turkish studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d03262/2016_17/2016_17_kurbanna.pdf · eser, dili...

20
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/17 Fall 2016, p. 467-486 DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9833 ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY Article Info/Makale Bilgisi Received/Geliş: 28.07.2016 Accepted/Kabul: 10.11.2016 Referees/Hakemler: Prof. Dr. Abdulbaki GÜNEŞ - Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman ALTUNTAŞ This article was checked by iThenticate. MÛSÂ CÂRULLÂH’IN (1875-1948) YAPTIĞI TATARCA KUR’ÂN TERCÜMESİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME Nur Ahmet KURBAN * ÖZET Bu çalışmada Tatar Türklerinden Mûsâ Cârullâh’ın yıllardan beri kayıp meal olarak bilinen Kur’ân-ı Kerîm: Tercüme-i Şerîfe ya da Kur’ân- ı Kerim’in tatarca tercümesi adlı eserini inceleme konusu edindik. Zira Cârullâh, yaşadığı dönemde sadece doğduğu topraklarda kalmamış, Hindistan’dan Finlandiya’ya, Sibirya’dan kuzey Afrika’ya kadar geniş coğrafyada adından söz ettiren önemli bir şahsiyettir. Hayatının her safhasında Müslümanların karşılaştıkları sorunları Kur’ân ve sünnet çerçevesinde çözmeye çalışan biri olması açısından onun yaptığı Kur’ân tercümesi araştırmaya değer bir nitelik taşımaktadır. Bilindiği üzere Cârullâh’ın kelam, tefsir ve tefsir usulünün bazı konularına yaklaşımı araştırmanın dışında bırakılmıştır. Ancak yaptığımız çalışma sonunda anlaşılacaktır ki Cârullâh’ın yaptığı bu tercüme onun özgünlüğünü pek yansıtmamaktır. Kendi ifadesine göre tercümeyi yaparken eski tefsir kaynaklarından kapsamlı bir şekilde yararlanmış ve lafızların açık delaletinden öteye gitmemiştir. İncelediğimizde eserde klasik tefsir kaynaklarının etkileri açık bir şekilde görülecektir. Tartışmalara kapı aralayacak yaklaşımlardan uzak durmuştur. Her ne kadar kelmî ve fıkhî tartışmalara girmese de hurufu mukattaaların izahını yapmaya çalışması eser için bir yenilik sayılabilir. Besmelenin Kur’an’dan bir âyet sayılıp sayılmaması mesele ve bu konudaki Carûllah’ın yorumu kendi içinde tutarsızdır. Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır. Ayetlerin manalarını ifade ederken kırık cümleler kullanmak yerine tam cümle yöntemi kullanmıştır.Eseri şekil açısından incelediğimizde ayetlerin numaralandırılması konusunda bazı hataların olduğu görülecektir. Bu hatalar doğal olarak surelerin âyet sayılarına yansımaktadır. Anahtar Kavramlar: Mûsâ Cârullâh, Kur’ân, Meal, Tercüme, Tefsir * Yrd. Doç. Dr. Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, El-mek: [email protected]

Upload: others

Post on 31-Dec-2019

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

Turkish Studies

International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/17 Fall 2016, p. 467-486

DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9833

ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY

Article Info/Makale Bilgisi

Received/Geliş: 28.07.2016 Accepted/Kabul: 10.11.2016

Referees/Hakemler: Prof. Dr. Abdulbaki GÜNEŞ - Yrd. Doç. Dr.

Abdurrahman ALTUNTAŞ

This article was checked by iThenticate.

MÛSÂ CÂRULLÂH’IN (1875-1948) YAPTIĞI TATARCA KUR’ÂN TERCÜMESİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Nur Ahmet KURBAN*

ÖZET

Bu çalışmada Tatar Türklerinden Mûsâ Cârullâh’ın yıllardan beri kayıp meal olarak bilinen Kur’ân-ı Kerîm: Tercüme-i Şerîfe ya da Kur’ân-

ı Kerim’in tatarca tercümesi adlı eserini inceleme konusu edindik. Zira

Cârullâh, yaşadığı dönemde sadece doğduğu topraklarda kalmamış,

Hindistan’dan Finlandiya’ya, Sibirya’dan kuzey Afrika’ya kadar geniş

coğrafyada adından söz ettiren önemli bir şahsiyettir. Hayatının her safhasında Müslümanların karşılaştıkları sorunları Kur’ân ve sünnet

çerçevesinde çözmeye çalışan biri olması açısından onun yaptığı Kur’ân

tercümesi araştırmaya değer bir nitelik taşımaktadır. Bilindiği üzere

Cârullâh’ın kelam, tefsir ve tefsir usulünün bazı konularına yaklaşımı

araştırmanın dışında bırakılmıştır. Ancak yaptığımız çalışma sonunda

anlaşılacaktır ki Cârullâh’ın yaptığı bu tercüme onun özgünlüğünü pek yansıtmamaktır. Kendi ifadesine göre tercümeyi yaparken eski tefsir

kaynaklarından kapsamlı bir şekilde yararlanmış ve lafızların açık

delaletinden öteye gitmemiştir. İncelediğimizde eserde klasik tefsir

kaynaklarının etkileri açık bir şekilde görülecektir. Tartışmalara kapı

aralayacak yaklaşımlardan uzak durmuştur. Her ne kadar kelmî ve fıkhî tartışmalara girmese de hurufu mukattaaların izahını yapmaya çalışması

eser için bir yenilik sayılabilir. Besmelenin Kur’an’dan bir âyet sayılıp

sayılmaması mesele ve bu konudaki Carûllah’ın yorumu kendi içinde

tutarsızdır.

Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları

tercümelerin aksine gayet akıcıdır. Ayetlerin manalarını ifade ederken kırık cümleler kullanmak yerine tam cümle yöntemi kullanmıştır.Eseri

şekil açısından incelediğimizde ayetlerin numaralandırılması konusunda

bazı hataların olduğu görülecektir. Bu hatalar doğal olarak surelerin âyet

sayılarına yansımaktadır.

Anahtar Kavramlar: Mûsâ Cârullâh, Kur’ân, Meal, Tercüme, Tefsir

* Yrd. Doç. Dr. Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, El-mek: [email protected]

Page 2: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

468 Nur Ahmet KURBAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

AN EVALUATION ON THE INTERPRETATION OF THE QURAN IN TATAR LANGUAGE BY MUSA CARULLAH (1875 – 1948)

ABSTRACT The interpretation of the Quran in the Tatar language, known as

the lost interpretation since the years, by Musa Carullah of Tatar Turks

has been studied in this paper. Because, Musa Carullah was widely

influential in not only his lands, but also the broad geography from India to Finland; from Siberia to the North Africa in his era. His interpretation

of the Quran is deserved to be studied for that he was a personality trying

to solve the problems of the Muslims in the light of the Quran and

Sunnah at every phase of his life. As known, approach of Musa Carullah

to some topics of Kalam (science of discourse), Tafsir (interpretation of the Quran) and the Usûl al-Tafsir (method of interpretation) was beyond

the research. According to his own expression this study that his

interpretation of the Quran doesn’t reflect general characteristics of his

other works. When we examine it, the effects of classical sources of tafsir

in the work will be clearly seen. Although it is said that it will not enter

into discussions about kelamî and fıkhî trying to explain huruf-ı muqattaa is a novelty for the work. Briefly, as expressed by him, he

benefited comprehensively from all the previous Tafsir sources and didn’t

go beyond the literal meaning of the words. He remained far from the

approach which could cause dispute.

In the linguistic regard, the language of his interpretation is more fluent than that of the past interpretations. He has used complete

sentences rather than broken sentences in his interpretation. When we

examine it in terms of man-made form, it will be seen that there are some

mistakes in the numbering of the verses. These mistakes are naturally

reflected in the verse numbers of the surahs.

STRUCTURED ABSTRACT

Musa Carullah completed his interpretation of the Quran in 1912.

However, the religious authorities of the era didn’t let the interpretation

be published due to various reasons. His individual effort failed to make the interpretation to be published. The interpretation of the Quran

searched more than one century was published via facsimile with name

“The Interpretation of the Quran in the Tatar Language by Bigiyef” by the

effort of governmental authorities in Kazan in 2010.

Musa Carullah considered interpretation of the Quran was

necessary. In his view, it is necessary to interpret the Quran which is the translation of the nature, even the entire universe in his own language in

a decent way. Reciting the Quran is only possible in Arabic; and reading

the interpretation is not considered reciting the Quran. Furthermore, it

is not right to look for miracle in the interpretation. Meaning of the

Quran, alike the word, has been preserved. Therefore, it isn’t correct to oppose to the interpretation due to the possible deviation in the meaning.

However, the meaning could be expressed in the target language in

different ways because of unique characteristics of each language. This

should not create obstacle for the interpretation.

Tafsirs written by previous scholars have been the main sources for

the interpretation of Musa Carullah. He investigated every Tafsir source

Page 3: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 469

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

while interpreting each verse of the Quran rather than going to simplistic methods. Firstly, he gave special importance to the Quran being the first

source. Secondly, he gave special importance to linguistic aspects and

literal meaning of the words. He expressed that the linguistic features

such as assumption, omitting and commenting limiting the meaning with

human understanding weren’t used.

We firstly see view of Musa Carullah about Besmele (term for Bismillahirrahmanirrahim) when the meaning is investigated. In his view,

Besmele is the verse firstly descended. Besmele was descended 114 times

for 114 Surah separately. Besmele is independent verse in each Surah.

However, this approach wasn’t regarded in the interpretation. Besmele

was excluded from the total number of verses in a Surah.

In regard to defining religious concepts, he didn’t give interpretation

to the verses which was subject for disputes in Kalam and used Arabic

word literally. One of the topics he emphasized was non-eternity of hell.

Therefore, relating concepts and verses have been investigated one-by-

one. Eventually, it hasn’t been possible to clearly assess the view of Musa

Carullah about this problem.

It has been seen that Musa Carullah has used parenthetical

statements frequently. He has followed a methodology based on meaning

rather than word itself in this interpretation. One of the most important

features of his interpretation is the effort to give meaning to all of the

single letters at the beginning of some Surah. Footnotes have been used where necessary. Furthermore, some verses have been combined

whereas some others have been divided. As a result of this, some Surah

have had more or less verses in the interpretation than those in the

Arabic Quran.

Keywords: Musa Carullah, the Quran, interpretation of the Quran,

Tafsir

Giriş

İdil-Ural olarak bildiğimiz Karadeniz’in kuzeyindeki Türk Kazan Hanlığı, 1556 yılında

Ruslar tarafından işgal edilmiştir. Bu yeni yönetim zaman zaman yumuşak yüzünü göstermiş olsa da

onların üzerinden çoğu zaman demir yumruğu eksik etmemiştir. Buna rağmen bölge halkı uzun süren

baskılara karşı direnmeyi sürdürmüş ve dinî değerlerinden hiç vaz geçmemiştir. Ancak geçtiğimiz

yüzyılda İslam coğrafyasının diğer bölgelerinde hızla revaç bulan reform rüzgârları Tatar

coğrafyasında da esmiştir. Abdunnasır Kursavî (v. 1812) ile başladığı düşünülen fikrî gelişmeler,

başlangıçta halk inançlarına karışmış hurafeleri temizleme özellikle de akait konusunda selef

dönemine müracaatı esas alan bir yol izlemiştir. İlerleyen zaman dilimlerinde farklı kişiler tarafından

sürdürülen reformcu yaklaşımın en önemli temsilcilerinden biri de hiç kuşkusuz Mûsâ Cârullâh’tır.

Cârullâh, kendi döneminin zor ekonomik, siyasî ve sosyal şartları içerisinde her fırsatta

İslamî değerlerin üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmıştır. Bu uğurda bir yandan Türkistan

coğrafyasında kendilerine yer açmaya çalışan gayri İslamî düşünceye karşı mücadele ederken, diğer

yandan din adına toplum tarafından benimsenen bazı algıların değişmesini istemiştir. Onun

çalışmaları dinin tek bir alanı ile alakalı değil, kelam, tefsir, kıraat, fıkıh, felsefe ve ahlak gibi birçok

konuda tartışma yaratacak görüşleri kapsamaktadır. Dolayısıyla Cârullâh, sadece Türkistan’ın

geleneksel uleması tarafından değil, İslam coğrafyasının farklı bölgelerinden de eleştiriler almıştır.

O, çalışmalarında her zaman Kur’ân’ı hareket noktası yapmayı ön sıraya koymuştur. Ümmetin

Page 4: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

470 Nur Ahmet KURBAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

kurtuluşunu hep burada görmüştür. Yazılarının hemen hemen hepsinde onun bu yaklaşımını açıkça

görmek mümkündür. Dolayısıyla Cârullâh, Zekî Velidî’nin (1890 – 1970) nezdinde bir reformist

olmaktan ziyade Kur’ân ilimlerinde derinleşmiş bir âlimdir (Görmez, Bigiyef: 58).

