kız veya bahsi geçen kadınlardan başka bir kadın bulundurulmaz. Yirmi gün
tamam oluncaya kadar da hariçten – yukarıda sayılanlardan başka, akraba dahi olsa –
hiçbir kimse loğusanın yanına sokulmaz.
4a99
4b
Yirmi gün tamam olunca ebe loğusayı başından kırk tas su dökerek yıkar; asbabını
(çamaşırını) giydirir. Loğusa, işte bundan sonra başka kadınlar tarafından görülebilir.
94 “doğunca” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 95 “sına” ekinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 96 “Bir hafta gelinin yanında” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 97 “loğusa (lohusa)nın yanında” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 98 “hiç” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 99 bu sayfa boştur. (hzl.)
105
Doğduğu zaman yıkanan çocuk, üçüncü ve yedinci günleri tekrar yıkanır. Yedinci günü
yıkanırken başına beyaz tülbent tutulup bunun üzerinden kırk tas su dökülür. Buna da
‘kırklama’ tabir edilirler.
(Evvelce Avşarlar sabun kullanmadıklarından yıkanırken ‘kil’ denilen toprak
kullanılırmış. Son yıllarda sabun kullanmaya başlayanları varmış.)
Loğusanın nifas kanı ilk yirmi günde kesilmiş olmazsa bir yirmi gün daha geçince ilk
yirmi gün hitamında olduğu gibi kendisi tekrar kırklanmak suretiyle yıkanır. Ondan
sonra da tabiî hâli avdet etmiş olur.
Ekseriya doğumun kırkıncı günü ana ve baba tarafı ile iki tarafın akrabası doğum
mahallinde toplanır. Yemekler yenir. Bu cemiyette fakı100 da bulundurulur. Yemekten
sonra (bulunursa) kahveler içilirken çocuk başı sağda bulunduğu hâlde fakının kucağına
verilir. Fakı tarafından çocuğun sağ kulağına Arapça ezan okunur. Bundan sonra çocuk
sol kol üzerine alınarak daha yakın kulağa sol kulağına da ‘kamet’ getirildikten sonra
fakı, çocuğun büyüklerinden biri tarafından kendisine söylenilen adı [sağ kulağına]
yüksek sesle cemaat içinde üç defa101 nev zatın kulağına yakın çağırır; müteakiben
mecliste çocuğun büyükbabalarından veya akrabadan en ziyade hürmete şayan olanının
kucağına bırakılır.
5a102
5b
Çocuğu kucağına alan zat çocuğa o anda deve, at, kısrak, inek, koyun, tarla, altın, saat,
silâh gibi bir şey bağışlar.
Kahve veya şerbet ikram edilen bu mecliste bulunan diğer kimseler tarafından da kahve
veya şerbet tepsisine – kâffesi çocuğa ait olmak üzere – altın, gümüş, yine saat ve silâh
gibi bahşiş bırakılır. Bazısı tarafından da at, inek gibi tepsiye sığmayacak menkûller ve
arazi gibi gayrı menkûller verilir. Hülâsa cemiyette bulunanlardan hiçbiri vermek
100 hoca [fakih] 101 buradaki üzeri karalanmış ifade okunamadı. (hzl.) 102 bu sayfa boştur. (hzl.)
106
şerefinden mahrum kalmaz. Bu suretle çocuk daha kırk günlük iken de hayli servet
sahibi olur.
*
Büyüklerden sayılması lâzım gelen bir veya birkaç zatın başka uzak yerde bulunması
yüzünden çocuğuna ad koyma töreninin birkaç ay daha sonraya bırakıldığı olur. Lâkin
ne kadar gecikmiş olursa olsun yine aynı tören yapılır. Ancak yemek vermeye muktedir
bulunmayan kimseler tarafından yemek vermek yerine şeker, yahut103 bal veya pekmez
şerbeti ikram edilir. Çocuğun babası bu cemiyette104 bulunamaz.
*
Doğan çocuk kız olursa aileler arasında erkek doğduğu zaman hissedilen sevinç
duyulmaz ve doğum müjdelenmez. Ebeye de kayda değer bahşiş verilmez.
*
Baba, karısını ve çocuğunu son kırklanmadan evvel göremez. Kırklanmayı müteakip,
evvelki serbestliğini istimal etmiş olur.
103 kelime tam olarak yazılmadan karalandığı için okunamadı. (hzl.) 104 üzeri karalanmış ifade okunamadı. (hzl.)
107
6a
Bıyıklı Hasan
(Üçüncü Selim zamanında yaşamıştır. Sultan Mahmud-ı Sanî devrini idrak etmiştir.)
Ali Süleyman
Numan Sadık Recep Bekir Halil Duran Mehmed Mustafa Hacı Çerkez Ahmed Murad Yusuf Hasan Mustafa Hacı Mustafa Abdüsselâm Numan Yakup Yusuf Davud (…)han105 Süleyman Yunus
(Kız) İsmail Duran Bekir İsmail Arslan Mustafa Sabit Memiş Mustafa Ali İbrahim Ali Mecid Mikdad Murtaza İbo Mehmed106 (İbrahim) Hasan Zeyneb Musa Halid Yusuf Arık Sadık İbrahim Asker Mehmed
105 jآ�� 106 Fahri Bilge, Mehmed’in çocuklarının adını yazmamıştır. Çizimi de yarım bırakmıştır. (hzl.)
108
6b
Avşar kadını çocuk doğurursa bilhassa doğan çocuğu erkek olursa büyüklerinin ve
kocasının yanlarında değer ve fazla sevgi kazanır. Çocukları aynı tarzda çoğaldıkça
ayarı yükselir. Yalnız oradaki büyüklerinin ve kocasının dâhil bulunduğu köy halkının
bile takdirlerine mahzar olur. Emsali kadınlar arasında da gıpta uyandırır.
Çok çocuk anası olan kadınların işte böyle sevgi, saygı ve itibar kazanmalarından
dolayıdır ki Avşarların nüfusu yıldan yıla çoğalmaktadır. Avşarlar arasında nüfusu
yirmiyi geçen aileler vardır. Bazı köyler ise esasen son bir buçuk asır zarfında bir çift
(karı-koca)ten türeyen nüfusla kurulmuyor.107 Hâlâ elli evli ve iki yüz seksen nüfuslu
meselâ, Pınarbaşı kazasının merkez bucağına bağlı Fakıekinciliği köyü, İkinci Sultan
Mahmud devrinde on dokuzuncu asrın birinci nısfında hayatta bulunduğu anlaşılan
Bıyığlı Hasan namında bir Avşar’ın son yüzyıl içinde bir hayli türeyen torunlarının108
1282 ([1865-1866 M.])’de iskânları ile vücuda gelmiştir. Bu köye başka hiçbir aile
yerleştirilmemiştir.
Son Dünya Harbi başlayıncaya kadar bu köy halkından hiçbiri başka köy halkına da kız
vermemiştir. Ancak aynı köyde bekâr erkeklerin109 sayısını karşılayacak miktarda kız
yetişmediğinden erkeklerin başka köylerdeki kızlarla evlenmeleri görülmüştür.
7a110
7b
ÖLÜM Kayseri: 12 Mayıs 1945
(Yusuf Fakı’dan dinleyip yazdım.)
Ölünün yaşına, başına, hâlına göre tezahüratta bulunuyor. Ölen maruf şahıslardan
olursa veya kahramanlık uğrunda hayata gözlerini yumarsa yakınları ve etrafından111
olanlar taraflarından gösterilen alâka çok ziyadelenir.
107 “Kurulmuyor” kelimesi yerine “kurulmuştur” yazılmalıydı. (hzl.) 108 “neslinin” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 109 “kâffesine” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 110 bu sayfa boştur. (hzl.) 111 “iki” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
109
Meselâ tanınmış simalardan birinin ölümünde bu şahıs evindeki yatağında can vermiş112
ise aynı mahaldeki komşuları ile civar köylerdeki tanınmış kimselere haber ulaştırılır ve
diğer haber alan komşulardan uzak yakın köylerden belli başlı adamlar besili koyun keçi
gibi hayvan, pirinç, bulgur, kuru üzüm, fasulye, kahve, şeker gibi erzakla toplanırlar.
Böyle gelenleri ölenin evi istiab etmeyeceği için komşu evlerinde yer hazırlanır.
Taziyeye gelenler hazırlanan mahallere yerleştirilirler.
Koyun keçi gibi hayvanlar kesilerek kavurma, etli fasulye, etli pilav, hoşaf kaplarına
yemekler hazırlanır.
Cenazesi olan evden – bir çocuk dahi ölmüş olsa – en az üç gün yemek pişirilir, hatta
yemek yapmak maksadıyla ocak yaktırılmaz. Ölünün hâline göre bu müddetin bir hafta
on gün kadar uzatıldığı, hariçten taziye için gelenlerin böylece iskân ve itam edildikleri
vakidir.
Ölünün nefesi tükenip gözlerini yumduğu andan itibaren varsa karısı, anası, kız kardeşi
veya büyükanası ile aile dostu kadınlar tarafından ölünün hâline, evsafına dair – türlü
türlü ağıtlar yakılmaya başlanır.
8a
Ağıtların, hariçte ölenlerin ölüm haberi geldiği zaman söylenildiği de vakidir. Meselâ
1297’de Türk – Rus hududunda Arpaçayı mevkiinde şehit olan Avşarlardan Sarız’ın
Kuşçu köyünden Türkmen Ali Oğulları’ndan ‘Bostan’ın şehadet haberi gelince validesi
tarafından şöyle bir ağıt söylenilmiştir:
[II]
1.Askerler çıkar oyuna Düzerler boyu boyuna Erzincan’dan Erzurum’a Dökerler Arpaçayı’nı
112 “biri” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
110
2.Ebeñ ölsün, dedeñ ölsün Dertli canım kadañ alsın Niynersin on beş deveyi Altısını bedel versin 3.Sürüsü gelir oġlaklı Tarlası kaldı evlekli Girgin löklü tor daylaklı113 Baban kurban oġlancıġım 4.Góġyüzünde hüma kuşlar Kumanda verir çavuşlar Gezdim geldim Kars ilini Boşalmış dolu koġuşlar 5.Keklik keklige takılar114 Yücede şahan çeñiler115 Vardı kavuştu mu ola Bostan’ı yuyan fakılar 6.Tabur taburu karşılar Arş ediyor biñbaşılar Yaġmur yaġıp gün dáġişin Yatan şehidler ışılar
8b
Hele böyle vaziyetlerde tabiatları müsait kadınlar arasında müsabaka[vî] bir bağırıp
çağrışma başlar. Ağıt söyleyen kadın ölünün kürk, meşlâh, cepken, salta vesaire gibi
giyim eşyasından birini elinde tutup sallayarak hiç durmadan manzum ve hususî sözler
söyler. Böyle söyleyen bitirince elindeki eşyayı yanındaki ağıt söyleyenlerden birinin
üstüne atar. Bu defa da o başlar. Biri söylerken dinleyenler arasında ağlayanlar
bulunur.116
Cenaze yıkanıp kefenlenerek mezara götürüldükten sonra bile ağıtlar devam eder.
Hariçten gelenler arasında da ağıtçı kadınlar bulunur. Bunlar da ağıta iştirak edip ağıt
söylemesi günlerce, haftalarca ve bazen fasıla[sız] olarak - aylarca sürer.
113 lök: (…)lu [jsx|ت�] deve demektir. Böyle develere azgın zamanlarında yemini verenlerden başkası yaklaşmaz. Kızgın demektir. Devenin (…) kızıp ağzından köpük saçarak gördüğü insan veya diğer erkek develere saldıran deve. Kışın böyle develer bağlı olarak beslenir. 114 takılar: karşılıklı söylemeye takılar derler. 115 çeñiler: öter. Şahinin avını görünce cık cık demesi. 116 “söyleyen susunca, diğeri başlar” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
111
Maruf kimselere, yahut baskında ölen veya gadren öldürülen şahıslara ait ağıtlar ölüm
hadisesinden sonra çok aylar hatta yıllar geçtiği hâlde dahi halk ağzında tekrarlanıp
durur.
*
Yıkama: Cenaze erkek olursa fakı tarafından, kadın veya kız olursa hayız ve nifastan
kesilmiş ihtiyar kadın tarafından yıkandırılır. Eğer ihtiyar kadın bulunmazsa başka
mahalden getirilir. Gasil ve tekfin her yerde olduğu gibi yapılır. Bundan sonra (…)
sarılan bu (…)den yapılan sal üzerine konulan cenaze cami ve mescidi bulunmayan
yerlerde musalla bulunmazsa bir meydanda yüksekçe taş veya ağaç üzerine bırakılır.
Cenazenin velisi fakıya117 namaz kılmak üzere izin verir. Müteaddit fakının bulunduğu
yerde cenaze velisi tarafından izin verilmeyen başka fakı daha ehliyetli olsa bile cenaze
namazı kıldıramaz.
Namaz usulü dairesinde kılındıktan sonra cenazenin tezkiyesi yapılır. Ölen kendisini
sevdirmiş, iyi tanınmış bir kimse olursa fakının “Ey cemaat bu mevtayı nasıl bilirsiñiz?”
sualine karşı cemaat tarafından “İyi biliriz. Tañrı rahmet etsin” denilir.
9a118
9b
Ölü iyi tanınmamış bir kimse olduğu takdirde namazda bulunanlardan hiçbirisinin ses
çıkarmadığı görülür.
Namazdan sonra cenaze önceden hazırlanan mezara gömülür.
Ölen evlenmemiş delikanlı erkek olursa başına bir sırık ucuna bağlanmış beyaz bayrak
dikilir. On beşinden yukarı bekâr kızlar için de119 al bayrak dikilir.
120Evli erkeklerle kadınların ve on beşinden yukarı olmayan çocukların mezarlarına
bayrak dikilmez.
117 üzeri karalanmış ifade okunamadı. (hzl.) 118 bu sayfa boştur. (hzl.) 119 “kızları” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 120 “yaşlı kadınlar ve” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
112
Genç erkek ve kızların mezarlarına dikilen bayraklar havanın tesiratıyla çürüyüp
mahvoluncaya kadar121 yerinde kalır.
10122
11a123
11b
Ankara Civarındaki Aşiretlerin Tahririne Dair: (Sayfa: 20)
Ankara kadısına hüküm ki Rumeli beylerbeyisi adam gönderip Şahbeylü ve cemaat-i Türkmanlar ve Yayalu ve Yakuplu ve İbraslu ve Begil ve Yahyalu ve Çoban ve Seralı ve Keşdî ve Akça’nın ve Avşar ve Gökosman ve Arslanluca Hisar ve Mamurşa nam cemaatler ki ceman iki yüz altmış beş neferdir vilâyet tahrir olundukta Hüseyin Paşa damet mealihu Rumeli beylerbeyi iken haslarında olan Aydınbeyli yurdun taifesinden olup perakende olup her biri bir tarafa olmakla vilâyet kâtibi oturdukları yerde tahrir edip meşarünileyh haslarına ilhak edip ellerine mühürlü suret-i defter verip adamları bu zamana değin zaptedegelip mumaileyh vezir oldukta onun tahvilinden kendüye inayet olunup meşarünileyh dahi zaptetmek istedikte destur-ı mükerrem Mahmud Paşa Edemallahü Tealâ iclâlihu adamları Uluhaymana ve Kiçihaymana’dan olup defterde dahi meşarünileyh hâsıl kayıt olunmuştur diye niza ettiklerin bildirip deftere nazar olundukta südde-yi saadetime verilen defter mufassalda cemaat-i mezbureyi vilâyet kâtibi aynı ile vezir mumailyh kaydetmiş bulumagın yerlülerinden teftiş olunup sıhhati malûm olunmasın emredip buyurdum ki vardıkta mumaileyhimanın adamları ile ol cemaatlerin üzerine varıp dahi ahvallerin unat veçhile dikkat ve ihtimamla teftiş edip göresin filvaki mezkûrun cemaatler
12a124
12b
Aydınbeylü yörüklerinden perakende olup ol caniler de varıp sakin olmuşlar mıdır yohsa Ulu ve Kiçihaymana cemaatlerinden midir ve vilâyet tahririnden evvel ve sonra kimler zata gelmiştir ve tahrir olundukta ne cemaatten perakende olduk diye haber vermişlerdir sahih hangi cemaatten ise ahvallerin malûm edinip dahi sıhhati ve hakikati üzere yazıp bilirdesin tarafeynden bir canibe meyil ve mehaba etmeyip hangi canibin ise ona göre ilâm eyleyesin sonra hilafı zuhur ederse neticesi sana ait olur unat ihtimam eyleyesin fi 6 Zilhicce 981
121 “dikili” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 122 bu sayfa boştur. (hzl.) 123 bu sayfa boştur. (hzl.) 124 bu sayfa boştur. (hzl.)
113
13a125
13b
Danişmentli Türkmenlerinin Avşar Cemaatine Hücum Ettiklerine Dair: (Sayfa: 47)
Maraş beylerbeyisine ve Maraş ve Samantı ve Göksun kadılarına hüküm ki sen ki beylerbeyisin südde-yi saadetime mektup gönderip Van muhafazasına giderken cemaat-i Avşar kethüdalarından Recep ve Bahri ve küçük Minnet nam kimesneler gelip havas-ı hümayunundan cemaat-i Danişmentlü Türkmanı ve Likvanik ve cemaatinin kethüdaları olan Zekeriya ve Hüdaverdi Kethüda tevabilerinden dört beş yüz atlı ve yaraklı kimesneler ile Samantı toprağında bunların evlerin basıp mal ve menallerin garet edip altı nefer adamların katil ve nicesin dahi mecruh ettiklerin bildirmegin adam gönderilip şer’-i şerife davet olundukta itaat etmeyip adamlarını mecruh edip tekrar adam gönderildikte Zekeriya taifesinden kimesne ele girmeyip Ekrad taifesinden mezbur Hüdaverdi ile birkaç yüz yoldaşları ele getirilip şer ile teftiş olundukta filvaki bunların evlerin basıp adamların katil ve malların garet ettiklerinden gayrı bazı sabit (sebt) ve sicil olunup sair Türkman taifesi daima tuğyan üzere olup vilâyet halkı müşteki olduğun bildirmişsin imdi bu fesadı edenlerden sairleri dahi ele getirilmek emredip buyurdum ki… vardıkta bu babda gereği gibi mukayyet olup mezkûrları her kande ise buldurup gaybet ederler ise şer ile buldurmasın lâzım olanlara buldurup getirip bir defa şer ile hâsıl olmayıp üzerinden on beş yıl mürur etmeyen hususların husama muvacehesinde hak üzere dikkat ve ihtimamla teftiş ve tefahhus edip göresin kendiye arz olunduğu gibi olup bihasbeşşer’işşerif sabit ve zahir ola ol babda mukteza-yı şer’-i kavimle amil olup muhtac-ı arz olan hususların üzerlerine şer’ ile sabit olan mevadın suret-i sicilleriyle ahvallerin vukuu üzere yazıp bildiresin ama hin-i ilh.. (Mirimiran mezburun kapı kethüdasına verildi Fi gurre-yi Muharremül haram 989
14a126
14b
Şark Türkmenlerinin Derhava Beyi Abdurrahman’ı Ele Geçirmeleri İçin Hüküm: (Sayfa
53-54)
Şark Türkmenlerinden Avşar cemaatinin başalarına ve buğlarına ve Cihanşah kethüdasına hüküm ki sabıka Derhava beyi olan Abdurrahman’ın kendi havasına tâbi olan kendiye asker alıp nice Müslümanların evlerin basıp emval ve erzakın garet ve hasaret edip her birinizi idlâl edip bu makule fesattan hâlî olmadığı ilâm olunmagın mezbur Abdurrahman ele getirilmesin emredip buyurdum ki… vardıkta siz ki zikr olunan vilâyetlerin cemaatleri ve kethüdalarısız min baad dahi mezbur Abdurrahman’ın sözüne itaat etmeyip ve asker talep edildikte vermeyip maşarünilyh marifeti ile mezburu hüsn-i tedarik ile ele getirmek için meşarünileyh muavenet ve müzahecet eyleyip her ne tarikle mümkün müyesser olursa ele getirmen babında ikdam ve ihtimam eyleyesin şöyle ki bir dahi mezbura muavenet edip ele getirmekte ihmal eyleyesin mezbura olacak hakaret size olmak mukarrerdir ona göre ele getirmek babında ikdam eyleyesin Fi 15 z 996
125 bu sayfa boştur. (hzl.) 126 bu sayfa boştur. (hzl.)
114
15a127
15b
Âşık Ali’den:
[III]
1.Kaza nerdeydiñ de geldin başıma Er olanlar çıblak doġar anadan Arayıp bulmadım ben bu davâyı Felek bizi alakoydu sıladan 2.Öġüt alıp ululardan dutmadım Yiñilmez göñlümüñ terkin etmedim Áġlenip ilinden bile gitmedim Hak dáġil mi işi bize yönleden128
3.Kara günde doġurmuş şu beni anam Böyleymiş farkına nice bir yanam Zatıdan ġamınan yoġrulmuş binam Dertli başım ayıkmıyor belâdan 4.Âşık Ali’m söyle kendi sözünden129 Gece gündüz kan yaş döker gözünden130 Dost benim çektigim seniñ yüzünden Ben mi idim şu âlemi buladan131
16a
Avşarlar (402) [M. 1011-1012] senesinde başlayan Ehl-i Salib hücumlarına karşı 36
sene müdafaada bulunmuşlar, Ehl-i Salib’in perişan olmasının başlıca müessirleri
arasında mevki almışlardır.
Avşarlar Selçuk Devleti’nin kuvvet ve miknetinin artmasında da müessir olmuşlardır.
127 bu sayfa boştur. (hzl.) 128 “mi”den sonra yazılmış olan “bu” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) //“Yani bir yönden” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) //Yönleden: Yönelinmek, tavsiye etmek. 129 “‘Ali’m”den sonra yazılmış olan “der ki neyidi suçum” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 130 “benim çektigim yâr/dōst seniñ için” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 131 buladan: bulandıran.
115
16b
AVŞARLARIN ANADOLU’YA GELİŞLERİ
Avşarlar milâdî 11.132 Hicrî 5. asrın ortalarından sonra tahminen 464 – 470/1071-1074
senelerinin ortasından itibaren ‘Danişment’lilerle berabermişler: Bizans vesaire gibi
Hıristiyan dostlar[ıy]la yapılan, muharebelerde çok büyük yararlık göstermişlerdir.
Avşarların Selçuklar ile geldiklerini söyleyenler de vardır. Yalnız (Melikgazi
ölümünden sonra Avşar sahasız kaldı) diyenlerin iddiaları doğru ise beraber geldiklerini
kabul etmek (…) gelir.
Avşarlar Büyük Selçuk Devleti’nin (…)133 sonra Akkoyunlulara tâbi olmuşlar bazen
Dulkadir Oğulları tarafını iltizam etmişler. Bazen de Mısırlıların Malatya’dan
Kayseri’ye doğru Anadolu’nun şarkî cenubunda vaziyete hâkim olmadıkları sıralarda
Mısır tebabetinde kalmışlardır. Fakat bu devletlerden hiçbirini134 hakikî bir metbu
tanımayarak daima benimsedikleri mıntıkalarda serazat yaşamışlardır. Fakat135
yaşadıkları mıntıkaya hâkim olan bir devlet tarafından muharebeye çağırıldıkları zaman
o devlet hesabına canla başla harp etmekten de çekinmemişlerdir.
Avşarlar Dulkadir memalikinden Osmanlı idaresine geçtikten sonra kışın Çukurova,
Maraşaltı, Urfa tarafında ve yazın Binboğa, Sovanlı, Arslantaş, Göğdeli, Uzunyayla
tarafında yaşamaya devam etmişlerdir.136
17a
17b
Yalnız öteden beri babalarının, dedelerinin alışkın oldukları baskın (çapul) âdetinden
vazgeçememişler; en küçük vesilelerle gelip geçtikleri veya baskında bulundukları
mahaller halkını bizar etmişler.
132 “asrın ortalarından sonra” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) م�mrsن 133134 “birine karşı” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 135 “devlet tarafında” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 136 Avşarlar, buğday, arpa gibi hububat ihtiyaçlarını parasız salgı kaplarına olarak Tonus, yani Şarkışla, Zamantı, Albustan, Göğsun, Mağara taraflarında yaşayan rençber halktan alırlarmış.
116
Hükümetçe haklarında tevali eden şikâyetlerin önü alınmak üzere137
18a
18b
Avşarlar, Rakka’da 5 veya 7 yıl kalmışlardır. Avşarların rivayet tarikiyle zamanımıza
intikal etmiş mücadele hatıraları;
1 – 360138 yıl evvelce ‘Mamalı’nın katli yüzünden çarpışmaları ve Avşar’ın Cerid’le
beraber Rakka’ya sürülmesi
2 – 250 sene kadar önce Çukurova’da Rişvan aşireti ile
6 – Tahminen 1218-1219 tarihlerinde Avşar’ı Muhtar Paşa ile (…) ıslaha geliş çöl
aşiretlerinden Dayının Oğlu denilen aşiretle çarpışma
* Aynı sene havalisinin bazı Avşarlar ve diğer aşiretlerden diğer bir kafile tarafından
basılması ve soygun (çapul) yapılması yüzünden yalnız Avşarların ‘Urfa’ tarafındaki
Sarıkamış’a sürgün edilmesi
* 4 – Çukurova’da Kirtik Oğlu’nun da iştirak ettiği ve Halid Bey’in maktul düştüğü
vaka ki bu vaka ‘Sarıkamış’a sürgünden 3-5139 yıl sonra Halid Bey’in ve Pınarbaşı’nın
Bulga taraflarında bulunan ayağı140 ile Sarıkamış’a gittikleri sırada Halid Bey’e ve
etbaına ‘Tecirli’, ‘Cerid’, ‘Karalar’ ve ‘Bozdoğan’ aşiretlerinin saldırmaları
* Sarıkamış’taki Avşarların yukarıdaki hadisenin intikamını almaları
8 – Tarsus derebeyi Kelin Oğlu ile 1247 senesinde Adana’da şiddetli çarpışmalar Kelin
Oğlu’nun öldürülmesi
8 – Albustan’da ‘Cerid’, ‘Tecirli’, Karalar, Bozdoğan’ın Avşar ve Reyhanlı aleyhinde
ittihadıyla pek müdhiş mücadele
137 cümle yarım bırakılmıştır. (hzl.) 138 “320” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 139 “5-6” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 140 ��pی�
117
15 – 1247’de141 hükümet kuvvetlerine iştirak suretiyle İbrahim Paşa askerinin inhizama
uğratması
9 – Mısırlı İbrahim Paşa kuvvetlerinin önünden kaçan Cadı Oğlu ve Çapan Oğlu
kuvvetlerinin 800-1000 atlının 100 kadar Avşar atlısı tarafından perişan edilmesi
Mağara Kavgası
7 - 1247142 Beyazıt Oğlu Süleyman Paşa hesabına umum Maraş beyi Osman Paşa
aleyhine hareketle 200 – Avşar’ın Maraş’ta Süleyman Paşa’yı bey yapması
12 – Tecirli’nin Avşar’da 3 kişi katletmesi yüzünden Avşarların Çukurova’da
‘Bozhöyük’ civarında Tecirli’ye saldırması, 50/60 adam öldürmesi (1272-1273
senelerindedir)
13 – Mağara’da da Çapan Oğlu ve Cadı Oğlu’nun kuvvetlerinin perişan edilmesi
intikamı almak maksadıyla Avşar aleyhine (…)143 şikâyete Bayram Oğlu Süleyman
tarafından tesirsiz bırakılmış iken 1264144 tarihinde Çapan Oğlu Mehmet Paşa’nın
Pehlivan Oğlu Abidin Bey’i de yanına alarak hükümetten sadır olan fermanı istinadı
Avşarları Bozok’a sürgün etmesi
14 – Dört145 sene sonra 1268’de Bozok’ta Pehlivan Oğlu Abidin Bey’in Avşarlar
tarafından katli ile sürgünden dönülmesi
2 yıl Rakka 186 Avşarlardan Torun aşiretinin Sivas şehrini basıp çapul yapmalarından
dolayı 1274 veya 1275’te Abdurrahman Paşa’nın bu aşireti Diyarbakır’a sürmesi
13 – 1276/1277’de Bozok yaylaya Torun aşireti yerine Çerkez iskânı
Yeşil defter sayfa 186
Yeşil defter sayfa 184
17 – Derviş Paşa tarafından Avşarların Pınarbaşı tarafında iskânı
141 “1255” yerine “1247” yazılmıştır. (hzl.) 142 “1246” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 143 vامr� 144 “1265” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 145 “üç” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
118
19a146
19b
19 – Avşarların Derviş Paşa’ya Kozan Oğlu’nu tedip için yardımda bulunması
16 – Avşarların Derviş Paşa’ya Küçük Ali Oğlu’nu tedip için yardımda bulunması
20 – ’93 Harbi’nde Avşarlar
21 - Umumî Harp’te Avşarlar
22 – İstiklâl Savaşı’nda Avşarlar
20147
21a148
21b
Beyazıt Oğlu Kalender Paşa’nın karılarından149 ‘Ayna’ Hatun, Avşar beylerinden
İbrahim Bey’in kızı imiş.150 Ayna Hatun’un çocuğu olmamış. Kendisi Uzunyayla’ya
babası ve biraderleri ile görüşmeye gelmiş.
Bir müddet kaldıktan sonra en büyüğü Seyfi Ali Bey olmak üzere yedi erkek çocuk
babası bulunan pederinden en küçük oğlu 10-12 yaşındaki Ömer Bey’i beraber Maraş’a
götürmek ve orada öğünmek için müsaade istemiş. İbrahim Bey de bir tek kızının bu
arzusuna karşı muvafakat göstermiş. Ayna Hatun Ömer Bey’i alıp Maraş’a gitmiş.
Maraş’ta Ömer Bey’i mektebe vermişler. Ömer Bey üç yıl mektebe gidip gelmiş. Üç
sene sonra hocası Kalender Paşa’ya müracaatla “Paşam bu çocuġu mektebe gönderme
146 bu sayfa boştur. (hzl.) 147 bu sayfa boştur. (hzl.) 148 bu sayfa boştur. (hzl.) 149 “karısı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 150 “imiş” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
119
kayrı” demiş. Paşa hocadan sebebini sorunca da hoca “Ben buña ders veremiyorum.
Benim okutabileceklerimi hep ögrendi.” cevabını veriyor.
Kalender Paşa birkaç hocayı daha çocuğu okutmaya memur etmişse de bu hocalar da
Ömer Bey’in zekâ ve kabiliyetine hayran kalmışlar; Ömer Bey hakkındaki
takdirkârlıklarını Kalender Paşa’ya da bildirmişlerdir.
Kalender Paşa nihayet zeki kayınbiraderini evlendirmeye karar veriyor; Ömer Bey
Dulkadir Oğulları’ndan bir zatın kızı ile nişanlanıyor.
22a151
22b
Ömer Bey’in nişanlı bulunduğu sırada ‘Nizip’ vakası neşet ediyor.
Kalender Paşa yanındaki kuvvetlerle ‘Nizip’e doğru harekete hazırlanıyor.Hareket
hazırlıkları esnasında Paşa yanında bulunanlara “İnşaallah muzaffer olacaġız. Biz de bu
zaferiñ kazanıldıġını Ömer’inen yukarıdan seyrederiz” demiş. Bu sözü işiten Ömer Bey
“Benim ecdadım silâh ötünce geriden seyretmemişler. Ben bununçin geri kalman”
demiş.
Hazırlıkları ikmal ettiktikten152 sonra Paşa atına binmiş, maiyeti ile hareket etmiş.
Baksın ki Ömer Bey yok. “Ömer nic’oldu?” diye sormuş. Derhâl Ömer Bey’i bulup
Paşa’nın istediğini söylemişler. Ömer Bey bir lisanla “Geliyom” demiş. Gecikince
ikinci bir haber gelmiş. Bu haber gelinceye kadar Ömer Bey üzerindeki sırmalı esvabı
çıkararak alelâde bir elbise giymiştir. Bu esnada nişanlısının153
151 bu sayfa boştur. (hzl.) 152 “ettikten” olmalıydı. (hzl.) 153 cümle yarım bırakılmıştır. (hzl.)
120
23a154
23b
AVŞAR DÜĞÜNÜ (Mabad)
Perşembe (…) haricinden davulların ve zurnaların sesleri duyulmaya, herkes
derneşmeye başlar.
Oğlan tarafına beş altı kişi, kızın akrabasından da yine beş altı kişi birleşerek ve içlerine
okur yazar bir kimse de alarak kız evine giderler. Tehna bir yere otururlar. Kızın
‘cehiz’ini önlerine yıktırırlar. Yazı bilene evvelâ oğlan babasının ‘kalın’ namıyla verdiği
başlığı alel mugarridat kıymetleriyle yazdırırlar. Sonra da ‘cehiz’i yine kıymetleriyle
yazdırarak yekûnuna bakarlar. Hangi tarafın masrafı daha fazla olduğunu bu suretle
tespit ederler. ‘Cehiz’i tespit işini müteakip oğlan babasına veya itimada şayan adamına
teslim edip araba veya at, deve gibi hayvanlarla oğlan evine gönderilir. (Kız tarafının
masrafı fazla görüldüğü takdirde oğlan tarafı ayıplanır.)
Sabahleyin155 bulundukları mahalde kahvaltı kabilinden yemekleri verilerek kahveleri
içen misafirler de yol hazırlığına başlarlar.
Bu sırada dellâl misafir bulunan yerlerde “Buyuruñ, sáġmenler; gelin hazırlanıyor” diye
bağırır. Atlılar atlarına binmiş, piyadeler bayrakları elinde bayrağı ile öne katmış
oldukları hâlde kız evinin önünde toplanılır. Bir taraftan gelinin bineceği atı da156
sırmalı keçeler, gümüşlü takımlar, ipekli ve sırmalı yağlıklar ile gelin gibi süslenerek
hazırlarlar. Yengeler de oldukça süslü atlarına binerek cemaate karışırlar.
24a157
24b
Davul ve zurnalar bu sırada ‘gelin havası’ denilen havayı çalarlar.
154 bu sayfa boştur. (hzl.) 155 “misafirler” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 156 “gelin gibi” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 157 bu sayfa boştur. (hzl.)
121
Gelinin de evden çıkıp hazırlanan ata binmesi beklenirken kız tarafının yakın
adamlarından birinin kapıyı kilitlemiş olması ve gelinin evden çıkmasının uzaması
yüzünden yola çıkacak atlılar ve piyadeler hayli sinirlenirler. Fakat kapının
kilitlenmesinin158 bahşiş almak maksadına müstenit olduğunu anlayan oğlan babası
tarafından kapıya yaklaşılarak bir liradan beş liraya kadar bahşiş verilip de küçük bir -
önceden gelinin de kırıldığı söylenilen - kapı açılınca biraz daha rahat nefes alırlar.
Gelin, evden – varsa159 bacısı ve samimî arkadaşları elinden tutarak çıkarılır. ‘Binek
taşı’nın önündeki atın yanına götürürler. Bu sırada etraftakilere veda ve teşekkür
makamında elleriyle temenna ederek gelini oğlan tarafından gelenlerin üzengi tutmak
gibi yardımlarıyla ata bindirirler.
Gelin ata bayraktar salevatlatmayla başlar şunu söyler:
[IV]
1.Her kim sever Allah’ı Mahrum kalmaz billâhi Yoktur Şefî bir dahi Peyġamber’e salâvat 2.Havadan indi kır at Kuyruġu var birkaç kat Góġ rahmet, yer bereket160 Peyġamber’e salâvat
25a161
25b
3.Uçar havada kazlar Kılavuzunu gözler Turunç memeli kızlar Peyġamber’e salâvat
158 “oğlan babasından” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 159 “kız” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 160 góġ: gök. 161 bu sayfa boştur. (hzl.)
122
4.Er aşkına, pîr aşkına162 Kabe’deki nur aşkına163 Güzel seven ‘Bir’ aşkına Peyġamber’e164 salâvat 5.Eken biçer, konan göçer165 Cennet kapusıñ cömerd açar166 Cömerdlerin (de) aşkına Peyġamber’e salâvat 6.Arap atlar nalı çatlar167 Düġündeki koç yıġitler168 Koç yıġitler(in) aşkına Peyġamber’e salâvat
Bayraktarın her ‘salavat’ diyişine karşı cemaat hep bir ağızdan ‘amin’ diye çağrışır. Bu
merasim de bitince evvelâ süvarilere169 sonra piyade seğmenlerle davulculara yol
verilir. Arkalarından da her biri bir çift kız taşıyan develer ‘yenge’ler ve gelin hareket
ettirilir. Gelin atının başı, - hayvanın kafasına haşarılık etmemesi için reşme ‘hatal’
takılmak suretiyle – iki kişi tarafından çekilir.170 Develerin üstündeki kızlar tarafından
yine – her çift tarafından ayrı ayrı olmak üzere türküler söylenir. Davulcular, zurnacılar
tarafından türlü türlü havalar çalınır, herkesin neşesi artırılır. Süvariler arasında da yine
değnekler oynanır. Silâhlılar tarafından mütemadiyen silâhlar atılır. Böyle ahenkler
içinde yolculuk yapılır. Düğün evine171 gelmezden evvel kabristana gidilir. Davul
zurnalar susturulur. Orada atlılar atlarının üzerinde bulundukları ve diğer halk yaya
oldukları hâlde kıbleye müteveccihen durulur. Fakı tarafından dua edilir. Cemaat
tarafından ‘amin’ denilir. Dua hitamında Fatihalar okunarak yine davullar ve zurnaların
ahengi arasında düğün evine gelinir.
Gelinin atı ‘binek taşı’na yanaştırılınca davul ve zurna sesleri kesilir. Bu sırada oğlan
babası yakın akrabasından hatırlı bir zat tarafından yüksek sesle “E bre, gelinimize ne
vereceyik?” diye bağırılır. Yaklaşan oğlan babası ve anası tarafından geline birer at,
deve,
162 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 163 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 164 üzeri karalanmış kelime okunamamıştır. (hzl.) 165 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 166 kapusıñ: kapısın.// Bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 167 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 168 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 169 “atları atlarına sürerler” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 170 “(…) [jmار] piyadeler yola düzülür. En ileride de davulcular” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 171 “fakat eve” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
123
26a172
26b
yakın akrabası ve yengeleri tarafından da kısrak, tay, inek, düğe, dana, koyun gibi şeyler
verilir.173 (Bunlar söylenirken yazılarak akşam behemehal gelinin namına öznenin evine
teslim edilir.)
Gelin attan ineceği sırada ‘özne’ tarafından hazırlanıp kızlar veya kadınlardan birine
verilen bir avuç ‘metelik’, ‘guruş’, ‘ikilik’, ‘beşlik’ gibi ufak para174 yüksek bir
mahalden gelinin başına doğru saçılır. Bu paralar orada bulunan erkek, kadın, kız ve
çocuklar tarafından kapışılır.
Bunu müteakip binek taşının önüne halı veya kilim yazılarak gelin, erkek tarafından
ekseriya taallukatından bazı kız ve gelinlerin yardımlarıyla oraya indirilir.
Attan inen gelin kız evinin önünde ata binerken yaptığı gibi yine etrafındakileri temenna
ile selâmlar. Müteakiben kendisine attan indirenlerin yardım ve dalâletleriyle düğün
evinde kendisine tahsis edilen odaya gider.
Gelin odasına gidince şahsına ait sandığının anahtarı istenilerek sandık açılır; içindeki
çehizler ortaya çıkarılır. Oğlanın yakın akraba ve samimi arkadaşlarından orada hazır
bulunan üç beş kişi tarafından düğünde bulunanların kâffesine bu çehizlerden ‘gelin
yolu’ denilen birer hediye tevzi edilir.
Hediyesini alan herkes artık orada beklemeyerek yerine avdet yolunu tutar.
172 bu sayfa boştur. (hzl.) 173 gelin bu hediyeler söylenip yazılırken kayınbabası ile kaynanası (…) [�}اr|لpا{�/مr�pم] için üzerindeki parasından hediyelerini söyleyenlerin kâffesine ayrı ayrı ‘bey parası’ tabir edilen beşer kuruştan yirmişer kuruşa kadar bir miktar para verilir. 174 “gelinin” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
124
27175 28a176 28b Gelin gelip odasına girdikten ve oğlanın pek yakın akrabası ile komşularına düğün
evinde akşam yemeği verildikten sonra ilk iş cemaatle camide ‘yatsı’ namazının
kılınmasıdır.
Özne gelin gelmezden önce akrabasından veya samimi arkadaşlarından birinin evine
gizlenir. Meydana ancak gece karanlıkta ‘yatsı’ namazı kılınacağı zaman çıkarak
camide namaza iştirak eder.
Namaz kılınınca cemaatin peşine düşüp urbasını giyeceği evin önüne kadar beraber
gider. Cemaatten yaşlı başlı ve hatırlı olanla düğün evinde oğlan babasının yanında
kalırlar. Delikanlılar da ‘öz[ne] urbası’ giyilecek yerde oğlana refakat ederler.
Bu esnada gelin kınasında olduğu gibi urbayı ortaya çıkarırlar. Özne – bir tarafa
çekilerek evvelden üzerinde mevcut urbayı – don, gömlek müstesna çıkarır. (Özne
esbabı) arkadaşlarından biri tarafından sıra ile en önce giyilmesi lâzım geleni diğerlerine
tercih suretiyle verilip giydirilir.
Bunu müteakip ‘çerez’ ve ‘kına’ getirilir. Evvelâ öznenin ellerinin içlerine ve
parmaklarının uçlarına kına sürülür. Bu esnada hazır bulunanlar tarafından hep bir
ağızdan – özne için hususî türküsü ile şöyle ‘övme türküsü’ söylenir; (sol sayfadaki
‘övme türküsü’dür):
[V]
1.Evvel Allah Muhammed;177 Bize ‘farz’ınan ‘sünnet’ Aġama nasip veya cennet178 Biz báġimiz ögerik
175 bu sayfa boştur. (hzl.)// Bu sayfa deftere yapıştırılmış ve numaralandırılmıştır. (hzl.) 176 bu sayfa boştur. (hzl.) 177 “Evvel Allah da sonra Muwammed” ifadesinde “da sonra” kelimeleri karalanmıştır. (hzl.) 178 “veya báġime” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)//“nasip”ten sonra yazılmış olan kelimenin üzeri karalandığı için kelime okunamadı. (hzl.)// Bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.)
125
2.Sıra sıra yüñ daşı Sıra maya yüzük kaşı179 Ezen der, kız kardaşı Biz báġimiz ögerik 3.Sıra sıra kamġalar180, Birbirini yonġalar Ezen vermiş yengeler Biz báġimiz ögerik 4.Sıra sıra sögütler Birbirini ögütler Ezen vermiş yıġitler Biz báġimiz ögerik 5.Sıra sıra sokular181 Birbirini kokular Ezen vermiş fakılar Biz báġimiz ögerik 6.Sıra sıra karġalar Birbirini yorġalar182 7.Hermeli de hermeli183 Hakk’ıñ emrin görmeli Abdala esik vermeli Biz báġimiz ögerik184
Sonra da delikanlıların tarafından ellerine de kına sürülür;185 ‘çerez’ler yenilir.
Boşalan çerez tabaklarına biri gelin için yapıldığı şekilde ortaya konulup içine
delikanlılar tarafından ‘özne’ye hediye olarak her birinin hâline, servetine göre bir
mecidiyeden beş liraya kadar186 madeni para bırakılır.
29a187 179 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 180 kamga: yonulmaktan husule gelen yonganın diğer adı. 181 taş demek. 182 bu mısraların üzeri çizilmiştir ve dörtlüğün devamı yazılmamıştır. (hzl.) 183 hermek, arslan gibi pervasız gezmek demektir.//“de” den sonra “báġ/báġim” yazılmış fakat üzeri çizilmiştir. (hzl.) 184 bu dörtlüğün üzeri çizilmiştir. (hzl.) 185 üzeri karalanmış olan ifade okunamadı. (hzl.) 186 “miktarını da” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
126
29b
Özne, tabaktan boşatılıp kendisine verilen parayı aldıktan sonra oraya fakı çağırılır. Fakı
gelince ayağa kalkan delikanlılardan biri özneyi elinden tutarak fakının önüne iletir.
Özne fakını elini öper. Fakı da “Hadi oġlum, Allah işiñi ıras getirsin” diyerek öznenin
alnından öper. Delikanlılar da öznenin yan tarafında ve arkasında mevki alırlar; fakı
ilâhi söylerken sırası gelince hep bir ağızdan ‘amin’ çağırılır.
Özne, babasının yanına gelip ayakta durunca cemaat arasında bulunan mevcut hatırlı
zatlardan biri babasına hitaben “De baxalım, oġluna ‘öznelik’ ne verirsiñ?” der. Babası
da meselâ “Filân atı, filân deveyi, filân evi, filân silahı verdim.. Malımıñ hepsi kendiniñ
demek ama siz de şahid oluñ şimdi dediklerimiñ alayını da verdim” der.
Bunun üzerine ‘özne’ evvelâ babasının, müteakiben de orada cemaatin ellerini öper;
yine fakı ile delikanlıların ‘ilâhi’si ve ‘amin’ sesleri arasında cemaatle ‘öznenin
odası’nın kapısına gelir.
Kapıya gelince ilk iş olarak (…)188 anahtarla bayrak direğinin bukağısının açar ve
süratle kapıdan içeriye girerek kapıyı kapar. Kendisini gelinin yanında bulunanlardan ve
yakın akrabadan yaşlıca bir kadın karşılar; elinden tutarak gelinin yanına dıkar.
30a189
30b
Özne gelinin yanına gelince orada bulunan bacısı ve emsali kimseler savuşup giderler.
Yabancı yalnız ihtiyar kadın kalır. Bu da gelinin ve öznenin önlerine önceden
hazırladığı ‘ıbrık’ı ve ‘ileğen’ sürerek kendilerine abdest aldırıp ikişer rekat namaz
kıldırdıktan sonra elini öptürür ve “Haydi yavrularım, Allah işiñizi ıras getirsin.
Kucaġıñız evlâtlı, başıñız devletli yaşayasıñız” diyerek ayrılır.
İşte bundan sonra ‘özne’ kapıyı kapayarak arkasını sürmeler. …………………………………………………
187 bu sayfa boştur. (hzl.) ت�د��ەآ� 188189 bu sayfa boştur. (hzl.)
127
Bir müddet sonra oda kapısı açılır. Esasen kapının açılmasını bekleyen ihtiyar kadın
içeriye gelir. Yatak çarşafını değiştirecek vaziyette görürse derhâl gelinin altından
evirerek çarşafı değiştirir. Dışarıya çıkınca da bayrak direğinin dibinde bekleyen
gençlere “Âdetiñizi yapın. Bayraġıñızı yıkın” der.
Bu haberi alan delikanlılardan biri hemen bir el silâh atar.190 Biri de191 direği yıkar,
bayrağı alır.
İhtiyar kadın tekrara gelinin ve öznenin yanlarına gelerek bunların su ihtiyaçlarını ve
sair eksikliklerini temin eder.
31a192
31b
Özne, kadına hıdmetlerine mukabil birkaç lira bahşiş verir. Kadın tekrar dua edip ve
müsaade alıp gider.
*
Cuma sabahı ‘özne’ erkenden evinden çıkar. Hariçte kendisini bekleyen arkadaşlarıyla
birleşip akşama kadar evine gelemez. ‘Özne’nin evden çıktığının gören konşu kadınları
ve kızları bir müddet sonra gelinin bulunduğu evde toplanırlar. Bunlar buraya
gelirken193 birer türlü yemek getirirler. Gelinle birlikte gülerek söyleyerek yerler,
içerler. Def çalarlar; muhtelif türküler söylerler; oyunlar oynarlar.
Gelin evinde kadınlar ve kızlar toplandıktan sonra gece gelinin ve öznenin
hıdmetlerinde bulunan yaşlıca kadın tarafından değiştirilmiş olan lekeli çarşafın bu
toplantıda teşhir olması ve çarşafı teşhir eden bu kadına194 gören kadınlar ve kızlar
tarafından bahşiş verilmesi de âdettir.
190 “diğer” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 191 “bayrağı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 192 bu sayfa boştur. (hzl.) 193 “her biri” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 194 “çarşafı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
128
Bir kız kocaya verildikten sonra çocuğu olmadıkça babasını evine gidemez. Hatta195
hısım, akraba ve pek yakın komşu evine gitmek hakkı bile kazanamaz. Gelin, su
getirmek veya buna benzer bir işi başarmak için evinden çıkmak mecburiyeti ile
karşılaşırsa kaynanasının veya görümcesinin, bunlardan biri bulunmadığı takdirde en
yakın akraba veya itimat edilen bir komşu kadının196 önüne düşüp kendisini himayesi
altında bulundurması, aşiret töresi icabıdır.
Köyünün meydanında düğün ve bayram şenlikleri yapıldığı, türlü oyunlar oynatıldığı
zamanlarda gelin böyle şenlikleri ancak yukarıda bahsolunan yakınlarından kadın
başına bulunduğu hâlde onun dâhil veya haricinde (…)197 bir yerinden seyretmek
hakkına maliktir. (Bu âdet Meşrutiyet devirlerinde gevşemiş. Son Dünya Harbi
başlayalı beri büsbütün kalkmaya başlamıştır.)
32a198
32b
Hâlen Avşar düğünlerinde çok değişiklik yoktur. Yalnız ‘gelin’ ve ‘özne’ urbalarında
tebdil vardır. Meselâ gelin için, ‘delme’ ve ‘zubun’199 yerine200 ‘manto’ ve ‘fistan’,
‘Antakya çizmesi’ yerine ‘iskarpin’ ve ‘fotin’, ‘baş’ yerine daha hafif örtüler ‘Trablus
kuşağı’ yerine nispeten daha modern kemerler kullanılmakta; ‘özne’ için de şimdiki
medenî kıyafet tercih edilmektedir.
33a
‘Farsak’lar ‘Feke’ mıntıkasında otururlarmış. Kozan Oğlu’nun idaresinde
bulunurlarmış.
‘Melemenci’ler ‘Yüregil=Silifke’ tarafında otururlarmış. Bunlara da
‘Melemenci=Menemenci’oğlu kumanda eder.
195 “komşu” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 196 “öne” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 197 �}pm 198 bu sayfa boştur. (hzl.) 199 “‘delme’” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 200 “gelin için” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
129
AVŞARLAR ALEYHİNDE TÜRKMENLERİN MÜTTEHİDEN KIYAMI
Çok kahraman bir aşiret olan Avşarlar sık sık baskınlar yaparak mallarını gasp etmek ve
adamlarını öldürmek suretiyle Adana etrafındaki diğer aşiretlerden:
Aşiretlerin o zamanki reisleri – Yerleri:
‘Tecirli’ – Patlı Oğlu Mühlim Ağa – Has
‘Bozdoğan’ – Kerim Oğlu Abdi Bey – Kars, Andırın
‘Kırıntılı’ – Murtaza Beğ – Kozan
‘Sırkıntı’ – Sırkıntı Oğlu – Kozan
‘Lek’ – Battal Ağa Paşa Ağa – Kozan
‘Karalar’ – Süleymen Beğ – Yüregil
‘Cerid’ – İmirze Oğlu Mustafa Beğ – Has, İmran
aşiretleri pek bîzar etmişti: Yalnız başlarına Avşarlara karşı mukavemet
getiremeyeceklerini anlayan bu aşiretler de Avşarlar aleyhinde müttefikan harekete
geçmişler. Avşarların Çukurova’ya göçecekleri bir sırada ve birden fazla süvari ile
şimdiki Pazarviran nahiyesi dâhilinde ve Pazarviran ve Emeğil köyü arasındaki düz
mahalde Avşar aşiretini basmışlar.
Hiç hatıra gelmeyen bir baskına uğradıklarını anlayan Avşarlar derhâl düşmanlarını
karşılamışlar. İlk çarpışmalarında Avşarlar mütearrızlara şiddetle saldırarak yüzlercesini
öldürmüşlerdir. Avşarlardan ‘Kirtik Ali’ adlı bir kahraman müttefik aşiretler
süvarilerine yaptığı husumetler esnasında öldürdüğü düşman sayısı bir kişi tarafından
başarılamayacak derecede yüksek bir haddi bulmuştur.
33b
Fakat ikinci gün ‘Kirtik Ali’ ilk çarpışmalar esnasında maktul düşmüş. Aşiretin
maneviyatının sarsıldığını gören Avşar beylerinden Halid Bey de atını ileriye sürmüş.
130
Bu defa da Halid Bey’in atı vurulmuş. Halid Bey’in tehlikeli vaziyetini gören etbası
(adamlarından biri), beği kendi atının terkisine almak üzere yanına gelerek “Báġim,
terkime gel!.” demiş. Lâkin201 elindeki kılıç ile üzerine gelen düşmanlarına karşı baya
müdafaaya hazırlanan Halid Bey etbasına “Halid terkiye sıġmaz” cevabını vererek
terkiye binmemiş; etrafının sarılmakta olduğunu anlayan etbası kaçınca Halid Bey kılıç
ile biraz müdafaada bulunduktan sonra düşmanlarından eniştesi Kerim Oğlu Abdi Bey
tarafından vurulup öldürülmüştür. 202
Beylerinden en kahramanlarını kaybeden Avşarlar, ikinci gün düşmanlarına karşı fazla
mukavemet gösterememişler; nihayet hepsi de bozularak perişan olmuşlardır.
Avşar cemaati asırlardan beri hiçbir zaman böyle şiddetli bir hezimete uğramamış; bu
inhizamdan sonra rebi asır kadar belini doğrultamamıştır.
34a203
34b
… inhizamından sonra hamisiz kalan birkaç Avşar çocuğunu (…)204karabetleri
hasebiyle ‘Belen’deki Reyhanlı aşireti reisi Mursal Oğlu205 nezdine getirerek
himayesine alıp büyütmüştür.
İmirza Oğlu Abdi Bey’in206 ‘Belen’de ‘Mustafa’ Paşa’nın misafiri bulunduğu bir sırada
‘Mustafa Paşa?’ Abdi Bey’den ‘Bozdoğan’ aşiretine komşu sayılan diğer aşiretlerin
hâllerini, vaziyetlerini sormuş; Abdi Bey her biri hakkında bildiklerini söylemiş. Sıra
‘Avşar’a gelince Abdi Bey “Avşar207 bundan sonra il mi olup da göç mü çekecek?”
demiş.
201 “yaya kalan Halid Bey” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 202 muzafferen yurtlarına dönen müttefik aşiretlerden Bozdoğan aşireti reisi Kerim Oğlu Abdi Bey, Halid Bey’in kız kardeşi olan karısı ile karşılaşınca pür neşe bir lisanla “Gümüş Hatun, kardaşın Halid Bey’i öldürdük. Avıñ kanlı olsun desene!” demiş. Müteakiben dışarı çıkıp gelen Gümüş Hatun’dan Abdi Bey’e hitaben “Avıñ kanlı olsun desene!” demiş. Abdi Bey “Niçin?” demiş. Gümüş Hatun da “Oġlunu öldürdüm” diye dışarı çıktığı zaman bir tek erkek çocuklarını öldürdüğünü ihbar etmiş. Bundan çok müteessir olan Abdi Bey cinayetinin cezasını pek çabuk çekmiştir. 203 bu sayfa boştur. (hzl.) r�mى 204205 “Mustafa Paşa” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 206 “misafireten” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 207 “kaldı mı ki” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
131
208Mustafa Paşa’nın himaye edip büyüttüğü Avşar gençlerinden biri de aynı mahalde
bulunup bu sözleri teessürle dinlemiş. Fakat bir türlü hazmedememiş. İlk fırsatta da
‘Belen’den kalkarak aşiretinin bulunduğu mahalle gelmiş. Beğlerine ve oymak
reislerine keyfiyeti çok acıklı bir lisanla ağlayarak anlatmış.
O sırada Avşar beği Arap Hasan Oğullarından Abdullah Bey, bütün oymak reislerini bir
araya toplayarak kendileriyle hasbihâl etmiş;209 yüzü tarak tutan bütün Avşarların
iştirakleriyle Bozdoğan aşiretinden ve diğerlerinden intikam alınmak
kararlaştırılmıştır.210
35a211
35b
‘Belen’den gelen gencin Abdi Bey’in pek mağrurane söylediği sözleri anlatışı ve
meselenin aynen müzakere edilişi dinleyenler arasında öyle tesir yapmış ki her eli silâh
tutanın gönlünde intikam savaşına iştirak için yenilmez bir arzu uyanmıştır.
Hatta intikam almak kararının verildiği esnada hazır bulunan Abdullah Beğ’in 12
yaşında ‘Çerkez Beğ’ adlı oğlu acele ‘harem’e gidip getirdiği darağın dişlerini yanağına
saplayarak “İşte benim yüzüm de darak212 tutuyor. Ben de gidecegim” demekten
kendisini alamamıştır.
Avşar ilinde bu213 intikam kararı verilip ‘Bozdoğan’a baskın hazırlıkları yapıldığı sırada
meşhur Avşar âşıklarından Cingözoğlu başka bir ilden kendi iline dönerken yolda Cerid
aşireti reisi İmirza Oğlu Osman Beğ’in çadırına uğramış. O esnada biraz dereden
tepeden konuşulduktan sonra Osman214 bir münasebet getirerek “Eski Avşar nerede?
Avşar mı kaldı ki?” demiş.
208 “Abdi Bey’in bu sözü söylediği sırada” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 209 “bir an evvel kuvvetlerini ve silâhlarını” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 210 Avşarlarda gençlikte bile sakal tıraşı etmek âdeti olduğundan delikanlıların dahi az çok sakalı bulunurmuş. 211 bu sayfa boştur. (hzl.) 212 “tarak” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 213 “müzakere devam” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 214 “Beğ” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
132
Osman Bey’in bu sözüne tahammül edemeyen Cingöz Oğlu, derhal ‘damdıra’sını eline
alarak şu türküyü söylemiştir.
