turkish studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d03262/2016_17/2016_17_kurbanna.pdf · eser, dili...
TRANSCRIPT
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/17 Fall 2016, p. 467-486
DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9833
ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY
Article Info/Makale Bilgisi
Received/Geliş: 28.07.2016 Accepted/Kabul: 10.11.2016
Referees/Hakemler: Prof. Dr. Abdulbaki GÜNEŞ - Yrd. Doç. Dr.
Abdurrahman ALTUNTAŞ
This article was checked by iThenticate.
MÛSÂ CÂRULLÂH’IN (1875-1948) YAPTIĞI TATARCA KUR’ÂN TERCÜMESİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Nur Ahmet KURBAN*
ÖZET
Bu çalışmada Tatar Türklerinden Mûsâ Cârullâh’ın yıllardan beri kayıp meal olarak bilinen Kur’ân-ı Kerîm: Tercüme-i Şerîfe ya da Kur’ân-
ı Kerim’in tatarca tercümesi adlı eserini inceleme konusu edindik. Zira
Cârullâh, yaşadığı dönemde sadece doğduğu topraklarda kalmamış,
Hindistan’dan Finlandiya’ya, Sibirya’dan kuzey Afrika’ya kadar geniş
coğrafyada adından söz ettiren önemli bir şahsiyettir. Hayatının her safhasında Müslümanların karşılaştıkları sorunları Kur’ân ve sünnet
çerçevesinde çözmeye çalışan biri olması açısından onun yaptığı Kur’ân
tercümesi araştırmaya değer bir nitelik taşımaktadır. Bilindiği üzere
Cârullâh’ın kelam, tefsir ve tefsir usulünün bazı konularına yaklaşımı
araştırmanın dışında bırakılmıştır. Ancak yaptığımız çalışma sonunda
anlaşılacaktır ki Cârullâh’ın yaptığı bu tercüme onun özgünlüğünü pek yansıtmamaktır. Kendi ifadesine göre tercümeyi yaparken eski tefsir
kaynaklarından kapsamlı bir şekilde yararlanmış ve lafızların açık
delaletinden öteye gitmemiştir. İncelediğimizde eserde klasik tefsir
kaynaklarının etkileri açık bir şekilde görülecektir. Tartışmalara kapı
aralayacak yaklaşımlardan uzak durmuştur. Her ne kadar kelmî ve fıkhî tartışmalara girmese de hurufu mukattaaların izahını yapmaya çalışması
eser için bir yenilik sayılabilir. Besmelenin Kur’an’dan bir âyet sayılıp
sayılmaması mesele ve bu konudaki Carûllah’ın yorumu kendi içinde
tutarsızdır.
Eser, dili bakımından kendinden öncekilerin yaptıkları
tercümelerin aksine gayet akıcıdır. Ayetlerin manalarını ifade ederken kırık cümleler kullanmak yerine tam cümle yöntemi kullanmıştır.Eseri
şekil açısından incelediğimizde ayetlerin numaralandırılması konusunda
bazı hataların olduğu görülecektir. Bu hatalar doğal olarak surelerin âyet
sayılarına yansımaktadır.
Anahtar Kavramlar: Mûsâ Cârullâh, Kur’ân, Meal, Tercüme, Tefsir
* Yrd. Doç. Dr. Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, El-mek: [email protected]
468 Nur Ahmet KURBAN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
AN EVALUATION ON THE INTERPRETATION OF THE QURAN IN TATAR LANGUAGE BY MUSA CARULLAH (1875 – 1948)
ABSTRACT The interpretation of the Quran in the Tatar language, known as
the lost interpretation since the years, by Musa Carullah of Tatar Turks
has been studied in this paper. Because, Musa Carullah was widely
influential in not only his lands, but also the broad geography from India to Finland; from Siberia to the North Africa in his era. His interpretation
of the Quran is deserved to be studied for that he was a personality trying
to solve the problems of the Muslims in the light of the Quran and
Sunnah at every phase of his life. As known, approach of Musa Carullah
to some topics of Kalam (science of discourse), Tafsir (interpretation of the Quran) and the Usûl al-Tafsir (method of interpretation) was beyond
the research. According to his own expression this study that his
interpretation of the Quran doesn’t reflect general characteristics of his
other works. When we examine it, the effects of classical sources of tafsir
in the work will be clearly seen. Although it is said that it will not enter
into discussions about kelamî and fıkhî trying to explain huruf-ı muqattaa is a novelty for the work. Briefly, as expressed by him, he
benefited comprehensively from all the previous Tafsir sources and didn’t
go beyond the literal meaning of the words. He remained far from the
approach which could cause dispute.
In the linguistic regard, the language of his interpretation is more fluent than that of the past interpretations. He has used complete
sentences rather than broken sentences in his interpretation. When we
examine it in terms of man-made form, it will be seen that there are some
mistakes in the numbering of the verses. These mistakes are naturally
reflected in the verse numbers of the surahs.
STRUCTURED ABSTRACT
Musa Carullah completed his interpretation of the Quran in 1912.
However, the religious authorities of the era didn’t let the interpretation
be published due to various reasons. His individual effort failed to make the interpretation to be published. The interpretation of the Quran
searched more than one century was published via facsimile with name
“The Interpretation of the Quran in the Tatar Language by Bigiyef” by the
effort of governmental authorities in Kazan in 2010.
Musa Carullah considered interpretation of the Quran was
necessary. In his view, it is necessary to interpret the Quran which is the translation of the nature, even the entire universe in his own language in
a decent way. Reciting the Quran is only possible in Arabic; and reading
the interpretation is not considered reciting the Quran. Furthermore, it
is not right to look for miracle in the interpretation. Meaning of the
Quran, alike the word, has been preserved. Therefore, it isn’t correct to oppose to the interpretation due to the possible deviation in the meaning.
However, the meaning could be expressed in the target language in
different ways because of unique characteristics of each language. This
should not create obstacle for the interpretation.
Tafsirs written by previous scholars have been the main sources for
the interpretation of Musa Carullah. He investigated every Tafsir source
Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 469
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
while interpreting each verse of the Quran rather than going to simplistic methods. Firstly, he gave special importance to the Quran being the first
source. Secondly, he gave special importance to linguistic aspects and
literal meaning of the words. He expressed that the linguistic features
such as assumption, omitting and commenting limiting the meaning with
human understanding weren’t used.
We firstly see view of Musa Carullah about Besmele (term for Bismillahirrahmanirrahim) when the meaning is investigated. In his view,
Besmele is the verse firstly descended. Besmele was descended 114 times
for 114 Surah separately. Besmele is independent verse in each Surah.
However, this approach wasn’t regarded in the interpretation. Besmele
was excluded from the total number of verses in a Surah.
In regard to defining religious concepts, he didn’t give interpretation
to the verses which was subject for disputes in Kalam and used Arabic
word literally. One of the topics he emphasized was non-eternity of hell.
Therefore, relating concepts and verses have been investigated one-by-
one. Eventually, it hasn’t been possible to clearly assess the view of Musa
Carullah about this problem.
It has been seen that Musa Carullah has used parenthetical
statements frequently. He has followed a methodology based on meaning
rather than word itself in this interpretation. One of the most important
features of his interpretation is the effort to give meaning to all of the
single letters at the beginning of some Surah. Footnotes have been used where necessary. Furthermore, some verses have been combined
whereas some others have been divided. As a result of this, some Surah
have had more or less verses in the interpretation than those in the
Arabic Quran.
Keywords: Musa Carullah, the Quran, interpretation of the Quran,
Tafsir
Giriş
İdil-Ural olarak bildiğimiz Karadeniz’in kuzeyindeki Türk Kazan Hanlığı, 1556 yılında
Ruslar tarafından işgal edilmiştir. Bu yeni yönetim zaman zaman yumuşak yüzünü göstermiş olsa da
onların üzerinden çoğu zaman demir yumruğu eksik etmemiştir. Buna rağmen bölge halkı uzun süren
baskılara karşı direnmeyi sürdürmüş ve dinî değerlerinden hiç vaz geçmemiştir. Ancak geçtiğimiz
yüzyılda İslam coğrafyasının diğer bölgelerinde hızla revaç bulan reform rüzgârları Tatar
coğrafyasında da esmiştir. Abdunnasır Kursavî (v. 1812) ile başladığı düşünülen fikrî gelişmeler,
başlangıçta halk inançlarına karışmış hurafeleri temizleme özellikle de akait konusunda selef
dönemine müracaatı esas alan bir yol izlemiştir. İlerleyen zaman dilimlerinde farklı kişiler tarafından
sürdürülen reformcu yaklaşımın en önemli temsilcilerinden biri de hiç kuşkusuz Mûsâ Cârullâh’tır.
Cârullâh, kendi döneminin zor ekonomik, siyasî ve sosyal şartları içerisinde her fırsatta
İslamî değerlerin üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmıştır. Bu uğurda bir yandan Türkistan
coğrafyasında kendilerine yer açmaya çalışan gayri İslamî düşünceye karşı mücadele ederken, diğer
yandan din adına toplum tarafından benimsenen bazı algıların değişmesini istemiştir. Onun
çalışmaları dinin tek bir alanı ile alakalı değil, kelam, tefsir, kıraat, fıkıh, felsefe ve ahlak gibi birçok
konuda tartışma yaratacak görüşleri kapsamaktadır. Dolayısıyla Cârullâh, sadece Türkistan’ın
geleneksel uleması tarafından değil, İslam coğrafyasının farklı bölgelerinden de eleştiriler almıştır.
O, çalışmalarında her zaman Kur’ân’ı hareket noktası yapmayı ön sıraya koymuştur. Ümmetin
470 Nur Ahmet KURBAN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
kurtuluşunu hep burada görmüştür. Yazılarının hemen hemen hepsinde onun bu yaklaşımını açıkça
görmek mümkündür. Dolayısıyla Cârullâh, Zekî Velidî’nin (1890 – 1970) nezdinde bir reformist
olmaktan ziyade Kur’ân ilimlerinde derinleşmiş bir âlimdir (Görmez, Bigiyef: 58).
Biz bu çalışmamızda Mûsâ Cârullâh’ın sadece son yıllara kadar kayıp olarak bilenen Kur’ân
tercümesini tahlil edeceğiz. Ancak içeriğine geçmeden evvel, eserin tarihçesi hakkında biraz bilgi
vermek yerinde olacaktır. Eseri değerlendirirken, tefsir kaynaklarında tefsirciler tarafından sorun
olarak algılanan noktaların izleri sürülecektir. İnceleme esnasında yapmaya çalışacağımız önemli
çalışmalardan biri de şüphesiz ki, Cârullâh’ın kendisiyle temayüz ettiği bazı görüşlerinin ayet
tercümelerine yansıyıp yansımadığını tespit etmek olacaktır. İhtiyaç duyulduğunda elde edeceğimiz
bulgular diğer eserlerinde ortaya koyduğu görüşler ile karşılaştırılacaktır.