Biz bu çalışmamızda Mûsâ Cârullâh’ın sadece son yıllara kadar kayıp olarak bilenen Kur’ân

tercümesini tahlil edeceğiz. Ancak içeriğine geçmeden evvel, eserin tarihçesi hakkında biraz bilgi

vermek yerinde olacaktır. Eseri değerlendirirken, tefsir kaynaklarında tefsirciler tarafından sorun

olarak algılanan noktaların izleri sürülecektir. İnceleme esnasında yapmaya çalışacağımız önemli

çalışmalardan biri de şüphesiz ki, Cârullâh’ın kendisiyle temayüz ettiği bazı görüşlerinin ayet

tercümelerine yansıyıp yansımadığını tespit etmek olacaktır. İhtiyaç duyulduğunda elde edeceğimiz

bulgular diğer eserlerinde ortaya koyduğu görüşler ile karşılaştırılacaktır.

A. Tercümenin Tarihçesi

Cârullâh’ın Kur’ân-ı Kerîm’i tercüme etmeye ne zaman başladığı tam olarak

bilinmemektedir. Ancak 1904-1905 yıllarından itibaren zihninde böyle bir çalışmayı tasarladığı, bu

yüzden ön hazırlık olması için bazı eserleri kaleme aldığı bilinmektedir (Maraş, 2002: 185). Ancak

onun bu konuyla ilgili eserlerinden bazılarının basım tarihleri daha sonraki yıllara tekabül etmektedir.

Bu bağlamda müellif, Sarfu’l-Kur’ân, Kitâbu Tertîbi’s-Sûveri’l-Kerîmeti, Tenâsubiha fî’n-Nüzûli ve

fi’l-Mesâhif adlı eserlerini kaleme almıştır. Bunun dışında ayrıca Hurûfu Evâili’s-Sûver, Fıkhu’l-

Kur’ân, Tarîhu’l-Kur’ân ve’l-Mesâhif (Kanlıdere, Cârullâh: 143, 165, 175-176) gibi eserleri

zikredilir. Öte yandan kıraat ilmi de onun mesai harcadığı alanlardandır (Görmez: Bigiyef: 71-72).

Bu eserleri, meal çalışmasının hazırlık safhası olarak değil, Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması amacıyla

sürdürdüğü bağımsız çalışmalar olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.

Kaynakların ifadesine göre Cârullâh, üzerinde birkaç sene çalıştığı Kur’ân tercümesini 1912

yılında tamamlamıştır (Kanlı Dere, Cârullâh: 71; Maraş, 2002: 88.). Ancak Ufa şehrindeki

Müslüman Dinî İdaresi, bu tercümenin yayınlanmasına izin vermemiştir. Cârullâh’a göre bu yasak,

âlimleri aşağılamak anlamına gelmektedir. Muhalif kanat ise, bu tercümenin fesada sebep olacak bir

iş olacağını savunmaktadır. Zira onlara göre Cârullâh, içtihat iddiasında ve dinde reform

gerçekleştirme hayalinde olduğundan düşüncelerine uymayan ayetlere saygı göstermemektedir

(Kanlıdere, Cârullâh, 71-73).

Tercümenin yayınlanma sürecini biraz daha ayrıntılı ele alacak olursak, Cârullâh 1912

yılının Ocak ayının sonlarında Kazan’a Ümid Matbaası’na gelerek yapmış olduğu Kur’ân

tercümesinin basılması konusunda mukavele yapmıştır. Ancak kadîmci ulemanın yoğun baskısı

sonuç vermiş olmalıdır ki Orenburg Müftülüğü söz konusu matbaaya bir ferman göndererek

Cârullâh’ın mealinin yayınlanmasını yasaklamıştır. Yulduz Gazetesi’nin sahibi ve başmuharriri Hadî

Maksudî (1868-1941), Cârullâh’ın ilmî yeteneğini kabul etmekle birlikte, Kur’ân tercümesinin bir

komisyon tarafından yapılması gerektiğini ve Cârullâh’ın bu çalışmasının uygun olmayan bir

zamanda ortaya çıktığını ifade ederek müftülüğün kararını desteklemiştir (Maraş, 2002: 182). Kanlı

Dere’nin ifadesine göre Cârullâh, 1913 yılında Petersburg’da Emanet adında bir matbaa kurmuş ve

yaptığı Kur’ân tercümesini bu matbaada yayınlamayı düşünmüşse de bu istek yine gerçekleşmemiştir

(Kanlıdere, Cârullâh: 71-73).

Tatar şairi Abdullah Tokay, Cârullâh’ın evinde birkaç gün kaldığını ve bu zaman zarfında

Cârullâh’ın yaptığı Kur’ân tercümesini gördüğünü, eserin pek iyi olmadığını, özellikle de dil

yönünden yetersiz olduğunu dile getirir (Kanlıdere, Cârullâh: 71). Cârullâh ise yaptığı tercümede

ihtilaf edilmesini yadırgamamaktadır. Sahabe döneminde bile bazen kelimelerin anlaşılması

noktasında farklı görüşler ileri sürülebildiyse, kendisinin yaptığı tercümede ihtilafların olması

doğaldır. Cârullâh’a göre tercümelerin ehemmiyeti ihtilafları ortadan kaldırmak için değil, Kur’ân’ın

manalarını anlatmak içindir. Arap dilinde bazen bir ibarenin farklı manalara gelmesi muhtemel oldğu

Page 5: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 471

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

gibi, tercümede kullanılan Türkçe kelime ve cümlelerin anlaşılmasında da elbette bazı farklar

olacaktır (Cârullâh, Ufak Fikirler: 102).

Cârullâh yaptığı Kur’ân tercümesini Kazan’da yayınlayamamıştır. Çok sonraları TBMM

şerefine yayınlamayı düşünmüş, fakat bu arzusuna da ulaşamamıştır. (Maraş, 2002: 183). Birçok

araştırmacıya göre Cârullâh’ın kaleme almış olduğu Kur’ân tercümesi kaybolmuştur (Kanlıdere,

Cârullâh: 143; Görmez, Bigiyef: 75.). Ancak bir asrı aşkın süredir kayıp olarak bilinen bu tercüme

bulunmuştur ve 2010 yılında Tataristan’ın başkenti Kazan’da basılmıştır. Tercümenin

yayınlanmasında Tataristan Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Mintimer Şeymiyev’in özel teşebbüsü

etkili olmuştur. Nihayet, Tataristan Cumhuriyeti Dış İlişkiler Birimi’nin desteğiyle söz konusu eser,

“Bigiyef’in Tatarca Kur’ân Tercümesi” adıyla gün yüzüne çıkmıştır. Artık okuyucuların merakla

beklediği kayıp eser bulunmuştur. Eserin başında editörün oldukça uzun bir ön sözü vardır. Burada

eserin içeriğine yönelik bazı bilgiler de yer almaktadır (Cârullâh, Tercüme: 5-15).

B. Tercümenin Zarurîliği ve İzlenen Yöntem

a. Kur’ân Tercümesinin Zarurîliği

Cârullâh, tercümede takip ettiği metodu Halk Nazırına Bir Niçe Mesele ve daha sonra

yayınladığı Büyük Mevzularda Ufak Fikirler adlı eserinde dile getirmiştir (Cârullâh, Halk Nazırına

s. 85-93; Ufak Fikirler: 103-105; Maraş, 2002: 184). Ona göre tabiatın, belki bütün varlık âleminin

tercümesi olan Kur’ân-ı Kerîm’i kendi dillerine doğru ve güzel bir üslupla tercüme etmek elbette

gereklidir. Günümüze kadar Kur’an’ı tercüme etmek günah olarak kabul edilse de bundan sonra

tercüme etmek hiçbir surette günah olmaz. Cârullâh, Kur’ân-ı Kerîm, bütün varlık âleminin

tercümesidir, dedikten sonra, bu sözünü bir daha tekrarlar ve bu sözü mübalağa tarikiyle yahut kuru

bir iman tesiri ile söylemediğini vurgular. Kur’ân-ı Kerîm, Hakîm olan Rab tarafından Cebraîl

vasıtasıyla Kerîm olan Hz. Peygamber’in kalbine inmiş en son semavî kitaptır. Mûciz nazımlarını

lisanlarda, gönüllerde ve Mushaflarda değiştirmeksizin saklamak vazifesiyle, manalarını bütün

insanlara beyan etmek vaadiyle Hz. Peygamber tarafından, emanet-i ilahîye olmak üzere Kur’ân-ı

Kerîm, masum İslam ümmetinin uhdesine teslim edilmiştir. Mûciz nazmının ebediyen devam

edeceği, bir defa Şâr-i Hakîm’in büyük tedbiri ile güvence altına alınmıştır. Müminlerin her birine

inmiş her bir ayetin hıfzı, saadet asrında en başta gelen fermanlardan idi. Bu sebeple Kur’ân- Kerîm,

saadet asrında büyük bir ilgi ile hıfzedilmiştir. Her harfi ve her kelimesi olduğu gibi yazı ile kayda

geçirilmiştir (Cârullâh, Halk Nazırına: 85).

Cârullâh’a göre tilavet yalnız Arapça nazmı ile olur. İslamiyet’in en büyük rüknü, ancak

Kur’ân-ı Kerîm’in Arapça nazmı ile eda edilir. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’in manalarını ümmetin

bireylerine açıklamak ve tebliğ etmek için elbette tercüme farzdır (Cârullâh, Halk Nazırına: 88). O,

bu bağlamda Kur’ân’ın tercümesinde bir îcâzın aranmayacağını baştan kabul etmektedir.

Tercümenin vücubiyetini vurgularken de birçok yönden Kur’ân’ın tercüme edilmesini, uygun

görmeyen ulemaya (Aydar, Kur’ân-ı Kerîm’in Tercümesi Meselesi: 209-210) karşı tepkisini açıkça

ifade etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in manaları, nazmı gibi sabittir. Ona göre tercümesi de mümkündür.

Kur’ân-ı Kerîm’in her bir kelimesi, harekeleri ve sükûnlarıyla nasıl korunmuşsa kelimelerin,

cümlelerin manaları da öyle muhafaza edilmiştir. İslam kalemiyle telif edilmiş ulûm-i İslamiye

kitaplarının her biri Kur’ân kelimelerinin, cümlelerinin manalarını değiştirmeksizin korumak için

yazılmıştır. Lügat kitapları, usûl-i fıkıh kitapları, kelimelerin ve cümlelerin manalarını

değiştirmeksizin korumak için kaleme alınmıştır.

Manası da nazmı gibi korunmuş ise Kur’ân-ı Kerîm’in tercümesi zaruretle mümkün olur.

Manası korunmuş olduktan sonra tercüme mümkün değil demek, Kur’ân-ı Kerîm’in manaları hiçbir

zaman anlaşılmaz demek gibidir. Bazen bir cümleden çıkarılan mana, asır farklılığı yahut ümmetlerin

örflerindeki farklılıklar hasebiyle muhtelif olur. Şu surette harfiyen tercüme olmaz. Örften

Page 6: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

472 Nur Ahmet KURBAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

(kelimelerin kavramlaşmasından) önceki manasını bilmeyen biri, Kur’ân’ı tercüme ederse hata eder.

Örneğin, örfümüzü bilmeyen Araplardan birine “kuvvetim uçtu” cümlesini, “روحي طارت” diye

tercüme edersek hata etmiş oluruz. Bazen öyle olur ki cümlelerin manaları muhtelif olmasa da onun

manaları zorunlu olarak farklı olur. Halleri ve hayalleri muhtelif iki insan bir cümleyi işittiklerinde,

kastedilen bir mana, o iki kişinin kafasında muhtelif iki surette kavranır. Birinde belki gayet dehşetli

tesir oluşturur. Diğerine ise hiç tesir etmez. (Cârullâh, Halk Nazırına: 92) Manaların ve suretlerin

farklı olması hasebiyle tercüme bazen mümkün olmaz demek doğrudur. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’in

kelimeleri ve cümlelerinin manaları ta kıyamete kadar sabittir. Hayalin suretleri değil, belki

hakikattir. Buna göre Kur’ân-ı Kerîm’i tercüme katiyen mümkündür. Şer‘an farzdır. (Cârullâh, Halk

Nazırına: 85-93)

b. Tercümede İzlenen Yöntem

Cârullâh, yapmış olduğu Kur’ân tercümesinde izlediği yöntem hakkında Halk Nazarına…

adlı eserinde bizzat bilgi vermiştir. O burada öncelikle tercüme esnasında kullandığı kaynaklardan

bahsetmiştir. İlim ehli tarafından yazılmış tefsirler onun kullandığı kaynakların başında gelmektedir.

Her ayeti ayrcüme ederken, tefsirlerin her birine ayrı ayrı müracaat etmiş, incelemelerinde hiç

kolaycılığa kaçmamıştır. Bu sayede tercümedeki zorlukların kahir ekseriyeti tefsirlerin bereketiyle

kolaylaşmıştır.