[VI]
1.Saña diyom saña (ey) İmirza Oġlu: Nasıl söylüyorsuñ (sen) burada bunu Nice oldu ‘Tanır’, ‘Lorşun’nan ‘Hunu’, Unutma Avşar’ınan geçen her günü215 Yalman külâh geyer deyme báġleri216
36a217 36b
2.İl kalmadı Biñboġa’ya çıqacaq İp kalmadı salınġaca takacak218 ‘Ayıp mı aġır basınca ‘gelini’ yegni kahacak219 Batırma baştaki aġı göġlere220 3.‘Seherli’de şu ģarız’ı ekincek Ne xoş olur Biñboġa’ya çıkıncak Sözümü bunlar başımıza kakacak221 Yetüp gelir arkasından yáġiler222 4.223
Cingöz Oğlu bu türküyü söyledikten sonra Osman Bey’in yanında fazla kalmıyor.
Derhâl iline geliyor. Abdullah Bey’in huzurunda Osman Bey’in söylediklerini,
kendisinin mukabelesini de anlatarak Avşarların224 galeyanını teşvik ediyor.
Müteakiben Abdullah Bey ‘Beri Hay’ davulunu döğdürmeye başlıyor.225
215 “unutmadıñ mı” yazılmış fakat “dıñ mı” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 216 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 217 bu sayfa boştur. (hzl.) 218 salıncak demektir. Binboğa’da ‘Salıngaç’ adı verilen bir yayla da vardır. 219 “ağır” kelimesinden sonra “ağa” yazılmış fakat karalanmıştır. (hzl.)//Kahacak: Kalkacak.// Bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 220 “Batırma” kelimesinden önce yazılmış olan üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.)//Evvelce sarıklı fakılar yalan veya mantıksız söz söylerlerse “Fakı, sarıġı göġe baţırdın” yani renkten renge giriyorsun derlermiş. 221 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 222 yegiler: yeniler.//Bu şiirin ayak düzeni bozuktur. (hzl.) 223 bir kıtası noksandır. Halil Ağa’nın hatırına gelmemiştir. 224 “bir kat daha” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 225 Beri Hay davulu, seferberlik ilânı mahiyetindedir. Kale gibi yüksek budaklı bir ağaca çıkılarak bu davulun çıkardığı seda da hep “Biniñ ha, biniñ ha, biniñ!.” demek oluyor. (…) gelmelerin talkatine [j ¡kxت] olgun geliyor. Her taraftan duyularak maksat anlaşılılyor.
133
Az bir müddet zarfında kâffesi müsellâh binlerce Avşar toplanıyor.
37a226 37b Süvariler toplanırken ilk gelen Avşar gencinin ‘Belen’den ayrılmasından sonra Tecirli
aşireti tarafından öldürülmüş genç oğlunun kanlı gömleğini eline alan Mursal Oğlu da
Avşar’dan istimdada227 geliyor. “Bizde boz keçe ġayreti yok mu?” diye kanlı gömleği
ortaya atıyor.
Bu feci manzara karşısında büsbütün galeyana gelen Avşar cemaati derhâl “Bozdoğan”
aşireti üzerine saldırıyor. Onu perişan ederek Mursal Oğlu kuvvetlerinin de iştirakiyle
‘Tecirli’yi hırpalıyor. Müteakiben Cerid, Kırıntılı, Sırkıntı, Karalar, Lek gibi diğer
düşmanlarını da istimlâke uğraşarak mallarını yağmalıyor.
Avşar ve (…)228 tarafından inhizama uğratılan her hasım aşiretin mağlûbiyetinde (…)229
başlarındaki ‘keten’ tabir ettikleri kalın dülbentlerini eski (…) açarak muhacimlere karşı
‘el aman’ diye çağrışırlarmış.
Daima hafif olan kadına karşı şefkat ve merhamet hissi bekleyen Avşarlar da aciz
göstereni ezmek kahramanlık an’anelerine muhalif bulunduktan aman dileyenler serbest
bırakılırmış.
İntikam hissi ile girişilen bu cidalde Abdullah Bey’in oğlu çocuk denilecek yaştaki
‘Çerkez Beğ’in gösterdiği kahramanlık harika derecesini bulmuştur.
‘Çerkez Beğ’in şecaat ve kahramanlığı Dadal Oğlu tarafından da şu türkü ile dahi etraflı
şekilde anlatılmıştır:230
226 bu sayfa boştur. (hzl.) 227 “geldik” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) �rxkkى 228 �pیrxى 229230 bahsedilen şiir yazılmamıştır. (hzl.)
134
38231
39a232
39b
BOZKUYU KAVGASI
233Tahminen 1270/1271 senesinde Tecirli aşireti hayli kuvvetleniyor. Avşarların sık sık
kendi illerine yaptıkları baskınlara karşı Avşar oymaklarına aynı zararda baskınlarla
mukabelede bulunuyor.
Avşar’ın Çukurova’da ‘Ceyhan’ın garbında bulunduğu bir sırada Tataroğlu’nun
idaresindeki ‘Tecirli’ler234 tarafından Avşarlardan Türkmen Ali’nin obası olan
‘Abdalbükü’ mevkiinde235 yine bir baskın yapılarak236 Türkmen Ali’nin ele geçen
hayvanları sürülüp ‘Ceyhan’ın şarkına götürülüyor.
Bu hâl, Türkmen Ali’nin genç ve kahraman oğulları Ömer , Osman ve İse (İsa)’nin
gönüllerinde büyük tesirler husule getiriyor. Bu teessürle feveran eden üç genç başka
muavin ve müzahir beklemeksizin atlarıyla ‘Ceyhan’ı geçerek hayvanlarının sürülüp
götürüldüğü semte doğru yol alıyor, nihayet çapulculara yetişiyorlar. Hayvanlarının
önlerine geçip geri çevirmeye teşebbüs ettikleri sırada üçü de vurulup ölüyorlar.
Bu gençler ölüleri arkalarından takibe çıkan Avşarlar tarafından yurtlarına getirilerek
tahnit ve tekfini ile iştigal edilirken Avşarların ‘Kıllı’ oymağı reisi Abukan’ın oğlu
‘Ahmet Kâhya’, cemaate hitaben “Derin bi yolla çadır kepecek. Kayfe içilmeyecek.
Hayıf alınana kadar” diyor; ilk fırsatta Tecirli’den intikam almak kararı veriliyor.
231 bu sayfa boştur. (hzl.) 232 bu sayfa boştur. (hzl.) 233 “aradan 40-50 sene geçtikten sonra” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 234 “aşireti” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 235 “dönüp” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 236 “Avşarların” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
135
40a237
40b
Fakat mevsim Tecirli ile derhal mücadeleye müsait olmadığından yazın yaylaya çıkıp
güzün Çukurova’ya dönüldükten sonra yetmiş iki süvari seçiliyor. Gece ‘Ceyhan’ı
Kıyha geçitten geçen (…) tarafından ‘Tecirli’ mıntıkasında erkenden pusu kuruluyor.
Bu sırada ‘Tecirli’ aşiretinden Tatar Oğlu, Açacak Omar, Arık Hasan gibi belli başlı
ağalarının da razı bulundukları bir kısım süvari de ‘Ceyhan’ı yine gece ‘Zibilli’ geçitten
geçerek sabahleyin şafak sökerken ‘Abdalbükü’nden ‘Topal Fakı’ lâkabıyla tanınmış bir
hocanın ‘örum’238 yaylımına çıkardığı üç yüz kadar sığır hayvanı ve başında mal sahibi
Topal Fakı ile karşılaşıyor. Baskına uğradığını anlayan Fakı “Yavrularım bu mal benim.
İçinde başka hiçbir kimseniñ bir şeyi yok. Beni öldürmeyiñ de mâlımı alıñ, götürüñ.
Size anam südü gibi helâl olsun” diyor. Lâkin böyle söylemekle canını kurtaramıyor.
Açacak Ömer Fakı’ya hitaben “Şindiye kadar on dokuz adâm öldürdüm. Bir de seni
öldüreyim. Başlarında imam ol!” diyerek Fakı’ya bir ‘dapanca’ sıkıyor. Zavallı Fakı
“İnşaallah belâñı buluñ” diyerek239 ellerine kavuşuyor.
Bu baskın faciası o mıntıkada duyulunca esasen ‘Tecirli’ye karşı sönmez gayzı ve kini
bulunan Avşar aşireti büsbütün galeyana geliyor.240 Beri Hay davulu241 çalınıyor.
Aşiretin eli silâh tutan242 adamları bir araya toplanıyor.
41a243
41b
Gece ‘Kıyha’ geçidinden Ceyhan’ı geçip (…)244 tarafta pusuya yatan Avşarlar ‘Tecirli’
mıntıkasında bir hareket göremiyorlar. Fakat yattıkları yerde yeri dinlerken kendi
mıntıkalarında davul ve tühek245 sesi geldiğini duyuyorlar.
237 bu sayfa boştur. (hzl.) 238 örum: hayvanatın gece yarısından sonra meraya çıkarılması. 239 “zavallı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 240 “Avşar beyi tarafından” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 241 “davulun çalınması” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 242 “Avşarların toplanması emrolunuyor.” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 243 bu sayfa boştur. (hzl.) 244 rxاریr¡}v¢ 245 tühek: tüfenk.
136
Derhal geldikleri yoldan geri dönerek yurtlarında baskın yapan ve hayvanlarını sürüp
Ceyhan’a yaklaşmakta olan ‘Tecirli’lerle karşılaşıyorlar.
Muvaffakiyet neşesi içinde hasımlarına hiç kıymet vermeyen ‘Tecirli’ler ansızın
yollarının kesildiğini ve her taraftan at kişnemesi ve silâh sesi geldiğini görünce
büsbütün şaşırıyor. Daha ilk müsademede ‘Tecirli’ ağaları ‘Tatar Oğlu’, ‘Açacak Omar’
ve ‘Arık Hasan’ maktul düşüyor. Ayrıca on beş kişileri daha ölen ‘Tecirli’lerden
kurtulabilenler, Avşarların hayvanlarından başka ağalarının ve arkadaşlarının ölülerini
silâh ve hayvanları da bırakarak çok perişan vaziyette kaçıyorlar.
246Yine büyük bir intikam alan Avşarlar ise Tecirli ağalarından Tatar Oğlu’nun
kafasının keserek yurtlarına dönüyorlar. Abukan’ın oğlu Ahmet Kâhya karşı gelerek
“Ġazañız mübarek olsun!” diyor. Bu defa da “Yas kalġacak,247 kayfe bişecek!” diyor.
Zafer ve neşe davullarını çaldırıyor. Şenlikler yapılıyor; değnekler oynanıyor. Tecirli
ağası Tatar Oğlu’nun Avşar’a248
42a249
42b
Kesilmiş kafası da ayaklar altında yuvarlanıyor.
En kahraman ve nüfuzlu ağalarını kaybeden ‘Tecirli’lilerden ise bu mağlûbiyet ve
inhizamdan sonra Avşarlara karşı bir daha tecavüz eden bulunmuyor.
6
Avşar aşiretinin başka iller ve aşiretler üzerine baskın yapmasına meydan vermemek
için hükümetçe ‘Gemerek’li Cadı Oğlu, maiyetinde kâfi miktarda kuvvetle Avşar’ı
takibe memur olmuştu.
246 “Tecirliler bu hadiseden sonra tekrar bellerini doğrultup” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 247 “dibeg ötecek” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 248 cümle eksik bırakılmıştır. (hzl.) 249 bu sayfadaki dörtlükler sayfa düzenini bozmamak için 42b’ye yazılmıştır. (hzl.)
137
Avşar aşiretinin sonbaharda Urum’da Türkmenlere yine bazı baskınlar yaparak
yayladan (Pınarbaşı mıntıkasından) Çukurova’ya avdeti esnasında Haçın (şimdi
Saimbeyli) kazasının ‘Mağara’ mevkiinde Cadı Oğlu olanca kuvveti ile arkadan
yürüyüp Avşarlara yaklaşınca Avşar beğlerinden Seyfi Ali’nin “Osmanlı arz üstümüze
geliyor. Allah Allah deyiñ geri dönmen” demiş. Bu söz üstüne büsbütün galeyana
gelerek geri dönen Avşar süvarileri tarafından Cadı Oğlu kuvvetlerine hücum edilmiş;
bu müsademede Cadı Oğlu öldürülerek maiyetindeki askerden sağ kalanlar da perişan
olmuştur.
Bu hadise için şu türkü söylenilmiştir: (Türkünün tamamı ve mahiyeti yeşil defterin
266’ncı sayfasındadır.)
[VII]
1.Maġara özünde kavġa kuruldu250 Öttü tühek davulbazlar uruldu Gördüm Bozoklu’nuñ beli kırıldı Attan kala oldu canı báġleriñ 2.Deli Hacı’yınan ‘Góġ Ahmet’geldi Hiç aman vermedi hepsini kırdı Bunlara dayanamaz beş böyle ordu251 Kanlı göynek oldu donu báġleriñ 3.Halil Aġa’m her attıġın düşürdü Cad’Oġlu’nuñ tebdilini şaşırdı252 Maġaralı soyuntusun deşirdi253 El verdi ha Gümülek’in daġları 254 4.Maġara çölünde kavġa kuruldu Öttü tühek davulbazlar vuruldu Aslan ‘Hamed’inen ‘Hasan’ varıdı Biñ atlıyı bozar onu báġleriñ 5.‘Halil Aġa’ (da) attıġı[nı] düşürdü Cadı Oġlu (da) tebdilini şaşırdı255 Soyuntusun ‘Maġara’lı deşirdi Áġil bire ‘Gümülek’in daġları
250 şiirin 4 ve 5. dörtlükleri dışındaki dörtlükler 42a’da olmasına rağmen sayfa düzenini bozmamak için 42b’ye yazılmıştır. Bu metnin üzeri çizilmiştir.(hzl.) 251 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 252 tebdil: tedbir. 253 deşirmek: devşirmek, toplamak… 254 Gümülek: Saimbeyli ve Pınarbaşı kazalarının hududunda bir dağ adı. 255 tebdil: tedbir.
138
6.Hep yeġin atlı da Hamzabáġli256 Alışkan tühekli çakmaġı yaġlı Ne ġadar methetsem İrecep Oġlu257 ………………258 7.Paşa Bey’in oġlu Del’Osman Ali Mehmed Aġa alayından zorbalı Kurşuna baġrını vermiş Seyf’Ali İstanbul’a erdi ünü báġleriñ
43a259
43b
‘BOZOK’A SÖKÜN
Mağara mağlûbiyetinden çok müteessir olan Çapan Oğlu Mecit Paşa Avşarları
hırpalamak için hükümet nezdinde her türlü teşebbüste bulunuyor. Lâkin Beyazıd Oğlu
Süleyman Paşa’nın sağlığında arzusuna muvaffak olamıyor.
Çapan Oğlu Süleyman Paşa’nın vefatından sonra en küçük fırsatlardan istifade suretiyle
Avşarlar aleyhindeki tahrikatına devam ediyor. Nihayet aşiretler arasında hiç eksik
olmayan bazı baskın ve katil hadiseleri sebep gösterilerek padişah Sultan Mecid’in
idaresi.
Avşar’ın ‘Bozok’ta iskânı kararlaştırılıyor. Çapan Oğlu Mecit Paşa da bu işi başarmakla
mükellef tutuluyor. Mecit Paşa’nın maiyetine de Deli Başı, Pehlivan Oğlu Abidin
Bey’in kumandasında birkaç bin kişi veriliyor.
Avşarların 1262 senesi ilkbaharında Çukurova’dan Pınarbaşı semtine yaylaya çıkmaya
başladıkları sırada sürgün kararından oymak reisleri haberdar edilerek kendilerine
tatlılıkla ‘Bozok’a gitmeleri lüzumu anlatılıyor, (sol sayfada) Avşarlar Bozok’ta pek
gafil avlandıkları için bu karara karşı (…) başka yapılacak bir iş kalmıyor.
Bütün Avşar güçleri, perişan bir hâlde Bozok yolunu tutuyor.
256 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 257 ne ġadar: ne kadar. 258 bu dörtlüğün son mısrası yazılmamıştır. (hzl.) 259 bu sayfada yer alan notlar 43b’ye ait olduğu için o sayfadaki işaret edildiği yerlere alındı. (hzl.)
139
Bunların çoğu ‘Delicesu’ civarında ‘Sekili’ taraflarında götürülen mevkilere yerleşiyor.
Lâkin hiçbiri oralara ısınamıyor. Hele kış mevsimini ‘Çukurova’, ‘Maraşaltı’ gibi
havası mutedil mahallerde geçirmeye alışmış olan bu göçebe insanlar üzerinde
sonbahara doğru havaların soğuması fena tesir yapıyor. Kış geldikten sonra ise sefalet
ve hastalık daha ziyade artıyor; hayli adam ölüyor.
Sürgün fecaatini gözü ile yakından gören Avşarların Halliuşağı oymağına mensup
Arslan Oğlu şu türküleri söylüyor:
[VIII]
1.Niçün melil duruñ sen Kabak Tepe260 Saña konan eller çok sürdü safa Hâlimiz ‘arz etsek sultana, şaha Emreyledik üstümüze tuġları 2.Altmış ayak kara çadır dutardık Boyu uzun ter cidalar atardık261 Her birimiz bir orduya yeterdik Şindi sıġınç oldu ıssız daġları 3.Zerhoş yürür atlısınıñ yarısı At oynadır ‘axıllısı, delisi262 Ögüt verir aġ sakallı ulusu Kayıp olmuş al yellekli evleri 4.Der Arslan Oġlu’m da söyler gene Lânet eyledim bundan dönene Meydanda kırılak hep yana yana Yaman hayıf oldu kalan saġları
*
Diğer türkü yeşil defterin 170-171’inci sayfalarındadır.
Avşarların bu ‘Bozok’ sürgününe ait acıklı hislerine en iyi tercüman olan Halli Oğlu
oymağına mensup fakat asıl adı meçhul halk şairlerinden ‘İlbendi’dir. ‘İlbendi’nin
türküsü de şudur: (Türkü kareli defterin 101’inci sayfasındadır.)
260 melil: melûl. 261 ter: yiğit. 262 axıllısı: akıllısı.
140
Fakat öteden beri Osmanlı’yı kendilerine en büyük hasım bilen Avşarlar tarafından
nasihat kavlediliyor. Hükümet kuvvetleriyle Avşarlar arasında ufak tefek müsademeler
oluyor. Bu meyanda Avşar’ın Kocanallı oymağından Arık Mahmud’un oğlu İsmail Ağa
vuruluyor, maktul düşüyor. Bu münasebetle Avşar âşıklarından Cingöz Oğlu Seyit
tarafından şöyle bir türkü söyleniyor.
[IX]
1.Boynun áġer Biñboġa’nıñ sünbülü Vaxtında çekilir Avşar’ıñ ili Gün gibi parlıyor meşleyiñ teli Bire’ġalar Kar’İsmail öldü mü?263 2.Dıxılmaz nuhusa çekilir daġa264 Hiç boyun vermez de aġaya, báġe Yalıñız döġüşmüş İsmail Aġa Şu dereler al kanınan doldu mu? 3.Kalet var mı şunuñ dününde265 Bezirgenler işler kârı xanında Emmi, dayı bulunmamış yanında Yâd ellerde kefenini sardı mı?
4.Küfeylâna biner yanı kılıçlı266 Meydana çıkar da arslan dönüşlü Elinde tühek de böġründe xışlı267 Arık Ali Avşar Koca duydu mu?268
44a269
44b270
Bozok sürgününden evvel Adana mütesellimi tarafından Küçcük adlı oğlu karşılık
öldürülen bir kadın tarafından söylenilen ağıt:271
263 bire’ġalar: bire ağalar.//Kar’İsmâ‘il: Kara İsmail. 264 başkasının nüfusu altına girmeyerek isyan eder, dağa çıkar demektir. 265 kalet: galat.// Bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 266 küfeylân: küheylân. 267 tühek: tüfenk. 268 Arık Ali, Avşar Koca//Arık ‘Ali: Arıca Ali omuz çıktı. 269 bu sayfadaki dipnot 44. sayfaya ait olduğu için o sayfada yazılmıştır. (hzl.) 270 bu sayfa deftere ektir. (hzl.) 271 hamiş: ben bu ağıdı Kayseri’de Anber Ağa’dan 31/8/1943’te dinledim.
141
[X]
1.Derelerde biter ışkın Beñli kırıñ yeri deşkin Şu baġrıma dáġe idi Oġlum saña dáġen kurşun 2.Kilime koydum getirdim? Duvar dibine oturdum Küçcügüm “Anam!” dedikçe Ben aklımı yitirdim272 3.Adana’nın uġru yazı Yazıda yayılır yozu Küçcügü öldü deyince Döġdürdüler davulbazı 4.Yazıġ hey Allah’ım yazıġ273 Vallah etmedim azıġ274 Bizim için mi xalk oldu Adana’da Demir Kazıġ275 5.Gene ün oldu, ün oldu Atlı biñ oldu biñ oldu Altı góġ kıratlı oġlum Hayf alacak gün oldu276 6.Dam dama ulaklı derler İçi de suvaklı derler Guçcüge gelin getirdim Al yaşıl duvaġlı derler
44c277 Kargı kaymakamı Sıtkı Tugal Bey’in anlatışına göre Avşar köyleri:
Vilâyet Kaza Nahiye Köy
Konya Çumra Direk Avşar
Konya Bozkır (Çumra’nın Direk nahiyesine mucavir Köyleri)
Afyon Bolvadin İshaklı Avşar
272 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 273 yazıġ: yazık. 274 azıġ: azık.// Bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 275 kazıġ: kazık. 276 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 277 bu sayfa deftere ektir. (hzl.)
142
İslâhiye’nin şark-ı cenubu ve garb-ı cenubunda da Avşarlar var. Kilis’in garp ve garb-ı
cenubu mıntıkalarında da Avşarlar var. Bunların bir kısmı hâlen Suriye hududu
dâhilindedir.
44d
[XI]
1.‘Battal’ı dersen de ġayetten güzel278 Söylemeñ Davud’a dáġmesin nazar İsmail adamı kurşuna dizer Osmannılar fursandınan vurdu mu? 2.Büyük evi dutulur, içi şarıdı279 Umucuya at baġışlar eridi280 ‘Girgin’ erkek, tor mayası varıdı281 Malın aralıġa kisip oldu mu?282 3.Der Seyid’im dünya fenadır fena283 Zalim nasıl kıydın böyle bir câna Arzuhâl gönderin ulu sultana Teşvitci göndersin Avşar kaldı mı?
Avşar’ın İsmail Ağa gibi ünlü bir kahramanı ile beraber daha bazı kimselerin
vurulmaları Mecid Paşa kuvvetlerine karşı mukavemet imkânlarını kırıyor. Oymaklar,
ister istemez Bozok yolunu tutuyorlar.
İçlerinden Hacı Mustafa (…)dan Duman Bey ve oğlu Koca Bey, daha evvelden
Avşarların sürgün edileceğini anlamış olacaklar ki Çukurova’dan Pınarbaşı tarafına
yaylaya çıkmıyorlar. Bir aileleriyle beraber – hısımları karabetleri olan284 Kozan Oğlu
Ahmed Ağa (sonra da Paşa)nın ve biraderi Yusuf Ağa’nın yanlarında Kozan Dağı’nda
tevkif ederek bu suretle sürülmekten kurtuluyorlar; dört sene Kozan Dağı’nda
kalıyorlar.
278 Battal: İsmail Ağa’nın arkadaşlarındandır. 279 ev: derim evi//Büyük ev: Zengin evi//Şarıdı: Şehir idi.// Bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 280 eridi: er idi. 281 girgin: azgın erkek deve. Girgin diye en ziyade dişi develerle çiftleşecek zamanlardaki azgınlık hâline derler. 282 kisib/ kesib: sahipsiz demektir. 283 bu türkünün Anber Ağa’dan dinleyip yazdığım şekli kırmızı defterin 168’inci sayfasındadır. 284 “Kozan Dağı’nda” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
143
Kozan Oğlu Ahmed Paşa’nın biraderi Yusuf Ağa, Duman Bey’in hemşiresi Gümüş
Hatun’un (onun vefatından sonra da diğer hemşiresi Aniş285 Hatun Gümüş Hatun’un
zevci olması münasebetiyle) eniştesi imişti. İşte bu karabet dolayısıyla sürgün
felaketinden, masun kalan Duman Bey ailesi tarafından Avşarların Bozok’tan kaçtıkları
zaman Terkeşli Oğlu, Mucu Oğlu, Abukan’ın oğlu gibi ağalara çok yardım yapılmış.
45a
Bu türkü Avşarların Bozok’a sürüldükleri zaman Avşar kızları ile delikanlıları arasında
karşılıklı olarak söylenilmiş türkülerdendir. Anber Ağa’nın anası o sırada kız imiş:
Anasının emmisinin kızı Eşe Hatun’la beraber bu türküyü söylermiş.
[XII]
1.Yüce daġ başında ekerler darı Ekerler biçerler ederler keri286 Dost için saklarlar havyayı, narı Gülüm,ireyhanım, bir dal fidanım 2.Yüce daġ başında ekilmiş nergis Çalkanı çalkanı ben oldum deñiz Yârimi elimden alıyor bir kız Alma kör olası aġladıñ beni287 3.Yüce daġ başında harman teç olur288 Çirkiniñ koynunda sabah geç olur Sevip sevip ayrılması güç olur Gülüm,ireyhanım, bir dal fidanım 4.Yüce daġ başında ekerler küncü289 Güzele daxarlar altınla inci Dost için saklarlar havya, turuncu Gülüm,ireyhanım, bir dal fidanım
45b
Bilhassa düğünlerde kızlarla erkeklerin290 karşılıklı söyledikleri türkülerden:
285 ¤l�� 286 keri: kârı. 287 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 288 teç: çeç. 289 küncü: yani Susam. 290 “el ele vererek” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
144
[XIII]
Kız: Kalanıñ bedenleri Dönderiñ gidenleri Vuruñ vuruñ öldürüñ Yârin terk edenleri Erkek: Hendáġi hopladıñ mı Fistanı topladıñ mı Oġlan diyor bir öpüş Kız diyor çatladın mı II Kız: Keten köynek kıvırcık Dala konar sıġırcık Eller ne derse desin Benim yârim biricik I Erkek: Keten köynek dizdedir Sevdam ala gözdedir Dediler yâriñ geldi İşte saña müjdedir Kız: İpligi saġladırlar291 Al yaşıl baġladırlar Benim yârim küçücek Vururlar, aġladırlar Kaladan atıñ beni Sáġmene katıñ beni Ben bahamı bilirim Beş biñe satıñ beni Kala kalaya karşı Kalanıñ içi çarşı On beş arşın fistonu292 Yırtarım arşı arşı Erkek: Ay doġdu bedir Allah Bu sevda nedir Allah Ergen kızıñ memesin Baña da emdir Allah
291 çözmekten gelir. Yani çözdürülür demektir. 292 Fahri Bilge tarafından dipnot işaret edilmesine rağmen dipnot düşülmemiştir. (hzl.)
145
Kız: Sarı pabuh yüzüyüm Ben bir daġın kızıyım293 Beni saña verirler294 Getir kâġıt yazayım Oğlan: Sarı pabuc filfili Nerden aldın bu dili Bu dil buranıñ dáġil İstanbul’uñ bülbülü Erkek: Kalanıñ burcuna gel El ettim ucuna gel Zengine damah etme Yıġidiñ gencine gel
46a
Erkek: Karşı karşı havlımız Karşıda harmanımız Sen ordan çık ben burdan Çatlasın düşmanımız Kız: Kepir yerin keveni Oġlan dönder düveni Padişah ferman vermiş Seven alsın seveni Kız: Kala kalaya bakar Kaladan bir su akar Oġlan gel keyf yanıma Ataşıñ beni yakar Erkek: Aya bak yıldıza bak Yannık yapan kıza bak295 Kız Allah’ın seversen Yannıġı terk baña bak296 Kız: Karanfilim beden yâr Bize gelmeñ neden yâr Evvel böyle dáġildiñ Seni bir uġradan var
293 “ben”den önce yazılmış olan üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 294 “beni” den önce “qalanlarıñ” yazılmış fakat karalanmıştır. (hzl.) 295 yannık, keçi derisinden tulum çıkarmak oğku denilen dökülmüş çam kabuğu ile oğuşturarak sahtiyan gibi [ رمpَkم] bir hâle getirilmek suretiyle yapılan yayık. 296 baña/bize.
146
Dama vurdum bir depik Damıñ diregi kepik297 Kız ben seni alırım Allah bilir kim öpük298 Erkek: Karanfilim gökçede Çuxa şalvar ökçede Gel sarılak yatalım İkimiz bir baġçede Kız: Ay doġuyor üstüme Selâm söylen dostuma Dostumdan baña mektup Salacanıñ üstüne299 Erkek: Sarı pabuç tabanda Kız ne gezen yabanda Seni alır kaçarım Beş param var babañda Kız: Durna gibi seslerim Gül, ireyhan ıslarım Seniñ gibi yıġidi Şekerinen beslerim Karanfilim esesde Góġnüm şol fino feste Gel sarılak yatalım İkimiz bir kafeste Karanfil uçan iken Kayfede filcan iken300 Gel seninlen yatalım İkimiz bir can iken
46b
DİN VE İTİKAT
(Yusuf Fakı ile Halil Kâhya’dan ve kısmen Kocabeyzade Mustafa Bey’den izahat
alınarak yazılmıştır.)
Pınarbaşı: 17/11/1940
297 kepik, yıkık demektir. 298 yani kim bilir kim öpmüştür. 299 salaca [Bu kelime Fahri Bilge tarafından işaret edilmesine rağmen açıklanmamıştır. (hzl.)] 300 kayfe: kahve.
147
Avşarlar,301 Orta Asya’dan garba doğru hicret etmezden çok zaman önce ( ) İslâmiyet’i
kabul etmişler: Hepsi de Anadolu’ya Müslüman olarak gelmişlerdir.
Avşarlar, safiyyü’l-mezhep ve Sünnî’dirler. İçlerinden tarikata intisap etmiş olanları pek
azdır. Vaktiyle tarikata müntesip bulunanlardan çoğu Nakşibendî’dirler.
Evvelce Avşarlar, ulemaya çok hürmet ederlermiş; alimlere fakı (fakih) derlermiş. Hatta
fakıları fevkalbeşeri haiz bildikleri için kendilerine rastladıkları zaman olanca safvet ve
samimiyetleriyle yurtlarına davet ederler; umduklarından çok fazla şeyler verirlermiş.
Avşarlar fakıların nefeslerinde kutsiyet bulunduğuna itikat ettiklerinden bir fakı ile
karşılaşınca derhâl bir abuç(tuluk)u302 fakıya üfletmek suretiyle şişirirler ve bunu ağzını
sımsıkı bağlayarak303 hastalarını tedavi için ‘fakı soluğu’ diye saklarlarmış.
Avşarlar, iskânlarından evvel tamamen göçebe hayatı geçirirler; hiçbir yere muntazam
cami mescitler yapamazlarmış.
47a304
47b
Fakat kondukları yerlerde topluca ibadet için bir mahal ayırarak ‘cami damı’ diye bunun
etrafını taşlar veya ağaçlarla çevirirler; arada sırada semtlerine uğrayan fakılar buralarda
namaz kıldırırlarmış. Fakının ezan okuduğu zaman da “fakı öttü” diyerek hulûsu [kalp]
ile ‘cami damı’na toplanırlarmış. Avşarlar içlerinde fakı bulunmadıkça imamlık yapacak
kimseleri olmadığı için namazları ayrı ayrı kılarlar; beş vakitten hiçbirini hiçbir suretle
geri bırakmazlarmış. Hatta baskın (çapul) yaptıkları zamanlarda bile atlarının başlarını
ön ayaklarına veya üzengilerine bağlayarak yine namaz kılarlarmış. Bir fakıyı davet
edecek erkek bulunmadığı zamanlarda küçük Avşar çocuklarının bile ellerine birer
demet ot alıp “Fakı, fakı! Gel, gel!” diye otları göstererekten (…)305 ‘cami damı’na
kadar getirdikleri rivayet edilmektedir. Fakıikincili köylü Yusuf Fakı, hâlen Emegil
خvز/اvmر 301302 bu tuluğa ‘Yasin yayığı?’ da diyorlar. 303 “fakı soluğu diye” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 304 bu sayfadaki notlar 47b’ye ait olduğu için oradaki işaret edilen yerlere yazıldı. (hzl.) ¨vآrxى 305
148
köyünün bulunduğu mahalde ırmak kenarındaki çadırlarında mesakin Avşarlar
Ramazan için öttürmek maksadıyla Sarımsaklı’dan getirmiş oldukları fakıyı
“Muhayat306 olun” diye karılarına ve çocukların bırakarak yine baskın yapmak üzere
etrafa dağılmışlar. Fakı etrafı çadırlarla ihata olmuş bir yerde iken canı sıkılmış. Biraz
gezmek için bu muhitin haricine doğru yürümüş. Bunu gören bir Avşar kadını307 “Fakı
kaçıyor. Yetişiñ” diye diğer kadınları ayaklandırmış. Hep birden koşup fakının etrafını
çevirmişler. Yerden ot koparıp fakıya “Fakı fakı” diye göstererek fakıyı çadırlar
ortasındaki ‘halaka’ dedikleri mahalle getirmişler. Fakat sonra da bu (…) kaçırmışlar.
Avşarlar Ramazan’da oruçlarını da kazaen tutarlar, fakı bulunduğu takdirde akşamları
fakı öttükten (ezan okuduktan) sonra iftar ederlermiş. Fakı ötmezse her tarafı karanlık
bassa bile iftar etmezlermiş.
Eski devirlerde hemen bütün servetleri baskın (çapul) mahsulü olmakla beraber malî
kudretleri müsait bulunanlar ekseriya ‘Hicaz’a da giderlermiş. Baskın (çapul) yapmak
suretiyle biriktirdikleri serveti ‘ganimet’ mahsulü ve helâl bildikleri için hariçten gelen
‘fakı’lara ve diğer fukaraya ‘zekât’ da verirlermiş.
Avşarlar herhangi bir iş için karar verdikleri zaman bu kararı tatbik edeceklerine dair
‘yemin’ mahiyetinde ortaya bir değnek koyup kararı tekrarlayarak değneği atlarlar;
ölseler bile kararlarında nükûl etmezlermiş.
Avşarlardan bazı aileler nezdinde ‘hamaylı’ tabir edilmiş ayet, hadis ve dua yazılı
masura şeklinde bükülüp muşambaya sarılmış, gümüş veya meşin mahfazaya konulmuş
şeyler vardır.
Avşarlar da “ciddî mesail için” filânın hamaylısı canıma uğramış, bu işten habarım yok”
diye hamaylıyı dahi görmeden yemin edildiği vakidir.
BATIL İTİKATLAR
Bütün iptidaî kavimlerde olduğu gibi Avşarlar arasında da yakın zamanlara kadar çok
batıl itikatlar yaşamıştır. İşte bu hâliden olmak üzere hastalarını tedavi için üfürükçü
fakılara üfürtürler; fakı bulamadıkları zaman evvelce fakıya üfürtüp şişirttikleri
306 muhayat: mukayyet. 307 “diğer kadınlara” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
149
‘tulum’u getirip bağlı olan ayağının birindeki bağı gevşetmek suretiyle hastanın ağzına
fıslatırlar; “Fakı soluġu fıslattık” diye hastanın kısa bir zamanda iyileşeceğine,
iyileşmediği takdirde ölünce cennetlik olacağına inanırlarmış.
48a308
48b
Ay ve güneş tutulunca kıyamet kopacak diye korkarlar; bir kısmı “Kadasını aldıġım
Kara Tañrı”309 diye ellerini açarak çağrışırlar. Bir kısmı da ayı veya güneşi kurtarmak
için muttasıl silâh atarlarmış. Böyle anlarda yurtlarında fakı bulunduğu takdirde “Aman
fakı öt. Kıyamet kopacak.. Kara Tañrı bize ġazab etti; aman öt!.” diye fakıya ezan
okuturlarmış.
49a310
49b
AHLÂK, ÂDAT
Avşarlarda evvelce büyüğe hürmet etmeyen bulunmazmış. Aile fertlerinden her biri
daima büyüklerinin emrini yerine getirdiği gibi aşiret de reisinin bütün emirlerine
inkıyat ediverirmiş. Hatta canlarını, mallarını aile veya aşiret reisinin emriyle tamamen
feda etmekten hiç çekinmezlermiş. Aşiret ve aile reisleri de kendilerine tâbi olanların
refah ve saadetlerini her vakit düşünürler; hiçbirine hiçbir zaman ağyara minnet
ettirmezlermiş.
Büyüklerinin çok ciddî ve samimî alâka ve himayelerine mazhar olan311 fertler için
bütün ve varlıkları sayılarına mahsus ve münhasır bilinirmiş.
Bu telâkkiye misal olarak anlatılan hadiseler yazmakla bitmeyecek derecede çoktur.
Bunlar meyanında Kocabey’in oğlu Mustafa Bey ile Halil Kâhya’dan duyduğum bir
vakayı aynen aşağıya naklediyorum:
308 bu sayfa boştur. (hzl.) 309 “muttasıl silâh atarak” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 310 bu sayfa boştur. (hzl.) ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) ”ا©rا“ 311
150
Avşarların Pınarbaşı mıntıkasında iskânlarından birkaç yıl sonra yine bir fırsat bulup
Ceyhan ırmağının şark tarafındaki Tecirli aşireti üzerine baskın yapan bir ‘zorba’
içindeki süvarilerden ağır surette mecruh düşen Avşar’ın Torun aşiretinden Ekiz adlı bir
şahsa “Ekiz yarañ nereñde?” deyince
50a312
50b
“Báġ bilir” cevabını vermiştir. Arkadaşları “Yara sende, báġ ne bilsin” dedikleri hâlde
‘Ekiz’ yine (…) “Báġ bilir!” diye mukabelede bulunmuş; bunu duyan beğ de derhâl
cerrah çağırtarak sadık ve fedakâr adamını tedavi ettirmiştir.
Avşarlar kendilerine misafir ve iltica suretiyle gelenlere karşı da pek vefakâr imişler.
Hele misafiri izaz ve ikram için hatıra, hayale gelmez fedakârlıklar ve
müsamahakârlıklar gösterirlermiş. Aile reisi olan erkeğin çadırda ve yurtta bulunmayışı
erkek misafir kabulüne engel sayılmaz, çadırda yalnız bir kadın bulunsa bile gelen erkek
misafir kemal-i samimiyetle kabul edilirmiş.
1304 senesinde ‘Karamuklu’ köyünde meskûn Recep Oğullarından ve Arap Hasan
ahfadından Halil Ağa’nın oğlu Mehmed Ağa hakkında adliyeden ‘ahz ü girift’
müzekkeresi verildiği kendisinin kaçak olduğu ve ailesinin Toros Dağları’nın ‘Develi’
ile ‘Haçın’313 kazaları arasındaki ‘Gezbel’ adlı yaylaya mühür vurduğu bir çadırda
yalnız bulunduğu bir sırada yaylaya Develi mıntıkasından bir erkek misafir gelmiş.
Mehmed Ağa’nın karısı misafiri çadıra alarak çok fazla izaz ve ikram etmiş, hatta
akşama da alıkoyarak yatıp (…)314 sonra yan yana yatak yazmış, yani sermiş. Her ikisi
de ayrı ayrı
312 bu sayfa boştur. (hzl.) 313 Haçın: Saimbeyli. ال|�آ�ن 314
151
51a315
51b
yataklara yatmışlar. Kadın misafirin yatmadan bakışlarından şüphelendiği için
uyumamıştı. Aradan biraz vakit geçince misafirin eli kadının üstüne doğru uzanmış.
Kadın bu elin uyku esnasında bilmeyerek uzanmış olması ihtimalini de düşünerek
kemal-i ciddiyetle316 misafirin elini ona ait yorganın altına götürüp örtmüş. Fakat bu
hadise 15-20 dakika sonra tekrar etmiş. Kadın da yine aynı surette harekette bulunmuş.
Yarım saat kadar sonra aynı elin tekrar kendisi üzerine uzandığını gören kadın bu defa
müsamahakârlığı bırakarak misafirin ellerini bir iple bağlayıp yorganını örtmüş.
Pek az sonra bir at kişnemesi duyulmuş. Kadın317 kocasının geldiğini anlayarak çadırın
önüne çıkmış. Kocası atını bağlayıp çadıra girince kocasına yemek hazırlamaya
başlamış. Kocası yemek önüne gelince “Kele! Misafiriñ de mi var?” demiş. Kadın da
“He!. Var.” demiş. Kocası da:318 “Çaġar da beraber yimá yiyelim” demiş. Kadın da
buna karşı “Misafir baña küskün. Kalkmaz” demiş. Kocası “Misafir küstürülür mü?
Niçin küstürdüñ?” demiş. Kadın da “Elini üzerime attı. Ben de baġladım. Onuñ için
küstü” demiş.
Bunun üzerine Mehmed Ağa misafiri eliyle dürterek
52a319
52b
“Kalk, baba; kalk! Onuñ göynü olmazsa beni de yanına koymaz” demiş ve misafirin
ellerini çözmüş. Lâkin çok mahcup vaziyete düşen misafir karşısında pür silâh gördüğü
Mehmed Ağa’nın yanında titremekten kalkıp yemek yemeğe muktedir olamamış.
Sabahleyin şafak sökerken de Mehmed Ağa’nın ve karısının uykuda bulunmalarından
istifade ederek savuşup gitmiş.
315 bu sayfa boştur. (hzl.) 316 “eli” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 317 “bu eli” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 318 “böyle” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 319 bu sayfa boştur. (hzl.)
152
Avşarlar evvelce iffet ve namus hususunda pek hassas davranırlarmış. Bu hassasiyet
bazen makul ve mutedil haddi çok tecavüz eder, bazen de su-yi tefehhüm yüzünden
katil hadiseleri vuku bulurmuş.
320Yusuf Fakı’nın babasından duyup anlatışına göre Uzunyayla’ya Çerkezler
yerleştirilmezden 20-25 yıl evvelce Uzunyayla’nın ‘Boran Deresi’ mevkiindeki321
yurtlarında yaylamakta olan Avşarların ‘Torun’ aşiretinden Hössük Oğlu Halil Ağa’ya
Avşar beylerinden322 Recep Oğullarından ve Arap Hasan ahfadından Çerkez Bey ile
Sarı Veli Oğlu İbrahim Ağa misafir geliyorlar. Halil Ağa’nın misafirlere mahsus
çadırında hep beraber oturdukları sırada Halil Ağa’nın gelinlerinden biri323 ‘Derim
evi’nden çıkıp misafir çadırının civarından geçerek pınardan su almaya giderken misafir
çadırına bakmış olmasından dolayı Halil Ağa hiddetlenerek derhâl tüfeğiyle ateş edip
gelini vuruyor. Gelinin Halil Ağa tarafından değil oğullarından biri tarafında
öldürüldüğünü söyleyenler de vardır. Lâkin asıl mesele Avşarlar tarafından324
53a325
53b
ortada iffetsizlik telâkki edilecek en küçük bir hâl bulunmadığı hâlde sırf namusa
müteallik su-i tefehhüm yüzünden cana kıyılmasıdır.
* * *
Avşarlarda bazı safiyane ve pek safdilâne hareketler de vardır:
Pınarbaşı kazasının326 kıble tarafında şimalden cenuba doğru uzanan - en mürtefi
mahallî mevkiine nispetle tahminen 300 metre kadar yüksek – ‘Şirvan’ adlı bir dağ
vardır. Sonbahar mevsimlerinde bu dağın şarkında327 1276 senesine kadar Avşar’ın
320 “Avşarların iskânından” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 321 buradaki üzeri karalanmış kelime noktasız olarak yazıldığı için okunamadı. (hzl.) 322 “de” bağlacının üzeri çizilmiştir. (hzl.) 323 “harem” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 324 “sırf su-i tefehhüm eseri olarak” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 325 bu sayfa boştur. (hzl.) 326 “kazasının merkezi olan (…) [ی��v¢]” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 327 “Avşarların” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
153
Torun oymağı, garp eteğinde de ‘Emeğil’, ‘(…)’328, ‘Bağçacık’, ‘Kızıldere’, ‘Gürlegen’
mevkilerinde de Deliler oymağı yaylarmış. Bu iki oymak da aynı zamanda yek diğerine
hasım vaziyetinde imiş. İlk akşamdan uğradığı açık havalı günlerden birinde bir iki
akşam evvele nazaran tulûu gecikmiş. Şirvan’ın garbında oturan oymak halkı bunu,329
şarkında bulunan oymak halkı tarafından ayın tutulmasına hamlederek içlerinden biri
komşularına “Ne duruyorsuñuz ‘Torun’ ayı tuttu. Atlanın bakalım!” diye bütün oymak
halkını tahrik ediyor. Her at sahibi silâhını alarak besili ve ‘tavla’larda ham bir hâlde
bulunan atına binerek hepsi birden ‘Şirvan’ dağın yamaçlarına olanca hiddet ve
süratleriyle tırmanıyorlar.330 Yükseklere doğru tırmandıkça atların tahammülleri
kalmamış. Çoğu çatlayıp ölüyor.
54a331 54b İçlerinden atları daha332 mukavim bulunan birkaçı333 ‘Şirvan’ tepesine çıkmak üzere
iken ayın başlarına doğru yükselmekte olduğunu görüyorlar. Lâkin334 bu ana kadar
atlarının mühim bir kısmını öldürmüş bulunuyorlar. Bununla beraber vaziyetten hiç de
müteessir olmayarak içlerinde en akıllı ve hatırlısı335 diğerlerine hitaben “Emiyeti yok,
ölen at olsun.. Şu ‘Torun’uñ elinden ayı kurtardık. Ölenleriñ birinden gene at alırız”
diye teselliye mütefahiren mukabelede bulunuyor.
Bunların ‘Şirvan’ [Dağı’na] tırmanıp da atlarını öldürdükleri mahal hâlen ‘Atkıran’ diye
anılmaktadır.
Bu oymak halkının sakin bulundukları mahallin üst tarafındaki tepeden içlerinden
bazıları bir gün büyük büyük kayaları yerlerinden söküp aşağıya doğru yuvarlarlarmış.
Bu sırada aşağıda bulunanlardan bir kısmı da arkadaşların iltihak etmek üzere yokuşa
tırmandıkları sırada yine yukarıdan336 büyük bir kaya parçası337 yuvarlanmış. Aşağıda
328 �}p ªت 329 “ayağına” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 330 “atına” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 331 bu sayfa boştur. (hzl.) 332 “makam” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 333 “tepenin başına” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 334 “başlarında” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 335 “kımı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 336 “yuvarlanmış” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 337 “nın kendilerine doğru gelmekte olduğu” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
154
(…)338 mahal kalmaması için yukarıdakilerden biri aşağıdan gelmekte olanlara
“Emmiteler, üstüñüze kaya varıyor. Sapıñ. Kaçıñ!” diye bağırıyor. Fakat bunlar
yukarıdan gelen sesi hiç nazar-ı itibara almıyorlar.339 İçlerinden birinin “kayayı
ürküdelim” demesi üzerine hepsi birden olanca azamet ve sürati ile kendilerine yaklaşan
kayaya doğru bağrışarak hücumda bulunuyorlar. 340Nihayet kayayı ürkütmek uğrunda
aralarından birini kurban verip geri dönüyorlar.
55a341
55b
Bu safdil adamlardan biri342 mehtaplı bir gecede daha genç olanlardan birine “Bir su
getir de içek” diyor. O da civardaki kuyuya su çekmeye gidiyor. Kuyunun başına varıp
su çekmek üzere aşağıya eğilince ayı kuyuda görüyor.
Bunun üzerine oradaki cemaate “Aman emmiler, ulaşıñ. Ay kuyuya düşmüş. Şindi ölür.
Çabuk kurtaralım” diye sesi çıktığı kadar feryat ediyor. Bu sesi duyanlar hepten koşup
kuyunun başına geliyorlar kine hakikaten ay kuyunun içinde.. Derhâl çengelli bir sırık
buluyorlar. Bunu kuyuya sallıyorlar. “Kancayı aya takıp çekelim” derken hakikaten
kanca kuyunun bir tarafına takılıyor. Bunu kurtarmaya birinin kuvveti kâfi gelmiyor.
Hep birden sırığa sarılıyorlar. Olanca kuvvetleriyle çekerken kanca kırılıyor; cümlesi de
sırt üstü düşüyorlar.
Arkaları yere gelip yukarıda ayı görünce “Çok zahmet çektik emme. Emegimiz boşa
gitmedi. Ayı kurtardık.” diye seviniyorlar.
338 jتpsیp m 339 “kayayı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) ”مv¨�ر/مvmvر“ 340341 bu sayfa boştur. (hzl.) 342 “bir gün” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
155
56a343
56b
BINICILIK VE SILÂH KULLANMA
(Avşar Kocabey’in oğlu Mustafa Bey’le Yusuf Fakı’dan ve Halil Kâhya’dan izahat
alınarak yazılmıştır.)
Pınarbaşı: 18/11/1940
Evvelce kullanılan silâhlar (…)344 tadad edilecek
Kadınlardan kahramanane ata binip silâh kullananlar.
Avşarlarda at ve silâh öteden beri345 yiyip içmek kadar mühim bir ihtiyaç sayılmaktadır.
Bir ailede erkek çocuklar yürümeye başlarken ayaklarının arasına değnek alarak ‘at’
diye bununla346 koşarlar;347 7/8 yaşlarında iken de hakikî ata binmeye başlarlar. Silâh
kullanmak için 4/5 sene daha beklerler. Ancak 11/12 yaşlarında silâhlanabilirler.
Avşarların at üzerinde gösterdikleri harikalar ve silâh istimalindeki çeviklikleri her
zaman hayret ve takdirle karşılanmaya şayandır. Eski Avşarlar arasında süratle348
koşan349 atın eğeri üstünde ayaklarını350 havaya kaldırarak tepesi üzerinde duranlar, bu
hareketi müteakip hiç düşmeden atın karnından dolaşıp bir taraftan diğer tarafa geçenler
sayılmayacak kadar çokmuş.
(ezcümle Koca Ağa)
Çakmaklı tüfekleri gayet seri bir surette doldurup atmaktaki çabukluk ve maharetleri
de351 fişenkli martin kullananları geride bırakacak derecedeymiş.
343 bu sayfa boştur. (hzl.) رت��vت� 344345 “yemek” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 346 “koşturdukları gibi” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 347 “daha” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 348 “at” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 349 “diğer” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 350 “jx��” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 351 “aynı derecede” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
156
Avşarların değnek oynamaları bile hâlen görülmeye lâyıktır. Hele vaktiyle değnek
oyunlarındaki maharetleriyle tanınmış bazı Avşar beğlerinin ve ağalarının gösterdikleri
maharetler bugün dahi takdirle anılmaktadır.
Ezcümle ‘Recep uşağı’ diye anılan meşhur ‘Recep Oğlu’
57a352
57b
ahfadından ‘Hacı Mustafaoğlullarından’ olup da 1930 senesinde 105 yaşında bulunduğu
hâlde vefat eden ‘Koca Beğ’in 8 okka ([10,26356]kilo) sıkletindeki değneği hayrete
şayan bir çeviklik ve süratle kullanışı, vaziyeti yakından görüp bilenler tarafından
maharetlerine misal olarak söylenmektedir.
Koca Beğ adi değnekleri at üzerinden 80-100 metreye kadar atar ve ekseriya hedefe
isabet ettirirmiş.
Şimdi de Mustafa Beğ Oğullarından Mustafa Beğ değnek oyunlarında merhum
babasından geri kalmadığına delâlet eden maharetler göstermektedir.
Avşarlardan ata binenler ve silâh kullananlar yalnız erkeklerden ibaret değildir. Avşar
kadınları arasında da çok iyi ata binen ve silâh kullanan kimseler yaşamıştır.
Son zamanlarda bile böyle Avşar kadınları görülmüş, hatta içlerinden ‘Pınarbaşı’
kazasına bağlı ‘Pazarviran’ nahiyesinin ‘Oruçoğlu’ köyünden ‘Hamet Kâhya’ kızı ‘Elif’
böyle maharetlerinden başka köy işlerine alâkası ve müstesna kavrayışı itibarıyla ve
halkın intihabıyla 4 yıl muhtarlık bile yapmıştır.
58a
ÇOCUK OYUNLARI
Avşarlarda ‘arakesmeç’, ‘tura’, ‘seklemdüz’, ‘yayan değneği’, ‘çelik’, ‘köy göçtü’,
‘hoplaşma’, ‘saklambaç’ gibi çocuk ve delikanlı oyunları vardır.
352 bu sayfa boştur. (hzl.)
157
Arakesmeç Oyunu:
Çocuklar veya delikanlılar ortaya bir kişi tarafından nakli kabil ‘kala’ adı verilen bir taş
koyup asgarî beşerden aşağı olunmamak üzere müsavi miktarda iki tarafa ayrılırlar. Bir
kâğıt parçalar ve yahut yonga veya küçük yassı taş üzerine sert bir madde ile çizgi çekip
bunu havaya fırlatırlar. Daha evvelden iki taraftan biri353 havaya fırlatılan kâğıt, yonga
veya taşın çizgili tarafı üste yahut alta geldiği takdirde ‘kalacı’ olmayı kabul etmiş
bulunur.
Yere düşen kâğıt, yonga veya taşın çizgisini hangi tarafında dediğine uygunsa o taraf
‘kalacı’ olur. Diğer tarafı kalaya yanaştırmamak için yirmi adım geriden daire-yi masdar
çevirip kaleyi muhafaza altına alır. Daha geride kalan diğer taraf kala muhafızlarının
üstüne saldırıp içlerinden biri veya birkaçı muhafızları şaşırtarak ‘kalaya’ temasa çalışır.
Temas vaki olduğu anda ‘kala bekçisi’ bulunan taraf mağlûp sayılır. Mağlûbiyet cezası
olarak da galipler, muhafızların bulundukları yirmi adımlık mesafeden kalaya kadar
birer birer sırtlarına alınıp kalanın yanında yere indirilir.
58b
Kala bekçiliği vazifesi galiplere bırakılır. Bu minval üzerine oyun saatlerce ve bazen
akşama kadar sürer. Tamamen veya ekseriyetle mağlûp olan taraf galip tarafa ziyafet
borçlanır.354 Ertesi günkü yemek toplantısı için mağlûp tarafın evlerindeki büyükleri
akşamdan hazırlığa başlarlar. Yemekte galip ve mağlûp355 gençlerin babaları, dedeleri
de bulunurlar. Şakalaşarak ve galiplerin büyükleri “Benim oġlum filân oġlunuñ kızına
doġmadı” veya “Bizim cinsimiz şöyle atmaca, böyle şahbazdır. Tuttuġunu koparır”
şeklinde tefahür ederek anlatırlar. Yemekten sonra da gençler başka bir odaya veya
çadıra çekilip arkadaşlarıyla vakit geçirirler. Geceye rastlarsa aralarında ‘saklambaç’
oyununu oynarlar.
353 “çiftini” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 354 “bu ziyafette” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 355 “tarafın” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
158
Saklambaç Oyunu:
Bu oyun yine iki taraf arasında oynanır. Her iki tarafın (…)356 olan hüküm ve hakkında
bulunan bir ‘ebe’ tarafından iki taraftan birine mensup357 gençlerin gözleri yağlıkla
bağlanır.358 Bu esnada diğer taraf sıvışıp her biri bir mahalle gizlenir. Gizlenme işinin
tamam olduğunu anlayan ‘ebe’ kapalı gözlerdeki yağlığı çözer. Gözleri açılanlar bir
lâhza düşünüp gizlenenleri bulundukları mahaller hakkında mütalâa serd ederler. Hangi
mütalâa ekseriyeti kazanırsa o tarafa teveccühle tahkike başlarlar. Bu esnada arayanlar
arananlardan birini bulduğu anda kendileri galip ve aranılan mahalde bulunan taraf
mağlûp olur. Fakat arayan taraf muhalif semte giderek araştırma yaparken
aranılanlardan biri gizlendiği mahalden ebenin yanına gelip ‘bulamadıñız’ diye
bağırınca arayanlar mağlûp sayılarak tekrar gözleri bağlanmak suretiyle taharriyete
devama mecbur tutulur.
Bu minval üzere üç defa mağlûp olan taraf yine ziyafet borçlanır. Ziyafet aynı şekilde
tekrarlanır.
59a
Seklemdüz:
Bir meydana 20-30 delikanlı birikir. Orta? ‘kala’ denilen bir taş bulundurulur.359
Toplanan gençler arasından en gözü açıkgözü “Ben sekecegim. Filânı baña arkadaş
veriñ” diye birini ister. Kendisi ‘kala’nın yanında mevki alır. Onun istediği genç de
derhâl koşup kalaya doğru yol almaya başlar. Lâkin çabuk hareket etmezse diğer
gençler arkasından üstüne atılıp sille tokat vurmaya başlarlar. Çabuk hareket ederek
kalaya kavuşursa fuzulî sille tokat yemekten kurtulur. İki genç bir araya gelince her
biri360 sağ 361dizden büküp yalnız sol ayak üstünde seke seke etraftaki gençlerin doğru
yürür. Hariçtekiler ise bu iki gencin bükülü bacaklarını açtırıp yere bastırmak
maksadıyla üzerlerine saldırılar. Hücuma maruz kalan genç sağ ayağı yere basmadan
م»ª ��/م»��� 356 357 üzeri karalanmış kısım okunamadı. (hzl.) 358 “yani başlayanı” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 359 “içlerinden” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 360 “kalada bulunan gençle birlikte” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 361 “bacağını” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
159
aynı362 ayakla muhacimlerden hangisine vurmaya muvaffak olursa vurduğu genç aynı
tarzda sekmek cezasına mahkûm olur. Derhâl kalaya doğru koşmaya başlar. Arkasından
hücuma da uğrar. Çabuk hareket ederse sille tokat yemeden kalaya kavuşur. İlk defa
kalada arkadaş çağıranın yaptığı gibi sekmeye iştirak için başka bir genci daha yanına
ister. Saatlerce bu oyun da böylece devam eder. Açıkgözler sille tokat yemeden akşamı
bulur. Biraz sersemceleri de akşama kadar363 yorulur. Hayli sille tokada da maruz kalır.
