tÜrk nasİhat geleneĞİnden bİr Örnek -...
TRANSCRIPT
Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014, p. 211-232, ANKARA-TURKEY
TÜRK NASİHAT GELENEĞİNDEN BİR ÖRNEK:
“RİSÂLE-İ PEND-İ ÂŞIKÂN” *
Kadir ALPER**
ÖZET
Klasik Türk edebiyatında; pend-nâmeler, nasihat-nâmeler,
tecrübe ve bilgi aracılığı ile öğüt verme, bilinçlendirme amacı güden manzum, mensur ya da manzum-mensur karışık türlerdir. Türk kültür
ve edebiyat dünyasında, bilinen ilk yazılı ürünlerden Orhun
kitabeleriyle resmen başlayan daha öncesinde şifâhî (sözlü) kültürde
gelişim göstermiş “öğüt verme” düşüncesi köklü bir gelenek
oluşturmuştur. Genellikle dinî, ahlâkî mevize ve öğütlerle şekillenen eserler, ideal insan modelinin ortaya çıkması amacıyla telif
edilmişlerdir. Dini hayatın orijinal bir yorumu denebilecek tasavvuf
hayatı içerisinde de nasihat kavramı önemli bir yer tutmaktadır. Öğüt,
pîr-mürid ilişkisinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Edebiyatın
çoğunlukla vasıta olarak görüldüğü nasihat-nâmelerin içeriğinde
birtakım tasavvufî öğretiler ve orijinal yorumlar bulunmaktadır.
Giritli Aşkî, tasavvuf ekollerinden biri olan Kâdirîliğe mensuptur.
İstanbullu Şeyh İbrâhim Hanif’ten mezun olduğu bilinen Aşkî, başta
Divan olmak üzere manzum-mensur eserler telif etmiştir. 12 İmama
bağlılığını her fırsatta dile getiren ve XIX. yüzyıl başlarına kadar hayatta olan Giritli Aşkî’nin; yaklaşık 8 varaktan oluşan Risâle-i Pend-i Âşıkân
adlı eserinde; tasavvuf yoluna girişin şartları, pîre bağlanmanın önemi ve nihâyetinde tasavvufî eğitimin amacı ifade edilmeye çalışılmıştır.
Müellif, bu açıklamaları yaparken âyet-hadis ve bazı önemli şahısların
sözlerinin yanında, kendi şiirlerinden (nutuklarından) misaller vererek,
bazı kısımlarda ilginç denilebilecek söz tasarruflarında bulunarak,
manzum-mensur bir anlatım biçimini tercih etmiştir.
Anahtar Kelimeler: Klasik edebiyat, tasavvuf, pend, Giritli Aşkî,
*Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu
tespit edilmiştir. ** Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirel Üniversitesi Eğitim Fak. Türkçe Eğitimi Bölümü, El-mek: [email protected]
212 Kadir ALPER
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
AN EXAMPLE FROM THE TRADITIONAL ADVICE-GIVING IN TURKISH LITERATURE:
“RİSÂLE-İ PEND-İ ÂŞIKÂN”
ABSTRACT
There is a unigue genre in Classical Turkish Literature that was called pend-nâme or nasihat-nâme in which the author, out of his own
experience and wisdom, aimed to advise and help people to have
awereness. Advice-giving, which in Turkish verbal culture dated back to
the pre-Orhun inscriptive monuments became a strong traditional
practice in Turkish culture. Pendnames, that is, the written works in
this practice were produced to contribute to the efforts made to create the ideal human character through religious or moral sermons and
advice. Advice giving is also a key part of sufi way of life, which could be
called as an original interpretation of religious practices.
These books in etiher prose or verses or in both contain plenty of
advice which involves some sufi views and basics: giving advice is an
key concept in the relations of the sufi Saint and his disciples in sufi tradition.
Aşki The Cretan was a follower of a Sufi path called Kadiri. He is
known to acquire his education from Şeyh İbrâhim Hanif İstanbulî, and
apart from his Divan, compiled various books in prose and verse. Aşki
was from the island Crete and a person from an sufi tariqah and a devoted follower of the Twelve Imams lived at turn of the 19th century. He is the author of a sixteen-page booklet titled Risâle-i Pend-i Âşıkân.
The booklet talks about the preliminary basics to start to follow a sufi
path, about why a muslim should follow a sufi Saint, and what sufi
practices aim. Aşki supports his advice with verses from the Koran,
words of the Prophet and some quotes from the wellknown scholars. In his He also brings examples from his own poetical speechs and prefers
in his advice to use prose and verse practising some interesting
metaphors.
Key Words: Classical Turkish Literature, Sufism, advice, Aşki the
Cretan
Giriş
Pend-nâmeler1, tecrübe ve bilgi temeline dayanılarak dinî, ahlâkî öğüt verme,
bilinçlendirme amacı güden manzum, mensur ya da manzum-mensur türlerdir. Türk edebiyatında
öğüt-nâme, nasihat-nâme adlarıyla da bilinen pend-nâmelerin muhtevasında âyet, hadis, vecizeler
ve nasihatleriyle tanınmış önemli şahısların sözleri yer almaktadır.2 Nasihat-nâmelerde din eğitimi
için gerekli olan ahlâk felsefesinden çok pratiği önemsenmiş, yapılması ve yapılmaması gerekenler
1 “Pend-nâme”; Farsça, öğüt anlamına gelen “pend” ile “mektup, fermân, kitap” sözcüğünün karşılığı olan “nâme”
kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. 2 İskender Pala, Nasihat-nâme, DİA, İstanbul 2006, c.32, s.411
Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 213
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
doğrudan açıklanmıştır.3 Nasihat-nâmeler, okuyucuya hem ahlâki hem de sosyal yönden örnek
insan olabilme yollarını göstermiştir.4 Pend-nâmeler, Orhun yazıtlarından Dede Korkut’a,
Risâletü’n-Nushiyye’den Nâbî’nin Hayriyye’sine, Güvâhî’nin Pend-nâmesi ve Cûdî’nin Nesâyihü’l
Mülûkuna kadar kısmî ya da küllî pek çok örnekle gelenek teşekkül ettirmiştir.5 Tasavvuf hayatı
içerisinde de nasihat kavramı önemli bir yer tutmaktadır. Pîr-mürîd ilişkisinin önemli bir kısmını
oluşturan öğütler, retorik vasıta edilerek birtakım tasavvufî yorum ve öğretileri içermektedir. Şeyh,
pîr, azîz gibi ünvanlarla anılan mürşîdin sözleri, nutuk ve nefesleri mürîtlerin dünyasında çok
büyük önem taşımaktadır.6 Mutasavvıflara göre ehlinin dilinden, nutkile söyleyen gerçekte Hak’tır.
İnanışa göre ehlullâh, Hakk’ın razı olduğu mertebeye ulaşınca, Hakk’ın konuşan dili, bakan gözü
(gibi) olurlar.7 Bu bağlamda Aşkî’ye göre nutuk; İlâhî gerçekleri, ledün sırrını ve mutasavvıfâne
nazımları ihtivâ eden –nasihat endeksli- mukaddes sözlerdir.
Şair, aşağıdaki gazelde vahdet-i vücût nazariyesi etrafında nutuk kavramını açıklamaktadır:
Zât-ı Hakk’ıñ mahzeni bir nutk ile pinhân imiş
Ehl-i dil bilür bu nutku nûr ile lem‘an imiş
Vasfı zâtıñda nüzûl itdikçe insânın meger
Nutk imiş andan numûne hükm iden sultân imiş
Görmedikçe âdemi sen bulmadın nutkı ‘ayân
Nokta-i vahdet bilindi nutk ile yeksân imiş
Nutk-ı Hak’dır didigim terk eyle lağvı ey kişi
Nutk anın hakkıdır ancak râhına bürhân imiş
Zâ’il oldukda ‘anâsır nutk-ı Hak bâki kalur
Nutk gitse kendiden pes ne kalur bî-cân imiş
On sekiz bin ‘âlemi bir nutk ile icâd ider
Emr-i kün de nutk iden ol ‘âleme sübhân imiş
Bu mesel oldu ezelden âdeme bir söz yeter
Bu sözü bilmez ne sözdür Hakk’a ol hayvân imiş
Bundan merâm nutk-ı Hakla dimedir gayrı degil
Yek cevâb kâfi degil mi söyleyen insân imiş
Ger sorarsan kimdedir nutkuñ nişânı kim bilür
‘Aşkîyâ sâdık kişinin nutku hep Kur’an imiş (Divan 118/1-9)
3Mehmet Sait Çalka, Safî Mustafa Efendi’nin “Gülşen-i Pend” Mesnevisinde Din Görevlilerine Nasihatleri, Turkish
Studies- İnternatianol Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 3/1 Winter
2008, Doi Number: http://dx.doi.org/ 10.7827/ TurkishStudies. 269, p. 242-250 4 İbrahim Gültekin, Taşlıcalı Yahyâ Bey’in Divan’ında Nasihatname Türünde Yazılmış Şiirler ve Bu Şiirlerin Konuları,
Dili ve Üslubuna Dair Bazı Hususiyetleri, Turkish Studies- İnternatianol Periodical For the Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic, Volume 8/9 Summer 2013, Doi Number: http://dx.doi.org/ 10.7827/ TurkishStudies.
5482, p. 1525-1552 5 Nasihat-nâme / Pend-nâmelerle İlgili Kaynaklar
Agâh Sırrı Levend, Ümmet Çağında Ahlak Kitaplarımız, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara 1964, s.89-115;
Bursalı Mehmed Tahir, Ahlak Kitaplarımız, İstanbul 1325; Mahmut Kaplan, Türk Edebiyatında Manzum Nasihat-
nâmeler, Türkler, Yeni Türkiye Yay. Ankara 2002, C. 11, s.791-799; Mehmed Ali Aynî, Türk Ahlakçıları, Kitabevi
Yayınları,İstanbul 1992; Mehmet ARSLAN, Divan Edebiyatında Nasihat-nâmeler (Pend-nâmeler) ve Vak‘anüvis Es‘ad
Efendi’nin Pend-nâmesi, Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, Sivas, 2004 6 Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları, İstanbul 2010 s.207 7 Kudsi Hadia için bkz: Sahih-i Buhari, Rikak, 38; Ahmed b. Hanbel, müsned, c: 6, s.256
214 Kadir ALPER
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
Eserlerinde vecd ve heyecandan çok didaktik bir üslup görülen Aşkî’nin hayatı ve hayatı
çerçevesinde şekillenen edebî kimliğinin bilinmesi fikirlerinin daha açık bir şekilde anlaşılmasını
sağlayacaktır.
1.Giritli Aşkî’nin Hayatı ve Edebî Kişiliği
1.1. Hayatı
Aşkî’nin kimliği hakkında biyografik eserlerde kesin bilgi bulunmamaktadır.8 Divanının
ser-levhasındaki “Aşkî-i Giridî” terkibinden mahlâsının Aşkî ve kendisinin Giritli olduğu9;
eserinin sonunda yer alan vasiyetini içeren manzum-mensur bir bölümde de adının “Hüseyin bin
İbrahim Ethem” olduğu kayıtlıdır.10 Aşkî’nin doğum ve vefât tarihleri de kesin olarak
bilinmemektedir. Ancak divanındaki biri H.1213 / M. 1798’e diğeri H.1235 / M.1819’a ait iki tarih
kıtası ile Risâle-i Pend-i Âşıkân adlı eserinin sonundaki mesnevisine düştüğü temmet kaydında H.
1236/ M.1820 senesi şairin 1820’de hayatta olduğunu göstermektedir. Vefâtı da bu tarihten sonra
olmalıdır.