Bu konudaki en önemli kaynaklarından biri şüphesiz, Kur’ân-ı Kerîm’in kendisi olmuştur.

Ayet-i kerîmeleri tefsir ederken yahut tefsirlerin birini diğerine tercih ederken, Kur’ân-ı Kerîm’in

başka ayetlerine dayanarak bir tercihte bulunmuştur. Bir anlamda Kur’ân-ı, Kur’ân ile tefsir etmeye

gayret etmiştir. Kur’ân’da geçen bazı kelimelerin iki manaya muhtemel olduğu durumlar vardır.

Cârullâh her geçtiği yerde bu kelimelerin her iki manası aynen almıştır. Bu durum aslında tefsir ve

tercümelerde büyük bir sorundur (Cârullâh, Halk Nazırına: 88). Bunların örnekleri ileride gelecektir.

Kur’ân-ı Kerîm’i tercüme ederken Cârullâh’ın en güçlü dayanaklarından biri de dilin delaleti

olmuştur. Kelimelerin yapısını dikkatle incelemiş, kelimelerin zahirinin delaletlerini sarf yardımıyla

tahlil etmiş ve kelimelerin manalarını tespit etmeye eksiksiz hâlde özen göstermiştir. Cümlelerin

manalarına, terkiplerin ihtimallerine her şeyden ziyada ihtimam göstermiştir. Kur’ân tercümelerinde

mütercimlerin karşılaşacağı sorunlardan biri de mercileri net olmayan, ululûmu’l-Kur’ân

kaynaklarında mübhematu’l-Kur’ân bahsinde incelenen mevsullerdir (Cârullâh, Halk Nazırına: 89).

Her tefsircinin ya da Kur’ân müterciminin dikkat etmeden geçemediği bir huşu ise, kıraatlar

ve kıraat ihtilaflarıdır. Cârullâh bu konudaki farklılıkların her birine itibar etmiştir. Kıraatler, bazen

kelimelerin maddelerinde bazen yapılarında bazen ise iraplarında farklılık arz eder. Eğer öyle

ihtilaflar sebebiyle ayetlerin manaları muhtelif olursa, Cârullâh, bu manaların hepsine itibar etmiştir.

Zira ona göre muhtelif kıraatler, çeşitli ayetler gibidir.

Arapçanın cümle yapısı bazen farklı tahlillere müsait bir yapıdadır. Cârullâh, bir cümlenin

çeşitli manalara muhtemel olduğu durumlarda, o manaların her birini ayrı ayrı zikrettiğini ve

aralarında her hangi bir tercihte bulunmadığını söylemektedir. Yani muhtemel manalardan bazen

yalnız biri kastedilebilir, bazen her biri ayrı ayrı kastedilebilir. Eğer her ikisi kastedilmişse tercümede

her ikisini zikretmiştir (Cârullâh, Halk Nazırına: 89).

Mûsâ Cârullâh’ın çok önemsediği hususların biri Kur’ân örfü kavramıdır. Onun buradaki

çabası, Kur’ân’ı sonradan oluşmuş kavramlarla değil, kendi ıstılahları içerisinde anlamlandırma

babından bir çabasından ibarettir. Cârullâh tercümede cümlelerdeki takdir, hazf ve te’vil gibi manayı

insan anlayışı ile daraltan hususlara yer vermediğini ifade etmektedir. Bunu yapanları tahrifle

suçlamaktadır. Kelamî esaslara, eski ve yeni felsefe tartışmalarına göre ayetlere mana vermeye

Page 7: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 473

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

çalışanları tenkit etmiştir. Kendisi bu tercümede mezhebî evhamlardan uzak kalmaya çalıştığını ifade

etmiştir (Cârullâh, Kur’ân-ı Kerîm Huzurunda Rusya Müslümanları: 1-2; Maraş, 2002: 186).

Daha açık ifade ile Cârullâh, yaptığı tercümede hiçbir ayet-i kerîmeyi te’vil yoluna

gitmediğini ifade etmiştir. O bu konuda şöyle der: “Tefsir, tev’il nasıl olursa olsun insan fikri olur.

Tercümede ben yalnız Kur’ân-ı Kerîm’in örflerine, Arap dilinin delaletlerine itibar ettim. Hiçbir

harfte hiçbir insanın görüşünü esas almadım. Kur’ân-ı Kerîm’in büyük, mukaddes manalarını,

kendimin ufak sıradan fikirleriyle birlikte yazmaktan elbette tenzih ederim. Öyle yapacak kimselere,

Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanlığın lanetleriyle birlikte ben de lanet ederim” (Cârullâh, Halk

Nazırına: 91).

Ayeti tefsir ederken, vereceği mananın kelam usûllerine, eski ve yeni felsefî bakışlara

uydurulması gibi kötü alışkanlıklardan sakındığını söyler (Cârullâh, Halk Nazırına: 90). O, bu

sözüyle ayetleri tercüme ederken kelamî problemler içerisinde kaybolmaktan son derece sakındığını

ifade etmiş olmaktadır.

Tefsir ya da tercüme geleneğimizde Hz. Peygamber’den gelen hadisler veyahut sahabeden

gelen haberler çerçevesinde oluşan kavramlarla ayetlere mana vermek genel kabuldür. Cârullâh,

nazm-ı mûcizin delaletlerini göz ardı etmekten sakınmakla birlikte ayetlerin zahirî manalarını esas

almıştır (Cârullâh, Halk Nazırına: 90).

C. Kur’ân Tercümesinden Örnekler

Yukarıda Cârullâh’ın Kur’ân tercümesinin zarurî olduğunu dile getirdiğinden ve kendi

tercümesinde dayandığı yöntemlerden bahsettik. Biz aşağıda hem Cârullâh’ın kendi yöntemleri hem

de günümüz Kur’ân tercümelerinde göze çarpan bazı özellikler açısından, örneklerle söz konusu

tercümeyi değerlendirmeye çalışacağız.

a. Dinî Kavramların Tercümesi

a.a. Besmele Hakkındaki Görüşleri

Her şeyden önce Mûsâ Cârullâh, Kur’ân’ı tercüme ederken, elimizdeki Hz. Osman

Mushaf’ının sure tertibini esas almıştır. Onun ifadesiyle sure başlarındaki Besmelelerin o sureden bir

ayet olup olmadığı konusunda ulema arasında tartışma vardır. Nafi‘, Asım, İbn Kesir, Ebu Cafer ve

Kisaî Besmeleyi müstakil ayet kabul etmiştir. Diğerleri ise aksi görüştedirler (Cârullâh, Kur’ân-ı

Kerîm’in Vücuhu Arabiyyesi: 76).

Cârullâh’a göre Mushaf’taki her şey Kur’ân’dır (Cârullâh, Tertibu Süveri’l-Kerîmi: 214).

Besmele ise Kur’ân-ı Kerîm’in ilk ayetidir. Yüz on dört surede yüz on dört defa nazil olmuştur.

İlkinde Hıra dağında Alak suresinin ilk beş ayeti ile birlikte başta müstakil bir sure ve aynı zamanda

ayet-i fez olmak üzere Cebrail tarafından okunmuştur. O vakit, Cebrail’in elinde beyaz bir sayfa

vardı. Altı satırda, altı ayet gayet açık bir şekilde yazılıydı. Burada Besmele müstakil bir ayet ya da

bir sure idi (Cârullâh, Bismillah: 2). Kur’ân- Kerîm’de her surede Besmele müstakil bir ayettir.

Mücmel bir suredir. Her sure kendisinin başındaki Besmele suresinin tafsilatıdır. Bu sebepten dolayı

tekrar nazil olmuştur. Besmele Kur’ân’da surelerin bir cüzü değil, bilakis Kur’ân’ın kendisidir

(Cârullâh, Bismillah: 5).

Başka bir eserinde de Cârullâh yine Besmele’nin müstakil bir ayet olduğu yönündeki

görüşünü sürdürür. Ona göre Tevbe suresi hariç her surenin başında bulunan Besmele, her sure ile

birlikte müstakil bir ayet olarak nazil olmuştur. Buna göre Kur’ân’daki Besmele sayısı yüz on üçtür.

Ancak Neml suresinin hem başında hem de ortasında yer verildiği için Besmele sayısı sure sayısı ile

eşit olmuştur. Cârullâh’a göre Fatiha suresinin başındaki Besmele de aynı şekilde Fatiha’dan bir

ayettir. Bu konuda mezhep kitaplarında, şerh ve haşiyelerde bir takım yanılgılara yer verilmiştir.

Page 8: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

474 Nur Ahmet KURBAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

Bugün bunlardan hiçbirine itibar edilmemelidir. Bu gibi konularda güvenilecek yegâne kaynak

Mushaf’ın kendisidir. Bütün Mushaflarda Besmele, ayetlerin yazıldığı kalem ve mürekkeplerle

yazılmıştır. Başında geldiği sure ile kendisinden önce gelen sureyi birbirinden ayırmak için

kullanılmıştır. Kısaca Besmele, Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinden ayrı olup, her surenin başında ayrıca

bir ayet olarak yer almış, ancak surelerin bir parçası olarak görülmemiştir (Cârullâh, Kitabu’s-Sünne:

109).

Onun bu görüşüne göre her surenin başındaki Besmele için bir rakam verilmesi gerekir.

Ancak Cârullâh, bu sözlerine rağmen yaptığı tercümede Besmele’ye rakam vermemiş, surenin

ayetlerini sayarken Besmele’yi başında bulunduğu sureden bir ayet saymamıştır. Nitekim eserde

Neml suresinin 30. ayetin geçen “ حيم حمن الر الر ibareyi 29, 30 ve 31. ayetle birlikte tercüme ”وإنه بسم للا

etmiştir. Bu tercümede Besmele’nin müstakil bir ayet olduğu net değildir (Cârullâh, Tercüme: 470).

Fatiha suresinin tercümesinde de ayetler numaralandırılırken Besmele numaraların dışında kalmıştır.

O, son ayeti ikiye bölerek tercüme etmiş ve bu şekilde Fatiha suresinin ayet sayısını yediye

tamamlamıştır. (Cârullâh, Tercüme: 2)

Cârullâh, İstiazeyi şöyle tercüme etmiştir: “Allah’ın rahmetinden lanet ile kovulmuş

şeytandan Cenab-ı Hakka sığınırım”.

Besmeleyi şöyle tercüme etmiştir: “Dünya ve ahirette bütün mahlûkata merhamet ve inayet

edici Allah’ın ismi ile başlarım”. Besmelenin bu şekilde tercümesi ancak Haşr suresine kadar devam

etmiştir. Ondan sonra Kur’ân’ın sonuna kadar olan surelerde geçen Besmeleler, öncekileri gibi mana

merkezli açık bir tercümeye tabi tutulmamış, sadece “Allah’ın ismiyle” şeklinde kısa bir tercüme ile

sürdürülmüştür (Cârullâh, Tercüme: 692).

Burada görüldüğü gibi Besemele iki farklı şekilde tercüme edilmiştir. Nitekim Besmele’nin

tercümesinde tarih boyunca çok farklı ifade tarzlarının kullanıldığı açıktır (Çabuk, 2014: 12-137).

a.b. İstiva ve Ru’yet Kavramı

Cârullâh’ın tercümede kelamî problemlerden uzak durma konusundaki görüşü daha önce

ifade edilmiştir. Kelamî tartışmaların üzerinde cereyan ettiği önemli kavramlardan biri bilindiği

üzere istiva kavramıdır. Dolayısıyla biz burada sözü edilen kavramı nasıl tercüme ettiğine bakacağız.

O, Bakara suresinin 29. ayetinde geçen istiva kavramını çok ustalıkla tercüme etmiş ki, farklı mezhep

ve görüşlere kaynak teşkil eden problemler burada kaybolup gitmiştir. Ayetin ilgili kısmının

tercümesi şöyledir: “Sonra göklerin yaratılmasına geçerek onları da yedi gök olmak üzere noksan

ve kusursuz yaptı” (Cârullâh, Tercüme: 7). Burada istiva kelimesinin yaratmaya geçmek olarak

tercüme edildiği görülür. Bu mana A’raf suresinin 54. ayetinde de aynı şekilde tercüme edilmiştir.

Ancak, Yunus suresinde geçen “ ثم استوى على العرش” (Yunus: 3) cümlesi, “Sonra arşın üstüne istiva

eyledi” diye tercüme edilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 249). Görüldüğü üzere ayette geçen merkezî

kelime burada tercüme edilmemiştir. Diğer yerlerde de ibareyi aynı şekilde tercüme etmeden

vermiştir (Furkan: 59, Secde: 4. Cârullâh, Tercüme: 302, 516, 450, 682). Belki bu yaklaşımı selefin

görüşü bağlamında değerlendirmek mümkündür. Zira onlar bu kelimeyi yorumlamayı uygun

bulmazlar.