A. Tercümenin Tarihçesi
Cârullâh’ın Kur’ân-ı Kerîm’i tercüme etmeye ne zaman başladığı tam olarak
bilinmemektedir. Ancak 1904-1905 yıllarından itibaren zihninde böyle bir çalışmayı tasarladığı, bu
yüzden ön hazırlık olması için bazı eserleri kaleme aldığı bilinmektedir (Maraş, 2002: 185). Ancak
onun bu konuyla ilgili eserlerinden bazılarının basım tarihleri daha sonraki yıllara tekabül etmektedir.
Bu bağlamda müellif, Sarfu’l-Kur’ân, Kitâbu Tertîbi’s-Sûveri’l-Kerîmeti, Tenâsubiha fî’n-Nüzûli ve
fi’l-Mesâhif adlı eserlerini kaleme almıştır. Bunun dışında ayrıca Hurûfu Evâili’s-Sûver, Fıkhu’l-
Kur’ân, Tarîhu’l-Kur’ân ve’l-Mesâhif (Kanlıdere, Cârullâh: 143, 165, 175-176) gibi eserleri
zikredilir. Öte yandan kıraat ilmi de onun mesai harcadığı alanlardandır (Görmez: Bigiyef: 71-72).
Bu eserleri, meal çalışmasının hazırlık safhası olarak değil, Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması amacıyla
sürdürdüğü bağımsız çalışmalar olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Kaynakların ifadesine göre Cârullâh, üzerinde birkaç sene çalıştığı Kur’ân tercümesini 1912
yılında tamamlamıştır (Kanlı Dere, Cârullâh: 71; Maraş, 2002: 88.). Ancak Ufa şehrindeki
Müslüman Dinî İdaresi, bu tercümenin yayınlanmasına izin vermemiştir. Cârullâh’a göre bu yasak,
âlimleri aşağılamak anlamına gelmektedir. Muhalif kanat ise, bu tercümenin fesada sebep olacak bir
iş olacağını savunmaktadır. Zira onlara göre Cârullâh, içtihat iddiasında ve dinde reform
gerçekleştirme hayalinde olduğundan düşüncelerine uymayan ayetlere saygı göstermemektedir
(Kanlıdere, Cârullâh, 71-73).
Tercümenin yayınlanma sürecini biraz daha ayrıntılı ele alacak olursak, Cârullâh 1912
yılının Ocak ayının sonlarında Kazan’a Ümid Matbaası’na gelerek yapmış olduğu Kur’ân
tercümesinin basılması konusunda mukavele yapmıştır. Ancak kadîmci ulemanın yoğun baskısı
sonuç vermiş olmalıdır ki Orenburg Müftülüğü söz konusu matbaaya bir ferman göndererek
Cârullâh’ın mealinin yayınlanmasını yasaklamıştır. Yulduz Gazetesi’nin sahibi ve başmuharriri Hadî
Maksudî (1868-1941), Cârullâh’ın ilmî yeteneğini kabul etmekle birlikte, Kur’ân tercümesinin bir
komisyon tarafından yapılması gerektiğini ve Cârullâh’ın bu çalışmasının uygun olmayan bir
zamanda ortaya çıktığını ifade ederek müftülüğün kararını desteklemiştir (Maraş, 2002: 182). Kanlı
Dere’nin ifadesine göre Cârullâh, 1913 yılında Petersburg’da Emanet adında bir matbaa kurmuş ve
yaptığı Kur’ân tercümesini bu matbaada yayınlamayı düşünmüşse de bu istek yine gerçekleşmemiştir
(Kanlıdere, Cârullâh: 71-73).
Tatar şairi Abdullah Tokay, Cârullâh’ın evinde birkaç gün kaldığını ve bu zaman zarfında
Cârullâh’ın yaptığı Kur’ân tercümesini gördüğünü, eserin pek iyi olmadığını, özellikle de dil
yönünden yetersiz olduğunu dile getirir (Kanlıdere, Cârullâh: 71). Cârullâh ise yaptığı tercümede
ihtilaf edilmesini yadırgamamaktadır. Sahabe döneminde bile bazen kelimelerin anlaşılması
noktasında farklı görüşler ileri sürülebildiyse, kendisinin yaptığı tercümede ihtilafların olması
doğaldır. Cârullâh’a göre tercümelerin ehemmiyeti ihtilafları ortadan kaldırmak için değil, Kur’ân’ın
manalarını anlatmak içindir. Arap dilinde bazen bir ibarenin farklı manalara gelmesi muhtemel oldğu
Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 471
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
gibi, tercümede kullanılan Türkçe kelime ve cümlelerin anlaşılmasında da elbette bazı farklar
olacaktır (Cârullâh, Ufak Fikirler: 102).
Cârullâh yaptığı Kur’ân tercümesini Kazan’da yayınlayamamıştır. Çok sonraları TBMM
şerefine yayınlamayı düşünmüş, fakat bu arzusuna da ulaşamamıştır. (Maraş, 2002: 183). Birçok
araştırmacıya göre Cârullâh’ın kaleme almış olduğu Kur’ân tercümesi kaybolmuştur (Kanlıdere,
Cârullâh: 143; Görmez, Bigiyef: 75.). Ancak bir asrı aşkın süredir kayıp olarak bilinen bu tercüme
bulunmuştur ve 2010 yılında Tataristan’ın başkenti Kazan’da basılmıştır. Tercümenin
yayınlanmasında Tataristan Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Mintimer Şeymiyev’in özel teşebbüsü
etkili olmuştur. Nihayet, Tataristan Cumhuriyeti Dış İlişkiler Birimi’nin desteğiyle söz konusu eser,
“Bigiyef’in Tatarca Kur’ân Tercümesi” adıyla gün yüzüne çıkmıştır. Artık okuyucuların merakla
beklediği kayıp eser bulunmuştur. Eserin başında editörün oldukça uzun bir ön sözü vardır. Burada
eserin içeriğine yönelik bazı bilgiler de yer almaktadır (Cârullâh, Tercüme: 5-15).
B. Tercümenin Zarurîliği ve İzlenen Yöntem
a. Kur’ân Tercümesinin Zarurîliği
Cârullâh, tercümede takip ettiği metodu Halk Nazırına Bir Niçe Mesele ve daha sonra
yayınladığı Büyük Mevzularda Ufak Fikirler adlı eserinde dile getirmiştir (Cârullâh, Halk Nazırına
s. 85-93; Ufak Fikirler: 103-105; Maraş, 2002: 184). Ona göre tabiatın, belki bütün varlık âleminin
tercümesi olan Kur’ân-ı Kerîm’i kendi dillerine doğru ve güzel bir üslupla tercüme etmek elbette
gereklidir. Günümüze kadar Kur’an’ı tercüme etmek günah olarak kabul edilse de bundan sonra
tercüme etmek hiçbir surette günah olmaz. Cârullâh, Kur’ân-ı Kerîm, bütün varlık âleminin
tercümesidir, dedikten sonra, bu sözünü bir daha tekrarlar ve bu sözü mübalağa tarikiyle yahut kuru
bir iman tesiri ile söylemediğini vurgular. Kur’ân-ı Kerîm, Hakîm olan Rab tarafından Cebraîl
vasıtasıyla Kerîm olan Hz. Peygamber’in kalbine inmiş en son semavî kitaptır. Mûciz nazımlarını
lisanlarda, gönüllerde ve Mushaflarda değiştirmeksizin saklamak vazifesiyle, manalarını bütün
insanlara beyan etmek vaadiyle Hz. Peygamber tarafından, emanet-i ilahîye olmak üzere Kur’ân-ı
Kerîm, masum İslam ümmetinin uhdesine teslim edilmiştir. Mûciz nazmının ebediyen devam
edeceği, bir defa Şâr-i Hakîm’in büyük tedbiri ile güvence altına alınmıştır. Müminlerin her birine
inmiş her bir ayetin hıfzı, saadet asrında en başta gelen fermanlardan idi. Bu sebeple Kur’ân- Kerîm,
saadet asrında büyük bir ilgi ile hıfzedilmiştir. Her harfi ve her kelimesi olduğu gibi yazı ile kayda
geçirilmiştir (Cârullâh, Halk Nazırına: 85).
Cârullâh’a göre tilavet yalnız Arapça nazmı ile olur. İslamiyet’in en büyük rüknü, ancak
Kur’ân-ı Kerîm’in Arapça nazmı ile eda edilir. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’in manalarını ümmetin
bireylerine açıklamak ve tebliğ etmek için elbette tercüme farzdır (Cârullâh, Halk Nazırına: 88). O,
bu bağlamda Kur’ân’ın tercümesinde bir îcâzın aranmayacağını baştan kabul etmektedir.
Tercümenin vücubiyetini vurgularken de birçok yönden Kur’ân’ın tercüme edilmesini, uygun
görmeyen ulemaya (Aydar, Kur’ân-ı Kerîm’in Tercümesi Meselesi: 209-210) karşı tepkisini açıkça
ifade etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in manaları, nazmı gibi sabittir. Ona göre tercümesi de mümkündür.
Kur’ân-ı Kerîm’in her bir kelimesi, harekeleri ve sükûnlarıyla nasıl korunmuşsa kelimelerin,
cümlelerin manaları da öyle muhafaza edilmiştir. İslam kalemiyle telif edilmiş ulûm-i İslamiye
kitaplarının her biri Kur’ân kelimelerinin, cümlelerinin manalarını değiştirmeksizin korumak için
yazılmıştır. Lügat kitapları, usûl-i fıkıh kitapları, kelimelerin ve cümlelerin manalarını
değiştirmeksizin korumak için kaleme alınmıştır.
Manası da nazmı gibi korunmuş ise Kur’ân-ı Kerîm’in tercümesi zaruretle mümkün olur.
Manası korunmuş olduktan sonra tercüme mümkün değil demek, Kur’ân-ı Kerîm’in manaları hiçbir
zaman anlaşılmaz demek gibidir. Bazen bir cümleden çıkarılan mana, asır farklılığı yahut ümmetlerin
örflerindeki farklılıklar hasebiyle muhtelif olur. Şu surette harfiyen tercüme olmaz. Örften
472 Nur Ahmet KURBAN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
(kelimelerin kavramlaşmasından) önceki manasını bilmeyen biri, Kur’ân’ı tercüme ederse hata eder.