Etrafta bu oyunu seyreden yaşlı adamlar tarafından oyuna iştirak eden gençlerin
kabiliyetleri veya beceriksizlikleri hakkında mütalâa yürütülür.
59b
Tura:
Bir meydana toplanan gençlerden iki açıkgözü ellerinde yün içinde parmak kalınlığında
bükülüp kıvratılmış ve uçları avuç içine alınmış birer tura bulunduğu hâlde diğer
arkadaşlarından ayrılır, karşı karşıya geçerler. Topluluktan müsavi miktarda
arkadaşlarını seçerler. Oyun, bir köy gençleri arasında oynanılıp ayrı ayrı köyler halkı
beyninde vuku bulduğu takdirde müsavat aranmaksızın iki köy halkı ayrı ayrı
karşılaşırlar.
Turayı hamil en hasur364 genç diğer tarafa saldırarak cemaatindekilerden birine elindeki
turayı ‘şırakk!’ diye yapıştırıp olanca hızıyla arkadaşlarının yanına doğru kaçmaya
başlar. Diğer taraftaki turalı genç de onun arkasından koşup arkadaşlarına kavuşmadan
yetişebilip mümkün olduğu kadar tura vurur. Kaçana yetişemezse ve kendisine
güvenirse mukabil cemaatten birine veya bir kaçına saldırıp turasını vurur ve geri kaçar.
Onun arkasından da tecavüze uğrayan tarafta kendisine güvenen diğer bir genç aynı
şekilde mütecavizin üstüne saldırır. Yetişip vurabilirse ne alâ. Yetişemezse ve kendisine
güvenemezse geri döner. Turayı kendisine güvenen bir diğer arkadaşı alır.
Hulâsa şahbaz olan hiç tura yemeden diğer tarafı hırpalamaya muvaffak olur.
Şahbazlıktan nasibi olmayan taraf da yediği dayakla kalakalır. Bilhassa düğünlerde iki
köy halkı arasında oynanan tura oyunu çok iddialı olur. Müteakip düğünlerde de yine
362 “sol” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 363 “hayli” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) v¬mر 364
160
böyle iddialı tura oyunları oynanır. Tura oyununda şahbazlık gösteren gençler de emsali
ve büyükleri beyninde takdirle karşılanır. Hele şahbaz gencin seyirci kızlar arasında bir
de sevgilisi olursa bu kızın sevincine hiç payan bulunmaz.
60a
Yayan Değneği:
Oyun evvelden 2-2,5 santim kutrunda ağaç dallarından veya fidanlarından yapılmış 1-
1,5 metre uzunluğunda değnek bulunan ve iki tarafa ayrılan genç arasında oynanır.
Gençlerin kâffesi bir köy halkından olursa her iki tarafta bulunanların miktarında
müsavat aranmaz. Başka başka köyler halkı arasında müsavat aramaksızın cemaat 20-30
adımlık aralıkla iki taraf olur. Hatta böyle oyunlara iştirak edenler arasında 60-70
yaşında ihtiyarlar bile görülür.
Oyuna başlarken bir tarafta bir şahıs diğer taraftaki bir şahsa ismini biliyorsa ismi, adını
bilmiyorsa diğer yarar vasfını söyleyerek “Filân! Kendini sakın. Al, varıyor” diyerek
değneği işaret ettiği kimsenin üstüne uzunluğuna fırlatır.
365Atıcı mahir ise değnek vızlayarak hedefine ulaşır. Hedef ittihaz olan şahıs şahbaz ise
elindeki değneği ile çarparak vücuduna değmeden karşıdan atılan değneği yere düşürür
veya başka tarafa yöneltir. Eğer müdahaleye muktedir olamazsa karşıdan gelen
değneğin rastlayan yerine tesirine göre az veya çok iz bırakır. Hatta bazen yara bile
açar.
İlk değneğe hedef olan şahıs kendisine güvenirse bu da aynı tarzda diğerine değnek
fırlatır. Böylelikle iki taraf yek diğerlerine değnek atarken çok kızılıp aralarında
mesafeyi kısalta kısalta bazen birbirlerine de girerler. Böyle anlarda hariçteki yaşlı ve
hürmete şayan seyircilerin araya girmeleri ile oyun sona erer.
Oyun esnasındaki vukuattan dolayı hiç dava edilmez. Hatta dargınlık bile olmaz.
365 “değneği” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
161
366Oyun esnasında kafa yarılmak, göz çıkmak gibi hadiseler mükerreren vaki olduğu
gibi nadiren ölüme sebebiyet verildiği de görülmüştür. 19’uncu asırda Hassa ve Tözgün
köyleri arasındaki değnek oyununda ölüm vuku bulmuştur.
60b
Çelik:
Bu oyunda iki tarafa müsavi sayıda ayrılan çocuk veya gençler arasında oynanır.
Çelik, 2-2,5 santim kutrundaki ağaçtan 15-20 santim uzunluğunda iki başı düzgün
kesilmek suretiyle yapılır. Yere bir metre mimli367 toprak üstünde kalan başı düz
kesilmiş 5/6 santim kutrunda amudî bir kazık çakılır. Çelik kazığın düz başın
uzunluğuna ufkî ve mütevazî olarak konulur. Kazığa 7-8 metre mesafeden bir gencin
elindeki değnek kalın ucu bir tarafa ve ince ucu diğer tarafa ait olmak üzere kazığa
kadar değnek daima bir tarafı yere tutunup diğer başı havadan yere yatırılmak368 ve
kazığa kadar uzunluğuna ölçülmek suretiyle götürülüyor. Kazığa369 hangi uç ulaşırsa370
elinde 70-80 santim tavlinde 2-3 santim kutrunda bir değnek bulunan çocuk veya genç
tarafında çeliğe geri taraftaki altından şiddetle vurulup; çelik371 çelinir. Çelince fırlayan
çelik, (…)372 tarafta kazığa 3-5 metre mesafeden 20-30 metre mesafeye kadar ellerinde
müteaddit dalları bulunan birer çalı tutulan gençler tarafından yere düşmeden bu
çalılarla altından373 tutulmak istenilir. Eğer elinde çalı tutan gençlerden biri çeliğe yere
düşmeden çalısı ile tutunmaya muvaffak olursa çelen genç tekrar çelmek hakkını
kaybeder. Diğer arkadaşı çelmeye başlar. 374Çelik mukabil tarafta çalı ile tutulamaz da
yere düşerse yerden alınınca kazığa doğru elle atılır. Kazığa kadar olan mesafe çelenin
elindeki değnek ile ölçülür. Bunun müteaddit çelmeler ait yekûnu elliyi bulunca diğer
taraf çelen tarafa nazaran mağlûp sayılır.
366 “değnek” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 367 �x|lم 368 “suretiyle” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 369 “ulaşıldığı zaman” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 370 “o taraf çeliği çeler” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 371 “fırlayıp” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 372 jآ�rªم/jآ�r|م 373 “tutulup yere” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 374 “bunu” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
162
Mağlûp galip biri ‘yeter!’ deyinceye kadar sırtları ile taşıyıp gezdirmeye mecbur tutulur.
Seyirciler tarafından da galipler takdirler, alkışlarla karşılanır. Mağlûplar ise çok gülünç
olur.
61a
Köy Göçtü:
Bu oyuna iştirak eden yek diğerinden birer adım aralıkla mahsusî375 bir daire hâlinde
toplanan gençlerin ellerinde 70-80 santim uzunluğunda 1,5-2 santim kutrunda birer
değnek, önlerinde değneğin ucunu sokmaya mahsus 2-3 santim derinlikte ve dairevî 5-6
santim genişlikte birer çukur bulunur. Herkesin değneğinin ucu önündeki çukura
sokulur. İçlerinde ‘ebe’liğini diğerlerine kol indirerek ve kendisine mahsus çukuru
bulunmayan bir açıkgözü kendi değneği değene ‘köy göçtü!’ diye bağırarak
yanındakilerden birinin çukuruna sokar o zaman oyundakilerin her biri376 değneğini
evvelce tuttuğu çukurdan diğer bir çukura sokmaya mecbur olur. Bunlardan hangisi
çukur bulmakta gecikir ve çukursuz kalırsa ebe onu alnına sağ elinin avucu içine bükülü
orta parmağını377 birden açarak ‘şark!’ diye vurur.
Oyun aynı şekilde tekerrür eder. Şahbaz olan alnına hiç fiske vurdurmadan oyundan
çıkar. Açıkgözlük gösteremeyenlerin ise alınları fiske yiye yiye oyunun sonunda şişer.
Bu vaziyete düşen genç ise alnındaki fiske yeri kayboluncaya kadar cemiyete iştirak
edemeyecek derecede mahcup olur. Böyle vaziyete düşen gençlerden378 nişanlı
bulunanlarının nişanlı kızlar tarafından beceriksiz diye reddolundukları vakidir. Meselâ
Pınarbaşı’nın Aslanlarlu Akpınar (…)379 köyündeki bir gencin Emegil köyündeki
nişanlısı nişanı bu yüzden bozmuştur.
375 �¬|~vªªم 376 “kâffesinin değnekli” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 377 “ile” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 378 “birinin” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) مrیrى 379
163
61b380
62a381
62b
EVLENME VE DÜĞÜN
Bazı iptidaî aşiretlerde olduğu gibi buluğa ermeyen ve reşit olmayan Avşar erkeklerinin
evlendirilmeleri hiç vaki değilmiş. Bilakis bir erkeğin evlenebilmesi için baskınlar
yaparak ve hiç değilse ‘zorba hâlinde’ topluca yapılan baskınlara iştirak ederek
kahramanlık göstermesi, adam öldürmesi meşrut imiş. Esasen kızları olanlar da böyle
kahramanlık göstermeyen bir Avşar gencine kız vermezlermiş.
Aşiret arasında kendisini kahramanlığı ile tanıtan bekâr delikanlıyı evlendirmek için
kefil olan aileden bir kız beğenilerek delikanlıya haber verilir; bu kızı o da beğenirse
evvelâ gayet gizli bir surette erkek tarafının dost veya akrabasından yaşlı başlı bir zat
kızın babasına gönderilmek suretiyle kızın bir tarafa nişanlı veya sözlü olup olmadığı
sorulurmuş. Kız babası tarafından kızın382 bir kimseye383 nişanlı veya sözlü olmadığı
söylenilince bu haberi alan zat erkeğin babası veya dayısı sayılacak büyüğünü
keyfiyetten haberdar eder; bunu müteakip384 kız babasına aynı zatla385 tekrar haber
gönderilerek “Allah’ıñ emri ile kızıñı filân, oġluna386 istiyor. Ne dersiñ?” suali
sorduruluyor. Kız babası da387 “Bir istişare edek de tekrar görüşürüz” der.
63a388
63b 380 bu sayfa boştur. (hzl.) 381 bu sayfa boştur. (hzl.) 382 “başka” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 383 “için” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 384 “tekrar” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 385 “münasip başka bir kimseyle” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 386 “veya” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 387 “peki” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 388 bu sayfa boştur. (hzl.)
164
Kız babası bu haberi karısına şöyle anlatır: “Filân adam bizden hısımlık umuyor. Oġlu
için kızımızı istiyor. Kele avrat buña ne deyelim?” Kadın da: “Kız babası sensiñ. Sen
biliñ. Saña karşı biz ne diyek?” der. Kocası da: “Kele avrat!. Kızınınan bi konuş. O ne
diyo. Bi danış..” der.
Kadın da kızına tenhada389 meseleyi şöyle açarmış: “Kızım Allah’ıñ emriyinen saña
filân yerden düñür gelmiş. Seni istiyorlar” Kız da “Aman ana, ben ne deyim?
Babamınan sen biliñ. Siz varıkan ben ne deyim?” der. Kadın tekrar söze başlayarak:
“Utanma kızım. Ayıp degil. Bu Allah’ıñ emri. Sen buña bi cevap ver de..” der.
Kız bu defa da: Ben size karşı ne deyim? Babam nerde boġazlarsa kanım ora akar” der.
Kadın kocasının yanına gelince kocası “Ne yaptın? Kızıñınan bi danışık ettiñ mi?”
sualini sorar.
Kadın da “He, herif!. Danışık ettim.
64a390
64b
Kız, babamınan sen biliñ, babam nerde boġazlarsa kanım ora akar, dedi” der.
Bunun üzerine kız babası erkek tarafından gelen elçiyi ister: “Git aġaña selâm söyle.
Hoş geldi, safa geldi gelecegiñiz gün baña bir habar ulaştırıñ” der.
Elçi, kız babasından bu cevabı alınca oğlan babasının yanına varır.
Oğlan babası “Ne yaptıñ, gittigiñ işi?” sualini tevcih eder. Elçi de “Hoş geldi, safa geldi.
Buyursuñ diyor” der.
İşte bu andan itibaren meseleyi gizlemeye mahal kalmaz ve erkek tarafı kız istemek
üzere hazırlığa başlar.391 En yakın akraba ve en samimi dostlarından beş altı kişiye işi
389 tenha: yalnız. 390 bu sayfa boştur. (hzl.) 391 “bir taraftan kız istemeye gidilecek vakit kararlaştırılarak kız babasına duyurulur” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
165
açar ve onları yanına alarak392 gününü ve saatini daha önce393 ihbar etmek suretiyle kız
babasının evine gider.
Aradaki mesafe pek yakın değilse kız evine atlara binilerek oldukça muhteşem bir alay
hâlinde gidilir. Erkek veya kız aynı mahalde bulunurlarsa yaya yürünür.
65a394
65b
Kız babasının evine varınca ‘buyuruñ’ diye karşılanırlar. Kahveler, ciğaralar içilir. Bu
esnada misafirlerin en ihtiyarı ve çok hatırlısı tarafından kız babasına şöyle bahis açılır:
“Allah’ıñ emriyle kızıñı filâna istemeye geldik. Ne diyoñ. Bi diyecegiñ var mı?” denir.
Kız babası tarafından da “Ne deyim, emmiler. Siz münasip gördükten soñra.. İstedigiñiz
bi pabuç degil mi? Hoş geldiñiz, safa geldiñiz.” der.
Bu cevabı alınca erkek tarafından gelenler arasından en küçüğü hangisi ise o yerinden
kalkarak evvelâ kız babasının; müteakiben de orada mevcut bulunan diğer zevatın
ellerini öper.
Bunu müteakip erkek tarafından beraber getirilmiş olan semiz bir veya müteaddit koyun
veya koç kız evinin kapısında boğazlanır; yine erkek tarafından getirilmiş olan birkaç
batman şeker kazanlara dökülerek ıslanır. Koyun veya koç yüzüldükten sonra bunun eti
şişlere dizilerek ‘şiş kebabı’, yahut koyun parçalanmadan bir sırığa geçirilerek ve sırığın
birer başından iki kişi tarafından tutulup büyük ateşte çevrilerek hepsi birden ‘orman’
kebabı yapılır. Bu esnada kız tarafının komşularına ve akrabasına da395 “Buyuruñ,
hayırlı misakımız var. Filân kızını Allah’ıñ emri ile filâna veriyor. Eyâ gemirelim396”
diye haber gönderilir.
Davetliler gelince hoş beşten sonra “Buyuruñ. Bir şahan
392 “dünür gideceği” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 393 “kız babasına” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 394 bu sayfa boştur. (hzl.) 395 “haber verilerek” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 396 wەلrl|�
166
66a397
66b
çekiştirme edelim” diye yere kurulan büyük sofraların etrafına toplanılır.
Kebaplar ortaya konulur, ellerle tutularak şahan çekiştirmesi edilir. 398
Sofradan kalkınca kazanlara ıslatılan şekerden yapılan şerbet ‘aşırma’larla399 taşınarak
lüzumu kadarı ortaya konulur. Omzunda ‘peşkir’ tutan bir kimse tarafından kulplu bakır
taslarla cemaate dağıtılır. Bu şerbeti taslardan içenler dudağını şerbet dağıdanın
omzundaki peşkirle silip peşkiri yine aldığı omza asar.
Şerbetler içildikten sonra kız tarafı davetlilerinin en ihtiyarı ve hatırlısı “Bu cemaatiñ
birikmesindeki, kebap yenilip şerbet içilmesindeki maksat nedir?” der. Erkek tarafından
gelenlerden biri de “Filân aġa veya báġiñ kızını filânıñ oġluna verdiler de onuñ için
toplandık. Kebabı yedik. Şerbeti içtik” cevabını verir. Erkek tarafından bir başkası da
derhâl davetliler arasındaki hocaya “Fakı yine Kur’an oku!” der. Fakı bir Aşir okuyup
‘Fatiha’ deyince cemaatin400 kâffesi ellerini yüzlerine çaldıktan sonra hepsi de kız ve
erkek babalarına “Hayırlı olsun. Allah akıl baylıġı versin” der ve dağılır. Yalnız oğlan
babası kız babasının yanında kalır. İlk geceyi oğlan babası, kız evinde geçirir.
67a401
67b
Ertesi sabah kalkıp giyinildikten ve kahveler içildikten sonra oğlan babası kız babasına
“Müsaadeñ olursa eve402 gidecegim” der. Kız babası da hıdmet edenlerden birine “Eve
bakıñ. Hazır olsunlar” emrini verir. Bu emri hareme tebliğ edip geri dönen kimse
‘ayakkabı’yı çevirip “buyuruñ” der.
397 bu sayfa boştur. (hzl.) 398 böyle toplantılar ekseriya akşam yapılır. Bazen gündüz yapıldığı da vakidir. 399 helke, yani kulplu büyük bakraç. 400 “bunun üzerine orada bulunanların kâffesini” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 401 bu sayfa boştur. (hzl.) 402 yani hareme.
167
Oğlan babası yakın akrabasından biri ile kalkıp harem kapısına varınca kız anası
kapısından “buyuruñ” diye karşılar. Kayfe,403 tütün ikram eder. Biraz oturulduktan
sonra kız anası veya kızın akrabasından biri kızı kayınpeder olacak zatın önüne getirir.
Kız babasının önünde diz çöküp oturur ve eteğinden öper404 müteakiben kız oturduğu
yerden kalkarak ve geri geri birkaç adım giderek, kayınbabasının karşısında üç beş
dakika sessizce dinelir. Daha fazla tevakkuftan utanarak yine sessizce çıkıp gider.
Kız çıktıktan sonra oğlan babası evvelce bir ucuna altın veya gümüşten yapılmış bir405
yüzüğü bağlayarak diğer uçlarından birine de birkaç kulplu lira hazırlamış ve yanına
almış olduğu ‘beklik’ adı verilen ipekten mamul ‘yağlık’406 ve ‘kefiyeyi’ kızın anasına
verir; “Allah’a ısmarladık. Memnun oldum” diyerek yerinden kalkar; yine kız babasının
yanına gider.
Bu esnada hazırlanmış olan sabah yemeği gelir. Yemekten sonra oğlan babası, kız
babasına: “Xısım, bize
68a407
68b
kayrı müsaade eyle. Gidelim” der. Kız babası “Buġün de áġleşelim” derse oğlan babası
“Memnun oldum; müsaadeñizinen gidelim” cevabını verir. Erkek babası ile gelip
gece408 kız tarafının davetlileri tarafından götürülmüş olan kimselere de haber verilir;
atlar hazırlanır. Hep beraber atlılar kız babasının oğluna veya adamına birkaç altın lira
bahşiş verir. “Allah’a ısmarladık” diyerek atları sürerler.
Bundan sonra erkek tarafında ‘nişan’ hazırlığına başlanır. Hazırlık esnasında
nişanlanacak kız için kâffesi ağır ipekli kumaştan bir ‘üç etek entari’, bir ‘işlik’, bir
‘şalvar’ ve bunlardan başka çuhadan yapılmış ve ipek hırızmayınan dikilmiş bir ‘demir
koparan çepken’, sahtiyandan mamul ‘edik’ denilen bir kırmızı çizme ile kızın alnına
403 “rl�or }ا” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 404 evvelce Avşar erkekleri de üç etekli entari giyerlermiş. 405 üzeri çizilmiş kısım okunamamıştır. (hzl.) 406 büyücek mendil. 407 bu sayfa boştur. (hzl.) 408 “diğer” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
168
takılmak üzere bir kor409 ziynet altunu, ayrıca üst üste getirilmiş birer ‘Mahmudiye’ye
alt alta altın halkalarla üçer de ‘adî’ raptedilmek suretiyle yapılmış bir çift ‘ayaklı köşe’
de, bir ipek ‘Trablus kuşağı’, gümüşten mamul bir madenî ‘kuşak’, üzeri tamamen
Maraş sırması ile işlenmiş bir küçük ‘fes’, yine gümüşten mamul 4-5 santim eninde bir
çift ‘bilezik’ alınır. Bunlara ilâveten kız babasına verilmek üzere 40-50 altın lira, bir iyi
‘at’ veya ‘tay’ tedarik edilir. Davetlilere kız evinde yemek yapılmak üzere bir gün
önceden oğlan babası tarafından birkaç kadın ve erkekle 5-6 koyun, 5-6 batman ‘kayısı’
ve ‘üzüm’, et bişerken yahniye konulmak için 5-6 batman soğan, 5-6 batman ‘pirinç’,
veya ‘bulgur’, 8-10 şinik buğday unundan yapılmış birkaç yük ‘yufka ekmeği’ 2-3 okka
kahve, 40-50 batman şeker kız babasına gönderilerek ertesi güne ‘nişan’ takmaya
gelineceği ihbar edilir.
69a410
69b
Bir taraftan da münasip vasıtalarla erkek tarafının akrabası, komşuları ve dostları ‘nişan’
cemiyetine davet olunur.
Nişan yapılacağından haberi olan kız babası tarafından da aynı şekilde akrabası, ahbabı
ve komşuları ‘nişan’a davet edilir.
Oğlan tarafı silâhlanarak, çoğu atlara binerek, ‘seğmen’ denilen piyade davetlilerini de
yanlarına alarak kız evine giderken ‘davul’, ‘zurna’ tedarik ederek ‘nişan’a gelenleri
böyle davullar, zurnalar, atlılar, seğmenlerle karşılar. Her atlı tarafından da hesapsız
silâhlar atılır; ahenkler yapılır. Atlar koşturulur, değnek oyunları oynanır. Nihayet kız
evinin önünde atlardan inilir. Atlar kız evinin,411 komşularının ve aynı mahalde bulunan
dostlarının ahırlarına yerleştirilir.
Misafirler kendileri için hazırlanan yerlere oturtularak, oğlan anası da davetli diğer
kadınlarla eve412 alınarak413 istirahatları esası temin414 edilir. Evvelâ birer kahve içilir.
409 yani on iki ad.. 410 bu sayfa boştur. (hzl.) 411 “başka” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 412 Harem. 413 “her birinin” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) ت¯م® 414
169
Müteakiben yemek sofraları kurulur. Bir gün evvel gündüzleyin adamların getirdikleri
malzemeden yapılmış yemekler ortaya çıkarılır. Gülerek söyleyerek yemek yenilir.
Yemekten sonra tekrar kahveler içilir. Bundan sonra misafirler, kendileri gelince atlarını
alıp götüren komşular tarafından “Buyuruñ, istirahat vaxti geldi” diye oturdukları
yerlerden kaldırılıp üçer beşer yatacakları evlere taksim edilirler.
70a415
70b
Oğlan babası diğer davetliler yatacakları yerlere dağıldıktan sonra416 yanındaki en yakın
ve pek samimi akrabasından ve dostlarından birkaç kişi ile beraber bulundukları hâlde
kız babasının yanına gider. Geleceklerinden haberdar olan, tenha ve münasip bir yerde
dünürünü bekleyen kız babası misafirlerini “buyuruñ” diye kapıdan karşılayarak oturtur.
Hâl hatır sorulduktan sonra oğlan babası bir ‘yağlık’ içine koyarak yanında getirdiği 40-
50 altın lirayı çıkarıp kız babasının önüne bırakır ve “İlâyık olmayaraktan bunu
getirdim. Kıymatsızsa da seniñ de geleniñ gideniñ olur. Xarçlık eyle” der. Müteakiben
“Filân atı – veya tayı – da getirdim. – İlâyık bir şey - degil ama oña da binersiñ – veya
oġluñ yahut kardaşıñ binsin” sözlerini ilâve eder.
Kız babası da “Allah’a emanet ol. Mahcup oldum, hısım. Seniñ malıñ benim malım,
benim malım seniñ malıñ demektir” der.
Oğlan babası bu defa da kız babasına “Hısım! Çocuklar, gelin kıza bir kat esbap
getirmiş. Müsaade et de onlar da ‘âdetini etsinler” deyince kız babası karısını çağırır.
Karısı gelince ona “Hısımlar, kıza bir kat esbap getirmişler. Gidiñ, âdetiñizi yapıñ” der.
Bunun üzerine haremde oğlan anası ile kız anası birleşerek kızı en samimî bir arkadaşı
ile tenha bir tarafa gönderirler ve gönderirken kız için getirdikleri elbise ve saireyi de
kıza ve arkadaşına verirler.
415 bu sayfa boştur. (hzl.) 416 “kız babasına” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
170
71a
417Bunun üzerine yaşlı ve hürmete şayan davetlilerden biri “Allah’ıñ emri de yerini
bulsun” diye ‘nikâh’a sıra geldiğini hatırlatır. Kız babası, icabında biri vekil ve ikisi
şahit olmak üzere ‘harem’e münasip üç kişi götürürler.
Bunlar haremin kapısına varınca kız anasını çağırırlar. Kızdan vekâlet almaya geldiğini
söylerler. Kız anası kızını yanına çağırıp “Kızım, babañ Allah’ıñ emriyinen seni filâna
vermek için bu adamları senden vekâlet almaya göndermiş.” der. Kız utangaçlık
gösterir. Anası “Kızım, utanma.. Bu, Allah’ıñ emridir” der. Kız da “Benim vekilim,
anam babam.. Siz nasıl isterseñiz öyl’olsun” der.
Şahitler keyfiyeti gelip kız babasına anlatırlar.
Oğlan daha önceden akraba veya samimi arkadaşlarından kimseye vekâlet vermiş ise –
onunla şahitleri ve daha hatırlı zevat tenha bir yere çekilirler. Fakıyı418 da çağırıp
vekiller vekâletlerini, şahitler de şahitliklerini anlatırlar ve ‘nikâh’ı kıydırırlar.419 Fakı
tehnadaki bu ‘akd’i müteakip yanında bulunanlarla beraber oğlan babasının olduğu yere
gelir.
71b
Kız tehna yere dıhıldıktan sonra üzerinde evvelden mevcut her ne var ise hepsini de
çıkarır. Bunların birine arkadaşının da yardımı ile oğlan evinden nişan takımı olmak
üzere gelen esbabı geyer; altınları ve ayaklı köşeyi tahar. Kâffesini de geyinip
tahındıktan sonra arkadaşı kızın elinden tutarak kaynanasının bulunduğu yere götürür.
Kız oraya gidince evvelâ kaynanasının elini, sonra da en küçük çocuklara varıncaya
kadar orada bulunanların ellerini öper.
417 “bu habar alınınca sıra nikâha gelir” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 418 hoca. 419 nikâh ‘muaccel’ ve ‘müeccel’ olarak iki kısımdır. Muaccel, oğlan babası tarafından verilmiş veya verilecek her ne ise odur. ‘Müeccel’ de ilerisinde ‘boşanma’ veya ‘ölüm’ vukuunda gelinin arayacağı bir ‘hak’tır. Bazen muaccel ve müeccel nikâh bedelini tayinde erkek tarafının arzusu, kız tarafının çok istemedi gibi sebeplerden ihtilâf çıktığı, hatta nikâhın geri kaldığı ve işin büsbütün akamete uğradığı da görülmüş olmakla beraber saadetin iki taraflı fedakârlık ve samimî anlaşma ile husule geldiğini iyi bilen görgülü ve asil ailelere ait nikâh ve izdivaçlara da böyle adi şeylere kıymet ve ehemmiyet verilerek pişmiş aşa su katıldığı vaki değildir.
171
Oğlan anası, gelini olacak kız kendisinin elini öpünce kızın alnından öperek “Hayırlı
olsuñ kızım.. Ayaġıñ kademli, başıñ devletli ola. Allah akıl baylıġı versin” diyerek
müstakbel gelinini taltif eder.
Elleri öpülen diğer kadınlar da “Xayırlı olsun. Her iki başlı gözüñüz aydın olsun” derler.
Oğlan anası, bu merasimden sonra haremden selâmlıktaki kocasına “Biz âdetimizi
yaptık. Xısımlarımız da memnun oldular” diye haber gönderir. Oğlan babası haremdeki
işin bittiğinden “evde işi bitirmişler” diye cemaati haberdar eder. Oğlan babası
tarafından fakıya birkaç gümüş mecidiye veya altın lira bahşiş verilir.
Fakı, kendileri tehnada nikâh kıyarken bütün davetlilerin toplandıkları oğlan babasının
bulunduğu yerde ‘Kur’an - Aşir’ okur. ‘Fatiha’ dedikten sonra ecmainden “Her iki başlı
xayırlı olsun” sesleri duyulur.
Bu sırada ortaya konulan ‘tabak’ın üzerine davetlilerin her biri tarafından da azamî beş
altın liradan bir gümüş mecidiyeye kadar kız için nişan hediyesi bırakılır. Herkesin
bıraktığı da
72a420
72b
bir deftere bırakanların adları da gösterilerek ayrı ayrı yazılır. Bu iş hitam bulunca defter
yekûn edilerek para sayılır ve bir ‘yağlık’a bağlanarak defterle beraber defteri tutan
itimada şayan adam tarafından ‘harem’e götürülüp kapıdan kız anasına haber verilir.
Kız anası kapıya gelir. Kapıya gelenin yaşına ve hâline göre “Buyuruñ kardaşım veya
oġlum” der. Kapıdan içeri girilir. Haremde gösterilen yere oturulduktan sonra defter
açılarak herkesin verdiği birer birer okunmak suretiyle defter veya aklındaki ‘hediye’
kız anasına verilir.
Defterle hediye alan kız anası “Kardaşım veya evlâdım, memnun oldum.” der. Kız anası
tarafından da hediyeyi getirene ‘kilim’ veya ‘háġbe’ gibi bir bahşiş verilerek kendisi
geri gönderilir. Bu defa da kız anası, kocasını veya yakın akrabasından birini yahut 420 bu sayfa boştur. (hzl.)
172
birkaç kişiyi yanına çağırarak defteri tekrar okutturur: “Şindi biz de vazifelerimizi
yapalım” der.
Bu söz üzerine hediye verenlerden her birinin hediyesine göre mukabelen birer ‘kilim’,
‘perde’, süslü çuvallardan ‘çuval’, ‘háġbe’, ‘torba’ gibi şeyler hazırlanır; selâmlığa
çıkarılır. Kız hediyesi olarak bunlardan her biri de kimlere mahsus ise onlara verilir.
Hediyelerini alanlar misafir oldukları mahallere giderek hareket zamanında kendilerine
verilen hediyeleri göze görünecek bir şekilde her biri terkilerine bağlayarak atlarına
binerler. Oğlan babasının bulunduğu mahalle gelirler. Piyade seğmenler de hazır
bulunurlar. Oğlan babasına da “buyuruñ” diye haber verilir.
73a421
73b
Oğlan babası da kız babasına “Hısım, arkadaşlar geldiler. Müsaade et; biz de gidek” der.
Kız babası “Peki, hısım!” diyerek adamlarına dünürlerine ait atların hazırlanması emrini
verir. Atlar hazırlanınca hep meydanda birleşirler.
Oğlan babasının atı, kızın biraderi veya yakın akrabasından biri tarafından oğlan
babasının önüne getirilir. Oğlan babası atına binince atın başını tutana birkaç altın lira
veya gümüş mecidiye verir. “Allah’a ısmarladık” diyerek hepsi birden ayrılırlar.
Oğlan anasını kız anası erkeklerle beraber göndermeyerek evinde alıkoyar. Kız artık hep
müstakbel kaynanasının hıdmeti ile meşgul olur. Abdest suyunu hazırlar; abdest alırken
döker; namaz kılarken seccadesini yazar, namaz tamam olunca seccade toplar. Yatacağı
sırada yatağını yazar soyunup geyinmek hususunda yardım eder. Hülâsa pek yakından
alâkalanarak muhabbetini kazanmaya çalışır. Birkaç gün sonra oğlan babası tarafından
at ve adam gönderilerek oğlan anası kız evinden istenir.
Oğlan anası kız evinden ayrılacağı sırada buna da kız anası tarafından ‘kilim’ ve saire
gibi ‘cehizi’nden bir hediye verilir.
421 bu sayfa boştur. (hzl.)
173
Hediye verilip alınma esnasında da “İlâyık degil ama, kusura kalma. Sen yabancı
dáġilsiñ a..” “Memnun oldum, Allah’a ısmarladık” gibi sözler söylenir.
Kız kaynanasının elini öper. Kaynana da kızın alnından öperek “Haydi kızım. Allah
nazardan esirgesin” der. Kendisi için gelen ata binerek ayrılır.
74a422
74b
Oğlan babası, karısı evine dönünce kendisinden kızın ahvalini sorar: “Avrat, gelinimiz
çekmiş olduġumuz zahmete dáġer mi?” der.
Oğlan anası da eğer gelinin hâlinden ve kendisine hıdmetinden çok memnun kalmışsa
“Hep Allah[’a] emânet, uġruna mâlımızı versek azdır. Mâşaallah, herifiñ kızı iyidir”
cevabını verir.
Diğer taraftan gelin olacak kız, oğlan anası evden ayrılır ayrılmaz, üzerinde nişan
elbisesi, altınlarını çıkarıp bir sandığa koyar; nişan elbisesini geymeden babasının
yaptırmış olduğu423 esbaplarından en iyisini geyer.
Bu âdeti bilen oğlan anası, evine döndükten 10-15 gün sonra gelinliği için yeniden bir
kat ‘esbap’ ve muhtelif yemeklerle çerezler424 hazırlayarak, yanına da yakın
akrabasından birkaç kadın425 alarak tekrar kız evine gider.
Hararet ve samimiyetle karşılanan oğlan anası, kavlolunan mahalle oturup gelinliği
tarafından eli öpüldükten ve kız anası ile evde bulunanlar tarafından ‘hoş’lanıp hâl hatır
sorulduktan sonra kızın anası veya bacısı,426 kızın nişan cemiyetinde giydiği sandıktaki
elbisesini çıkarıp ortaya koyarlar. Oğlan anası bu sırada “Kızım, bunuñ ne kıymatı var
ki sandıġa kapattın. Giy, eskit. Eskisi küllüklerde kalsın. Daha iyisini yaptırırız” der.
Kız da artık nişan esbabını bu andan itibaren devamlı olarak geyer.
422 bu sayfadaki yazılı metin 74b’ye ait olduğu için o sayfaya alınmıştır. (hzl.) 423 “elbise” kelimesinin ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 424 çerez olarak ekseriya akide şeker, kuru üzüm ve incir, leblebi, fındık, fıstık intihap edilir. Çerez meyanında mutlak ‘kete’ adı verilen içi yağlı bir nevi ‘çörek’ de bulundurulur. 425 “daha” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) r¨” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)م�آ�“ 426
174
75a427
75b
Oğlan anası, cemaate çerezler dağıtır. Beraber getirdiği yemeklerle bu çerezlerden kızın
yakın akrabası da hediyeler gönderir. Hülâsa üç beş gün orada kalır. Bu müddet zarfında
oğlan anasının hediyelerini alanlar kendisini ve yanındaki arkadaşları ve kız anası ile
beraber birer defa evlerine yemeğe davet ederler. Bu suretle aralarında daha samimî
muarefe peyda ederler.
Davetler hitam bulunca oğlan anası arkadaşlarını alarak evine döner.
Bundan sıra oğlanın nikâhlısını gizlice bacısı ile görmesine gelir. Bunun için oğlanın da
gizlice nikâhlısına anasına veya kızın en samimî arkadaşına verilmek üzere giyecek,
takacak çerezini yiyecek hediyeler hazırlaması ve hazırlığını tamamladıktan sonra çok
itimada şayan bir kadınla oğlanın nikâhlısına görüşmeye geleceğinden haberdar etmesi
meşruttur.
Böyle bir haber alan nikâhlı kız derhâl anası ve en samimi arkadaşı ile istişare eder.
Oğlana verilmek üzere hediye hazırlanır. Hülâsa tayin edilen vakitte oğlan en samimî
bir arkadaşı ile birlikte beklenilecek yere gelir.
Oğlanın geleceği yer, kızın evi tehna ve müsaitse orasıdır. Orası müsait değilse en
samimî arkadaş veya akrabasından birisinin evidir. Oğlan arkadaşı ile beraber
kararlaştırılan gecede muayyen yere gelince kızın en samimî arkadaşı bir kadın veya kız
tarafından sessizce karşılanır. Hazırlanan yere alınır. Nikâhlısının gelişini derhâl duyan
kız, arkadaşı ile beraber oğlanın yanına gelir; hiç konuşmaksızın ayakta durur. Oğlan
kendisine söz söylese de kız cevap vermez. Onun vereceği cevabı elçilik yapan samimî
arkadaşı verir.
427 bu sayfa boştur. (hzl.)
175
76a428
76b
Bu sırada aynı mahalde kahvaltı kabilinden kızın hazırladığı yemek yenilir. Müteakiben
oğlanın hediyeleri samimî arkadaşı tarafından heğbeden çıkarılıp kızın elçisine verilir.
429Bundan başka oğlan da nikâhlısının samimî arkadaşına nakit olarak hâline vaziyetine
göre birkaç altın lira veya mecidiye bahşiş verir. Bu iş de bittikten sonra “Müsaade ediñ,
gidek” oğlanla arkadaşı oradan ayrılıp uzaklaşırlar.
Kız, nikâhlısı ile arkadaşı gidince gelen hediyeleri kendi arkadaşının yanında açıp
bakar. Herkesin hediyesini ayırıp elçiye verir. Elçi evine götürür; ertesi sabah her birini
ait oldukları kimselere dağıtır.
Bu defa da sıra kızın hediyesini oğlana ulaştırmaya gelir. Kızın samimî arkadaşı da iki
üç gün zarfında çamaşır, çorap, terlik ( ), saat kesesi, para kesesi gibi kız hediyelerini
alarak gizlice oğlana götürüp verir. Oğlan da tekrar nakden daha bol bahşişini verip
nikâhlısının en samimî arkadaşından aldığı bu hediyeleri kendisinin samimî arkadaşı ile
birlikte430 taksim ve tevzi eder.431
Oğlan, bundan sonra vasıtaya hacet kalmaksızın nikâhlısını gizlice sık sık ziyaret
edebilir. Mamafih asil ailelere mensup oğlan ve kız arasındaki bu kabil görüşmelerde
kızın bekâreti hiçbir suretle ihlâl edilemez.
77a432
77b
Nişan ve nikâhtan sonra bazen birkaç ay zarfında düğün hazırlığı ikmal edilir. Bazen iş
birkaç sene uzar.
428 bu sayfadaki yazılı metin 76b’ye ait olduğu için o sayfaya alınmıştır. (hzl.) 429 “oğlan” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 430 “bunları” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 431 oğlan bu hediyeleri alıp getirene bahşiş verdikten başka nikâhlısına aynı vasıta ile harçlık olmak üzere 1 liradan 10 liraya kadar altın para gönderir. 432 bu sayfa boştur. (hzl.)
176
Düğün zamanını kararlaştırmak için oğlan babası, kız babasına hatırı sayılır bir adam
göndererek “Xısımıñızıñ selâmı var. Yüzümüze göre şablaġımızı vursun, dedi” dedirtir.
Veya oğlan babası kız babası ile bizzat görüp görüşerek “Xısım, uruxsatı ver de biz de
el âdeti yapalım” der. Kızın babası da evde istişare edildikten sonra haber vereceğini
söyler. Müteakiben oğlan evi tarafından yapılan teklifi karısına: “Kele karı kız için
uruhsat isteyorlar. Nasıl? Hazırlıġımız tamam mı?” der.
Kadın da “Kızın áġsigi mi tükenir” cevabını verir.
Kocası buna karşı “Alalım kızıñ noksanını tamamlarız” diye ümit verici sözler söyler.
Eğer hakikaten kızın cehiz hazırlığı çok uzayacaksa düğün tehir edilir. İşi fazla uzatmak
için hakikî bir sebep yoksa birkaç gün zarfında oğlan evine “Hısımımız gelsin de
konuşalım” diye haber gönderilir.
Bu haberi alan oğlan babası hatırlı iki arkadaşı ile kız babasının evine gelir.
Hoş beşten ve hatırlar sorulduktan sonra kahveler içilir,
78a433
78b
yemek yenir, tekrar kahveler içilir. Yabancı sayılacak kimseler dağılır. Nihayet asıl
bahsi açacak zaman gelince oğlan babası ile beraber gidenlerden biri, kız babasına
hitaben oğlan babası için “Buña müsaade et de dügün âdeti yapılsın” der.
Kız babası da “İyi ama bizim noksanımız ve ixtiyacımız çok. Acele istiyorlarsa bize
lüzumu olanı versin” diye mukabelede bulunur.
Oğlan babası veya adamı da “Peki, ne istiyorsuñ? Yüzümüze göre şaplaġımızı vur.”
deyince kız babası tekrar söze başlayarak müteaddit atlar, develer, öküzler, sürü ile
koyunlar, şimdiki para ile binlerce lira tutacak derece nakit paralar ister. Kız434 babası
ve taraftarları çok ağır gördükleri bu şartları tahfife çalışırlar. Nihayet uyuşurlar. Lâkin
433 bu sayfa boştur. (hzl.) 434 “kız” yerine “oğlan” yazılmalıydı. (hzl.)
177
bununla da iş bitmiş olmaz. Kız babası bu defa da pazardan alınacak şeyleri istihdaf
ederek oğlan babasına “İki başıñ kayıtını435 da sen gör” der.
Oğlan babası bu şartı da kabul edince kız babası hareme gider; “Avrat eviñ áġsigini ben
bilmem. Kızın ne áġsigi varısa söyle. Yazdıralım” der. Bu sırada mahrem adamlarından
biri de bulunup kız anasının söylediklerini bir kâğıda yazar.
Kâğıda yazılanlar da hayvan ve uruba için pek aşırı taleplerden
79a436
79b
daha mutedil olmaz. Meselâ defterde şunlar bulunur:
10 top kutnu
10 top meydanî
30 top şitarî
200/300 yazma
Yüzlerce arşın basma
Yüzlerce arşın hase
Maraş’ta sırmalarla işlenmiş ipekten mamul gelin elbisesi
5 batman düğün ‘okuntu’ şekeri
5 batman kelle şekeri
1 batman kahve
435 kaydını. 436 bu sayfa boştur. (hzl.)
178
Bu kâğıt oğlan babasına verilip okutturulunca oğlan babası “Xısım, istediginiz baş
üstüne. Lâkin biz belki noksan iş yaparız. Müsaade olunursa bunlara mukabil 5-10 lira
hazırlayalım da áġsikleri siz kendiñiz alıñ” der.
Bu defa kız babası da “Peki ama bizim noksanımız çoktur. Sen ne verebileceksiñ?” der.
Oğlan babası da cevaben “Bizim de elimiz dar. Bize de para lâzım şindilik 100 lira437
vereyim de áġsigini, kayıtıñı438 sen gör” der.
80a439
80b
Kız babası ise “İyi ama 100 lirayınan ben kızıñ yataġıyınan urubasını alamam” der.
Oğlan babası “Daha ne emrederseñ veririm” der.
Kız babası “Öyle ise sulkumuza ( ) kimse karışmasın. Sen 100 lira daha ver de
noksanını ben tamamlarım” der.
Oğlan babası bu mutedil şartı da kabul edince düğün yapılması takarrür etmiş olur.
Artık sıra tespit edilen şeylerin alınmasına ve yaptırılmasına gelir.
İlk iş olarak oğlan tarafından440 başlık adıyla verilmesi mukarrer at, deve, öküz, koyun
gibi ayniyatla nakit – sonradan nakden itası kararlaştırılan 100 lira da dâhil bulunduğu
hâlde kız babasına teslim edilir.
Müteakiben oğlan ve kız babaları arasında kararlaştırılan bir günde şehre gidilir.
mübayaata başlanır. Oğlan tarafı da kız için şunları tedarik eder:
1 – En nefis ipek kumaşlardan sırma ile işlenerek dikilmiş bir kat ‘urba’
2 – Sırmalı fes
437 altın para. 438 kaydını. 439 bu sayfa boştur. (hzl.) 440 “aynen verilmesi kabul olunan” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
179
3 – Adî fes
4 – Çuhadan manto yeni genişçe ve topuğa kadar uzun olarak yapılmış ‘delme’;
5 – Her renkten asgarî 7 adet ipek mendil veya yedi renkli ipek; yedi arşın kumaştan
yapılmış ‘şeher’
6 – Kırmızı dülbentten pullu olarak yapılmış ‘bürgü’
7 – Altı nalçalı kırmızı Antakya çizmesi
8 – İpekten mamul sırmalı – ‘Halep çarşafı’
81a441
81b
Özne442 için de şunlar alınır:
1 – Haseden çamaşır443;
2 – Halep’in ipekten en iyi dokunmuş ‘meydanî’sinden ‘Antakya’ dikimi ile dikilmiş bir
üç etek ‘zubun’ bir de ‘içlik’;
3 – İpekten mamul Trablus kuşağı;
4 – Maraş’ın sırmalı bedik habası444;
5 – Sahtiyandan sırma ile işlenerek yapılmış bele bağlanacak ‘kutur’
7 – Başına giymek için mor fes ve özden ibrişim püskül;
8 – Başına sarmak için sırmalı bir ‘kefiye’;
9 – Ayaklarına geymek için Kırmızı Maraş yemenisi
441 bu sayfa boştur. (hzl.) 442 güveyi. 443 don, gömlek. 444 haba alınmadığı takdirde bunun yerine çukadan ipek ve sırma ile işlenerek dikilmiş ‘Antakya çepkeni’ alınıp geyilmesi caizdir buna da ‘demir koparan’ da derler.
180
Muhtelif zevata düğün hediyesi ve yemeklik olarak da şunlar mübayaa edilir:
100 top şitarî
20 top meydanî
100-150 adet fes
100-150 adet yazma
5 batman okuntu şekeri
10 batman kelle şekeri
2 batman kahve
20 batman kuru üzüm
20 batman kuru kayısı
20 batman pirinç
2 batman pastırma
20 batman soğan
10 batman nohut
82a445
82b
Çarşıdan mübayaat ikmal edilince oğlan ve kız babaları evlerine dönerler.
Ertesi sabah oğlan babası yanına iki adam alarak kız babasının evine gider. Hoş beşten
sonra bir münasebetine getirerek kız babasına “Hısım, müsaade et; bayraġımızı
kaldıralım” der.
445 bu sayfa boştur. (hzl.)
181
Kız babası da “Peki, üç – yaxut beş – gün soñra bayraġını kaldır. Xayırlı olsun” der.
Oğlan babası evine dönünce konşularından aklı başında birkaç kişi çağırır. Bunlar
gelince kendilerine “Koñşular, hısımımız uruxsat verdi. .. gün soñra bayraġımızı
kaldıracaġık. Şu okuntumuzu münasip olanlara daġıdalım.” der. Gelenlerden de “Peki
daġıdalım” cevabını alır.
Bundan sonra bütün konşuları kahve içmeye davet ederek düğün külfetini nasıl
paylaşacaklarını, gelecek misafirleri nerelere yerleştireceklerini kendilerinden “Epeyce
misafirimiz gelecek. Ne yapacaġık?” diye sorar. Onlardan da “Marak etme, Allah kerîm
ne kadar gelirse gelsin. Seni utandırmazık” diye cevap alır.
Önce çağırdığı aklı başında birkaç da orada bulundukları hâlde oğlan babası “Getiriñ, şu
okuntuyu..” diyerek düğün davetiyesi olmak üzere çarşıdan aldığı okuntuyu ortaya
çıkartır. “… gün bayraġımız kakacak. Şunları daġıdalım” der.
83a446
83b
Bunun üzerine seçilen okuyucular okuntuları ve düğüne davet edilecek kimseleri obaları
ve köyleri aralarında taksim ve – düğün sahiplerinin ağa veya beğ gibi tanınmış
kimseler olduklarına göre – hatta daveti civardaki bazı kazalara ve şehirlere teşmil
ederek işe başlarlar. Bu arada konşulara mahsus ‘okuntu’lar da tevzi edilir.
Kararlaştırılan günde447 oğlan babası tarafından ‘bayrak ekmeği’ne davet olunan bütün
konşulara yemekler çıkarılır. Sırf bu maksatla hazırlanan yemekler yenildikten sonra
orada bulunanların huzuruyla ‘fakı’ tarafından dua edilir. Duayı müteakip düğün evinin
önüne çıkılarak448 – direği kapının yan tarafındaki ağaca bağlanmak ve ayrıca bukağı
takılmak suretiyle – bayrak çekilir. Bukağının anahtarı da ‘özne’ye verilir.
446 bu sayfa boştur. (hzl.) 447 “konşuların (…)” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 448 “bayrak” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
182
İşte bu rasimeden sonra evvelden getirtilen davulcuların çalmağa başladıkları davullar
ve zurnalarla449 düğün kurulmuş olur.
Artık her taraftan davul ve zurna seslerini duyan davetliler tarafından kafile kafile
kendilerinden evvel – hediyeleri, arkadan kendileri sökün ederler.450
Davetliler, oğlan babası namına kendilerini misafir edecek komşuları451 ve davullar ile
karşılanırlar, düğün evinin önüne inerler. Orada hazırlanan kahvelerini içerler. Bu sırada
davulcular evin önüne gelirler. Bir müddet davul, zurna çalarlar. Fasıl bittikten sonra
davulcu davulunu alarak misafirlerin bulundukları mahalle girer; davulu ortaya koyar.
Davetlilerden en hatırlısı davulun üzerine davulcu bahşişi olarak bir altın liradan 5/10
altın liraya kadar para bırakırlar.452
84a453
84b
Bunu müteakip gelen kafileyi misafir edecek zat atları önceden hazırladığı yerlere
çektirerek davetlilere de “Buyuruñ, gidek. Benim misafirimsiñiz” der. Misafirleri alıp
götürür. Davetlilerin her gün öğle yemekleri düğün sahibi tarafından “454Dügün yemegi
hazırdır. Buyuruñ yemege!” diye dellâllar çağırtılmak suretiyle verilir. Akşam
yemekleri ile sabah kahvaltıları da her455 kafileyi misafir eden konşular tarafından temin
edilir. Kafileler karşılandıkça davetliler ve istikbal edenler arasında hararetli değnek
oyunları oynanır.
Düğüne bir perşembe günü başlanmış olursa ertesi çarşambaya kadar her gün davullar,
zurnalar çalınarak, köçekler oynatılarak, değnek oyunları tertip edilerek, pehlivanlar
güreştirilerek neşeli vakitler geçirilir.456 Hele her erkek davetli kafilesinin yine ayrı ayrı
449 “çalmaya” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 450 müteaddit [burada “hediyeler” kelimesi karalanmıştır. (hzl.)] atlar, iyi cins taylar, develer, öküzler, inekler, koçlar, koyunlar, kuzular davetlilerin hediyelerini teşkil eder. 451 “ile” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 452 bu bahşiş ekseriya daha evvelden davetli kafilesi arasında toplanıp kafile reisine verilmiş bulunur. 453 bu sayfa boştur. (hzl.) 454 “buyuruñ” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 455 “misafir” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 456 düğün haberini alarak muhtelif memleketlerden gelen ünlü pehlivanlara derecelerine göre birçok mükâfat ile muhtelif hediyeler ve her kişi tarafından bahşişler verilir.
183
kafileler hâlinde gelen kadınları ve kızları457 da erkek davetliler gibi karşılanıp
yerleştirildikten sonra en güzel ve en kıymetli esbaplarını giyinmiş, ayaklı köşelerini ve
gümüş kuşaklarını takınmış olan kızların düğün mahallinin en geniş meydanında
toplanıp el ele vererek ‘halay’ çekmeleri davulcuların da bunların ortalarına girip en
oynak havalarla oynayan kızları hareketlendirmeleri düğüne daha müstesna bir revnak
verir.
Kızlar ‘halay’ çekerken erkekler bu manzarayı 8/10 metre kadar geriden seyredebilir.
Yalnız halay esnasında davulcular ‘halay’ halkasının ortasında çalıp oynarlarken
bilhassa beğ, ağa gibi nüfuzlu ve (…)458 zevatın kızlarının önlerine gelerek, türlü türlü
şaklabanlıklar yaparak, davulun ‘emik’ denilen ince çubuğu ile hafifçe başlarına ve
omuzlarına dokunarak, herhangi bir kıza karşı oradaki delikanlılardan her birinin
temayülâtını sezerek
85a459 85b460
[XIV]
KIZLARIN TÜRKÜSÜ
1.Aynım düştü çayıra461 Şavkı vurdu bayıra Yârim güccük ben güccük Mevlâ’m bizi kayıra 2.Sarı pabuc yüzüyüm Yüzbaşınıñ kızıyım Beni saña verirler Kâhat getir yazayım 3.Erkek tarafından: Sarı pabuc dabanda Kız ne gezen yabanda Seni alır kaçarım Beş parañ var babañda
457 “kadınların” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 458 rlkم 459 bu sayfadaki notlar 86b’ye ait olduğu için o sayfada alınmıştır. (hzl.) 460 bu sayfa deftere yapıştırılmış ve numaralandırılmıştır. (hzl.) 461 aynım: aynam.
184
4.Sarı pabuç filfili Nerden aldıñ bu dili Bu dil buranıñ dáġil İstanbul’uñ bülbülü 5.Kaladan iniyorum Çaġırsañ dönüyorum Aşkıñdan kibrit oldum Üfürseñ yanıyorum 6.Kala kala beden yar Kaladan bir giden var Evvel böyle dáġildiñ Şindi bir uğradan var462 7.Kala kalaya bakar Kaladan bir su axar Oġlan ne diyoñ baña Ataşıñ beni yaxar 8.Derede baştan başa Hoplarım daştan daşa On beş arşın fistanı Yırtarım baştan başa
86a463
86b
Meselâ “Filân beyiñ kızı, filân aġanıñ oġlu için şâbe!464” diye bağırması ve adı anılan
delikanlının derhâl para kesesini çıkararak ve halay halkasına doğru yaklaşarak –
davulcuya bahşiş olmak üzere kendi ismi ile birlikte adı geçen kızın ayağının altına
doğru liralar, mecidiyeler serpmesi bu manzaranın en lâtif aksamını teşkil eder.
Düğün mahallinde bu eğlenceler devam ederken salı günü kadınlı erkekli beş altı kişi
bir gün sonra gelin almaya gideceklere yemek hazırlamak üzere kâfi miktarda
malzeme465 ile kız evine gönderilirler.
462 şindi: şimdi. 463 bu sayfa boştur. (hzl.) 464 şâbe!: yaşa (…) [�� mpsت] demek. 465 malzemenin sarf edilebilecek miktardan daha fazla gönderilmesi âdettir. Malzeme arasında bilhassa 8-10 koyun, kâfi miktarda pirinç, soğan, üzüm, kayısı, kahve, şeker bulundurulur.
185
Çarşamba günü de oğlan evinin bayrağını taşıyan piyade bir bayraktarın reisliği altında
‘seğmen’ tabir edilen süvari ve piyade alaylarıyla davulcular, pehlivanlar, yengeler466
‘zilli’, ‘perde’ ve kilimlerle donanmış develere karşı karşıya ikişer ikişer binen kızlar ve
oğlan babası düğün mahallinden kız evine doğru hareket ederler. Bunlara hep birden
‘gelinci’ derler. Yolda develere binen kızlar – her devedeki çiftler bir ağızdan – muhtelif
türküler söylerler. Süvariler silâhlar atarak ve değnek oyunları oynayarak, piyadeler ve
davulun ahengine uyan başka – türküler çağırarak467 emsalsiz neşe içinde kızın
bulunduğu mahalle gelirler.
Yolda kızların develer üzerine söyledikleri türkülerden işte birkaçı:468
9.Anşa’m gider hecine469 Orak dáġmiş kıçına Yürü’ġlan peşkiriñ ver470 Anşa’m sersin kıçına 10.Aşnalar hatın olur471 Ahdine bütün olur Anşa’yı seven oġlan Yanar da tütün olur 11.Anşa’m gider youkşa Aġ memeler tokuşa Anşa’nın boylarına Hez kumaşı yakışa 12.Aşnalar güzel olur Aġaçlar kazel olur Anşa’yla yatınca 472 Al baharlı yaz olur
Kızların sanki delikanlı tavrı takınarak473
13.Ormana kuyu kazdım Giderken yolu azdım Ağ memeniñ üstünde Yıxıldım öleyazdım
466 bu dipnot Fahri Bilge tarafından işaret edilmesine rağmen boş bırakılmıştır. (hzl.) 467 “ve davulların ahengine uyarak” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 468 türküler 85b’de başlamıştır. (hzl.) 469 Anşa: Ayşe. 470 yürü’ġlan: yürü oğlan. 471 hatın: hatun. 472 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 473 bu cümle yarım bıraklmıştır. (hzl.)