Kıyamet gününde Allah’ın cennet ehli tarafından görülmesi meselesi de aynı şekilde kelam

uleması tarafından üzerinde ciddiyetle durulan kavramlardan biridir. Cârullâh, Kıyame suresinde

geçen “ إلى ربها ناظرة” ayeti, “Rablerine hicapsız olarak nazar edicilerdir.” diye tercüme etmiştir

(Cârullâh, Tercüme: 735). Burada nazar kelimesinin ne anlam geldiği açık değildir. A’raf, 143’te de

aynı yaklaşım söz konusudur (Cârullâh, Tercüme: 201). En’am, 103’te geçen “ تدركه البصار وهو ل

ayeti ise “Onu gözler idrak edip göremez. Ve o, gözleri idrak eder ve görür” diye ”يدرك البصار

tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 168). Dolayısıyla burada Cârullâh’ın ru’yetullah meselesindeki

görüşünün hangi yönde olduğunu tespit etmek güçtür.

Page 9: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 475

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

a. c. Takva Kavramı

Takva kavramı, Cârullâh’ın üzerinde önemle durduğu kavramlardan biridir. Kur’ân-ı

Kerîm’de “v-k-y” kökünden türemiş çok sayıda fiil vardır. Cârullâh bunlardan bazılarını sakınmak

diye tercüme ederken, bazılarını korkma manasında tercüme etmiştir. Fiillerin çoğunu ise, tercüme

etmeden takva, ittika ve ya müttakiler gibi Arapça formunda kullanmıştır. Örneğin, Bakara suresinin

4. ayetinde geçen yûkinûn ( يوقنون)” kelimesini müttakîler diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme:

3). Aynı surenin 41. ayetinde geçen fettekûni ( فاتقون) kelimesini, sakınınız diye tercüme etmiştir.

Bakara suresinin 66. ayetinde geçen müttakîn ( متقين)” (Bakara: 66) kelimesini müttakîler diye Arapça

ibaresiyle olduğu gibi almıştır (Cârullâh, Tercüme: 13). “ لعلكم تفلحون ayetini, “Felah ve necat ”واتقوا للا

bulmanız için Allah’tan ittika ediniz” (Cârullâh, Tercüme: 37) diye tercüme etmiştir. “ وإذا قيل له اتق

:ayetinin tercümesini, “Ona Allah’tan kork! Denilirse…” şeklinde yapmıştır (Cârullâh, Tercüme ”للا

,kelimesini (يتقون ) ayetinde geçen yettekûn ,(En’âm: 51) ”ليس لهم من دونه ولي ول شفيع لعلهم يتقون “ .(40

“Şayet ki Allah’tan korkup ittika ederler” diye, korku ile ittika’yı beraber kullanarak tercüme etmiştir

(Cârullâh, Tercüme: 159). Görüldüğü gibi tercümede takva kavramının daha çok korkma ve sakınma

manaları dikkate alınmıştır.

a. d. Ebedîyet Kavramı

Cârullâh’ın düşünesinde “ebedîlik” kavramı oldukça önemlidir. Aslında bu konunun temeli

Allah’ın rahmetinin umûmîliği ile alakalıdır. İdil-Ural’da Şehabeddîn el-Mercanî (v. 1889) ile

başladığı düşünülen, cehennemdeki azabın ebedî olmadığı üzerinde yoğunlaşır. Mercanî’den sonra

bu görüşü daha geniş bir çerçevede Cârullâh savunmuştur. Cârullâh’a göre Kur’ân’da geçen hulûd

ve ebed kelimeleri, uzun ömrü ifade için kullanılmakta ve bir müddet beklemeyi veya uzun süren bir

zaman dilimini ifade etmektedir (Maraş, 2002: 155-159; a.m. Mûsâ Cârullâh: c. XII, sayı: 47, s. 129).

Onun bu konudaki görüşleri, sadece Türkistan uleması tarafından değil, Osmanlı uleması tarafından

da tenkit edilmiştir. Özellikle burada Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin“Yeni İslam

Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyesi adlı eseri zikredilebilir. Bu eser, Pınar Yayınları tarafından İlahî

Adalet Rahmet-i İlahiye Bürhanları adıyla 1996 yılında neşredilmiştir.

Nitekim tarihsel olarak Cârullâh’ın bu görüşleri ortaya attığı yıllar, 1910 yılında Orenburg

Hüseyniye Medresesi’nde dinler tarihi dersleri verdiği döneme tekabül eder (Sabri-Cârullâh,1996:

9). Bu dönem Cârullâh’ın Kur’ân tercümesine devam ettiği veya tercümeye başlamak üzere olduğu

zaman dilimidir. Dolayısıyla biz burada söz konusu iddianın yaptığı tercümeye yansıyıp

yansımadığını incelemeye çalışacağız.

Ebed kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de, bazen tek başına, bazen hâlidîyne ( خالدين) kelimesi ile aynı

cümlede 28 yerde geçer. Biz Cârullâh’ın kelimeye verdiği manaları tek tek gözden geçirmek

suretiyle, sonucu konu hakkındaki görüşü hakkında bir kanaate varmaya çalışacağız.

Ahiret ile alakalı olup, müminlerin cennet hayatından bahseden bir ayette geçen “ خالدين فيها

,ayeti, “… onlar orada muhalled kalırlar.” diye tercüme edilmiştir (Cârullâh (.Maide: 120) ”أبدا

Tercüme: 150). Bu ayette verilmek istenen mesajla aynı özelliği taşıyan “ عنده أجر خالدين فيها أبدا إن للا

ayeti ise, “… onlar cennetlerde daim ve ebedî kalırlar.” diye tercüme edilmiştir (Tevbe: 22) ”عظيم

(Cârullâh, Tercüme: 229). Başka bir yerde ise, “وأعد لهم جنات تجري تحتها النهار خالدين فيها أبدا” (Tevbe:

100) ayeti, “Onlara ağaçları altından nehirler akan cennetler hazırladı ki, orada muhalled kalırlar.”

(Cârullâh, Tercüme: 243). Buradan anlaşıldığı kadarıyla Cârullâh’ın nezdinde muhalled kelimesi,

daim ve ebedî manasına gelmektedir.

İman eden ve onunla birlikte iyi işler yapan kimselerin, Allah tarafından altlarından ırmaklar

akan cennetler ile ödüllendirileceğinden bahseden ayetin devamında gelen, “خالدين فيها أبدا” (Nisan:

57) ayetini “Onlar orada muhalled kalırlar.” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 104). Aynı

Page 10: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

476 Nur Ahmet KURBAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

bağlamda aynı mesajı içeren bir başka ayeti (Nisan: 122) “… orada ebediyyen muhalleden kalırlar.”

diye tercüme ettiği görülür (Cârullâh, Tercüme: 116). Kâfirler ile alakalı olarak geldiği, “ إل طريق جهنم

ayetini “… orada muhalled olarak kalırlar” diye tercüme edilmiştir (Nisan: 169) ”خالدين فيها أبدا

(Cârullâh, Tercüme: 124). Burada yukarıdaki terkib içinde geçen söz konusu kelimenin cennet ehli

ile cehennem ehli için kullanımında her hangi bir fark gözetilmediği görülmektedir.

Cârullâh, dünya hayatı ile alakalı bir konuda geçen, “قالوا ياموسى إنا لن ندخلها أبدا” (Maide: 24)

şeklindeki ayeti, “Onlar oradan çıkmadıkça biz girmeyiz…” diye tercüme etmiştir (Cârullâh,

Tercüme: 132). Burada “ebeden” kelimesini tercüme etmemiştir. Ancak “لن تخرجوا معي أبدا” (Tevbe:

83) şeklindeki ayetin tercümesini “Benimle ebediyyen çıkmayınız.” diye tercüme ederken (Cârullâh,

Tercüme: 240), “ول تصل على أحد منهم مات أبدا” şeklindeki Tevbe suresi 84. ayetin ilgili bölümünü,

“Onlardan vefat olan biri üzerine ebeden namaz kılma.” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme:

240). Bu ayetin devamında geçen “ل تقم فيه أبدا” şeklindeki cümleyi de aynı şekilde, “Ey Muhammed!

O mescitte ebeden namaz kılma.” şeklinde tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 245). Ahiret

güzelliklerinin sadece kendilerine özel olduğunu söyleyen ehli kitaba Yüce Allah, iddialarında

samimi iseler o zaman ölümü temenni etmelerini buyurmuştur. Cârullâh’ın bu bağlamda gelen, “ ولن

ayetindeki ebeden kelimesini, ebediyyen ve katiyyen diye tercüme ettiği (Bakara: 95) ”يتمنوه أبدا

görülür (Bakara: 95; Cârullâh, Tercüme: 19). Bu bağlamda Cumû‘a suresi 7. ayette geçen ebeden

kelimesi, yine ebeden diye Arapça formunda tercümeye aktarılmıştır (Cârullâh, Tercüme: 703).

Tercümede münafıklar ile ilgili bir bağlamda geçen (Haşr: 11 ve Mumtehine: 4) ebeden kelimeleri

de aynı muameleyi görmüştür (Cârullâh, Tercüme: 695; 698).

Yukarıda verilen bilgiler ışığında “ebeden” kelimesinin kesinlik manası taşıdığı

anlaşılmaktadır.

İffetli kadınlara zina iftirasında bulunanlar ile ilgili bir konudan bahseden ayette geçen “ ول

cümlesi, “Ebeden şahitliklerini kabul etmeyiniz.” diye tercüme edilmiştir (Nur: 4) ”تقبلوا لهم شهادة أبدا

(Cârullâh, Tercüme: 432). Bunun dışında Nur suresi 17, 21 ve Ahzab suresi 53. ayette geçen “أبدا”

kelimeleri tercümede, aynı şekilde ebeden diye kaydedilmiştir. Hidayete çağrılan bir topluluk

hakkında nazil olan “وإن تدعهم إلى الهدى فلن يهتدوا إذا أبدا” (Kehf: 57) ayetinin tercümesi, “Onları hidayete

davet etsen de onlar ebeden hidayete gelmezler.” şeklinde yapılmıştır. (Cârullâh, Tercüme: 366, 433,

434, 528). Ancak Ashabu’l-kehf’i konu edinen bir ayette geçen “ولن تفلحوا إذا أبدا” (Kehf: 20) ebeden

kelimesi, hiç manasında tercüme edilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 360). “ سول بل ظننتم أن لن ينقلب الر

ayetinde geçen ebeden kelimesi de (Feth: 12) olduğu gibi, ebeden şeklinde ”والمؤمنون إلى أهليهم أبدا

tercümeye geçirilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 642).

Ancak yine Kehf suresi 35. ayette geçen ebeden kelimesini, hiçbir zaman diye tercüme

etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 363). Kehf suresi 3. ayette iyi işler yapan cennet ehlinden bahsedildiği

esnada geçen ebeden kelimesi, ebediyyen şeklinde, tercüme edilmeden Türk harfleri ile aynen

yazılmıştır (Cârullâh, Tercüme: 358).

Kâfirlere hazırlanan cehennem ve onların oradaki durumları ile ilgili ayette “ خالدين فيها أبدا ل

ibaresi geçer. Cârullah bu ibareyi, “Allah, kâfirlere lanet edip onlara (Ahzab: 65) ”يجدون ولي ا ول نصيرا

cehennemi hazırladı. Orada ebediyyen kalırlar” şeklinde tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 530).

İyi işler yapanlarla ilgili bir bağlamda geçen “خالدين فيها أبدا” şeklindeki Teğâbûn suresi 9.

ayetin ilgili bölümü, muhalled olmak üzere diye tercüme edilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 706). Aynı

özellikteki Talak suresinin 11. ayetin tercümesinde de durum aynıdır (Cârullâh, Tercüme: 709). Allah

ve resulüne karşı başkaldıranların cehennemdeki durumundan bahseden Cin suresi 23. ayetteki aynı

cümleye, ebeden muhalled kalmak üzere diye mana vermiştir (Cârullâh, Tercüme: 729). Beyyine

suresi 8. ayette iman eden ve iyi ameller işleyenlere Rablerinin katında altlarından nehirler akan

Page 11: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 477

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

cennetler verileceğinden bahsedilir. Bu ayette geçen ebeden kelimesi, ebedî ve muhalled manasında

tercüme edilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 765).

Yukarıda verilen örneklerden anlaşılacağı üzere gerek tek başına geçen “ebeden” kelimesine

verilen mana olsun, gerekse “hâlidîne fîhâ” terkibinde geçen “ebeden” kelimesine verilen anlam

olsun, müellifin tarafı olduğu görüşü pek net aydınlatmamaktadır. Ancak Cârullâh’ın cehennemin

ebedîliği konusundaki görüşünü, şu ayetin tercümesinde verdiği mana biraz daha açıklığa

kavuşturmaktadır:

“ ا ولهم عذاب مقيم يريدون أن يخرجوا من النار وما هم بخارجين منه ” (Maide: 37).