Örneğin, örfümüzü bilmeyen Araplardan birine “kuvvetim uçtu” cümlesini, “روحي طارت” diye
tercüme edersek hata etmiş oluruz. Bazen öyle olur ki cümlelerin manaları muhtelif olmasa da onun
manaları zorunlu olarak farklı olur. Halleri ve hayalleri muhtelif iki insan bir cümleyi işittiklerinde,
kastedilen bir mana, o iki kişinin kafasında muhtelif iki surette kavranır. Birinde belki gayet dehşetli
tesir oluşturur. Diğerine ise hiç tesir etmez. (Cârullâh, Halk Nazırına: 92) Manaların ve suretlerin
farklı olması hasebiyle tercüme bazen mümkün olmaz demek doğrudur. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’in
kelimeleri ve cümlelerinin manaları ta kıyamete kadar sabittir. Hayalin suretleri değil, belki
hakikattir. Buna göre Kur’ân-ı Kerîm’i tercüme katiyen mümkündür. Şer‘an farzdır. (Cârullâh, Halk
Nazırına: 85-93)
b. Tercümede İzlenen Yöntem
Cârullâh, yapmış olduğu Kur’ân tercümesinde izlediği yöntem hakkında Halk Nazarına…
adlı eserinde bizzat bilgi vermiştir. O burada öncelikle tercüme esnasında kullandığı kaynaklardan
bahsetmiştir. İlim ehli tarafından yazılmış tefsirler onun kullandığı kaynakların başında gelmektedir.
Her ayeti ayrcüme ederken, tefsirlerin her birine ayrı ayrı müracaat etmiş, incelemelerinde hiç
kolaycılığa kaçmamıştır. Bu sayede tercümedeki zorlukların kahir ekseriyeti tefsirlerin bereketiyle
kolaylaşmıştır.
Bu konudaki en önemli kaynaklarından biri şüphesiz, Kur’ân-ı Kerîm’in kendisi olmuştur.
Ayet-i kerîmeleri tefsir ederken yahut tefsirlerin birini diğerine tercih ederken, Kur’ân-ı Kerîm’in
başka ayetlerine dayanarak bir tercihte bulunmuştur. Bir anlamda Kur’ân-ı, Kur’ân ile tefsir etmeye
gayret etmiştir. Kur’ân’da geçen bazı kelimelerin iki manaya muhtemel olduğu durumlar vardır.
Cârullâh her geçtiği yerde bu kelimelerin her iki manası aynen almıştır. Bu durum aslında tefsir ve
tercümelerde büyük bir sorundur (Cârullâh, Halk Nazırına: 88). Bunların örnekleri ileride gelecektir.
Kur’ân-ı Kerîm’i tercüme ederken Cârullâh’ın en güçlü dayanaklarından biri de dilin delaleti
olmuştur. Kelimelerin yapısını dikkatle incelemiş, kelimelerin zahirinin delaletlerini sarf yardımıyla
tahlil etmiş ve kelimelerin manalarını tespit etmeye eksiksiz hâlde özen göstermiştir. Cümlelerin
manalarına, terkiplerin ihtimallerine her şeyden ziyada ihtimam göstermiştir. Kur’ân tercümelerinde
mütercimlerin karşılaşacağı sorunlardan biri de mercileri net olmayan, ululûmu’l-Kur’ân
kaynaklarında mübhematu’l-Kur’ân bahsinde incelenen mevsullerdir (Cârullâh, Halk Nazırına: 89).
Her tefsircinin ya da Kur’ân müterciminin dikkat etmeden geçemediği bir huşu ise, kıraatlar
ve kıraat ihtilaflarıdır. Cârullâh bu konudaki farklılıkların her birine itibar etmiştir. Kıraatler, bazen
kelimelerin maddelerinde bazen yapılarında bazen ise iraplarında farklılık arz eder. Eğer öyle
ihtilaflar sebebiyle ayetlerin manaları muhtelif olursa, Cârullâh, bu manaların hepsine itibar etmiştir.
Zira ona göre muhtelif kıraatler, çeşitli ayetler gibidir.
Arapçanın cümle yapısı bazen farklı tahlillere müsait bir yapıdadır. Cârullâh, bir cümlenin
çeşitli manalara muhtemel olduğu durumlarda, o manaların her birini ayrı ayrı zikrettiğini ve
aralarında her hangi bir tercihte bulunmadığını söylemektedir. Yani muhtemel manalardan bazen
yalnız biri kastedilebilir, bazen her biri ayrı ayrı kastedilebilir. Eğer her ikisi kastedilmişse tercümede
her ikisini zikretmiştir (Cârullâh, Halk Nazırına: 89).
Mûsâ Cârullâh’ın çok önemsediği hususların biri Kur’ân örfü kavramıdır. Onun buradaki
çabası, Kur’ân’ı sonradan oluşmuş kavramlarla değil, kendi ıstılahları içerisinde anlamlandırma
babından bir çabasından ibarettir. Cârullâh tercümede cümlelerdeki takdir, hazf ve te’vil gibi manayı
insan anlayışı ile daraltan hususlara yer vermediğini ifade etmektedir. Bunu yapanları tahrifle
suçlamaktadır. Kelamî esaslara, eski ve yeni felsefe tartışmalarına göre ayetlere mana vermeye
Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 473
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
çalışanları tenkit etmiştir. Kendisi bu tercümede mezhebî evhamlardan uzak kalmaya çalıştığını ifade
etmiştir (Cârullâh, Kur’ân-ı Kerîm Huzurunda Rusya Müslümanları: 1-2; Maraş, 2002: 186).
Daha açık ifade ile Cârullâh, yaptığı tercümede hiçbir ayet-i kerîmeyi te’vil yoluna
gitmediğini ifade etmiştir. O bu konuda şöyle der: “Tefsir, tev’il nasıl olursa olsun insan fikri olur.
Tercümede ben yalnız Kur’ân-ı Kerîm’in örflerine, Arap dilinin delaletlerine itibar ettim. Hiçbir
harfte hiçbir insanın görüşünü esas almadım. Kur’ân-ı Kerîm’in büyük, mukaddes manalarını,
kendimin ufak sıradan fikirleriyle birlikte yazmaktan elbette tenzih ederim. Öyle yapacak kimselere,
Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanlığın lanetleriyle birlikte ben de lanet ederim” (Cârullâh, Halk
Nazırına: 91).
Ayeti tefsir ederken, vereceği mananın kelam usûllerine, eski ve yeni felsefî bakışlara
uydurulması gibi kötü alışkanlıklardan sakındığını söyler (Cârullâh, Halk Nazırına: 90). O, bu
sözüyle ayetleri tercüme ederken kelamî problemler içerisinde kaybolmaktan son derece sakındığını
ifade etmiş olmaktadır.
Tefsir ya da tercüme geleneğimizde Hz. Peygamber’den gelen hadisler veyahut sahabeden
gelen haberler çerçevesinde oluşan kavramlarla ayetlere mana vermek genel kabuldür. Cârullâh,
nazm-ı mûcizin delaletlerini göz ardı etmekten sakınmakla birlikte ayetlerin zahirî manalarını esas
almıştır (Cârullâh, Halk Nazırına: 90).
C. Kur’ân Tercümesinden Örnekler
Yukarıda Cârullâh’ın Kur’ân tercümesinin zarurî olduğunu dile getirdiğinden ve kendi
tercümesinde dayandığı yöntemlerden bahsettik. Biz aşağıda hem Cârullâh’ın kendi yöntemleri hem
de günümüz Kur’ân tercümelerinde göze çarpan bazı özellikler açısından, örneklerle söz konusu
tercümeyi değerlendirmeye çalışacağız.
a. Dinî Kavramların Tercümesi
a.a. Besmele Hakkındaki Görüşleri
Her şeyden önce Mûsâ Cârullâh, Kur’ân’ı tercüme ederken, elimizdeki Hz. Osman
Mushaf’ının sure tertibini esas almıştır. Onun ifadesiyle sure başlarındaki Besmelelerin o sureden bir
ayet olup olmadığı konusunda ulema arasında tartışma vardır. Nafi‘, Asım, İbn Kesir, Ebu Cafer ve
Kisaî Besmeleyi müstakil ayet kabul etmiştir. Diğerleri ise aksi görüştedirler (Cârullâh, Kur’ân-ı
Kerîm’in Vücuhu Arabiyyesi: 76).
Cârullâh’a göre Mushaf’taki her şey Kur’ân’dır (Cârullâh, Tertibu Süveri’l-Kerîmi: 214).
Besmele ise Kur’ân-ı Kerîm’in ilk ayetidir. Yüz on dört surede yüz on dört defa nazil olmuştur.
İlkinde Hıra dağında Alak suresinin ilk beş ayeti ile birlikte başta müstakil bir sure ve aynı zamanda
ayet-i fez olmak üzere Cebrail tarafından okunmuştur. O vakit, Cebrail’in elinde beyaz bir sayfa
vardı. Altı satırda, altı ayet gayet açık bir şekilde yazılıydı. Burada Besmele müstakil bir ayet ya da
bir sure idi (Cârullâh, Bismillah: 2). Kur’ân- Kerîm’de her surede Besmele müstakil bir ayettir.
Mücmel bir suredir. Her sure kendisinin başındaki Besmele suresinin tafsilatıdır. Bu sebepten dolayı
tekrar nazil olmuştur. Besmele Kur’ân’da surelerin bir cüzü değil, bilakis Kur’ân’ın kendisidir
(Cârullâh, Bismillah: 5).
Başka bir eserinde de Cârullâh yine Besmele’nin müstakil bir ayet olduğu yönündeki
görüşünü sürdürür. Ona göre Tevbe suresi hariç her surenin başında bulunan Besmele, her sure ile
birlikte müstakil bir ayet olarak nazil olmuştur. Buna göre Kur’ân’daki Besmele sayısı yüz on üçtür.
Ancak Neml suresinin hem başında hem de ortasında yer verildiği için Besmele sayısı sure sayısı ile
eşit olmuştur. Cârullâh’a göre Fatiha suresinin başındaki Besmele de aynı şekilde Fatiha’dan bir
ayettir. Bu konuda mezhep kitaplarında, şerh ve haşiyelerde bir takım yanılgılara yer verilmiştir.
474 Nur Ahmet KURBAN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
Bugün bunlardan hiçbirine itibar edilmemelidir. Bu gibi konularda güvenilecek yegâne kaynak
Mushaf’ın kendisidir. Bütün Mushaflarda Besmele, ayetlerin yazıldığı kalem ve mürekkeplerle
yazılmıştır. Başında geldiği sure ile kendisinden önce gelen sureyi birbirinden ayırmak için
kullanılmıştır. Kısaca Besmele, Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinden ayrı olup, her surenin başında ayrıca
bir ayet olarak yer almış, ancak surelerin bir parçası olarak görülmemiştir (Cârullâh, Kitabu’s-Sünne:
109).
Onun bu görüşüne göre her surenin başındaki Besmele için bir rakam verilmesi gerekir.
Ancak Cârullâh, bu sözlerine rağmen yaptığı tercümede Besmele’ye rakam vermemiş, surenin
ayetlerini sayarken Besmele’yi başında bulunduğu sureden bir ayet saymamıştır. Nitekim eserde
Neml suresinin 30. ayetin geçen “ حيم حمن الر الر ibareyi 29, 30 ve 31. ayetle birlikte tercüme ”وإنه بسم للا
etmiştir. Bu tercümede Besmele’nin müstakil bir ayet olduğu net değildir (Cârullâh, Tercüme: 470).
Fatiha suresinin tercümesinde de ayetler numaralandırılırken Besmele numaraların dışında kalmıştır.