186
14.Cere pencereleri Geyer alacaları Ben kızları severim Küsmeyin kocaları474 15.Hendáġi hopladıñ mı Fistonu topladıñ mı Oġlan diyor bir öpüş! Kız diyor çatladıñ mı?! 16.Kız süpürür toz eder Oġlan kıza göz eder Konşu kızın zapt eyle Bizim oġlan naz eder 17.Karşı karşı havlımız Karşıda harmanımız Sen ordan çık ben burdan Çatlasın düşmanımız
Bu alayların yaklaşmakta olduğunu gören kız evinin adamları, süvarileri, davulları
tarafından istikbal edilirler.
Her iki taraf yek diğerine yaklaşırken kız tarafının bayrağını çeken bayraktar “Duruñ
orda!” deyip bayrağını diker.
Oğlan evinin bayraktarı da bayrağı ile birlikte kız evinin bayrağının bulunduğu yere
doğru yürür.
87a475
87b
Bayraktarlar birbirine yaklaşınca kız evinin bayraktarı, oğlan evinin bayraktarına
“Nerden gelip nere gidiyoñ arkadaş” sualini sorar. Oğlan evinin bayraktarı da
“Hazırlardan hazırlara gidiyorum” cevabını verir.
Kız evinin bayraktarı bu defa da “Hazır kim? Hazır kim!” sualini sorar. Buna karşı da
“Hazırlar seniyinen bizik. Hazırları ne sen biliñ. Ne ben bilirim” cevabını alır.
474 büyükleri demek. 475 bu sayfa boştur. (hzl.)
187
Bu sırada bayraktarların etrafında oğlan evine ve kız evine mensup birçok kimseler
toplanmış bulunur.
İki taraf arasında bu sual cevap meselesi büyütülür. Her taraf kendi sözünün makul ve
mantıklı olduğunu iddia eder. Bazen kavgaya müncer olur. Fakat ekseriya mücadeleye
meydan vermemek için iki tarafın hatırlı adamları araya girerek oğlan babası çağrılır.
“Şu zirzoplarıñ yolunu ver” diye bayraktarlara bahşiş itasına davet edilir. Oğlan babası
derhâl evvelden bu maksat için hazırladığı 10/15 lira kadar bir parayı çıkarıp kız evi
bayraktarına verir. Kız evi bayraktarı ‘Zirzop yolu’ denilen bu parayı alınca elindeki
bayrağını oğlan evinin bayraktarına vererek onun elindeki bayrağı tesellüm eder.
Müteakiben “Buyuruñ arkadaşlar” diyerek
88a476
88b
öne düşer. Her iki tarafın süvarileri, piyadeleri de yek diğerine karışır. Cemaat davullar,
zurnalar çalınırken değnek oyunları oynayarak, silâhlar atarak nihayet kız evinin önünde
tevakkuf eder.
Esasen kız babası tarafından da oğlan babasının yaptığı477 tarzda etraftan birçok
kimseler davet edilip önceden konşulara misafir edildiği gibi oğlan evinden gelen
düğüncüler de münasip mahallere yerleştirilirler. Yerleşilen mahallerde kahveler içilir.
Öğle vakti oğlan evinde olduğu gibi dellâllar misafirleri yemeğe davet ederler. Yemek
mahallinde kafile kafile yemeklerini yerler. Yemeğin hitamında aynı mahalde yine
kahvelerini içerler. Dellâl tarafından bu defa da “Aġalar, báġler buyuruñ, dáġnek
mahalline!” diye değnek oyununa davet ederler. Bizzat değnek oynayacaklar
değneklerini ellerine alarak ve atlarına binerek gösterilen yere giderler. Seyirciler de
yaya olarak aynı mahalle seyre çıkarlar. Kız ve oğlan tarafının davulcuları ve zurnacıları
değnek havası çalarlar. Süvariler de kız ve oğlan evinin misafirleri ve adamları
memzucen ayrı tarafa ayrılarak değnek oyununa başlarlar. Değnek oyunu saatlerce
devam edebilir. Yalnız değnek oyunu hüküm ve hakkında idare edenlerden birinin
476 bu sayfa boştur. (hzl.) 477 “gibi” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
188
emriyle davullar, zurnalar susturulup dellâl “Paydos!” deyi nida ettirilince478 oyun sona
erer. Atlılar ve seyirciler kız evinin önüne gelerek dururlar. Süvariler orada atlarından
inerler. Atları, misafir kabul edenler evvelki gibi yerlerine götürülürler.
89a479
89b
Bu defa da sıra kızların ‘halay’ oyununa gelir. Buradaki halay da oğlan evindeki gibi
fakat kız evinde toplanan kızların da iştirakleriyle çekilir.
‘Halay’da havanın ve dikkatin müsait olup olmamasına göre iki saat devam ettiği gibi
yarım saatte bittiği de vakidir.
‘Halay’ bittikten sonra evvelce kız evinde toplanmış olan pehlivanlarla oğlan evinden
gelen pehlivanlar meydana çıkarlar.
Davullar ve zurnalar ‘güleş’ havası çalmaya başlayınca pehlivanlar iki tarafa
hakemlerinin480 nezaretleri altında ‘ayak’tan itibaren ‘baş’a kadar ikişer ikişer
musaraada bulunurlar.481
İki taraf baş pehlivanlarından herhangi biri diğerine nazaran çok kuvvetli ve ehliyetli
bulunduğu takdirde münafiini hasdeden pehlivan güleşe başlamazdan evvel veya
meydana çıkıp karşı karşı ellerini çırparak biraz dolaştıktan sonra karşısındakinin elini
tutar, “Ustamsıñ” diye öperek güleşten vazgeçebilir.
Güleşin hitamında ‘baş’, ‘orta’, ‘küçük orta’ ve ‘ayak’a mahsus hediyeler dağıtılır.
‘Baş’a at veya deve ‘orta’ya da bir öküz veya ‘kısrak’, küçük ortaya ‘koç’ ayağa koyun
verilmesi âdettendir.
Güleş mahallinden dağılan davetliler, ikametlerine tahsis edilmiş mahallere482 çekilirler.
Yemeklerini bu defa da kendilerini misafir eden ev sahiplerinde yerler.
478 “değnek” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 479 bu sayfa boştur. (hzl.) 480 hakemler bazen birerden dörde kadar çıkarılabilir. 481 hakemlerden bir veya ikisinin güleşen pehlivanlar için seyircilerden telis veya tabak gezdirilerek topladıkları bahşişler de ayrıca pehlivanların derecelerine göre taksim ve kendilerine tevzi edilir. 482 bu dipnot yazar tarafından işaret edilmesine rağmen boş bırakılmıştır. (hzl.)
189
90a483 90b Akşamdan sonra kız evine yakın bir meydana çok ziya neşreden büyük bir ateş yakılır.
Davulcular, zurnacılar ateşin yanında davullarını, zurnalarını tekrar çalmaya başlarlar.
‘Davul’, ‘zurna’ seslerini duyanlar ‘siñsiñ’ oyununa başlandı, derler. Oturdukları yerden
kalkarak davul, zurna çalınan mahalde toplanırlar.
Bu esnada bir delikanlı ateşin etrafını devrederek oynamaya başlar. Bunu görenlerden
bir başkası da oynayan delikanlıyı tutmak üzere koşup arkasından takip eder. Tuttuğu
takdirde tutulan oyununa devama mecbur olur. Kovalayan takip ettiğini tutamazsa
kaçanın yerine kendisi oynar. Hülâsa bu minval üzere oyun bir iki saat sürer. Nihayet
oyun [bitince] yine herkes konakladığı yere döner.
Konak mahallerinde misafirler arasında bazen daha hususî mahiyette oyunlar da tertip
edilir. Veya musahabede bulunulur. Uyku zamanı gelince de ‘halı’, ‘kilim’ gibi sergiler
üzerinde uyunur.
Gelin almaya gelenler ve kız evine misafir edilenler arasındaki oğlan anası,484
haricindeki erkek oyunları hitam bulup her taraf tenhalaştıktan sonra kız anasına
“Uruxsat ver de âdetimizi edelim” der. Kız anası da “Peki bacım – buyuruñ âdetinizi
yapıñ” der.
Orada işe müdahale için böyle bir söz söylenilmesini bekleyen kızın – varsa erkek
kardeşi, yoksa – mahrem yakın akrabasından biri “Bırakıñ, bu âdetin
483 bu sayfa boştur. (hzl.) 484 “kız anasına” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
190
91a
[XVII]
1.Kalk yukarı deşirsinler başını Emmi, dayı bitirsinler işini Çoġ aġlama sil gözüyün yaşını
Al gelinalmaya geldik almaya485 Gülleriñ dermeye geldik dermeye
2.Kalk yuxarı deşirsinler yurduñu Kardeşlerin çeker kalır derdiñi Anañ babañ dáġner kalır ardıñı486
Al gelin almaya geldik almaya Gülleriñ dermeye geldik dermeye
3.Yatmaya gelmedik gitmeye geldik Tañrı buyruġunu dutmaya geldik Babanıñ dedigin etmege [geldik]
Al gelin almaya geldik almaya Gülleriñ dermeye geldik dermeye
4.Sabax seni göçürürler yurduñdan Anañ babañ deli olur derdiñden Kardaşların bakar kalır ardıñdan
Al gelin almaya geldik almaya Gülleriñ dermeye geldik dermeye
5.Sabah seni düşürürler yollara Sak ol anam sak ol düşme dillere487 Yol üstünde uġratırlar illere
Al gelin almaya geldik almaya Gülleriñ dermeye geldik dermeye
6.Fatımana oturmuş kınasın ezer488 Xuri kızları da hullesin düzer Cem olmuş melekler Cennet’i gezer
Al gelin almaya geldik almaya Gülleriñ dermeye geldik dermeye
485 gelinlerin sırtına Avşarlar al ya kırmızı elbise geydirdikleri için geline ‘al gelin’ diyorlar. 486 anañ babañ/xısımlarıñ 487 saq ol: uyanık demektir. Meselâ sak kişi, yahut [دvم�یr�] için: Sak ol: geliyorum; deniliyor. 488 Fatımana: Fatıma Ana.// Bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.)
191
7.Ayaġına giymiş nurdan nalını489 Gezer Cennet baġçesinin hâlını Biri ‘As(i)ye’ biri ‘Meryem’ gelini
Al gelin almaya geldik almaya Gülleriñ dermeye geldik dermeye
91b490
[XVIII]
DİĞER TÜRKÜ
1.Atladım geçtim eşigi Sufrada buldum kaşıġı İşte geldim gidiyorum Büyük eviñ yakışıġı
Üveyi valideye karşı:
2.Babam ekmegiñ artdı mı? Kardan ekiniñ bitdi mi? İşte geldim gidiyorum El kızı keyfin yetdi mi?
Gelin:
3.Duz ţorbasın duzsuz koyan Büyük evi ıssız koyan İşte geldim gidiyorum Babasını kızsız koyan
92a
4.Bir incecik su bulanır Öñnük baġı dört dolanır Bitti aġlaya aġlaya Ana besler el gönenir 5.(…) görünen dáġil mı?491 Babañ daġı taşı dáġil mi Siyim siyim yaġan yaġmur Anayıñ gözü yaşı dáġil mi?492
489 nalin. 490 bu sayfa deftere yapıştırılmış ve numaralandırılmıştır. (hzl.) 491 j°±xl¨ 492 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.)
192
92b
6.Kız anası kız anası Başında mumlar yanası İşte koyup gidiyorum Büyük ev ıssız kalası
93a493
93b494
yolu var; erkânı var” diye muhalefette bulunur. O sırada oğlan anası kocasına haber
eder. Kocası kapıya gelir. Kadın kocasına “Kele herif, âdeti yaptırmıyorlar; kına
yaktırmıyorlar” der. Kocası da müdahale eden için “Ne teklif ediyorsa Allah kerim.
Veririz” der. Müdahale eden karşısına gelince ona da “Ne istiyoñ oġlum?” sualini sorar.
Genç de sert bir lisanla cevaben “Âdet terk mi oldu? Ne istedigimi bilmediñ mi? Bir
atınan bir kat silâh istiyorum495 hakkımdır. Âdet terk olmaz” der. Oğlan babası buna
karşı “Peki yáġenim, baş üzerine. Filân atı seniñ için getirdim. Hazır. Onu báġenmezseñ
kendim bindigim atımı veririm. Silâh için de filân tüheginen filân dabancaları getirdim.”
der. Genç bu defa daha mülâyim lisanla “Peki emmi, ben seniñ bindiġiñ atı almam.
Münasip gördügüñ atı ve silahları ver” der. Oğlan babası derhâl atı ve silâhları getirtip
gence teslim ettirerek “Yáġenim artık müsaade et. Âdet yapılsın” der. Genç de bu defa
“Peki emmi..” diyerek ve içerideki kız anasına haber vererek âdete başlattırır.
Kına âdeti şöyledir:
Gelin olacak kızın en yakın akrabasından bir kız veya kadın başka mahalle gizlenen
gelinin olduğu yere giderek elinden tutar, iki tarafına türkü söyleyen iki kız veya gelin
alır. Bunlar şu türküyü söylemeye başlarlar:496
Türkü söylenirken yavaş yavaş yürüyerek hep beraber497 ‘kına evi’ne gelirler. Gelini
evvelâ kaynanasını önüne getirip elini öptürürler. Kaynana da mukabelen gelinin
alnından öpüp önünde oturmasına müsaade eder. Gelin diz çöküp kaynanasının önünde
yere oturur. 493 bu sayfa boştur. (hzl.) 494 bu sayfa 90b’nin devamıdır. (hzl.) 495 bu dipnot yazar tarafından işaret edilmesine rağmen boş bırakılmıştır. (hzl.) 496 burada yer alması gereken metin 91a’daki türküdür. (hzl.) 497 “yürüterek” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
193
94a498
94b
Gelin oturduktan sonra oğlan ve kız tarafından ikişer, yahut dörder kadın veya kız
çağırılarak oğlan anası tarafından bunlara gelin için götürdüğü esbap bohçası verilir.
Bunlar bohçayı alınca kızın elinden tutup kaldırırlar: Beraber tehnaca yere götürüp
başındaki fes hariç olmak üzere – tamamen soyarlar; bohçadaki yeni esbabı
geydirirler.499 Tekrar kaynanasının önüne getirip yine el öptürerek evvelki gibi önüne
oturturlar.
Bu esnada gelinin yanına eli baş bağlamasını bilen bir kadın500 gelerek gelinin fesini
başından alır. Anasına verir. Kendisi de gelinin yanına oturur. Oğlan anası tarafından
yeni fes, şeher gibi bazı şeyleri ihtiva eden bir bohça daha verilir. Kadın bu bohçayı
açtıktan sonra evvelâ içindeki sırmalı fesi gelinin başına geydirir. Ayaklı köşelerden yan
taraflardan ve ayrıca bir ‘kor’ altını da alın tarafından fese rapteder. Sonra sırmalı fistan
az daha büyücek olup dizine geçirdiği adi fes üzerine müteaddit yağlıklar, yazmalar
sarar. Fes[i], Hintlilerin kavuklarından daha büyük bir hâle getirir. Bu yetmiyormuş gibi
en üste de ‘şeher’ denilen ipekten mamul yedi renkli kumaşı – her rengi ayrı ayrı
boğumlarla gösterilmek suretiyle oldukça haşmetli bir şekilde – dolayarak baş
hazırlığını tamamlar ve bir tarafa bırakır. Sıra gelin üzerinde yapılacak tezyinata gelir.
Kadın bu defa da ele aldığı makasınan gelinin keleğini501 keser; gözlerine sürme çeker;
ellerine kına yakar. Müteakiben de önceden hazırladığı ‘baş’ı gelinin sırmalı fesinin
üzerine itina ile koyar. Bununla gelinin tezyinatı işi tamamlanmış olur.
498 bu sayfa boştur. (hzl.) 499 gelinin üzerinden soyulup çıkarılan esbap, evde bırakılmayarak kendisini soyup yeni esbap geydiren kadınlar ve kızlar arasında taksim edilir. 500 “gelinin yanına” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 501 kelek: zülüf.
194
95a502
95b
Bu işi bitiren kadın gelini elinden tutarak ayağa kaldırır. Gelin503 kaynanasının tekrar
elini öper. Sonra da karşıki direk veya duvarın önüne dinelir.
Bu sırada oğlan anasının getirdiği ‘çerez’ ortaya çıkarılarak ve tepsiler[e] dökülerek
birkaç kız veya gelin tarafından gezdirilmek suretiyle orada bulunanlara dağıtılır. Aynı
zamanda geline yakılan kınadan artan kısmı da gezdirilip arzu edenlerin ellerine sürülür.
Bu tevziattan sonra ‘çerez’ tepsisi ortaya konulur. Tepsiye ilk defa oğlan anası
tarafından bir liradan 5 liraya kadar tefavüt eden ve tamamen geline ait olan bir hediye
bırakılır. Aynı tepsiye orada mevcut diğer kızlar ve kadınlar tarafından da beşer
guruştan bir liraya kadar para bırakılır. Biriken para bir ‘yağlık’a bağlanarak geline
verilir. Artık sıra gelinin istirahatını temine gelir. Kendisi arkadaşları tarafından başka
yere yatmaya götürülür.
Gelin gittikten sonra diğer kadınlar, kızlar da dağılırlar. Uyumak isteyenler yatıp
uykuya dalarlar.
İç Arka Kapak
Çullu Anadolu’ya kaçtıktan sonra Urfa’dan ileride Budak aşireti beyi tarafından
haklanılması
Budak aşireti Çullu’yu emite504 deye haklamıştır. Orada ölmüştür.
*
Pınarbaşı kazası İkinciklibeyi köyünden Bıyıklı Hasan Oğullarından Mehmed’in oğlu
1262 tevellütlü Karaca’nın, büyüklerinden ve bilhassa ‘Halid’ adlı dedesinden505
duyarak anlattığına göre Avşarlar yedi defa sürgün edilmişlerdir.
502 bu sayfa boştur. (hzl.) 503 “den” eki karalanmıştır. (hzl.) 504 Avşarlarda emite: amcazade demektir.
195
Bunlardan Yusuf Fakı’nın hatırında kalıp anlattıkları şunlardır:
1 – Ahısha’ya
2 – Rakka’ya
3 – Kamışlı’ya Sarıkamış’a
4 – Mersin’in batısına ‘Harnıplı’ tarafına (Avşarlar burada üç sene kalarak sonra
Çukurova’ya kadar kaçmışlardır)
5 – (Yusuf Fakı’nın hatırında kalmamıştır)
6 – Bozok
7 – Diyarbakır’a
96b506
505 Halid, Bozok sürgününden dönmüştür. 110 yaşında olduğu hâlde Çukurova’da Kadirli – Kars mıntıkasından Teveklihöyük mevkiinde vefat etmiştir. Kahraman bir adammış. Terkeşli Oğlu İsmail Ağa’nın üzengi yoldaşı yani sadık ve vefakâr arkadaşı imiş. 506 bu sayfadaki not 96a’ya ait olduğu için o sayfaya alınmıştır. (hzl.)
196
A. ÂRİFÎ [FAHRİ BİLGE]
AFŞAR BOYUNUN BEYÂNINDADIR
Kayseri 1943
(Millî Kütüphane İbni Sina Yazmaları Nu: Yz. FB 582)
197
5.3. A. ÂRİFÎ [FAHRİ BİLGE]-AFŞAR BOYUNUN
BEYÂNINDADIR
Kayseri 1943-(Millî Kütüphane İbni Sina Yazmaları Nu: Yz. FB 582)
İç Kapak
Albustan kavgasından evvel Cerid aşiretinden Seydi Oğlu üzerine baskın eden Cin
Yusuf’un ölümü hadisesi yazılacak.
Cerid’in ‘Alabel’e konması ve Âşık Ali’nin türküsü (yeşil defter 209)
Hasan Paşa’nın ‘Halep’e sürgün türküsü (yeşil defter 249)
Çullu
İç Kapak
1330’da intişar eden ‘Sıyanet’ mecmuasının 4’üncü nüshasının 12’nci sayfasında
Afşarlar hakkında bilhassa 1283’te iskânlarına ait malûmat vardır.
1a Başlangıç
Avşarların Menşei
Orta Asya’da Avşarlar
Orta Asya’dan Garba Geliş
İran’da Avşarlar
Anadolu’da Avşarlar
Haçlılar Seferlerinde Avşarlar
Selçuklular Zamanı
Türkmenler Zamanı
Akkoyunlu Zamanı
Dulkadirliler Zamanı
Firuz Bey masalı Anadolu’ya Danişmentlilerin fütuhatına iştirak bilhassa Alpaslan
idaresinde savaşıyorlar. Bu münasebetle Selçuk merkezinde bulunurlar.
198
(Töremez Oğlu kavgası - Yeşil defter sayfa 49)
Osmanlılar idaresine geçiş (Menfî cereyanlar – Yeşil defter sayfa 48) ve temadi eden
baskınlar
31 – 1 – Ahısha’ya sürgün507
32 – 2 – Mamalı aşireti ile çarpışmalar ve Rakka’ya sürülüş
41 – 3 – Rişvan aşireti ile mücadele
49 – 4 – Ayıntap’a Baskın ve Sarıkamış’a sürgün
(Açık yeşil defter varak 33) 50 – 5 – Cerid, Tecirli, Karalar, Bozdoğan aşiretleri ile
ırmak üzerinde mücadele ve inhizam
52 – 6 – 508Avşar var mı, yok mu? ‘Kerim Oğlu Kavgası’
63 – 7 – Kuvve-i Te’dip ile çarpışmaları (Dayının Oğlu ve Muhtar Paşa)
72 – 9 – 1244 Adana’yı basıp Tarsus, Devebükü’ne karşı hareket ve muvafakat
83 – 12 – 1245 – Cin Yusuf Kavgası (Açık mavi kâğıda ilâve)
84 – 1263 – Albustan kavgası (Yeşil defter sayfa 12 dikkat)
1b
7 mükerrer – Lek Kürtleri ile mücadele
95 ? 8 – Beyazıd Oğlu Süleyman Bey509 lehinde hareket
101 ? 10 – Mısırlı İbrahim Paşa kuvvetleri önünden kaçan ve bir Avşar kızına lâf atan
Cadı Oğlu kuvvetlerinin perişan edilmesi
104 ? 11 – Mısır ordusunun ricat hatlarının kesilmesi
79 19 – Tecirlileriñ Avşar’dan üç kişi öldürmeleri yüzünden tahminen 1270 senesinde
‘Bozkuyu’da çarpışmalar. Andırın kavgası 1258 (Açık yeşil defter 125, Açık yeşil
defter 120)
15 Cin Yusuf Bey’in kavgası ve ölümü (1260 – 1257/1258)
115 17 – Muaredede Çapan Oğlu ve Cadı Oğlu kuvvetlerinin perişan edilmesi
intikamını almak için Avşarlar aleyhinde vaki şikâyetler üzerine ‘Bozok’a sürülüş 1264
(Yeşil defter 171’inci sayfa ile ilâvesine dikkat!)
507 Fahri Bilge tarafından çift numara verilmiştir. (hzl.) 508 “Ve’l-Ba’sü Ba’de’l-Mevt” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 509 paşa
199
(Açık yeşil defter 43 varak 121 - 117) 18 – Bozok’ta Pehlivan Oğlu Abidin Bey’in
Avşarlar tarafından katli ve bunu müteakip yapılan tahkikat neticesinde 1248’de
sürgünden avdet
20 – Torun aşiretinin ‘Sivas’ı basıp çapul yapmasından dolayı 1274 veya 1275’te
Abdurrahman Paşa’nın te’dibe memuriyeti ve Torun Oymağı’nın Diyarbakır’a sürgün
edilmesi
(Yeşil defter 186’ncı sayfaya dikkat)
21 – Uzun Yayla ve Pınarbaşı’ndaki Avşar yurtlarına 1276 - 1277’de Çerkeslerin
iskânına başlanılması.
2 – Derviş Paşa’nın kat’î iskân teşebbüsleri
3 – İskân esnasında Avşarların Kozan Oğlu’nu te’dip için Derviş Paşa’ya ‘zor askeri’
vererek yardımları
1 – İskân esnasında Avşarların Küçük Ali Oğlu’nu te’dip için Derviş Paşa’ya yardımları
1 – 93 harbinde Avşarlar (Yeşil defter sayfa 167 türkü)
- Bazı şekavet hadiseleri ezcümle Sollu’nun kahramanlıkları
- 1313 Yunan Muharebesi – Balkan Muharebesi
7 – Umumî harpte Avşarlar
28 – İstiklâl Savaşı’nda Avşarlar
29 – Cumhuriyet devrinde Avşarlar
5a
AVŞARLARDA DOĞUM VE ÇOCUK510
Avşarlarda
510 FB 513 numaralı defterin 3b numaralı sayfasından karışmış olabilir. (hzl.)
200
5b 511
31a 512
31b
AHISHA’YA SÜRGÜN
Avşarların eski asırlarda sakin ve mücadelesiz513 bir yıl geçirdikleri hemen de hiç
görülmemiş ve işitilmemiştir. Avşarlar, yurt hududunun pek geniş olmadığı devirlerde
kondukları ve göçtükleri yerlere yakın sınırları aşarak ecnebî yurduna akınlar yaparlar;
buna hareket ve imkân bulamadıkları zamanlarda yurt içindeki kasaba ve köyleri veya
diğer aşiretleri basarlar, hayvan, erzak ve saire gibi rastladıkları emval ve eşyayı gasp
ile komşularını sık sık514 tedhiş ve iz’âç ederlerdi.
Böyle baskınlar esnasında muhalefet gördükleri şahısları öldürmekten çekinmezler;
bazen kendilerinden kurbanlar verirlerdi.
Avşarların baskınlarına uğrayan, zarar gören kasaba köyler halkının veya diğer
aşiretlerin şikâyet ve feryatları ekseriya padişaha kadar akseder, azılılarının
cezalandırılmaları, yahut515 tecavüze uğrayan mıntıkalar ahalisinin516 baskınların
tekerrürden kurtarılmalarını teminen başka yerlere sürülmeleri için emirler verilir,
hükümler sadır olurdu.
Avşarların böyle taşkınlıklarından dolayı muhtelif şekillerde cezalandırıldıkları
hakkında tarih kaynaklarına da ufak tefek kayıtlar görülmekle517 beraber yazılı hiçbir
vesikası ve müeyyidesi bulunmayıp yalnız aşiret beyninde atalardan oğullara,
dedelerden torunlara rivayet suretiyle zamanımıza518 intikal eden an’aneler, türküler
arasında eski vak’aları canlandıranlara rastlanıyor.
511 bu sayfa boştur. (hzl.) 512 bu sayfa boştur. (hzl.) 513 “yaşadıkları” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 514 “komşularını” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 515 “veya şekavette bulundukları” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 516 “tecavüzlerinin” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 517 “malûmata rastlanmakla” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 518 “kadarı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
201
32a Anber Ağa’nın anlatışına göre türküyü dinlediği sıralarda tahminen 75 yaşında olup
1935 senesinde ölen Halil Emmi gençliğinde ululardan çok kıssalar öğreniyor; kendisi
de Kozan Oğlu, Küçük Ali Oğlu gibi derebeylerinin meclislerinde sazını ve sözünü
dinliyor;519 Ulubeğ’in türküsünün ise Avşarların üç yüz yıl kadar önce ‘Ahısha’ya
sürüldükleri520 zaman çıktığını521 anlatıyor.
Şu hâlde Avşarların Ahısha’ya sürülmesi hadisesi, 17’nci asrın ortalarında vuku
buluyor.
Lâkin bu sürgünün kaç aile için yapıldığı,522 ve nasıl neticelendiği ve sürülenlerin affa
uğrayarak veya sair suretle eski yurtlarına dönenler olup olmadığı hakkında bir şey
bilinmiyor. Yalnız Avşarların hepsinin birden sürülmeyip bu cezanın Ulubeğ’in idaresi
altındaki oymak hakkında tatbik edildiği sanılıyor.
Anber Ağa Avşarların bir kısmının Ahısha’ya sürüldükleri zaman Mehmed adlı bir
Avşar âşığı tarafından söylenildiğinde babasından duyduğu bir türkünün daha
mevcudiyetini523 bildiği hâlde güftelerini hatırlayamıyordu.
Nihayet 31/8/1943 tarihindeki görüşmemizde tamamen hatırına gelen bir türküyü
aşağıya kaydediyorum: (Son sayfanın kenarında)
(Mabadı……. X işareti ile merbut kâğıttadır.)524
32b Avşarların eski devirlerde memlekette zaten bozuk bulunan asayiş daha ziyade ihlâl
etmelinden dolayı olacak – ‘Ahısha’ya sürüldükleri, ‘Ulubeğ’in şu türküsünden
anlaşılıyor:
519 “Halil Emmi Anber Ağa’ya büyüklerinden” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 520 “ve bu türkünün o” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 521 “söylemişti” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 522 üzeri karalanmış kısım okunamadı. (hzl.) 523 “(Mabadı X işareti ile merbut kâğıttadır.) hatırladığı” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 524 32b’de geçen II numaralı şiiri kastetmektedir. (hzl.)
202
[I]
1.Ilġıt ılġıt bir yel esti uġrumdan;525 Yönü ġurbet ile döndü Avşar’ıñ! Kesildi kanadı, kırıldı kolu; Yaylası kanınan yundu Avşar’ıñ! 2. Axısxa’ya sürgün gelini, kızları526 Ötmez oldu şahanları, bazları; At oynatmaz kayrı Avşar düzleri; Yıxıldı ocaġı söndü Avşar’ıñ! 3.Alnı top perçemli gelinler öldü; Avşar illeriniñ gülleri soldu. Ulubáġ’iñ gözü kanınan doldu; Kırıldı kolları, sındı Avşar’ıñ!
‘Anber Ağa’527 da 1920 senesinde Pınarbaşı kasabasının Harnı nahiyesinin Kuşçu
Köyü’nden Demirci Ahmed Oğlu Halil Emmi adlı bir Avşar’dan işitip öğrendiğini528
söylüyor.
Anber Ağa’nın 31/8/1943’te anlattığı bu türküde Ahısha[’ya] sürgün olunmasıyla
söylenilmiştir. Anber Ağa bunu babasından dinlemiştir.
4 529.(...) bir obada bastılar Hepisiniñ saġ yanını kestiler. 530 Kıyak binitlerini dara astılar. 531 Yoruldu dönmüyor dili Afşar’ıñ532
(Anber Ağa bu türkünün tamamı ile diğer Ahısha’ya sürgününü (…)533 bir türküsünün
mâbadını söyleyecektir)
Bu türküyü 22/7/1942 tarihinde ‘Anber Ağa’dan dinledik, yazdım
525 şiirin diğer çeşitlenmelerinde ‘Urum’dan’ olarak geçen bu kelime burada ‘önümden’ anlamıyla kullanılmıştır. (hzl.) 526 bu mısranın vezin bozuktur. (hzl.) 527 “Anber Ağa’da” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 528 “Bu da 22/7/1942 tarihinde Anber Ağa’dan dinledik, yazdım.” Fahri Bilge bu cümlenin sonuna dipnot eklemiş fakat daha sonra karalamıştır. Bu dipnot: “Anber Ağa, Halil Emmi’nin 1935’te öldüğünü söylemektedir.” (hzl.) 529 üzeri karalalanmış kısım okunamadı. (hzl.) 530 bu mısranın vezin bozuktur. (hzl.) 531 bu mısranın vezin bozuktur. (hzl.) 532 bu dörtlük II. şiirin devamında olmalıydı. (hzl.) 533 karalanmış olan iki kelime okunamadı. (hzl.)
203
[II]
1.Yüce daġlardan da bir avaz geldi Büküldü534 kahmıyor beli Avşar’ıñ Çok söylendi fayda etmez n’eyneyim Kırıldı ötmüyor teli Avşar’ıñ
2.Wükümetiñ sultatları erişti Avşar ili birbirine karıştı Arap atlı koç yıġitler girişti. Dutmuyor kürekten kolu Avşar’ıñ
3.Der Mehmed’im geçen itler535 soruldu Arap atlar koç yıġitler derildi Cida ata ata kollar yoruldu Ġayet perişandır hâli Avşar’ıñ
33a
Avşarlarca – aşiret reislerinin hükümete karşı muti ve aşikâr bulundukları zamanlarda –
devletin açtığı bazı seferlere iştirak etmek ve ecnebilerle harbe girişmek âdeta dinî bir
vazife biliniyordu. Belki de kahramanlık göstermek arzusu onları savaş meydanlarına
sürüklüyordu. 19’uncu asır ortalarına kadar …
Hükümet tarafından da536 böyle harpler içinde537 kimlerin kaç neferle538 sefere iştirak
edeceklerini gösterir defterler hazırlanıyor;539 alâkadarlara, bulundukları mıntıkalarda
tebliğler yapılıyordu.
1288-1289 senelerinde Avusturyalıların Belgrad, Semendere, Niş ve Vidin gibi mühim
kalelerini alarak cenuba doğru ilerlemeleri padişahı telâşa düşürdüğünden sadaret
mevkiine 10 ikincilerden 1289’da Köprülüzâde Mustafa Paşa getiriliyor. Bir taraftan
Rumeli’ndeki maneviyatı sarsılmış ordularının her bakımdan takviyesi esbabına
tevessül olunurken diğer taraftan da seferber orduya göçmüş aşiretlere varıncaya kadar
Anadolu’ya yeni kuvvetler teminine çalışılıyor. Sefere iştirakleri istenilen aşiretlerin
adlarını havi defterin en başında ise Avşarlara ait kayıtlar görülüyor.
534 “kırıldı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 535 rxای� 536 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 537 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 538 “süvari ile” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 539 “bulundukları mıntıkalarda” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
204
Müverrih Ahmet Refik Bey’in Dîvân-ı Hümayun’a mühim defterlerinden iktibasen
vücuda getirdiği – Türkiyat Enstitüsü’nün 18/1/1930 – (Anadolu’da Türk Aşiretleri)
adlı eserinin 81-89’uncu sayfalarında aşiretlerden mühim bir kısmının ‘Sefer-i
Hümayun’a iştirakleri hakkında aşağıdaki yazılara rastlanıyor:
Yeni il ve Türkmen Halep’teki aşiretlere gönderilen defterler. İşbu sene-i mübarekede meünet ve levazım seferlerin görmek üzere ellişer guruş ile Türkmen ve Ekrad aşayirinden Sefer-i Hümayun’a memur olan süvari asker ile bi-neferim gelmeleri ferman olunan boy beğleri ve kethüdaları ve iş erlerinin ale’l-esami defteridir.540
2 sene 1101
Yeni il ve Türkmen Halep mukataasına tâbi Türkmen aşiretleridir ki zikroluyor.
33b541
34a
İLK İSKÂN TEŞEBBÜSLERİ
Kayseri, Adana, Antep ve Maraş mıntıkalarında yaşayan yerli halkı ve muhtelif
mevsimlerde kendileri gibi konup göçen bazı aşiretleri542 baskınları ile asırlarca
huzursuz bırakan ve fırsat buldukça zararlandıran Avşarları ve diğer Türkmenlerle
bunlara benzer göçebe cemaatleri münasip yerlerde iskân ederek zapt ve rapt altına
almak, devlet ricalinin gönüllerinde - sonradan vaki bazı teşebbüs ve hadiselerden
anlaşıldığına göre543 – köklü bir arzu olarak yaşıyordu. Lâkin ardı arası kesilmeyen
dâhilî ve haricî gailelerden bu esaslı arzunun husulüne imkân bulunamıyordu.
Devletin, yurt dışından en mühim kalelerimizi karşı dahi ecnebi tecavüzlerini önlemek
ve istilâ edilen vatan parçalarının kurtarmak gibi çok hayatî544 mücadelelerle meşgul
olduğu 1689 ve 1690 senelerine doğru bu aşiretler öyle taşkınlıklar gösteriyorlar ki
hükümete herçe bad-ı abad kâffesini Rakka havalisindeki çöllerde iskânlarına karar
veriliyor. Bu işin başarılmasına da Rakka beylerbeyisi Kadı Oğlu Hasan Paşa’nın
540 bu defterden yalnız Türkmen aşiretleriyle boy beğlerinin, kethüdalarının ve iş erlerinin esamisini yazdık. Anadolu’da Türk Aşiretleri, sayfa 82, Ahmed Refik. 541 bu sayfa boştur. (hzl.) 542 üzeri çizilmiş kelime okunamadı. (hzl.) 543 “devlet ricalinin gönüllerinde” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 544 “bir” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
205
memuriyeti hakkında ferman sadır oluyor. Ancak tarihî membalarımızda bu cezrî
kararın verilmesindeki hakikî sebebin neden ibaret bulunduğuna dair hiçbir kayda
tesadüf edilmiyor.
Aşiret ananelerinin tetkikinde böyle müphem noktalardan çoğunun aydınlaştığı
mukadder tecrübelerle sabit oluyor.
Nitekim bu ilk iskân teşebbüsünün de ağzına kadar dolan bir bardağa bir damlanın daha
düşmesi ile içindeki mayinin taşması kabilinden çok küçük bir hadiseden inbias ettiği
aşağıya aynen yazdığım Avşar ananelerinden ve bilhassa bazı türkülerden sarahaten
anlaşılıyor.
34b Anber Ağa’nın anlatışına göre Avşar, Beğdili, Cerid, Bozkoyunlu ve diğer bazı
Türkmen aşiretlerinin iki yüz elli yıl kadar evvelce, Çukurova’nın şark mıntıkasında ve
Maraşaltı’nda545 hemen de muhtelit denilecek derecede birbirlerine yakın bir hâlde
yaşadıkları bir sonbahar mevsiminde ‘Beğdili’ aşireti beği, kendi aşiretini ve
Avşarlardan maiyetine seçme ve hepsini atlı müsellâh adamlar alıyor. 546
Çölde av peşinde koşarken beğin ‘tütün’ü tükeniyor; maiyetindekilerden birkaç şahsa
“Tütün qalmadı.. Haydiñ; eve gidek, tütün getirek” emrini veriyor.
547Bu emri alanlar geriye, çadırların bulunduğu mahalle dönmek üzere iken beğ de
uzaktan bir süvari kafilesinin kendilerine doğru gelmekte olduğunu görünce tütün
getirmeye gidecekleri geriye geçmeye bakıyor.
Bir müddet sonra iki kafile birbiriyle karşılaşıyor. Kafile reisleri arasında selâm alınıp
veriliyor. Bu sırada o taraftan gelen kafilenin Mamalı aşiretinden Delibaşı ‘Tayyib
Mamalı’ namıyla meşhur ‘Delibaşı’ olduğu anlaşılıyor.
545 “muhtelif Türkmen aşiretlerinin” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 546 “çölde” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 547 “Çukurova’da (…) muhtelif Türkmen aşiretlerinin muhtelit hepsi seçme denilecek bir hâlde yaşadıkları ve bunlar arasındaki ‘Avşar’ların ‘Beğdili’ aşireti beğini baş tanıdığı sırada ‘Beğdili’ beği, çölde hepsi süvari” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
206
Beğdili beyi o zamanın âdetince tütün istemek demek olmak üzere omuz başında sırtına
sokulmuş çubuğunu çıkartıp lüleli tarafını Tayyib Mamalı’ya sündürüyor.548 Hükümeti
temsil eden ‘Tayyib Mamalı’549 kendisinden böyle lâubaliyane bir tarzda tütün isteyişini
haysiyetine tecavüz sayarak sert bir dille550 Beğdili beğine “At üstünde çubuk içmesini
seviyorsañ keseñde tütün taşı!”551 diyor ve552 kendisine uzatılan çubuğu itiyor.
Bundan müteessir olan Beğdili beği derhâl kılıcını çekerek Delibaşı ‘Tayyib Mamalı’yı
öldürüyor. Bu esnada553 iki taraf yek diğerine karışıyor. ‘Tayyib Mamalı’nın
mıntıkasındaki süvarilerden birkaç 554
35a
Halep ve Maraş kadılarına hüküm ki Ekrad ve Türkmen eşkıyasının şer’iyle cezaları tertibine emirül ümerail kiram Rakka beylerbeyisi Hüseyin dame ikbali hu memur olup hususu merkum ehemm-i umurdan olmağla şer’ile görülmesi iktiza eden ahvallerin hak ve adil üzere görmeye ilkiniz dahi Mevlâ nasp ve tayin olunmuşsuzdur. İmdi siz ki melana-yı mumaileyhim siz bu bapta hilâf-ı şer’i-i şerif kimesneye zulüm ve teaddi olunmayıp fesat ve şekavetleri sabit olan eşkıyanın şer’ile cezaları tertip ettirilmekte siz dahi bezl-i kudret ve sarf-ı miknet eyleyesiz. Fî evasıtı n 1101 Haşe: Anadolu’da Türk Aşiretleri sayfa 92
Maiyetinde aşiretleri ordusuna ram edecek mühim kuvvet bulunan Hüseyin Paşa
tarafından555 icraata ve göçebe cemaatin Rakka havalisinde iskânlarına başlanıyor.
Sürgün ve Rakka taraflarında iskân edilecekleri haberini alan bazı aşiretler rüesasının556
Hüseyin Paşa kuvvetlerine557 silâhla mukabele fikrini ileri558 sürmelerine karşı -
‘Beğdili’ aşireti reisinin “Tayyip Mamalı kanıma tokandı. Hırslandım, ne oldu, oldu?!
Lâkin devlete asi olmak Allah’a asi olmak demektir. İşi daha fazla büyültmeyelim.
Dedikleri yere gidelim” demesi üzerine559 sürgün fermanına aşiretlerin büyük bir kısmı
548 sündürüyor: uzatıyor. 549 “da devlet tarafından o mıntıkanın ‘delibaş’ unvanıyla jandarma kumaqndanı salahiyetini haiz bulunduğu bir aşiret beğinin” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 550 “(…) ile (…) için” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 551 “der” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 552 “sert ve menfi lisan kullanmış” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 553 “maiyetindeki adamlar da mukateleye iştirak etmişler” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 554 bu sayfanın devamı 35b’dedir. (hzl.) 555 “(1290 - )” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 556 “tarafından üzerlerine gelmekte olan” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 557 “pür silâhle karşı” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 558 “sürülmüş ise de” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 559 “aşiretler sükûnetle” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
207
tarafından mutavaat gösteriliyor. Kafileler yaz mevsiminde kızgın çöllere doğru perişan
hâlde560 yola diziliyor.
Sürgün kafileleri arasında bulunan Avşar âşıklarından Kul Şeyh Ali aşiretlerin acıklı
hâllerini asırlardan beri dilden dile intikal eden, bana da 1939 senesinde Anber Ağa ve
1940 senesinde aynen Halil Kâhya tarafından söylenilen şu türkü ile anlatıyor:
Yapılan takipler neticesinde muhtelif aşiretler ele geçirilemeyen hayli şaki tesbit olmuş
olacak ki yine Hüseyin Paşa’dan Maraş Beylerbeyisine, Halep Mütesellimine,
eyaletlerdeki kadılara, ayan-ı vilâyet ve iş erlerine İstanbul’dan şöyle bir ferman daha
gönderiliyor:
Rakka Beylerbeyisi Hüseyin Paşa’ya ve Maraş Beylerbeyisi Mehmed Paşa’ya ve Halep Mütesellimine ve zikrolunan eyaletlerde olan kadılara ve ayan-ı vilâyet ve iş erlerine hüküm ki Türkman taifesinden olup Beğmişli ve Araplı ve Karaşeyhli ve Döğerlü ve Kadirli ve Simre ve Bozkoyunlu ve Dimlik ve Çepni ve Mamalı kabilelerinden defterde mastuül esami olan eşkıya ebna-yı sebilin yoluna inip hâl-i nüfusu ve garet-i emval âdet-i müstemirreleri olduğundan maada Darende Kasabası’nda olan ibadullahın emval ve erzakın nehib ve garet edip üç sene mukaddem Bağdat tarafından gelen mevsim kervanı vurup nice kimesneleri katil ve nice kimesnelerin emval ve erzakın yağma edip mürur ve ubur eylediklerini mahallerde reaya fukarasının terekelerin harmanlarında gasp edip bu makule fesat ve şekavetlerinin nihayeti olmadığından vilâyet kadıları birkaç defa arz ve ayanı mahzar edip bildirmeleriyle hâlâ sadır olan fermanı vacibül ittibaım muktezasınca kendi adamlarınız ve eyaletleriniz askeriyle maiyet ve ittifak üzere zikrolunan eşkıyanın üzerlerine varıp kablel muharebe her bir kabilenin eşkıyasını kabilesi halkından talep eyleyesiz teallül etmeyip verirler ise febiha vermeyip eşkıyaya ianet ederler ise bi eyyi vechin kane mezkûr şakilerin ve havasına tâbi olanların şer’ile cezaların verip haklarından gelmeye kemal-i mertebe dikkat ve ihtimam eyleyesiz amma bu bahane ile fesat ve şekavette alâkası olmayan kimesnelere taarruz etmeyip mürur eylediğiniz mahallerde müft ve meccanen yem ve yemek mütalebesiyle ve sair husus ile hilâf-ı şer’i-i şerif reaya fukarası da zülûm teaddiden ve gayet ihtiraz edip defterde mesturül esami olan şakilerden ele girenleri bir teraikle itlâk eylemekten ve gayet ihtiraz ve içtinap eylemeniz babında yazılmıştır. 29 ra 1102 Anadolu’da Türk Aşiretleri sayfa 93-94
35b561
kişi daha öldürülüyor.
Akıbetlerinin fenalığını sezen arkadaşlarının562 muvaffakiyetleri de perişan bir hâlde
kaçıp kurtulmak oluyor.
560 “yaşamaya başlamışlardır” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 561 bu sayfa 34b’nin devamıdır. (hzl.) 562 “işleri de (…)” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
208
Bu hadise,563 o mıntıkanın idarî amiri tarafından hükümete karşı isyan telâkki ediliyor.
On seneden beri şekavetle me’lûf bulunan aynı zamanda Kürt aşiretleri tedip maksadı
ile İstanbul’a da böyle mübalağalı bir tarzda bildiriliyor.
İstanbul Osmanlı hükümetince aşiretlerin öteden beri asayişi münhal hareketlerden
çekinmedikleri malûm olduğu için – 1101564 senesinde vuku bulduğu bazı vesikalardan
istidlâl edilen – sevk-i hadiseye çok ehemmiyet verilmiyor. Derhâl Kadı Oğlu565
aşiretlerini Rakka’ya sürüp o tarafta iskâna memur ediliyor566 Tarihî membalarımızda
aşiretlerin Rakka bölgesinde iskânlarına ne zaman başlanıldığı hakkında sarih ve vesika
bulunamamakla beraber 1690 senesinde yaz mevsimine doğru daha esaslı takip ve iskân
teşebbüslerine girişildiği kuvvetli bir ihtimal dâhilinde görülüyor. Suçlu eşkıyayı
hizalandırmaya Hüseyin Paşa’nın memuriyeti ve şer’î cezalarının tayini hakkında
Ahmet Refik Bey’in eserinde ‘Halep’ ve ‘Maraş’ kazasına da yazılmış şu vesikaya
rastlanıyor. – (Sağ sayfadadır567)568
36a (35’inci sağ sayfadan)569
takip ve iskân edilen aşiretler hakkında ‘Anadolu’da Türk Aşiretleri’nin 96 ve 97’nci
sayfalarında görülen ve harekâta muhtelif safhaları aydınlaşarak mahiyete bulunan şu
kayıtlar da mutalâaya şayandır.
148 Türkmanlardan sekiz cemaatin Rakka havalisinde iskânlarına dair Rakka beylerbeyisi ve Roha570 kadısına hüküm ki Türkman taifesinden Tatalı ve Kuş ve Acurlu ve Tuğışeyhlü ve Günce ve Kazlı ve Çepni ve Harlı ve Elci ve Kılıclı nam sekiz adet cemaatler ahalilerinin Rakka ve Dolap nehir havalilerinde iskânları münasip olmakla fî mabaad beynlerinde taayyüne kesb etmiş ihtiyar
563 “hükümete karşı aşiretler isyan şeklinde gösteriliyor; eyalet valisi tarafından” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 564 1101 Hicrî, 1689 Milâdî. 565 Rakka beylerbeyisi Kadıoğlu Hüseyin Paşa olduğu muhakkaktır. 566 Anadolu’da müfettiş sıfatıyla eşkıya takip ve tedibine memur oldum. R. 1108 – Halep valisi Halil Paşa’nın biraderi – (…) Yusuf Paşa varsa da bu zatın Hüseyin Paşa ile aynı zamanda aşiretlerin takip ve iskânı vazifesi ile mükellef tutulduğuna ihtimal verilmemiştir. 567 Fahri Bilge, “sağ sayfa” derken Ahmet Refik Bey’in kitabından yaptığı yukarıdaki alıntıyı kast etmektedir. (hzl.) 568 “aşiretlerin ‘Rakka’ taraflarında iskânları hakkında ferman sadır olmuş. Bir taraftan da bir ferman hükümlerinin tatbiki içn Çukurova’ya kuvvetler gönderilerek aşiretler sürülmüş” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 569 Fahri Bilge 35a numaralı sayfayı kastetmektedir. (hzl.) 570 Roha/Ruha: Urfa (hzl.)
209
eyledikleri mutemet adamlar cemaatlerine başbuğ tayin olunup içlerinde fesat ve şekavet eden olur ise kendiler ahz ve hakime teslim eylemek üzere ihtiyarları ve iş erleri marifetiyle birbirlerin kefil verilip zikrolunan mahallerde ziraat ve hiraset eyledikleri arziden hasıl eyledikleri mahsulâttan arazilerinin tahammüllerine göre humüsten seba varınca lâzım gele humüs veya seblerin ve bağ ve bostanlarından bi-hesbeş-şer iktiza eden hukuku arazilerin canib-i miriye eda edip ol havaliyi eşkıya mazarratından gereği gibi muhafaza edip ebna-yı sebili mutmain etmek şartıyla hıdmet-i mezbura mukabelesinde avarız-ı dîvâniye ve sair rüsum-ı raiyet üzerlerinde muaf ve müsellem olup tekaiften kat’a bir nesne ile mutalebe olunmayıp ve mevaşilerin mutat üzere yaylaklarına gönderdikte kendüler götürmeyip ehl ü ıyalleriyle kendüler sayf ve şitada mevazı-yı meşkûreden mukim olup ancak çobanlarıyla gönderip571 kemakân rai ettirmekte kimesne mani olmamak üzere Türkmen taifesinden mukaddema iskânı fermanım olan cemaatlere verilen emr-i şerif-i havi olduğu şürut üzere maliyeden emr-i şerif verilip eğer itaat etmeyip yaylağa gitmek isterler ise bi hisni ve hasnı Mansur ve Göynük kazaları ahalisi ve Küpelü ve Yakup
36b572
(Yeşil defter sayfa: 250)
[III]
1.Seksen biñ er Xorasan’dan sökünce Yalan dünya benim derdiñ Báġdili Kadıoġlu’yunan Yusuf Bey’im gelince 573 Şindi Irakka’ya sürgün Báġdili574 2.Dıġneñ aġalar Báġdili’niñ metini575 Vessek gitti gün görmedik hatını576 Davanıñ aslı bir galyen tütünü Tayyip Mamalı’yı vurduñ Báġdili 3.Görünüyor Báġdili’niñ yurtları Issız kalmış sızılaşır kurtları Aldı beni Mamalı’nıñ dertleri Neçe kara günler gördüñ Báġdili 4.Neçe yıġidler var yüzü heybetli Koca Feriz gibi dilleri tatlı577 Yanı Halepçeli, altı Arap atlı578 Neçe çeleñ yiġid vurduñ Báġdili
571 Türkmenleri bu şartlara riayet ettirmek için Rakka beylerbeyisine tekrar hüküm yazılmıştır. Fî evail 1103 Anadolu’da Türk Aşiretleri, sayfa 97, Ahmet Refik 572 bu türkü 35b’deki metinle ilgilidir. (hzl.) 573 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 574 şindi: şimdi// Irakka: Rakka// Türkmen beğlerindendir. Bozkoyunlu aşiretindendir. 575 metini: mehdini// Bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 576 hatını: hatunu 577 Feriz: Firuz //Firuz: Aslı Yusuf Ziya Bey’in anlatışına göre nur tortusu manasında ‘betil -bedil’dir. Şihab düşünce görüken taş parçası, meselâ Hacerü’l-Esved. 578 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.)
210
37a
Beğ Oğlu Halil Beğ aşiretleriyle muabbirleri Sed ve Elbistan ve Malatya mecralarına
salıverilmek üzere baş muhabeseye kaydolunup vech-i meşru üzere amel olmak üzere
maliye tarafından emr-i şerifim verilmekle müveccebince hüküm yatırılmıştır. Fî c.
1102
149 İskân edilecekleri yerlere gitmeyen aşiretlerin behemehal iskân edilmelerine dair Anadolu’da vaki sefer-i hümayunuma memur olmayan miri miran ve miri liva ve eyalet ve elviye mütesellimlerine ve voyvodalar ve ayan-ı vilayetin iş erlerine hüküm ki Rakka havalisinde ikametleri fermanım olan Türkman ve Ekrad cemaatleri ferman-ı hümayunuma muhalefet etmeleriyle mezburları alâ ey-yi hâlin memur oldukları mahalle gönderilip iskân eylemek üzere destur-ı mükerrem Diyarbakır valisi olup Anadolu’da asker tesyirine memur olan vezirim Ali Paşa Ademallahü tealâ iclâlihu memur olmakla imdi siz ki mumaileyhim siz gereği gibi hususu merkumda gerek sair eşkıya definde bil-iktiza tarafından her kangınıza haber varid olur ise kat’a emre muhalefet eylenmeyip rey-i rezini üzere hareket ve iktiza eden hıdamat-ı aliyemde her biriniz bezl-i makdur eyleyip hilâfından be-gayet ihtiraz eyleyesin diye yazılmıştır.
Fî evasatı n. 1102 Görülüyor ki Türkmenlerin iskânı hakkındaki ferman hükümlerinin infazı hususunda
müsamahakâr davranılmıyor. İskânlarına başlamayanların hayatlarına da kıymet
verilmiyor.
37b579
5.Kul Şeyx Ali’m der ki yolu buluşmaz Bir devlete karşı isyan olunmaz Ordu Âl-i Osman’ıñ karşı durulmaz. Geliñ bu candan geçiñ Báġdili
Kul Şeyh Ali aynı hadise için şöyle bir türkü daha söylüyor:580
Aşiretlerin fertleri arasında filhakika şekavet ve isyan hareketleri yüzünden
cezalandırılmaları lâzım gelenler vardır. Lâkin yazın ‘Akdağ’, ‘Pınarbaşı’, ‘Binboğa’
gibi yüksek yaylalarda ve kışın ‘Çukurova’, ‘Maraşaltı’ gibi – Rakka’ya nazaran –
havası daha mutedil yerlerde yaşamaya alışan bu zavallı Türkmenleri temmuz ve
ağustos aylarında bile kızgın güneş altında Rakka çöllerinde tutmak, en açık tabiriyle
zulümdü.
579 bu sayfa 36b’nin devamıdır. (hzl.) 580 bahsedilen şiir sayfa 38b’dedir. (hzl.)
211
Aşiretlerin tedip ve iskânlarına ‘Tayyib Mamalı’nın katli - hadisesinin vesile ittihaz
olunması, Mamalı aşiretini ve konup göçmek itiyadında bulunan diğer aşiretleri,
takipten kurtaramıyor. Bazen yek diğerine aleyhtar bulunan aşiretleriyle hep birden
takibe maruz kalıyor.
Yukarıya bir sureti aynen nakil olunan evasıt 1101 n. tarihli hükmün dördünden itibaren
(Mabadı 35’inci sağ sayfanın üzerinde)581
Bütün aşiretlere teşmil edilen bu zulme içlerinden karşı koyanlar bulunuyor. Lâkin
isyankârane vaziyet alanların hareketleri bırakılmıyor. Aradaki müfessitlerin,
münafıkların ifsat ile de çok canlar yanıyor. Ocaklar söndürülüyor. Nice gelinler
kocasına, nice evlâtsa babasına bırakılmıyor.
Avşar beylerinden Recep Oğlu Hacı Mustafa bu esnada tutulup idam ediliyor. (Mabadı
39’uncu sayfada)
Meşhur Türkmen şairi Karacaoğlan Recep Oğlu Hacı Mustafa’nın idamı karşısında
aşiretlerin duydukları teessüre şu türküsü ile tercüman olur.
[IV]
1.İhsan ile baġışladı suçunu Kıyma vezir kıyma Recep Oġlu’na Arap atı koç yıġitten ayırma Düşmanı şad edip dosta duyurma582
38a (40’ıncı sağ sayfadan mabad)583
Rakka havalisinde iskân olunan Türkmen aşiretlerinin Anadolu’ya dağıldıklarına dair Rakka Beylerbeyisi Hüseyin dame ikbali huya hüküm ki Rakka eyaletinde vaki nehr-i Beliç kenarında Akçakale ve Ayn-ı zir-i Rakka’ya varınca ol havalide vaki kura ahalisi bundan akdem tekalif ve nevayibin kesret-i tevarüdünden ve urban eşkıyasının istilâsından perakende ve perişan ve arazileri halî ve emakinleri harap olup canip-i miriye mutemedin bin bir nesne hasıl olamadığından gayrı ol havalilerde mürur ve ubur eden ebna-yı sebil dahi selim olmadığından müvazı-yı merkume memur ve abadan ve ebna-yı sebil emin ve mutmain olmak üzere bundan akdem maliye ve Dîvân-ı Hümayunum tarafından sadır olan evamir-i şerife mucibince ziraat ve hiraset eyledikleri arazinin tahammüllerine göre humüs ve yahut sülüslerin ve bağ ve bostanlarından bi-hasbeşşer iktiza eden hukukî arazilerin canip-i miriye eda edip ol havalileri urban ve eşkıya
581 Fahri Bilge 35a numaralı sayfayı kastetmektedir. (hzl.) 582 bu dörtlükteki ayak bozuktur. (hzl.) 583 Fahri Bilge 40a numaralı sayfayı kastetmektedir. (hzl.)