Tercümesi:

“Onlar cehennemden çıkmak isterler. Hâlbuki ondan çıkıcı değillerdir. Onlara ebeden zail

olmayacak ve nihayet bulmayacak azap vardır” (Cârullâh, Tercüme: 135). Onun bu ayete verdiği

manadan biz Cârullâh’ın cehennemin ebedîliğinden yana olduğunu söyleyebiliriz.

a. e. Hidayet ve Delalet Kavramı

Hidayet ve dalalet meselesi kelam ilminin tartışmalı konularından biridir. Cârullâh,

münafıklardan bahseden bir ayetin devamında geçen “ أتريدون أن تهدوا من أضل للا ” (Nisa: 88) cümlesini,

“Siz Allah’ın dalalette bıraktığını hidayet mi etmek istiyorsunuz.” şeklinde tercüme etmiştir

(Cârullâh, Tercüme: 110). Yani burada sapıklıkta kalan Allah’ın doğrudan saptırması sebebiyle

değil, kendi tercihiyle sapıklıkta kalmaktadır. Ama hidayete götürme fiilinin faili Allah olduğunu

başka ayetlerde açıkça ifade etmiştir. Örneğin,

المشرق والمغرب يهدي من يشاء إلى صراط مستقيم “ (Bakara: 142) ”قل لل

Tercümesi: “Ya Muhammed onlara de ki, doğu da, batı da Allah’ın olup, dilediği kullarını

doğru yola hidayet eder ve götürür.” (Cârullâh, Tercüme: 28). Bu konuya ilişkin örnekleri çoğaltmak

mümkündür (Cârullâh, Tercüme: 41. 439).

Cârullâh, bu konuda üzerinde en çok durulan ayetlerden biri olan “ إنك ل تهدي من أحببت ولكن للا

ayetini, şöyle tercüme etmiştir: “Ya Muhammed! İstediğin (Kasas: 56) ”يهدي من يشاء وهو أعلم بالمهتدين

ve sevdiğin kimseyi hidayete kadir değilsin. Ancak Allah Teâlâ dilediğini hidayet eder ve o hidayete

müstahak olanları daha iyi bilir” (Cârullâh, Tercüme: 487). Bu ayetten anlaşılacağı gibi, Allah’ın

hidayet edeceği kimsenin hidayeti hak etmiş olması gerekir.

Bu bilgilerden hareketle Cârullâh’a göre doğru yoldan sapan kendi tercihiyle sapmıştır. Ama

doğru yolu bulan kimse doğrudan Allah’ın müdahalesi ile müşerref olmuştur. Onun İnsan suresi 2.

ayete verdiği mana konuyu daha açık hale getirecektir. Tercüme şöyledir: “Ona yol (hidayet ve

dalalet) gösterdik ki ya Allah’a şükredici olur yahut nimeti inkâr edici olur (İsterse hidayete, isterse

dalalete gider).” (Cârullâh, Tercüme: 737). Burada kullanılan parantez içi açıklamalar konunun daha

net anlaşılmasını sağlamaktadır.

D. Parantez İçi Açıklamalar ve Tercümenin Bazı Özellikleri

a. Parantez İçi Açıklamalar

Kur’ân tercümelerinde parantez içi açıklamalar yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir.

Bununla beraber günümüzde bu yönteme sıcak bakmayanlar da bir hayli fazladır. Burada dilin yapısı

ve tercümenin özelliği belirleyici unsurdur. Cârullâh yukarıda her ne kadar lafza bağlı kalacağını

vurgulu bir şekilde ifade etmiş olsa da onun daha ziyade mana merkezli bir tercümeyi benimsemiş

olduğu görülecektir.

Page 12: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

478 Nur Ahmet KURBAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

O, kimi yerlerde ayette geçen bir kavramı açıklamak için parantez açmıştır. Örneğin, Bakara

suresi 13. ayetini şöyle tercüme etmiştir: “Onlar iman edenlerle yüz yüze geldiklerinde iman ettik

derler. Şeytanları ile (büyükleri ve âlimleri ile) yalnız kaldıklarında”… Bu ayette “şeytanları”

kelimesini açıklamak için paranteze gerek duyduğu açıktır. Kimi ayetlerde müphem lafızları

açıklamak için aynı yöntemden yararlanmıştır. Örneğin Bakara suresi 41. ayetinde geçen “ لما معكم”

ibaresinde mevsul konumundaki ma edatını şey diye tercüme ettikten sonra parantez içinde Tevrat

diye bir açıklama yapmıştır. Bunların içerisinde çok dikkat çekici açıklamalar da mevcuttur. Örneğin

ilgili ayetin “ لة بر والص ibaresini, “Sabır ve salat ile Cenab-ı Hak’tan istiane ediniz.” diye ”واستعينوا بالص

tercüme ettikten sonra parantez içinde “sabr”’ı “oruç” olarak açıklamıştır (Cârullâh, Tercüme: 10).

Aslında bu mana, ayetin zahirinden çıkarılamayacağı açıktır. Ayrıca bu, rivayet tefsirlerinde de

rastlamadığımız bir yorumdur. Cârullâh, bazen uzak bir gerekçe ile parantez açma gereği duymuştur.

Örneğin, Bakara suresinin 147. ayetini şöyle tercüme etmiştir: “Hak olan, Rabbinden gelendir.

(Onların bunu gizleme ve inkârlarından dolayı) bunda şek edenlerden olma!” (Cârullâh, Tercüme:

29). Cârullâh burada bir zorlamaya gitmiştir. Yani ayetin tercümesini verdikten sonra fazladan bir

açıklama getirme amacıyla parantez kullanmıştır. Bunun örnekleri çoktur. Mesela, “Biz onlara onu

okuyup ders alacakları bir kitap göndermemiş miydik? Ve senden evvel onlara bir peygamber dahi

göndermemiş miydik? (Öyle bir kitap ve yahut bir resul olmadığı hâlde senin hak olmadığını nasıl

bildiler?)” (Sebe’, 34/44; Cârullâh, Tercüme: 538). Bu şekildeki açıklamalar Cârullâh’ın uzak

durmaya çalıştığı te’vilin sonucu olmalıdır. Benzer örneklerden biri de Sebe’ suresi 52. ayetinde

geçer. O, tercümeyi şu şekilde yapmıştır: “O vakit onlara; resule ve kıyamete iman edin derler. Fakat

kabil midir ki, o kadar uzak yerden iman elde ederler. (iman dünyadayken lazım olup, ahirete

gittikten sonra onu elde etme imkânı yoktur)” (Cârullâh, Tercüme: 539)

Gerekli gördüğü yerlerde fıkhî bir yorum için parantez açmıştır. Örneğin, “Namazlara ve

orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın” (Bakara: 238) mealindeki

ayette geçen orta namazı, parantez içinde öğle veya ikindi namazı diye açıklamıştır (Cârullâh,

Tercüme: 47). Görülüyor ki burada, daha önce ifade ettiği gibi, kelimenin muhtemel olduğu manalar

arasında her hangi bir tercih yapmaksızın her iki manayı zikretmiştir. Ayrıca burada söz konusu

kavramın açıklanmasında konu ile ilgili rivayetlerin belirleyici olduğu görülmektedir (Vahidî, Basît:

4/292).

Bazen tercümede kelimenin bir manasını tercih ettikten sonra muhtemel diğer manasını

parantez içinde verme gereği hissetmiştir. Örneğin, “ لنا وهو الذي أنشأكم من نفس واحدة فمستقر ومستودع قد فص

ayetini, “O, Allah’tır ki, sizi bir Âdem’den ihdas ve inşa etti. Sizin için (En’âm: 98) ”اليات لقوم يفقهون

dünyada bir zaman karar ve kabirde bir müddet durmak vardır. (Yahut rahimde bir müddet karar ve

dünyada bir müddet ikamet vardır). Biz anlayan kavim için ayetleri izah ettik.” (Cârullâh, Tercüme:

167). Bu tercümede epeyce tasarruf yapıldığı görülmektedir. En önemli hususlardan biri de Tatar

alimleri arasında tartışma konusu olan ilk yatılan nefsin ne olduğu hususu açıklığa kavuşmuştur.

Nitekim ulemadan bazısına göre ilk nefis Hz. Âdem değildir. Ondan önce yeryüzünde insan

cinsinden varlıklar yaşamıştır (Ahmed Ferîd, Tefsir: 2/89; Şura, R. F, “İntikad II”, yıl, 1916, sayı:

17: 412).

Bir eşi boşayıp, başka bir kadınla evlenme ve verilen mihrin geri alınması konusundaki

hükmü düzenleyen Nisa suresinin 20. ayetini şöyle tercüme eder: “Eğer zevcenizi diğer bir zevce ile

tebdili murâd eder (başkasını almak için nikâhınızdakini boşamak ister) iseniz, ona bir kantar mal

vermiş olsanız bile ondan bir şey almayınız. Onu bühtan ile ve sabit günah yüklemekle alır mısınız?

(İstifham inkârîdır. Alamazsınız demektir)” (Cârullâh, Tercüme: 97). Görüldüğü gibi ayetin

tercümesinde önceki parantezde meselenin fıkhî boyutuna bir açıklık getirmeye çalışırken,

ikincisinde dilin manaya yapılan vurgusunu parantez içinde izah etmiştir.

Page 13: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 479

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

Kadın erkek statülerindeki farklılığa dikkat çeken bir ayetin (Nisa: 34) tercümesini şu şekilde

yapmıştır: “Allah Teâlâ’nın erkekleri kadınlar üzerine tafdil eylediği şeylerden (kuvvet, kudret,

zahmet, meşakkate tahammül, tedbir, görüşte isabet, teşkilat-i vücudiyye, gaza ve cihada emredilme)

ve mallarından onlara infaklarından (yiyecek, giyecek, mesken temini, ve mihri vermekle yükümlü

olma gibi) dolayı erkekler kadınlar üzerine kavâm (emir, nehiy, iş görme, koruma, himaye etme ve

idare etme)’dırlar”. Ayetin devamını da “İsyan etmelerinden ve itaatten çıkmalarından koktuğunuz

kadınlara vaz-u nasihatte bulununuz. Yatağınızı ayrınız. (Yüzüne vurmamak, bir yerini incitmemek

suretîle ve el ile hafifçe) vurunuz” (Cârullâh, Tercüme: 100). Kadınların haklarının iyileştirilmesi

konusunda oldukça hassas davranan Cârullâh’ın buradaki yaklaşımı gayet açıktır. En azından

erkeklerin hangi bakımdan kadınlardan üstün olduğu meselesini netleştirmeye çalışmıştır. Ayrıca

hafif de olsa nüşuzundan/serkeşlik yapmasından korkulan eşin dövülebileceği yönündeki görüşünü

açıkça ortaya koymuştur.

Ayette geçen bazı ifadelerin manalarını tahsis etmiştir. Örneğin Nisa suresi 137. ayette iman

edip sonra inkâr eden, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenlerin durumundan bahseden ayetin

tercümesini şu şekilde yapmıştır: “Şunlar ki, iman ettiler (Musa’ya), sonra kâfir oldular (putlara

taparak). Sonra iman ettiler (tövbe ederek). Sonra kâfir oldular (İsa’yı inkâr ile). Sonra küfürlerini

arttırdılar (Muhammed’i inkâr ile). Onları Allah Teâlâ bağışlayıcı değildir ve onları doğru yola

hidayet edecek değildir” (Cârullâh, Tercüme: 119). Tercümede görüldüğü üzere Cârullâh bir ayetle

Hz. Musa’dan Hz. Muhammed’e kadar olan süreçteki inkârcıların uzun bir serüvenini ortaya

koymaya çalışmıştır.

Tercümede bazen ibarelerin Arapçası Türkçede kullanılan şekliyle kullanmış ve ardından

parantez içinde Türkçe manasını zikretmiştir. Örneğin “ يقبض ويبسط ,cümlesini (Bakara: 245) ”وللا

“kabz ve bast eden Allah’tır.” dedikten sonra bir parantez açmış, orada bu ibareyi, “veren ve

vermeyen Allah’tır.” diye bir daha açıklamıştır (Cârullâh, Tercüme: 48).