O, son ayeti ikiye bölerek tercüme etmiş ve bu şekilde Fatiha suresinin ayet sayısını yediye
tamamlamıştır. (Cârullâh, Tercüme: 2)
Cârullâh, İstiazeyi şöyle tercüme etmiştir: “Allah’ın rahmetinden lanet ile kovulmuş
şeytandan Cenab-ı Hakka sığınırım”.
Besmeleyi şöyle tercüme etmiştir: “Dünya ve ahirette bütün mahlûkata merhamet ve inayet
edici Allah’ın ismi ile başlarım”. Besmelenin bu şekilde tercümesi ancak Haşr suresine kadar devam
etmiştir. Ondan sonra Kur’ân’ın sonuna kadar olan surelerde geçen Besmeleler, öncekileri gibi mana
merkezli açık bir tercümeye tabi tutulmamış, sadece “Allah’ın ismiyle” şeklinde kısa bir tercüme ile
sürdürülmüştür (Cârullâh, Tercüme: 692).
Burada görüldüğü gibi Besemele iki farklı şekilde tercüme edilmiştir. Nitekim Besmele’nin
tercümesinde tarih boyunca çok farklı ifade tarzlarının kullanıldığı açıktır (Çabuk, 2014: 12-137).
a.b. İstiva ve Ru’yet Kavramı
Cârullâh’ın tercümede kelamî problemlerden uzak durma konusundaki görüşü daha önce
ifade edilmiştir. Kelamî tartışmaların üzerinde cereyan ettiği önemli kavramlardan biri bilindiği
üzere istiva kavramıdır. Dolayısıyla biz burada sözü edilen kavramı nasıl tercüme ettiğine bakacağız.
O, Bakara suresinin 29. ayetinde geçen istiva kavramını çok ustalıkla tercüme etmiş ki, farklı mezhep
ve görüşlere kaynak teşkil eden problemler burada kaybolup gitmiştir. Ayetin ilgili kısmının
tercümesi şöyledir: “Sonra göklerin yaratılmasına geçerek onları da yedi gök olmak üzere noksan
ve kusursuz yaptı” (Cârullâh, Tercüme: 7). Burada istiva kelimesinin yaratmaya geçmek olarak
tercüme edildiği görülür. Bu mana A’raf suresinin 54. ayetinde de aynı şekilde tercüme edilmiştir.
Ancak, Yunus suresinde geçen “ ثم استوى على العرش” (Yunus: 3) cümlesi, “Sonra arşın üstüne istiva
eyledi” diye tercüme edilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 249). Görüldüğü üzere ayette geçen merkezî
kelime burada tercüme edilmemiştir. Diğer yerlerde de ibareyi aynı şekilde tercüme etmeden
vermiştir (Furkan: 59, Secde: 4. Cârullâh, Tercüme: 302, 516, 450, 682). Belki bu yaklaşımı selefin
görüşü bağlamında değerlendirmek mümkündür. Zira onlar bu kelimeyi yorumlamayı uygun
bulmazlar.
Kıyamet gününde Allah’ın cennet ehli tarafından görülmesi meselesi de aynı şekilde kelam
uleması tarafından üzerinde ciddiyetle durulan kavramlardan biridir. Cârullâh, Kıyame suresinde
geçen “ إلى ربها ناظرة” ayeti, “Rablerine hicapsız olarak nazar edicilerdir.” diye tercüme etmiştir
(Cârullâh, Tercüme: 735). Burada nazar kelimesinin ne anlam geldiği açık değildir. A’raf, 143’te de
aynı yaklaşım söz konusudur (Cârullâh, Tercüme: 201). En’am, 103’te geçen “ تدركه البصار وهو ل
ayeti ise “Onu gözler idrak edip göremez. Ve o, gözleri idrak eder ve görür” diye ”يدرك البصار
tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 168). Dolayısıyla burada Cârullâh’ın ru’yetullah meselesindeki
görüşünün hangi yönde olduğunu tespit etmek güçtür.
Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 475
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
a. c. Takva Kavramı
Takva kavramı, Cârullâh’ın üzerinde önemle durduğu kavramlardan biridir. Kur’ân-ı
Kerîm’de “v-k-y” kökünden türemiş çok sayıda fiil vardır. Cârullâh bunlardan bazılarını sakınmak
diye tercüme ederken, bazılarını korkma manasında tercüme etmiştir. Fiillerin çoğunu ise, tercüme
etmeden takva, ittika ve ya müttakiler gibi Arapça formunda kullanmıştır. Örneğin, Bakara suresinin
4. ayetinde geçen yûkinûn ( يوقنون)” kelimesini müttakîler diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme:
3). Aynı surenin 41. ayetinde geçen fettekûni ( فاتقون) kelimesini, sakınınız diye tercüme etmiştir.
Bakara suresinin 66. ayetinde geçen müttakîn ( متقين)” (Bakara: 66) kelimesini müttakîler diye Arapça
ibaresiyle olduğu gibi almıştır (Cârullâh, Tercüme: 13). “ لعلكم تفلحون ayetini, “Felah ve necat ”واتقوا للا
bulmanız için Allah’tan ittika ediniz” (Cârullâh, Tercüme: 37) diye tercüme etmiştir. “ وإذا قيل له اتق
:ayetinin tercümesini, “Ona Allah’tan kork! Denilirse…” şeklinde yapmıştır (Cârullâh, Tercüme ”للا
,kelimesini (يتقون ) ayetinde geçen yettekûn ,(En’âm: 51) ”ليس لهم من دونه ولي ول شفيع لعلهم يتقون “ .(40
“Şayet ki Allah’tan korkup ittika ederler” diye, korku ile ittika’yı beraber kullanarak tercüme etmiştir
(Cârullâh, Tercüme: 159). Görüldüğü gibi tercümede takva kavramının daha çok korkma ve sakınma
manaları dikkate alınmıştır.
a. d. Ebedîyet Kavramı
Cârullâh’ın düşünesinde “ebedîlik” kavramı oldukça önemlidir. Aslında bu konunun temeli
Allah’ın rahmetinin umûmîliği ile alakalıdır. İdil-Ural’da Şehabeddîn el-Mercanî (v. 1889) ile
başladığı düşünülen, cehennemdeki azabın ebedî olmadığı üzerinde yoğunlaşır. Mercanî’den sonra
bu görüşü daha geniş bir çerçevede Cârullâh savunmuştur. Cârullâh’a göre Kur’ân’da geçen hulûd
ve ebed kelimeleri, uzun ömrü ifade için kullanılmakta ve bir müddet beklemeyi veya uzun süren bir
zaman dilimini ifade etmektedir (Maraş, 2002: 155-159; a.m. Mûsâ Cârullâh: c. XII, sayı: 47, s. 129).
Onun bu konudaki görüşleri, sadece Türkistan uleması tarafından değil, Osmanlı uleması tarafından
da tenkit edilmiştir. Özellikle burada Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin“Yeni İslam
Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyesi adlı eseri zikredilebilir. Bu eser, Pınar Yayınları tarafından İlahî
Adalet Rahmet-i İlahiye Bürhanları adıyla 1996 yılında neşredilmiştir.
Nitekim tarihsel olarak Cârullâh’ın bu görüşleri ortaya attığı yıllar, 1910 yılında Orenburg
Hüseyniye Medresesi’nde dinler tarihi dersleri verdiği döneme tekabül eder (Sabri-Cârullâh,1996:
9). Bu dönem Cârullâh’ın Kur’ân tercümesine devam ettiği veya tercümeye başlamak üzere olduğu
zaman dilimidir. Dolayısıyla biz burada söz konusu iddianın yaptığı tercümeye yansıyıp
yansımadığını incelemeye çalışacağız.
Ebed kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de, bazen tek başına, bazen hâlidîyne ( خالدين) kelimesi ile aynı
cümlede 28 yerde geçer. Biz Cârullâh’ın kelimeye verdiği manaları tek tek gözden geçirmek
suretiyle, sonucu konu hakkındaki görüşü hakkında bir kanaate varmaya çalışacağız.
Ahiret ile alakalı olup, müminlerin cennet hayatından bahseden bir ayette geçen “ خالدين فيها
,ayeti, “… onlar orada muhalled kalırlar.” diye tercüme edilmiştir (Cârullâh (.Maide: 120) ”أبدا
Tercüme: 150). Bu ayette verilmek istenen mesajla aynı özelliği taşıyan “ عنده أجر خالدين فيها أبدا إن للا
ayeti ise, “… onlar cennetlerde daim ve ebedî kalırlar.” diye tercüme edilmiştir (Tevbe: 22) ”عظيم
(Cârullâh, Tercüme: 229). Başka bir yerde ise, “وأعد لهم جنات تجري تحتها النهار خالدين فيها أبدا” (Tevbe:
100) ayeti, “Onlara ağaçları altından nehirler akan cennetler hazırladı ki, orada muhalled kalırlar.”
(Cârullâh, Tercüme: 243). Buradan anlaşıldığı kadarıyla Cârullâh’ın nezdinde muhalled kelimesi,
daim ve ebedî manasına gelmektedir.
İman eden ve onunla birlikte iyi işler yapan kimselerin, Allah tarafından altlarından ırmaklar
akan cennetler ile ödüllendirileceğinden bahseden ayetin devamında gelen, “خالدين فيها أبدا” (Nisan:
57) ayetini “Onlar orada muhalled kalırlar.” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 104). Aynı
476 Nur Ahmet KURBAN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
bağlamda aynı mesajı içeren bir başka ayeti (Nisan: 122) “… orada ebediyyen muhalleden kalırlar.”
diye tercüme ettiği görülür (Cârullâh, Tercüme: 116). Kâfirler ile alakalı olarak geldiği, “ إل طريق جهنم
ayetini “… orada muhalled olarak kalırlar” diye tercüme edilmiştir (Nisan: 169) ”خالدين فيها أبدا
(Cârullâh, Tercüme: 124). Burada yukarıdaki terkib içinde geçen söz konusu kelimenin cennet ehli
ile cehennem ehli için kullanımında her hangi bir fark gözetilmediği görülmektedir.
Cârullâh, dünya hayatı ile alakalı bir konuda geçen, “قالوا ياموسى إنا لن ندخلها أبدا” (Maide: 24)
şeklindeki ayeti, “Onlar oradan çıkmadıkça biz girmeyiz…” diye tercüme etmiştir (Cârullâh,
Tercüme: 132). Burada “ebeden” kelimesini tercüme etmemiştir. Ancak “لن تخرجوا معي أبدا” (Tevbe:
83) şeklindeki ayetin tercümesini “Benimle ebediyyen çıkmayınız.” diye tercüme ederken (Cârullâh,
Tercüme: 240), “ول تصل على أحد منهم مات أبدا” şeklindeki Tevbe suresi 84. ayetin ilgili bölümünü,
“Onlardan vefat olan biri üzerine ebeden namaz kılma.” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme:
240). Bu ayetin devamında geçen “ل تقم فيه أبدا” şeklindeki cümleyi de aynı şekilde, “Ey Muhammed!