1.2. Edebî Kişiliği
Kâdirî tarikatına mensup olan, Ehl-i beyte ve İmam Câfer’e bağlılığını her fırsatta dile
getiren müellifin, manzum ve mensur eserleri bulunmaktadır. Hüseyin Aşkî, şiirlerinde “Aşkî”,
“Derviş Aşkî” mahlaslarını tercih etmiştir. Yalnız bir şiirinde adını ve meşrebini kastederek
“Hüseynî” mahlasını kullanmıştır. Öncelikle bir tekke şairi olan Aşkî’nin mutasavvıflığı şairlik
kimliğinden önce gelir. Şeyh konumunda olması sebebiyle bildiklerini ve hissettiklerini gösterişe
kapılmadan, içinden geldiği gibi aksettirmeye çalışmıştır. Bu durum, pek çok tekke şairinde
görüldüğü gibi Aşkî’nin bazı şiirlerinde az da olsa vezin ve kafiye kusurlarına neden olmuştur.
Şairin divanında; münâcât, na’t, istişfâ, nutuk ve düvâzdeh türlerinde 301 şiiri bulunmaktadır. Bu
şiirlerin büyük çoğunluğu gazel olmak üzere mesnevi, murabba, muhammes ve müfred formlarında
ve aruzla yazılmış, az bir kısmı da hece ile ve koşma nazım biçimiyle kaleme alınmıştır.
Aşkî, şiirlerinde ve mensur eserlerinde didaktik yönü ağır basan bir üslubu tercih etmiştir.
Bazı şiirlerini nutuk, nutk-ı düvazdeh, münâcât gibi adlarla isimlendiren müellifin isimlendirmediği
diğer şiirleri de büyük ölçüde öğreticiliğin öne çıktığı nasihat formunda telif edilmiştir.
1. Risâle-i Pend-i Âşıkân
1.1. Eserin Nüshaları
Eserin biri Millî Kütüphane’de diğeri Diyanet Kütüphanesinde olmak üzere iki nüshası bulunmaktadır. Her iki nüsha da yazı karakterleri ve nüsha farkı olmaması açısından biribirinin
aynısı olacak derecede benzemektedir.
Milli Kütüphane nüshasının özellikleri: Soğuk ıstampa baskılı mıklebli koyu kahverengi
meşin cilt. 2a yaprağında “Beşçınar'da yağdı rahmet Selanik'te Tiryaki Mehmed” ibareli bir
mühür basılıdır. İstinsah tarihi 1262/1844’tür.
8 Giritli Aşkî’ye ait olma ihtimali bulunan biyografik bilgiler için bkz. Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri;
Haz. C.Kurnaz, M. Tatcı, Bizim Büro Yay. C.1 s.283; Kadir Alper, Giritli Aşkî ve Divanı, Yüksek Lisans Tezi, GÜSBE-2005 9 Diyanet Ktp. Nüshası Varak No. 1b: “Hazâ Dîvânü’l Aşkî el-Kâdirî el-Girîdî el-me‘zûn mine’ş-Şeyh İbrahîm Hanîfü’l-
Kâdirî-i İstanbûlî Kuddise Sırrehû” 10 Diyanet Ktp. Nüs.Vrk. No. 100a: “Bu tahrîr olunan beyânlar türbemizin taşına tahrîr oluna, İnşallâhü te‘âlâ ve b’illâhi
tevfîk: Kim ki geldi fâni dehre âkıbet buldu memât / Aldanup kalma cihânda bulagör bâkî hayât
Bir libâs-ı âriyetdir geldi geçdi Aşkîyâ / Hep fenâya kâbil oldu gördüğün bu kâinat
Merhûm u mağfur Eş-Şeyh Hüseyn el-Kâdirî ibn-i İbrâhim Edhem rûh-ı şeriflerine El-Fâtihâ”
Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 215
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
Diyanet Kütüphanesi nüshasının hususiyetleri: Eser; yıpranmış cildi dağılmış vişne çürüğü
meşin kaplı, mıklepli, şemseli iç kabında eserle ilgili “Kâkoz karyesi zâviyesi ve camiine vakf
olundu.” İbâresi not düşülmüştür. İstinsah tarihi 1236/1820’dir.
1.2. Eserin Yazılış Tarihi
Eserin içerisindeki mensur kısımda eserin yazıldığı tarihe dair bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak en eski nüsha olan Millî kütüphane nüshasında, risâlenin sonunda bulunan mesnevinin
altındaki temmet kaydı risalenin tamamlanma tarihi olan hicri 1236 / 1820 miladî senesini
göstermektedir.
1.3. Eserin Telifi
Eser, tamamıyla Giritli Aşkî’ye ait bir eserdir.11 Risâlenin takdim kısmında, yazar, eserin
kendisi tarafından telif edildiği bilgisini vermektedir:
“EmmÀ ba‘d bu faúìrü-l haúìr òÀk-i pÀy-ı fuúarÀ Dervìş Óüseyin ‘Aşúì el-me’õÿn mine’ş-
Şeyhü’l-Óacc İbrÀhìm Óanìfü’l-ÚÀdirì úuddise sırrıhÿ, murÀd eyledim ki bir muòtaãar risÀle te’lìf
edüp sÀlik-i rÀh-ı óaúìúat olanlar fÀide hÀsıl ola. Ve ismini RisÀle-i Pend-i ÁşıúÀn deyu tesmiyye
edem ola ki mütÀla’À eden ihvÀn-ı sÀdıklar bu bì-çÀre günÀh-kÀruñ rÿóunu du‘À-yı òayr ile yÀd
edüp şÀd edeler.”
1.4. Pend-i Âşıkân Risâlesinin Biçim Özellikleri
Yaklaşık 8 varaktan oluşan ve “Âşıkların Nasihat Risâlesi” anlamına gelen “Risâle-i Pend-i
Âşıkân” manzum-mensur karışık bir biçimdedir. Eser, mensur bir dua ile başlar ve mensur kısmın
arasına serpiştirilen yine müellife ait olan manzum parçalarla devam eder. 10 adet şiir parçası bulunan risalede 3 gazel, 2 küçük mesnevi, 3 beyit ve 2 adet de vezni olmayan manzum parçalar
bulunmaktadır. Eser, 9 beyitlik bir mesnevi ile sona ermektedir. Mesnevinin bitiminde risâlenin
1236 senesinde tamamlandığına dair temmet kaydı bulunmaktadır.
1.5. Eserin Fikrî Kaynakları ve Muhtevası
Müellif, nazım-nesir karışık biçimdeki eserinde ortaya koyduğu düşünceleri âyet, hadis,
hadis olarak bilinen ancak hadis olmayan sözler12 ile bazı sahâbe ve tanınmış meşâyihin meşhur
ifadeleriyle açıklama yoluna gitmiştir. Eserin nesir kısımlarına kendine ait manzumelerle ara veren
Aşkî, bu şekilde eserini tekdüzelikten büyük ölçüde uzaklaştırmıştır. Şairin sözü edilen ara
bölümlerde kullandığı manzumeler, bir önceki mensur kısımda ortaya konan fikirleri destekleme
görevi üstlenmektedir.
Kısa bir besmele, hamdele ve salvele girişinde müellif, muhtasar bir risâle kaleme aldığını
ve adını Risâle-i Pend-i Âşıkân verdiğini belirtmektedir. Bu kısmın devamında Aşkî, “Hakikat
yolunun yolcularına fayda hâsıl olsun, bu eseri okuyan sâdık ihvânlar (gelecekte) kendisini hayr ile
yâd edip ruhunu şâd etsinler” temennisini dile getirmektedir. Temenniden sonra müellif, 3 beyitlik
bir mesnevide bir hadise telmihen “Müminin mümine iltimasının ancak dua ile olabileceği”ni ifade
ederek Hz. Muhammed’e salat ve âşıkların ruhuna dua talep etmektedir.[Şiir No.1]
Yukarıda belirtilen kısımdan sonra Aşkî, asıl konuya “Allah dosdoğru yola hidayet ettirsin”
duasıyla birlikte sorduğu “Yüce tarikata bağlanmanın şartı nedir?” sorusuyla giriş yapmaktadır.
Müellif, soruya yine kendisi cevap vermektedir:
11 Filiz Kılıç, Giritli Divan Şairleri, Hacı Bektaş-ı Velî Dergisi, S.32, 2004, s.16 12 Mevzu hadisler
216 Kadir ALPER
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
“Şartı odur ki öncelikle (mürîd) kalp aynasını temiz inanç ile Allah’a bağlayıp ve sonra saf
niyet ile istihare (yapmalıdır.)” Aşkî, istiharenin nasıl yapılacağını bundan sonraki kısımda tafsilen
anlatmaktadır: Mürîd, abdest alıp Allah rızası için iki rekat namaz kılmalıdır. Sonrasında elden
geldiğince tevbe etmeli, Hz. Peygamber’e âline, ashabına salat selam getirmelidir. Bundan sonra
âşıkların rehberleri olan 12 İmam’ın ruhlarına 12 İhlâs ve 12 Fâtihâ hediye etmelidir. Devamında
mürîd, Allah’a tevekkülle yönelerek “Yâ İlâhe’l-’âlemìn bu bî-çâre kulunun feyz ü nasibi hangi
şeyh tarafından ise bu bî-çâre(yi) rüyâ ile irşâd edip tarik-i hidâyete erdir” diyerek istihare
yapmalıdır.
Müellif, Fetih Suresi 27. âyetten iktibasta bulunarak “istihare sonucunda zuhûr eden
işaret”e göre hareket etmenin farz olduğunu ileri sürmektedir. Hemen ardından Aşkî, Âl-i İmrân
Suresi 95’ten “İttebi’u millete İbrâhime Hanifen” [İbrahim’in dinine (anlayışına) uyun] âyetini
iktibas etmiştir. Âyette, şâirin şeyhi olan İbrâhim Hanif’in isminin geçmesi “tâbiyyet gösterilecek
şahsı” işaret amacıyla olmalıdır.
Müellif, konuyla bağlantılı olarak ikinci bir soru sormaktadır: “Hangi şeyhe tâbi olmak
vaciptir?”
Cevabını yine kendi veren Aşkî, Âl-i İmrân’da geçen ifâdeleri kastederek “emânet sâhibi
kâmil bir şeyh” bulmak gerektiğini söylemektedir. Buna ek olarak söz konusu şeyh, başka bir
emânet sâhibi şeyhten rıza ile emânet almış olmalıdır ve bu emânet, elden ele 12 İmam’a Hasan-ı
Basrî’ye oradan Aliyye’l-Murtazâ’ya nihâyetinde de Kâinâtın övüncü Hz. Peygamber’e
ulaşmalıdır. Yol, Hz. Muhammed’e ulaşıyor ise “şeyhe bağlanma” sahih/doğru olmaktadır. Bu
nedenle şâir, âyette geçen “İbrâhim” peygamber isminin hakikatte Hz. Peygamber ve ailesini işâret
ettiğini düşünerek 5 beyitlik bir gazelle Hz. Muhammed’i övmektedir. Na’t özelliği gösteren
gazelden sonra müellif, yukarıda sayılan vasıfları taşımayan, kendi anlayışıyla haraket eden, halkın
içinde şeyh gibi (görünerek) gezen kişilerden söz etmektedir. Aşkî, bu kimselere uyarak
Hz.Peygambere kavuşulamayacağını düşünmektedir. Buna göre; sahte şeyhlere bağlananlar,
sapkınlık içindedirler ve bu yoldan âcilen dönmeleri gerekmektedir.
Müellif, şeyhlik davası güdenlerin irşâda kâdir, hakikî şeyh olmadıkları kanaatindedir.
Ayrıca, Hz. Peygamber’e dayanarak naklettiği sözle de ehl-i beytten olmadıkları halde şeyhlik
yap(maya çalış)anların yaptığının şeytanın şeyhlik yapmasına denk olduğunu ifade etmektedir.
Aşkî’ye göre hakkı bâtıldan, hakikati taklitten ayırmak iyiliği emretmek kötülükten
sakındırmak demektir. Ona göre emr-i mar‘uf amacıyla yola çıkıp şeyh görünümlü ikiyüzlü
sefihlerin ardına düşen ve sapkınlığa yuvarlanan, kabiliyetli pek çok insan bulunmaktadır. Bu
açıklamaların ardından şâir, gerçek şeyh olmadıkları halde şeyh gibi görünenleri 7 beyitlik bir
gazelle yermektedir.