Araf suresi 190. ayette, Hz. Âdem’e verilen bir çocuk ve ebeveynlerin bunlar karşısındaki

davranışlarının yarattığı bir sorundan bahsedilir. Cârullâh söz konusu ayeti şöyle tercüme etmiştir:

“Bir zamanlar onlara cismi tam ve salih bir evlat verildi. Onu Allah’a şirke vesile kıldılar. (Şeytana

aldanıp ismini Şeytan’ın sözüyle koydular)” (Cârullâh, Tercüme: 211). Yalnız Cârullâh’ın parantez

içinde yaptığı bu açıklama isrâiliyât kaynaklı bir bilgidir. Böyle bir yorumun tefsirlere girmesine

vesile olan rivayetler de güvenilir değildir (Riza, 1990: 9/435).

b. Arap Dilinin Özelliklerine Önem Vermesi

Daha önce Cârullâh, kelimelerin yapısını dikkatle inceleyeceğini, kelimelerin zahirî

delaletlerini sarf ilminin yardımıyla tahlil edeceğini ve cümlelerin manalarını, terkiplerin

ihtimallerini çok önemsediğini ifade etmişti. O, bu konudaki hassasiyetine şu örneği vermiştir. Ona

göre, “ واتبعك الرذلون” gibi cümlelerde mübteda ve haberin tayini hususunda ihtiyatlı davranmak

gerekir. Zira “ اتبعك” cümlesi mübteda olursa, manası başka, haber olursa başka türlü olur. Gramerciler

burada her ikisinin mümkün olduğunu söyleseler de Cârullâh’a göre bu iki ihtimalin manaları

arasındaki farklar büyüktür. Nebîlerine karşı inat etmiş kimseler iki manadan elbette yalnız birini

kastetmişlerdir. Böyle cümlelerde hâlin maksadı ve delaleti ile iki manadan birini tayin etmek gerekir

(s. 89). Cârullâh söz konusu ayeti şöyle tercüme etmiştir: “Onlar: Biz sana iman mı ederiz? Sana

tabi olanlar erzel ve esafildir, dediler” (Cârullâh, Tercüme: 459). Burada görüleceği gibi Cârullâh

yukarıdaki cümleyi mübteda ve haber şekilde almıştır.

Cârullâh, ayetlere hazf ve takdir yöntemiyle yaklaşanlara şiddetle karşı çıkar. Örneğin, İsra:

16, yani “ رية أمرنا مترفيها ففسقوا فيهاوإذا أردنا أن نهلك ق ” ayet-i kerîmesinde olduğu gibi. Burada tefsirciler

demişlerdir. Cârullâh’a göre böyle takdirler ”أمرنا بالطاعة مترفيها“ kelimesini takdir ederek ”بالطاعة“

nazm-ı mûcizi tamamıyla tahriftir. Buna göre أمرنا مترفيها, “Müsriflerine emrederiz.” manasında olur.

Page 14: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

480 Nur Ahmet KURBAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

Buna, “وكذلك جعلنا في كل قرية أكابر مجرميها (Mekke’de olan günahkârlar gibi her şehirde büyük

mücrimler kıldık…)” (En’âm: 123) ayeti hakkında kaynaklarda zikredilen, elif’in uzatmasıyla آمرنا

şeklinde okuyan mütevatir kıraat de delalet eder. Cârullâh bu ayeti şöyle tercüme etmiştir: “Bir

karyeyi helak etmeyi murad eylediğimizde ileri gelenlerine emrederiz. Orada fısk ederler. Üzerlerine

azab vacip olur. O vakit şiddetle tedmir eyleriz.” (Cârullâh, Tercüme: 345). Görüldüğü gibi yukarıda

“müsriflerine emrederiz” diye tercüme ettiği “أمرنا مترفيها” cümlesini, burada “İleri gelenlerine

emrederiz” şeklinde tercüme etmiştir. Anladığımız kadarıyla bu manalar arasında her hangi bir fark

görmemiştir.

Cârullâh’a göre tefsircilerin çoğu ya rivayet tesiriyle yahut tefsir arzusuyla nazm-ı mûcizin

delaletlerini göz ardı ederken, bazen ayet-i kerîmelerin manalarını tahrif etmişlerdir. (s. 90). Örneğin,

“ ف ما يأفكون فإذا هي تلق ” (Araf: 117) ayeti, “تلقف ما صنعوا” şeklinde formüle edilmiştir. O zaman ayetin

tercümesi, “Âsâ ipleri ve değnekleri yuttu” demek olur. Böyle tefsir, Kur’ân-ı Kerîm’i tahrif olur.

Ayrıca bu mana “Böylece gerçek ortaya çıktı ve sihirbazların yaptıkları şeyler de yok olup gitti. O

vakit yenilerek kahrolmuş halde geri döndüler. Sihirbazlar ise secdeye kapanıp yüzüstü yıkıldılar”

(Araf: 118-120) ayetlerinin açık delaletlerine muhaliftir. Nitekim “ تلقف ما يأفكون” ayeti için söylenen

şeyde, yani “تلقف ما صنعوا” cümlesinde “Âsâ, ipleri ve değnekleri yuttu.” manasına delalet edecek bir

harf bile yoktur. Sihirbazların sihir kuvvetiyle iplere ve değneklere yılan suretleri verilmiş gibi olsa

da, hayal gözüne gözükür vaziyetteki o suretler, Âsâ bereketiyle batıl kılınmıştır. Bu sebeple Âsâ, o

suretleri yutmuş gibi olsa da “Âsâ iplerin ve değneklerin kendilerini yuttu.” demek nazm-ı mûcizi

tahrif olur. O şöyle devam eder: “Böyle misaller tefsirlerde çoktur. Tercümemde öyle misallerden

birini düzeltebilirsem, birkaç senedir çektiğim zorlukların karşılığı hâsıl oldu demektir. Bunlardan

yüz ya da daha fazlasını düzeltme şerefine nail olursam tercümeyi neşretmek bana farz oldu

demektir.” Yaptığı tercümede ayete “O Âsâ ejderha olup sihirbazların uydurdukları şeyleri yuttu.”

(Cârullâh, Halk Nazarına: 90-91; Cârullâh, Tercüme: 197, 456) şeklinde mana vermiştir. Buraya

bakıldığında Cârullâh’ın yukarıdaki iddialı sözlerinin çok fazla bir anlam ifade etmediği

görülmektedir.

Mûsâ Cârullâh, ıslah sözünü, yalnız ince hem gizli hatalar için söylediğini ifade eder. En’âm

suresinde geçen “ وللبسنا عليهم ما يلبسون” (E’âm: 9) ayetin nazm-ı mûcizini, “Ve onu, onların giydikleri

ile setr-i avret ederdi.” sözüyle tefsir etmiş Mevakib gibi kimseleri dil bilmez cahiller olarak eleştirir.

Onların kalemiyle yazılmış tefsirlerde bulunan, hesabı yok fahiş hatalar hakkında ıslah sözünün hafif

kalacağını söyler. Fıkıh, tabiat, siyaset, iktisat ve hukuk gibi ilimler sahasında büyük eserler vermiş

Mahmud Esed Efendi hazretleri de Cârullâh’ın tenkit ettiği kişilerden biridir. O, ilgili ayetin Medhal-

i Tarih-i İslam adlı kitabında (12. Fasıl, 54. Madde, 118. Sayfada) “Kendi elbiseleri ile ilbas ederdik”

diye tercüme etmiştir. Bundan ötürü Cârullâh, onu çok teessüfle karşılamıştır. (Cârullâh, Halk

Nazarına: 91). Cârullâh, bu ayeti, “… ve insanların giydikleri elbiseyi ona giydirirdik.” diye tercüme

etmiştir. (Cârullâh, Tercüme: 152).

c. Mana Merkezli Tercüme

Daha önce ifade ettiğimiz gibi Cârullâh’ın bu tercümede lafız merkezli tercüme yönteminin

yanı sıra mana merkezli tercüme yöntemini de yoğun bir şekilde kullandığı görülür. Çok sayıda

kelime ve kavram Arapça formuyla olduğu gibi nakledilmiştir. Bir önceki başlıkta ifade edildiği

üzere, manayı bazen açık, bazen parantez içinde vermeye çalışmışsa da bazen hiçbir izaha gerek

duymamıştır. Bunun örneklerini tercümenin hemen hemen her sayfasında görmek mümkündür.

Ancak oransal olarak tercüme esasen mana merkezli bir tercümedir. Bu bağlamda bazen kelimenin

yapısından kaynaklanan lazım manaların tamamını birden zikretmek suretiyle okuyucuya daha geniş

bir mana çerçevesi sunmuştur. Örneğin Bakara suresinin 35. ayetinde geçen “وكل منها رغدا حيث شئتما”

cümlesindeki “heysu ( حيث)” kelimesinin muhtemel manalarını dikkate alan Cârullâh, “istediğiniz

yerden ve dilediğiniz şeyden…” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 8). Bakara suresi 164.

Page 15: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 481

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

ayetin sonundaki “ ليات لقوم يعقلون” şeklindeki cümleyi, “Düşünen, tefekkür edip anlayan kavim için

ayetler, alametler ve ibretler vardır” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 31). Ayette geçen آيات

kelimesi ile يعقلون kelimesini kelimenin gelebileceği birçok temel anlamı dikkate alarak tercüme

etmiştir. Kur’ân’da altı yerde geçen “ عزيز حكيم إ ن للا ” cümlesini “Allah Celle ve Ala her şeye kadir,

azîz ve muktezayı hikmeti ihmal etmez hakîmdir.” diye tercüme etmiştir. (Cârullâh, Tercüme: 42).

İsrâiloğullarının kesmekle emredildiği boğanın durumundan bahseden ayette geçen “ ر تس

cümlesini, “Görenleri memnun ve mesrur edecek derecede tatlı ve parlak” diye (Bakara: 69) ”الناظرين

tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 14). Burada sürûr kelimesinin manası oldukça tafsilatlı olarak

tercümeye yansıtılmıştır. Bir başka örnek için Bakara suresinin 160. ayetini verebiliriz. O bu ayeti

şöyle tercüme etmiştir: “Ancak bu gizleme günahından tevbe edenler, bozup ifsad ettiklerini ıslah

edenler ve bildikleri şeyi beyan ve izhar edenlerin ben günahlarını af ile tövbelerini kabul ederim)”

(Cârullâh, Tercüme: 31). Buradan anlaşılacağı üzere ayet, tamamen önceki ayetin mesajı dikkate

alınarak tercüme edilmiştir.

Benzer bir durum Bakara suresi 163. ayetin tercümesinde de söz konusudur. Örneğin, “ وإلهكم

حيم إله واحد ل إله إل هو حمن الر الر ” ayetini, “Ve ilahınız vahittir, birdir. Ondan gayrı ilah yoktur. Dünyada

kaffe-i mahlukata in‘âm ve ihsân edici ve ahirette ifâza-i rahmet edicidir.” (Cârullâh, Tercüme: 31).

Görüldüğü gibi bu da lafzî bir tercüme değil, açıkça mana dikkate alınarak yapılmış bir tercümedir.

Parantez içinde bazen kendisinin ahkâm konusundaki tercihlerini yansıttığı görülür. Örneğin,

ayetini, “Bu (bir tek zevce ve ya cariye), sizin adaletten sapmamanıza (Nisa: 3) ”ذلك أدنى أل تعولوا“

daha yakındır.” (Cârullâh, Tercüme: 93). Aynı yaklaşımı başka örneklerde de görmek mümkündür.

Nitekim Nisâ suresinde geçen teyemmüm ile alakalı ayette geçen “ أو لمستم النساء” (Nisa: 102)

ibaresini, “Kadına temas ettiyseniz.” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 102). Maide

suresinde geçtiği yerde de aynı mayanı kullanmıştır (Cârullâh, Tercüme: 129). Fakat ibarenin

devamında bir parantez açarak “(gusül abdesti için) su bulamazsınız…” (Cârullâh, Tercüme: 129).

Kur’ân-ı Kerîm’in farklı iki suresinde geçen “ ل إله إل هو الحي القيوم ;ayetini (Bakara: 255 ”للا

Ali İmran: 2) Cârullâh, ilk geçtiği yerde “O Allah ki, ondan gayrı Allah yoktur. Bizatihi ve her şeyden

evvel hay, bizâtihi kâim ve mevcuttur.” (Cârullâh, Tercüme: 51) şeklinde tercüme eder. İkinci defa

geçtiği yer de ise “Allah Teâlâ, ondan gayrı Allah olmayan mabud haktır. Bizâtihi ve her şeyden

evvel haydır. Bizâtihi kaim olan kayyumdur.” şeklinde bir tercümeyi yeğler (Cârullâh, Tercüme: 59).

Bazen cümleyi bir mef’ul takdiri ile tercüme ettiği görülür. Örneğin, “ وإذ قال إبراهيم لبيه آزر

ayetini, “Hz. İbrahim’in evlatları olduklarını (En’âm: 74) ”أتتخذ أصناما آلهة إني أراك وقومك في ضلل مبين

iddia eden Mekkelilere hatırlat ki, bir zamanlar İbrahim babası Azer’e: Sen putları mı ilah

ediniyorsun? Gerçekten ben seni ve kavmini açık dalalet içinde görüyorum.” şeklinde tercüme eder

(Cârullâh, Tercüme: 163).