O mescitte ebeden namaz kılma.” şeklinde tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 245). Ahiret
güzelliklerinin sadece kendilerine özel olduğunu söyleyen ehli kitaba Yüce Allah, iddialarında
samimi iseler o zaman ölümü temenni etmelerini buyurmuştur. Cârullâh’ın bu bağlamda gelen, “ ولن
ayetindeki ebeden kelimesini, ebediyyen ve katiyyen diye tercüme ettiği (Bakara: 95) ”يتمنوه أبدا
görülür (Bakara: 95; Cârullâh, Tercüme: 19). Bu bağlamda Cumû‘a suresi 7. ayette geçen ebeden
kelimesi, yine ebeden diye Arapça formunda tercümeye aktarılmıştır (Cârullâh, Tercüme: 703).
Tercümede münafıklar ile ilgili bir bağlamda geçen (Haşr: 11 ve Mumtehine: 4) ebeden kelimeleri
de aynı muameleyi görmüştür (Cârullâh, Tercüme: 695; 698).
Yukarıda verilen bilgiler ışığında “ebeden” kelimesinin kesinlik manası taşıdığı
anlaşılmaktadır.
İffetli kadınlara zina iftirasında bulunanlar ile ilgili bir konudan bahseden ayette geçen “ ول
cümlesi, “Ebeden şahitliklerini kabul etmeyiniz.” diye tercüme edilmiştir (Nur: 4) ”تقبلوا لهم شهادة أبدا
(Cârullâh, Tercüme: 432). Bunun dışında Nur suresi 17, 21 ve Ahzab suresi 53. ayette geçen “أبدا”
kelimeleri tercümede, aynı şekilde ebeden diye kaydedilmiştir. Hidayete çağrılan bir topluluk
hakkında nazil olan “وإن تدعهم إلى الهدى فلن يهتدوا إذا أبدا” (Kehf: 57) ayetinin tercümesi, “Onları hidayete
davet etsen de onlar ebeden hidayete gelmezler.” şeklinde yapılmıştır. (Cârullâh, Tercüme: 366, 433,
434, 528). Ancak Ashabu’l-kehf’i konu edinen bir ayette geçen “ولن تفلحوا إذا أبدا” (Kehf: 20) ebeden
kelimesi, hiç manasında tercüme edilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 360). “ سول بل ظننتم أن لن ينقلب الر
ayetinde geçen ebeden kelimesi de (Feth: 12) olduğu gibi, ebeden şeklinde ”والمؤمنون إلى أهليهم أبدا
tercümeye geçirilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 642).
Ancak yine Kehf suresi 35. ayette geçen ebeden kelimesini, hiçbir zaman diye tercüme
etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 363). Kehf suresi 3. ayette iyi işler yapan cennet ehlinden bahsedildiği
esnada geçen ebeden kelimesi, ebediyyen şeklinde, tercüme edilmeden Türk harfleri ile aynen
yazılmıştır (Cârullâh, Tercüme: 358).
Kâfirlere hazırlanan cehennem ve onların oradaki durumları ile ilgili ayette “ خالدين فيها أبدا ل
ibaresi geçer. Cârullah bu ibareyi, “Allah, kâfirlere lanet edip onlara (Ahzab: 65) ”يجدون ولي ا ول نصيرا
cehennemi hazırladı. Orada ebediyyen kalırlar” şeklinde tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 530).
İyi işler yapanlarla ilgili bir bağlamda geçen “خالدين فيها أبدا” şeklindeki Teğâbûn suresi 9.
ayetin ilgili bölümü, muhalled olmak üzere diye tercüme edilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 706). Aynı
özellikteki Talak suresinin 11. ayetin tercümesinde de durum aynıdır (Cârullâh, Tercüme: 709). Allah
ve resulüne karşı başkaldıranların cehennemdeki durumundan bahseden Cin suresi 23. ayetteki aynı
cümleye, ebeden muhalled kalmak üzere diye mana vermiştir (Cârullâh, Tercüme: 729). Beyyine
suresi 8. ayette iman eden ve iyi ameller işleyenlere Rablerinin katında altlarından nehirler akan
Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 477
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
cennetler verileceğinden bahsedilir. Bu ayette geçen ebeden kelimesi, ebedî ve muhalled manasında
tercüme edilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 765).
Yukarıda verilen örneklerden anlaşılacağı üzere gerek tek başına geçen “ebeden” kelimesine
verilen mana olsun, gerekse “hâlidîne fîhâ” terkibinde geçen “ebeden” kelimesine verilen anlam
olsun, müellifin tarafı olduğu görüşü pek net aydınlatmamaktadır. Ancak Cârullâh’ın cehennemin
ebedîliği konusundaki görüşünü, şu ayetin tercümesinde verdiği mana biraz daha açıklığa
kavuşturmaktadır:
“ ا ولهم عذاب مقيم يريدون أن يخرجوا من النار وما هم بخارجين منه ” (Maide: 37).
Tercümesi:
“Onlar cehennemden çıkmak isterler. Hâlbuki ondan çıkıcı değillerdir. Onlara ebeden zail
olmayacak ve nihayet bulmayacak azap vardır” (Cârullâh, Tercüme: 135). Onun bu ayete verdiği
manadan biz Cârullâh’ın cehennemin ebedîliğinden yana olduğunu söyleyebiliriz.
a. e. Hidayet ve Delalet Kavramı
Hidayet ve dalalet meselesi kelam ilminin tartışmalı konularından biridir. Cârullâh,
münafıklardan bahseden bir ayetin devamında geçen “ أتريدون أن تهدوا من أضل للا ” (Nisa: 88) cümlesini,
“Siz Allah’ın dalalette bıraktığını hidayet mi etmek istiyorsunuz.” şeklinde tercüme etmiştir
(Cârullâh, Tercüme: 110). Yani burada sapıklıkta kalan Allah’ın doğrudan saptırması sebebiyle
değil, kendi tercihiyle sapıklıkta kalmaktadır. Ama hidayete götürme fiilinin faili Allah olduğunu
başka ayetlerde açıkça ifade etmiştir. Örneğin,
المشرق والمغرب يهدي من يشاء إلى صراط مستقيم “ (Bakara: 142) ”قل لل
Tercümesi: “Ya Muhammed onlara de ki, doğu da, batı da Allah’ın olup, dilediği kullarını
doğru yola hidayet eder ve götürür.” (Cârullâh, Tercüme: 28). Bu konuya ilişkin örnekleri çoğaltmak
mümkündür (Cârullâh, Tercüme: 41. 439).
Cârullâh, bu konuda üzerinde en çok durulan ayetlerden biri olan “ إنك ل تهدي من أحببت ولكن للا
ayetini, şöyle tercüme etmiştir: “Ya Muhammed! İstediğin (Kasas: 56) ”يهدي من يشاء وهو أعلم بالمهتدين
ve sevdiğin kimseyi hidayete kadir değilsin. Ancak Allah Teâlâ dilediğini hidayet eder ve o hidayete
müstahak olanları daha iyi bilir” (Cârullâh, Tercüme: 487). Bu ayetten anlaşılacağı gibi, Allah’ın
hidayet edeceği kimsenin hidayeti hak etmiş olması gerekir.
Bu bilgilerden hareketle Cârullâh’a göre doğru yoldan sapan kendi tercihiyle sapmıştır. Ama
doğru yolu bulan kimse doğrudan Allah’ın müdahalesi ile müşerref olmuştur. Onun İnsan suresi 2.
ayete verdiği mana konuyu daha açık hale getirecektir. Tercüme şöyledir: “Ona yol (hidayet ve
dalalet) gösterdik ki ya Allah’a şükredici olur yahut nimeti inkâr edici olur (İsterse hidayete, isterse
dalalete gider).” (Cârullâh, Tercüme: 737). Burada kullanılan parantez içi açıklamalar konunun daha
net anlaşılmasını sağlamaktadır.
D. Parantez İçi Açıklamalar ve Tercümenin Bazı Özellikleri
a. Parantez İçi Açıklamalar
Kur’ân tercümelerinde parantez içi açıklamalar yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir.
Bununla beraber günümüzde bu yönteme sıcak bakmayanlar da bir hayli fazladır. Burada dilin yapısı
ve tercümenin özelliği belirleyici unsurdur. Cârullâh yukarıda her ne kadar lafza bağlı kalacağını
vurgulu bir şekilde ifade etmiş olsa da onun daha ziyade mana merkezli bir tercümeyi benimsemiş
olduğu görülecektir.
478 Nur Ahmet KURBAN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
O, kimi yerlerde ayette geçen bir kavramı açıklamak için parantez açmıştır. Örneğin, Bakara
suresi 13. ayetini şöyle tercüme etmiştir: “Onlar iman edenlerle yüz yüze geldiklerinde iman ettik
derler. Şeytanları ile (büyükleri ve âlimleri ile) yalnız kaldıklarında”… Bu ayette “şeytanları”
kelimesini açıklamak için paranteze gerek duyduğu açıktır. Kimi ayetlerde müphem lafızları
açıklamak için aynı yöntemden yararlanmıştır. Örneğin Bakara suresi 41. ayetinde geçen “ لما معكم”
ibaresinde mevsul konumundaki ma edatını şey diye tercüme ettikten sonra parantez içinde Tevrat
diye bir açıklama yapmıştır. Bunların içerisinde çok dikkat çekici açıklamalar da mevcuttur. Örneğin
ilgili ayetin “ لة بر والص ibaresini, “Sabır ve salat ile Cenab-ı Hak’tan istiane ediniz.” diye ”واستعينوا بالص
tercüme ettikten sonra parantez içinde “sabr”’ı “oruç” olarak açıklamıştır (Cârullâh, Tercüme: 10).
Aslında bu mana, ayetin zahirinden çıkarılamayacağı açıktır. Ayrıca bu, rivayet tefsirlerinde de
rastlamadığımız bir yorumdur. Cârullâh, bazen uzak bir gerekçe ile parantez açma gereği duymuştur.
Örneğin, Bakara suresinin 147. ayetini şöyle tercüme etmiştir: “Hak olan, Rabbinden gelendir.