Kâmil bir şeyhe intisap etmeyenlerin mahrum olduklarını ve ne kadar uğraşsalar da gönüle
yol bulamayacaklarını ileri süren müllif, böyle insanların yeri geldiğinde Nemrut’tan şiddetli zâlim
olabileceklerini söylemektedir.
Aşkî, ruhânî zevkleri ve Hakkânî mutluluğu sadece ehl-i tevhîdin bilebileceğini
düşünmektedir. Ehl-i tevhîd, Muhammedî maya olan telkin kuvvetiyle, mürşîd-i kâmilin nazarı
altında güzel bir terbiye ile sülûkunu tamamlayıp kalp safâsına ulaşır. Sâlik, tevhîd-i sıfatla Hakk’ı
seyredip zevk etmektedir.
Aşkî, müteşeyyîhinin (sahte şeyhlerin) peşinden gidenlerin gerçeği görüp sapkın yolu terk
etmelerini istemektedir. Bunun için, Allah’ın sıfatı ve ahlâkıyla donanmış bir kâmil şeyhe intisap
edilmelidir. Müellifin ısrarla üzerinde durduğu husus; “emanetsiz, icâzetsiz, izinsiz” kimselerin
Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 217
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
ardından gidilmemesidir. Çünkü bu kimseler, kendilerine tâbi olanları saptırdıkları gibi, tâbi
olanlarının sayısı arttıkça bozgunculukları da artmaktadır.
Müellif, sohbet ve nasihatlerinin nefine tâbi olanlara değil, Hakk’a talip olanlara yönelik
olduğunu belirtmekte, şeriatta ve tarikatta “açık delil” mefhumu bulunduğu ve deliller açık olduğu
halde ululuk dava edenlere tâbî olanların hakikatte dünya cifesine tâlip olduklarını ifade
etmektedir.
Hadisten iktibasla dünya sevgisinin her tehlikenin ve dünyayı terk etmenin de bütün
ibadetlerin başı olduğunu zikreden Aşkî, dünyaya meyl edenlerin ehl-i hakkın nasihatlerini asla
dinlemeyeceklerini söylemektedir. Hakkı bilirken kabul etmeyip yalanlayan ve mürîdleri kaçmasın
diye hakikati söylemeyenlerin mahrum olduklarını istfhamla dile getiren müellif, onlardan uzak
olan Hakk’a yakın olur düşüncesindedir.
Aşkî’ye göre; bir şeyhe bağlanılmadan önce o şeyhin icâzetinin olup olmadığının
araştırılması gerekmektedir. Eğer şeyhin silsilesinin aslına erişilebilirse tâbî olunması câizdir ya da
rüyada verilen işârete uyularak şeyhe bağlanılması farzdır. Eğer bağlanılan zât, emânet sahibi
değilse, “Kim bir topluluğa benzemek isterse onlardandır.” hadisinin işâretiyle şeytanı mürşit
edinmiş olur. Aşkî’ye göre bu konuda ölçü “Allah için sevmek, Allah için buğz etmek” hadisidir.
Aşkî, Yunus Emre’nin “Bindim erik dalına anda yedim üzümü” mısraını Niyâzî-i Mısrî’nin
şerhini referans göstererek açıklamaktadır. Mısrî, kısaca “Erik erikten istenilmeli; üzüm üzümden”
demektedir. Bu bilgiden yola çıkarak Aşkî de yoldan çıkmışların eteğine tutunarak Hakk’a
ulaşılamayacağı görüşünü ortaya koymaktadır.
Müellif, risâlenin 5. Varağının 2. kısmına kadar konunun dışını anlattığını bundan sonra
biraz da iç yüzünden söz edeceğini belirtmektedir. Bu bölüme “Ey karındaş” nidâsıyla ve “âgâh ol”
uyarısıyla başlayan Aşkî, Allah’ın kudretinden, Hz. Muhammed’in, kâinâtın ve bütün insanlığın
yaratılışından, muhtasar olarak bahsetmektedir:
Allah, öncelikle insan ruhunu yaratmış ve onu kendine âşina kılıp ulvî sessizlik içinde
binlerce yıl terbiye etmiştir. Melekleri, varlıkları unsurları itibarıyla Âdem’den önce yaratmıştır.
Allah, birine verdiği şeklî tecelliyi bir başka varlığa vermemiştir. Varlıkları başka başka
yaratmıştır. Bu yönüyle tecelli tekerrür etmemiştir.
Aşkî, tefekkür ederek ulaştığı sonucu şöyle aktarmaktadır: “Evvel emirde önce Âdem
yaratılmış, anasır cihetiyle de o, bütün varlıklardan sonra yaratılmıştır. Sonuçta başta ve sonda
yaratılan Âdem’dir. Bu sebeple Hz. Peygamber de Seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn’dir. Bu mevzunun
diğer yönü de geçmiş ümmetlerin, onun nübüvvet nurunun yardımcıları olması ve risaletten âhir
zamana kadar olan zaman dilimidir. Bu cihetle, bütün önce gelen enbiyâ ve sonra gelen asfiyâ ve
evliyâya; ulvî, suflî bütün mevcudâta feyz veren ruh-ı Muhammedî’dir. Şâir, “Dünya’nın nuru
Muhammed’den tenevvür etti” kudsi hadisini iktibas ederek gazel formunda 5 beyitlik bir “na’t-ı
şerif” söylemiştir.[Bkz. Şiir No:4]
Aşkî, âlemin anâsır olduğunu ve buraya (âleme) gelmekten maksadın da ruh-ı Muhammedî
ve rûh-ı Muhammedî’den feyizlenmek olduğunu düşünmektedir. Ruh-ı Muhammedî’den
feyizlenmek için ise ehl-i beyte muhabbet ve bağlılık gerekmektedir. Zirâ, hadiste ifade edildiğine
göre “Sâlihlerin anıldığı yere rahmet iner.”
İnsan, nazik ömrünü nefis ve hevalarının peşinde heba etmeyip emanet ehli, kâmil bir
şeyhe bağlanırsa Muhammedî sırlardan hissedar olabilir. Kendini beğenme, kibirlenme
hastalığından kurtulabilir. Böylelikle nefis perdesinden kurtulup pek çok mertebe geçip vücût
iklimi içinde tılsımları açarak ahlâk güzelliği ile Hakkânî bir vücûda erişebilir (dönüşebilir).
218 Kadir ALPER
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
Müellif, İbrahim Suresi 48’den iktibas ettiği “ O gün arz başka bir arza dönüştürülür.” âyetini bu
çerçevede zikretmektedir.
Müellifin sözünü ettiği duruma ulaşmanın bir faydası da kalp evinin aynasında zuhûr eden
bir yüce şâhsın sürekli gözetimine kavuşulmasıdır. Kalp aynasında tecelli eden râ’î ya da mer’î
diye isimlendirilen bu şahıs; ruhânî ya da nefsânî işlerin hakikâtini, ulvî ya da suflî kimseleri ve
fiillerini kalp aynasına arz eder, kemâl ehli de hâle nazar edip durumun ne olduğunu “ayne’l-yakîn”
bilir.
Salih amel üzere olan şahsın halinde bir neş’e ve sevinç meydana gelir ki sözle anlatılamaz.
Bu kişi vücût iklimine hâkim olarak bazen cezbe, hayret, zevk-i ruhânî bazen de fenâ ve bekâ
halleriyle tecelli bulmaktadır. Müellife göre, bazen de dost dostluğunu fark ettirmez, gizli
noktaların açığa çıkmasını istemez. Bu nedenle pek çoklarının başı dönmüş ve hayrettedirler. Aşkî
dahi kendisinin bu halde olduğunu ve bir yol arkadaşına ihtiyaç duyduğunu ifade etmektedir.
Aşkî, vücût iklimindeki bütün tılsımlar açılmadan ilm-i ledünne ulaşılamayacağını
söylemektedir. Sözü edilen tılsımları açan ise mürşîdin nazarıdır. Telkin kuvvetinin yardımıyla
mürîd, nefsine gâlip gelerek ârif olur. Her şeyi kendinde aynıyla müşâhede eder, Allah’ın kudretini
görür ve bilir. Her hususta emin olur. Bu cihetle “Kendini bilen Allah’ı bilir.” hakikatini keşfetme
noktasına gelmiştir. Müellif, nefsini bilmeyenin, âlim de olsa Hudâsını bilemeyeceğini ifade
etmektedir. Âlim, ilm-i zâhirle uğraşır, seyr-i sülûku bilmez. Seyr-i sülûk ise mürşîdin sözleri,
güzel nazarı ve himmetiyle tamamlanır. Bu şekilde sâlik ilm-i ledünne ve oradan gönle yol bulur.
Gönülden de Hudâ’yı bulur, velâyete erişir.
Aşkî’ye göre şeyhlerin sözleri Allah’ın askerleridir. Vücût iklimi içinde pek çok tılsımlı
kale bulunmaktadır. Onları feth etmek için de asker gerekmektedir. Anlaşılma bu fetih içindir. Bu
sebepten mürşîdin sözleri çok önemlidir ve değerlidir. O sözler emirdir ve emirden dışarı
çıkılmamalıdır. (Hakikî)Şeyh, mürîdin ne zaman olacağını/ereceğini bilir, sabır ve inançla onu
terbiye eder, olgunlaştırır. Gerçek şeyh, vücût iklimindeki bütün yolları bilir ve mürîdin yolunu
yokuşa uğratmaz. Oturacak yerlerde dört taraftan gelebilecek tehlikelere karşı “Su uyur, düşman
uyumaz.” düşüncesiyle uyanıktır.
Giritli Aşkî, “Kâmil insan çok hassas bir varlıktır, Hint’ten Yemen’den bir rüzgâr esse
burada bizleri perişan eder, kalbimizi kederlendirir.” demektedir. Ona göre mürşîdin içi Hakk’a
dönüktür. Onun (mürşîd-i kâmilin) sözünü kabul edeni Hak da kabul eder, yardım eriştirir ve
sülûku kolay olur. Derviş Aşkî, yukarıda söylediklerini Cüneyd-i Bağdadî’ye sorulan bir soruya
verdiği cevapla da teyid etmektedir. Soru şöyledir: “Şeyhlerin sözlerinden ve bazı hikâyelerinden
mürîde ne fayda vardır?” Bağdâdî cevabında; “Sözler ve hikâyeler, mürîdin gönlünü riyâzât ve
mücâhede için korunaklı tutar ve tâlip olanların taleplerini fazlasıyla artırır” der. Bağdâdî
söylediklerini Kur‘ân’dan Hûd Sûresi 120. âyete dayandırmaktadır. Sözü edilen âyeti Aşkî de
referans göstererek mürşîd-i kâmilin sözlerini “kibrit-i ahmere” teşbih etmektedir. Kibrit-i ahmer
bir iksirdir ve onunla hâlis altın yapılır. Mürşîd-i kâmilin sözleri helak olunacak yerde yardım
eriştirir, selamet yoluna erdirir.
Hz. Peygamberden bu zamana kadar bütün ehl-i kemâl aynı yoldan zuhûr etmiştir.
Aşkî, risâlenin sonuna doğru azizlerin, eseri mütalaa ettiklerinde kusurlarını kerem eteği ile
örtmelerini ve tenkit nazarıyla bakmamalarını istemektedir. Zirâ el elden üstündür.
Müellif, “ O ki sizi arzda halifeler kılan ve size verdiklerinde sizi denemek için kiminizi
kiminizin üstünde mertebelere yüceltendir.” mealindeki Enâm Suresi 165. âyeti üzerine Hz. Ali’nin
ashaba hitaben söylediği “Ey ashab, Allah’ın sünnetini yüceltin.” sözünü nakletmektedir. Ashab da
Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 219
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
Allah’ın sünnetinin ne olduğunu sorarlar. Hz. Ali de “Doğrulukla ayıpları örtmektir.” cevabını
vermiştir.