Bazen tercümede oldukça serbest bir ifade tarzı söz konusudur. Örneğin, “ ويسألونك ماذا ينفقون

ayetinin tercümesi, “Senden ne gibi şeyleri infak edeceklerini sual ederler. Adalet dairesinde ”قل العفو

infaktır, cevabını ver.” (Cârullâh, Tercüme: 42). Görüldüğü gibi adalet dairesi Cârullâh’ın kendi

tasarrufunun sonucu olmalıdır/-*0976< .

d. Hurûf-ı Mukattaaları Tercüme/Tefsir Edişi

Kur’ân'da yirmi dokuz surenin başında yer alan ve isimleriyle telaffuz edilen hurûf-ı

mukattaalar tefsir ilminin belli başlı meselelerinden biridir. İslam âlimlerinin hurûf-ı mukattaanın

yorumu konusunda ortaya koydukları görüşler genel olarak iki grupta ele alınabilir. Onlardan bir

gruba göre söz konusu harflerin yorumunu sadece Allah bilir. Diğer bir gruba göre hurûf-ı

mukattaaların manasını dinî ilimlerde derin bilgi sahibi kimseler de bilebilirler. Cârullâh da ikinci

gruptaki ulemadandır.

Page 16: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

482 Nur Ahmet KURBAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

O, Bakara suresinin ilk ayeti olan huruf-ı mukattaayı kendinden sonraki üç ayet ile birlikte

tercüme etmek suretiyle, mana bütünlüğü içerisinde tüketmeye çalışmıştır. Ali İmran suresinde de

aynı durum söz konusudur (Cârullâh, Tercüme: 59). Ankebut suresinde geçen “الم”e, “Allah latîf ve

mecîddir.” diye açık bir şekilde mana verilmiştir. (Cârullâh, Tercüme: 493). Rum suresinin başındaki

i, kendisinden sonraki beş ayet ile birleştirmiştir (Cârullâh, Tercüme: 502). Burada ayetlere”الم“

verilen manalar içerisinde “الم”e hiç mana verilmemiştir. Lokman suresinde geçen “الم”’in manası da

aynı şekilde kendinden sonraki beş ayetin tercümesi içerisinde ifade edilmiştir. Cârullâh, Tercüme:

510). Burada “الم”in ne anlama geldiğine dair her hangi bir işâret yoktur. Secde Bakara suresinde ise,

e verilen mananın Kur’ân”الم“ ile kendisinden sonra gelen ayetin tercümesi birleştirilmiş, orada ”الم“

olduğu anlaşılmaktadır. Kısacası Cârullâh’ın Kur’ân’da geçen “ مال ” için birincisine “Allah latîf ve

mecîddir”, ikincisine “Kur’ân” olmak üzere iki farklı mana verdiği görülmektedir.

Yunus suresinin başında geçen “الر”yı, “Ben her şeyi gören Allah’ım… ” diye tercüme

etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 249.). Hud suresinin ilk ayetinde geçen “الر”yı, “Ben o Allah ki,

görürüm.” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 266). Burada bir önceki ayetin tercümesine

göre ufak bir değişikik söz konusudur. Yusuf suresinin ilk ayetinde geçen “الر”yi, “Ben her şeyi gören

Allah’ım” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 284). İbrahim suresinin birinci ayetinde geçen

,harfini, “Ben o Allah ki, her şeyi görürüm.” diye tercüme ederken (Cârullâh, Tercüme: 310) ”الر“

Hicr suresinin başında geçen “الر”yı da aynı manada tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 318).

Buradan görüleceği gibi, “الر” harfine verilen manalar temel olarak Allah’ın görme sıfatı üzerinde

birleşmektedir. Ona yakın bir şekilde Rad suresinin başında geçen “المر”yı, “Ben bilen ve gören

Allah’ım.” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 302).

Şuara, Kasas ve Neml surelerinin başındaki “طسم”, Tuba, Sidre (Cârullâh, Tercüme: 452),

Sidretülmünteha (Cârullâh, Tercüme: 467, 479) ve Muhammed ile yemin manasında tercüme

edilmiştir.

Sad suresinin başındaki “ص” harfini, kendisinden sonraki ayet ile birlikte tercüme etmiştir.

Orada bu harfe, “Samedaniyetim, mevâiz ve nesâihim ile dolu …” manası verilmiştir (Cârullâh,

Tercüme: 565).

Ğafir/Mümin suresinin ilk ayetinde geçen “حم” harfini kendinden sonraki ayet ile birlikte

tercüme etmiştir. Tercüme şöyledir: “Hükmüm ve mülküm hakkı için …”. Fussilet suresinde de aynı

durum söz konusudur. Şura suresinin başındaki “حم”i kendisinden sonraki “عسق”a ilave ederek ve ilk

dört ayeti birleştirerek tercüme etmiştir. Verilen mana, “Hükmüm, mülküm, ilmim, sam‘im ve

kudretim hakkı için…” (Cârullâh, Tercüme: 584, 603). Burada, “ح” harfine “Hükmüm” ve “م” harfine

“mülküm” diye bir mana takdir ettiği açıktır.

Araf suresinin ilk ayeti olan “المص”’ı, “Allah latîf, mecîd ve sadıktır.” diye tercüme etmiştir

(Cârullâh, Tercüme: 180).

Kâf suresinde geçen “ق” harfini, “Kudretim …” (Cârullâh, Tercüme: 651) diye tercüme

etmiştir.

Meryem suresinin başında geçen “كهيعص”ı, “Allah kullarına kâfidir. Onları doğru yola

eriştirir. Eli, bütün ellerden üstündür. Her şey bilir. Sözünde ve vaadinde sadıktır.” diye tercüme

etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 372).

Cârullâh’a göre “يس” kelimesinin manası peygamberlerin isimlerinden biri olup, Muhammed

demektir (Cârullâh, Tercüme: 547).

Page 17: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 483

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

Yukarıdaki ifadelerden anlaşıldığı üzere Cârullâh, mukataa harflerinin her birine bir mana

yüklemiştir. İbn Abbas başta olmak üzere tefsir tarihinin her döneminde bunun örneklerine rastlamak

mümkündür (Hattab: 73-84).

e. Dipnot Kullanımı

Cârullâh tercümede yirmi küsur yerde çeşitli vesilelerle dipnot kullanmıştır. Örneğin o,

Kur’ân-ı Kerîm’de otuz bir yerde karşımıza çıkan “ ألم تر” ibaresini “şunları görmedin mi ki,…” diye

tercüme ettikten sonra bir açıklama yapma gereği duymuştur. Ona göre buradaki görmedin mi?

şeklindeki soru cümlesi, “Filanı görmedin mi, ne yaptı?” denilerek muhatab görmediği hâlde bir şeye

onun nazar-ı dikkatini çekmek için getirilen kelama giriş cümlesi türünden bir ifadedir. (Cârullâh,

Tercüme: 48)

Cârullâh, “Eğer dört şahit buna şahitlik ederlerse, zina eden o kadını vefat edinceye ya da

Allah Teâlâ ona bir çıkış yolu açıncaya kadar evlerde tutunuz.” (Nisa: 15) mealindeki ayetin sonunda

bir dipnot düşer ve orada “Bu hüküm hadd-i şerî ile mensuhtur” der (Cârullâh, Tercüme: 95).

Kur’ân’da mensuh ayetin olmadığını çok vurgulu bir şekilde ifade eden Cârullâh’ın burada verdiği

malumat dikkat çekicidir.

Maide suresinin ilk ayetinde geçen “ أحلت لكم بهيمة النعام” cümlesindeki en‘âm kelimesi için bir

dipnot vermiş ve orada en‘âm’ın deve, öküz ve koyun gibi dört ayaklı evcil hayvanlar olduğunu ifade

etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 127).

A’raf suresi 175. ayette şeytana uyarak yoldan çıkan kimseden bahsedilir. Cârullâh bunun

kim olduğunu bir dipnot düşerek açıklamıştır. Dipnotta ifade edildiğine göre bu kişi, Belâm b.

Bahûra’dır. O, İsrailoğullarının âlimlerinden iken şeytana uyarak kâfir olmuştur (Cârullâh, Tercüme:

208).

“Şunu zikret ki, Musa şakirdi Yuşa’ya: İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar seneler

geçse bile durmayacağım dedi. (Kehf: 60)” mealindeki ayetinin tercümesini verdikten sonra bir

dipnot vermiş, dipnotta iki denizin birleştiği yerin, Nil nehri ile Akdeniz’in birleştiği yer olması

muhtemeldir, diye açıklamıştır (Cârullâh, Tercüme: 366).

Yine Kehf suresi 86. ayetin mealini verdikten sonra bir dipnot vermiştir. Orada ise

Zülkarneyn’in kim olduğunu belirtmiştir. Ona göre Zülkarneyn’in güneşin battığı yere varması ile

ilgili yorum, coğrafya ilmine zıt değildir. Çünkü bu, vicdanı (?) İskender’dir. Bu, uzak batıda bir

bataklığa kadar gitmiş ve (ve orada) bir kimsenin deniz kenarında durup da güneşi denize batar gibi

gören kimsenin durumuna benzer. Burada Zülkarneyn benzer bir şekilde güneşi çamura batıyormuş

gibi görmüştür. Bu yerin Nil’in başladığı yerlerde mevcut büyük bataklıklardan biri olması

muhtemeldir (Cârullâh, Tercüme: 87).

Tâha suresinin başında henüz surenin tercümesine geçmeden Taha kelimesine bir dipnot

düşmüştür. Orada bu kelimenin, Hz. Muhammed efendimizin esma-i şeriflerinden biri olduğunu ve

“Ya Muhammed!” manasına geldiğini bildirmiştir (Cârullâh, Tercüme: 382).

Neml suresinin “ إنه خبير بما تفعلون” (Neml: 88) ayetini “Allah Teâlâ fiillerinizden haberdardır.”

şeklinde tercüme ettikten sonra, tercümenin sonuna bir dipnot düşmüştür. Orada verdiği bilgi

şöyledir: “Muhyiddîn b. Arabî Kaddesellâhu Sirrahu tefsirinde bu ayet-i Kerîmenin yeryüzünün küre

şeklinde olduğuna ve kendi üzerinde hareket-i devriyesine delalet ettiğini beyan eder” (Cârullâh,

Tercüme: 477).

Sebe’ suresinin 15. ayetinde geçen sebe’ kelimesini bir dipnotla açıklamaya çalışmıştır.

Orada verdiği bilgiye göre Sebe’, Yemen’de Kahtanîlerden bir kavim idi. Küfürleri sebebiyle sel ile

helak olmuşlardır (Cârullâh, Tercüme: 533).

Page 18: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

484 Nur Ahmet KURBAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

Yasin suresinin 13. ayetinde geçen karye’nin Antakya olduğu, elçi olarak gönderilen

kimselerin ise, Hz. İsa tarafından gönderilmiş havarilerden Yuhanna ile Pavlus olduğu ifade

edilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 548). Aynı surenin 20. ayetinde geçen şehrin uzak bir yerinden gelen

adamın kim olduğunu yine ilgili ayetin tercümesinde verdiği dipnotta açıklamıştır. Orada ifade

edildiğine göre bu kişi, Hz. İsa’ya inanmış, Habîbu’n-Neccar adında biridir (Cârullâh, Tercüme:

549).

Yâsîn suresinin 41 ve 42. ayetlerini birleştirerek tercüme etmiş ve sonuna bir dipnot

düşmüştür. Dipnotta verdiği bilgilere göre bu ayette ifade edilen binilecek şeylerin otobüs, tramvay,

otomobil, uçak ve benzeri binilecek şeyler olduğunu söyler (Cârullâh, Tercüme: 551). Bu ifadeler

aslında Kur’ân’ın bir nevi bilimsel yorumu bağlamında değerlendirilebilecek yorumlardandır. Saffat

suresinin 5. ayetinde geçen meşârık (doğular) kelimesi için bir dipnot vermiştir. Orada verdiği bilgiye

göre gök cisimlerinin her gün doğdukları yerler sürekli değiştiği için doğu kelimesinin çoğul şeklinde

geldiğini vurgulamıştır (Cârullâh, Tercüme: 555).

Duhan suresi 37. ayette geçen Tubba’ kavmini ( قوم تبع), dipnotta “"Yemen’de gayet kuvvetli

ve güçlü bir kavimdir.” diye açıklamıştır (Cârullâh, Tercüme: 622).

Ahkâf suresinin 21. ayetinin tercümesini verdikten sonra, ayette geçen Ahkaf kelimesini

dipnotta açıklamıştır. Orada verdiği bilgiye göre Ahkaf, “Yemen’de Ad kavminin yerleşik oldukları

kumsal bir yerdir” (Cârullâh, Tercüme: 632).

Hucurât suresinde geçen “ موا بين ورسوله ل تقد يدي للا ” (Hucurat: 1) ayetini tercüme ettikten sonra

bir dipnotta, Allah ve resulünün önüne geçmenin ne demek olduğunu açıklamıştır. Ona göre bunun

anlamı, Resulün önünden geçerek yürümek, sözünü kesmek, ondan önce söze başlamak’tır (Cârullâh,

Tercüme: 647).