(Onların bunu gizleme ve inkârlarından dolayı) bunda şek edenlerden olma!” (Cârullâh, Tercüme:
29). Cârullâh burada bir zorlamaya gitmiştir. Yani ayetin tercümesini verdikten sonra fazladan bir
açıklama getirme amacıyla parantez kullanmıştır. Bunun örnekleri çoktur. Mesela, “Biz onlara onu
okuyup ders alacakları bir kitap göndermemiş miydik? Ve senden evvel onlara bir peygamber dahi
göndermemiş miydik? (Öyle bir kitap ve yahut bir resul olmadığı hâlde senin hak olmadığını nasıl
bildiler?)” (Sebe’, 34/44; Cârullâh, Tercüme: 538). Bu şekildeki açıklamalar Cârullâh’ın uzak
durmaya çalıştığı te’vilin sonucu olmalıdır. Benzer örneklerden biri de Sebe’ suresi 52. ayetinde
geçer. O, tercümeyi şu şekilde yapmıştır: “O vakit onlara; resule ve kıyamete iman edin derler. Fakat
kabil midir ki, o kadar uzak yerden iman elde ederler. (iman dünyadayken lazım olup, ahirete
gittikten sonra onu elde etme imkânı yoktur)” (Cârullâh, Tercüme: 539)
Gerekli gördüğü yerlerde fıkhî bir yorum için parantez açmıştır. Örneğin, “Namazlara ve
orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın” (Bakara: 238) mealindeki
ayette geçen orta namazı, parantez içinde öğle veya ikindi namazı diye açıklamıştır (Cârullâh,
Tercüme: 47). Görülüyor ki burada, daha önce ifade ettiği gibi, kelimenin muhtemel olduğu manalar
arasında her hangi bir tercih yapmaksızın her iki manayı zikretmiştir. Ayrıca burada söz konusu
kavramın açıklanmasında konu ile ilgili rivayetlerin belirleyici olduğu görülmektedir (Vahidî, Basît:
4/292).
Bazen tercümede kelimenin bir manasını tercih ettikten sonra muhtemel diğer manasını
parantez içinde verme gereği hissetmiştir. Örneğin, “ لنا وهو الذي أنشأكم من نفس واحدة فمستقر ومستودع قد فص
ayetini, “O, Allah’tır ki, sizi bir Âdem’den ihdas ve inşa etti. Sizin için (En’âm: 98) ”اليات لقوم يفقهون
dünyada bir zaman karar ve kabirde bir müddet durmak vardır. (Yahut rahimde bir müddet karar ve
dünyada bir müddet ikamet vardır). Biz anlayan kavim için ayetleri izah ettik.” (Cârullâh, Tercüme:
167). Bu tercümede epeyce tasarruf yapıldığı görülmektedir. En önemli hususlardan biri de Tatar
alimleri arasında tartışma konusu olan ilk yatılan nefsin ne olduğu hususu açıklığa kavuşmuştur.
Nitekim ulemadan bazısına göre ilk nefis Hz. Âdem değildir. Ondan önce yeryüzünde insan
cinsinden varlıklar yaşamıştır (Ahmed Ferîd, Tefsir: 2/89; Şura, R. F, “İntikad II”, yıl, 1916, sayı:
17: 412).
Bir eşi boşayıp, başka bir kadınla evlenme ve verilen mihrin geri alınması konusundaki
hükmü düzenleyen Nisa suresinin 20. ayetini şöyle tercüme eder: “Eğer zevcenizi diğer bir zevce ile
tebdili murâd eder (başkasını almak için nikâhınızdakini boşamak ister) iseniz, ona bir kantar mal
vermiş olsanız bile ondan bir şey almayınız. Onu bühtan ile ve sabit günah yüklemekle alır mısınız?
(İstifham inkârîdır. Alamazsınız demektir)” (Cârullâh, Tercüme: 97). Görüldüğü gibi ayetin
tercümesinde önceki parantezde meselenin fıkhî boyutuna bir açıklık getirmeye çalışırken,
ikincisinde dilin manaya yapılan vurgusunu parantez içinde izah etmiştir.
Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 479
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
Kadın erkek statülerindeki farklılığa dikkat çeken bir ayetin (Nisa: 34) tercümesini şu şekilde
yapmıştır: “Allah Teâlâ’nın erkekleri kadınlar üzerine tafdil eylediği şeylerden (kuvvet, kudret,
zahmet, meşakkate tahammül, tedbir, görüşte isabet, teşkilat-i vücudiyye, gaza ve cihada emredilme)
ve mallarından onlara infaklarından (yiyecek, giyecek, mesken temini, ve mihri vermekle yükümlü
olma gibi) dolayı erkekler kadınlar üzerine kavâm (emir, nehiy, iş görme, koruma, himaye etme ve
idare etme)’dırlar”. Ayetin devamını da “İsyan etmelerinden ve itaatten çıkmalarından koktuğunuz
kadınlara vaz-u nasihatte bulununuz. Yatağınızı ayrınız. (Yüzüne vurmamak, bir yerini incitmemek
suretîle ve el ile hafifçe) vurunuz” (Cârullâh, Tercüme: 100). Kadınların haklarının iyileştirilmesi
konusunda oldukça hassas davranan Cârullâh’ın buradaki yaklaşımı gayet açıktır. En azından
erkeklerin hangi bakımdan kadınlardan üstün olduğu meselesini netleştirmeye çalışmıştır. Ayrıca
hafif de olsa nüşuzundan/serkeşlik yapmasından korkulan eşin dövülebileceği yönündeki görüşünü
açıkça ortaya koymuştur.
Ayette geçen bazı ifadelerin manalarını tahsis etmiştir. Örneğin Nisa suresi 137. ayette iman
edip sonra inkâr eden, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenlerin durumundan bahseden ayetin
tercümesini şu şekilde yapmıştır: “Şunlar ki, iman ettiler (Musa’ya), sonra kâfir oldular (putlara
taparak). Sonra iman ettiler (tövbe ederek). Sonra kâfir oldular (İsa’yı inkâr ile). Sonra küfürlerini
arttırdılar (Muhammed’i inkâr ile). Onları Allah Teâlâ bağışlayıcı değildir ve onları doğru yola
hidayet edecek değildir” (Cârullâh, Tercüme: 119). Tercümede görüldüğü üzere Cârullâh bir ayetle
Hz. Musa’dan Hz. Muhammed’e kadar olan süreçteki inkârcıların uzun bir serüvenini ortaya
koymaya çalışmıştır.
Tercümede bazen ibarelerin Arapçası Türkçede kullanılan şekliyle kullanmış ve ardından
parantez içinde Türkçe manasını zikretmiştir. Örneğin “ يقبض ويبسط ,cümlesini (Bakara: 245) ”وللا
“kabz ve bast eden Allah’tır.” dedikten sonra bir parantez açmış, orada bu ibareyi, “veren ve
vermeyen Allah’tır.” diye bir daha açıklamıştır (Cârullâh, Tercüme: 48).
Araf suresi 190. ayette, Hz. Âdem’e verilen bir çocuk ve ebeveynlerin bunlar karşısındaki
davranışlarının yarattığı bir sorundan bahsedilir. Cârullâh söz konusu ayeti şöyle tercüme etmiştir:
“Bir zamanlar onlara cismi tam ve salih bir evlat verildi. Onu Allah’a şirke vesile kıldılar. (Şeytana
aldanıp ismini Şeytan’ın sözüyle koydular)” (Cârullâh, Tercüme: 211). Yalnız Cârullâh’ın parantez
içinde yaptığı bu açıklama isrâiliyât kaynaklı bir bilgidir. Böyle bir yorumun tefsirlere girmesine
vesile olan rivayetler de güvenilir değildir (Riza, 1990: 9/435).
b. Arap Dilinin Özelliklerine Önem Vermesi
Daha önce Cârullâh, kelimelerin yapısını dikkatle inceleyeceğini, kelimelerin zahirî
delaletlerini sarf ilminin yardımıyla tahlil edeceğini ve cümlelerin manalarını, terkiplerin
ihtimallerini çok önemsediğini ifade etmişti. O, bu konudaki hassasiyetine şu örneği vermiştir. Ona
göre, “ واتبعك الرذلون” gibi cümlelerde mübteda ve haberin tayini hususunda ihtiyatlı davranmak
gerekir. Zira “ اتبعك” cümlesi mübteda olursa, manası başka, haber olursa başka türlü olur. Gramerciler
burada her ikisinin mümkün olduğunu söyleseler de Cârullâh’a göre bu iki ihtimalin manaları
arasındaki farklar büyüktür. Nebîlerine karşı inat etmiş kimseler iki manadan elbette yalnız birini
kastetmişlerdir. Böyle cümlelerde hâlin maksadı ve delaleti ile iki manadan birini tayin etmek gerekir
(s. 89). Cârullâh söz konusu ayeti şöyle tercüme etmiştir: “Onlar: Biz sana iman mı ederiz? Sana
tabi olanlar erzel ve esafildir, dediler” (Cârullâh, Tercüme: 459). Burada görüleceği gibi Cârullâh
yukarıdaki cümleyi mübteda ve haber şekilde almıştır.
Cârullâh, ayetlere hazf ve takdir yöntemiyle yaklaşanlara şiddetle karşı çıkar. Örneğin, İsra:
16, yani “ رية أمرنا مترفيها ففسقوا فيهاوإذا أردنا أن نهلك ق ” ayet-i kerîmesinde olduğu gibi. Burada tefsirciler
demişlerdir. Cârullâh’a göre böyle takdirler ”أمرنا بالطاعة مترفيها“ kelimesini takdir ederek ”بالطاعة“
nazm-ı mûcizi tamamıyla tahriftir. Buna göre أمرنا مترفيها, “Müsriflerine emrederiz.” manasında olur.
480 Nur Ahmet KURBAN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
Buna, “وكذلك جعلنا في كل قرية أكابر مجرميها (Mekke’de olan günahkârlar gibi her şehirde büyük
mücrimler kıldık…)” (En’âm: 123) ayeti hakkında kaynaklarda zikredilen, elif’in uzatmasıyla آمرنا
şeklinde okuyan mütevatir kıraat de delalet eder. Cârullâh bu ayeti şöyle tercüme etmiştir: “Bir
karyeyi helak etmeyi murad eylediğimizde ileri gelenlerine emrederiz. Orada fısk ederler. Üzerlerine
azab vacip olur. O vakit şiddetle tedmir eyleriz.” (Cârullâh, Tercüme: 345). Görüldüğü gibi yukarıda
“müsriflerine emrederiz” diye tercüme ettiği “أمرنا مترفيها” cümlesini, burada “İleri gelenlerine
emrederiz” şeklinde tercüme etmiştir. Anladığımız kadarıyla bu manalar arasında her hangi bir fark
görmemiştir.
Cârullâh’a göre tefsircilerin çoğu ya rivayet tesiriyle yahut tefsir arzusuyla nazm-ı mûcizin
delaletlerini göz ardı ederken, bazen ayet-i kerîmelerin manalarını tahrif etmişlerdir. (s. 90). Örneğin,
“ ف ما يأفكون فإذا هي تلق ” (Araf: 117) ayeti, “تلقف ما صنعوا” şeklinde formüle edilmiştir. O zaman ayetin
tercümesi, “Âsâ ipleri ve değnekleri yuttu” demek olur. Böyle tefsir, Kur’ân-ı Kerîm’i tahrif olur.