Müellif, yukarıdaki kıssadan yola çıkarak kendisinin risalesinde ehl-i butlan ve ilhâdın
ayıplarını yazdığı, kendi ayıplarını ise gizlediği zannında olanlara şöyle demektedir: “Bizim
aczimiz, ehlullahın ve tarikatın âdâbı içindir. Ve bu husus ayba kıyas edilmez. Küfür açıkça irtikap
edildiğinde Allah için kızar, âşıklar iman üzerine olduklarında Allah için (onları) severiz. Bu
sebepten de (sadece) Allah’tan ecir (mükafât) talep ederiz. Hakikî fazilet sahipleri, eserde kusur
bulduklarında noksanlığı bulup setr etsinler (çün)ki asıl kemâl odur. Zirâ Aşkî’nin gerçek murâdı
Allah’ın muhabbetine sığınmaktır. Şair, Mevlânâ’nın sözünü iktibas ederek “aşk yolu baştanbaşa
edebdir.” demektedir.
Son olarak Aşkî’ye göre amaç, ümmet-i Muhammed’e Allah rızası için hizmet etmek,
âleme gelmekten murad da bir yâdigâr koyup gitmektir. Müellif, aşk yoluna girenlerin mâye-i
Muhammedî’ye vâsıl olmaları temennisiyle mensur kısmı bitirmektedir. Bundan sonra 9 beyitlik
küçük mesnevide risâlenin sona erdiğini söyleyerek eserde bahsettiği mevzuları özetlemiştir.[Şiir
No.5] Manzumenin sonunda ise yukarıda belirtilen temmet kaydı bulunmaktadır.
2.d. Eserin Dil ve Üslup Özellikleri
Aşkî, risâlesine Arapça kısa bir dua ile başlamıştır. Duadan sonraki kısımlarda geçen âyet
ve hadisler de Arapça orijinal biçimiyle verilmiştir. Eserde fikrî yapının ortaya konulması soru-
cevap yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Risâlede açıklanmak istenilen konuyla ilgili
kapsamlı bir soru sorulmakta; sonrasında âyet, hadis, sahâbe ve meşâyihin sözlerinden yapılan
iktibaslarla ilgili soru cevaplandırılmaktadır. Eserin manzum ve mensur parçalı yapısı, iktibaslarla
zenginleştirilmiş didaktik niteliği, esere akıcı denebilecek bir üslûp hususiyeti kazandırmıştır. Nasihat-nâmelerde fikirlerin doğrudan aktarılması eserleri çoğu zaman edebîlikten uzaklaştırarak
basitliğe indirgeyebilmektedir.13
Eserin ana gövdesini oluşturan Türkçe kısımlar, üslup ölçütlerinin farklılığı açısından
manzum ve mensur olarak iki ayrı bölümde incelenebilir.
Manzum bölümler de müellifin nazmından oluşmaktadır. Şiirin kendine özgü yapısı, cümle oluşturmadaki esnek durumu, şâire dil ve üslûp açısından daha rahat bir hareket imkânı tanıyabilmektedir. Şâirin kelime ve sentaks tasarrufları, alışılmışın dışındaki bağdaştırmalar, vezin
ve kafiye gereği uygun görülebilmekte, önemli ses ve mânâ kusuru olmadıkça mazur
görülebilmektedir:
Ţutma arzû köhne dehre ey kişi
Çün bilürsin fânî olmakdır işi
Risalenin sonundaki mesnevi beyti “Ey kişi köhne dehre arzu tutma çün(ki) bilirsin (onun)
işi fâni olmaktır.” şeklinde cümleleştirildiğinde “fâni” kelimesi cümlede olma sözüyle birleşik
eylem oluşturmuştur. Gerçekte söz konusu cümlenin “Dehrin işi fenâ bulmaktadır.” biçimi uygun
olabilirdi. Ancak nazmın geniş tasarruf alanı içinde, yukarıda örneklendirilen ve beytin anlamını
13 Haluk Gökalp, Risâletü’n- Nushiyye’de Tahkiyevî Unsurlar, Turkish Studies- İnternatianol Periodical For the
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 4/2 Winter 2009, Doi Number: http://dx.doi.org/ 10.7827/ TurkishStudies. 637, p. 485-521
220 Kadir ALPER
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
önemli ölçüde etkilemeyen bu gibi hususlar gözardı edilebilmektedir. Diğer taraftan birinci mısrada
“arzu tutmak” birleşik eylemi de “arzu etmek” anlamında kullanıldığı düşünüldüğünde şiir
tasarrufatı içinde temkin ile yaklaşılabilecek bir durum olarak görünmektedir.
Eserin mensur kısımlarındaki tasarruflar dikkat çekicidir. Türk dilinin gramatik gelişim
süreci içerisinde açıklanması güç, dil sapması denebilecek bazı örnekler 19.yüzyıl başlarında
ortaya konmuş ve didaktik yönü ağır basan eserlerde görülebilmektedir. Aşkî’nin eserinde de sözü
edilen duruma uygun bazı örnekler bulunmaktadır:
“…bir muhtasar risâle te’lìf edüp sâlik-i râh-ı hakìkat olanlar fâide hâsıl ola.” Birleşik
cümlesinde “edüp” kelimesi “faide hâsıl ola” kelime grubuyla bağdaşımı, nesir kuralları çerçevesinde tam uygunluk göstermemektedir:
Edüp > edem = edeyim ifadeleri, istek kipiyle çekimlenerek temel cümlenin yüklemi ve
yan cümleciğin yüklemleri arasında eşzamanlılığı sağlayabileceklerdi.
edem = edeyim……..hasıl ola biçiminde.
Diğer taraftan aynı cümlede yönelme ekinin olması cümleyi diğer cümle unsurlarıyla
irtibatlı kılacaktır:
râh-ı hakìkat olanlar > râh-ı hakìkat olanlar(a)
“…Àbdest alup kıbleye teveccüh olup…” cümlesinde “teveccüh olmak” birleşik eylem yapısında
“olmak” yardımcı eylemiyle kullanılması gereken sözcüğün “müteveccih” şeklinde kullanılması dil
kurallarına daha uygun gelmektedir:
Teveccüh > müteveccih ya da
Teveccüh kelimesi kullanılacaksa etmek yardımcı eylemi genel kabul edilir bir kullanımdır:
Teveccüh olmak > teveccüh etmek
“…taklid ü riyâ vü ‘ucb ile gezenlerden varup bey‘at etmekle ittiba‘-ı Ál-i Hâşime vâsıl olmak ne
mümkündür.” Cümlesi “taklid, riyâ ve ucb ile gezenlere giderek bağlanmakla Hz. Peygamber’in
âilesinin bağlılığı(na) kavuşmak ne mümkündür.” Şeklinde yönelme eki yerine ayrılma durum eki
kullanılmıştır:
“…ucb ile gezenlerden varup > ucb ile gezenlere varup”
“…Ve ba‘zı muhâlif ‘amel üzre müdde’a edüp yollaruñ sarpa uğratmışlar.” Cümlesinde müdde’â >
iddi’â
“….eger bir şeyh-i kâmilden intisâb edeydi” cümlesinde
şeyh-i kâmilden intisâb edeydi > eger bir şeyh-i kâmile intisâb edeydi
Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 221
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
Tevhîd-i sıfata “ta‘alluk tutarlar” cümlesinde “ta‘alluk ederler”
Eriği dahi asmadan faide etmez. Cümlesinde,
Eriği dahi asmadan faide etmez > Eriği dahi asmadan istemek faide etmez
“zamânımızdan ehl-i ilhâdın mübalağa olduklarundan” > zamânımızda ehl-i ilhâdın mübalağa
olduklarundan
“imdi gerekdir ki bir kimesne bir şeyòden bey‘at etmelü olsa”> imdi gerekdir ki bir kimesne bir
şeyòe bey‘at etmelü olsa
“Zìrâ el elden yukaru demişler “ > “Zìrâ el elden üstündür demişler”
Yukarıda belirtilen dil ve anlatımla ilgili bazı hususlar, 18-19. asırlarda kaleme alınmış bazı
divan ve tasavvufî eserlerde görülebilmektedir.14 Benzer uygulamaların bilimsel metotlarla
yapılacak mukayeseleriyle, eserlerin iç ve dış tenkitlerinin yapılmasıyla sözü edilen dil
sapmalarının nedenleri ortaya konabilecektir.
Bu kısma kadar açıklanan hususların dışında gelenekteki bazı eserlerden esinlenme yoluyla
olması muhtemel bazı kelime kullanımları da görülmektedir. Örneklerine Eski Anadolu
Türkçesinde raslanan olavuz, olgıl, bilgil, irgür gibi sözcükler geç dönem Osmanlı Türkçesiyle telif
edilmiş bir metinde bulunabilmektedir.
3.Sonuç
Türk ahlâk ve tasavvuf geleneğinde önemli yeri olan nasihatnâmeler, formal ya da informal
ortamlardaki işlevleriyle eğitim ve öğretimin önemli bir parçası olmuşlardır.
Giritli Aşkî, nutuklarıyla, nasihatleriyle söz konusu geleneğin devam ettiricilerindendir ve
tasavvuf yoluyla insanların bir şeyh-i kâmil terbiyesinden geçerek gerçek anlamda insan haline
gelebileceği düşüncesindedir.
Âşıkların Nasihati Risalesi, tasavvuf yoluna giriş âdâbı hakkında bilgi verirken ehl-i beytle
ilgisi olmayan şeyh görünümlü insanlardan kaçınılması gerektiği mesajını da vermektedir. Müellif,
tasavvufî gelenekte kabul gören ve didaktik anlayışa uygun yöntemler olan iktibas, soru-cevap ve
diyaloglarla öğretmeye yeri geldikçe başvurmaktadır.
Aşkî risâlesinde; âyet, hadis, sahâbe ve meşâyihin sözlerinden yararlanarak “Kurtuluşa
erenlerin ancak emânet sâhibi bir şeyhe sadakatle bağlananların olacağı” düşüncesini işlemiştir.
Diğer taraftan seçtiği âyet ve hadisleri; okuyucuda, “Bağlanılabilecek emânet ehli kişinin kendi
şeyhi olan İbrâhim Hanif olmalı” düşüncesini oluşturacak biçimde biraraya getirmiştir. Bu nedenle
“Âşıkların Nasihati” ismiyle genel bir anlam yaşıyan eser, imâ yoluyla davet ettiği kesim açısından
ise özel bir anlam taşımaktadır.
14 Bkz. Resmî-i Ali Baba Giridî, Uyûnü’l-Hidâye, İstanbul Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi-Tarlan 141
222 Kadir ALPER
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
Giritli Derviş Hüseyin Aşkî, divanında olduğu gibi risalesinde de genel anlamda yaşadığı
asrın diline uygun bir Türkçe kullanmıştır. Yer yer sentaks tasarruflarında ve kelime seçimlerinde
bazı problemler görülmektedir. Bunun yanında geleneğin tesirine bağlı olarak geç dönem Osmanlı
Türkçesinde ancak tasavvufî eserlerde görülebilen Eski Anadolu Türkçesi unsurlarına az da olsa
rastlanılmaktadır.
Son olarak; müellifin hacimce küçük risalesi, yukarıda bahsedilen muhteva ve yöntemiyle
Türk Tasavvuf edebiyatı, tarihi ve geleneği içerisinde yerini almıştır.