212
mazarratlarından gereği gibi muhafaza ve ahalisini ve ebna-yı sebili emin ve mutmain eylemek üzere evarız-ı divaniye ve sair rüsum-ı raiyetten muaf ve müsellem olmak şartıyla Bozulus mandası Türkmanından İzzeddin ve Küçeklü ve Avşar ve İnallu ve Anter ve Acarlu ve Cemolu ve Ömerlü tevabi’i ile maan ve şark Çağırganlu cemaatleri ve Hazma Hacılu Bedel bey oğlu Mehmed tevabii ile Beğdili Türkmanına tâbi Ulaşlu cemaati dahi kethüdaları Ali Bey ile Baraklu cemaati kethüdası Muharrem Oğlu Musa ve Hacı Bal Oğlu dört yüz nefer ile mezkûr Bozulus mandası cemaatlerine ilhak olup sekiz yüz nefer olmak üzere ve Üsküdar emrine tâbi Beydili cemaatlerinden Beymişlü cemaati kethüdalarını Hacı Ali Oğlu Ganem tevabii ile beş yüz nefer ve Karaşeyhlü cemaati kethüdaları Topal Oğlu Assaf tevabii ile altı yüz nefer ve Bozkoyunlu cemaati Firuz Bey Oğlu Şahin tevabii ile altı yüz nefer yine Bozkoyunlu Seyif Han tevabii ile iki yüz nefer ve Dimiklü cemaati Yerbudak Oğlu Mehmed ve Satılmış kethüdaları ve tevabii ile beş yüz nefer ki cümlesi üç bin iki yüz nefer olur ve bunlardan maada Beydili aşairinin sairleri umum üzere Nehr-i Belic584 kenarında olan nevahide iskân olunmuş iken sen ki mumaileyhsin mücerret senin adem-i tekayyüt ve ihmal ve tekasülünden naşi kabail-i merkumeden ve ve ve ve cemaatleri 38b ahalisi içlerinden bazısı eşkıyanın tahriki ile mutavattin oldukları yerlerinden kalkıp Rum’a çıkıp bazıları fesat ve şekavet üzere oldukları mesmu-ı hümayunum olup mezburların tanzim-i ahvalleri senin uhdene havale olunmakla senden bu emirde kamal-i mertebe takayyüt mamul ve muntazar iken bu vechile tefrikaları senin taksirine hamlolunmuştur. Kabil-i merkumenin kemafil evvel mevazi-i mezkûrede iskânları ve arazi-yi mezkûrenin istimarı aksa-yı murad-ı hümayunum olmakla mukaddem tayin olunduğun vech üzere memur olunmuşsundur imdi emr-i şerifim sana vardığı gibi tehir ve tevakkuf etmeyip mezburlar her ne mahalle gitmişler ise üzerlerine varıp içlerinde bu fesada beis olanları alâ feyyihalin ahz ve bir kalede muhkem hapseyleyip ukubat-ı meşruadan müstehak oldukları cezaları icra olunmak için keyfiyet-i ahvallerin vukuu üzere alelesami tahrir ve defter ve rikâb-ı hümayunuma arz edip maadasını sadır olan ferman-ı şerifim mucibince mukaddem ikamet eyledikleri mahallere gönderilip iğva ve iskân eyleyesin şöyle ki mücerret şekavet kasdıyla ikametten iba ve imtina ve ferman-ı şerifime muhalefet ve teremmü ile fesada cüret edip iktiza eder ise bulundukları mahallere karîb olan eyalet ve elviye mütesellimleri ve voyvodaları ve kethüda yerleri ve yeniçeri serdarları ve esliha istimaline kâdir olan askerî ve iş erleriyle sadır olan ferman-ı şerifim mucibince cemiyet edip üzerlerine varıp İnşaallahü Tealâ bieyyi vechin kâne kabail-i merkume ahalisini vech-i meşruh üzere mukaddem ikamet eyledikleri mahallerde iskân ve emirlerine nizam verip bu bahane ile celp-i mal ve teaddi ve tecavüzden ve eşkıyaya himayet ve kendi hâllerinde olanlara ve reaya ve berayaya teaddi ve tecavüzden begayet tevakki ve tecennüp eyleyip bu bapta basiret ve intibah üzere ihtimam eylemen babında yazılmıştır.
Fî ev ahiri s 1102 (1103 olacaktır.)
[V]
1.Katarında tor mayası bozular585 Pür dert oldu yaralarım sızılar Gelip de talaş için[de] gaziler586 Kıyma vezir kıyma Recep Oġlu’na
584 Rakka’nın cenubunda Fırat’a karışır. Ahmet Refik 585 bir deve bir ‘katar’ sayılmaktadır. // Bozular: Devenin bağırması demektir. Atın kişnemesi gibi.. Merkebin anırması gibi.. 586 talas: telâş (hzl.)
213
2.İller göçtü (…)587 yoluna 588 İnanılmaz kötüleriñ alına Padişahım kıymaz böyle kuluna Kıyma vezir kıyma Recep Oġlu’na 3.Karac‘Oġlan eydür bu dünya fani Hamza pehlivana beñzer nişanı Serasker iseñ düşmana şunu589 Kıyma vezir kıyma Recep Oġlu’na
39a (24’üncü sol sayfadan mabad)
Avşar aşireti reisleri arasında ‘Recep Oğlu’ ailesine mensup olanların öteden beri ön
safta bulundukları, aşiret efradının hepsi tarafından çok sevildikleri ve sayıldıkları işine
bu türküden de vazıhen anlaşılıyor.
Hacı Mustafa’nın idamı, kendisini sevenlerin ve kahramanlığını bilenlerin gönüllerinde
öyle derin ve acıklı tesirler bırakıyor ki çadırını beğsiz görmeye herkesin tahammülü
kalmamış, ‘Gündeşli’ cemaatinden bulunan genç ve güzel karısının yas içinde solup
güzelliğini kaybedişi de başkaca bir ağıt mevzuu oluyor.
Evvelce Maraş’ta bulunup o taraftaki Avşarlardan bazı halk türküleri öğrenen Bolu
muhasebe-yi hususiye müdürü Ferruh Akdamar’dan mumaileyh de Kayseri’de iken
1929 senesinde dinlediğim şu türküde590 aynı hadisenin canlı şahidi olarak hâlâ dilden
dile dolaşıyor:
[VI]
1.Nesine varayım kara çadırıñ İçinde hükmeder báġ mi kalmasın Gözünü seveyim ‘Gündeşli Kızı’ Geçmiş güzelliği, can mı kalmasın…
39b
(Yeşil defter 136/126)
587 jx~ دد�v~ 588 nakil ve iskânda ‘Recep Oğlu’ da bulunmak isterdi, demek oluyor. 589 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 590 bu türkünün tamamını (…) [ل� jلvه] geçiremedim. Asırlar geçtiği her hâlde böyle çok türkülerin zayie uğradığına kaniim.
214
(37’inci sayfadan)
Aynı devirde yaşayan Avşar halk şairlerinden Âşık Halil’in Anber Ağa’dan dinlediğim
şu türküsü Rakka sürgününün Türkmen aşiretlerine neye mal olduğunu açıkça591 ne
kadar acıklı safhaları bulunduğunu mücmelen gösteriyor:
[VII]
1.Rakka çölünden de gelen durnalar Şu Rakka’nıñ ġonca gülü soldu mu? Aşiretler kol kol oldu, çekildi Öldü derler, ‘Cerid beyi’ öldü mü? 2.Üstümüze çöktü bir kara bulut Öldü ‘Cingöz Oġlu’, kırıldı kilit Şol ‘Veled Oġlu’ da, ‘Báġ Oġlu Hâlit’ Alayları bölük bölük oldu mu? 3.Şol ‘Veled Oġlu’ da yarenler duzu ‘Báġ Oġlu Hâlit’ de yıġidler bazı Başı al veleli ‘Gündeşli Kızı’ Yitirdi eşini Halil kaldı mı? 4.Hani ‘Gündeşli Kızı’ sürdüğü safa 592 Hükmümüz geçerdi şol kâftan kâfa ‘İrecep Oġlu’ da ‘Hacı Mustafâ’ Kolu baġlı cellâtlara durdu mu 5.Der Xalîl’im ayrı düştüm ilimden Kimse bilmez bir kimseniñ hâlinden Münafıġıñ, bir müfsidiñ elinden ‘Veled Oġlu’ Şeyx İslâm’a vardı mı?593
40a
Hükümetçe ilk iskân teşebbüsleri esnasındaki şiddetli disiplinin adam edilemediği,
muhtelif aşiretlerden mühim bir kısmının Anadolu’ya kaçtığı594 yine müverrih Ahmet
Refik Bey’in eserinde görülüp595 aynen aşağıya nakil olunan şu vesika ile meydana
çıkıyor.
591 “gösteren vesikalardır” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 592 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 593 Şeyh İslâm: Şeyhül İslâm. (hzl.) 594 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 595 “100 ve 101’inci sayfalarında 154 numara ile kayıt” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
215
Hükümetçe bir taraftan Rakka havalisinde iskânları muherrer aşiretler takip edilirken596
diğerleri derecesinde şekavetle melûf bulunmayan bazı aşiretlerin Hama ve Humus
mıntıkalarında yerleştirilmelerine tevessül olunuyor.
Aşağıya nakledilmiş 159 numaralı sayfadan anlaşılacağı veçhile bunlar arasında da
Avşarlar bulunuyor:
Bervechi arpalık Hama sancağına mutasarrıf olan Ahmed dame ikbali huya ve Hama ve Humus kadılarına hüküm ki Halep hasları Türkmanı reayasından olup bundan akdem Hama ve Humus toprağında iskânı ferman olunan Türkman cemaatlerinden Hamza Kethüda’ya tâbi Kıcılu cemaati ve Durdu Kethüda’ya tâbi Köse Oğlu Sızıklu597 Sünnî cemaati ve Hamid Kethüda’ya tâbi Karaafşar cemaati ve Mustafa Kethüda’ya tâbi Döğeroğlan cemaati ve Çerkez Oğulları tâbi Nurlu cemaati ve Mehmed Kethüda’ya tâbi Kınıkuşak cemaati ve Derviş Kethüda’ya tâbi İnallu cemaati ve Süleyman Kethüda’ya tâbi İmirdidarlu cemaati ve Abdullah Kethüda’ya tâbi Şam Begmişlü cemaati ve Derviş Kethüda’ya tâbi Hama Döğeri cemaati ve Muharrem Kethüda’ya tâbi Karayahtemurlu cemaati ve Köse Kethüda’ya tâbi mahall-i mezbura ahalileri ve Karayahtemurlu Erdoğdu cemaati ve Murad Kethüda’ya tâbi Dokuzhan Harbendelüsü ve Mukbil Kethüda’ya tâbi Abalu cemaati ve İdris Kethüda’ya tâbi Abalu cemaati ve Uşak mahallesi ve Beşir Oğulları mahallesi İmirsencarlu cemaati ve İmircarık cemaati ve İsa Kethüda’ya tâbi Emir Yusuf cemaati ve İbrahim Kethüda’ya tâbi İmir Karagöz cemaati ve İmir Affan Kethüda cemaati ve Halil Kethüda’ya tâbi Bozlu cemaati ve Ebu Dürda’ya tâbi Bozlu cemaati ve Halil Kethüda’ya tâbi Kızıl Ali Tohtemurlu Sünnî cemaati ki bu cümle yirmi altı adet cemaat 40b ve mahalli Türkmenlerin ve Yeni-il Türkmanı reayası cemaatlerinden Abdillu Hacı Mehmed cemaati ve Haydar Kethüda’ya tâbi Kayalı cemaati ve Elci Ramazan cemaati ve Mustafa Kethüda’ya tâbi Sünnî cemaati ve Esetli Elçi cemaati ve Dillenc Oğlu’na tâbi Tutulu Elci Sünnî cemaati ve Assaf Kethüda’ya tâbi Ekrad Kılıclu cemaati Şerefli Sultan Kethüda cemaati ve Dede Kethüda’ya tâbi İmir Hacı Bayram cemaatinin Türkmanları ki ceman otuz altı cemaat ve mahalli Türkmanların mukaddema ferman olunduğu üzere Hama ve Humus toprağında iskân ettirip ve yaşayıp ahvallerine nizam verip ve berevatlar amade eyleyip müceddeden tahrir ve defter eyleyip defterin mühürleyip ve imzalayıp der-i devlet-medarıma irsal ve isal eyleyip manzur-ı âlişanım ve makbul-i hümayunum olmadıkça kimesnenin yerine bir türlü temessük vermeyip ve tahrir hususunda kemal-i dikkat ve ihtimam edip cemaat-i mezburundan bir ferde himayet ve bir şahsı siyanet eylemeyip ve bu bahane ile bir akçe almayıp ve aldırmayıp cadde-i haktan udul ve inhirafa eylemeye diye maliye tarafından emr-i şerif verilmekle mucibince yazılmıştır.
Evahiri r 1104
Avşarların Rakka bölgesinde tamamen iskânlarının ve hükümete muti hâle
getirilmelerinin mümkün olamadığı ve sair mahaller halkına tecavüzlerinin önlemediği
596 “(…) tarafından da” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 597Fahri Bilge tarafından dipnot işaret edildiği hâlde not düşülmemiştir.(hzl.)
216
‘Anadolu’da Türkmen Aşiretleri’nin 112 ve 113’üncü sayfalarında 164 numaraya
kayıtlı ve sureti aşağıda yazılı vesikadan öğreniliyor:
Rakka beylerbeyisine hüküm ki Kars ve Zulkadiriye kadısı Mevlâna Seyyid İbrahim südde-i saadetime mektup gönderip Kars ve Zulkadiriye kazasının ulema ve süleha ve fukarası meclis-i şer’e varıp buradan akdem Rakka’ya iskânı ferman olunan Afşar ve Kürt taifesinin teaddi ve tecavüzlerinden olmuşlar iken Rakka’dan firar eden Arap ve Türkman taifesinin eşkıya ve haramzadesi bir iki seneden berri Karagündüzlü Afşarı ve Bahrili Afşarı ve İmamkulu Oğulları598 demekle maruf Afşar cemaatinin yanlarına gitmek bahanesiyle kış eyyamında … yaylak nihayetinde bunların yaylaklarına mürur etmeleriyle gece ve gündüz mezruat ve hububatların istihlâk ve hayvanat ve emvallerin gasp ve garet ve kat-i tarik ve katl-i nüfus üzere teaddi üzere olduklarının bildirip ol bapta hükm-i hümayunum rica-yı mezburdan cemaatler Gündüzlü ve Güvercinlik nam mahalle iskân olunurlar ise halka zarar isabeti ber-taraf ve fukara asude hal olurlar diye adamlarıyla arz etmegin sen ki miri miran mumaileyhsin zikrolunan Kürt ve Türkman taifesinin filhakika teaddileri ve takrir olunduğu üzere tecavüzleri vaki ise badettefahhus der-i devlet-medarıma arz ve ilâm oluna diye yazılmıştır.
Fî ev ahirî b 1107
Bu kabil (…) temadisine (…) Kadı Oğlu Hasan Paşa’ya, vezirlik mertebesi verildiğine
dair ‘Raşit Tarihi’nin ikinci cildinin 1107-1698-1699 senesi vakasına ait 351 ve 352’nci
sayfalarında şu satırlar görülüyor.
41a
Eyalet-i Rakka beylerbeyisi Kadı Oğlu Hüseyin Paşa memur olduğu minval üzere tevaif-i Türkmen’i mahallerine iskân hususunda bezl-i iktidar ve işar mazruatları mukabelesinde Rakka mukatasının elli beş bin guruş mal-ı kadimine yirmi beş bin guruş dahi ham etmek ki say-ı müberrer ile sadakat izhar etmegin hıdmeti mukabelesinde eyalet-i mezbura tekrar kendüye ika ve takrir ve rütbe-i âliye vüzerata ihat ile terkim ve tevkir kılındı.
Aynî tarihinin 256’ncı sayfasında ise
“Rakka valisi olup bu esnada Basra sefirine memur olan Hacı Oğlu denmekle
meşhur Hüseyin Paşa’nın ecel-i (…)599 hülûlüyle mansıb-ı merkum mahlûl olduğu”
kayıtlı bulunuyor.
Hüseyin Paşa’nın vefatı üzerine Rakka eyaleti silâhtar ağası Ahmed Ağa’ya veriliyor.600
Ondan sonra Anadolu müfettişi Topal Yusuf Paşa601 Rakka mutasarrıf halefine tayin
olunuyor.
598 Anber Ağa’nın ve Develi vilâyeti Muhipler Meclisi azası Hadi Erdoğan’ın rivayetlerine göre İmamkulu oğulları muahheren Develi kazasının Bakır Dağı sahasında da ‘İmamkulu’ adı verilen köyünde yerleşmişlerdir. (Fahri Bilge) [“kazasının” kelimesinden sonra “şarkî cenubunda ‘Gezbel’ mevkisinin garbî şimalindedir” yazılmış fakat üzeri karalanmıştır.] 599 � }p|¬م/� }pª¬م
217
Tarihî kaynaklarımızda bu iki zatın Rakka’da nasıl çalıştıklarına, ve o tarafta iskân
edilen aşiretlerin vaziyetleri ile ne derece alâkalandıklarına dair bir kayıt görülemiyor.
Fakat aşiretlerden kayda şayan miktarı (…)602 iskân mıntıkasından kaçarak öteye beriye
dağılmış olacak ki Rakka’dan kaçan aşiretlerin bulundukları mahallerden kaldırılıp
Rakka’ya gönderilmeleri için 1699 senesinde Rakka valiliğinde bulunan Mustafa
Paşa’ya603 İstanbul’dan ev ahir zilkade 1110 (Nisan 1699) tarihli şöyle bir emir
gönderiliyor:
Rakka valisi Mustafa Paşa’ya hüküm ki Bundan akdem hatt-ı hümayun şevket-makrun ile muanven sadır olan evamir-i şerife ile (mabadı merbut kağıtlardan)
41b
RİŞVAN AŞİRETİ İLE MÜCADELE
Muhtelif aşiretlerin 1689 senesinde Kadı Oğlu Hüseyin Paşa kuvvetleri tarafından
Rakka’ya sürülüp orada iskânlarına başlanıldığı sırada – Anber Ağa’nın anlatışına göre
– Avşarların Maraşaltı’ndaki ve Çukurova’daki yurtları ile en mühim yaylaları daha
önce büsbütün ‘Menbiç’ havalisinde efradı hayli kalabalık olduğundan sıkışık hâlde
yaşayan ve her nasılsa Rakka’da iskân mecburiyetinden kurtulan Rişvan aşiretine
kalıyor604; bu aşiret tarafından benimsenerek işgal ediliyor. Rakka’dan kaçıp giden
Avşarlara da hiç yüz gösterilmiyor; bilakis hak iddiasına kalkışanları hiddet ve şiddet
gösterilerek susturuluyor.
Avşarlarla Rişvan aşireti arasında baş gösteren yurt kavgası rebi asırdan fazla devam
ediyor.
Hükümetin çok (…)605 Rişvan aşireti (…)606 olmaktan ve Rakka’da iskânları mukarrer
diğer aşiretleri orada tutmaktan aciz kaldığı, buna mukabil Avşar aşiretinin
600 Kürt Ahmed Paşa diye tanınan bu zat 1106’da silâhtar ağası, 1107’de Rakka beylerbeyisi, sonra Bursa mutasarrıfı olmuş, 1110’da eşkıya tarafından öldürülmüştür. 601 Halil Paşa’nın biraderidir. ´pªدرى 602603 Fahri Bilge tarafından dipnot işaret edilmesine rağmen not düşülmemiştir. (hzl.) 604 Fahri Bilge tarafından dipnot işaret edilmesine rağmen not düşülmemiştir. (hzl.) �|j xl ن 605 ی¶}رک� 606
218
kuvvetlendiği bir sırada ve Rişvan Oğlu İsmail Beğ’in Rişvan aşireti beğliği zamanında
tahminen 1727-1728 yıllarında iki aşiret beyninde mücadele şiddetleniyor. Tarafından
çok kimseler ölüyor. Fakat galibiyet diğer Türkmenlerden de yardım gören Avşarlarda
kalıyor.
607Asayişten mahrum olan yurt içindeki böyle mücadelelerin devamına karşı uzun
müddet lâkaydisini muhafaza eden İstanbul608 hükümetince609 bu defa da Türkmenler
haklı görülüyor. Bir tarafa da mağlûp olunca kaçıp gizlenen Rişvan Oğlu İsmail Beğ –
Anber Ağa’nın tabiri veçhile – başı beğlik610 ilân ediliyor.611
42a612
42b
İsmail Beğ, asrındaki613 karar değişmedikçe hükümetin ve Türkmenlerin takibatından
kurtulamayacağını anlıyor. Büyükbabasının ve müteveffa614 amcaları ile amcası
oğlunun devlet hıdmetinde iken ölmelerinden dolayı hâlini yakından arz edince affa
mazhar olacağını umarak gizlice İstanbul’a gidiyor.
Anber Ağa’nın anlattığı rivayet doğru ise:
İsmail Beğ, padişah ile görüşmek yolunu arıyor. Padişah ise o sırada memleket ahvalini
yakından görüp anlamak için tebdil kıyafetle seyahate çıkmış bulunuyor.
607 “Rişvan Oğlu’nun böyle (…) hareketlerini hazmedemeyerek; nihayet aralarında mücadele baş göstermiş; beş altı yıl sürmüş iki taraftan da çok adam ölmüş. Türkmenler tarafından bilhassa Avşarların kahramanlıkları ile imareleri [ ىrر� لpام]” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 608 “Osmanlı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 609 “tarafından” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 610 “beğlik” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 611 başı beğlik tabiri saltanat idaresinde canlı veya ölü olarak ele geçirilmesi karalaştırılıp ilân edilen kaçaklar için kullanılıyor. [Fahri Bilge bu dipnotun sonuna şu cümleleri de eklemiştir fakat üzerini karalamıştır: “İşte Rişvan Oğlu da hükümete karşı asi tanınmış; bu sebepten öldürülmesine ferman sadır olmuş. Bu fermandan haberdar olarak aşiretinin bulunduğu mahalden kaçan Rişvan Oğlu huyunu sezdirmeksizin maiyetine aldığı birkaç kişi ile İstanbul’a kadar gitmiş. (…), orada da” (hzl.)] 612 bu sayfa boştur. (hzl.) �¸���rl ک· 613614 “büyük biraderinin” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
219
İstanbul’da bu haberi alan kurnaz Rişvan Oğlu, padişahın gittiği615 mahalli de
öğreniyor.616 Yanına aldığı – padişahı ve yaklaşma yolunu bilen – adamlarının
yardımları ile hükümdarın arkasından giriyor sultanın huzuruna böyle dâhil oluyor.
Fakat hâli bizzat anlatmak cesaretini gösteremiyor.
İsmail Beğ’in yanında – ikbal devirlerinde pek çok lütfunu gören ve mektep
zamanlarında da kendisinden ayrılmayarak en tehlikeli son seyahatine bile iştirak eden –
istediği her şahsa en münasip lisanla bazen açık ve bazen nükteli bir surette manzum
olarak ifadeye muktedir bir de halk şairi bulunuyor.
Padişahın saz ve söz âlemlerinden hoşlandığı sezildiği şairin617 sazı yanında olduğu için
mahalde ‘fasıl’a başlanıyor.
Âşığın saz teranelerine karışan, en ölü gönülleri bile vecde getiren nağmeleri padişah
üzerinde de istenilen tesiri yapıyor.
İşte bu tesiri sezdikten sonra âşık sesini yine sazının ahengine uydurarak şu türküyü
söylüyor:
[VIII]
1.Annacımda618 duran sâdetli619 sulţân Buldur töhmetim(i) varandan ölürüm Sekiz yüz atlıya baş eyle beni Salda bir davam görenden ölürüm 2.Efendim şevketlim ben saña n’ettim Yaramazım vurup oġlum çiftci’ttim Ferman artık seniñ, işte ben gittim Yerim bir emir verenden ölürüm620
615 “gittiği” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 616 “yemekte de gecikmiyor” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 617 “de” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 618 annacımda: ��|¢p اا� 619 sâdetli: Saadetli. 620 “Yerim bir emir bul andan ölürüm” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
220
43a621
43b
3.Süleymân’ıñ çeker iliñ derdini622 Yavru şahan ıssız komaz yurdunu Herkes bilmez İrişvan’ıñ Kürdü’nü Gördü bil, iskân et, varandan ölürüm623
4.Kolumuzda yavrı şahan beñlenir624 Yaşamaz da koç yıġitler aġlanır Şol Çukurova’da namım söylenir Aslım Rişvan Oġlu sor andan ölürüm
Bu türküyü dinleyen padişah sofrasındaki kelli felli adamın Rişvan Oğlu İsmail Bey
olduğunu anlamakta gecikmiyor. Kendisine bu tarzda dehalette bulunmasından da
memnun kalıyor. İsmail Beğ’e cevaben:625 “Ölüm cezañı affettim: Aşiretin Haymana’da
iskân626 olunsuñ. Sen bir sene mahpus kalacaksıñ.” diyor.
Ölüm cezasından kurtuluşundan çok sevinç duyan Rişvan Oğlu: “Fermân
pâdişâhımıñ!..” diye minnetdarane müzavaat627 gösteriyor. Hapis cezasını ikmal etmek
üzere gönderildiği ‘Payas kalesi’nde tahminen 1728-1729’da bir yıl mahpusluk
müddetinin hitamından birkaç ay evvel ölüyor.
44a628
44b
İsmail Bey’in ölümü için de adı bilinmeyen bir âşık tarafından ağıt mahiyetinde şöyle
bir türkü söyleniyor:
621 bu sayfa boştur. (hzl.) 622 Süleyman Bey, İsmail Beğ’in büyük biraderi Ömer Paşa’nın oğludur. Sonra paşa olmuş 1178’de ölmüştür. 623 “Gördü bil, iskân et, sar andan ölürüm” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) // Bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 624 beñ: Şahine verilen küçük et parçası. Beñlenir yani: Diriştirerek et yer, demektir. 625 “ölüm cezanı” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 626 “emrettim” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) مpºو�¹ 627628 bu sayfa boştur. (hzl.)
221
[IX]
1.İsmail Bey yaylasından göçünce Mor sünbüllü yaylalarım kal demiş Mafa bulamadım attan, deveden629 Ölüme bir çare etmez mal demiş 2.Hani benim emmim oġlu Omar’ım630 Kadîr Mevlâ’m Sen’den imdat umarım Diyarbekir Aġcakala tumarım631 Bölük bölük tumarlarım bul demiş 3.Hani benim emmim oġlu Tecir’im632 Kız, gelinler çeksin benim ecirim At üstünde dóġüşmedim acırım Çatal baġlı küfeylânım yol demiş633 4.Hani emmim oġlu sıdkı bütünüm Aşka direk oldu benim tütünüm634
45a635
45b
Yanı halayıklı çifte hatınım636 Top top eyle zilifleriñ yol demiş 5.Biz bilmezdik ‘Halep’inen ‘Payas’ı Aġlayarak gitti etba, kölesi Av ettiğim Molla Seyhan ovası637 İspir doġan, tor şahanım sal demiş
629 mafa: vefa 630 Omar: Seyyit Ömer Paşa olsa gerek. 631 tumar: tımar. 632 Tecir: Aşiretler arasında ‘ticaret yapan’; ‘tacir’ demektir. İsmail Bey’in de ticaretle alâkadar bir amcası oğlu varmış. 633 küfeylân: küheylân 634 “Aşka” kelimesi “arşa” olmalıydı. (hzl.) 635 bu sayfa boştur. (hzl.) 636 hatın: hatun 637 “molla” kelimesinden önce “koca” yazılmış fakat üzeri çizilmiştir. (hzl.)//Av ettigim qoca Seyhan ovası” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
222
6.İsmaiil Bey der: Ben kaladabaġlıyım638 Aşk elinden ciġerlerim daġlıyım Kendim aşret beyi Rişvan Oġlu’yum639 Ben gidiyom yalan dünya kal demiş.
İsmail Bey’in ölümü ve Rişvan aşiretinde bir kısmının Haymana tarafına iskânı ile
mücadele tamamen sona eriyor.
Avşarlar taşkınlıklarında devam ederken 1734 (H. 1147)’te Maraş Beylerbeyiliğinde
bulunan Süleyman Paşa 1742 (H. 1155)’de de Adana Beylerbeyiliğinde görülüyor. Bu
esnada Recepli Avşarı cemaati erkeklerinden yüzlercesinin idamı için kendisine ferman
gönderildiği (Haremeyn-i Şerif’te evkafı mukataasında Pehlivanlı aşireti ve sair aşair ve
kabailin zabitan
46a640
46b
ve boy beğleri ve torunları ve ihtiyarları)na hitaben yazılan ve sureti aşağıya naklolunan
ev ahir s 1155 tarihli hükümden anlaşılıyor:
49a641
Avşarların çokluğu veya hükümler642 arasındaki nispetlerinin fazlalığı hasebiyle baskın
suçu Avşarlara yükleniliyor.
49b
AYINTAP’A BASKIN VE KAMIŞLI’YA SÜRGÜN
Anber Ağa’nın anlatışına göre 17’nci asrın son yarımı ortalarında Türkmen yurtlarında
kıtlık baş gösteriyor, yiyecek tedariki güçleşiyor. Çoluk çocuk ağlaşıyor. Vaziyet aşiret
638 kala: kale// Bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 639 aşret: aşiret 640 bu sayfa boştur. (hzl.) 641 47 ve 48. sayfalar boştur. (hzl.) 642 rx|km
223
büyüklerini telâşa düşürüyor.643 ‘Avşar’, ‘Cerid’, ‘Tecirli’ , ‘Karalar’ ve ‘Bozdoğan’644
aşiretlerinin reisleri arasında görüşmeler oluyor.
Aşiretler esasen hükümetin devamlı takip ve tetkikinden bezdikleri ve hiçbir yerden
ıstırapları hafifleştirecek yardım göremedikleri için büyükleri beyninde sonu hiç
düşünülmeyerek zengin ve amadelerinin bol bulunduğu tahmin edilirse Ayıntap
havalisini basmaya karar veriliyor. Her aşiretin vurup kırmaya, tuttuğunu koparmaya
kadar süvariler ile Ayıntap havalisine baskın yapılıyor. Rastlanan erzak ve emval
yağmalanıyor. Bu suretle baskıncıların ellerine hayli ganimet geçiyor. Aşiretlerin
ıstırapları kısmen hafifleşiyor.
Lâkin diğer taraftan mesele yine645 İstanbul’a aksediyor. Hükümet tarafından faillerin
behemehal tutulup cezalandırılmaları için şiddetli emirler veriliyor. Mühim suretle
aşiretler etraftan ciddi surette tefyike başlanıyor. Akıbetin vahimleştiği sezilince daha
kurnaz davranan ‘Cerid’, ‘Tecirli’, ‘Karalar’ ve ‘Bozdoğan’646 aşiretlerinin reisleri
tarafından baskınların647 müttehit bir lisanla baskın yapanların yalnız Avşarlar648
olduğu, kendilerinden hiçbir ferdin o hadiseden alâkası bulunmadığı söyleniyor. Bunun
üzerine baskın yapanlar cezasız bırakılmadı dedirtilmek ve iş daha çabuk ve kolay
neticelendirmek için hükümetçe aşiretlerin en azılısı ve bu itibarla en tehlikelisi sayılan
Avşarlardan baskın hadisesinde medhaldar649 sayılan iki bin kadar çadır halkı Urfa
havalisindeki650 Kamışlı’ya sürülüyor.
Ayıntap baskını ‘Cerid’, ‘Tecirli’, ‘Karalar’, ‘Bozdoğan’ aşiretlerinin651 iştirakleri ile
yapıldığı bu fiilin yalnız Avşarlara isnat edilerek binlerce kişinin Kamışlı’ya
sürülmesine sebep olunmasından dolayı652 Avşarların Çukurova’da kalan kısmı
643 “Kozan aşiretleri arasında daima hem (…) hem de kahramanlıklarına güvenerek daha hâkim ve mütehakkim bir varlığa sahip olan” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 644 “cemaatleri 1180-1190 (1770-1775 yılında) tarihlerinde (…) (…) sürgün nihayet bir kıtlık hâlinde (…….). Esasen (…) hükümetin” “ (…) tazyike de bir (…) (…)” ifadelerinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 645 üzeri karalanmış olan kelimeler okunamadı. (hzl.) 646 üzeri karalanmış olan kelimeler okunamadı. (hzl.) 647 “aşiretlerin kâffesi tarafından hükümete karşı mukavemet gösterileceği anlaşılınca” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 648 üzeri karalanmış olan kelimeler okunamadı. (hzl.) 649 “oldukları anlaşılan” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 650 “Sarıkamış’a” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 651 “hadiseyi yalnız” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 652 üzeri karalanmış olan kısım okunamadı. (hzl.)
224
tarafından sırası geldikçe pek yerinde inikad gevşetiliyor. Böylelikle 5-6653 sene
aralarındaki münaferet654 günden güne yıldan yıla aratıyor.
50a655 50b Avşar cemaatinden bir kısmının sürülmesinden cesaret alan ‘Cerid’, ‘Tecirli’, ‘Karalar’,
‘Bozdoğan’ aşiretleri656 ileri gelenlerinin geriye kalan Avşarlara hadlerini bildirmek
arzusu uyanıyor.
Avşarlardan civardaki diğer aşiretlerde teneffür bulundukları için Farsak, Sırkıntı,
Karsantı, Kara Koyunlu, Ağca Koyunlu, Kara Hacılı, Kırıntılı aşiretleri de ittifaka dâhil
oldu.
Avşarlar aleyhindeki cereyanı hisseden diğer aşiretlerden birisine mensup iyi kalpli ve
vicdanlı bir adam, Avşar657 beğlerinden bazılarının bulundukları bir mecliste “Üzeriñize
al var” diyerek kurulmakta olan tuzağı anlatmak istiyor.658 Lâkin bu söze öteden beri
kahramanlıklarına659 güvenip660 dinleyiciler korku nedir bilmedikleri ve aralarında
‘Kirtik Ali’ gibi cesaret ve şecaat ile muhiti titreten bahadırlar yaşattıkları için661 “Aldan
ne çıkar? ‘Kirtik’ bizden olsun da662 varsın Allah da (diğer aşiretleri kastederek)
onlardan olsun” tarzında cevap veriliyor.
Aradan çok geçmeden663 1785 senesine doğru bir harman mevsimi sabahında ‘Cerid’,
‘Tecirli’, ‘Karalar’ ve ‘Bozdoğan’ süvarileri tarafından664 Pazarviran nahiyesinin
altındaki zamanını Emir Dağı civarında Avşarlara ani baskın yapılıyor. Esasen uyanık
653 “yıl geçiyor” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 654 “günler geçtikçe daha ziyade” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 655 bu sayfa boştur. (hzl.) 656 “nde de” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 657 “ların ileri gelenlerinden” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 658 “muş” ekinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 659 “kaynağı olan bir cemaate mensup” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 660 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 661 “için bu söze ehemmiyet vermemişler;” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 662 “(komşu aşiretleri kastederek)” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 663 “‘Pazarviran’ nahiyesinin ön kısmında ırmak civarında Avşarlar kendi başlarında ittifak eden ‘Cerid’” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 664 “(…) (…) basınlarına uğramışlar” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
225
bulundukları için Avşarlar tarafında da derhal atlara binilip hasımları, silâhlarla
karşılanıyor.
Bu ilk gün zarfında Avşar kahramanlarından Deniz Oğlu ‘Kirtik Ali’, üzerine at
sürdüğü her hasmı öldürüp yere seriyor.
İkinci gün tekrara başlayan çarpışmalar esnasında Kirtik Ali birinci gün gösterdiği
kahramanlığı gösteremiyor; attığı hedefe isabet ettiremiyor. Kendisine “Kirtik, ne
duruyoñ aşiret batıyor. Durma aman, Ho günü665” deyenlere karşı “Karġı almıyor.”
mukabelesinde bulunuyor. Hücum için ısrar edilince de “Gidek, xatır için ölek” diyor.
Filhakika bir hasım kurşunu ile ‘Kirtik Ali’ de vurulup666 yere seriliyor.
51a667
51b
‘Kirtik Ali’nin maktul düştüğünü gören ve duyan Avşarların maneviyatı sarsılıyor.
Müttefik aşiretlerin maneviyatı ise daha ziyade kuvvetleniyor ve Avşarlarla savaşları
şiddetleniyor.
Bu esnada Avşar beğlerinden ‘kulaç kollu’luğu ile maruf Halid Beğ’in atı duruyor;
etbasından668 biri yanına yaklaşarak669 “Báġim, terkime gel!” diye Halid Beğ’i atının
terkisine almak istiyor.670 Lâkin Halid Beğ “Hâlit terkiye sıġmaz” diye bu teklifi
reddediyor. Müteakiben üzerine at süren hasımlardan ‘Bozdoğan’ aşiret reisi ve –
hemşiresinin kocası- eniştesi Kerim Oğlu’nun adamlarından Duran adlı bir şahsın
sakladığı kılıcın671 darbesi ile 672Halid Bey de yaralanıp ölüyor.
665 ho günü: yani hücum zamanı. 666 “bir hasım darbesiyle” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 667 bu sayfa boştur. (hzl.) 668 Etbasından: Yani kendi adamlarından. 669 “beği atın terkisine almak üzere” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 670 “muş ise de” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 671 Anber Ağa bunu Ömer Bey’in babasından diye iddia etmektedir.//“birinin atı bir” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 672 “kendisi de” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
226
Halid Bey’in de ölümü ile673 başsız kalan Avşarlardan her biri bir tarafa kaçıyor.674 Bir
tarafa sığınamayanları da kurtuluşu çaresiz de olunca da ‘675Kamışlı’ya sürülerek676
yanlarına gitmek oluyor. Bu suretle Avşar yurtları bu defa da Çukurova müttefik
aşiretlere677 kalıyor:
[X]
1. Bir ün geldi gene göynüm bulandı Hiç mi yok da‘vanıñ aslını soran On bir aşiretlen Avşar dögüştü Hâlid’i meydanda düşürdü Duran 2. Kirtik Ali karġısını kaldırdı Düşmanıñ içine atını daldırdı Yıġitligin şu âleme bildirdi Çıkmadı davaya varıp giren678 3. Çaġırıñ sürgünden Koca’vşar gelsin Gelsin de Hâlid’in hayfını alsın Evliya’nıñ Oġlu679 yanıña kalsın Yıxıldı koc’evler hep oldu viran 4. Xalil’im der doġrusunu söylerim Aş(i)retlere Avşar’ı baş eylerim Ondan geçmem katısını680 n’eylerim Gelsin has baġçanıñ gülünü deren
52a681
52b
AVŞAR VAR MI, YOK MU?
Avşarlar682 müttefik aşiretlerin ırmak üstünde şiddetli darbelerini yiyerek ‘Kamışlı’ya
gittikten sonra683 diğer aşiretlerin cevelân ve intika sahaları çok genişliyor.
673 ovم 674 “bir tarafa dağılmışlar. Nihayet silâhı ‘(…) Kamışlı’ya” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 675 “Sarı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 676 “sürülerek yanlarına gitmekte bulan” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 677 “terk” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 678 yani: En kahraman kişi Kirtik öldü.// Bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 679 Evliya’nın Oğlu herhâlde bir aşiret reisi. 680 katısını: gayrısını. 681 bu sayfa boştur. (hzl.) 682 “Çukurova’da” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 683 “mağlûp olarak çekilip gitmeleri ile” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
227
Çukurova’yla Pınarbaşı ve Binboğa yaylaları müttefik aşiretlere kaldığı gibi evvelce
‘Cerid’ ağalarından ‘Memici Oğlu’nun arpalığı ırmak üstü çarpışmasından önce
Avşarların nüfuzu altına giren ‘Binboğa’nın şarkındaki ‘Tanır’, ‘Lorşun’ ve ‘Hunu’
köyleri de yine Memici Oğlu’nun idaresine geçiyor.684
On sekizinci asrın nihayetine685 doğru bir sonbaharda Memici Oğlu, bu köylerin
mahsulünü de deşirdikten sonra Çukurova’ya ağıyor686; orada çadırına misafir olarak687
Cerid beyi ‘İmirza Oğlu’ geliyor.688
Aralarında hoş beşten sonra şöyle bir muhavereye başlanıyor:689 “Memici Oġlu!
Yaylaya gittiñ, geldiñ. Oralarda ne var ne yok? Avşar’dan kimleri gördüñ?” Memici
Oğlu cevap veriyor: “Tañrı canını alsın. Avşar mı kalmış?! Kırılan kırılmış; kırılmayan
kaçıp Kamışlı’ya690 gitmiş!” Bu konuşma esnasında Âşık Dadal da aynı mecliste
bulunuyor.
53a691
53b
Avşarların an’anevî kahramanlarını bilen ve – bir rivayete göre – anası da Avşar kızı
olan Dadal, Memici Oğlu’na hitaben “Aġa, bu şorda seniñ hakkıñ yok. Avşar seniñ
arpalıklarıñı eliñden alırken bunu diyemiyorduñ,692 şimdi eliñ yaptıġı işe sen ne diyoñ.
Bunda hakkıñ yok” diyor. Memici Oğlu da: “Hakkım var. Söylerim.”693 mukabelesinde
bulunuyor. Bunun üzerine hazmedemeyen Dadal da şu türküyü söylüyor:
684 “geçmişti” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 685 “tahminen 1795” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 686 üzeri çizili olan ifade okunamadı. (hzl.) 687 “misafir gelen” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 688 “misafir gelmiş” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 689 “sual cevap olmuş” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 690 “Sarı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 691 bu sayfa boştur. (hzl.) 692 “bunu söyleyemiyorduñ” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 693 “demiş” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
228
[XI]
1.Ev kalmamış Biñboġa’ya çıkacak694 İp kalmasın salınġaca takacak Avşar mı kaldı ki başa kaxacak Arkasından büyür, gelir saġları! 2.(Ey) Memici Oġlu’m sen söyleme bunu; Benim derdiñ ‘Lorşun’, ‘Tanır’lan ‘Hunu’; Unuttun mu sandıñ geçenki günü; Yalman külâh geyinirdi báġleri!
54a695
54b
3.Neçe essehlere yalan kattıñız; Beziñizi kumaş deyi sattıñız! Türlü türlü hileleri yaptıñız; Niçin göġá batırdıñız aġları!696 4.Dadal’ım da der ki doġruyu sever Her vakit koyaġa mazı mı yaġar Adamıñ arslanı Avşar’dan doġar Gene dutar al çapılı evleri!697
55a698
55b
Dadal bu türküyü söyledikten sonra Memici Oğlu’nun çadırından kalkıyor. Kışın Sarı
Kamışlı’ya gidiyor.
Orada Avşarları oldukça kalabalık ve kuvvetli hâlde görüyor.699
694 ev: il. 695 eu sayfa boştur. (hzl.) 696evvelce fakılar başına beyaz sarık sararlarmış. Hıristiyanlar da ‘gök’ renkli bez bağlarlarmış sararlarmış. Başındaki ak renkli sarığı göğe batırmak demek, fena bir harekette bulunup kâfir olmak sayılıyor. 697 çapı: derim evinin yapısının üzerine [“hakılan” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)] ip ile dikilen kırmızı renkli ve üstü deve boncuğu ile süslenmiş keçe. 698 bu sayfa boştur. (hzl.) 699 “buluyor” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
229
Dadal Avşarlara hitaben: “Artık düşmanlardan hayfıñızı almak zamanı geldi. Ne
duruyorsuñuz?” diyor. Daha ziyade tahrik edici700, heyecan verici birçok sözlerle
Avşarları ayaklandırıyor.701
Avşar arasında yazın Binboğa’ya ve Pınarbaşı’na çıkmak kararı veriliyor. Kıştan
hazırlıklara başlanıyor.
56a702
56b
Filhakika yaza doğru Kamışlı’dan703 Avşar göçleri sökün ediyor.
Avşarların Kamışlı’dan704 hareketi Çukurova’da da duyulur.
Bu haberi alan Cerid Beyi, Bozdoğan Beyi, Karalar Ağası, Tecirli Ağası yek diğeriyle
anlaşarak ve hep birden atlara binerek Dadal’ın çadırına uğruyorlar.
Kendilerini istiskal eden Dadal, beyler ve ağaları çadıra yerleştirdikten sonra beğlerden
biri Dadal’a “Saña bir müjde verecegiz. Buña karşı sen de bir türkü söyleyeceksiñ ama
Avşar’ı katmayacaksıñ” diyor. Dadal da: “Müjdeñiz neymiş. Söyleñ bakayım” diyor.
Beğ: “Dadal, Avşar Sarıkamış’tan Biñboġa’ya doġru sökün etmiş; gidiyormuş” diyor.
Dadal buna karşı da: “Müjdeñiz baş üstüne. Ben de istedigiñiz türküyü söyleyim”
diyerek sazı eline alıyor şu türküyü söylüyor:
57a705
57b
Yeşil defter sayfa 263
700 “kuvvetli” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 701 “teşvik ediyor” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 702 bu sayfa boştur. (hzl.) 703 “Sarı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 704 “Sarı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 705 bu sayfa boştur. (hzl.)
230
[XII]
1.Benden selâm eyleñ Anteb iline Nameler yolladık Anadolu’ya Bizden nişan kalsın İmirzalı’ya706 Koç yıġide kannı göynek dondur bu! 2.Neye varır ahvalimiz, hâlimiz Şebekeye uġrattılar yolumuz707 Kötü düşman yiyip gider malımız Siñirirse şekerinen baldır bu708 3.Gene báġ efendim sen ettin nazı Fermanlı kaleminen çaldılar bazı709 On iki vezir de bir etmiş sözü Eski kitiretler bize kindir bu710 4.Padişah fermanı kırâtlı olur Fermânlı olanlar vurmadan ölür711 Geçer bu kara gün böyle mi kalır Daġılmañ yoldaşlar bize ündür bu!
58a712
58b
5.Dadal’ım da der ki davi bu davi713 Göġde göġál turna, şahanıñ avı Ne kadar methetsem Avşar’ıñ báġi Yen[il]mez mızıraġı yaman ildir bu!
59a
?
706 İmirzalı: İmirze Ali. 707 şebeke: tuzak, fak. 708 siñirirse: hazmederse. 709 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 710 kitiret: kötü hatıralar demektir. 711 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 712 bu sayfa boştur. (hzl.) 713 davi: dava.
231
59b
Dadal bu türküyü söylediği sırada Avşar illeri şen şatır bir hâlde Binboğa ve Pınarbaşı
yaylalarındaki eski yurtlarına kavuşuyor. Şakrak kızlar ve gelinlerle göçenler714; güze
kadar dört beş ayları çoktan beri müştak bulundukları bu sevimli yerlerde geçiyor.715
Güz sonuna doğru havaların harareti azalmaya başlıyor; Avşar cemaatleri de
Çukurova’ya yöneliyor.
Avşar güçleri716, ‘Kars - Kadirli’ üzerine gelince ‘Bozdoğan’ beyi ile ‘Karalar’ ağasına
“Bizim eski yurtlarımızı bize versinler. Beyhude döġüşmeyek” diye haber gönderiyor.
Bozdoğan beyi ‘Kerim Oğlu’ ile ‘Karalar’ ağası da Avşarlara cevaben “Babalarını
tüheginen öldürdük. Kendilerini de Çukurova’ya inmeden karıñ içinde kırarık!”
diyorlar.
Bu haber Avşarlara ulaşınca hep birden galeyana geliyorlar; avratlar da ketenlerini717
bayrak edip erkeklerle beraber Çukurova’ya yürüyorlar.
60a718
60b
Bozdoğan beyi ile Karalar ağası da bütün kuvvetleriyle Avşarların önlerine çıkıp karşı
koyarlar.
Aralarında çok şiddetli çarpışmalar oluyor. Üç gün devam eden kavga neticesinde
Bozdoğan beyi ile Karalar ağasının kuvvetleri mağlûp oluyor. Ölenler ölüyor, sağ
kalanlar da mukayyet bulunanlar da perişan bir hâlde çıkıyor. Lâkin Avşarlar arkalarını
bırakmayarak kaçanları da Seyhan ırmağının öbür yakasına kadar takip ediyorlar.
Bozdoğan ve Karalar firarileri sahilde ta Ayas toprağında rahat nefes alabiliyorlar.
Avşarlar da Çukurova’daki eski yurtlarında karar kılıyorlar.
714 rx »آ // “şen şatır kavuşuyorlar” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 715 “geçirmişlerdir” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 716 “beyleri” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 717 Keten: Kadınların beyaz baş örtüsü “dülbend”. 718 Bu sayfa boştur. (hzl.)
232
63a719
Kışlık mahal Yazlıkları
63b
‘Avşar’, ‘Cerid’, ‘Tecirli’, ‘Karalar’, ‘Bozdoğan’, ‘Kozan Oğlu’, ‘Küçük Ali Oğlu’,
‘Sırkıntı Oğlu’, ‘Kara Hacılı’, ‘Ağca Koyunlu’ gibi Türkmen aşiretlerinin hükümete
karşı pek serkeşane harekette bulunmalarından dolayı kendilerini muti hâle getirmek
maksadı ile tahminen720 19’uncu asrın ilk onuncu yılına doğru Muhtar Paşa’nın
kumandası altında tekrar asker ile Halep tarafına ‘Dayının Oğlu’ namıyla tanınmış bir
derebeyi başına topladığı binlerce çete ile Çukurova’ya yöneliyor.
Bu ıslahat karar ve teşebbüsünden haberdar olan aşiretler müttefikan ‘Dayının Oğlu’nun
Çukurova’da kendilerini müdafaaya hazırlanıyorlar. İki taraf arasında ilk çarpışma
‘Ceyhan ırmağı’ üzerinde ‘Misis’ köprüsü başında vuku buluyor. Fakat müdafaa
hazırlığının noksanlığından dolayı bu çatışma aşiretlerin mağlûbiyeti ve firarları ile
neticeleniyor.
Bu münasebetle Âşık Dadal da şu türküyü söylüyor:
(Kara çizgili vişne renkli defter – sayfa:145)
[XIII]
1.Karalar ho dedi ‘barı’ya düştü ‘Misis’iñ köprüsü mehengi aştı ‘Sırkıntı’, ‘Kara Hacılı’, ‘Aġca Koyunlu’ hep yalın kaçtı721 Hani kabak asan ‘Kodaz Ali’ñiz?722
719 61 ve 62. sayfalar boştur. (hzl.) 720 “1218/1219 tarihleri” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 721 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 722 tuğrafüruşluk yapan, başaramadığı hâlde kahramanlık taslayan, bilâ-pervazane konuşan demektir.
233
2.‘Avşar’ıñ oġlu dutmuyor atta ‘Tecirli’ kaçtı gitti firkatta 723 ‘Cerid’iñ ‘Hopur’u çıktı ‘Yarsufat’ta724 ‘Bozkartal’a pay oldu ya ölüñüz
64a725
64b
3.‘Bozdoġan’ kavġaya var(a)madan qaçtı ‘Reyhanlı’nıñ báġi ‘Halep’e düştü Bayazid Oġlu duydu, buña pek şaştı726 Hani ya, bir niçe gelmiyor biriñiz!727 4.Dadal Oġlu’m der (ki) davası bitmedi Aşiretler birbirini dutmadı Kozan Oġlu728 bu daviye gitmedi Dögüşüyor elde olan varıñız
Bu çarpışmada aşiret reislerinden ‘Cerid’e mensup ‘bey’ düşüyor, ‘Halep’e sürülüyor.
65a729
65b
Bu bozgundan sonra ‘Dayının Oğlu’, olanca kuvveti ile sarp dağlara yaslanan ‘Kozan
Oğlu’730 ‘Sarı Ali Bey’in üzerine yöneliyor. Aralarında devamlı çete muharebeleri vuku
buluyor. Fakat arazinin sarplığı ‘Kozan Oğlu’nu ele geçirmeye ve kuvvetlerini bozmaya
mâni oluyor. Kış mevsimi yaklaşıyor. Yüksek dağlarda barınamayan ‘Dayının oğlu’,
ister istemez kuvvetleri ile Çukurova’ya çıkıyor.
Yaz gelince Kozan Dağı’nda çarpışmalar tekrar başlıyor. ‘Dayının oğlu’ çetelerinde
havf eseri gördükçe ihtiyatta bulundurduğu iki muhakat ‘Arap’ını tahrik ediyor.
723 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 724 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 725 bu sayfa boştur. (hzl.) 726 Bayezid: Beyazıd// Bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 727 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 728 “Küccük Ali Oġlu” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 729 bu sayfa boştur. (hzl.) 730 “Kozan Oğlu’nun” yazılmış fakat “nun” ekinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
234
Fevkalâde çeviklik ve isabet-i maharetle ‘cida’ kullanan bu Araplar tarafından çok
Türkmenler yere seriliyor.731 Fakat muharebeler bir buçuk iki sene kadar sürdüğü hâlde
kat’î bir netice almak mümkün olamıyor.
Dadal Oğlu bu münasebetle de iki taraf ağzından şu türküyü söylüyor: (Kara çizgili ve
vişne renkli defter sayfa:119)
[XIV]
1.Dayınıñ Oġlu der ki be Kozan Oġlu732 Sefer edip bir üstüñe kalkmam var Bu seneyi her seneye beñzetme Ahaliyi bir nizâma sokmam var 2.Kozan Oġlu der edemeñ ünü733 Adım Sarı Ali Bey bilmeñ mi beni
66a734 66b
Adam evranıyım yutarım seni Her sene sen gibi biñin yutmam var 3.Dayınıñ Oġlu der (ki): Kabartma kinim Yularsız aslanıñ erkegi benim735 Hiç emniyetiñ yok dönerse yönüm736 Pençe vurup kemaliñi sökmem var737 Kozan Oġlu der ki 4.Samurlarım var baxılmaz yüzüne Kimse söz koyamaz Kozan sözüne Alınan konarım ‘Taylanözü’ne Ala kanlı ‘Adana’ya dökmem var 5.Dayınıñ Oġlu der ki ben de kalxarım Sáġmenlerimi hep üstüñe çekerim Kozan Daġı’n[ı] ateşe yakarım Bir niyetim ‘Sis’e kadar çıkmam var
731 Araplar cida kullanırken ‘Cızzzzzıt’ derlermiş. Aşiretler arasında bunlar hâlâ … 732 “Dayının Oġlu der ki saña diyom saña be Kozan Oġlu” 733 “Kozan Oġlu der baña edemeñ ünü” 734 bu sayfa boştur. (hzl.) 735 aslan: arslan. 736 amniyet: ehemmiyet 737 kemal: yüz, çehre.. Yani yüzüne silleyi vurunca vurduğum yeri koparır, alırım demek.
235
6.Kozan Oġlu der ki738 menendim yoktur Soruñ bilenlere secerem çoktur739 Sıyrılan kılıcım çalan cellâttır Ala kanlı ileşiñi sermem var 7.Dadal’ım der ki seçilmez başı740 Şindi kartal iner kanlı ileşe741 İki aslan çıkmış büyük savaşa742 Komañ babam deyi size bakmam var743
67a744
2 – (Aynen) Medine-yi Kayseriye’ye tâbi Endürlük nam karyeden kabil hindel vesika murat veled-i Gülbeg nam dahi mahfel-i kazada Türkmen taifesinden Ağcaafşar745 cemaatinden Mahmud bin Hasan nam kimesne mahzarında üzerine dava ve tekrir-i kalem edip tarih-i kitaptan sekiz aya mukaddem mahrumen Halep’ten kervan ile gelirken isneteyn pazarı nam mevzie geldiğimizde mezbur Mahmud birkaç nefer eşkıya hıyanet kasdı ile üzerimize gelip ve bize külli taarruz edip biz dahi nefsimizi ve malımızı hıfzederken kervan halkından gâyib Abdülmeclis Yağmur nam zımmînin elini kılıç ile çalıp külli mecruh etmekle dört nefer adam mecruh-ı mezburun yanında gece ile eylenip kervan gitmekle mezbur Mahmud dört bin nefer eşkıya ile beynel salvetin mevzi-yi mezkûrda tekrar üzerimize gelip işbu sağ kıç ayağı diz bağına değin sekl-i (…)746 tavrı eğdiç beygirimi mezbur Mahmud tegallüben gasb ve garet eylemişti Hamit-i mezburun yeddinede bulunup talep eylediğimde teslimden ikna eder sual olunup şer’iyle el verilmesi matlûbumdur dedikte gıbbü’l-sual-i merkum Mahmud hususu mezkuru bil-keliyye inkâr ile mukabele etmegin mezbur murattan takririne muvafık beyne talep olundukta edul ricalden İbrahim bin Mehmed ve Arslan bin Hüseyin nam kimesneler li eclü’ş-şehade meclis-i şer’e hadram olup gıbbül istişhadel şer’i filhakika alâmat-ı mezkûre ile mevsuf olan beygir-i mezbur muradın olduğu malûm ve meşhudumuz olmagın şahitleriz şehadet dahi ederiz diye eda-yı şehadet-i şer’iyye eylediklerinde şehadetleri makbule olmağın zikrolunan beygiri mezbur murada teslim etmek üzere merkum Mahmud’a tenbih birle747 hücvel vaki bittabîi kesp olundu hurire Fî 6 Zilkade 1066 Şuhudü’l-Hâl Hasan bin Mustafa Mahmud bin Abbas Ahmed bin Kasım Zülfekar Ağa
İmkân bulunsa da böyle menbalar araştırılsa, eski vesikalar karıştırılsa Avşarlar için
sayılamayacak kadar çok şekavet (…) meydana çıkacağı temin olunur.