Cârullâh, “عرى ayetini, “Şi‘ra yemanî yıldızının rabbi O’dur.” diye tercüme ”وأنه هو رب الش

etmiş ve bir dipnotla bu yıldızın ne olduğunu açıklamıştır. Verdiği bilgiye göre bu yıldız, Cahiliye

zamanında Araplardan bir topluluğun taptığı yıldızdır (Cârullâh, Tercüme: 667).

Mücadele suresinde geçen Zihar ayetini tercüme ettikten sonra bir dipnot vermiştir. Dipnotta

ziharın eşin vücudundan her hangi bir yerini annesininkine benzeterek “Sen bana annem gibi haram

ol! Demektir.” anlamına geldiğini söylemiştir. (Cârullâh, Tercüme: 688).

Haşr suresinin 2. ayeti için iki tane dipnot verilmiştir. Birincisinde ayette geçen ehli kitabın

kim olduğu hususu açıklanmıştır. Dipnottaki ifadeye göre bunlar Hz. Peygamberin Medine’ye hicreti

esnasında kendisiyle muâhede yapıp sonra ahdi bozmaları sebebiyle yurtlarından çıkarılan

Yahudîlerin Benî Nazır kabilesidir (Cârullâh, Tercüme: 692). Diğer bir dipnotta bu ayette geçen

“Haşr”in ne olduğunu açıklanmıştır. Dipnotta şöyle der: “Muhasara edilip terk-i diyar etmeleri

emrolundukları zaman nereye gidelim? demişler, Allah’ın elçisi onlara: “Mahşere gidiniz” diye

emretmiştir. Onlar için bu çıkış, birinci Haşr olmuştur (Cârullâh, Tercüme: 693).

Haşr suresinin 5. ayetinde hakkında bilgi verilen kesilmiş ya da dalları üzerinde bırakılmış

hurma ağaçları hakkında Cârullâh yine dipnotta bilgi verme gereği duymuştur. Ona göre Benî Nazır

hurmalarının kesilmesini Hz. Peygamber emretmiştir. O vakit buna bazıları itiraz etmiştir. Bu ayette

hurma ağaçlarının kesilip kesilmemesi konusunda Hz. Peygamber’e, Allah tarafından ruhsat verildiği

açıklanmıştır (Cârullâh, Tercüme: 693).

Haşr suresinin 7. ayetinde geçen ehli kura’nin (من أهل القرى) kim olduğu dipnotta

açıklanmıştır. Verilen bilgiye göre onlar, Medine civarındaki Benî Kurayza, Benî Nazir, Fedek,

Hayber ve Urayna gibi kabile ve kasabalardır (Cârullâh, Tercüme: 694).

E. Tercümede Tespit Edilen Bazı Hatalar Tercümede rastladığımız hatalardan bazıları şu ki, ayetleri bazen birleştirmiş, bazen de bir

ayeti ikiye bölerek tercüme etmiştir. Örneğin daha önce yaptığı bir tasarrufla Bakara suresinde bir

Page 19: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 485

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

ayet artışı olmuş, bu açığı, 175. ayet ile 176. ayeti birleştirilerek tercüme etmek suretiyle kapatmıştır

(Cârullâh, Tercüme: 33-34). Âli İmran suresinin 5. ve 6. ayetlerini bir ayetmiş gibi tercüme etmiştir.

Dolayısıyla rakamlarda bir kayma söz konusudur (Cârullâh, Tercüme: 59). Bu problem ancak surenin

92. ayetini ikiye bölerek rakamlandırmak suretiyle sona erdirilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 73-74). Âli

İmran suresinin 45. ayeti yanlışlık eseri olarak (35.) şeklinde yazılmıştır (Cârullâh, Tercüme: 66).

Burada bir rakam karışması söz konusudur.

Yukarıda zikredildiği gibi ayetleri numaralandırmada yaptığı tasarruflarla suredeki ayetlerde

artış meydana getirmiştir. Örneğin Nisâ suresinin 3. ve 4. ayetlerini birleştirmek suretiyle bir ayet

olarak almıştır. Dolayısıyla ayet numaralarında bir kayma meydana gelmiş ve Nisâ suresi 176 ayet

değil, 175 ayet olarak tercümede yer almıştır (Cârullâh, Tercüme: 93). Nitekim sure başında surelerin

ayet sayıları hakkında verdiği bilgide de Nisâ suresi 175 ayet olarak ifade edilmiştir (Cârullâh,

Tercüme: 92). Maide suresi birinci ayetin “ ياأيها الذين آمنوا أوفوا بالعقود”e kadar olan kısmını bir ayet

olarak almış, devamını ise ikinci ayet olarak numaralandırmıştır (Cârullâh, Tercüme: 126). Maide

suresinin 15. ayetini (16 ve 17) numaraları ile tercüme etmiştir. Mushaf’taki 16. ayet, tercümede 18.

ayet olarak numaralandırılmıştır (Cârullâh, Tercüme: 131). Buna benzer kaymalar/kaydırmalardan

dolayı tercümede Maide suresi 123 ayet olarak belirlenmiştir (Cârullâh, Tercüme: 150). Gerçekten

de Cârullâh’ın sure başında sureyi 123 ayet olarak ifade ettiği tespit edilmiştir (Cârullâh, Tercüme:

126).

Baskı hatası olarak düşündüğümüz bir hata ise Âli İmran suresinin tercümesi esnasında

görülmektedir. Şöyle ki, 71. sayfa ile 79. sayfa arasında, sayfanın üstünde “Nisâ suresi” diye

yazılmıştır (Söz konusu sayfalar).

Kehf suresinin birinci ayeti ile ikinci ayetini birleştirmek suretiyle tercüme edeceğini ifade

ederek bunların başlarına 1-2 şeklinde rakam vermiştir. Ancak elimizdeki Mushaf’taki üçüncü ayeti

de bu arada tüketmiş, dolayısıyla surenin ayet sayısında bir değişiklik ortaya çıkmıştır (Cârullâh,

Tercüme: 357). İncelediğimizde surenin 21. ayetini ikiye bölmüş, “ فل تمار فيهم إل مراء ظاهرا ول تستفت

kısmını 22. ayet olarak rakamlandırmıştır (Cârullâh, Tercüme: 361). Kehf suresinde ”فيهم منهم أحدا

bunların dışında da birçok yerde ayetleri birleştirmiş ve bölmüştür. Bu sebeple Mushaf’ta Kehf suresi

110 ayet iken, tercümede 111 ayete çıkmıştır (Cârullâh, Tercüme: 372). Oysaki Cârullâh surenin

başında surenin ayet sayısının 110 ayet olduğunu bildirmiştir.

Taha suresinde de birçok ayeti birleştirmek suretiyle tercüme etmiştir. Bu sebeple ayetlerin

rakamlarında kaymalar meydana gelmiş, nihayetinde sure, Mushaf’ta 135 ayet iken, tercümede 133

ayet olarak kaydedilmiştir. (Cârullâh, Tercüme: 395). Yukarıdakine benzer şekilde Cârullâh, surenin

başında sureyi 133 ayet olarak kaydetmiştir (Cârullâh, Tercüme: 382).

Tercümede bazen mana verilmemiş cümlelere de rastlanmaktadır. Diğer yandan cümlenin

başındaki sebep bildiren edatın manası cümleye yansıtılmamıştır. Örneğin, “ ليشهدوا منافع لهم ويذكروا اسم

في أيام معلومات على ما رزقهم من بهيمة النعام فكلوا منها وأطعموا البائس ا لفقير للا ” (Hac: 28) ayeti, “Orada kendileri

için mevcut faydaları müşahade ederler (Kurban keserler). O kurbanlardan yiyiniz ve muhtaç

fakirlere veriniz” diye tercüme edilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 412). Burada ayetin “ في ويذكروا اسم للا

لى ما رزقهم من بهيمة النعام أيام معلومات ع ” kısmı tercüme edilmemiştir. Ayrıca ayetin başındaki sebep

bildiren edatın manası da tercümeye yansıtılmamıştır.

Sonuç

Türkistan coğrafyasında 1900’lü yılların başlarında hız kazanan küçük çaplı Kur’ân tercüme

ve tefsirlerinden söz etmek mümkündür. Bir meal çalışması olarak Cârullâh’ın kaleme aldığı bu eseri,

ilklerden kabul etmek mümkündür. Belki de eserin özgünlüğünü burada aramak gerekir. Diğerleri

Page 20: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2016_17/2016_17_KURBANNA.pdf · Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları tercümelerin aksine gayet akıcıdır

486 Nur Ahmet KURBAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/17 Fall 2016

daha çok tefsir niteliğindedir. Ayrıca iddialı bir âlim olan Cârullâh’ın bu çalışması, genel olarak

başarılı bir çalışma sayılabilir.

Görebildiğimiz kadarıyla eserin dili, Osmanlı Türkçesine daha yakındır. İfade tarzındaki

akıcılığı ve açıklığı ile takdire şayandır. Bilindiği üzere Cârullâh birçok görüşünden dolayı gelenekçi

ulema tarafından tenkit edilmiştir. Biz yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Cârullâh’ın bu tercümesinde

ayetleri tartışmalı görüşlere malzeme yapıp yapmadığını tespit etmeye çalıştık. Fakat söz konusu

meselelerle ilgili yorumlara rastlayamadık.

Tercümede izlediği lafzî tercüme yöntemi, doğal olarak ayetlerin fazla yorum gerektirmeyen

ve manalarının açıkça anlaşıldığı yerlerde kullanılmıştır. Mana merkezli tercüme yöntemi ise, daha

çok kelimenin içerdiği muhtemel manaları detaylandırılmak suretiyle gerçekleştirilmiştir. Türkçede

kullanılan ve bu sebeple olsa gerek tercüme edilemeyen dinî kavramların olası ihtilafların

önlenmesinde önemli rol oynadığını görüyoruz. Ayrıca anlam merkezli tercümenin daha çok gramer

tahlillerinden kaynaklandığını düşünmekteyiz.

Çalışmada işâret ettiğimiz bazı eksikliklerin istinsah veya baskı hatası olabileceğini

düşünüyoruz. Ayet numaralarındaki ilave ya da çıkarmaların hangi sebeple yapıldığını bilemiyoruz.

Nitekim bazı surelerin ayetlerinde artış olmuştur. Besmele’nin yorumunu yaparken, her ne kadar

onun müstakil âyet bir olduğunu söylese de, bunu tercümeye yansıtmadığı görülmüştür. Burada bir

tutarsızlık söz konusudur.

KAYNAKÇA

Aydar, Hidayet, Kur'an-ı Kerim'in Tercümesi Meselesi, Kur'an Okulu Yay., İstanbul 1996.

Carûllah, Musa Efendi Bigiyef, Bismillah, Kahire 1932.

-----: Halk Nazarına Birniçe Mesele, Elektro-tipografiye, Umid, 1912.

-----: Büyük Mezularda Ufak Fikirler, St. Petersburg 1914.

-----: Kitabu’s-Sünne, Ankara 1998.

-----: Kur’an Tercüme-i Şerife, Kazan 1912.

-----: Kur’an-ı Kerim Huzurunda Rusya Müslümanları, 1-2.

Çabuk, Arzu Çiftoğlu “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Tercümelerinde Besmele”, Turkish Studies

Volume 9/12 Fall 2014, s. 127-128.

el-Vahidî, Ebu’l-Hasan Alî b. Ahmed b. Muhammed b. Ali, et-Tefsiru’l-Vesît, Camiatu’l-İmam

Muhammed b. Suud el-İslamî, Birinci Baskı, (25), Arabistan 1430.

Ferîd, Ahmed, Tefsiru Sirati’l-Mustakîm, Hindistan 1355/1956,

Görmez, Mehmet, Musa Carûllah Bigiyef, Diyanet Vakfı Yay. Anakara 1994.

İyas Muhammed Harb Ali Hattab, el-Kavlu’l-Mu’teber fi Beyani’l-İ’caz li’l-Hurufi’l-Mukattaatı Min

Fevâtihi’s-Süver, Sudan 2011.

Kanlı Dere, Ahmet, Kadîmle Cedid Arasında Mûsâ Cârullâh, Dergah Yay., İstanbul 2005, s. 71.

Maraş, İbrahim, Türk Dünyasında Yenileşme, Ötüken Yay. İstanbul 2002.

Citation Information/Kaynakça Bilgisi

Kurban, N.A. (2016). “Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir

Değerlendirme / An Evaluation on the Interpretation of the Quran by Musa Carullah (1875

– 1948)”, TURKISH STUDIES -International Periodical for the Languages, Literature and

History of Turkish or Turkic-, ISSN: 1308-2140, (Prof. Dr. Mehmet Akkuş Armağanı)

Volume 11/17 Fall 2016, ANKARA/TURKEY, www.turkishstudies.net, DOI Number:

http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9833, p. 467-486.