[1b] HÀõÀ RisÀle-i Pend-i ÁşıúÀn Be-Te‘lif-i ‘Aşúì Efendi El-ÚÀdirì YÀ Hÿ
B’ismillÀhi’r-raómani’r-raóìm
ElóamdülillÀhi ‘ale’t-taóúìú ü ùarìú ‘ale’t-tevfìúi óamd ü åenÀ-yı bì-‘ad ol pÀdişÀha
kìm lem-yelìd ve lem-yÿled vaódehÿ lÀ-şerìkelehÿ illÀ hÿ. RÀzıúu’l-‘ibÀd vec‘al-lehüm
‘avnike refìú ü yessìrhüm fi’d-dünyÀ ve’l Àòire bi-raómetihi àarìk. Ba‘de óamd u åenÀ ãalÀt
u selÀm bi-‘adedi külli şey’in bÀd-ber Muóammed MuãùafÀ ve ‘Aliyye’l-MurteøÀ ve ber Ál-
i evlÀd u aãóÀb ü ‘aşreteş yek-ser rıêvÀnullÀhi te‘ÀlÀ ‘aleyhim ecma‘ìn.15
EmmÀ ba‘d bu faúìrü-l haúìr òÀk-i pÀy-ı fuúarÀ Dervìş Óüseyin ‘Aşúì el-me’õÿn
mine’ş-Şeyhü’l-Óacc İbrÀhìm Óanìfü’l-ÚÀdirì úuddise sırrıhÿ, murÀd eyledim ki bir
muòtaãar risÀle te’lìf edüp sÀlik-i rÀh-ı óaúìúat olanlar fÀide hÀsıl ola. Ve ismini RisÀle-i
Pend-i ÁşıúÀn deyu tesmiyye edem ola ki mütÀla’À eden ihvÀn-ı sÀdıklar bu bì-çÀre günÀh-
kÀruñ rÿóunu du‘À-yı òayr ile yÀd edüp şÀd edeler.
Bu beyt bu maóalde õikr olundı:
[Şiir no: 1]
Beyt:
fÀilÀtün fÀilÀtün fÀilün
1 Bil du‘Àdır iltimÀs-ı mü’minìn
Böyle dedi raómetenli’l-‘Àlemìn
[2a]
2 Bir du‘À-yı òayr ile yÀd edeler
Rÿóunı ‘Àşıúların şÀd edeler
3 Ola kim raómet erişe ver ãalÀt
MuãùafÀ’nuñ rÿóuna ey pÀk-õÀt
EmmÀ ba‘d bil ki ey ùÀlib-i erkÀn-ı ùariúat “Hadaka’llah ilÀ sebìlü’r-reşÀd”16 ÀgÀh ol
ki ùariúat-ı ‘aliyyeye intisÀb etmenin şarùı nedir?
15 Başarı yoluna götürene ve başarıyı gerçekleştirene hamd olsun. Sonsuz hamd ve senâ (övgü ve şükür) o padişaha ki o
doğmadı, doğurmadı; o tektir, ortağı yoktur; sadece o vardır. Kullarını rızıklandıran odur. Nazik yardımı onlara ulaştıran,
derin rahmetiyle onları dünya ve âhirette ferahlatan odur. Muhammed Mustafa’ya Ali Murtaza’ya, ailesine, çocuklarına,
dostlarına (cennetle müjdelenen on’a) yüce Allah’ın lütfu hepsinin üzerine olsun, sonsuz hamd ve senâ ve salat selâmdan
sonra ….. 16 Sebilü’r-reşâd: Araf-146; Mümin-38 [ dosdoğru yola Allah hidayet etsin.]
Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 223
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
Oldur ki evvelÀ mir’Àt-ı úalbini pÀk i’tiúÀd ile CenÀb-ı vÀcibü’l-vücÿda ùapşırup ve
ba‘de niyyet-i òÀliãe birle istiòÀre ede şo’l şarùla ki Àbdest alup úıbleye teveccüh olup iki
rek‘at rıøÀe’n-lillÀh namÀz úıla ba‘de elden geldiài úadar istiàfÀr ede ve ba‘de óaøret-i faòr-
i ‘Àlem te‘ÀlÀ ãallallahÿ ‘aleyhi ve sellem efendimizüñ ve Àl u evlÀd ü aãóÀb-ı ensÀrìnüñ
rÿó-ı şerìflerine ãalÀt selÀm edüp17 hediyye eyleye ve ba‘de on iki pìrÀn-ı pişuvÀ-yı ‘ÀşıúÀn
efendilerimizüñ rÿó-ı şerìflerine on iki iòlÀs ve on iki fÀtióÀ-yı şerìf oúuyup hediyye edeler.
Ve Óaú Te’ÀlÀ cÀnibine teveccüh ve tevekkül olup şöyle niyyet ede kim:
“YÀ İlÀhe’l-’Àlemìn bu bì-çÀre úulunuñ feyø-i naãibi úanúı şeyhüñ cÀnibinden ise
bu bì-çÀre rüyÀ ile irşÀd edüp ùarìú-i hidÀyete ergürüp istiòÀre ede.
LÀ-şek fìhì úÀlallahÿ te‘ÀlÀ:
“Leúad ãadaúa’llÀhü resÿlehu’r-rü’yÀ bi’l-óaú letedòulunne’l-mescide’l-
óarÀm…”18 ãadaúa’llahü’l-‘aôìm. Elbette ol ôuhÿr eden işÀrete iútidÀ eylemek farødır. Be-
kelÀm-ı naãã-ı úÀùi‘ ki ÚÀla’llahÿ te’ÀlÀ “İttebi‘u millete İbrÀhìme Óanìfen19” [2b] deyu
buyurmuştur, ãadaúallahü’l-‘aôìm. Velikin bunda bir su’Àl vÀcib oldu ki tab‘iyyet úanúı
şeyòe vÀcibdir. Bu faúìr-i bì-çÀre şöyle derim ki bu õikr olunan Àyet-i kerìme ve emr-i
‘aôìme mÿcibince ãÀóib-i emÀnet bir şeyò-i kÀmil bulmaú gerekdir.
MuúaddemÀ bir emÀnet ãÀhibinden ‘alÀ óasebü’l-işÀre rıøÀsıyla emÀnet almış ola
óattÀ anın daòì emÀneti ve icÀzeti pìrlere vÀãıl ola ve andan yeden-be-yed ùabÀúÀta
ùıbÀúından Óasan Baãrì’ye Óasan Basrì’den İmÀmü’l-Muttakìn Emirü’l Mü’minìn ‘Alìyyel
MurtaøÀ ve andan Óaøret-i Bedr-i KÀinÀt Mefóar-ı MevcÿdÀt ‘aleyhi’ã-ãalÀt ü ve’s-selÀm
efendimize vÀãıl ola öyle olsa ittiba‘ı bu Àyet-i kerìme mÿcibince ãaóìó olur. ZirÀ Ál-i
HÀşim Ál-i İbrÀhìm’dir. ÓuãÿãÀn merÀm Ál-i Muóammed’dir. Netekìm bu beyt bu
maóalde õikr olundu:
[Şiir no:2]
Beyt:
MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün
1 Şefa‘Àt menba‘ı kÀn[ı] anın mu’ciz beyÀnıdır
MisÀl-i ‘Àlemüñ nÿrı anın mihr-i ‘ayÀnıdır
2 MaúÀm-ı sidreden geçdi ki Mi‘rÀc eyledi Óaúú’a
Erişdi Lime’ullÀhuñ nedim-i şÀdumÀnıdır
3 Anın óüsn-i şu‘Àından olur zinde bu ‘Àlemler
Oturmuş taót-ı levlÀke cihÀn-ÀrÀ-yı cÀnıdır
4 Senüñ medóinde ‘Àcìzdir bu ‘Aşúì kem-terüñ ey şÀh
Ki meddÀóuñ olup Úur’Àn oúur seb‘ü’l-meåÀnìdir
5 DehÀnuñdan ãudÿr eden óadìå-i dürr-i yektÀlar
Münevver úıldı ekvÀnı ôuhÿruñ sÀyebÀnıdır
17 Bu kısımda bu ibarenin söylenme adedi derkenarda rakam olarak 72 şeklinde yazılmıştır. 18 Fetih Sûresi -27: Andolsun Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak korkmadan mescid-i Haram’a gireceksiniz… 19 Âl-i İmrân-95’den bir kısım: “..İbrâhim’in dinine (anlayışına) uyun…”.
224 Kadir ALPER
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
Yoòsa kişi kendi zu‘munca yol ùutup òalÀ’ik içinde şeklini tebdìl edüp meşÀyiò-i
a‘ôÀmuñ ãÿretine girüp taúlid ü riyÀ-yı ‘ucb ile gezenlerden [3a] varup bey‘at etmekle
ittibÀ‘-ı Àl-i HÀşime vÀãıl olmaú ne mümkündür. HeyhÀt ki bir daòì ‘aúlın başına gelüp bu
úabìóeden rücÿ‘ edesin zirÀ ilóÀdle kişi kendi ’indince yol bulamaz. ‘Ale’l-óuãÿã merÀm
mürşid-i óaúiúiye vÀãıl olmaúdır. Ve mürşìd-i óaúìúi deyu irşÀda úÀdir olan kimseye dirler.
Eger dirsen ki ben mürşìd-i kÀmile vardım. ÒilÀf söylersin zirÀ meşiòet da‘vası edersen
irşÀda úÀdir deàilsin. Şu cihetle òilÀf söylersin, bilmez misin ki erenler laóôa laóôa
yalancıya “yuf” derler.
İşitmedin mi pes bu meåelü kimesnelere bu òiùÀb kifÀyet eder ki: KÀle ResÿlullÀh
ãallallÀhÿ ‘aleyhi ve sellem Mine’ş-şeyyeòe şeyòen min àayrı evlÀdı feúad şeyòeke şeyòe
şeyùÀn’20 ãadaúa resÿlullÀh ya‘ni bir kişi bir şeyòi şeyò edinse anın elinde icÀzeti iõn ü
emÀneti olmasa ve meşrebi Àl-i evlÀda çıúmasa ke-ennehÿ21 şeyùÀnı şeyó edinmiş olur,
ãadaúa resÿlullÀh.
Áyet óadìå ile åÀbit oldu kim ehl-i ilóÀda yaúìn olmaú şeyùÀna yaúìn olmaúdır.
AllÀhümme aòfaô22 bu òuãÿãda iótiraõ lÀzımdır ki óattÀ ùarìúat ãÀóibini bula ve inkÀr
etmekten óaõer ede bu tafãilden maúãÿd-ı merÀmımız; taúlìdi óaúìúatden tefrìk edüp
beyne’l-óaú ve’l bÀùıl ‘ayÀn etmekdir. ZirÀ emr-i ma‘rÿf ve nehy-i münkerdir.
Elsine-i nÀs içinde görürüm ki nice úÀbil-i isti‘dÀd vardır ve ùarìúÀt-ı ‘aliyyeye
muóabbet üzre iken ehl-i riyÀ [ü] süfehÀnın berine dÿş olup ‘Àúıbet êalÀlete taórìk
etdiklerinde [3b] çamur yiyen, etbÀ‘ına daòì çamur yedirir fehvÀsınca óaúúÀnì olacaú iken
nefsÀnì olup günden güne meslek-i ÀdÀb-ı ehlu’l-lÀhı ‘aks-i mu‘amele etmegi ‘ayn-ı kemÀl
deyu ôannedüp dururlar netekim bu maóalde birkaç ebyÀt õikr olundı;
[Şiir No.3]
Beyt:
MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün
1 RiyÀ-ı ‘ucb ile òalkuñ öñün ùutmaú[da]dır kÀrı
Deàil bu resme billÀhi meşihet sırr-ı esrÀrı
2 RevÀ mı òalúı azdırmak utanmaz mı ÒudÀ’dan ol
Niçün ibùÀl eder Óaúú’ı görüñ şu mest-i murdÀrı
3 Óaúìúatce bu erkÀnın şi‘Àrı MuãùafÀ’dandır
Alì’dir aòõ eden ‘ahdi aña vermiş bu iúrÀrı
4 ŢabÀúÀtdan güõer úılmış bu ‘ahdi òoşca ùutmuşlar
MünÀfıú mübtedi bilmez ‘aceb deñlü bu eş’Àrı
5 äanur kim zu‘m-ı ‘aúlınca aña beñzer velìler hep
Delìli reh-nümÀsı yoú eder küfre úamu vÀrı
6 Eger bir şeyò-i kÀmilden ùutaydı dÀmen-i Óaúú’ı
Ţarìúat beyyinÀtuñdan ôuhÿr eylerdi envÀrı
20 Hadis kitaplarında bulunmayan söz konusu ifade, Bâyezid-i Bistâmî’ye atfedilmektedir. Bkz: Sühreverdî, Avârifü’l-
Mearif s. 60/12; Harun Ünal, Uydurma Hadisler, Mirac Yay. c.2, s.102 21 Sanki, güyâ 22 Allah korusun.
Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 225
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
7 Gel ey ‘Aşúì nihÀn eyle bu rÀzı ehl-i tuàyÀndan
Úabÿl eyler mi õerú ehli derunÿñdan bu güftÀrı
Ve ba‘øı muòÀlif ‘amel üzre müdde’À edüp yollaruñ ãarpa uàratmışlar. Bu faúìr
şöyle taãavvÿr ederim ki eger bir şeyò-i kÀmilden intisÀb edeydi az zamÀnda aòlÀú–ı
óamidiyye ile muttaãıf olurdı. Ve maúãÿdunı Allah’a götürürdü. Fe-emmÀ bÀlÀda õikr
olunan óadìå-i şerìf mÿcibince şeyùÀnı şeyò edinmişler, bunlar maórÿmlardır. Ve biñ cehd
eylese göñle yol bulamaz. DÀìmÀ úalbi mükedderdir, hevÀsı yol bulduúca sÀkin olup güler
oynar hevÀsı [4a] yol bulmayacaú olursa ma’ÀzallÀh Nemrÿd’dan eşedd olur.
Nitekim bu beyt õikr olundı:
[Beyit No.1]
mefÀìlün mefÀìlün mefÀìlün mefÀìlün
Keder gelmez viãÀl serbetin[i] arzÿ edenlerden
Kerem úıl ãorma cÀhìlden bu remzi ãor bilen[ler]den
ma‘lÿm oldı ki anlar ãafÀ-yı ruóÀnì õevú-i ÓaúúÀnì bulamazlar. Sa‘y-ı sülÿkları
hebÀen menşÿrdur. äafÀ-yı õevú-i rÿóÀnì ehl-i tevóìddendir ki Àña tevóìd-i õÀt denür.
Ehline ma‘lÿmdur ehl-i tevóìd ise telúìn úuvvetiyle ki mÀye-i Muóammedìdir. Anuñla
mürşìd naôarında aósen-i te’dìb ile sülÿk edip ãafÀ-yı úalbe ve tevóìd-i ãıfÀta ta‘alluú ùutarlar,
dÀìmÀ liúÀ-yı Óaú’da õevú üzeredirler.
[Beyit No.2]
Beyt:
MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün
äadÀúat ehl-i dillerden işitdim sırrı-ı maòfìdir
Ma‘arif menzili güyÀ bu baòre ber-me‘Ànìdir.
Amma yuúaruda demiş idik ki ilóÀd ehline dÿş olanlar ãafÀ-yı rÿóÀnì ve õevú-i
ÓaúúÀnì bulamazlar deyu imdi gerekdir ki sÀlik rÀh-ı ilÀllÀh olan nÀmÿs-ı ‘Àrını terk edüp
bir àayr mürşìd-i óaúúÀnì bula muúaddem ùuttuàu şeyùÀnı terk edüp ittiãaf-ı bi-ãıfÀtullah
taòallaúu bi-aòlÀúillÀh 23olan mürşidi bulur kim maúãÿd budur.
Allahümme yessir24 ve eger farú edemezsen bÀlÀda õikr olunan istiòÀre üzre ‘amel
edesin. İnşa’allÀh an úarìb25 bu õikr olunan ÀåÀr vücÿda gelüp ‘alÀmeti ôÀhìr olduúda bu
faúìri òayr ile yÀd edüp rÿóunu şÀd edesin.
[Beyit No.3]
Beyt:
MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün
Meded úıl úalmaya yolda şu kim ‘aôm-ı viãÀlüñdür
Ümìd-i vaãl-ı yÀr eyler meni şem‘-i cemÀlüñdür
23 Münâvî, et-Teârîf, s. 564; Et-Tâc, 1/13: Allah’ın ahlakıyla ahlaklanınız,(sıfatlatıyla da sıfatlanınız.) 24 Kolaylaştır Allahım. Anlamına gelen dua cümlesi. 25 Çok geçmeden, yakında
226 Kadir ALPER
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
[4b] Gerçi selefde niçe taórìr ve niçe tefsìr olunup ehl-i Óaú buùlÀn-ı ehl-i riyÀdır
cümlesini ma‘lÿm etmişler ancaú bu sözler ki bu risÀlede taórìr olundu. Bu vech üzre àayr
ketebde taórìr olunmadıàı ecilden ve zamÀnımızdan ehl-i ilóÀduñ mübÀlÀàa olduúlaruñdan
nÀşì bi’ø-øarÿr bu vech üzre taórìre işÀret õuhÿr etmegin bÀdì úılınmışdır. Gerekdir ki
úuãÿrunı ma‘õÿr buyuralar ve óalÀ şimdiki óÀlde ma‘lÿmumuz olaraú icÀzetsiz ve
emÀnetsiz ve iõinsiz niçe niçe kimseler vardır ki ekåeri òalú onlarla teb‘iyyet edüp gitdikce
bu fesÀdı ziyÀde etmekdedirler. ‘Ale’l-óuãÿã evvelÀ mürşìdleri nÀ-ma‘lÿm ve úanúı
dergÀha òÀdim olduúları nÀ-ma‘lÿm bu óÀl ile gümrÀhlar degiller midir?
Bizim ãoóbetimiz ùÀlib-i Óaú olanlaradır. Yoú eger çi merÀm Lu‘b-ı hevÀ ise bizim
onlarla ãoóbetimiz yoúdur bildiàini bilsün niçün ki şerì‘at-ı muùaóóarada beyyìne vardır,
ehline ma‘lÿmdur. Ve ùarìkat-ı ‘aliyyede daòì beyyìne vardır. Ehline ma‘lÿmdur, niçün
üstÀda varmazlar, ‘Àr edüp òiõmetden úaçarlar hemÀn merÀmları dünyÀ cìfesidir. Ve òalú
içinde ululuú da‘vasın ederler. Bilmezler kim Àyet óadìå ile küfre mürtekìb olmuşlardır.
Úale Nebì ãallallahÿ ‘aleyhi ve sellem Óubbÿ’d-dünyÀ re’se kulli òaùi’aten terkü’d-
dünyÀ re’se külli ‘ibÀdeti26 ãadaúa resÿlullah ve daòì bir kemÀl ehli kendilere naãióat úılsa
ebed úabÿl etmezler gerçi anlar kim óaú söylecidir ammÀ mürìdlerinden òavf eder kìm yüz
döndürmeyeler deyu zihì nÀdÀn kÀtelehumu’llÀh óaúúı bilürken [5a] úabÿl etmez tekõìb
eder anlar maórÿmlar degiller midir?
Ma‘azallah bu ãıfÀtla muttaãıf olanlar raómet-i Óaúú’a vÀãıl olamazlar ve şefÀ‘at-i
resÿlullahdan maórÿmdururlar. Şo’l kimesnelerden ıraà Óaúú’a yaúìn olur. LÀ-şek fìhì27
imdi gerekdir ki bir kimesne bir şeyòden bey‘at etmelü olsa evvelÀ taãyió etmek gerekdir.
Ol şeyòüñ icÀzeti var mı ola ve şeyòi iõin vermiş mi ola?
Eger aãlına erebilürse bey‘at etmesi cÀ’izdir veyÀhud meõkÿr tertìb üzre istiòÀre
edüp işÀret olunursa ol vaút bey‘at alup ‘ahd etmesi farødır. ZìrÀ meveddet fi’l-úurbìdir.
Úale nebì ãallallahÿ ‘aleyhi ve selem Men teşebbehe bi-úavmin fe-hÿve minhum 28 ãadaúa
resÿlullah. Yoú ki emÀnet ve icÀzet ãÀóibi olmayacaú olursa uşta şeyùÀnı mürşìd edinmiş
olur. El-‘ìyÀõen b’illah min su’el-úaøÀ29 bu faúìrüñ àaraøı şudur kim ùÀlib-i Óaú olanlar
emÀnetsiz kişiden bey‘at etmeyeler.
[Beyit No.4]
Beyt:
Gülşen-i rÀz oturma ‘avÀmla mesò olursuñ
Ne mesò ki küllì nesò olursuñ30
Ve bu òuãÿãda cümle ehlullÀh ki ãÀóib-i ùariúatdırlar, ittifÀúen böyle òaber
vermişlerdir. İmdi mürşìdi ãÀóib-i emÀnet bulup varta-i helÀkdan òalÀã olup maùlÿba nÀ’il
26 Mevzu hadis olduğuna dair kanaat bulunan bu söz için bkz. Elbânî, Ed-Dâife, I, 370; İsmail Hakkı İzmirli, Mutasavvıfe
Sözleri, 14; Siyer, 95: Dünya sevgisi bütün hataların, dünya terki de ibadetin başıdır. 27 Bunda şüphe yok. 28 Hadis, Ebu Davud 4/44: Kim bir kavme benzemeye çalışırsa onlardan olur. 29 Kötü işlerin olmasından Allah’a sığınırım. anlamına gelen dua 30 Bu beyitte vezin problemlidir.
Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 227
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
olalar. ZirÀ El-óubbu l’illÀh ve’l buàøu l’illah ve’l-ecri ‘alÀ’llÀhdır.31 Òuãÿsen ‘Àleme Àdem
bir gelür
[Beyit No.5]
Beyt:
Ey söz úadri bilen fehm edegör
SermÀye elde iken cehd edegör
Nitekim Óaøret-i Yunus Emre úaddese sırrehu’l-‘azìz taãavvÿfÀtında “Bindüm erik
dalına anda yedüm üzümü” [5b] buyurdukları bu remze işÀretdir. Óaøret-i Mıãrì úaddese
sırrehu’l ‘azìz şeró edüp ‘ayÀn etmişdir ki “Üzümü aãmadan iste, eriği erikden iste yoòsa
merÀm üzüm iken erikden istemek fÀ’ide etmez. Erigi daòì asmadan fâide etmez.” KeõÀlik
ehl-i ilóÀduñ dÀmenin ùutmaàla Óaúú’a varılmaz ve biñ cehd etse meşaúúat çeküp òalvetler
eylerse fÀ’ide óÀãıl edemez. ZìrÀ meveddetden müberrÀdır. El-‘Àrifu yek fihì’l-‘işÀre32
bunda nice sözler ve nice óÀller vardır velÀkin bizim maúãÿdumuz ne olduàu ma‘lÿm oldu.
Bir bÀb daòì ba‘øı esrÀrdan vaãf edelim. Óatta teşebbühden ‘Àri olup müşkil óall ola
úaranlıú gidüp rÿşen ola.
Ey benim ‘azìz dostum ùaşra aóvÀlindeñ vÀúıf oldun. Gel imdi bir miúdÀr iç
yüzünden daòì birúaç kelÀm edelim maòfì úalmasın. Ehl-i Óaú ùarìúüñ ùutalım óatta fÀ’ide
óÀãıl ola. Ve b’illÀhì tevfìú.
Ey úarındaş bilgil vü ÀgÀh olàıl ki Óaú celle ve ‘alÀ ‘Àlemleri kendi eóadiyyetinden
ve kemÀl-i luùf-ı keremlerüñden diledi kim bu ‘Àlemleri òalú eyleye ve ÀåÀr-ı úudretini
iôhÀr eyleye ibtidÀ-yı emrde rÿó-ı Muóammedì ‘aleyhi’ã-ãalÀt-ı ve’s-selÀmı yaratdı ve
andan cemi‘ insÀnı yaratdı. ‘Arş kürsi levó ve seb’a semÀvÀtı ve melÀ’ikeyi yaratdı. Andan
cemi‘ maòlÿkÀtı ve ‘arø-ı esfeli ve mÀ-fìhÀyı yaratdı. İmdi merÀm bir daúìú söz
söylemekdir.