738 “derebáġlerinde” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 739 secere: şecere. 740 “Dadal Oġlu’m” şeklinde yazıldıktan sonra “Oġlu’m” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)//“çıkılmaz” ifadesinin üzerinden “seçilmez” yazılmıştır. (hzl.) 741 şindi: şimdi.//ileş: leş. 742 aslan: arslan. 743 deyi: diye. 744 bu sayfa Fahri Bilge tarafından yazılmamıştır ve deftere ektir. Bu sayfa 67d ile bağlantılıdır. (hzl.) 745 Ağcaafşar meşhur ki Avşar aşiretlerinin (…) [مr~/jمr~] Anber Ağa Kadirli’nin 615 kilometre kadar garbında toplu bir hâlde yaşayan Ağcaavşarların köy (…) [Buradaki iki kelime okunamamıştır.] خvرمpم� 746747 jلr~
236
67b
İlk çarpışmalarda mağlûp olup kaçtıkları hâlde bir buçuk iki sene zarfında ‘Dayının
Oğlu’ hayli yorulduğu ve kuvvetlerinin yıprandığını anlayan diğer aşiretler arasında
Kozan Oğlu’na yardım ve hasımları imha için yine ittifak akdediliyor. Hazırlıklar
yapılıyor. Bir sonbahar günü bütün müttefik ve müsellâh aşiret süvarileri ‘Kozan’
dağları altında ve ‘Anavarza’nın beş altı kilometre garbında asker ve Dayı Oğlu’nun
çeteleri üzerine yükleniyor. İki taraf beyninde muharebe şiddetleniyor.
Dayının Oğlu748, Arapların da aşiretlere bu defa da saldırıyorsa aşiretlerden beş altı
kahraman daha önce bu Arapları yok etmek ve taifesini749 üzerlerine aldıklarından
Arapların bütün savletleri teshiresiz kalıyor. Attıkları cidalar hep aşiret süvarilerinin
maharetle kullandıkları geniş ve demir üzengilerine rastlıyor. Bu esnada sıkıştırılan
Araplardan biri maktul düşüyor; diğeri de yaralanarak kaçıyor.
Evvelce birçok çarpışmalarda en küçük bir yara bile almayan Araplardan birinin ölmesi
ve diğerinin yaralanması, askerle Dayının Oğlu kuvvetlerinin maneviyatını daha ziyade
sarsıyor. Askerle çetelerden bir kısmı kaçmaya başlıyor. Bu esnada Muhtar Paşa ile
Dayının Oğlu da müttefik aşiretler tarafından ihata edilip öldürülüyor.
Bu muharebede Avşarlar ve ‘Recep Oğlu’ diye maruf Avşar beyleri tarafından müstesna
kahramanlık gösteriliyor.
Fakat muharebe esnasında çok kimseler ölüyor. Yalnız Cerid aşiretine mensup bir
aileden dört kardeş ölüyor. Bu aileden aşiretlerin ilk inhizamında tutulup ‘Halep’e
sürülen Bekir Ağa’dan başka eli silâh tutan sağ erkek kalmıyor.
748 “bu defa da” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 749 “üzerlerine” kelimesi yanlış yazıldığı için karalanmış, yanına kelime doğru bir şekilde yazılmıştır. (hzl.)
237
67c 750
[XV]
1.Güzeller mahı da şirinler şahı Miski amber gibi sen de kokarsın Al yanaklar tel zülüfe karışmış Şirin huba gibi ne hoş bakarsın 2.Gövel turna gibi serbest gezince Hotaz durup cığalını düzünce Şu benim derdime derman yazınca751
Avşar aleyhinde ittifak eden aşiretler 11’dir.
Cerid – İmirza Oğlu Osman Beğ’in babası
Tecirli
Karalar
Bozdoğan
Farsak – Kozan Oğlu
Sırkıntı
Karsantı
Melemenci Oğlu – Karakoyunlu aşiretinden
Kelin Oğlu – Karakoyunlu aşiretinden
Karaçamlı – Gürel
Kırıntılı – Gürel
Ağca Koyunlu
67d752
(32’nci sayfanın sağ kısmına ilâve)
Avşarların daha küçük mikyastaki şekavet hadiselerinin tespiti mümkün olsaydı yalnız
otuz cildin kâffesini kayda kifayet etmezdi.
750 bu sayfadaki şiir Fahri Bilge tarafından Lâtin harfleriyle yazılmıştır ve deftere ektir. (hzl.) 751 şiir yarım bırakılmış ve Latin harfleriyle yazılmıştır. (hzl.) 752 bu sayfa deftere ektir. (hzl.)
238
1932 senesi ilkbaharında bir gün kasabanın eski Şeriye Mahkemesi sicillerinden göz
gezdirmek fırsatı bulduğum 1066 Hicrî (1655/1656) yılına ait bir ciltte Halep’ten gelen
Gerdanî753 Ağca Avşar cemaatinden Mahmud’un şekavet arkadaşları ile birlikte basıp
yolcu yaraladıkları ve hayvan gasp ettikleri hakkında dava açılması üzerine gasp olunan
hayvanın sahibine teslimi için verilmiş 6 Zilkade 1066 tarihli şöyle bir hüküm
görülüyor:754
68a755
[XVI]
1.Denk ederim miski anber gülünen, Konuşalım şeker şerbet dil’ile Evvel ahır sen kahrımı çekersin Akca ceylanı gibi ne hoş bakarsın756 2.Kaşların kalem de dişlerin inci, Ak beyaz memeler havya turuncu; Güzellikte şu âlemde birinci Her baktıkça çıralarım yakarsın
3.Âşık Abdurrahman’ım da söyler yolunan757
68b
Bekir Ağa ‘Halep’e sürgünden üç senede kurtuluyor. Bekir Ağa’nın avdet etmekte
olduğu aşiret arasında duyulunca akrabasından ve aşiretin belli başlı simalarından 70-80
kişi tarafından 50-60 kilometre mesafede karşılanıyor. Dadal Oğlu da istikbalciler
meyanında bulunuyor.
O gün mesafenin uzaklığı hasebiyle eve avdet mümkün olmadığından akşam başka
yerde kalınıyor.
Otururken kardeşlerinden hiçbirini görememesi [üzerine] ‘Bekir Ağa’ tarafından
“Kardeşlerim nerde?” suali soruluyor. Buna karşı “Kardaşlarıñ Konya’da sürgün!”
cevabı veriliyor. Lâkin eve dönünce hakikatin meydana çıkacağını anlayanlardan biri
�rدا�� 753754 bu hüküm sayfa 67a’dadır. (hzl.) 755 bu sayfadaki şiir Fahri Bilge tarafından Lâtin harfleriyle yazılmıştır. (hzl.) 756 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 757 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.)//Şiir Fahri Bilge tarafından yarım bırakılmıştır. (hzl.)
239
tarafından da ‘Dadal Oğlu’na “Dadal Oġlu, Bekir Aġa’ya qardeşleriniñ öldüğünü eve
varmadan duyurmanıñ bir çâresini bul!” deniliyor.
Meclistekilerle bir müddet konuştuktan sonra ‘Dadal’a758 “Çoqtan beri sesiñi
duyamadım. Bir şey söyle de diġneyelim.” teklifinde bulunuluyor.
Bunun üzerine Dadal Oğlu759 saza760 söze başlayarak ara yerde şu türküyü söylüyor:
69a761
69b
[XVII]
Yeşil defter sayfa 267
1.Esti deli boyraz bulandı hava Zatıdan ünlüsüñ sen Çukurova Kır atıña bin gel, sen Bekir Aġa Aşiretiñ döġüş etti duyduñ mu? 2.İşimiz ne yaman varıyor güce Atı yavuz olan çıkıyor uca Çukurova’da bindi kılıç kılıca762 Kannı leşe kartal indi duyduñ mu? 3.Hayıfını alır m’ola saġları Mızıraklar deldi geçti daġları Kavak boylu ‘İrecepli’ báġleri 763 Çarx öġünde döġüş etti duyduñ mu? 4.Parladı kılıçlar çoġ indi başa Nece kuzgun indi kannı ileşe İki boy begi[y]nen bir ‘Muxtar Paşa’764 Döġüşe döġüşe öldü duyduñ mu?
758 “Dadal Oğlu” ifadesi yazılmış, “oğlu” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 759 “muhtelif mevzular” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 760 jیvدمvم kelimesinin üzeri çizilmiştir. 761 bu sayfa boştur. (hzl.) 762 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 763 İrecepli: Avşar beylerinden Recep Oğulları.. 764 beylerden birinin ‘Dayının Oğlu’ olduğu anlaşılıyorsa da diğerinin kim olduğu anlaşılamıyor.
240
70a765
70b
5.Dadal’ım766 söyler şoruñ merdini Yavrı şahan ıssız komaz yurdunu Biz de verdik beş kardaşıñ dördünü Bu işimiz böyle oldu duyduñ mu?
Bunu işiten Bekir Ağa, dizlerine vurarak “Eyvah, Dadal Oġlu! Ocak battı deseñe!”
diyor.
Dadal Oğlu da “Aġam, canıñ saġ olsun.. Allah kalanlara saġlık versin!” mukabelesinde
bulunuyor.
Ertesi gün Bekir Ağa güçlerin bulunduğu mahalle geliyor. Aile efradı Bekir Ağa’nın
avdetinden memnun kalmakla beraber bir taraftan da ‘Taylan Özü’ muharebesinde ölen
kardeşleri hatırlanarak bunların tesiri tazeleniyor.
Yukarıdaki türkünün üçüncü kıtasını 3’üncü mısrasında da anlatılmış olacağı veçhile
Avşar beğlerinin kahramanlıkları destanî bir mahiyet alıyor.
72a767
72b
1244 senesinde ‘Tarsus’ derebeyi olan ‘Keliñ Oğlu’ namı ile maruf ‘Mahmud768 Ağa’
ile ‘Adana’ derebeyi Ramazan Oğlu ve Arslan Paşa Oğlu beyinlerinde [aralarında]
anlaşamamazlık varmış. Kelin Oğlu, 1244 senesinin yaz mevsiminde maiyetine aldığı
kuvvetlerle Adana’yı basıyor. Böyle anî baskına uğrayan Ramazan Oğlu ile Arslan Paşa
Oğlu için kaçmaktan başka kurtuluş çaresi kalmıyor.
765 bu sayfa boştur. (hzl.) 766 “Dadal Oğlu” ifadesi yazılmış, “oğlu” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 767 71 numaralı sayfa ve bu sayfa boştur. (hzl.) 768 “Yakup” ismi karalanmış, yerine “Mahmut” yazılmıştır. (hzl.)
241
Adana şehri, Kelin Oğlu’nun çapulcu kuvvetleri tarafından yağma edilirken Ramazan
Oğlu ile Arslan Paşa Oğlu’na da makarrı ‘Kara İsalı’[da] bulunan Melemenci Oğlu’nun
konağı mesken oluyor.
Evvelâ mülteciler tarafından Kelin Oğlu’nu Adana’dan ihraç için Melemenci Oğlu’ndan
yardım isteniliyor. Lâkin Melemenci Oğlu, Kelin Oğlu’nun az kuvvetle Adana’dan
çıkarılamayacağını bildiği için bu işe ‘Karsantı Oğlu’nun da karışması lâzım geleceğini
söylüyor. Ramazan Oğlu ve Arslan Paşa Oğlu tarafından aynı maksatla müteakiben de –
hâlen Kara İsalı mülhakatından – Ala Dağ’ın dibindeki Karsantı mevkiinde bulunan
Karsantı Oğlu’na müracaat ediliyor.
Karsantı Oğlu mültecileri dinledikten sonra ‘Sis’ kasabasının üç saat kadar garp-ı
cenubunda mukim bulunan Sırkıntı Oğlu’nun iştirakinin temini lüzumunu ileri sürüyor.
73a769
73b
Sırkıntı Oğlu’na müracaat edilince de ‘Kozan Oğlu’nun muaveneti temin edilmedikçe
maksadın hasıl olamayacağı cevabı alınıyor.
Ramazan Oğlu ve Arslan Paşa Oğlu tarafından Melemenci Oğlu, Karsantı Oğlu ve
Sırkıntı Oğlu da beraber bulundukları hâlde bunu müteakip Kozan’ın merkezi olan ‘Sis’
kasabasına gidilerek ‘Kozan Oğlu’na vaziyet etraflıca anlatılıyor.
Kozan Oğlu maksadı anladıktan sonra Ramazan Oğlu’na ve Arslan Paşa Oğlu’na
hitaben: “Bu işte size benden fayda olamaz. (Melemenci, Karsantı ve Sırkıntı
Oğlulları’nı göstererek) Bu aġalar da bir iş göremez. Bu iş karġı işdir. Biz tırık770 içinde
iş görürüz. Çölde karġı sallayamak771 bu memleketiñ dört boynuzlu bir koçu var. Bu işi
ancak o koç görür” diyor.. “Koç nerde?” sualine karşı da “Bu koç, Avşar Osman Bey!
Yayladan gelmesine iki ay kaldı. Gelince bu işi ben oña gördürürüm. O gelinceye kadar
siz burada duruñ” diyor.
769 bu sayfa boştur. (hzl.) 770 tırık, çalılık demektir. 771 sallayamak: sallayamayız, kullanamayız demektir.
242
Kozan Oğlu’nun mütalâası uygun görülüyor. Ramazan Oğlu ile Arslan Paşa Oğlu’na da
orada sonbaharın gelmesini
74a772
74b
ve Avşar Osman Bey’in yayladan dönmesini beklemek kalıyor.
Ramazan Oğlu ile Arslan Paşa Oğlu’nun Kozan Oğlu’nun konağında misafireten
bekledikleri sırada kendilerinin yanlarına Kellerden bir kimse hayli yaşlı bulunan
Arslan Paşa Oğlu’na hitaben “Bre báġ! Sen ixtiyar olmuşsuñ. Derebáġligimizden
vazgeçseñ olmaz mı!” diyor.
Bu şordan çok müteessir olan ve tabiatında şairlik istidadı bulunan Arslan Paşa Oğlu,
patavatsız ziyaretçiye şöyle bir türkü ile cevap veriyor:
(Yeşil defter sayfa 251)
[XVIII]
1.Aşşaġadan Hasan Paşa’m geliyor Düşmanına karşı duran mert olur Şahan kocasa da vermez avını Ta ezelden kurt enigi kurt olur 2.Konmayınan şen olurdu atalar Vermeyinen savılırdı kadalar773 Havas güves yaptırdıġım odalar Korkarım ki düşman konar yurt olur
772 bu sayfa boştur. (hzl.) 773 kada: kaza.
243
75a774 75b
3.Arap atlar oynaşıyor sırada Fitiller işliyor azġın yarada Baña derler ne gezersiñ orada Kötü sözler yüregime dert olur 4.Çıxam ıdı şu köşkümüñ üstüne775 El edeyim kanberime, müşküme Binem idi çil neclimiñ üstüne776 Gösterirdim saña savaş nerd’olur777 5.Arslan Paşa Oġlu’m şol kara daġlar Koç yıġit kavġasın görenler aġlar Öldügüme kayırmazdım aġalar Kötü düşman üstümüzde dert olur
77a778
77b
Ramazan Oğlu ile Arslan Paşa Oğlu, Kozan Oğlu’nun misafiri iken sonbaharda bir gün
Avşar Osman Bey’in Çukurova’ya avdeti haberi geliyor.
Bu haber alınınca Kozan Oğlu, Sırkıntı Oğlu, Karsantı Oğlu, Melemenci Oğlu (dört
derebeyi), Ramazan Oğlu ile Arslan Paşa Oğlu’nun beraberlerinde Avşar Recep Oğlu
Osman Bey’in çadırına gidiyorlar.
Osman Bey’e vaziyeti ve maksadı anlatıyorlar.
Osman Bey bir taraftan müspet bir cevap verilmezden önce Avşar ağalarından Halli
Uşağı oymağı reisi İbrahim Ağa’ya haber gönderiliyor. İbrahim Ağa gelince vaziyet ona
da izah ediliyor. İbrahim Ağa “Şoruñuzu kabul idek; Atana’ya gidek ama bir mesele
var. ‘Bozdoġan’ınan ‘Karalar’ı daha beş altı yıl evvel ‘Cehan’a döktük. Şindi Ayas’ta
deñiziñ kıyısını bekliyorlar. Biz Atana’ya hücum edince onlar da arkamızdan hayıf
774 bu sayfa boştur. (hzl.) 775 çıham ıdı: çıka idim demektir. 776 binem idi: bine idim demektir. 777 nerd’olur: nerde olur. 778 76 numaralı sayfa ve bu sayfa boştur. (hzl.)
244
almaya kalkışırlarsa ne yapak? Onlara karşı siz üç yüz atlı bırakırsañız Atana’yı almak
kolay..” diyor.
İbrahim Ağa’nın bu mütalâası üzerine oradaki
78a779
78b
derebeylerinin hiçbiri bir şey söylemiyor. Yalnız Ramazan Oğlu Dilâver ağlayarak
ayağa kalkıyor. Osman Bey’le İbrahim Ağa hitaben diyor ki: “Bu Keliñ Oġlu benim
hanımı aldı. Hamamımı aldı, konaġımı aldı. Dükkânlarımı aldı. Bütün servetimi aldı.
Bunlarıñ hiçbiri gözüme görükmüyor. Lâkin habar göndererek bacımı benden gecelik
istedi. Eñ ziyade bu hakâret benim gücüme gidiyor.”
Osman Bey’le İbrahim Ağa böyle ırza taalluk eden bir sözü de duyunca çok
hiddetleniyorlar. Osman’ın “Güm güm derim gittik derim yegen bi yolla” diye harekete
geçmek kararını veriyor. İbrahim Ağa da bu karara iştirak ediyor. Aşiret oymaklarına
haber derhâl ulaştırılıyor.
Dört beş gün içinde iki bini mütecaviz müsellâh atlı toplanıyor. Beyler ve ağalarla
beraber Adana yolu tutulup süvariler ‘Misis’e vasıl oluyor.
Osman Bey her ihtimale binaen ‘Bozdoğan’la ‘Karalar’a karşı Ceyhan’ın şark-ı
cenubuna üç yüz atlı bırakıyor. Diğerlerine Adana’ya hücum kumandasını veriyor.
79a780
79b
Avşarların Adana’ya doğru hareketlerini duyan ‘Keliñ Oğlu’, başına İçel’den itibaren
adamlarını toplayarak ‘Yüregil’ ovasında Avşarları karşılıyor.
İki taraf karşılaşırken tüfenkler patlamaya, kılıçlar parlamaya başlıyor.
779 bu sayfa boştur. (hzl.) 780 bu sayfa boştur. (hzl.)
245
Muharebe geceleri bile büsbütün sükûnet bulmayarak üç gün sürüyor. İki taraftan da
hayli adam ölüyor. Lâkin ata binmeye ve silâh kullanmaya daha mahir olan Avşarlar
tarafından öldürülen düşman sayısı binleri buluyor. Çok zayiat veren Kelin Oğlu’nun
kuvvetlerinde zaaf ve gerileme eserleri görülüyor.
Avşarların şiddetli hücum ve takipleri Adana’nın on kilometre doğusundaki ‘İncirli
Höyüğü’ne kadar devam ediyor. Orada akşam oluyor.
Ertesi sabah höyüğün Adana tarafına bakan Osman Bey, Kelin Oğlu’nun ne kadar
kuvveti varsa hepsini de şehrin dışına yığıp cephane aldığını görüyor.
Lâkin böyle çarpışmaların belki yüzlercesinde bulunup gözlerini bile kırpmayan ve
esasen yoldaşlarının da cesaret ve kahramanlıklarından emin olan Osman Bey yanındaki
kâhyalara höyükten vaziyeti göstererek “Herif Atana’nıñ kâhayına çok adam çıxarmış
ama bize katlanmaz”781 diyor.
80a782
80b
Müteakiben de yoldaşlar arasındaki halk şairlerinden Âşık Abdurrahman’ı çağırarak
“‘Abdurrahman şurda783 bir türkü söyle de babayiġitler bütün bir hisse alsın” diyor.
Bunun üzerine Abdurrahman da şu türküyü söylüyor:
[XIX]
1.Kalktı havalandı şu deli göñül Varır bir mekâna erişir buġün Meydan benim deyip kabak asanlar Çıxar meydana da döġüşür buġün
2.Öter tühekler de tütünler tüter Çalınır davulbazlar mehterler öter784 Kesilmiş kelleler meydanda yatar Keskin Arap atlar yelişir buġün
781 katlanmaz: dayanmaz demektir. 782 bu sayfa boştur. (hzl.) 783 şurda: şurada. 784 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.)
246
3.Buġün dernek günü düġün olucı Kötüler varmayıp geri durucı Koç yıġit elinde dartar kılıcı Kılıç kalkanınan erişir buġün
81a785
81b
4.Der Abdurrahman’ım söylüyor hengi786 Çıxar meydana kötünüñ mehengi Solar koç yıġidiñ yüzünüñ rengi Koç yıġit al kana beleşir buġün
Âşık Abdurrahman’ın çok müessir bir eda ile ve yüksek sesle söylediği bu türkü Avşar
süvarilerini galeyana getiriyor. Hareket başlıyor. Atlar kişniyor; kılıçlar oynuyor;
silâhlar patlıyor. İki taraf birbirine karışıyor. Kelin Oğlu’nun adamlarından pek çoğu
öldürülüp yere seriliyor.
Yine düşmanlarını çok feci bir surette inhizama uğratan kahraman Avşarlar tarafından
ikindi vakti Adana şehri işgal ediliyor.
Adana’dan maiyetinde kalan 300 kişi ile kaçmaya muvaffak olan Kelin Oğlu da yine
Avşarların takiplerinden kurtulamıyor; ertesi sabah yakın Adana’nın 11-12 kilometre
garbında bir köyde bastırılarak tutulan öldürülüyor. Kesilen kafası Adana’ya getiriliyor.
82a787
82b
Kafa Ramazan Oğlu’nun önüne atılıyor. Osman Bey tarafından da Ramazan Oğlu’na
hitaben “Dostuñ dost olsun. Düşmanıñıñ arı bu kadar olsun” deniliyor.
785 bu sayfa boştur. (hzl.) 786 henk: savaş. 787 bu sayfa boştur. (hzl.)
247
Ramazan Oğlu, Avşarların bu fedakârane yardımlarına karşı Avşarlara (cenubunda
Seyhan’ın denize döküldüğü yeri murat ederek) “Taban788 güneyde ‘Misis’e kadar (yani
‘Yüregil Ovası’nı) size kışlak verdim” mukabelesinde bulunur.
Avşarlar tarafından ise “Saġ ol.. Kars (yani Kadirli) bizim kışlaġımız. Pıñarbaşı
yaylaġımız. Bura bize uzak gelir.
84a789
84b
ALBUSTAN KAVGASI
‘Cerid’, ‘Tecirli’, ‘Karalar’, ‘Bozdoğan’ aşiretleri kendilerinden daha zengin ve
müreffeh bir hâlde bulunan ‘Reyhanlı’ aşireti üzerine baskın yapmayı kararlaştırıyorlar.
Aynı zamanda Avşarların da baskına iştiraklerini temin için Avşar beylerinden Recep
Oğlu’na (bir rivayete göre Recep Oğullarından İbrahim Bey kolundan aşiret üzerinde en
ziyade nüfuz sahibi olan ‘Koca Topuz’ namıyla maruf zata) haber gönderiyorlar.
Koca Topuz Bey de aşiretler arasında böyle çirkin bir hadise çıkmasını istemediği için
Halli Uşağı oymağı ağası Abdurrahman Kâhya’yı yanına çağırıp “İmirza Oġlu Hasan
Báġ’den habar geldi. Dört aşiret bir olup Reyhannı’nıñ üstüne baskına gideceklermiş
bizim de beraber olmamızı istiyorlar. Fakat ben bu düşünceyi sakat görüyorum. Sen git
İmirza Oġlu’na benden selâm söyleyerek aġnat da bu işten vazgeçsinler” diyor.
Abdurrahman Kâhya da aldığı talimat üzerine Çukurova’da İmirza Oğlu’nun çadırına
gidip Koca Topuz’un söylediklerini mecliste anlatıyor.
Mecliste bulunanlardan ve ‘Cerid’ aşireti ağalarından ‘Patlı Oğlu’, Koca Topuz’un
gönderdiği haberi fena karşılıyor. Abdurrahman Kâhya’ya hitaben: “Abdurrahman
Kâhya, Abdurrahman Kâhya! Sen de okkañı kaldır da Rehannı’nıñ üstüne ko!790” diyor.
Abdurrahman Kâhya da cevaben: “Oġlum, Patlı Oġlu! Ben okka dáġilim. Kantarım!
Bastıġım yeri aġdıranlardanım!” diyerek atının hazırlanmasını istiyor.
788 bu kelime metinde “Tabak” olarak geçmektedir. (hzl.) 789 83 numaralı sayfa ve bu sayfa boştur. (hzl.) 790 kelime “koy” olarak yazılmış fakat “y” harfi karalanmıştır. (hzl.)
248
85a791
85b
Derhâl hazırlanan atına binip Koca Topuz’un yanına dönüyor. Meseleyi anlatıyor.
Patlı Oğlu’nun sözünden Koca Topuz da müteessir oluyor. Orada keyfiyetten Reyhanlı
aşiretinin haberdar edilmesi kararlaştırılıyor.
Reyhanlı aşireti Mursal Oğlu’na (bir rivayete göre adı Ahmet Bey) şöyle haber
gönderiliyor: “Üstüñüze dört aşiretiñ alı var. Cerid, Tecirli, Karalar, Bozdoġan’ıñ
dernegi var. Habarlı olsuñ. Göz kulaġ oluñ. Dernek gelecáġin bize bi adam gönderiñ!”
Bu haberi alan Mursal Oğlu, aşiret ağalarını toplayarak müzakerede bulunuyor.
Kendilerine çok uyanık bulunmaları lüzumunu anlatıyor.
86a792
86b
‘Cerid’, ‘Tecirli’, ‘Karalar’ ve ‘Bozdoğan’ aşiretleri tarafından Avşarların ittifakları
temin edilemediği ve Koca Topuz’un gönderdiği bilâkis Abdurrahman Kâhya da
gücendirildiği için bu aşiretlere793 ne sonbaharda ne de kış ve ilkbahar mevsimlerinde
‘Reyhanlı’ aşiretine baskında bulunmak cesareti gösterilemiyor.
Yaza doğru bütün aşiretler yaylalara çıkıyorlar.794 Reyhanlı aşiretinin çok dağınık bir
vaziyette bulunduğu esnada (…)795 iptidasında aleyhtar diğer aşiretler 1500 müsellâh
atlı ile Reyhanlı aşireti üzerine yöneliyorlar. Hareketin kendilerine müteveccih
olduğunu anlayan Reyhanlılar da derhâl Albustan’ın şimalindeki yaylalarından
791 bu sayfa boştur. (hzl.) 792 bu sayfa boştur. (hzl.) 793 “kışın” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 794 o sırada Cerid’in yaylası, ‘Biñboğa’nın batı tarafı; Tecirli’nin yaylası, ‘Bozut’ Dağı; Karalar’ın yaylası, Sarız; Bozdoğan’ın yaylası, Göksun’un garb-ı cenubundaki ‘Mazgaç’ Dağı; Reyhanlı’nın yaylası da Binboğa’nın şark ve şimal tarafları arası imiş. Bununla beraber Reyhanlı aşireti, Albustan’ın poyrazındaki ‘Yapalak’ ve ‘Yama’ Dağı’na kadar göç çekermiş. �½vس 795
249
Pınarbaşı mıntıkasında bulunan Avşarlardan bir torbaya kanla mülemma bir gömlek
göndermek suretiyle “Biz ölüyoruz. Aman yetişiñ” diye istimdat ediyorlar.
Bu haber Pınarbaşı’na ulaşır ulaşmaz Koca Topuz’un başında 500 atlı toplanıyor.
Hareket edileceği sırada Koca Topuz’un 17-18 yaşında oğlu Çerkez Bey babasına
“Böyle nereye gidiyorsuñuz.” diye soruyor.
Babası “Oġlum, Reyhanlı’nıñ üstüne dört aşiret baskına geliyormuş. Kannı göynek
göndermişler. Biz de Reyhannı’ya imdada gidiyok” diyor.
Çerkez “Baba, Avşar’ıñ 500 atlısınıñ üstüne kimse gelemez. 50 atlıyınan gidiñ ki
döġüşecegiñiz bilinsin” diyor.
Babası Çerkez’e “Oġlum, sen karışma. Dernek çok. Böyle
87a796
87b
gitmek lâzım” diye mukabelede bulunuyor.
Çerkez babasına “Ben de giderim” diyor.
Babası “Bu döġüşe sakalı darak dutan gidecek. Seniñ yüzüñ daha darak dutmuyor” diye
oğlunu harekâta iştirakten men etmek istiyor.
Bu söz üzerine ortalık çadırı önünden ev denilen aile çadırına giden Çerkez henüz
sakaldan eser bulunmayan yüzüne bir tarak batırarak kanını akıta akıta babasının yanına
geliyor. “İşte benim yüzüm de darak dutuyor. Ben de gideceğim” diye ihdarda
bulunuyor.
Babası da oğlunun bu ihdarına karşı daha ziyade muhalefette bulunmayarak kendileriyle
birlikte gitmesine müsaade ediyor. Kafile süratle yola koyuluyor.
796 bu sayfa boştur. (hzl.)
250
88a797
88b
Avşarlar Reyhanlı yaylasına ulaşmazdan önce ‘Cerid’, ‘Tecirli’, ‘Karalar’ ve
‘Bozdoğan’ süvarileri ile ‘Reyhanlı’lar arsında Albustan’ın 20 kilometre kadar garbında
‘Kazel Höyüğü’nün batısındaki çölde mücadele başlamış bulunuyor. Avşarların kavga
mahalline gelişleri 1000 kadar atlıdan ibaret Reyhanlıların maneviyatlarını
kuvvetlendiriyor.
Reyhanlılar tarafında Avşarlar da düşman üzerine harekete geçerken Koca Topuz,
gördüğü avın üzerine saldırmak isteyen şahin gibi ileriye atılmaya müheyya oğluna:
“Oġlum Çerkez! Bak, kaç boy aşiret bir araya geldi. Çeke798 tühek sıkma.. Adıñı alacak
sıradır. Sen eliñdeki tühegi, dabancayı iyi kullan.. Onlar boşalıncaya kadar ben
elimdekileri doldurup saña hazırlarım.” diyor.
Diğer Avşarlarla beraber ‘Çerkez’ de mücadele karışıyor. Her ateş etmesinde bir
düşman deviriyor. Silâhları boşaldıkça geri dönerek babasına verip dolularını alıyor.
Karşısına gelenlerin hepsini yıldırıyor.
Bu hâli gören ‘Cerid’, ‘Tecirli’, ‘Karalar’ ve ‘Bozdoğan’
89a
‘Cin Yusuf’un ölümü hadisesi yukarıya kaydedilecektir.799
89b
aşiretleri rüesası tarafından neticenin kendileri için çok vahim olduğu sezilerek karşı
taraf ile anlaşmak üzere bir konuşma bayrağı açılıyor. Bayrak açılınca iki taraftan da
ateş kesiliyor.
797 bu sayfa boştur. (hzl.) 798 çeke: noksan. 799 bu olay 151b’de anlatılmıştır. (hzl.)
251
Tarafından seçilen murahhaslar bir araya gelince bayrak açanların murahhaslarının
teklifleri şu oluyor: “Boşa kırılmayak. İki taraftan da birer adam çıharak.. Hangi tarafın
adamı alt olursa o tarafı bozuldu sayak!”
Bu teklif Avşar ve Reyhanlı aşiretleri tarafından da kabul ediliyor. Sıra karşı tarafın
çıkaracağı adamla çarpışacak adam seçmeye geliyor.
Müttefik dört aşiret tarafından aslen Tecirli’ye mensup ve bir baskında Recep Oğlu
beylerinden ‘Cin Yusuf’u öldürmekle maruf ‘Danacı Oğlu’, meydana çıkıyor.
Avşarlarla Reyhanlılar tarafından da – babası Koca Topuz’un muhalefetine rağmen –
genç ‘Çerkez’, mübareze meydanında eski bir kurt olan ‘Danacı’nın karşısında mevki
alıyor.
İki kahraman birden yek diğerine ateşe başlıyor. Lâkin hasmını bir kurşunu ile atından
yıkılan yere ‘Danacı Oğlu’ can verirken genç ‘Çerkez’ meydanda arslan gibi kükrüyor.
90a800
İskenderun’dan Maraş ve Elbistan’a ve Kilis’ten Niğde ve Kayseriye’ye ve Adana
ahalisinden Sivas eyaleti hududuna kadar olan memleketler hatt-ı ıslahı tekarrür
yerlerdir. Buralardaki ahaliye hitaben te’kis olunmak üzere (…)801 iken (…) alınıp
bastırılmış İskenderun’a çıktığın gün ser-yaver Hasan Efendi’ye lâzım gelenlere
mektub-ı erkâna beyanname ile Kozan’a gönderilmiş, diğer tarafında da (…)802ile
seriyat icra olunmuş.
Kumandan: Mîr Derviş Paşa 7 tabur (…)803
Ser-yaver: Hasan Hüseyin Efendi / Komiser: Ahmed Cevdet Efendi 1 tabur Girit’ten
Binbaşı: Ahmed Efendi (Yemen valisi Ahmed Kadı Paşa) 1 tabur Halep’ten
Binbaşı: Tatlı Oğlu Mehmed Ağa (Tatlıoğlu Mehmed Paşa) 1tabur Maraş’tan
800 bu sayfa deftere ektir. (hzl.) ا�pیvم�� 801 {rیpت 802803 jlمp¡ل
252
Binbaşı: Redif Efendi (Redif Paşa) 1 tabur Adana’dan
Miralay İbrahim Bey (Mirliva iken Girit’te şehit) 1 süvari alayı
Kaymakam Gedik Ali’nin (Gedik Ali Paşa) 1 süvari alayı
Kurt İsmail
Paşa
Erkân-ı Harp Reisi: Kaymakam Hüseyin Bey 4 tabur piyade
Erkân-ı Harp Binbaşı Ahmed Muhtar Efendi (Gazi Ahmed Muhtar Paşa) Erkân-ı Harp: Kol Ağası Hüseyin Hani Efendi Kurt İsmail Paşa (1 alay süvari, dört tabur piyade ile Kozan üzerine hareket) Mirliva Hasan Paşa/Payas’ta bekleyecek Ferik Seyyid Paşa
Mirliva Hasan Paşa Fırka-i İslâhiye’ye iştirak edecekler.
Mirliva Yaver Paşa Gürcü Arslan Paşa 200 kadar süvari Gürcü ve Çerkes ile
Kürt beylerinden Elesker Deli Mehmed Bey (sonra Mehmed Paşa) 300 kadar Kürt
süvarisi ile
5 kıta dağ topu
90b
En değerli kahramanları olan ‘Danacı’nın çok genç bir Avşar çocuğu tarafından vurulup
ölmesin yere serilmesi muvacehesinde ‘Cerid’, ‘Tecirli’, ‘Karalar’, ‘Bozdoğan’
aşiretlerine de hâsır ve zelil bir şekilde kaçmak kalıyor. Bunların ‘Danacı Oğlu’
öldükten sonra sağ kalanlardan her biri de ancak olanca süratle kaçarak canını
kurtarıyor.
Hadiseyi öğrenen Dadal Oğlu şöyle bir türkü söylüyor: Yeşil defter sayfa 264
253
[XX]
1.Albustan çölüne bir arslan geldi Ecelin aġzına alıyor Çerkez Aldı mızraġını girdi meydana Katlan ‘Danac’Oġlu’ varıyor Çerkez 2.Dayısı ‘Torun’, babası İbrâm Bey Oġlu804 Yalman mızrak daşır, uçları tuġlu Babalı boynuña Murad Bey Halli Oġlu805 İki başıñ hükmün veriyor Çerkez
3.Daha ilk kavġası bulmañ mahana Takım kovdu Kazel Höyüğü’nden Cehan’a806
91a807
91b
Kaz dernegi dayanmıyor şahana808 Cıġ vurup yüzünden kırıyor Çerkez 4.Sizde yok muyıdı Firenk barıdı809 Yitirmiş ‘Tecirli’, arar ‘Cerid’i Unuttuñ mu ‘Kulaç Kollu Hâlid’i Geçmiş gün hayfını alıyor Çerkez 5.‘Karalar’a boran oldu, kış oldu Daġıldı ‘Bozdoġan’ da boş boş oldu Hesap eyle elden çıxan beş oldu Bel vermiş ‘Has Evli’ geliyor Çerkez810 6.Dadal Oġlu’m der ki hileye gitme Gördüñ gözüñünen sen inkâr etme Babañ ‘Topuz’uñ da hakkın unutma Eliñ boşaldıkça veriyor Çerkez
804 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 805 babal: vebal.// Bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 806 takım: sınır.//Cehan: Ceyhan. 807 bu sayfa boştur. (hzl.) 808 şahan: şahin. 809 Firek: Firenk//Barıt: Barut 810 Çukurova’da Cerid’in oturduğu mahalle ‘Hasıñ yalısı’ denildiği içn Cerid aşiretine de Has Evli deniliyor.
254
92a811
92b
Bu hadise aşiretler arasında yıllarca münakaşa ediliyor. Galipler ve mağlûplarca
birbirlerine karşı kin besleniyor. Yeni ders vermek veya intikam almak fırsatı
gözleniyor.
İki tarafta da iyi karşılandığı için fikrî temayüllerden haberdar olması tabiî bulunan
Dadal Oğlu’na hadiseden iki yıl kadar sonra Mursal Oğlu ile İmirza Oğlu’nun
musahebelerinden ne anladığı soruluyor.
Bu suale karşı Dadal Oğlu sesini sazının ahengine uydurarak şu türküyü söylüyor:
Kareli ve vişne renkli kaplı defterin onuncu sayfasına bak!
[XXI]
1.Ün etseñ gelirler çitten, çimenden Aġustos ayında gir Mursal Oġlu İçmiştir doluyu yenilmez Avşar Sopayı iriden vur Mursal Oġlu İmirza Oğlu der: 2.‘Kazel Höyüğü’nde gelip durmam var Daban verip hepiñizi kırmam var 366’ñız bir kaġnıya vurmam var 812 Ala kannı leşiñizi çekmem var813
93a814
93b
3.Mursal Oġlu’m der ki aġalı, báġli Biñ atlım biniyor mızraġı tuġlu Saña diyom saña ey İmirza Oġlu Depik vurup himileriñ sökmem var
811 bu sayfa boştur. (hzl.) 812 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 813 kannı: kanlı. 814 bu sayfa boştur. (hzl.)
255
İmirza Oğlu der ki: 4.Mursal Oġlu’m gel sen etme inadı Zamanında dedeñ dedemi sınadı815 Benim koġduġumun kaxmaz kanadı Çeleñleriñ, yelekleriñ çekmem var Mursal Oğlu der ki: 5.İmirza Oġlu dime ayrek816 sözü Eski Rehannı mı sanıyoñ bizi Yarın ayırt eder Albustan düzü Göġ atlıyı o meydana dökmem var İmirza Oğlu der ki: 6.‘Karalar’ım vardır hep faris atlı ‘Kıv’a yetti hep ‘Tecirli’, ‘Cerid’li İñiler tühek de firenk barıtlı817 Ateşim üstüñe açıp saçmam var
94a818
94b
Mursal Oğlu der ki: 7.İmirza Oġlu beni egleme yolumdan819 Hep kırarım bir şey gelmez eliñden Koġar aşırırım Saraycık’ıñ belinden820 Andırın’a ala kannı dökmem var 8.Dadal Oġlu’m der ki ileri yönnü821 Koyveriñ davaya varsın hep delikannı822 Biri Has Evli de, biri Rehannı823 İkisiniñ birden maşkıña bakmam var824
815 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) ایrەك 816817 barıt: barut. 818 bu sayfa boştur. (hzl.) 819 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 820 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 821 yönnü: yönlü. 822 davi: dava.//Delikannı: Delikanlı. 823 Rehannı: Reyhanlı. 824 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.)
256
95a825
95b
BAYAZIT OĞLU İÇİN HAREKÂT
Maraş derebeyi iken kendisine padişah üçüncü Sultan Selim zamanında ‘Miri miran’ı
rütbesi ile Maraş valiliği verilen ‘Kalender Paşa’, 1221 Rebiül ahirinde (…….) herhâlde
Maraş’tan uzaklaştırılmak maksadı ile ‘Trablusşam’ beylerbeyisi ve Cerid’e başbuğu
tayin edilerek Rusya üzerine gönderilmiş; 222’de esir düşmüş; 1223’te İkinci Sultan
Mahmud’un padişahlık tahtına çıkışından sonra esaretten kurtularak yine Maraş valisi
olmuş; 1227’de vezirlikle Diyarbakır valiliğine tayin olmuş; vazifesi 1231’de Maraş ve
Rakka valiliğine tahvil olunmuştur.
234’te bu vazifesinden azledilen vezirliği kaldırılan ve aynı zamanda evvelce bulunduğu
muhitten uzaklaştırılmasına lüzum görüldüğü için Ankara[’ya] gönderilen Kalender
Paşa826 sonra da padişahın affına mahzar olarak Kuşadası m…827
97a828
97b
829Kalender Paşa vefat edince yerine kardeşi Osman Paşa bey olmuş. O mıntıka o sırada
Yozgat’ta ikamet eden beylerbeyi Çapan Oğlu’nun830 idaresi altında imiş. Beyliğinin de
hepsine Çapan Oğlu’na yeniden tasdik ettirilmesi lâzım gelirmiş. Bunu tasdik ettirmek
için de Çapan Oğlu’na zeamet birçok hediye götürülürmüş.831 Osman Paşa Çapan
Oğlu’na yine beylik için gönderirken yeğeni 19-20 yaşındaki Kalender Paşazade -
Süleyman Bey de beraber gitmek arzusu göstermiş. Fakat Osman Paşa götürmek
istememiş.
825 bu sayfa boştur. (hzl.) 826 “müteahiren padişahın 1237 ……de” ifadesinin üzeri çizilmiş. (hzl.) 827 Fahri Bilge buradan sonrasını yazmamıştır. (hzl.) 828 96 numaralı sayfa ve bu sayfa boştur. (hzl.) 829 “Maraş Beyi” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 830 ·}vsم kelimesinin üzeri çizilmiş. (hzl.) 831 “bir defasında” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
257
Süleyman Bey’in validesi ‘Bozdoğan’ aşireti beyi ‘Kerim Oğlu’nun kızı – Abdi Bey’in
hemşiresi832 - Kara Hatun, “Osman kaynım, Süleyman da gitsin” dediği için çok
nüfuzlu olan Kara Hatun’u gücendirmemek için Süleyman Bey’i beraber göndermek
ihtitrarında833 kalmış.
Osman Paşa da Süleyman Bey Yozgat’ta varıp Çapan Oğlu’nun konağına indikleri
zaman Çapan Oğlu hoş beşten sonra Süleyman Bey’in kim olduğunu soruyor.
Osman Paşa da Kalender Paşa’nın oğlu Süleyman Bey olduğunu söylüyor.
Çapan Oğlu bunu öğrenince çocuğa karşı fazla alâka ve teveccüh gösteriyor. Osman
Paşa ise Çapan Oğlu’nun Süleyman Bey’e karşı gösterdiği teveccühü çekemiyor. Ertesi
sabah Çapan Oğlu’nu yalnız başına görüp bir vesile ile Süleyman Bey için “Bu edepsiz
çıktı. Ben bunun yüzünden çok dert çektim. Aşirette yüzüm kalmadı” diye şikâyette
bulunuyor.
Orada dört beş gün kaldıkları için Çapan Oğlu çocuğun vaziyetini tetkik ediyor.
Terbiyesine, nezaketine ve zekâsına hayran kalıyor.
Yalnız Çapan Oğlu’na konağındaki kadınlardan biri Süleyman Bey için
98a834
98b
“Babayiġit bir genç imiş” dediği için Çapan Oğlu bu sözü fena tefsir ederek Süleyman
Bey’in vücudunun ortadan kaldırılması yolunu bulmak istiyor.
Osman Paşa’ya “Kardaşıñıñ oġlu hakikaten edepsizmiş. Bunu yok etmek lâzım. Ne
yapalım?” diyor.
Osman Paşa da esas itibarıyla çok taraftar olduğu bu fikri hararetle karşılayarak öldürme
şeklini düşünüyor.
832 “Kara Fatma” ismi “hemşiresi” kelimesinin üzerine yazılmış. (hzl.) اr¡�mار 833834 bu sayfa boştur. (hzl.)
258
Nihayet, değnek oyununda çok mahir bulunan Osman Paşa yeğenini değnek oyununa
davet edip atacağı bir değnek darbesiyle yere sermenin mümkün olduğunu söylüyor. Bu
düşünceyi Çapan Oğlu da tasdik ediyor.
Ertesi günü yapılan değnek oyununda Osman Paşa, Süleyman Bey üzerine gayet
müessir bir değnek kullanıyorsa da Süleyman Bey at üzerinde bir manevra yaparak
bunun darbesinden kurtuluyor. Mumaileyhe rastlamayan değnek ilerideki duvara
çarpınca duvarda bir rahne hasıl oluyor.
Lâkin tam bu esnada Çapan Oğlu’nun “Git, eliñe işeyim, eliñ boşumuş835” dediği
Süleyman Bey’in kulağına geliyor.
Süleyman Bey bu sözün medlûlünü anlayınca çektiği tabancasını Çapan Oğlu’nun
üzerine doğru sıkıp olanca süratle oradan kaçıyor.
Süleyman Bey Yozgat’tan acele anasını ve beş on kişiden ibaret etbaını836
99a837
99b
alıp Kozan Oğlu’na iltica ediyor. Kışı orada geçiriyor (1246 veya 47 senesi). Ertesi
bahar mevsiminde Kozan Oğlu Osman Paşa’nın beyliğini elinden alıp Süleyman Bey’e
vermek için ‘Avşar’, ‘Cerid’, ‘Bozdoğan’ beyleriyle ‘Tecirli’, ‘Karalar’ ağalarına birer
mektup yazıyor. Bu mektubun sonuna da Süleyman Bey’in şu türküsünden: (Maraş
Tarihi 116-117)
[XXII]
1.“Bey oġluyu sevenleriñ, Görem diye ivenleriñ Sizde kaldı diyenleriñ ‘Sis’tedir oymaġı şimdi” son parçasını ilâve edip gönderiyor.
Gönderilene mahsus mektupları alan aşiret bey ve ağaları derhal ‘Sis’te toplanıyor.
835 boşumuş: boş imiş. 836 etba: adamları. 837 bu sayfa boştur. (hzl.)
259
Mesele daha etraflı müzakere edilerek Maraş üzerine harekete karar veriliyor.
Nisan ayında 2000 kadar müsellâh kuvvet başlarındaki beyleri ve ağaları ile beraber
Maraş’a yükleniyor. Osman Paşa da kendi kuvvetleriyle mukabelede bulunuyor. Lâkin
müttefik aşiretlere mukavemet mümkün olmadığından Osman Paşa’nın adamları
dağılıyor. Bu esnada Osman Paşa da ele geçirilip hapsediliyor.
Süleyman Bey işte bu suretle Maraş beyi oluyor.
Yozgat’ta vaziyetten haberdar olan Çapan Oğlu keyfiyeti derhal bertafsil İstanbul’a
bildiriyor.
Bunu müteakip Mısırlı İbrahim Paşa’nın muazzam bir ordu ile Suriye’de tecavüze
geçtiği haberi geliyor.
100a838
100b
İstanbul hükümeti bu haber karşısında iktidar mevkiinde bulunan derebeylerinden ve
aşiretlerden istifade maksadı ile Çapan Oğlu’nun eşarını almaksızın her birini ayrı ayrı
tatyibe tevessül ediliyor. Süleyman Bey’i de padişah Sultan İkinci Mahmut İstanbul’a
çağırıp huzuruna alıyor. Kendisine paşalıkla beraber aşiret reisliği veriyor.
101a839
101b
Süleyman Paşa, İstanbul’dan Maraş’a avdetinde bütün derebeyliklerin aşiret rüesasını
derhal İbrahim Paşa ordusuna karşı durmaya davet ediyor.
Bu esnada Yozgat’taki Çapan Oğlu ile ‘Gemerek’teki Cadı Oğlu kuvvetleri de cepheye
geliyor.
838 bu sayfa boştur. (hzl.) 839 bu sayfa boştur. (hzl.)
260
İskenderun’dan ‘Nizip’e kadar müdafaa tertibatı alınıyor. Müdafiler arasında ilk bozgun
veren İskenderun mıntıkasındaki ‘Çapan Oğlu’ ve ‘Cadı Oğlu’ kuvvetleri oluyor.
(Kırmızı defterin 106’ncı sayfasındaki türküsüne dikkat!)
Bu bozgunluktan kaçan Çapan Oğlu ve Cadı Oğlu kuvvetleri ‘Mağara’ya gelince
oradaki Avşar obasında su içmek vesilesi ile içlerinden biri bir kıza şer atıyor
(sulanıyor).
Kız derhal meseleden büyüklerini haberdar ediyor. Obada bulunan Avşarlardan elleri
silâh tutanlar hep bir araya geliyor. İki taraf arasında şiddetli çarpışmalar oluyor; Cadı
Oğlu başta bulunmak üzere çok adam ölüyor.
840Esasen manada da yorgun ve bitkin bir hâlde bulunan Çapan Oğlu ve Cadı Oğlu
kuvvetleri çabucak mağlûp oluyor. Bunlardan her biri bir tarafa kaçıyor.
Dadal Oğlu bu münasebetle şu türküyü söylüyor:
[XXIII]
1.Maġara çölünde kavġa kuruldu Öttü tühek davulbazlar vuruldu
102a841
102b
Gördüm Bozoklu’nuñ beli kırıldı Etten kala oldu canı báġleriñ 2.‘Xalil Aġa’ her attıġın düşürdü ‘Cad’Oġlu’ da tebdilini şaşırdı842 Soyuntusun ‘Maġara’lı deşirdi843 Kara toprak oldu yanı báġleriñ
840 “lâkin” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 841 bu sayfa boştur. (hzl.) 842 tebdil: tedbir. 843 “Éġil bire Gümülek’iñ daġları” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
261
3.‘Deli Hacı’yınan ‘Góġ Ahmed’ geldi Hiç aman vermedi hepsini kırdı Bunlara dayanmaz beş böyle ordu İstanbul’a çıktı ünü báġleriñ 4.‘Paşa Báġ’iñ oġlu ‘Del’Osman Ali’844 Hepisinden ‘Memedali’ zorbalı845 Nevbet saña geldi Koca Seyf’Ali846 Kannı göynek oldu donu báġleriñ 5.Dadal Oġlu’m der ki sen biñler yaşa Cad’Oġlu düşürüldü (şol) arslan taşa847
103a848
Kurt İsmail Paşa’nın ve Derviş Paşa maiyetinde hâl-i isyanda bulunan Avşar aşireti
tedip ve tehçire memur edildiği zaman söylenilmiş türkü:
[XXIV]
1.İskân gitmiş gelinleri kızları Çalınmıyor davulları sazları Avlamıyor şahanları, bazları Duydum hâli perişandır Afşar’ıñ 2.Ilkıd ılkıd bir yel esdi Urum’dan Duydum hâli karsalanmış Afşar’ıñ 3.Diñleyiñ aġalar bu iş bize güç oldu 849 Osmanlı elinden altunumuz tuç oldu850 Gözü kanlı şahbazlarım nic’oldu Çakmaġa eli ermez oldu Afşar’ıñ851
Bu türküyü Dâhiliye Vekâleti Mahallî İdareler Umum Büro şefi Tahir Yanrıd852 Bey
göndermiştir.
İskân gitti gelinleri kızları denildiğine bakılırsa Afşarların bulundukları mıntıkadan
tehcir edildikleri anlatılıyor. 844 Del’O¤mân Ali: Deli Osman Ali. Recep Oğullarındandır. 845 Memedali: Mehmet Ali.//Zorbalı: Güçlü, kuvvetli. 846 Seyf’Ali: Seyfi Ali. 847 şiirin devamı 103b’dedir. (hzl.) 848 bu yazı Fahri Bilge’ye ait değil. Bu sayfa deftere ektir. (hzl.) 849 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 850 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 851 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) یr�pی� 852
262
103b
Yaralınıñ öñü indi Maraş’a Döndü gerilere yönü báġleriñ853
104a854
1.Yeşil defter 201’inci sayfada Yusuf Bey hakkındaki türküye dikkat!
2.Yeşil defter 209’uncu sayfada Mecit Paşa Kozan Oğlu ve Çengelci Paşa türküsü
dikkat!
3.Kozan Oğlu da tedip ve iskân olunmak istenildiği hâlde Mecit Paşa’nın ordusu vasıl
olmayınca Mecit Paşa’yı tezyif için söylenilmiştir.
4.Abdurrahman Paşa’nın askerleri tarafından Arık Mahmud’un oğlu Kara İsmail’in katli
üzerine Seyit’in türküsü
5.Yeşil defter sayfa 260
6.Dadal Oğlu’nun bir türküsü Yeşil defter sayfa 263
104b
Gâvur Dağı’ndan ‘Nizip’e kadar olan mıntıkayı müdafaa etmekte bulunan Süleyman
Paşa, Çapan Oğlu ile Cadı Oğlu855 kuvvetlerinin bozularak perişan bir vaziyette
kaçtıklarını duyunca Avşar, Cerid, Tecirli aşiretleriyle Payas mıntıkasında İbrahim Paşa
ordusunun856 ricat hattını kesiyor.
Gülek Boğazı’ndan geçerek ordusu ile Anadolu dâhiline doğru ilerlemekte olan İbrahim
Paşa vaziyeti öğrenince ordusunun bir kısmı geri çevirmek ıztırarında kalıyor.
853 “Mecid Paşa’m der çalınsın tuġları/Yıġitlik şöhreti şanı báġleriñ” mısralarını üzeri çizilmiştir. (hzl.) 854 bu sayfa deftere ektir. (hzl.) 855 “Cadı Oğlu’nun” yazılmış fakat “nun” eki karalanmıştır. 856 “geri ile” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
263
Payas’tan itibaren Gâvur Dağı’nda doğru mevki alan aşiretler tarafından hem
Suriye’den gelen kuvvetlere, hem de İbrahim Paşa’nın geri yolladığı askerlere şiddetli
satır atılıyor. Bunların kısm-ı azamisi kırılıp mahvoluyor.
Dadal Oğlu bu hadise için de şu türküyü söylüyor:
Kareli vişne renkli defter sayfa 127
[XXV] 1.Gâvur Daġı’nı da duman bürüdü Kırcılı, borannı der yeter kayrı857 Hâliñi arz eyle sadırazama Sor Sultan Mahmud’a der yeter kayrı 2.Sarı Hasan Oġlu sarp çekti göçü Seçildi kaldı da yıġitler koçu Tecirli kavġa eder ırzınıñ üçü858
105a859
105b
Çaġrışır Araplar der yeter kayrı 3.İmirz’Oġlu babam gider savaşa Al at hükmediyor góġdeki kuşa Éġer duyarısa İrbehem Paşa860 Amanıñ ‘Cerid’im der yeter kayrı 4.Dadal Oġlu’m da söylüyor kendi861 Avşar’ıñ kılıcı ‘Halep’e indi Arap karşıdağın(ı) Cad’Oġlu sandı862 Amanıñ Avşar’ım der yeter kayrı863
857 borannı: boranlı. 858 üçü: için.// Bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 859 bu sayfa boştur. (hzl.) 860 İrbehem: İbrahim. 861 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 862 karşıdağını: karşıdakini. 863 Fahri Bilge bu sayfanın sonuna imzasını atmış. Bu defteri burada bitirmeyi düşünüp sonradan eline geçen malzemelerden düzenlediklerini de ileri sayfalara kaydetmiş olabilir. (hzl.)
264
116a864
116b
Avşarlar Bozok’a sürüldüğün[de] Pehlivan Oğlu Abidin Bey, Avşar beğlerinden Paşa
Bey’in kızını görüp gönül veriyor; kıza kendisini Allah’ın emri ile almak istediğini
bilvasıta duyuruyor.
Kız, bu işte üzerine tavassut vazifesi olan kadına “Daġıñ tazısı, çölüñ cerenini alamaz.”
diye ret cevabı veriyor.
Lâkin Abidin Bey’in kıza olan alâkası günden güne artıyor. Göçlerin Bozok’a
muvahaletlerinde araya daha tesirli vasıtalar koyarak, bir taraftan da kızın biraderi
Osman Bey’in muvafakatini alarak kızla evleniyor. Abidin Bey bu kızla evlendikten
sonra bir gün yeni karısına “Hatun, daġıñ tazısı çölüñ cerenini alamaz derdiñ. Nasıl,
alamaz mı imiş?” diyor. Karısı da “Böyle865 çok kar yaġıp da ‘könes av’866 olacaġını
kim bilirdi?” diye mukabelede bulunuyor.
İşte bu hâl de gösteriyor ki kayıt ve esarete alışamayan ve daima serazat yaşamak
isteyen Avşarlar kahır kuvvetler karşısında biraz sinseler de uzun müddet aynı vaziyete
tahammülleri imkân haricindedir.