Ayrıca bu mana “Böylece gerçek ortaya çıktı ve sihirbazların yaptıkları şeyler de yok olup gitti. O
vakit yenilerek kahrolmuş halde geri döndüler. Sihirbazlar ise secdeye kapanıp yüzüstü yıkıldılar”
(Araf: 118-120) ayetlerinin açık delaletlerine muhaliftir. Nitekim “ تلقف ما يأفكون” ayeti için söylenen
şeyde, yani “تلقف ما صنعوا” cümlesinde “Âsâ, ipleri ve değnekleri yuttu.” manasına delalet edecek bir
harf bile yoktur. Sihirbazların sihir kuvvetiyle iplere ve değneklere yılan suretleri verilmiş gibi olsa
da, hayal gözüne gözükür vaziyetteki o suretler, Âsâ bereketiyle batıl kılınmıştır. Bu sebeple Âsâ, o
suretleri yutmuş gibi olsa da “Âsâ iplerin ve değneklerin kendilerini yuttu.” demek nazm-ı mûcizi
tahrif olur. O şöyle devam eder: “Böyle misaller tefsirlerde çoktur. Tercümemde öyle misallerden
birini düzeltebilirsem, birkaç senedir çektiğim zorlukların karşılığı hâsıl oldu demektir. Bunlardan
yüz ya da daha fazlasını düzeltme şerefine nail olursam tercümeyi neşretmek bana farz oldu
demektir.” Yaptığı tercümede ayete “O Âsâ ejderha olup sihirbazların uydurdukları şeyleri yuttu.”
(Cârullâh, Halk Nazarına: 90-91; Cârullâh, Tercüme: 197, 456) şeklinde mana vermiştir. Buraya
bakıldığında Cârullâh’ın yukarıdaki iddialı sözlerinin çok fazla bir anlam ifade etmediği
görülmektedir.
Mûsâ Cârullâh, ıslah sözünü, yalnız ince hem gizli hatalar için söylediğini ifade eder. En’âm
suresinde geçen “ وللبسنا عليهم ما يلبسون” (E’âm: 9) ayetin nazm-ı mûcizini, “Ve onu, onların giydikleri
ile setr-i avret ederdi.” sözüyle tefsir etmiş Mevakib gibi kimseleri dil bilmez cahiller olarak eleştirir.
Onların kalemiyle yazılmış tefsirlerde bulunan, hesabı yok fahiş hatalar hakkında ıslah sözünün hafif
kalacağını söyler. Fıkıh, tabiat, siyaset, iktisat ve hukuk gibi ilimler sahasında büyük eserler vermiş
Mahmud Esed Efendi hazretleri de Cârullâh’ın tenkit ettiği kişilerden biridir. O, ilgili ayetin Medhal-
i Tarih-i İslam adlı kitabında (12. Fasıl, 54. Madde, 118. Sayfada) “Kendi elbiseleri ile ilbas ederdik”
diye tercüme etmiştir. Bundan ötürü Cârullâh, onu çok teessüfle karşılamıştır. (Cârullâh, Halk
Nazarına: 91). Cârullâh, bu ayeti, “… ve insanların giydikleri elbiseyi ona giydirirdik.” diye tercüme
etmiştir. (Cârullâh, Tercüme: 152).
c. Mana Merkezli Tercüme
Daha önce ifade ettiğimiz gibi Cârullâh’ın bu tercümede lafız merkezli tercüme yönteminin
yanı sıra mana merkezli tercüme yöntemini de yoğun bir şekilde kullandığı görülür. Çok sayıda
kelime ve kavram Arapça formuyla olduğu gibi nakledilmiştir. Bir önceki başlıkta ifade edildiği
üzere, manayı bazen açık, bazen parantez içinde vermeye çalışmışsa da bazen hiçbir izaha gerek
duymamıştır. Bunun örneklerini tercümenin hemen hemen her sayfasında görmek mümkündür.
Ancak oransal olarak tercüme esasen mana merkezli bir tercümedir. Bu bağlamda bazen kelimenin
yapısından kaynaklanan lazım manaların tamamını birden zikretmek suretiyle okuyucuya daha geniş
bir mana çerçevesi sunmuştur. Örneğin Bakara suresinin 35. ayetinde geçen “وكل منها رغدا حيث شئتما”
cümlesindeki “heysu ( حيث)” kelimesinin muhtemel manalarını dikkate alan Cârullâh, “istediğiniz
yerden ve dilediğiniz şeyden…” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 8). Bakara suresi 164.
Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 481
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
ayetin sonundaki “ ليات لقوم يعقلون” şeklindeki cümleyi, “Düşünen, tefekkür edip anlayan kavim için
ayetler, alametler ve ibretler vardır” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 31). Ayette geçen آيات
kelimesi ile يعقلون kelimesini kelimenin gelebileceği birçok temel anlamı dikkate alarak tercüme
etmiştir. Kur’ân’da altı yerde geçen “ عزيز حكيم إ ن للا ” cümlesini “Allah Celle ve Ala her şeye kadir,
azîz ve muktezayı hikmeti ihmal etmez hakîmdir.” diye tercüme etmiştir. (Cârullâh, Tercüme: 42).
İsrâiloğullarının kesmekle emredildiği boğanın durumundan bahseden ayette geçen “ ر تس
cümlesini, “Görenleri memnun ve mesrur edecek derecede tatlı ve parlak” diye (Bakara: 69) ”الناظرين
tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 14). Burada sürûr kelimesinin manası oldukça tafsilatlı olarak
tercümeye yansıtılmıştır. Bir başka örnek için Bakara suresinin 160. ayetini verebiliriz. O bu ayeti
şöyle tercüme etmiştir: “Ancak bu gizleme günahından tevbe edenler, bozup ifsad ettiklerini ıslah
edenler ve bildikleri şeyi beyan ve izhar edenlerin ben günahlarını af ile tövbelerini kabul ederim)”
(Cârullâh, Tercüme: 31). Buradan anlaşılacağı üzere ayet, tamamen önceki ayetin mesajı dikkate
alınarak tercüme edilmiştir.
Benzer bir durum Bakara suresi 163. ayetin tercümesinde de söz konusudur. Örneğin, “ وإلهكم
حيم إله واحد ل إله إل هو حمن الر الر ” ayetini, “Ve ilahınız vahittir, birdir. Ondan gayrı ilah yoktur. Dünyada
kaffe-i mahlukata in‘âm ve ihsân edici ve ahirette ifâza-i rahmet edicidir.” (Cârullâh, Tercüme: 31).
Görüldüğü gibi bu da lafzî bir tercüme değil, açıkça mana dikkate alınarak yapılmış bir tercümedir.
Parantez içinde bazen kendisinin ahkâm konusundaki tercihlerini yansıttığı görülür. Örneğin,
ayetini, “Bu (bir tek zevce ve ya cariye), sizin adaletten sapmamanıza (Nisa: 3) ”ذلك أدنى أل تعولوا“
daha yakındır.” (Cârullâh, Tercüme: 93). Aynı yaklaşımı başka örneklerde de görmek mümkündür.
Nitekim Nisâ suresinde geçen teyemmüm ile alakalı ayette geçen “ أو لمستم النساء” (Nisa: 102)
ibaresini, “Kadına temas ettiyseniz.” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 102). Maide
suresinde geçtiği yerde de aynı mayanı kullanmıştır (Cârullâh, Tercüme: 129). Fakat ibarenin
devamında bir parantez açarak “(gusül abdesti için) su bulamazsınız…” (Cârullâh, Tercüme: 129).
Kur’ân-ı Kerîm’in farklı iki suresinde geçen “ ل إله إل هو الحي القيوم ;ayetini (Bakara: 255 ”للا
Ali İmran: 2) Cârullâh, ilk geçtiği yerde “O Allah ki, ondan gayrı Allah yoktur. Bizatihi ve her şeyden
evvel hay, bizâtihi kâim ve mevcuttur.” (Cârullâh, Tercüme: 51) şeklinde tercüme eder. İkinci defa
geçtiği yer de ise “Allah Teâlâ, ondan gayrı Allah olmayan mabud haktır. Bizâtihi ve her şeyden
evvel haydır. Bizâtihi kaim olan kayyumdur.” şeklinde bir tercümeyi yeğler (Cârullâh, Tercüme: 59).
Bazen cümleyi bir mef’ul takdiri ile tercüme ettiği görülür. Örneğin, “ وإذ قال إبراهيم لبيه آزر
ayetini, “Hz. İbrahim’in evlatları olduklarını (En’âm: 74) ”أتتخذ أصناما آلهة إني أراك وقومك في ضلل مبين
iddia eden Mekkelilere hatırlat ki, bir zamanlar İbrahim babası Azer’e: Sen putları mı ilah
ediniyorsun? Gerçekten ben seni ve kavmini açık dalalet içinde görüyorum.” şeklinde tercüme eder
(Cârullâh, Tercüme: 163).
Bazen tercümede oldukça serbest bir ifade tarzı söz konusudur. Örneğin, “ ويسألونك ماذا ينفقون
ayetinin tercümesi, “Senden ne gibi şeyleri infak edeceklerini sual ederler. Adalet dairesinde ”قل العفو
infaktır, cevabını ver.” (Cârullâh, Tercüme: 42). Görüldüğü gibi adalet dairesi Cârullâh’ın kendi
tasarrufunun sonucu olmalıdır/-*0976< .
d. Hurûf-ı Mukattaaları Tercüme/Tefsir Edişi
Kur’ân'da yirmi dokuz surenin başında yer alan ve isimleriyle telaffuz edilen hurûf-ı
mukattaalar tefsir ilminin belli başlı meselelerinden biridir. İslam âlimlerinin hurûf-ı mukattaanın
yorumu konusunda ortaya koydukları görüşler genel olarak iki grupta ele alınabilir. Onlardan bir
gruba göre söz konusu harflerin yorumunu sadece Allah bilir. Diğer bir gruba göre hurûf-ı
mukattaaların manasını dinî ilimlerde derin bilgi sahibi kimseler de bilebilirler. Cârullâh da ikinci
gruptaki ulemadandır.
482 Nur Ahmet KURBAN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
O, Bakara suresinin ilk ayeti olan huruf-ı mukattaayı kendinden sonraki üç ayet ile birlikte
tercüme etmek suretiyle, mana bütünlüğü içerisinde tüketmeye çalışmıştır. Ali İmran suresinde de
aynı durum söz konusudur (Cârullâh, Tercüme: 59). Ankebut suresinde geçen “الم”e, “Allah latîf ve
mecîddir.” diye açık bir şekilde mana verilmiştir. (Cârullâh, Tercüme: 493). Rum suresinin başındaki
i, kendisinden sonraki beş ayet ile birleştirmiştir (Cârullâh, Tercüme: 502). Burada ayetlere”الم“
verilen manalar içerisinde “الم”e hiç mana verilmemiştir. Lokman suresinde geçen “الم”’in manası da
aynı şekilde kendinden sonraki beş ayetin tercümesi içerisinde ifade edilmiştir. Cârullâh, Tercüme:
510). Burada “الم”in ne anlama geldiğine dair her hangi bir işâret yoktur. Secde Bakara suresinde ise,
e verilen mananın Kur’ân”الم“ ile kendisinden sonra gelen ayetin tercümesi birleştirilmiş, orada ”الم“
olduğu anlaşılmaktadır. Kısacası Cârullâh’ın Kur’ân’da geçen “ مال ” için birincisine “Allah latîf ve
mecîddir”, ikincisine “Kur’ân” olmak üzere iki farklı mana verdiği görülmektedir.