Tefhìm-i ibtidÀ Óaú celle ve ‘alÀ rÿó-ı insÀnı kim yaratmış idi cümleden evvel
olmuş oldu ve yine rÿó-ı insÀnı üns ùutup kendi ãÀmi‘a-yı ‘izzetinde pinhÀn edüp nice biñ
yıllar terbiyyet [6a] eyledi ve melÀ’ike-i ‘iôÀmı ve cemi‘-i maòlÿkÀtı ve vÀridÀtı mÀ-fihÀ-yı
‘anÀãır cihetiyle Ádem’den öñ yaratdı. Ve birine verdiài tecellì-i şekli àayrıya vermedi. Şu
cihetle kim tecellì tekerrür etmedi. ÓÀlÀ bu faúìr-i bì-çÀre şöyle tefekkür eyledim ki ibtidÀ-
yı emrde rÿó cihetiyle Ádem yaradıldı. ‘AnÀãır cihetiyle cümleden soñra yaradıldı. Böyle
olunca evvelÀ Ádem yaratılmış idi. İntihÀda daòì Ádem yaradıldı. Zihì úudret zihì ‘iõõet
zihì kerem ÿşta bu taúdìr ile evvelìn ve aòirìn ma’lÿm oldu. Anuñçün Óaøret-i resÿl-i
ekrem ãallallÀhÿ te‘Àla ‘aleyhi ve sellem seyyidi’l-evvelìne ve’l-Àòirìndir. Ve bir ciheti daòì
oldur ki evvelìn geçen ümem-ı enbiyÀ ãalÀvÀtullÀhi ‘aleyhìm ecma‘ìn nÿr-ı nübüvveti
mu‘Àvìn olduàuna işÀretdir. äaóióen ve Àòirìn-i zamÀn-ı risÀletden tÀ zamÀn-ı úıyÀmete
işÀretdir, ôÀhiren ve bÀùınen öyle olunca cümle evvelìn ve Àòirìn enbiyÀ ve evliyÀ ve sÀ’ir
nÀsa ve cemi‘ ‘ulvì ve suflì ve cemi‘ maòlÿúÀta ve vÀridÀt-ı mÀ-fihÀya feyø veren rÿó-ı
Muóammedì’dir ‘aleyhi’ã-ãalÀt ü ve’s-selÀm.
31 Hadis, Ebu Davud, Sünnet 15: Allah için sevmek, Allah için kızmak ve Allah için men etmek / risâlede Karşılığı sadece Allah’tan beklemek. 32 Ârife bir işâret yeter.
228 Kadir ALPER
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
ÚÀle Nebì óadìå-i úudsì Úad nevvere’d-dünyÀ bi-nÿru Muóammed”33 bu maóalde
birúaç ebyÀt-ı münÀsib õikr olundu.
[Şiir No.4]
Na‘t-ı Şerìf:
fÀilÀtün fÀilÀtün fÀilÀtün fÀilün
1 MeróabÀ ey cevher-baòş-ı cünÿd-ı enbiyÀ
Haõihi òulú-ı ‘aôìm ey resÿl-ı kibriyÀ
2 Senden oldu ‘Àlemüñ icÀdı sensin cÀnımız
Maózen-i AllÀhuekber pÀdişÀh-ı mÀverÀ
3 Vech-i nÿrundan tecellì eyledüñ ‘Àlemlere
Bu sebebden dediler kim sensin ol vech-i liúÀ
4 Oúunur ve’l-leyl-i õülfüñ bÀrekallÀh ey lÀùìf
Òulú-ı evãÀfı celìlsin yÀ Muóammed MuãùafÀ
5 Hem úuluñdur hem àarìbüñ Dervìş ‘Aşúì kemterüñ
[6b] Sen şefi‘ü’l-müõnibinsin maôhar-ı tÀmm-ı ÒüdÀ
İmdi ma‘lÿm oldu bu ‘Àlem ki ‘anÀãırdır. Bunda gelmekden maúãÿd hemÀn rÿó-ı
Muóammedì’dür. Feyø-yÀb olmaúdır. Òuãÿãan Àl-i evlÀdınuñ muóabbet ve meveddetleri
ibtidÀ ãırÀùı geçmeden su’Àl olunsa gerekdir.
Be-óükm-i kelÀm-ı Celìl ÚÀlallÀhu “Kul lÀ-es’elüküm ‘aleyhi ecran ille’l-
meveddeti fi’l úurba’’34 ãadaúallÀhü’l-‘aôìm. İmdi bu Àyet-i kerìmenin devletüñde niçe
sa’Àdet vü niçe faøl-ı hidÀyet vardır. Ba‘øı kimseler bu sa‘Àdetden bì-òaberdirler. Bu faøl-ı
hidÀyet ehl-i beyt-i Àl-i evlâd-ı resÿldendir. Ve her kime ki naãìb olur raómet-i Óaúú’a vÀãıl
eyler.
ÚÀle’n-nebì-i ãallallÀhu ‘aleyhi ve sellem “İndehu õikru’s- ãÀlióìn tenzìlü’r-
raómete”35 ãadaúa resÿlullÀh.
İmdi gerekir ki ‘ömr-i nÀzenìni nefsüñ hevÀlarından úaù‘ edüp bir ãÀóib-i emÀnet
mürşìd-i kÀmile vÀãıl olup ùarìú-i Óaúú’a sÀlik olavüz evvelÀ kez esrÀr-ı sırr-ı
Muóammed’den óiããe-mend óiããe-dÀr olup cehl-i ‘ucbuñ ‘illetüñden òalÀã olavuz. DirigÀ
mümkün olaydı nefsin óicÀbından úurtulup eúall mertebe òÀãıl edüp vücÿd iúlimi içinde
olan ùılsımÀtları fetó edüp tebdìl-i aòlÀú ôuhÿr edüp bir àayr-ı vücÿd-ı ÓaúúÀnì ôÀhir
olurdu.
Yevmü tebeddülü’l-arøu àayrü’l-arø36 bu ma‘nÀdır. Bir daòì fÀ’ide bu kim úalb
òÀnesi Àyinesinde bir şaòã-ı’Àlì muntaôır durup naôar eder. ÚuvvÀ-yı ruóÀnìden ve úuvvÀ-yı
nefsÀnìden her ne ‘alÀmet kim ôuhÿr eder ise der-‘aúeb mirÀt úalbde ‘arø eder zihi óikmet
andan ne kim emr olunsa ‘anÀãır üzerine óükm olunur. Yetmiş iki [7a] a‘øÀya sirÀyet eder.
Ol óÀl üzre fi‘l ôÀhir olur. Eger ‘ulvì eger süflì úaçan bir kemÀl ehli bir kimesne gördükde
33 Dünya’nın nuru, Muhammed’den tenevvür etti. (Bkz. İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, 6/430; Aynî, Umdetü’l-Kârî, 543) 34 Şûrâ-23: (Ey Muhammed) De ki benim, tebliğimden ötürü sizden akrabalık sevgisinden başka beklediğim hiçbir
karşılık yoktur…. 35 Hadis-Keşfü’l-Hafâ 2/70-1772: Sâlihlerin anıldığı yere rahmet iner. 36 İbrahim-48: O gün arz başka bir arza dönüştürülür. [Devamı] Gökler de öyle. Hepsi o Vâhid ve Kahhar olan Allah’ın
huzurunda dikilir.
Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 229
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
ol óÀle naôar edüp úanúı óÀl ile me’lÿf olduàuñ ‘ayne’l yaúìn bilür. Ve ol şaòã-ı ‘Àlì-úadrin
ismine rÀ’ì ve mer’ì deyu tesmiyye ederler. Ve bir ismi daòì mümeyyiz-i óaúìúì denür.
Úaçan kim ‘amel-i ãÀlió üzre olduúda ol şaòãuñ óÀlüñden bir neş’e óÀãıl olur kim dil ile
vaãf olunmaz. TÀ vücÿd iúlìmine àÀlib olup gÀh ceõbe ve gÀh zevú-i rÿóÀnì ve óayret ve
gÀh fenÀ ve gÀh beúÀ ôuhÿr eder. Ma‘lÿm ‘ind ehle dirìàÀ n’idelim ki dostuñ dostluàunı
farú etmege emmÀre ruòãat vermez ki bu pinhÀn olan noúùayı ÀşikÀr edeler. Niçeler bu
menzilde óayrÀn u sergerdÀn dürürler. Bu bìçÀre daòì niçe mûddetdir ki ÀvÀre sergerdÀn
olup bir yol úarındaşına muótÀcım. Allahümme yessir.37
MurÀdì ey úarındaş ÀgÀh olgıl ki vücÿd iúliminüñ ùılsımÀtları tamÀmı fetó
olmaycaú ‘ilm-i ledünne yol bulmaz. Ol ùılsımÀtlaruñ fetói miftÀóı mürşìd naôarından
açılur. Telúìn ki mÀye-i Muóammedìdir. Anın úuvveti birle fetó edüp nefsine àÀlib ve ‘Àrif
olup kemÀhı her şeyde bulunur. Ve her şeyi kendide ‘ayne’l-yaúìn tamÀmı müşÀhede eyler
ol vaút úudretullÀhı yaúìnen görür ve bilür. Her òuãÿãa emìn olur. EmÀnet ol vaút verilür
zìrÀ kendüyi bilmişdir. Ve kendini bilen Allah’ı bilmişdir. ÚÀle Nebìyyi ãallallahu ‘aleyhi
ve sellem Men ‘arefe nefsehu feúad ‘arefe rabbehu38 ãadaúa resulullÀh.
[7b] Óaúú’a yaúındır ki nefsini bilen rabbini bilmişdir. Ve nefsini bilmiyen
ÒudÀsını bilmemişdir. Daòì ‘Àlim olsa da bilmemişdir. Niçün ki ‘ilm-i ôÀhir ùaşıyla ta‘alluú
eder. Seyr-i sülÿkı bilmezler. Seyr-i sülÿk ise mürşidüñ kelimÀtıyla ve óüsn-i naôar ve
himmetiyle fetó olur. ‘İlm-i ledünne yol bulur. Andan göñle yol bulur. Göñülden ÒudÀ’yı
bulur. VelÀyete erişür.
Netekim buyurmuşlar KelimÀtü’l-meşÀyiò cünÿdullÀh39 ya’ni meşÀyiòin kelÀmı
Óak Te’ÀlÀnuñ ‘askeridir. KeõÀlik bu vücÿd iúlimi içinde olan muùalsam niçe úal‘alar
vardır. Onlar fetó etmege ‘asker gerekdir. Tefhìm anın içündür. Mürşidüñ kelimÀtını ‘azìz
ùutarlar. Belki emrinden ùaşra olmazlar. Óatta kendilere taúviyyet óÀãıl olunca òülÀãa
bÀdemi nÀ-puòte iken úoparmazlar. Anın içün ãabr u i’tiúÀd ile yol gösterüp terbiyyet
ederler. TÀ ki bÀdem puòte ola.
Fe-emmÀ öñünce bir ma’Àrif úulaàuz rehber gerekdir ki ol vücÿd iúliminde olan
yolları bilüp ãarp olan maóalle uàratmıya menzil-be-menzil oturacaú yerlerde cevÀnib-i
erba‘adan iótirÀz ede kim “äu uyur düşmÀn uyumaz.” deyu õerre àÀfil olmıya. DirìàÀ bizim
óÀlimiz şöyledir kim Hind’den Yemen’den bir rüzgÀr úopsa bizim bunda óÀlimizi perìşÀn
edüp işimizi bir yaña eyler úalbimizi mükedder úılar. İmdi ma‘lÿm oldu ki bu tafãìlden
merÀm irşÀda úÀdir olan mürşìd-i kÀmil içündür. ZìrÀ mürşìdsiz kişinüñ mürşìdi şeyùÀndır.
ÁmenÀ ve ãaddaúnÀ mürşìd-i óaúúuñ kelimÀtı ‘asker-i raómÀnìdir. Ve ol kelimÀtı úabÿl
edeni Óaú úabÿl etmişdir. [8a] ZirÀ mürşidüñ øamìri Allah’a rÀci‘dir. Şöyle ki ‘avn
erişdirir sülÿkı ÀsÀn olur. EmrÀø-ı cehlden òalÀã olup necÀta yeter, bÀúì óayÀta erişür.