Gerçi Bozok mıntıkasında daima çok faik kuvvetin nezaret ve tahakkümü altında
bulundukları için kısa bir müddet zarfında boyunduruktan kurtulmaları mümkün
olamıyor. Lâkin bir taraftan hükümete müracaatla halâslarını temin esbabına
864 105’ten 116’ya kadar olan sayfalar ve bu sayfa boştur. (hzl.) 865 “kar” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 866 könes: karın fazla yağdığı zaman tavşan ve saire gibi av hayvanlarının kaçmaya muktedir olamayarak ele geçirilmesi demektir.
265
117a867
117b
tevessülden de geri durulmuyor.
1267 senesinde feci hâlleri hükümete yakından şifahen arz olunmak üzere İstanbul’a 15
kişi gönderiliyor.
İstanbul’da bir yolunu bulup o zamanki sadrazama dert döken bu zavallılara üç senedir
bir türlü ısınamadıkları Bozok mıntıkasından ‘Pınarbaşı’na savışmaları mümkün olup
olmadığı soruluyor. Cevaben İstanbul’dan aşiret aleyhinde takip emri verilmediği
takdirde üçer beşer kişilik küçük kafileler hâlinde savışmanın imkân dâhilinde
bulunduğunu söyleyince sadrazam tarafından da iş İstanbul’a aksedince göz yumulacağı
vaat ediliyor.
İstanbul’a giden heyet böyle sevinçli bir haberle Bozok’a dönüyor. Haber aşiret arasında
yayılıyor. Her gün birkaç kafile oradan ‘Pınarbaşı’ yolunu tutuyor.
Kısa bir müddet zarfında Avşarların Pınarbaşı’na savışmak azminde bulundukları her
tarafa duyuluyor. Mesele Abidin Bey’e aksedince o da gitmeye kalkışan Avşarların
önlerine set çekmek istiyor. Abidin Bey’in eski karısı ise kocasına “Sen Avşar’ınan
hısım olduñ. Bunları kurtarmaya çabala!” diyor. Fakat kocası “Hem kızlarını alırım.
Hem düşman olurum.” cevabı veriyor.
Bu esnada Avşarlardan evvelce her nasılsa yolunu bulup Pınarbaşı’nda kalmış ve
İstanbul’dan geliş haberini duymuş olan ‘Sarı Veli’nin oğlu ‘Kara Ağa’ ile ‘Muhazim
Oğlu’ ‘Dırnaksız Ahmed’, ‘Bozok’a giderek oradan dört ev halkı ile Pınarbaşı’na doğru
yollandıkları sırada keyfiyet Pehlivan Oğlu Abidin Bey’e ihbar ediliyor.
Abidin Bey de 40-50 atlı ile arkalarından hareketle bir ovada kafileye yetişiyor.
Kargısını elinde tutarak kafileye “Varan Abidin! Nereye gidiyorsuñuz” diye saldırıyor.
867 bu sayfa boştur. (hzl.)
266
118a868
118b
Göç kafilesinde bulunanların “Etme Abidin Bey. Eliñi ayaġıñı öpelim” tarzında
yalvarmaları hiç fayda vermiyor.
Abidin Bey ‘Kara Ağa’ ile ‘Dırnaksız Ahmed’e hücum ederken nefislerini müdafaa
etmek isteyen bu Avşarların attıkları kurşunlardan biri ile kafasından vurulup attan yere
düşüyor.
Abidin Bey’in vurulduğunu gören maiyeti efradında cesaretten eser kalmıyor. Bunlar
geriye kaçarlarken Abidin Bey’in atını da alan Avşarların göç kafilesi yoluna devam
ediyor.
Abidin Bey’in ölümü üzerine onun lisanından bir Avşar şu türküyü söylüyor:
[XXVI]
1.Kılba tarafından bize gel oldu Benim imdadıma gelen aġlasın Kem habarım söyleñ Avşar kızına Saçı sünbül, telli sunam aġlasın 2.Dokuz boġumlu da karġınıñ boyu Düşmanı atlatmak ecdadın huyu Havlıda baġlı da küheylân tayı Oturakta yavrı şahan aġlasın
119a869 119b
3.Takdir böyle imiş benim kaderim Karalar baġlasın benim pederim Yetim kaldı Paşa Bey’im, Haydar’ım Aġlarsa da benim ilim aġlasın 4.Takdir böyle imiş yazılan yazı
868 bu sayfa boştur. (hzl.) 869 bu sayfa boştur. (hzl.)
267
Cigerde kavrulur korunan közü Sen baña sadıksıñ hey emmim kızı Top top eġriceñi yolan aġlasın 5. Abidin olmazsa maslahat bitmez Torun’uñ uşaġı başımdan gitmez Kardeşim kötü de yerimi dutmaz Abidin’im diye anam aġlasın
Karısı veya kız kardeşi tarafından da ağıt söyleniyor.
121a870
121b
Bu hadise gerideki Avşarların Pınarbaşı’na gitmelerine mani oluyor. Bilhassa aşiret
rüesasından kimse yerinden kımıldamıyor.
Abidin Bey’in Avşarlar tarafından katli haberi İstanbul’a ulaşınca sadrazam keyfiyeti
kemal-i sükûnetle tahkik ve tarafına eşar için ‘Bozok’a bir paşa gönderiyor.
Paşa ne maksatla geldiğini sezdirmeksizin Avşarların söz anlayanları ile temas ediyor.
Vaziyeti bir hasbihâl şeklinde anlamak istiyor.
Hasbıhâl esnasında Avşarlar tarafından devlete muti oldukları anlatılıyor. Birkaç kişinin
Abidin Bey’i öldürmesinin bir aşiret için töhmet sayılmayacağı söyleniyor.
Paşa mesele mahiyeti hakkında daha etraflı malûmat isteyince ‘Sarı Veli’nin oğlu ‘Kara
Ağa’nın orada bulunan ‘Deli Aziz’ namıyla maruf emmisi oğlu meclise çağrılarak onun
müdafaası dinleniyor.
Paşa nihayet Avşarlara bazı tesayümde871 bulunuyor. Müteakiben de “İçinizde bilen
varsa [bir]kaç aşiret türküsü diñleyelim” diyor.
Evvelâ birkaç kişi türkü söyledikten sonra mecliste bulunanlardan biri ‘Deli Aziz’in iyi
türkü bildiğinden bahsediliyor.
Paşa ‘Aziz’i de dinlemek arzusu gösterince Aziz şu türküyü söylüyor: 870 120 numaralı sayfa ve bu sayfa boştur. (hzl.) ت¸pی|�ە 871
268
[XXVII]
1.Aslımı sorarsañ Torun soyundan Cüda düştüm aşiretten ilimden
122a872
122b
Pıñarbaşı’dan da beş yüz evinen ‘Bel’e durup kâvran alanlardanım873 2.Çekelim çileyi tükendi böġün874 Alır mı verseñ [de] şol Kuzan Daġın Biz bir bozkurduduk, Bozoklu koyun Ürküdüp sürüsün yiyenlerdenim 3.Yavrı şahan Urumlarda kışlamaz875 Allah’ımdandır, devlet yerini boşlamaz876 Üfürdügüm oca hiç su istemez Üfürüp ocak söyündürenlerdenim877 4.Binem idi kır atımıñ üstüne878 Çekem idi dal kılıcı destime879 Muhanat varmadım düşman üstüne880 Hazır ol vaxtıña deyenlerdenim881 5.Der: Deli Aziz’im böyle kalınmaz Düşmanıñ üstüne fayın varılmaz882 Kavġa kızışınca geri dönülmez Meydanda kardaşa kıyanlardanım
872 bu sayfa boştur. (hzl.) 873 kavran: kervan. 874 böğün: bugün. 875 Urum: Torosların Anadolu ciheti. 876 bu mısranın vezni bozuktur. (hzl.) 877 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 878 binem idi: bine idim. 879 çekem idi: çeke idim. 880 muhanat: muhanet. 881 vahtına: vaktine. 882 fayın: gevşek, dikkatsiz.
269
123a883
123b
Meclis dağıldıktan sonra paşa yol hazırlığı emrini veriyor. Ertesi sabah da İstanbul’a
müteveccihen yola çıkıyor. Paşanın İstanbul’a muvasaletinde sadrazam vaziyeti
soruyor. Paşa da Avşarlar[ın] hükümete muti olduklarını, Abidin Bey’in katlinde aşiret
rüesasının medhaldar bulunmadıklarını yalnız efradın büyüklerine çok hürmet ve itaat
ettiklerine göre nüfuzlu beylerine ve ağalarına birer mansıp verildiği takdirde
Pınarbaşı’nda kendi kendilerini idare edip yola getireceklerini söylüyor.
Sadrazam keyfiyeti padişaha arz ediyor. Padişah da Avşarların Pınarbaşı’na dönmelerini
ferman buyuruyor. Aynı zamanda Avşarların en nüfuzlularından Halli Oğlu İbrahim
Ağa’yı oraya müsellim yapıyor.
Bozok sürgünü faciası işte bu suretle sona ermiş ve Avşar aşireti tekrar hürriyete
kavuşmuş oluyor.
124a884
2
Sultanımıza terk edilecek. Bu olmaz da asker de nerden kırılacak885 mealinde886
müsamahakârlık887 rica ediliyor.
Bunun üzerine esasen Şehsuvar Bey’in kasd-ı nüfuz Hacı olmasını da888 muvaffak
görmemiş padişah Dulkadir Oğlu’nu himayeye kalkışınca (…)889 söz veriyor.
(Heyet-i sefarete müzahir olan Antepli İbn-i Bali’nin ‘Hikmet-name’ adlı eserinden
nakil ve iktibas yapılacak)
883 bu sayfa boştur. (hzl.) 884 bu sayfa ve buradan sonraki sayfalar defterin içindeki eklerdir. (hzl.) 885 “siziñ olsuñ. Kırıldıġımız da bizin olsun” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 886 “dilek de” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 887 “dileğinde” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 888 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) ¢�ە 889
270
Mısır hükümdarı Hazret-i Fatih’in cevabına mükelliç olunca derhal askerî harekâta
başlıyor. Dulkadir Oğlu’na Mısır askerinin ‘Halep’e teveccüh ettiğini ve maksadın
intikam almak olduğunu anlıyor. Telâşa düşüyor. Kendisine tâbi bütün cemaatlere ve
derebeğlerine Mısırlıları karşılamak emrini veriyor.
Dulkadirli ümerasından Maraş’a 12-13 saat kadar batıda ‘Andırın’da ikamet eden890 ve
maiyetinde891 asgarî 5-6 yüz tesci silâhşör bulunan Töremez Oğlu Hasan Paşa, bizzat
evlenmek üzere düğün yaptığı sırada hareket emrini alıyor. Bu emri aldığı anda düğün
bayrağını yıktırarak
124b892
1
TÖREMEZ OĞLU KAVGASI
Dulkadir Oğlu’nun Süleyman Bey’in beş kızından ‘Mükerreme’ Hatun 803 (1449)
senesinde kızı Şehsuvar Bey’in bacısı Sitti Hatun893 Osmanlı hükümdarı İkinci Sultan
Murad’ın oğlu894 Sultan Mehmed’e895 verilmiş; gelin olarak Maraş’tan Edirne’ye
gönderilmişti.
858 (1454)’te Melik Arslan Bey öldürülünce Mısır hükümeti Melik Arslan’ın biraderi
Şahbudak Bey’i Dulkadir hükümdarı yapıyor. İstanbul’da bulunan Fatih Sultan
Mehmed ise (…)896 diğer biraderi Şehsuvar Bey’i Dulkadirli hâkimi yapıyor.
871/1466’da Şahburak Mısır’a kaçıyor.
897Şehsuvar Bey tarafından 876/1467’de Halep’e doğru akın yapılıyor. Melik Eşref’in
oradaki898 öldürülüyor. (Bence bu bir validir)899 Mısır’da bu haberi alan Melik Eşref900
890 “bulunan” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) ”امrادن“ 891892 bu sayfa 124a ile ilgilidir. (hzl.) 893 “Maraş’tan” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 894 “Fatih” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 895 “gelin gidiyor.” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) |¯ی 896 897 “Bu sırada Mısır hükümdarı (…) Melik (…) (…) tarafından ‘Halep’e gönderilen vali (…) tarafından ‘Hama’ ile ‘Humus’a 5’inci birer vali gönderiliyor” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 898 “devlettir oğlu bu elli (…)” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 899 “valilerin (…) bir (…)inde öldürüldükleri” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 900 “hükümdar” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
271
(…)901, en ziyade Fatih’ten çekindiği için Dulkadir Oğlu vezirine askerî harekâtta
bulunmaya cesaret edemiyor. Fatih’e bir ‘Sefaret Heyeti’ göndermek suratiyle Dulkadir
Oğlu’nu şikâyetle Fatih’in (Dulkadir beyleri üzerine harekete geçirmek için Fatih’in
müsamaha ve müsaadesini istiyor.) karar veriliyor. 902
Sefaret heyeti tarafından mesele Hazret-i Fatih’e izah edildikten sonra “Hükümdarımız
Sultan Mehmed’den903 çekiniyor. Eger904 müsaade905 buyurursañız Dulkadir
Oġlu’ndan906 intikam almak için ordumuz çarpışmaya hazırdır. Hükümdarımızın
Dulkadirli topraġında gözü yoktur. Kazanılacak çok toprak
125a
3
Maiyetini atlara binmeye teşvik ediyor. O anda907 iki yüz atlı cem olup yola diziliyor.
Hasan Paşa da başlarında bulunuyor. Derneğin bozulduğunu ve düğünün geri kaldığını
anlayan908 Hasan Paşa’nın hakkındaki909 Âşık Avşar ‘Yunus’ şu türküyü söylüyor:
(Yeşil defter sayfa 164)
(Yeşil defter 249’daki türküye dikkat!)
Eli silâh tutanlardan geride910 yalnız hastalandığını söyleyen ve kendisine sadık olduğu
sanılan Arap köle kalıyor. Bunun için de Hasan Paşa “Ana, bu yıġit bir adamdır.
İyileşince tezcek arkadan yetiştir.” diyerek ‘Andırın’dan ayrılıyor.
Hasan Paşa’nın hareket ettiği günün akşamı hasta Arap kölenin ne hâlde olduğunu
görmek isteyen validesi, Arap’ı yerinde bulamayıp küçük kızının yanına911 uğrayınca
bunları bir yatakta görüp beyninden vurulmuşa dönüyor.
�pی��pي 901902 “kararı (…) [ r¢ا] de ayırıyor” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 903 “ve birden” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 904 “şer” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 905 “ederseñiz” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) “واق �rق“ 906907 “yani (…)” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 908 “bu anda” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 909 “Âşık Avşar âşıklarından Yunus” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 910 “harekete” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
272
Hasan Paşa’nın anası, kendisini toplayarak912 itidal gösteriyor; keyfiyeti derhal Hasan
Paşa’nın arkasından ‘segal’913 göndermek suretiyle oğluna duyuruyor “Durmasın,
gelsin” dedirtiyor.
125b914
4
Segal, gece yarısından evvel konak mahallinde Hasan Paşa’yı buluyor. Meseleyi
anlatıyor. Bu acı haberi alan Hasan Paşa da915 maiyetine “Siz burada duruñ. Ben acele
eve varıp geleyim” diye orada bırakıp yeğeni Ali ile ‘Andırın’a geliyor.
Evvelâ küçük bacısı ile bir arada bulunduğu Arap köleyi, müteakiben henüz
ürkmeyen916 büyük hemşirelerini, arkasından da kendisini karşılayan nişanlısı ‘Torun
Eşe’yi917 birer kılıç darbesiyle yere seriyor. Yeğeni Ali’nin918 nişanlısını da vurup
öldüreceği sırada “Dayı bunu olsun öldürme” diyince “Bre yegen,919 bunu ne diye baña
bayaktan demediñ de Torun Eşe’yi öldüttürdüñ” diyor; nişanlısını öldürmüş olmasından
dolayı çok teessür gösteriyor. Bu teessürle yine yeğeni Ali ile beraber Andırın’a
mektubu maiyetindeki süvarilere ulaşıyor. Maiyeti efradına “Ben bir dua edeyim. Siz
amin diyiñ” diyor. Kendisi gizlice duasını yapıyor. Sabahleyin etrafındakiler
126a920
yeğen Ali ‘Andırın’ dönüp geçen faciayı anlayınca da Hasan Paşa’nın921 âşığı Yunus
çok müteessir oluyor.
911 üzeri karalanmış olan kelime okunamadı. (hzl.) 912 “itidal” kelimesi yanlış yazıldığı için karalanmış olabilir. (hzl.) {psل /{�pل 913914 bu sayfa 125a ile ilgilidir. (hzl.) 915 “askerlerinin” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) ارآvمj یj ن 916917 Eşe: Ayşe. 918 “yeğenin” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 919 “baña bunu” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 920 bu sayfa 125b’deki hikâye ile ilgilidir. (hzl.)
273
126b922
5
Uyandıkları zaman Hasan Paşa dalgın ve hareketsiz görülüyor. Vaziyetinden şüphe
ediliyor.923 Dikkatli bakılınca öldüğü anlaşılıyor. Yalnız yanında maiyetine hitaben
yazılmış “Ali Yegen siziñ başıñız. Durmayıp kavġaya gidiñ” mealinde bir kâğıt
bulunuyor.
Cemaat Hasan Paşa’nın ve maiyeti arasında Ali Yeğen’in emrinde Mısır askerine karşı
gidiyor. Avşarların da bütün Dulkadirlilerle birlikte iştirak ettikleri bu harekâtta galebe
Mısırlılarda kalıyor. Şehsuvar Bey esir düşüyor.
Türkmenler de bozgunluk924 baş gösteriyor. Yalnız kendilerinin mukavemet
edemeyeceklerini anlayan Avşarlar925 için de geri dönmekten başka926 kurtuluş yolu
kalmıyor.
Ali Yeğen, maiyetindeki bazı kimselerle bozgundan kaçarken karşısından 150 kadar
Avşar süvarisinin imdada geldiğini görüyor.
Avşarlardan biri Yeğen Ali’ye “Kavġa nic’oldu?” diye sorunca Yeğen Ali şu türkü ile
cevap veriyor:
[XXVIII]
1.Yükümü tuttum da lâl ü inciden Şam-ı Şerif derler şardan gelirim İstedi göñül de içtim doluyu Emmili, dayılı ilden gelirim
921 “yanında bulunan” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 922 bu sayfa 126a’ ile bağlantılıdır. (hzl.) 923 “maiyetine” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 924 “Avşarlarda” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 925 “da” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 926 “selâmet” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
274
2.Devekler buġurunan lökünen Yıġit ölür kılıcınan topunan Boġazı muskalı (bu) góġ kır atınan Ordusu boz Hasan Báġ’den gelirim
(Yeşil defter 248)
127a927
2
Karşılamaya çıktığı sırada ilk kararından dönmenin şerefsizlik olacağı İran’da azınlıkta
kalmanın da iyi bir hareket sayılamayacağını928 anlamaktan mütevellit üzüntü ve yeis ile
ne yaptığını şaşırarak929 kucağında bulunan küçük çocuğu bacağından tutup kamçı
gibi930 ata vura vura öldürüyor. Süvariler931 Feriz Beğ’e932 yaklaşıp933 hâlini ve elindeki
çocuğun ölüsünü görünce934 kendisine söz tesir edilemeceğe935 katî bulunmakla
beraber936 içlerinde birkaçı tarafından Feriz Bey maiyetindeki bin ev halkı ile İran’da
kalmanın mahsurları izah937 [etmişlerse de] Feriz Beğ kararından dönmüyor. Bunun
üzerine 70.000 kadar ev halkı etrafa dehşet saçarak garba doğru yol almasına başlıyor.
Bizans hududuna yaklaşınca kararlar938 Malazgirt Muharebesi Ehl-i Salibî Muharebeleri
Danişmantlilerin gazaları
927 bu sayfdada anlatılanlar 127b’deki Firuz Beğ anlatısıyla ilgilidir. (hzl.) 928 “(…) meseleyi (…) (…) atına binerek karşıladığı anlamakta sevk-i tesirle (…) alıp kararından dönmenin şerefsizlik olduğundan” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 929 “karşılamaya çıktığı hayrette” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 930 “tesirini” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 931 “(…) ki birkaç zat tarafından” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 932 “yaklaştıkları” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 933 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 934 “yaşlarında birkaç kahraman” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 935 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 936 “(…) birkaç kahraman tarafından” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 937 “almışsa da” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 938 bu cümle yarım bırakılmıştır. (hzl.)
275
127b
1
FİRUZ BEĞ
Avşarlarla karışan Türkmen aşiretleri Danişmentliler zamanında Horasan’dan batıya
gelirken bunlara riyaset eden beğlerden Feriz Beğ İran’daki Acem939 hükümdara (vali
olsa gerek) aşiretlerden 30.000 çadır halkını iskân edecek yer alıyor.
Feriz Beğ bu müsaadeyi alınca940 kendilerine tahsis edilen941 mahallin 50.000 ev942
halkını yerleştirmeye müsait bulunduğu diğer aşiretlerin reislerine anlatıyor.
943Bunlar arasındaki Avşar beği944 İran’da birleşmeyi muvafık bulmayarak İran’dan945
daha garba gelmeyi tercih ediyor.
İlbeyli, Emir (İmir), Kızık, Ağcakoyunlu, 946 Beydili, Cerit,947 Tecirli,948 Bozdoğan,
Farsak,949 gibi aşiretler Avşar beğinin fikrini950 uygun gördüklerinden 70.000 kadar ev
halkı garba951 yöneliyor. Feriz Beğ, bir kere İran’da kalmak952 arzusu gösterdiğine, bu
arzu ile ricada bulunup953 yer de aldığından fikrinden dönemiyor.954 Garba teveccüh
kararı[nı] tasvip eden aşiretlerin955 tarafından ileri gelenlerin 15-20 atlı,956
939 “şahına” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 940 “(…) iskâna Feriz Beğ, şahın hükümdarın aşiretleri beyi (…) ve iskâna yerleştirilmeye” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 941 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 942 “hane” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 943 “Aşiretler rüesasından” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 944 “İran’da kalmak” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 945 “Acem’den (…)” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 946 “Kayı” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 947 “Bozdoğan” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 948 “Danişmendlü, karalar, (…) Ali, Karahacılı, Sırkıntı” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 949 “Mamalı, Karsantı” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 950 “terviç ettiklerinden 77000 bin” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 951 “yönelmek karar” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 952 “taraftar fikrini” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 953 “yerleştirile de (…)” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 954 “ancak” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 955 “rüesasından (…) hacı” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 956 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.)
276
çoğunluktan957 ayrılmamasını rica maksadı ile Feriz Beğ’in bulunduğu yere
yöneliyor.958
Feriz Beğ,959 kendi tarafına gelenleri atına bindirerek
128a
Anber Ağa ile 1939 Ağustos’unda ilk defa Kayseri’de karşılaştım. Üç gün (…) oldu
1940 senesi Mayıs ayında birkaç gün ve gecesinde 8-10 gün yine Kayseri’de (…)
1940’ta da dört beş gün Pınarbaşı’nda görüştüm. 1941 senesinde Kayseri’de iki defa da
görüştük. 1942’de 3 defa görüştük. (…) bir şarkıyı büyüklerinden duyan Anber Ağa’nın
iddiasına göre: 1943’te de (…) (…) cumartesi gün sonra Anber Ağa 14 Aralık’ta da
Kayseri’ye geldi.
Avşarlar Alparslan’la Malazgirt muharebesinde:
Sonradan da Ehl-i Salibî Seferleri esnasında mücahedesinde bulunmuşlardır:
Danişmentlerin de fütühatında da beraber bulunmuşlardır.
128b960
129a
Ahmed Paşa, İstanbul’da961 hükümetin amal-i meramkârına ve (…) zevatla962 bazı
zevatla hasbıhallerde bulunuyor.963
Vükelânın Rusları mahallerinden çıkarmak için toprak vermek964 fedakârlığı göze
aldıklarını anlıyor. Bunlar da kuvvet, kudret nama bir şey yoğısa “Gidek, biz de
957 “Feriz Bey’in bulunduğu mıntıkadan ayrılacakları sırada” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 958 “Avşar beği tarafından Feriz Beğ’e 150 atlı gönderilerek kendileriyle beraber gelmesi (…) rica ediliyor. ” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 959 “ilin firarından (…) bir” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 960 bu sayfa boştur. (hzl.) 961 “kendisi gibi nüfuzu kırıp yerinden, yurdundan uzaklaştırılan [ اوزا�}�}ری}ن] (…) derebeyi hükümetin bu derece (…) ve acemi gören Ahmed Paşa, İstanbul’da küçük” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 962 “(…) ‘(…) Paşa’ ile ve kendisinin kâtib-i hususîsi ‘Kars Kadirlili’ Kara Hakkızade Hâzım Efendi ile sık sık görüşüyor.” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 963 “Sadrazamın, (…) harp vakası karşısındaki mütalâalarını alıyor.” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 964 “fedakâr bazı” yazılmış fakat “bazı” kelimesinin üzerine “lığı” yazılmıştır. (hzl.)
277
topraġımızı muhafaza edek” diyü965 hükümete sezdirmeksizin memleketine kaçmak
kararını veriyor. Kâtib-i hususîsi ‘Kars-Kadirli’li Kara Hakkızade Hâzım Efendi ile
birlikte Kozan’a kaçıyor.
Ahmed Paşa Kozan’a gelir gelmez hükümet memurlarının kâffesi oradan savuşuyor.
Farsak aşireti rüesası ise tekrar966 başına birikiyor. İstanbul hükümetinin hakiki
[vaziyetine] yakından şahit olan aşiret rüesasının yine kendisine ikatlarını967 gören
Ahmed Paşa yalnız968 Kozan’ı ele geçirmekle kalmayıp ‘Kars’969, ‘Hacın’, ‘Feke’
kazalarını da hüküm ve idaresi altına alıyor.
‘Kozan’da tam manasıyla bir ‘hükümet’ kurarak kanunlar neşrediyor. Mahkeme de
açıyor. Altı ay[ı] meşgulen hükmünü yürütüyor.
Altı ay sonra Rus gailesini bertaraf eden İstanbul hükümeti tarafından970 ‘Kozan’a
tekrar askerî kuvvet sevk olunuyor.
Aşiretlerin İskânı (1282)
129b971
Hükümetçe öteden beri te’dibi maksut Kozan Oğlu’nun üzerine de eski yıllarda da
birkaç kere de asker gönderildiği hâlde hiçbirinde müspet netice972 alınamıyor.
Kuvve-yi Islâhiyye, Avşarları Pınarbaşı’nda iskân ettikten sonra askerî harekât Kozan
Oğlu’nun üstüne tevcih ediliyor. Bu defaki harekâtta müspet netice istihsali için
hükümete karşı münkad bir hâle getirilen Avşarlardan da Recep Oğullarından Arap
Hasan Efendi Efendi Hacı Süleyman başları bulunduğu hâlde ‘kuvve-yi muavene’
olarak 3.000 seğmen (piyade adam) alınıyor. Gönül rızası ile gidilmeyen bu harekâta
iştirak eden Avşarlara da aşiret beyninde ‘zor askeri’ namı veriliyor.
965 “memleketin parçalanmaya mahkûm bulunduğu[na] şüphe kalmıyor. Bu sırada İstanbul’da kalmakta (…)” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) // “Bu vaziyet karşısında İstanbul’da (…) paşa-yı mukaddem” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 966 “etrafındaki (…) ise” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 967 “etrafındaki askerlerden de bu derece mutaharetlerini” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 968 “eski yurdu” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 969 “Koz” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 970 “Koz” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 971 bu sayfa 129a’nın devamıdır. 972 “ele (…) [Á|x} ]” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
278
Kurt İsmail Paşa ve Halil Paşa gibi kumandanların sevk ve idareleri altında bulunan bu
kuvvetler tarafından ‘Kozan’ mıntıkasının bütün geçitleri muhasara altına alınıyor.
İçeriye doğru başlayan harekât esnasında evvelâ ‘Göğsu’ ile ‘Kirazbeli’ arasında Yusuf
Ağa ele geçiriliyor.
Muma ileyhin ele geçinceye kadar hayli asker öldürmüş olması fazla infial uyandırdığı
için ‘Koten Beleni’ mevkiinde süngülenmek suretiyle hayatına hatime çekiliyor. Ailesi
efradı da kâmilen ‘İstanbul’a sevk olunuyor.
Kozan Oğlu Ahmed Bey gelen kuvvetlere karşı müdafaaya kalkışmakla eline bir şey
geçmeyeceğini anlayarak muti ve aşikârane vaziyet alınca kendisi paşalık rütbe ve
unvanı teveccüh ediliyor. Onun biraderi Ali Bey ise Kurt İsmail Paşa tarafından
tesmimen öldürülüyor.
Ahmed Paşa ile diğer biraderleri ‘Yusuf’, ‘Mehmed’ ve ‘Ziya’ beyler de süngülenerek
öldürülen Yusuf Ağa’nın ailesi efradı ile birlikte İstanbul’a gönderiliyor:
Bu Kozan sürgünleri kafilesinin İstanbul’a (…)973 Ahmed Paşa ‘Trablusgarp’ valiliğine
tayin edildiği hâlde teallül göstererek gitmiyor; İstanbul’da kalıyor.
O sırada hükümet Ruslarla harp ederken mağlûp oluyor. Rus askerleri
130a974
Kozan’daki ilk harekât neticelendikten sonra sıra, önceden tecrit edilmiş bir vaziyete
getirilmiş, fakat tamamen itaat altına alınamayan ‘Gâvur Dağı’ mıntıkasındaki Ali Bey
Oğlu ve Küçük Ali Oğlu gibi derebeğlerinin te’dibine geliyor.
Bu te’dip harekâtında da Derviş Paşa tarafından maiyetinde mevcut Avşarlardan
çoğuna975 o mıntıkayı bildikleri [için] kılavuzluk vazifesi veriliyor.
Aslen Tecirli aşiretine mensup olup aşiretlerden Gâvur Dağı’nın batı şimalinde daha
kenarda bulunduğu için ‘Payaslı’ diye anılan ve Ali Bey Oğlu adlı bir ağanın nüfuzu
973 �� �mاvم 974 bu sayfa 129b’nın devamıdır. (hzl.) 975 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.)
279
altında yaşayan hayli sıkıştırılıyor. Lâkin bu mıntıkada arazi pek sarp ve aynı zamanda
gayet sık ağaçlı orman olduğu ve askerin fuzulî kırılmaması maksadı gözetildiği için
müsademelerden müspet976 ve katî bir netice alınamıyor. Daha doğrusu cehalet ve
bilgisizlik yüzünden hükümete karşı muhalif ve asi vaziyetinde bulunan zavallı
Türklerin977 tazyik ile yola getirilmesi978 isteniliyor. İki taraftan da fazla kan
dökülmemesi arzu ediliyor.
Bir aya kadar süren harekât esnasında ablukadan kurtulamayan ve haberin günden güne
daralmakta olduğunu anlayan mevcut cephanesini harcıyor. Etbaının ellerinde var
denecek cephane kalmıyor. Neticenin neye müncer olacağını düşünüyor. Nihayet anası
Derviş gönderip barut, kurşun istemeye daha doğrusu zımnen Derviş Paşa’ya itaate ve
arz-ı tesimine karar veriyor.
Ali Bekir Oğlu’nun anası abluka çemberini geçerek Derviş Paşa’nın huzuruna geliyor:
“Paşa’m, biz seniñinen bir aydır döġüşüyok. Daha da döġüşeceġik ama barıdımız,
kurşunumuz kalmadı. Eġer (diğer)
130b979
biziminen döġüşmeye niyetiñ varsa barıt, kurşun ver döġüşek. Yoġısa bizim
üstümüzden çekil, git. diyor.
Derviş Paşa kadına ne kadar barut, kurşun istediğini sorunca:980 “Üç beş yük verirseñ
yeter” mukabelesinde bulunuyor.
Bunun üzerine Derviş Paşa kadına çok iltifat ediyor.981 Maiyetine emrederek (güya)
birkaç yük de barut ve kurşun gönderiyor.
Ali Bekir Oğlu anası ve birkaç asker beraber olduğu hâlde982 istediği cephanenin
hayvanlarla getirilip önüne yığıldığını görünce etrafındaki983 kâhyalara: “984Artık bizim
976 “netice” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 977 “ �xتpÂv±©” keliimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 978 “isteneliyor” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 979 bu sayfa 130a’nın devamıdır. (hzl.) 980 “üç beş yük” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 981 “(Güya)” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 982 “birkaç asker” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 983 “adamlarına” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
280
elimiz kolumuz baġlandı.985 Namusu, hasiyeti986 olan987 karşısındakına tühek atamaz.
Paşa büyük adam olmasa bize barıt, kurşun virmezdi. Büyük adamdan zarar gelmez. Biz
bunu böyle söylemiyorduk. Gidek, teslim olak” diyor.
Müteakiben de maiyeti ile gidip paşaya dehalet ediyor; af diliyor.
Derviş Paşa da Ali Bekir Oğlu tevabiini iyi karşılayarak bulunduğu mıntıkada hükümete
muti bir hâlde iskânlarına muvafakat gösteriyor.
131a
II988
989İçin Rakka Valisi Mustafa Paşa’ya 1110
‘İlbeyliler’ ile ‘Recepli Avşarı’ (– her hâlde – bir kısmı), ‘Kapağılı Dokuzu – bir kısmı’,
ve ‘Musacalu Oğlu’ cemaatlerinin Adana, Sis ve ifraz hassına990; ‘Receblu Avşarı’nın
Kayseriyye; Cerid ve Babünun cemaatleri Zile991; Bayındır ve Simre, Kapağılu Dokuzu,
ve Musacalu Oğlu cemaatlerinin Şam992; Kapağılu Dokuzu cemaatinin Antakya ve
Uzeyr993; Musacalu cemaatinin İçel, Aydın, Saruhan994 havalisine dağıtılmış.
Hükmümüz oldukları yukarıdaki hükmü temiden de aynı tarihte o taraflarda995 da ayrıca
hükümler gönderilmesinden anlaşılıyor. 996
Evahir Zilkade 1111 (Nisan 1700) tarihli bir hükümde997 Bozok sancağında998 Cerid,
Avşar ve Babünun cemaatlerinden şekavet edenlerin tediplerine o sırada da Mamalı999
984 “bundan sonra” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 985 “artık” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 986 hasiyeti: haysiyeti. 987 “bu barıdı, bu qurşunu Paşa’nıñ” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 988 “aynı tarihte” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 989 “Rakka’dan kaçan aşiretlerin bulundukları mahallerden kaldırılıp Rakka’ya gönderilmeleri bir ferman gönderilmekle (…) (…) zilkade evahirinde Rakka valisi Mustafa Paşa’nın aynı tarihte” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 990 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 991 “tarafına, Musacalu cemaatleri Şam tarafına” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 992 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 993 “tarafına” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 994 “Kırklareli dağılmış (…) için aynı btarihte o taraflara da ayrıca ferman gönderiliyor.” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 995 “idare evlerine de” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 996 Anadolu’da Türk Aşiretleri, Ahmet Refik sayfa 117 Haşiyesi. 997 Anadolu’da Türk Aşiretleri, Ahmet Refik sayfa 121.
281
aşiretinin beyi Bektaş ve sabık beyi Mehmed ile aşirete ihtiyar ve kethüdalarının memur
olduğunu Sivas beylerbeyi Mustafa Paşa’ya da ayrıca emir gönderildiği yazılı
bulunuyor.
131b
III
Rakka valisi Vezir Hüseyin Paşa’ya gönderilmesine evahir Muharrem 1113 (Temmuz
1701) tarihli hükümle de Rakka’da iskânları ferman-ı ifkasında Türkmenler diye
bazılarının Valide Sultan ‘ ’nın1000 tearrüfe olduğu Rişvan Hacı cemaatlerinin aralarına
varıp tutula iskânı kabul eylemediklerinden1001 bahisle bunların1002 oradan kaldırılarak
evvelce ikametleri1003 tensip edilmiş hâlde yerleştirilmeleri lüzumu1004 bildiriliyor.1005
Avşar ve Kılıçlı aşiretlerinin şekavetle meşgul olan efraz-ı Zulkadiriye Türkmenleri
İçel, Amik Ovası, Simuk Dağı ve Uruc obası denilen mahallerde birleşmelerinden
dolayı bunları tefrike ve Rakka’dan gelenleri yerlerine iade için evasıt Ramazan 1118
(1706)’de Rakka valisi bulunan Yusuf Paşa’ya şiddetli bir hüküm gönderiliyor.1006
‘Pınarbaşı’ Avşarların ve diğer bazı aşiretlerin iskân işleri hakkında Halep ve Rakka
valisi Vezir Yusuf Paşa’ya evail Zilkade 1114 (Birinci Kanun 1712) tarihi ile yazılan1007
hüküm1008 ise daha etraflı malûmatı muhtevi bulunmak itibarıyla aynen aşağıya
naklolunuyor: Sayfa 145
132a
VII
998 “şekavet eden” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 999 “(…) bir” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1000 isim yazılmamıştır. (hzl.) 1001 “eylemediklerinin” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1002 “ikametleri” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1003 “ferman” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1004 “yazılıyor” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1005 Anadolu’da Türk Aşiretleri, Ahmet Refik sayfa 124. 1006 [Ahmet Refik, a.g.e.], 135/13. 1007 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 1008 “(…) (…) mütalâaya sayan gönderildiğinden” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
282
Rakka’dan kaçan muhtelif aşiretlerin tekrar yerlerine gönderilmeleri hakkında Aksaray
ve Ankara sancakları ile o mıntıkaların kadılarına, voyvodalarına ve boybeylerine
evahir Cemaziyülevveli 1141 tarihi ile aynı ay içinde başka bir hüküm gönderiliyor.
İskânları ferman iktizasında bulunan aşiretlerle iskân şekillerine dair hayli malûmat
ihtiva ettiği için şimdi bu hüküm de aynen aşağıya naklolunuyor:
132b
VI
Halep’in şark tarafına iskân edildikleri hâlde Maraş tarafına kaçan Maraş İlbeylisi
cemaatinin Rakka’da iskânları hakkında Maraş beylerbeyisi ile Kayseriye mollasına ve
Zamantı voyvodasına ve Kayseriye kalesi dizdarına yazılan evail Cemaziyülevvelinin
1141 (1728 Milâdi) tarihli hükümde:
“İlbeylü cemaatlerinden Gâvur Elli namında bir cemaatin eşbehlerinden mukaddem cezası tertip olunan İsmail karındaşı Abdüllâtif ve oğlu Mehmed beş on ev ile Samantı’ya iskân olunacak Recepli Afşarı’nın aralarına firar etmeleriyle mezbur Abdüllâtif ile oğlu Mehmed ahiz ve Kayseriye kalesine kalebend olup evleri Rakka’ya iskân ettirilmek için Rakka valisi vezir meşarün ileyh memur kaimesiyle ilâm etmekle mukaddema iskân olunmaları ehemm-i umurdan olmakla vezir meşarün ileyhin ilâmı mucibince İlbeyli cemaatlerinden marüzzikir Gâvur Elli cemaati reayasından Recepli Avşarı içine firar eden Abdüllâtif ile oğlu Mehmed ahiz ve Kayseriye kalesinde kalebend olunup cemaat-i merkume içinde olan evleri ihraç ve esra-yı tahrikte firar eylememeleriyçün yanlarına müstevfa adamlar tayin ve irsal ve bir neferi geriye kalmamak şartıyla ulaştırılıp Rakka valisi vezir meşarün ileyh tarafına irsal ve teslim ettirilip lâkin bu bahane ile Zamantı’ya iskânı ferman olunan Receplü Avşarı cemaatlerine vechen minel vücuh taarruz ve müdahale olunmamak için Dîvân-ı Hümayun’um tarafına emr-i şerifim tahriri babında baş defterdarım Elhac İbrahim dame ulûvvunu ilâm etmegin vech-i meşruh üzere amel olunmak babında ferman-ı âlî-şanım sadır olmuştur.”1009
Filânın mevcudiyetinden Avşarlarından Recep Oğullarının idaresindeki kısmının
Rakka’da iskânlarının vazgeçildiği 17281010 senesinde1011 Zamantı mıntıkasına
yerleşmelerine müsaade edildiği anlaşılıyor.
133
Rakka havalisinde iskân olunan tevaiften firar edip varıp Halep1012 ve Şam ve Trablusşam ve Erzurum ve Maraş ve Kars ve Çıldır ve Adana ve Karaman ve Sivas ve Anadolu eyaletlerinde vaki elviye ve kazalarda bulunanlar ve bazı cemaatler içinde ihtifa edenler
1009 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 1010 “yahut 1729” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1011 “(…) 1728 yılında” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1012 Fahri Bilge buraya dipnot düşmüş fakat bunun üzerini,i daha sonra karalamıştır. Karalanan metin: “Bu aşiretlerde İlbeyliler ile Recep Avşarı, Kapağılı Dokuzu ve Musacalu cemaatleri Adana, Sis, Efraz hassına” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
283
tarafından varan mübaşir marifetiyle ehil ve ıyal ve emval ve erzaklarıyla kaldırılıp Rakka havalisine iskânları ferman olunan mevazıa nakil ve iskânlarıyçin vülât ve hükkâm ve ayan ve iş erlerine tenbih ve tekidi müştemil evamir-i aliyyem şerefyafte-yi sudur olmagın sen ki vezir-i meşarün ileyhsin vech-i meşruh üzere şerefyafte-yi sudur olan evamir-i şerifimi tarafımdan mübaşirler ile mahallerine gönderip Rakka havalisinde iskânı ferman olunan tevaifin firarlarından zikrolunan mevazıa nakil ve iskân ettirmeye ikdam-ı tam eyleyip şöyle ki ol makule firarilerden mahall-i memura gitmekte tereddüt ve muhalefet edip ve yahut ol makulelerin mahall-i memura nakil ve iskânlarına muhalefet eder olur ise ol makulelerin emr-i şerifime adem-i itaat eyledikleriyçin hakkında tertib-i ceza olunmak üzere der-devlet medarıma arzu ilâm eylemek babında diye yazılmıştır.1013
134
IX
Bu hükümde adları geçen aşiretlerin Rakka havalisine gönderilemedikleri malûm
değildir. Fakat müsaade ile Zamantı mıntıkasında iskân edilmiş Recepli Afşarı’nı sakin
bulundukları mahallerde durmayıp Atika Sultan Vakfı olan “Yeniil ve Türkman-ı Halep
haslarına tâbi Pehlivanlı ve tevabii”1014 cemaatlerinin yaylakları bulunan
“Çamurlu’ya üç dört saat karip Zamantı mıntıkasında Çölbey nam mevzie havalarına tâbi ecnes-i muhtelife eşkıya ile gelip daima Haremeyn-i Şerifeyn reayalarını taciz ve rencideden halî olmadıklarından maada Pehlivanlı reayalarını dahi muhassara ve gezen devab ve mevaşilerin fuzulî ahz ve gasp ve garet ve Kayseriye canibine1015 giden tüccarlarından on beş adamlarını yolların kesip üzerlerinde olan emval ve eşyaların soyup ve bir nefer adamların bi-gayr-i hakkın katil ve altı neferin darb-ı şedit ile darp ve mecruh eyledikleri ecilden” 1016
(…)1017 için mahkemeden vaki davete icabet “ser-cemaatleri” olanların
“üç dört yüz miktarı şakiler ile yine Pehlivanlı cemaatlerinden Kuşlu ve Doğanlı nam iki mahallelerin fuzulî basıp ve emval ve erzakların nehp ve garet ve devab ve mevaşilerin sürüp ve iki nefer adamları bî-günah katil ve üç neferi mecruh eylediklerine dahi kanaat eylemeyip Pehlivanlı aşireti beğlerinden Battal Oğlu Mustafa Bey’in Bozok’ta Emlâk kazasında bina eyledikleri dokuz adet çiftliklerin ve sair sakin olduğu kışla evlerin ehrak-ı binnar ve içlerinde olan emval ve eşya ve erzakın ve hayvanların ahiz ve fuzulî zapt edip mir-i merkûmun zayi ve telef ve gasp ve garet olunan emval ve eşyası mahallinde marifet şer’ile keşf ve tahrir ve yedi bin guruşluk eşyası zayi ve telef olduğu hüccet-i şeriye birle ilâm olunup bu takdirce kalada zikrolunan cemaatlerin ve merkûm beğin
1013 Anadolu’da Türk Aşiretleri Ahmet Refik sayfa 117/118 1014 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 1015 “gelen” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1016 “bu eşkıyanın” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) اpkmق م� 1017
284
135
X
Haret olunan bil-cümle eşyaları otuz beş kese akçeye baliğ vakıf ve reayetin sualleri gayet diğer gün der-lisan ve ianet ve sıyanete eşd-i ihtiyaç ile muhtaç olduğu”
anlaşıldıktan bahisle hazır görenlerin şer’i haklarının tamamen şakilerden alıp
müstahaklarına verilmesi ve buna yanaşmayıp isyanlarında ısrar ettikleri takdir ?dirleri
tahsil ve kendileri koymasını üzere Rakka’ya iskân olmak için arz olması Sivas ve
Yeniil kadılarına ve Sivas mütesellimine Samantı ve Yeniil voyvodalarına evasıt ş
[Şaban] 1141 tarihli diğer bir ferman1018 gönderiliyor.
Fakat Recepli Avşarı cemaati üzerine bahsi geçen fermanın hiçbir suretle tesiri
görülmüyor. Bilakis bu cemaat eşkıyasının taşkınlıkları günden güne artıyor. Zaman
geçtikçe daha şiddetli şekavete sahne olan civar memleketlerden de feryatlar yükseliyor.
Kayseri, Develi, Yahyalı, Göstere, İncesu ve Zamantı ahalisi tarafından arzuhâl ile
kasaba ve köylerinden harice çıkacak hâlleri kalmadığı, çıkanların mallarının1019 zorla
alındığı ve hayvanlarının sürülüp gönderildiği ve Avşarların1020 zulüm ve tecavüzlerine
nihayet olmadığı saldırılarak bu şakilerin zalimlerinden kurtarılmaları ve kaçmalarına
meydan verilmemesi için Yörüklerden Karanlu Oğlu Hamza’nın Sırkıntı Oğlu
Mehmed’in Karsantı Oğlu’nun ve Kerim Oğlu Abdülkerim’in (…)1021 göre eşkıya
teftişine Karslu Afşarı cemaati Rakka’ya nakil ve iskâna murat olunması Abdullah Bey
maiyetine verilmeleri isteniliyor.1022
Bunun üzerine İstanbul’dan Hüseyin Paşa’ya “cemaat-i mezbura halkın kemal isyan ve
tuğyanları” hasebiyle şer ve mazarratlarından hafzayı kurtarmak için her birine başka
başka emirler gönderilerek kendisinin maiyetine dört beş adları yukarıya yazılı
yörüklerden de istifade ile behemehal Rakka’da iskânlarını temini hakkında evasıt
Zilkade 1143 tarihli 1 ferman daha yollanıyor.
1018 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 1019 “gasp edildiği” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1020 üzeri karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 1021 j¢p ای 1022 Halepli Muhsin Çelebi’nin oğludur. Musul vilâyetlerin ve ilbeylerinde bulmuş. Sadrazamlığa kadar yükselmiştir. 1748 senesindeTırhala’da ölmüştür.
285
Avşarların zulüm ve tecavüzlerine maruz kalan halk tarafından padişaha arzuhal
esnasında kendilerinin mezalimden kurtarılmaları için eşkıyayı takibe memur zata
göçebe yörüklerin yardımlarının istenilmesi, hükümetin aczini çok açıklaştırıyor. Bu
kadar âciz durumda bulunan ve bazı mahallerde hakimiyeti1023 kuru bir unvandan ibaret
olan hükümetin, Avşarlar gibi emsali arasında kahramanlık ve silâhşorlukla temayüz
eden bir aşireti muti ve münkad bir hâle getiremeyeceği aşikâr bir hakikattir.
136
XI
Hadiseler, Avşarların1024 tekrar Rakka’ya sürülmeleri hakkındaki teşebüslerin müspet
netice vermediğini ispat ediyor.
Öteden beri Osmanlı hükümetini düşman tanıyan aşiretlerin – beklediği derecede son
olmasa dahi – böyle mütemadiyen takibi, aradaki münafereti şiddetlendirmekten ve her
fırsatta taşkınlıklarını arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. Hükümet de esasen varlığını
tanıtamadığı yerlerde büsbütün1025 bozuk olan idareyi ıslâh çaresi bulamıyor isyan ve
şekavet vakaları arttıkça aralarında anlaşamamazlık veya açıkça düşmanlık mevcut olan
aşiretleri yek diğerine ezdirmek, isyanlar ve şekavete göz yumulmuyor dedirtebilmek
için çoklucalarından bir aşireti tesahiple derebeyi durumundaki reisine – tercihen Türk
olmayanlara yahut Türklüğü şüpheli olanlara – rabıtalar veriyor ve voyvodalıklar,
mutasarrıflıklar, hatta valilikler, vezirlikler teveccüh ediliyor.
Osmanlı İmparatorluğu zamanına ait tarihlerde ezilemeyen başları zerrin taçla
nimetlendirmek kabilinden şakilere ve en ziyade yaltaklanmasını bilen Türk’ün ayrı
asırlara yüksek rütbeler, ve devlet teşkilâtında ehemmiyetli ve nüfuzlu vazifeler
verilerek zaval[lı] Türklerin başka unsurlara mütemadiyen ezdirildiğini göstermek çok
1023 “şöyle böyle” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1024 Cerid, Tacirlü, Avşar, Kılıclu ve Bektaşlu boybeğlerine evasıt R. 1146 tarihli fermanım göndertilerek kendi aşiretlerinden zuhur eden eşkıya ve bile konup göçen Abdal Kuyumcu aşiretinin ehl-i fesadının ve Rakka’ya iskândan kaçanların araştırılması ve ele geçirilenlerinin hapsolup isimlerinin bildirilmesi isteniliyor; yol kesmek fesat ve şekavette bulunma hâlleri devamında üzerlerine asker gönderilerek cezalandırıldıktan başka ‘Kıbrıs’a nefy olunancaktır.” bildiriliyor. Anadolu’da Türk Aşiretleri, Ahmet Refik 191-192. 1025 “tek” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
286
misale rastlanıyor; lâkin bahsi uzatmamak için burada her birini ayrı ayrı tadadına
mahal görülemiyor. 1026
Hükümetin muhtelif aşiretleri şekavetten men ve en çoğunu dağ bölgesinde iskâna
çalıştığı sırtlarda Maraş tarafından Bozok’un ikta kazasına gelerek tımar-ı urbana ait
bazı harap köyle1027 birleşen ve “Bozok Sancağı kadısına isale-yi mazarrat ve cesaretten
halî olmadıklarından başka haklarından gelinmesi ferman” ihzasından olan Avşar
eşkıyasını aralarında yaşatan Avcı Türkmanı ile bahsi geçen Avşar şakilerinin
şekavetten men ve kat’î mıntıkasından kaldırılarak öteden beri sakin bulundukları
vatanlarına sevk ve iskân edilmeleri hakkında Maraş beylerbeyisi Rişvanzade Süleyman
Paşa’ya1028 evahir Zilhicce 1147 tarihli bir ferman gönderiliyor.
137
XII
Avşarlarla Rişvan aşireti beyninde çok evvelden başlayarak1029 bilhassa Rakka’ya
sürgün yapılalıdan beri daha ziyade artan anlaşamamazlık ve daha doğrusu düşmanlığı
devam ettiği bir sırada Rişvanzade Süleyman Paşa’nın Türkmenleri ve aralarındaki
Avşarları te’dibe ve bulundukları mıntıkadan başka mahalle sevk ve iskâna memuriyeti,
o devrin idare zihniyetinin ne derece sakim olduğunu vazıh bir şekilde gösteriyor. Bu
kadar bozuk bir idare altında bu derece sakim bir fikirle girişilen iskân işi de bir asra
yakın bir zaman zarfında çok canlar yandığı, kanlar döküldüğü hâlde muvaffakiyetle
başarılamıyor.
1026 Cemal Bardakçı’nın bu bahse ait (..) [eserin adı verilmemiştir. (hzl.)] adlı eserinin mütalâası. �vی} 10271028 Süleyman Paşa’nın tercüme-yi hâli. 1029 “yarım asra yakın bir zamandan” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
287
138
Âşık Abdurrahman’dan1030
[XXIX]
1.Güzeller mahı da şirinler şahı Misk ü anber olmuşsuñ da koxarsıñ Al yanaklar tel zilife karışmış İspir doġan [gibi de] çiġnak taxarsıñ1031 2.Göġál durna gibi serbest gezince Hotaz durup cıġalını düzünce Şu benim derdime derman yazınca Coşkun sular gibi ne xoş axarsıñ1032 3.Kaşları kalem de dişleri inci Aġ beyaz memeler hayva turuncu Güzellikte şu âlemde birinci Her baxtıkça çıralarım yaxarsıñ 4.Âşık Abdurrahman söyler yoluynan Cenk edürem misk ü anber gülüynen Birce birce konuşalım yolunan Evvel axir sen kahrımı çekersiñ
139a
TEVCİH-İ VEZARET-İ MUTASARRIF-I EYALET-İ RAKKA
(1107 senesi vekayii beyanında) Eyalet-i Rakka beylerbeyisi Kadı Oğlu Hüseyin Paşa memur olduğu minval üzere tevaif-i Türkmanı mahallerine iskân hususunda bezl-i iktidar ve işar mezruatları mukabelesinde Rakka mukataatını elli beş bin (…)1033 mal koyun yirmi beş bin (…)1034 dahi zammetmek gibi say-ı mirî ile sadakat izhar etmegin hıdmeti (Raşid Tarihi cilt 2 sayfa 351) mukabelesinde eyalet-i mezbura tekrar kendiye ika ve takrir ve rütbe-yi aliye-yi vezarete isat ile terkim ve tevkir kılındı
Raşit Tarihi cilt 2 sayfa 352
***
1030 Abdurrahman evlendikten sonra iki yıl kadar karısı ile aralarında tam bir sıcaklık hasıl olmamıştı. Güya Abdurrahman (…) bir genç yazdırmış karısı henüz Abdurrahman talime arayıp (…) [ ر�ەv¢] başlamış. Karşılaştıkları zaman karısının eskisinden çok fazla yakınlık göstermesi üzerine Abdurrahman türküyü söylemiş. 1031 “Şaha xuba gibi ne xoş bakarsın” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1032 “Aġca ceren gibi ne xoş baxarsın” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1033 ÁÃ�/Á¸} 1034 ÁÃ�/Á¸}
288
Nakdül Tarih’ten: (1101-1689 M) Bir Bulgar (…)1035 de Avşar ya (…)den kalpak giyip Bulgar Krallığı ilâm ve Bulgarların başbuğluğunu deruhte eyledi ve başına adam topladı. sayfa 595
Mehmed Paşa 1115 Rakka valisi ‘Kürt Bayram Oğlu’ olmuştur. 1116’da azil olmuştur.
Sicil cilt 4 sayfa 208
139b
Hammer Tarihçesi’nden:
Türkmen ailesinden şu vaka sırasında nazar-ı dikkatimize maruz ve Avrupalı müverrihlerce mevcudiyetleriyle malûm olan Ramazan Oğulları iki yüz sene bu zirveler üzerinde hükümet eylemişler. Müessis-i saltanat Osman’ın ceddi Süleyman Horasan’a avdet ederken Fırat geçidinde ve Caber kabrinde gark olduğu zaman oğulları şimale teveccüh etmiş ve hepsi Üçok (Üç Ok) Türkmen kabilesinden olan yedi arkadaşı aileleriyle birlikte çıkıp ovada birleşmişler. Bunlar Yörük, Kusun, Varsak, Karaisa, Üzer, Gündüz, Kıştemür idi.
cilt 3 sayfa 13/14
***
Süleyman Bey hem güzel kadınlara hem de güzel yemeklere mahbup idi. Murad-ı Sani’nin göndermişi olduğu Heyet-i Sefaret Süleyman Bey’in beş kızını görerek bunlardan Prenses ‘Satı’yı intihap eyledi. Bu hanım Mehmed-i Sani tezviç edildi.
cilt 3 sayfa 187
141a
Torun aşiretinin Diyarbakır’a sürülmesi hadisesi için Âşık Cingöz Oğlu Seyit aşağıdaki
türküyü söylemiştir:
�v�pmvە 1035
289
[XXX]
1.Çakılı Çaxmaklı da Kütüklü yurdu1036 İndi ‘Kıġılı’ya bir safa sürdü1037 ‘Hüseyin Ovası’ndan bir habar geldi1038 Öñü ‘Aġcasu’ya indi Torun’uñ 2.Sıra sıra şu ‘Boran’ıñ sögüdü1039 Xalil Battal hiç içinde yoġudu Fino fesli, mor pürçüklü yıġidi1040 Bel[e] çif dapanca soxar Torun’uñ1041 3.Sünbül yiter ‘Göġdeli’niñ başında Geyik oynar kayasında, daşında1042 Altı Arap atlı göçüñ başında Eli yaylamaya çıxar Torun’uñ1043
141b Kul Şeyh Ali’nin türkülerinden1044
[XXXI]
1.Aşaġadan bir yel esti aġalar Arttı derdim yarelerim delindi Yusuf Kadıoġlu’yunan gelince Aşiretler şu Rakka’ya sürüldü 2.Cerid de Avşar’ıñ yamaġı derler Aslına çekmiş de adamı yerler Davaya varınca góġ gibi gürler Koç yıġitler at üstünde bulundu 3.Báġdili’ne bozkurt demişler zatı
1036 Çakmalı, Pınarbaşı’nın Viranşehir nahiyesi dağında ‘Kayaaltı’ köyünün cenubunda bir mezra adıdır.//Kütüklü yurdu, Göğdeli Dağı ile ‘Boran deresi’ köyünün arasında bir mevki adıdır. 1037 safa: sefa.//Kığılı, Göğdeli Dağı’nın şimal-i gabisinde bir yayla adıdır. Bu mevki hâlen Yaslıpınar Çerkez köyünün yaylasıdır. 1038 habar: haber.//Geldi: Erdi. 1039 Boran: Pınarbaşı’nın şimalinde hâlen ‘Aşağı Boran’ ve ‘Yukarı Boran’ adlı iki köy bulunan mevkiin adı. 1040 yığidı: yiğidi. 1041 çif dapanca: çift tabanca.//Sohar: Sokar. 1042 daşında: taşında. 1043 çıhar: çıkar. 1044 bu türküde adı geçen Kadıoğlu hiç şüphesiz Raşid Tarihi’nin 2’nci cildinin 351’inci sayfasından itibaren birkaç mahalde kayıtlı Rakka valisi Kadıoğlu Hüseyin Paşa’dır. Yusuf Paşa, Sicill-i Osmanî, cilt 4, sayfa 363 (…).
290
Yedekte çehilir küfeylân [atı]1045 Tuġlu mızrak, cida, kılıç pusatı Mamalılar bölük bölük bölündü 4.Kul Şeyx Ali’m söyler şoruñ doġrusu Kannı köpük oldu atlar saġrısı Sebep buña bir galyanıñ dolusu Mamalı’nıñ cenâzesi kılındı
140a
[XXXII]
1.Torun’uñ uşaġı şöhretli gezer Gören düşmanınıñ baġrını ezer Onuñ dört atlısı orduyu bozar Kırıldı kanadı kaxmaz Torun’uñ1046 2.Yosul derişmiş pıñarları axmıyor1047 Top top olmuş çiçekleri koxmuyor Torun sürgün gitti gelip çıxmıyor1048 Lâl oldu söylemez dili Torun’uñ 3.Der Seyyid’im bu işler heyle olur1049 ‘Xaymana’, ‘Tonus’ta salġısın verir Daġlarıñ zorbası bir günde gelir Dünyanıñ bozkurdu belli Torun’uñ
140b
HÜSEYİN PAŞA
Hüseyin Paşa, Amasyalıdır. Amasya alay beyisi olan Kadızade Hasan Bey’in
mahdumudur. 110 senesi Şubat’ının altıncı günü Amasya Sancağı mutasarrıfı olup
Anadolu teftişine memur olduğundan ‘Hasan Ağa’ Amasya mütesellimi oldu. (Amasya
Tarihi, cilt 4, sayfa 210)
Hüseyin Paşa (Mutarrıf Hüseyin Paşa’nın vefatı hilâf vaki olduktan (…)1050)
1045 küfeylân: küheylân. 1046 kahmaz: kalkmaz. 1047 yosul: yosun.// Bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 1048 “iskân” yazılıp karalanmış yerine “Torun” yazılmıştır. (hzl.) 1049 heyle: nasıl demektir. Hayla: Çağır manasınadır. Zavır tafra kardeşlik demektir. Zavırla: Teşyi ile müteradif teşvik manasınadır. (Bunlar Anber Ağa’dan yazıldı. 30 Temmuz 1942)
291
Amasyalı Kadızade’dir. 1104 senesi Zilkade’sinin yirmisinde ikaen Amasya mutasarrıfı
oldu. İnfial dalgası bir ay sürdü. Mütesellim Kaya1051 Ali Ağa’nın azliyle kendi
mahdumu Hasan Bey Amasya mütesellimi oldu. (Amasya Tarihi, cilt 4, sayfa 217)
(1107 senesi vekayiinin yazılı olduğu kısımdan:)
Cemazilevveli gurresinde vüzeradan Rakka valisi Amasyalı Kadızade ‘Hüseyin Paşa’
vefat eylediği haberi Dersaadet’e vasıl olduğundan silâhtar ağası olan Amasyalı
Kadızade ‘Ahmed’ Rakka eyaleti beylerbeyisi oldu. Müteakiben Amasya Sancağı
eşkıya takip memuru olan Çakırcıbaşı ‘Yusuf Ağa’ya tevcih edildi.
(Amasya Tarihi, Cilt 4, Sayfa 222) 142a (Lek)1052 Avşarlar ile Kürt cemaatleri1053 arasında1054 ‘Rakka’ya sürgünü takip eden yıllarda
başlayan anlaşmazlık, Rişvan aşireti ile mücadeleler sona erince büsbütün ortadan
kalkmıyor. Eski yıllarda Avşarlar aleyhinde Rişvan aşiretine yardımda bulunanlar1055
fırsat düştükçene Avşarlar tarafından hırpalanıyor. Kürt cemaatlerinden Rişvan aşiretine
taraftarlık gösteren ‘Lek’ Kürtleri de unutulmuyor.
Kışı Çukurova’da geçirerek … senesi yaz mevsimine doğru ‘Lek’ Kürtlerinin yaylağa
çıkmak üzere Torosların Pınarbaşı kazasının Batırsu1056 nam1057 (…)1058 eteklerine
yaklaştıkları sırada Avşarlarla aralarında kavga çıkıyor. Daha doğrusu ‘Lek’ cemaati
Avşarlar tarafından gafil avlanıyor; Kürtlerin ele geçirilenleri vurulup öldürülüyor veya
hareketten men olunuyor. Geri kalanları için de ancak kaçmakla kurtuluş yolu
1050 �Ľ �pىا 10511052 “Kirtik Ali zamanı Avşarlarla o sırada (…)sı Çukurova mıntıkasına Malatya tarafından beyi gelen ‘Lek’ Kürtleri arasında kavga çıkmış. Avşarların şiddetli darbeleriyle Kürtler bozul(…)” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1053 “ile Avşarlar” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1054 “o seneden beri” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1055 “(…) (…) sırası geldikçe” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1056 vضrÂp~ 1057 “köy (…)” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) دوش 1058
292
bulunuyor. O devrin Avşar kahramanlarından Kirtik Ali tarafından da mücadelede çok
yararlılıklar1059
Mücadele Sultan Mahmud tahta çıktıktan 18-20 yıl sonra tahminen 1241-1242 senelerinde1060 Bu hadise için de kavgaya iştirak edenlerden hâlen Sarız’da Yalak köyünde torunları
mevcut olan ‘Molla Kestek’ tarafından şu türkü1061 söyleniyor:
[XXXIII]
1.Ilġıt ılġıt bir yel dáġdi Urum’dan Kürd’ünen Avşar’ı döġüştü derler İskifi altın[lı] tor şahan gibi Kirtik de kavġaya1062 karıştı derler1063 2.Gelen Avşar báġi gayetten beter1064 Elleri yakışıklı (…) pek kurşun atar1065 Biñ beşer yüz atlıya atın(ı) katar Osman Bey meydanda vuruştu derler
142b (farksız) 3.Ordusu gelmeden geldi göç yarısı (Körük için)1066
Xım xım derler dil bilmeziñ birisi1067 Oña karşıdan kaxdı gerisi Abidin Báġ meydana girişti derler1068
4.Der Mollâ Kestek’im doġrudan şaşma Aşiret içinde Avşar ser-çeşme Aklıñ var ise sen buña ilişme Bu davi Avşar’a yaraştı derler
Molla Kestek bu türküyü söylediği sırada 34-35 yaşında imiş tahminen 1250-1252
yıllarında vefat etmiştir.
1059 bu cümle yarım bırakılmıştır. (hzl.) 1060 “vuku bulan Avşarların (…) [zaferi?] o sırada” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)// Bu cümle yarım bırakılmıştır. (hzl.) 1061 “de öğülmüş” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1062 karalanmış kelime okunamadı. (hzl.) 1063 dipnot işaret edilmiş ancak not yaızlmamıştır. (hzl.) 1064 beter: yani yiğit. 1065 yakışıklı [ �xk½�pی ]: kayışlı [�x½lیp� ]// (…): [�xاردم]// Bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 1066 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 1067 hım hım: Köslerden.// Bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 1068 Abidin Beğ: Recep Uşağı’ndan veya Diyarbakır Beyi’dir.// Bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.)
293
143a
‘Ömer Paşa – Mamaluzade’ bu da bittefeyyüz Mirimiran ve 1135’te Çorum mutasarrıfı oldu 1136’da tetiben fevt olmuştur. Mahdumu Osman Paşa’dır.
Sicil, cilt 3, sayfa 590
‘Osman Paşa: Mamaluzade’ Mamalu Ömer Paşa’nın mahdumudur. Mirimiran olup 1144 Rebiülahir’inde Çorum mutasarrıfı olup İran harbine memur oldu. 1150’de Rusya ve Avusturya muharebelerinde dahi müstahdem bulunmuştu. Bade fevt oldu.
Sicil, cilt 3, sayfa 429
MEHMET PAŞA
Çorum dâhilinde Hüseyinabadlıdır1069. Mamalu Bektaş Ağadar demekle meşhurdur.
1107 senesi Muharremi’nin (…)1070 Amasya mutasarrıfı (…)1071 muhafazasına memur
olup Amasya kethüda miri Bağdatlızade Mehmed Ağa Bin Mahmud Ağa Amasya
mütesellimi oldu.
Amasya Tarihi, cilt 4, sayfa 331
Zübdetül Vekayi Tarihi’ni yazan Mehmed Paşa 1729’da öldürülmüştür.
Sicil, cilt 4, sayfa 213
143b
1293 muharebe[ye] gönüllü gidip şehit olan Yalak köyünden iki Avşar gencinin şehit
olmaları üzerine aynı köy kadınları tarafından söylenen türkü:
[XXXIV]
1. Mecid Paşa, Feyzi Paşa1072 Aslanlar çıka güleşe1073 Saġ elinde Zülfekar’(ı)nan Boz atlı Hızır ulaşa
ا~pدل�lر 10691070 buradaki iki kelime okunamadı. (hzl.) وهvفە 10711072 Feyzi: Fevzi. 1073 “döġüşe” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
294
2.İki başlı kavġa olur Yavuz atlar yeri deşer Dini bir yoluna giden Gaza eder, şehid düşer 3.Tabur taburu karşılar Talim eder biñbaşılar Yaġmur yaġıp gün dáġince Yatan şehidler ışılar 4.Ne gözel axıyor çeşme Amanıñ derdimi eşme Tükedeceñ mi gâvırı Bu ġadar ardına düşme 5.Góġ Bekir’iñ oġlu Durmuş Çıkmasın dalıñ başına Sekkoy geymiş sallanıyor Beñzediyom ġardaşıma 6.Eferim oġlum eferim Bir kara donlu neferim Muradına erdi m’ola Kara keküllü Cafar’ım1074
144a
AZMİ BEKİR’İN BİR MANZUMESİ
[XXXV]
1.Seferberlik oldu (ya) ecmat Bunu görmemişti emcat Ne vakit buluruz necat Vakit axir zaman oldu 2.Sakiya meyliñi doldur1075 Ru-yı siyahımı güldür Yeter ġıyma xitam buldur Cümle işler tamam oldu1076
1074 kekül: kâkül.//Cafar: Cafer. 1075 meyliñi: meyini. 1076 “vakit axir (…)” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
295
3.Bilinmiyor ki esrarı Bulunmuyor ki etvarı Beni yaktı aşkıñ nârı Elif kadem kemân oldu 4.Bilinmiyor bu ne hâldir Hâlimi dostuma bildir Vakittir mehdiñi kaldır Her taraftan aman oldu 5.Âşıklarıñ söyler dili Kıldan ince sürer yolu Zülfekar sahibi Ali Etlerimiz çeman oldu 6.Azmî’niñ dergâha yönü Asumana çıktı ünü Niçin söyletirsiñ beni Alâmetler tamam oldu
144b
(…) kararı, Adana mütesellimi Ali Bey’in Ürküt1077 Ali’si için o mıntıkanın istitası
Lâtifî Tarihi, cilt 3, sayfa 145
Lâtifî Taraihi’nin 3’üncü cildinin 150’nci sayafasındaki 1247 senesi vekayiinden:
BAZ-I VUKUAT-I ADANA
Tarsus mütesellimi Mehmed Ağa Menemenci Oğlu ile beraber delilbaşlardan
vesaireden başına bir alay haşerat cemiyle Adana’yı nehbe1078 kıyam hitam edildiğinden
Adana mütesellimi Hasan Paşazade Ali Bey müdafaalarına bil-ibtidar Mehmed Ağa ile
otuz kadar adamlarını idam eylemiş olduğu ve asıl samia-yı devlet olduğunda Tarsus’un
bir mütesellime ihalesi ve Mehmed Ağa’nin me’mul olan muhallifat-ı keliyyesinin
Tahir’e ihracı (…)1079 Bendirli Ali Paşa biraderi Kapucubaşı Halil Bey Tarsus
mütesellimi nasb olunmuştur.
(Bundan başka aynı sayfada kayda şayan malûmat-ı mühimme kadardır.)
اورآvد 1077 ��wە / ��Èە 1078 خ | �ە 1079
296
145a
Mısırlı İbrahim Paşa ile Hafız Paşa maiyetinde 19 derebeyi1080 meyanında mücadelede
gösterdiği üstün yararlıktan dolayı kendisine ‘Paşa’lık verilmiş Küçük Ali Oğlu ‘Halil’
Bey’in1081 Halil Paşa’nın yek diğer (...)nden torunu ‘Ahmed Bey’1082, oğlu ‘Musduk’
Paşa zamanından İskenderun’da gemiye binecek 300 Hicaz yolcusunu yol kesmek
suretiyle o mıntıkada soymuş; hükümet şakileri tedip için asker göndermiş; Ahmed Bey
hükümetin askerini bozmuş. Dadal Oğlu Âşık Veli bu hadise için şu türküyü söylemiş:
[XXXVI]
1.Ferman geldi Ehmed Báġ’iñ üstüne:1083 Mahiyetinde gezer derebáġleri.1084 Emmim Hacı Báġ’den (de) meresi kaldı1085 Çok yaşamış şu ‘Payas’ıñ daġları!
1080 1.Avşar Beyi Recep Oğlu
2.Kozan Oğlu 3.Beyazıt Oğlu 4.Çapan Oğlu 5.Cadı Oğlu 6.Pehlivan Oğlu 7.Cerid Beyi İmirza Oğlu 8.Reyhanlı Mursal Oğlu 9.Göğ Ali Oğlu 10.Bozdoğan Beyi Kerim Oğlu 11.Sırkıntılı Oğlu 12.Karsantı Oğlu 13.Melemenci aşireti/ Melemenci Oğlu 14.Ramazan Oğlu 15.Tarasuslu Kelin Oğlu 16.Fettah Oğlu 17.Gâvur Dağı’nda Tecirli’nin (…) [ ی�ل�p|�]oymağı beyi Ali BekirOğlu Derviş Paşa ile bir ay harp etmiş. 18.Karalar Ağası 19.Arslan Paşa Oğlu
1081 üzeri karalanmış kelime okunmuyor. (hzl.) 1082 Halil Paşa’nın babasının, belki de Ahmed Beğ’in babasının adı Hacı Beğ’dir. Anber Ağa daha ziyade Halil Paşa’nın babasının adının Hacı Beğ olduğuna kanidir. 1083 Ehmed: Ahmed. 1084 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 1085 meresi: mirası.
297
2.Hacı Báġ’im bu oyunu çok gördü: Yedi ‘paş’ üstüne ordusun kurdu.1086 Sultan Mahmud bize korktu da verdi, Vezir babam zor(u)nan aldı tuġları!1087
145b1088
[XXXVII]
H
1.Dinleyin ağalar azdı zamana İnsanda namus [da] ar da kalmadı Kitapta yazıyor yakın kıyamet Bunu [da] bilecek pîr de kalmadı 2.Doğru akar su meylinden sürdüler Eğrilerin hepisini gördüler (Şimdi) erkekliği avratlara verdiler Avradına sahip er de kalmadı 3.Erler (de) avratlara verdi sırını Avratlar da tutmaz erin şorunu Kız(lar) baba(sı) evinde bulur erini Utanır yüzünde ar da kalmadı 4.Fırsat geçti müzevirin eline Sermaye balamış kendi diline Şimdi hürmet puşta kaype dölüne Eytibar yiğit de mert de kalmadı
146a1089
7
3.Hacı Báġ’im bunu böyle der idi Altı Avşar, Türkmen báġi var idi1090 Tüfáġimiz Macar, firek barıdı1091 Ölen öldü, hesap ediñ saġları!
1086 paş: paşa. 1087 zorunan: zor ile. 1088 bu sayfadaki şiir Lâtin harfleriyle yazılmıştır fakat yazı Fahri Bilge’ye ait değildir. (hzl.) 1089 bu sayfadaki şiir 145a’daki şiirin devamıdır. (hzl.) 1090 “Yedi Türkmen beyi” yazılmış fakat “yedi” ve “beyi” kelimelerinin üzeri karalanmıştır. (hzl.)//Báġi: Beyi. 1091 Firek: Firenk.//Barıdı: Barutu.
298
4.Dadal Oġlu’m der ki: Dava bitince1092 Aşiretler kol kol olup göçünce Sıġ durup da Cehan suyun geçince 1093 Güzel ata biner Türkmen báġleri!
146b1094
H
5.Küçükler büyükün sözünü dutmaz Böyükler küçüğün hatrını saymaz Âlem çifci oldu karnımız doymaz Dağ taş (...) oldu bar da kalmadı 6.Kul Cabbar’ım der de kaldı müflis1095 Kaktı barkla umarım Hak’tan (...) Yırtıla (...) (...)
‘Cabbar’ Kadirli’nin Hacı Hallı Uşağı köyünden Hacı Hallı oğlu Süleyman’ın
mahdumudur. Resmen 1335 tevellütlü olup orta mektep tahsili gördükten sonra 20-30
yaşında iken 1940 senesinde köyünde (...) Ceyhan’a (...) (...) giderken yolda vefat
etmiştir.
147a
Yeğen Osman Paşa’nın Bağdat’ı müdafaası esnasında Kadir Şah’a mağlûbiyeti
münasebetiyle ‘Fazıl’ tarafından söylenilen türkü:
[XXXVIII]
1.Atana’da Kara Vezir yaslanır Urum’dan Şam’a da ünü seslenir Havlısında tor küheylân beslenir Çıkmış yúġsegine hay eyler Yegen1096
1092 dava: kavga.//”Dadal” kelimesinden önce yazılan kelime karalandığı için okunamamıştır. (hzl.) 1093 Cehan: Ceyhan. 1094 bu sayafadaki şiir 145b’deki şiirin devamıdır. Sayfanın sonuna yer alan şair hakkındaki bilgiler Fahri Bilge tarafından Arap harfleriyle yazılmıştır. (hzl.) 1095 bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 1096 Yeğen: Osman Paşa.
299
2.Meteris kazıldı kavġa kuruldu Yegen Osman Paşa orda vuruldu Kitirigi al at yoruldu1097 Yavru şahan gibi dalıyor Yegen 3.Kavġa kuruldu da tühekler öttü Osman Paşa’m vuruldu ordular battı Geldi düşmanları Baġdad’a yetti İspir doġan gibi varıyor Yegen1098
147b
Anber Ağa’dan 27/9/1945’te dinlediğim türkülerden 1269 Harbi için:
[XXXIX]
1.Amanıñ uşak kalmadı Lâdif gitti sürüyünen Sabahaca yatılmıyor Gelinleriñ zarıyınan 2.Uşaklar gitti gelmedi ‘Kumarlı’da hocayınan1099 Issız kaldı büyük evler Karı kaldı kocayınan1100 3.Omar Osman, Ali’yinen1101 Kavuz Bekir deliyinen Acep Allah kavuştu mu Beñli Fakı Sarı’yınan 4.Sarı’nıñ yüzü gülgülü Fakı caminiñ bülbülü Yaylalarıñ mor sünbülü Koç Daġı’nıñ karıyınan1102 5.Kars’ta kavġa kuruluyor Uşak ora deriliyor Davulbazlar vuruluyor Muzıkalar boruyunan
1097 kitirik: yedek.//Bu mısrada vezin bozuktur. (hzl.) 1098 “şahan” yazılmış fakat karalanarak yerine “doġan” yazılmıştır. (hzl.) 1099 Kumarlı: 1000/1500 nüfuslu küçük bir oymaktır. Avşarlarla Tecirli arasında Andırın, Maraş, Antep taraflarında yaşayan Türkmen aşireti. 1100 koca: ihtiyar. 1101 Omar: Ömer. 1102 Koç Dağı, Pınarbaşı ile Soğanlı arasında Kabak Tepesi’ndedir.
300
6.Lâdifler [de] maġta1103 kazar Biñbaşılar tabur düzer İnşallah Moskof’u bozar Peyġamber’iñ zoruyunan 7.Uşaklar da ezen alsa1104 Müjdecisi eve gelse Süleyman (…)1105 kır at binse Xalil Kâhya dorusuyunan
8.Cingöz Oġlu’m der ki aman Aralıktan kalksın duman Bizim mekânımız Kaman Çiçek baġlar moruyunan
148a
1293 OSMANLI – RUS MUHAREBESİ (…)LARINDAN1106
[XL]
1.Söylemeñ aġalar insan pereli1107 İnşallah alır da aslan kıralı1108 Böyle cenk olmadı dünya duralı Al kane belendi yavrılar ġayrı 2.Söylemeñ aġalar içimiz yaslı Bir habar gelip de dönmediñ aslı Neçe dal pürçüklü yalburdak fesli Moskof’a karışır gözüler ġayrı1109 3.Kırdırıyor gâvur paşa alınan1110 Dereler de akar kannı silinen1111 Uġrun uġrun habar geldi telinen Analar, bacılar bozular ġayrı
1103 maġta [j�±م]: çayır. 1104 “ezen” kelimesinin yanına yazılan kelime karalandığı için okunamadı. (hzl.) آvرغ 11051106 Ali Şir Ağa bu türküyü Pazarviran nahiyesinin ‘Haledik’ köyünde Kör Ahmed’in anası yaşı yetmişi aşmış ‘Güllü’den 1943 senesi ilkbaharında dinlemiştir. Ben de 15/10/1943’te Kayseri’de Ali Şir Ağa’dan dinledim. 1107 pereli: gamlı. 1108 yani Müslümanlar Moskof memleketini zapt eder. 1109 “gözüler” kelimesinin yanına yazılan kelime karalandığı için okunamadı. (hzl.) 1110 “paşa” kelimesinden sonra tekrar “qırdırıyor” yazılmış fakat karalanmıştır. (hzl.) 1111 silinen: selinden.
301
4.Der Seyit’im akılcıġım lâl oldu Akar kuru çaylar Moskof sil oldu Koç yıġit olana her dem gel oldu Zaġlı kılıç varır sızılar ġayrı
148b
4.Hele bakın şu felegiñ kasdına Osman Paşa yetemedi dostuna Silkinmiş binmiş de al at üstüne Sol kolun çaldırmış geliyor Yegen1112
149a
[XLII]
1.Çıktım ‘Feke’niñ daġına İrembil attım baġına1113 Aşiret sahap olmazsa Kaç kurtul Gâvur Daġı’na 2.‘Aġcasaz’ıñ yazıları1114 Ceren kovar tazıları İstanbul’a sürgün gitti Şu aġamıñ kuzuları 3.Amanıñ böyle olur mu Oġul babayı vurur mu Padişahıñ zorbaları Bu dünya size kalır mı 4.Yandık hey Allah’ım yandık Deveye çatıldı sanduk1115 Oturmuş da baş baġlıyor Bacıları Deli Fındık 5.Kızılırmak axar, gider Kenarını yıxar gider Ünü büyük Kozan Oġlu Boynucaġın büker gider1116
1112 bu dörtlük 147a’da XXXVIII numaralı şiirin devamıdır. (hzl.) 1113 irembil: remil. 1114 Ağcasaz: Çukurova çölündedir. 1115 sanduk: sandık. Deveye sandık yüklendi [آ}دىv~] demektir. 1116 boynucağın: boyuncuğun.
302
149b
6.Kadañı alayım bacı Kır at kişner acı acı Gâvur oldu da dönmedi Çerkez Báġ’iñ oġlu Hacı1117 7.Kır atı da kaplan poslu Dabancası altın taslı Sen söyle de ben aġlayım Çerkez Báġ’iñ kızı Nesli1118 8.Su axar yirilir yarlar Habar virsem aġlar yerler Ünü büyük Kozan Oġlu Konak ‘Gürleşen’de parlar1119 9.Olur mu báġler olur mu Evlât babayı vurur mu Ünü büyük Kozan Oġlu Bu dünya saña kalır mı
150a1120
150b
10.Kızılırmak axmam diyor Kenarımı yıkmam diyor Ünü büyük Kozan Oġlu Ben yurdumdan kaxmam diyor 11.Karası yaġlık karası Karıştı Kozan arası Ünü büyük Kozan Oġlu Aġ ‘döş’ü süngü yarası 12.Kır atı havlıda kişner Küheylânı yeri dişler Ünü büyük Kozan Oġlu Kürk geydirir at baġışlar
1117 bu parça Yusuf Ağa’nın karısı Nesli Hatun tarfınadn ağıt olarak söylenmiştir. 1118 bu parça da Yusuf Ağa’nın kız kardeşi tarafından söylenmiştir. 1119Gürleşen, Yusuf Ağa’nın konağının bulunduğu köyün adıdır. Bunu (…) [ىp±©p¨] merkezi olan ‘Hacın’ın 8-10 kilometre garb-ı cenubîsindedir. 1120 bu sayfa boştur. (hzl.)
303
13.Havlıları binek daşlı Baġçeleri gül aġaçlı Kozanlı’nıñ hatınları Aġ sayalı üce başlı1121 14.Çıktım Kozan’ın daġına Karı derneyi dizleyi Yaralarım göz göz oldu Cerrah gözleyi gözleyi1122
151a1123
151b
111’inci sayfada: (Bundan evvel yeşil defterin 125’inci sayfasındaki Tüngüt Köprüsü
Kavgası)
CİN YUSUF KAVGASI
Avşarlar, atıcılıkta ve binicilikte diğer Türkmenlerden daha mahir oldukları ve çalışıp
kazanmaktan ziyade harp ve (...)ıyla1124 me’lûf bulundukları için etraftaki diğer aşiretler
üzerine baskın yaparak ellerine geçen emval ve eşyayı alıp yurtlarına götürmeyi
kahramanlık sayarlar; böyle baskın hareketlerini sık sık tekrarlalarmış.
Cerid aşireti ile aralarında öteden beri anlaşamamazlık olduğu için her fırsatta
baskınlarda bulunarak bu aşiret mensuplarını hırpalamayı da bir nevi intikam üstünlüğü
addederlermiş.
Avşar beylerinden Cinni Kır’ın oğlu Cin Yusuf Bey de yayladan Çukurova’ya iner
inmez her eylül ayının 3’üncü günü yanına adamlarını alarak ‘Cerid’ aşiretini basar; at,
deve, sığır gibi mallarını sürüp götürürmüş.
Tahminen 1261 senesinde1125 Çukurova’da ‘Cerid’ yurtlarından ‘Seydi Oğlu’1126
obasında kadınların çamaşır yıkamak üzere1127 su kaynattıkları zamana rastlayan yine
1121 üce baş: sivri ve yüksek efeli [ل� j©ا] demektir. 1122 bu dörtlüğün üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1123 bu sayfa boştur. (hzl.) 1124 r¬خ 1125 “yine bir eylül ayının üçüncü günü” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1126 “çoğunun” kelimesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.) 1127 üzeri karalanmış kelimeler okunamadı. (hzl.)
304
bir 3 Eylül günü Seydi Oğlu, birden bire eski yılların acı hatıralarını aklına getirerek
kadınlara: “Bugün Cin Yusuf’uñ baskın günü çabuk göçek” diye derhal çamaşır suyunu
döktürüp ağırlıklarını
152a
hayvanlara yükletmiş; Ceyhan’ın öbür yakasında ‘Yarsufat’a doğru yol almaya
başlamış. Akşam üzeri varıp oraya konmuş;
Fakat o gün onu eski yerinde bulamayan ‘Cin Yusuf’, ertesi sabah süratle ‘Yarsufat’ta
da kendisini gösteriyor.
Lâkin ‘Cerid’lerden oymak ağası Seydi Oğlu, Cin Yusuf’u karşısında görünce esasen
Tecirli aşiretine mensup olup yanında sığır çobanlığı yapan ve ‘Danacı’ denilen uşağına
“Ulan Danacı! Boyunu öldürmeye geliyor. Ben kaçacaġım. Aman beni öldürtme!”
diyor.
Bu sırada Cin Yusuf yaklaşıyor. Atına binip kaçan Seydi Oğlu’nu kovalamaya başlıyor.
Cin Yusuf atını Seydi Oğlu’nun arkasından koşturarak üzerinde silâh görmediği için
ehemmiyet vermediği Danacı’nın önünden geçerken Danacı yanında gizlediği
‘harbi’yi1128 Cin Yusuf’un arkasından vurmuş; göbeğinden çıkarmış.
Böyle ani olarak arkadan vurulan Cin Yusuf, daha bir şey yapmaya muktedir olamıyor;
düşüp ölüyor.
Cin Yusuf’u öldüren sığır çobanı ‘Danacı’ da sayılı bir kahraman oluyor.
152b
1129(1263’te Albustan Kavgası)
1128 �~rm 1129 “Bunlar 3-4 sene sonra da Albustan Kavgası oluyor. Fakat bu takdirde Mısırlı İbrahim Paşa’nın memleketimize tecavüz etmediği zamana rastlıyor ki vaziyet bu bakımdan tetkike dahi (…) muhtaç görülüyor.” ifadesinin üzeri çizilmiştir. (hzl.)
305
6. SONUÇ
Çalışmada Fahri Bilge’nin Kayseri’de yaşayan Afşarlardan yaptığı derlemelerin Lâtin
harflerine aktarılmış ve bu derlemelerin içindeki folklorik unsurlar değerlendirilmiştir.
Defterlerdeki malzeme tasnif edilirken Prof. Dr. Dursun Yıldırım’ın köy, kasaba ve
şehir monografik çalışma planı kullanılmıştır.
Fahri Bilge 1937-1950 yılları arasında Kayseri Ziraat Bankası Şube Müdür iken
tanıştığı Afşarlardan derlemeler yapmıştır. Halk bilimine 1920’li yıllardan itibaren
merak sarmış ve Kayseri’de de bu ilgisi doğrultusunda çalışmalar yapmıştır.
Derlemelerini mülâkat tekniğini kullanarak yapan Fahri Bilge, sosyal hayat ve sözlü
edebiyatla ilgili derlemelerin yanı sıra Afşar sözlü tarihiyle ilgili derlemeler de
yapmıştır.
Fahri Bilge resmî tarihlerde geçen olayları Afşar anlatılarıyla bir araya getirerek
olayların her iki taraf açısından nasıl algılandığını göstermeye çalışmıştır. Fahri Bilge
bu çalışmayı yaparken meseleye tarafsız yaklaşmaya çalışmıştır. Sözlü tarih disiplininin
ülkemizde yakın dönemde uygulanmaya başlamış olmasını göz önünde bulundurursak,
Fahri Bilge’nin yaptığı çalışmanın önemi ortaya çıkacaktır.
Sözlü tarih disiplinine göre, yazılı tarih kaynakları olaylara devletin açısından yaklaştığı
için, halkın görüşlerini yansıtmaz. Olayların doğru bir şekilde incelenebilmesi için
halkın bu olayları nasıl hatırladığı ve aktardığı da bilinmelidir. Özellikle henüz yazılı
kültür dairesine geçmemiş olan toplumlarda topluluğun tarihî geçmişinin sözlü olarak
aktarıldığı da düşünülürse, sözlü tarih disiplininin önemi görülecektir. Fahri Bilge’nin
derlemeleri yaptığı dönem 1940’lı yıllardır. Bu yıllarda hâlâ Afşar tarihi sözlü olarak
aktarılmaktadır. Yazılı kültür dairesine geçmeden önce topluluğun sözlü tarihinin tespiti
oldukça önemli bir çalışmadır.
Sözlü tarihle ilgili olarak derlenen bir çok anlatı Afşarların Fırka-yı İslâhiye ile
yerleştirildikleri döneme aittir. Bu konuyla ilgili çok fazla anlatının olmasının sebebi
kalabalık bir topluluğun çok kısa bir süre içinde (bir yılda) yaşam tarzlarını
değiştirmeleriyle ilgilidir. Fırka-yı İslâhiye’den önceki döneme ait anlatıların da
bulunduğu bu metinlerden en eskisi Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşandığı
306
söylenen “Töremez Oğlu Kavgası”dır. Olayın yakın döneme kadar aktarılmış olmasının
en önemli sebebi olayın türküsünün olmasıdır.
Defterde Afşar sözlü edebiyatına ait ürünler de bulunmaktadır. Fahri Bilge bu ürünleri
yazıya geçirirken ağız özelliklerini yansıtmaya özen göstermiştir. Defterde en fazla yer
alan sözlü edebiyat türü söylemelik türlerden ‘türkü’dür. Tören ve oyunlarda söylenen
türkülerin yanı sıra sözlü tarih metinleri içinde geçen türküler de bulunmaktadır.
Defterde geçen 57 türkünün 50’si ayaklıdır. Ayrıca bu türkülerden 31’inin sahibi
bellidir. Buradan da Afşarlar içinde türkü söyleme geleneğinin devam ettirildiği
söylenebilir.
Defterde Afşar mutfak kültürü, inanç yapısı, giyim-kuşam ve süslenme ile ilgili
uygulamalar, doğum, evlenme ve ölüm törenleri, Afşar halk dansları ve eğlenceleri ile
ilgili bilgiler bulunmaktadır. Ayrıca Afşarlarda temizlenme, halk hekimliği ve Afşar
töresiyle ilgili uygulamalar da yer almaktadır. Bu bilgilere göre, Afşarlar konar-göçer
olarak yaşadıkları dönemde hayvancılık ve baskınla geçimlerini sağlamaktaydılar.
Dolayısıyla besinler de hayvansal gıdalardan oluşmaktadır. Yine konar-göçer hayatın
bir başka etkisi de ‘töre’de görülmektedir: beyin dediğine kayıtsız şartsız uyulması;
erkeklerin egemen olduğu bir topluluk olunması gibi.
Metinlerin geneline bakıldığında Afşarların yanı sıra Uzunyayla-Çukurova arasındaki
konar-göçer Türkmenlerin hayatından da izler görmekteyiz. Türkmenlerin sözlü
edebiyat gelenekleriyle bağlı olarak sözlü tarihlerini de aktardıkları çıkan
sonuçlardandır.
307
7. ŞİİR DİZİNİ
7.1. Ayaklı Şiirler:
1. Kıyma vezir kıyma Recep Oġlu’na (?) 582: 37b
2. Al gelin almaya geldik almaya/Güllerin dermeye geldik gelmeye (?) 513: 91a
3. Bunu bilecek pîr de kalmadı (Kul Cabbar) 582: 145b
4. Çok yaşamış şu ‘Payas’ıñ daġları (Dadal Oğlu) 582: 145a
5. Arkasından büyür, gelir saġları (Dadal) 582: 53b
6. Emreylediñ üstümüze tuġları (Arslan Oğlu) 513: 43b
7. Al kane belendi yavrılar ġayrı (Âşık Cingöz Oğlu Seyit) 582: 148a
8. Sor Sultan Mahmud’a der yeter kayrı (Dadal Oğlu) 582: 104b
9. Sis’tedir oymaġı şimdi (Süleyman Bey) 582: 99b
10. Şindi Irakka’ya sürgün Báġdili (?) 582: 36b
11. Yalman külâh geyer deyme báġleri (Cingöz Oğlu) 513: 35b
12. Etten kala oldu canı báġlerin (Dadal Oğlu) 582: 101b
13. Biz báġimizi öğerik (?) 513: 28b
14. Gülüm, ireyhanım, bir dal fidanım (?) 513: 45a
15. Bele durup kâvran alanlardanım (Deli Aziz) 582: 121b
16. Üşüdüm göynekçegim (?) 430: 8b
17. Emmili, dayılı ilden gelirim (Yeğen Ali) 582: 126b
18. Sal da bir davam görenden ölürüm (?) 582: 42b
19. Felek bizi alakoydu sıladan (Âşık Ali) 513: 15b
20. Halid’i meydanda düşürdü Duran ( Âşık Halil) 582: 51b
21. Çıkmış yúġsegine hay eyler Yegen (?) 582: 147a
22. Kırıldı ötmüyor teli Avşar’ıñ (Mehmed) 582: 32b
23. Duydum hâli perişandır Avşar’ıñ (?) 582: 103a
24. Yaylası kanınan yundu Avşar’ıñ (?) 582: 32b
25. Saçı sünbül telli suman aġlasın (?) 582: 118b
26. Şirin huba gibi ne hoş bakarsın (?) 582: 67c
27. Akca ceylanı gibi ne hoş bakarsın (Âşık Abdurrahman) 582: 68a
28. İspir doġan [gibi de] çıġnak taharsın (Âşık Abdurrahman) 582: 138
29. Attan kala oldu canı báġleriñ (?) 513: 42b
30. Filân kız senin olsun (?) 430: 3
308
31. Öñ Aġcasu’ya indi Torun’uñ (Âşık Cingöz Oğlu Seyit) 582: 141a
32. Kırıldı kanadı kahmaz Torun’uñ (Âşık Cingöz Oğlu Seyit) 582: 140a
33. Çıhar meydana da döğüşür bugün (Âşık Abdurrahman) 582: 80b
34. Ahaliyi bir nizama sokmam var (Dadal) 582: 65b
35. Dilber dilber canım dilber/Canımıñ yarısı dilber (?) 430: 5
36. Kirtik de kavgaya karıştı derler (Molla Kestek) 582: 142a
37. İçinde oturan báġdir (?) 430: 9
38. Ta ezelden kurt enigi kurt olur (Arslan Paşa Oğlu) 582: 74b
39. Geçmiş güzelligi, canı kalmamış (?) 582: 39a
40. Ölüme bir çare etmez mal demiş (?) 582: 44b
41. Koç yıġide kannı göynek dondur bu (Dadal) 582: 57b
42. Vakit ahir zaman oldu (Azmi Bekir) 582: 144a
43. Sopayı iriden vur Mursal Oġlu (Dadal Oġlu) 582: 92b
44. Aşiretin dögüş etti duyduñ mu (Dadal) 582: 69b
45. Osmannılar fursandınan vurdu mu? (Cingöz Oğlu Seyit) 513: 44d
46. Aşiretler şu Rakka’ya sürüldü (Kul Şeyh Ali) 582: 141b
47. Bire’ġalar Kar’İsmail öldü mü (Cingöz Oğlu Seyit) 513: 43b
48. Öldü derler, ‘Cerid Beyi’ öldü mü (Âşık Halil) 582: 39b
49. Katlan Danac’Oġlu varıyor Çerkez (Dadal Oğlu) 582: 90b
50. Hani kabak asan Kodaz Ali’ñiz (Dadal Oğlu) 582: 63b
7.2. Mâni Tarzında Söylenmiş Şiirler:
1. Kaç kurtul Gâvur Daġı’na (?) 582: 149a
2. Mevlâ’m bizi kayıra (?) 430: 7
3. Mevlâ’m bizi kayıra (?) 513: 85b
4. Boz atlı Hızır ulaşa (?) 582: 143b
5. Büyük eviñ yakışıġı (?)513: 91b
6. Yârin terk edenleri (?) 513: 45b
7. Gelinleriñ zarıyınan (?) 582: 147b
309
8. KAYNAKLAR
1. ABRAHAMS, Roger; “Sözlü Tarih Eleştirisi-Bir Folklorcunun Bakış
Açısından: Hikâye ve Tarih” (Basılmamış).
2. AÇA, Mehmet; A. Müge Ercan; “Anonim Halk Edebiyatı”, Türk Halk Edebiyatı
El Kitabı, (Editör: M. Öcal Oğuz), Grafiker Yayıncılık, Ankara 2004, s. 113-
168.
3. Ahmet Cevdet Paşa; Mârûzât (hzl.Yusuf Halaçoğlu), Çağrı Yayınları, İstanbul
1980.
4. AKSOY, Erdal; “Anadolu’da Yaşayan Oğuz Türklerinde Sosyal Farklılaşma:
‘Türkmenler ve Yörükler’”, KÖK Araştırmalar/Osmanlı Özel Sayısı, 2000, s.
105-121.
5. [ALTINAY], Ahmet Refik; Anadolu’da Türk Aşiretleri (966-1200), 2. baskı,
Enderun Kitabevi, İstanbul 1989.
6. ASSMAN, Jan; Kültürel Bellek, (Çev.: Ayşe Tekin), Ayrıntı Yayınları, İstanbul
2001.
7. ATALAY, Besim; “Fırka-i Islahiyye ve Cevdet Paşa” , Türk Yurdu , cilt XIV,
Sayı 5, Hicri 1334/Miladi 1918, S.4122 – 4128.
8. ARICANLI, İsenbike; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Yörük ve Aşiret Ayrımı”,
Boğaziçi Üniversitesi Dergisi/Beşerî Bilimler, Sayı IX, 1941, s. 503-506.
9. BAŞGÖZ, İlhan; “Protesto: Folklorun Beşinci İşlevi (Fonksiyonu)”, Prof. Dr.
Umay Günay Armağanı, Ankara 1996, s. 1-4.
10. BİLGE, Fahri; “Kayserililer-Başlangıç”, Erciyes, Sayı 14-15, Mart 1940, s. 418-
419.
11. BİLGE, Fahri; “1527 Tarihindeki Bir İsyanı Hatırlatan bir Manzume: Kalender
Vak’ası ve Koyun Abdal”, Erciyes, Sayı 17, Mayıs 1941, s. 503-506.
12. BİLGE, Fahri; [Fahri Bilge’nin “Avşarlar” adlı eserinden Azmi Bekir’e ait bir
türkü], Erciyes [Kayseri Halkevi Dergisi], Mayıs 1941, sayı 17, s.510.
13. BİLGE, Fahri; “Azmi Bekir’e Ait Bir Şiir”, Erciyes, Sayı 17, Mayıs 1941, s.
510.
14. BİLGİLİ, Ali Sinan; Osmanlı Döneminde Tarsus Sancağı ve Tarsus
Türkmenleri (Sosyo-Ekonomik Tarih), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
2001.
310
15. BLOCH, Mark; Feodal Toplum, (Çev.: Mehmed Ali Kılıçbay), Gece Yayınları,
Ankara 1995.
16. BORATAV, Pertev Naili; Türk Halkbilimi-II, 100 Soruda Türk Folkloru,
Gerçek Yayınevi, İstanbul 1997.
17. BORATAV, Pertev Naili; Türk Halkbilimi-I, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı,
Gerçek Yayınevi, İstanbul 2000.
18. BOZYİĞİT, A. Esat; “Halk Şiirimizde Kozanoğulları Olayları” (Uluslararası
Karacaoğlan ve Çukurova Halk Kültürü Sempozyumu, 21-23 Kasım 1990,
Adana), Bildiriler, Adana 1990, s. 287-298.
19. Cevdet Paşa; Tezakir (21-39), (yyl: Cavit Baysun) , 2. baskı, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara 1986.
20. CONNERTON, Paul; Toplumlar Nasıl Anımsar?, (Çev.: Alaeddin Şenel),
Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1999.
21. ÇALIŞKAN, Zekeriya; Sarız ve Çevresinde Yaşayan Avşarların Örf ve
Adetlerinde Dini Unsurların Sosyolojik Tetkiki, Doktora Tezi, Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992.
22. ÇELİKDEMİR, Murat; Osmanlı Döneminde Aşiretlerin Rakka’ya İskânı (1690-
1840), Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001.
23. ÇOBANOĞLU, Özkul; Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri
Tarihine Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara 1999.
24. DANACIOĞLU, Esra; Geçmişin İzleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul
2001.
25. DEMİRTAŞ [SÜMER], Faruk; “Osmanlı Devrinde Anadolu’da Oğuz Boyları”,
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt VII, Sayı 2, s. 55-64.
26. Derleme Sözlüğü I-XII, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1963-1983
27. DULKADİR, Hilmi; “Avşar Elleri”, İçel Kültürü, Cilt XIX, Sayı 40, 1995a, 7-9.
28. DULKADİR, Hilmi; “Avşar Elleri”, İçel Kültürü, Cilt XI, Sayı 52, 1997d, s. 15-
16.
29. DUMONT, Paul; “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu’nun Islahı”, (Çev.:
Bahattin Yediyıldız), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü
Dergisi, Sayı 10-11, 1980, s.369-394.
30. EBERHARD, Wolfram; Güneydoğu Anadolu’dan Âşık Hikâyeleri, (Çev.:
Müfide Kocaoğlu van der Hoeven), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2002.
311
31. EKİCİ, Metin; “Araştırma Yöntemleri”, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, (Editör:
M. Öcal Oğuz), Grafiker Yayıncılık, Ankara 2004, s. 69-111.
32. ELÇİN, Şükrü; “Cingözoğlu Âşık Seyit Osman”, Halk Edebiyatı Araştırmaları–
I, Kültür ve Turuzim Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988.
33. ELÇİN, Şükrü; Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara 1998.
34. ERÖZ, Mehmet; Yörükler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1991.
35. ERSOY, Ruhi; Baraklı Âşık Mahgül ve Repertuvarı, Doktora Tezi, Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003.
36. ERSOY, Ruhi; “Barak Türkmenleri’nin Sözlü ve Yazılı (Resmi) Tarihlerine
Mukayeseli Bir Yaklaşım Denemesi”, Millî Folklor, Sayı 65, 2005, s. 84-93.
37. FB 430: A.Ârifî [Fahri Bilge], Halk Bilim Derlemeleri ve Biyografiler, Milli
Kütüphane İbni Sina Yazmaları, Nu.: Yz. Fahri Bilge 430.
38. FB 513: A.Ârifî [Fahri Bilge], Avşar Âdetleri,Kayseri 1943-1945, Milli
Kütüphane İbni Sina Yazmaları, Nu.: Fahri Bilge 513.
39. FB 564: A.Ârifî [Fahri Bilge], [Defter], Milli Kütüphane İbni Sina Yazmaları,
Nu.: Fahri Bilge 564.
40. FB 582: A.Ârifî [Fahri Bilge], Avşar Boyunun Beyanındadır, Kayseri 1943,
Milli Kütüphane İbni Sina Yazmaları, Nu.: Fahri Bilge 582.
41. GAZİMİHAL, Mahmut Ragıp; Türk Halk Oyunları Kataloğu I-II-III, (Haz.:
Nail TAN), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1991-1997-1999.
42. [GÖĞCELİ], Yaşar Kemâl; Sarı Defterdekiler, (Hzl. Alpay Kabacalı), Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul 1997.
43. GÖRKEM, İsmail; “Fahri Bilge ve Kayseri Halk Kültürüne Ait Araştırmaları
(Bir Derleme Mecmuasından Hareketle)”, Folklor/Edebiyat, Sayı 27, 2001, s.
55-64.
44. GÖRKEM, İsmail; Yeni Bilgiler Işığında Dadaloğlu ve Şiirleri, Bilge Yayınevi,
Ankara 2002.
45. GÜLENSOY, Tuncer; “24 Oğuz Boyunun Anadolu’daki İzleri”, Türk Hakbilim
Araştırmaları Yıllığı 1977, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1979, s. 73-
98.
46. GÜNDÜZ, Tufan; Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, Bilge Yayınları, Ankara
1997.
312
47. GÜVEN, Ahmet Emin; “Kayseri yöresel Kültürünün Tanıtımında Emeği
Geçenlerden: Fahri Bilge”, Erciyes Dergisi, Sayı 257, 1999, s. 22-23.
48. GÜVEN, Ahmet Emin; Kayseri Yakın Tarihinden Kültürel Araştırmalar VII:
Kayseri’de Yazma Mecmualar ve Muhtevalarından Seçmeler, Erciyes
Üniversitesi yayını, Kayseri 2000.
49. HAGEM; “Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Arşivi
– Ankara”, nu: YB 68.0001.
50. HALAÇOĞLU, Yusuf; XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân
Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, 3. baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara 1997.
51. HALKIN, Leon E.; Tarih Tenkidinin Unsurları, (Çev.: Bahaeddin Yediyıldız ,
Türk Tarih Kurumu Basımevi), Ankara 1989.
52. HARTOG, François; Herodotos’un Aynası, (Çev.: Emin Özcan), Dost Kitabevi,
Ankara 1997.
53. HARTOG, François; Tarih-Başkalık-Zamansallık, (Çev.: M. Emin Özcan ve
diğerleri), Dost Kitabevi, Ankara 2000.
54. HONKO, Louri; “Halk Anlatısı Araştırma Metotları/Bu Metotların Durumu ve
Geleceği”; (Çev.: İsmail Görkem), Millî Folklor, Cilt 6, Sayı 45, s. 70-87.
55. HUYSSEN, Andreas; Alacakaranlık Anıları-Bellek Yitimi Kültüründe Zamanı
Belirlemek, (Çev.: Kemal Atakay), Metis Yayınları, İstanbul 1999.
56. IŞIK, Mahmut; Afşarlar/Tarihi–Yetiştirdiği Şahıslar–Folkloru, Kardeş
Matbaası, Ankara 1963.
57. KALKAN, Emir; “Afşarlar”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 19, Ağustos
1982, s. 23-76.
58. KALKAN, Emir; Afşar Ağıtları, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür
Yayınları, Ankara 1998.
59. KARAMANLIOĞLU, Ali F.; “Fahri Bilge Kütüphanesi”, Türk Kültürü, Cilt 1,
Sayı 8, 1963, s. 44-45.
60. KAYA, Doğan; Anonim Halk Şiiri, Akçağ Yayınları, Ankara 1999.
61. KILIÇ, Gülderen; Sarız ve Çevresinde Yaşayan Avşarların Örf ve Adetlerinin
Tetkiki, (Yayımlanmamış Bitirme Tezi), Kayseri 1996.
313
62. KULA, Cemal; Kayseri Avşarlarının Ağzı, (Yayımlanmamış Bitirme Tezi),
Atatürk Üniversitesi Fen–Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Erzurum 1969.
63. Menemencioğlu Ahmet Bey ; Menemencioğulları Tarihi, (hzl. Yılmaz Kurt),
Akçağ Yayınları, Ankara 1997.
64. METİN, Celâl; “Sözlü Tarih ve Türkiye’deki Gelişimi”, Türk Kültürü Dergisi,
Sayı 469, 2002, s. 32-42.
65. OKAY, Orhan; “İflâh Olmaz Kitap Hastaları”, Yedi İklim, Sayı 145, Nisan
2004, s. 4-8.
66. ONG, Walter J.; Sözlü ve Yazılı Kültür, Sözün Teknolojileşmesi, Metis
Yayınları, İstanbul 1995.
67. ORHONLU, Cengiz; Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, Eren
Yayıncılık, İstanbul 1987.
68. Osmanlı Ansiklopedisi, Siyasi Tarih: II. Mahmut 1808-1839 maddesi, Cilt 6, İz
Yayıncılık, İstanbul 1996, s. 6-100.
69. ÖNDER, Sema; Avşarların Tarihçesi ve Avşar Ağıtları, Laçin Yayınları,
Kayseri 2000.
70. ÖRNEK, Sedat Veyis; Budunbilim Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara 1973.
71. ÖRNEK, Sedat Veyis; Türk Halkbilimi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
1995.
72. ÖZBAŞ, Ömer; Folklor Derlemeleri–İlbeyli Türkmenleri Arasında, Cumhuriyet
Halk Partisi Basımevi, Gaziantep 1939.
73. ÖZDEMİR, Ahmet Z.; Avşarlar ve Dadaloğlu, Dayanışma Yayınları, Ankara
1985.
74. ÖZDEMİR, Ahmet Z.; Öyküleriyle Halk Şiirleri, Ürün Yayınları, Ankara 1998.
75. ÖZDEMİR, Ahmet Z.; “Avşar Düğünlerinde Bayrak Soruları”, I. Uluslararası
Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara 2001, s. 201-210.
76. ÖZDEMİR, Ahmet Z.; “Avşarlar ve Dadaloğlu”, Folklor/Edebiyat, Sayı 40,
2004, s. 105-112.
314
77. ÖZGEN, H. Neşe; Van-Özalp ve 33 Kurşun Olayı-Toplumsal Hafızanın
Hatırlama ve Unutma Biçimleri, Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı
(TÜSTAV), İstanbul 2003.
78. ÖZKUL, Ali; “Oğuz Boyu – Avşarlar”, [basılmamış kitap], Kayseri (bir kopyası
İsmail Görkem arşivindedir).
79. ÖZTELLİ, Cahit; Üç Kahraman Şair: Köroğlu–Dadaloğlu–Kuloğlu, 2. Baskı,
Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul 1984.
80. ÖZTÜRKMEN, Arzu; “Sözlü Tarihin Yerel Tarih Araştırmalarına Katkısı”,
Yerel Tarih Dergisi, Sayı 1, 1998, s. 368-379.
81. ÖZTÜRKMEN, Arzu; “Sözlü Tarih Yeni Bir Disiplinin Cazibesi”, Toplum ve
Bilim Dergisi, Sayı 91, 2001-2002, s. 115-121.
82. PROPP, Vladimir; “Folklor ve Gerçeklik”, (Çev.: Tolga Tanyel), Folklora
Doğru, Sayı 60, Ekim 1990, s. 1-38.
83. SAYDAM, Abdullah; “XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Aşiretlerin İskânına Dair
Gözlemler” , Anadolu’da ve Rumeli’de Yörükler ve Türkmenler Sempozyumu
(14 Mayıs 2000-Tarsus), Bildiriler, Ankara 2000, s. 217-229.
84. SERTOĞLU, Midhat; Osmanlı Tarih Lügatı, 2. baskı, Enderun Kitabevi,
İstanbul 1986.
85. SÜMER, Faruk; “Çukur-Ova Tarihine Dair Araştırmalar”, Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 1, Sayı 1’den ayrıbası,
1963.
86. SÜMER, Faruk; Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu
Türklerinin Rolü (Şah İsmail ile Halefleri ve Anadolu Türkleri), Selçuklu Tarih
ve Medeniyeti Enstitüsü Yayınları, Ankara 1976.
87. SÜMER, Faruk; “Afşarlar, İran’da Hüküm Sürmüş Bir Türk Hanedanı”, Türk
Dünyası Araştırmaları, Sayı 41,Nisan 1986, s. 125-133.
88. SÜMER, Faruk; Oğuzlar (Türkmenler), Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, Türk
Dünyası Araştırma Vakfı, İstanbul 1999.
89. ŞAHİN, Ali; Güney Anadoluda Beydili Türkmenleri ve Baraklar, Doğuş
Matbaası, Ankara, 1962.
90. THOMPSON, Paul; Geçmişin Sesi/Sözlü Tarih, (Çev.: Şehnaz Layıkel), Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999.
315
91. TOROS, Taha; Dadaloğlu, XIX. Asır Çukurova Saz Şairi, Yeni Adana
Basımevi, Adana 1940.
92. Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, (Editör: M. Öcal Oğuz), Garafiker Yayıncılık,
Ankara 2004.
93. UYGUNER, Muzaffer; Dadaloğlu/Yaşamı, Sanatı, Şiirlerinden Seçmeler, Bilgi
Yayınevi, Ankara 1990.
94. VELİYEV, Kâmil; “Azerbaycan Folkloru: Problemler, Vazifeler”, (Aktaran:
İsmail Görkem), Millî Folklor, Cilt 5, Sayı 34, s. 5-17.
95. YALGIN, Ali Rıza; Cenup’ta Türkmen Oymakları I- II, (hzl. Sabahat Emir),
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1977.
96. Yerel Tarihçilik, Kent, Sivil girişim-Yerel tarih Grupları Deneyimi (Yerel Tarih
Konferansı-Türkiye’de Yerel Tarihçilik ve Sivil bir Çaba Örneği Olarak Yerel
Tarih Grupları, 16-17 Kasım 2001), (Editör: Funda Çelebi), Türkiye Ekonomik
ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2001.
97. YILDIRIM, Dursun; “Türkiye’de Folklor Araştırmalarının Gelişme Devreleri”,
Türk Bitiği, Akçağ Yayınları, Ankara 1998a, s. 43-60
98. YILDIRIM, Dursun; “Tarih Yazımı ve Sözlü Ortam Kaynakları”, Türk Bitiği,
Akçağ Yayınları, Ankara 1998b, s. 87-101.
99. YILDIRIM, Dursun; Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Akçağ Yayınları,
Ankara 1999.
100. YILDIRIM, Dursun; “Balkan Üçlemesi ve Tarih”, Türkbilig, Sayı 6, 2003, s.
144-160.
101. YILDIRIM, Dursun ve diğerleri; Liseler İçin Halk Bilimi, Millî Eğitim
Bakanlığı Yayınları, Ankara 2004a.
102. YILDIRIM, Dursun; “Sözel Tarih Belgesi: Sözel Tarih Metinleri [Kamanlı
Mendoğ’un sözlü tarihine bağlı sözel belge üzerine bir deneme]”, Türkbilig,
Sayı 8, 2004b, s.131-154.
103. YİNANÇ, Refet; Dulkadir Beyliği, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara
1989.
323
ÖZGEÇMİŞ
Betül Aydoğdu 10 Haziran 1980’de Kayseri’de doğdu. İlkokulu Kayseri Mustafa Özdal
İlkokulu’nda okudu. 1991-1998 yılları arasında orta okul ve lise eğitimini Kayseri Nuh
Mehmet Baldöktü Anadolu Lisesi’nde tamamladı. 1998-2002’de Erciyes Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenim gördü. 2002’de
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Türk Edebiyatı Anabilim dalı Türk
Halk Edebiyatı Bilim dalında yüksek lisansa başladı. 2004’te Erciyes Üniversitesi Fen-
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Türk Halkbilimi alanında
araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı.
Adres:
Esenyurt Mah.
Erciyes Cad.
No. 108
38050
Melikgazi/KAYSERİ
Tel: 0 555 307 25 52
e-posta:[email protected]