Óaøret-i Cüneyd-i BaàdÀdì úudduse sırrehu’l-‘azìz su‘Àl etdiler ki MeşÀyiòüñ
kelimÀtlarından ve ba‘øı óikÀyetlerinden mürìde fÀìde nedir? deyu buyurmuşlar ki fÀìde
oldur ki onlaruñ göñüllerinüñ riyÀøat-ı mücÀhede içinde muókem ùutar ve ùÀliblerine ziyÀde
ùaleb baàışlar. Andan ayıtdılar:
Bu söze delilüñüz var mıdır?
37 Allah’ım kolaylaştır. 38 Hadis, El-Aclunî Keşfü’l-Hafâ-2,262.: Nefsini bile rabbini bilir. 39 Şeyhlerin sözleri Allah’ın askerleridir.
230 Kadir ALPER
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
Úur’Àn’dan buyurmuşlar ki: belì vardır.
ÚÀlallahÿ Te‘ÀlÀ ‘azze ve celle “Ve kullen naúuããu ‘aleyke min enbÀir rusÿli mÀ
nuåebbitu bihi fu’adeke”40 ãadaúallahü’l-‘aôìm.
Böyle olunca yeryüzünde olan ùÀliblere meşÀyiò-i ‘aôÀmuñ kelimÀtı ki kibrìt-i
aómerdir. Niçe niçe helÀk olacaú yerde meded erişdirir. Ve mu‘ìn cadde-i selÀmete irgürür.
MehÀlikden úurtarır. Maúãÿda vÀãıl olur. Görmez misin ki yetmiş iki millet Óaúú’ı
isterler. Fe-emmÀ çÀre edemezler. NebiyyinÀ Muóammed ãallallahu ‘aleyhi ve sellem
efendimizüñ zamÀn-ı sa‘Àdetüñden bu ana úadar bir ãÀóib-i kemÀl iåbÀt-ı vücÿd eder. Bir
kimesne àayrı yoldan ôuhÿr etmemişdir. Bu sözler cemi‘-i ehl-i Óaú úatuñda müsellemdir.
Bunda niçe esrÀr daòì vardır. Fe-emmÀ selefden geçen ehlullah efendilerimiz òaber
vermişlerdir. Bunda bu úadarca kifÀyet eder
“Ol ki bu risÀleyi ‘azìzler müùÀla‘a úıldıúda kerem eteği ile setr edüp sehmine
naôar buyurmayalar. ZìrÀ “El elden yuúaru demişler”
KemÀ ÚÀlalahÿ Te‘ÀlÀ “Ve refe‘a ba‘øuhum fevúa ba‘øu derecÀt41 ãadaúallu’l-
‘azìm. Bu óÀle muúÀruñ Óaøret-i ŞÀh-ı [8b] MerdÀn ‘Alìyyü’l MurtaøÀ kerremallahÿ
veche buyurmuşlar ki “YÀ AãhÀbu’t-ta‘ôìmu le-sünnetullah42.
AãóÀb ayıtdılar ki “veúìle le-sünnetullah? KÀle “KitmÀnu’s-sırru” ãadaúa ‘Alì
velìyullah kerremallÀhu veche Ya‘ni demek olur ki “Ey aãóÀb Óaú Te‘ÀlÀnuñ sünnetine
ta‘ôìm edüñ.
AãóÀb dediler kim Óaú Te‘ÀlÀnuñ sünneti nedir?
Buyurmuşlar ki ‘ayıbları örtmekdir ãıdú velikin egerçi òÀùıra òuùÿr ederse kim siz
ehl-i buùlÀn ve ehl-i ilóÀduñ niçe ‘aybını kendi risÀleñizde taórìr edüp bildirmiş iken ba‘de
kendi ‘aybuñıza delìl getürüp setr edersiz derlerse şöyle cevÀb verirüz ki bizim ‘aczimiz
ÀdÀb-ı ehlullÀh ve ÀdÀb-ı ùariúÀt içündür. Ve bu óuãÿã ‘’ayba úıyÀã olunmaz. Küfr ile imÀn
arasıdır. El-buàzu lillÀh ve’l-óubbu lillÀh ve’l ecr-i ‘alallÀhdır. Ya‘ni demek olur ki buàzu
lillÀh rıøÀsı çün ederiz ki küfre ÀşikÀr mürtekib olduúlarında ve muóabbet daòì Allah rıøÀsı
çün ederiz. ÁşikÀr imÀn üzerinde olduúlarında ve daòì Allah-ı ‘aôìmü’ş-şÀndan ecir maùlÿb
ederiz. Olmıya ki fÀøılìn-i muóaúúiúìnden bir kimesne müùÀla‘a úıldıúda noúãanımızı
itmÀm edüp setr eyliye ki ancaú kemÀl odur, derler zirÀ merÀmımız muóabbetullÀha
ãıàınmakdır ki Àyìn-i ÀdÀb ehlullÀhdır. Nitekim Óaøret-i MevlÀnÀ úudduse sırrehu’l-‘azìz
buyurmuşlar:
“Edebü’n-nÀs eyyühe’l-aóbÀb ùarìúü’l-‘aşú küllehÀ ÀdÀb”43 ôann etme ki bunda herkesin
bildigi ‘ayb ola. Bunlar şìve-i ‘ÀşıúÀndır. Hergiz [9a] farú olunmaz hemÀn maúãÿd
Ümmet-i Muóammed’e óasbeten-lillÀh içün òiõmet etmekden bu ‘Àleme gelmekden murÀd
bir yÀdigÀr úoyup gitmekdir ki rÿóunı òayr ile yÀd [u] şÀd edeler ve kendiler daòì nice fÀide
óÀãıl edüp ùarìú-i Óaúú’a sÀlik olup mÀye-i Muóammedìye vÀãıl olalar.
40 Hûd -120: Ve sana anlattığımız şeylerin hepsi, resullerin haberlerindendir. Onlarla senin kalbindeki fuad hassasını
(fiziğin ötesindeki idrak) sağlamlaştırırız. Ve bunda ( bu haberlerde) sana hak, müminlere öğüt ve zikir geldi. 41 En’am-165:..Kiminizi kiminizin üstünde mertebelere yüceltendir. 42 Ey ashâb, Allah’ın sünnetini yüceltin, değer verin. 43 Aşk yolu baştanbaşa edeptir.
Türk Nasihat Geleneğinden Bir Örnek: “Risâle-i Pend-i Âşıkân” 231
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
[Şiir No.5]
[MEæNEVì]
FÀilâtün fÀilâtün fÀilün
1 Uşta òatm oldı risÀle ey püser
Ver ãalÀtı ehl-i beyte ser-te-ser
2 Oúu imdi fÀtióÀ te’lifine
Kim erişe pìrine üstÀdına
3 Budur sizden dilek her ãubó u şÀm
Almadı kimse cihÀndan intiúÀm
4 Ţutma arøÿ köhne dehre ey kişi
Çün bilürsin fÀnì olmaúdır işi
5 Gün-be-gün taóãil edüp n’etmek gerek
‘Áúibet terk eyleyüp gitmek gerek
6 Soñra ıããı olmaya hiç Àh u zÀr
Şimdiden bul yolunı ey pÀyidÀr
7 Úıl şefÀ‘at raómetenli’l-‘Àlemìn
Dest-gìr ol yÀ şefi‘ü’l-müõnibìn
8 ‘Afv ola ‘ıãyÀnımız ey õü’l-kerem
Óaú Te‘ÀlÀ Óaøretinde muóterem
9 Kesmezem senden ümidim yÀ Kerìm
Oúurum isminde raómanu’r-raóìm
Temmet: Sene 1236
KAYNAKÇA
Ahmed b. Hanbel, Müsned, Ocak Yayıncılık 2014
AKKUŞ, Metin, Klasik Türk Şiirinin Anlam Dünyası, Edebî Türler ve Tarzlar, Fenomen
Yayınları, Erzurum 2007
ALPER, Kadir, Giritli Aşkî ve Divânı, Yüksek Lisans Tezi, GÜSBE 2005
ARSLAN, Mehmet, Divan Edebiyatında Nasihat-nâmeler (Pend-nâmeler) ve Vak‘anüvis Es‘ad
Efendi’nin Pend-nâmesi, Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri, Sivas, 2004, S. 4, s. 7- 80
Bursalı Mehmed Tahir, Ahlak Kitaplarımız, İstanbul 1325
Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri; Haz. C.Kurnaz, M. Tatcı, Bizim Büro Yay. C.1 s.283
Berdruddin Aynî, Umdetü’l-Kârî, Mustafa el-Bâbî ve Evladuhu Yayınevi 1392 s.543
CANIM, Rıdvan, Divan Edebiyatında Türler, Grafiker Yayınları, Ankara, 2011
CEBECİOĞLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay. İst.2010
COŞKUN, Menderes, Klasik Türk Şiirinde Edebi Tenkit: Şairin Şaire Bakışı, Ankara: Akçağ 2007
ÇALKA, Mehmet Sait,, Safî Mustafa Efendi’nin “Gülşen-i Pend” Mesnevisinde Din Görevlilerine
Nasihatleri, Turkish Studies- İnternatianol Periodical For the Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic, Volume 3/1 Winter 2008, Doi Number: http://dx.doi.org/
10.7827/ TurkishStudies. 269, p. 242-250
232 Kadir ALPER
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/5 Spring 2014
El-Aclunî Keşfü’l-Hafâ- Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye Yayınevi, Beyrut, 1408/1988
Et-Tâc, El-Hüseynî,Tercüme Abdülvehhab Öztürk Kahraman Yay.2012
Ebu Davud, Sünen, Şamil Yayıncılık 2012
GÖKALP, Haluk, Risâletü’n- Nushiyye’de Tahkiyevî Unsurlar, Turkish Studies- İnternatianol
Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 4/2
Winter 2009, Doi Number: http://dx.doi.org/ 10.7827/ TurkishStudies. 637, p. 485-521
GÜLTEKİN, İbrahim, Taşlıcalı Yahyâ Bey’in Divan’ında Nasihatname Türünde Yazılmış Şiirler ve
Bu Şiirlerin Konuları, Dili ve Üslubuna Dair Bazı Hususiyetleri, Turkish Studies-
İnternatianol Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic,
Volume 8/9 Summer 2013, Doi Number: http://dx.doi.org/ 10.7827/ TurkishStudies. 5482,
p. 1525-1552
Hüseyin Gaybî, Şerhu Hutbetü’l-Beyân, Vr.104a
İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, 6/430
İmam Buharî, Sahih-i Buharî Tercüme ve Şerhi, Sağlam Yay.İstanbul 2011
KAPLAN, Mahmut, Türk Edebiyatında Manzum Nasihat-nâmeler, Türkler, Yeni Türkiye Yay.
Ankara 2002, C. 11, s.791-799
KAPLAN, Mahmut, Hayriyye-i Nâbî, AKM Yayınları, Ankara, 2008
KILIÇ, Filiz Giritli Divan Şairleri, Hacı Bektaş-ı Velî Dergisi, S.32, 2004, s.16
LEVEND, Agâh Sırrı, Ümmet Çağında Ahlak Kitaplarımız, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara 1964, s.89-115
Mehmed Ali Aynî, Türk Ahlakçıları, Kitabevi Yayınları,İstanbul 1992
PALA, İskender, Nasihat-nâme, DİA, İstanbul 2006, C.32, s.411
PARLATIR, İsmail, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Yargı yay. Ankara 2011, s.1351
Risâle-i Pend-i Âşıkân, Diyanet Kütüphanesi Nüshası
SCHİMMEL, Annamarie, Tasavvufun Boyutları, Kırkambar Kitaplığı; İslam Mezhepleri, Tasavvuf
ve Tarikatlar; İstanbul,2000
Sühreverdî, Avârifü’l-Mearif, Semerkand Yay.2005
ÜNAL, Harun, Uydurma Hadisler, Mirac Yay. 2007