Yunus suresinin başında geçen “الر”yı, “Ben her şeyi gören Allah’ım… ” diye tercüme
etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 249.). Hud suresinin ilk ayetinde geçen “الر”yı, “Ben o Allah ki,
görürüm.” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 266). Burada bir önceki ayetin tercümesine
göre ufak bir değişikik söz konusudur. Yusuf suresinin ilk ayetinde geçen “الر”yi, “Ben her şeyi gören
Allah’ım” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 284). İbrahim suresinin birinci ayetinde geçen
,harfini, “Ben o Allah ki, her şeyi görürüm.” diye tercüme ederken (Cârullâh, Tercüme: 310) ”الر“
Hicr suresinin başında geçen “الر”yı da aynı manada tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 318).
Buradan görüleceği gibi, “الر” harfine verilen manalar temel olarak Allah’ın görme sıfatı üzerinde
birleşmektedir. Ona yakın bir şekilde Rad suresinin başında geçen “المر”yı, “Ben bilen ve gören
Allah’ım.” diye tercüme etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 302).
Şuara, Kasas ve Neml surelerinin başındaki “طسم”, Tuba, Sidre (Cârullâh, Tercüme: 452),
Sidretülmünteha (Cârullâh, Tercüme: 467, 479) ve Muhammed ile yemin manasında tercüme
edilmiştir.
Sad suresinin başındaki “ص” harfini, kendisinden sonraki ayet ile birlikte tercüme etmiştir.
Orada bu harfe, “Samedaniyetim, mevâiz ve nesâihim ile dolu …” manası verilmiştir (Cârullâh,
Tercüme: 565).
Ğafir/Mümin suresinin ilk ayetinde geçen “حم” harfini kendinden sonraki ayet ile birlikte
tercüme etmiştir. Tercüme şöyledir: “Hükmüm ve mülküm hakkı için …”. Fussilet suresinde de aynı
durum söz konusudur. Şura suresinin başındaki “حم”i kendisinden sonraki “عسق”a ilave ederek ve ilk
dört ayeti birleştirerek tercüme etmiştir. Verilen mana, “Hükmüm, mülküm, ilmim, sam‘im ve
kudretim hakkı için…” (Cârullâh, Tercüme: 584, 603). Burada, “ح” harfine “Hükmüm” ve “م” harfine
“mülküm” diye bir mana takdir ettiği açıktır.
Araf suresinin ilk ayeti olan “المص”’ı, “Allah latîf, mecîd ve sadıktır.” diye tercüme etmiştir
(Cârullâh, Tercüme: 180).
Kâf suresinde geçen “ق” harfini, “Kudretim …” (Cârullâh, Tercüme: 651) diye tercüme
etmiştir.
Meryem suresinin başında geçen “كهيعص”ı, “Allah kullarına kâfidir. Onları doğru yola
eriştirir. Eli, bütün ellerden üstündür. Her şey bilir. Sözünde ve vaadinde sadıktır.” diye tercüme
etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 372).
Cârullâh’a göre “يس” kelimesinin manası peygamberlerin isimlerinden biri olup, Muhammed
demektir (Cârullâh, Tercüme: 547).
Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 483
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
Yukarıdaki ifadelerden anlaşıldığı üzere Cârullâh, mukataa harflerinin her birine bir mana
yüklemiştir. İbn Abbas başta olmak üzere tefsir tarihinin her döneminde bunun örneklerine rastlamak
mümkündür (Hattab: 73-84).
e. Dipnot Kullanımı
Cârullâh tercümede yirmi küsur yerde çeşitli vesilelerle dipnot kullanmıştır. Örneğin o,
Kur’ân-ı Kerîm’de otuz bir yerde karşımıza çıkan “ ألم تر” ibaresini “şunları görmedin mi ki,…” diye
tercüme ettikten sonra bir açıklama yapma gereği duymuştur. Ona göre buradaki görmedin mi?
şeklindeki soru cümlesi, “Filanı görmedin mi, ne yaptı?” denilerek muhatab görmediği hâlde bir şeye
onun nazar-ı dikkatini çekmek için getirilen kelama giriş cümlesi türünden bir ifadedir. (Cârullâh,
Tercüme: 48)
Cârullâh, “Eğer dört şahit buna şahitlik ederlerse, zina eden o kadını vefat edinceye ya da
Allah Teâlâ ona bir çıkış yolu açıncaya kadar evlerde tutunuz.” (Nisa: 15) mealindeki ayetin sonunda
bir dipnot düşer ve orada “Bu hüküm hadd-i şerî ile mensuhtur” der (Cârullâh, Tercüme: 95).
Kur’ân’da mensuh ayetin olmadığını çok vurgulu bir şekilde ifade eden Cârullâh’ın burada verdiği
malumat dikkat çekicidir.
Maide suresinin ilk ayetinde geçen “ أحلت لكم بهيمة النعام” cümlesindeki en‘âm kelimesi için bir
dipnot vermiş ve orada en‘âm’ın deve, öküz ve koyun gibi dört ayaklı evcil hayvanlar olduğunu ifade
etmiştir (Cârullâh, Tercüme: 127).
A’raf suresi 175. ayette şeytana uyarak yoldan çıkan kimseden bahsedilir. Cârullâh bunun
kim olduğunu bir dipnot düşerek açıklamıştır. Dipnotta ifade edildiğine göre bu kişi, Belâm b.
Bahûra’dır. O, İsrailoğullarının âlimlerinden iken şeytana uyarak kâfir olmuştur (Cârullâh, Tercüme:
208).
“Şunu zikret ki, Musa şakirdi Yuşa’ya: İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar seneler
geçse bile durmayacağım dedi. (Kehf: 60)” mealindeki ayetinin tercümesini verdikten sonra bir
dipnot vermiş, dipnotta iki denizin birleştiği yerin, Nil nehri ile Akdeniz’in birleştiği yer olması
muhtemeldir, diye açıklamıştır (Cârullâh, Tercüme: 366).
Yine Kehf suresi 86. ayetin mealini verdikten sonra bir dipnot vermiştir. Orada ise
Zülkarneyn’in kim olduğunu belirtmiştir. Ona göre Zülkarneyn’in güneşin battığı yere varması ile
ilgili yorum, coğrafya ilmine zıt değildir. Çünkü bu, vicdanı (?) İskender’dir. Bu, uzak batıda bir
bataklığa kadar gitmiş ve (ve orada) bir kimsenin deniz kenarında durup da güneşi denize batar gibi
gören kimsenin durumuna benzer. Burada Zülkarneyn benzer bir şekilde güneşi çamura batıyormuş
gibi görmüştür. Bu yerin Nil’in başladığı yerlerde mevcut büyük bataklıklardan biri olması
muhtemeldir (Cârullâh, Tercüme: 87).
Tâha suresinin başında henüz surenin tercümesine geçmeden Taha kelimesine bir dipnot
düşmüştür. Orada bu kelimenin, Hz. Muhammed efendimizin esma-i şeriflerinden biri olduğunu ve
“Ya Muhammed!” manasına geldiğini bildirmiştir (Cârullâh, Tercüme: 382).
Neml suresinin “ إنه خبير بما تفعلون” (Neml: 88) ayetini “Allah Teâlâ fiillerinizden haberdardır.”
şeklinde tercüme ettikten sonra, tercümenin sonuna bir dipnot düşmüştür. Orada verdiği bilgi
şöyledir: “Muhyiddîn b. Arabî Kaddesellâhu Sirrahu tefsirinde bu ayet-i Kerîmenin yeryüzünün küre
şeklinde olduğuna ve kendi üzerinde hareket-i devriyesine delalet ettiğini beyan eder” (Cârullâh,
Tercüme: 477).
Sebe’ suresinin 15. ayetinde geçen sebe’ kelimesini bir dipnotla açıklamaya çalışmıştır.
Orada verdiği bilgiye göre Sebe’, Yemen’de Kahtanîlerden bir kavim idi. Küfürleri sebebiyle sel ile
helak olmuşlardır (Cârullâh, Tercüme: 533).
484 Nur Ahmet KURBAN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
Yasin suresinin 13. ayetinde geçen karye’nin Antakya olduğu, elçi olarak gönderilen
kimselerin ise, Hz. İsa tarafından gönderilmiş havarilerden Yuhanna ile Pavlus olduğu ifade
edilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 548). Aynı surenin 20. ayetinde geçen şehrin uzak bir yerinden gelen
adamın kim olduğunu yine ilgili ayetin tercümesinde verdiği dipnotta açıklamıştır. Orada ifade
edildiğine göre bu kişi, Hz. İsa’ya inanmış, Habîbu’n-Neccar adında biridir (Cârullâh, Tercüme:
549).
Yâsîn suresinin 41 ve 42. ayetlerini birleştirerek tercüme etmiş ve sonuna bir dipnot
düşmüştür. Dipnotta verdiği bilgilere göre bu ayette ifade edilen binilecek şeylerin otobüs, tramvay,
otomobil, uçak ve benzeri binilecek şeyler olduğunu söyler (Cârullâh, Tercüme: 551). Bu ifadeler
aslında Kur’ân’ın bir nevi bilimsel yorumu bağlamında değerlendirilebilecek yorumlardandır. Saffat
suresinin 5. ayetinde geçen meşârık (doğular) kelimesi için bir dipnot vermiştir. Orada verdiği bilgiye
göre gök cisimlerinin her gün doğdukları yerler sürekli değiştiği için doğu kelimesinin çoğul şeklinde
geldiğini vurgulamıştır (Cârullâh, Tercüme: 555).
Duhan suresi 37. ayette geçen Tubba’ kavmini ( قوم تبع), dipnotta “"Yemen’de gayet kuvvetli
ve güçlü bir kavimdir.” diye açıklamıştır (Cârullâh, Tercüme: 622).
Ahkâf suresinin 21. ayetinin tercümesini verdikten sonra, ayette geçen Ahkaf kelimesini
dipnotta açıklamıştır. Orada verdiği bilgiye göre Ahkaf, “Yemen’de Ad kavminin yerleşik oldukları
kumsal bir yerdir” (Cârullâh, Tercüme: 632).
Hucurât suresinde geçen “ موا بين ورسوله ل تقد يدي للا ” (Hucurat: 1) ayetini tercüme ettikten sonra
bir dipnotta, Allah ve resulünün önüne geçmenin ne demek olduğunu açıklamıştır. Ona göre bunun
anlamı, Resulün önünden geçerek yürümek, sözünü kesmek, ondan önce söze başlamak’tır (Cârullâh,
Tercüme: 647).
Cârullâh, “عرى ayetini, “Şi‘ra yemanî yıldızının rabbi O’dur.” diye tercüme ”وأنه هو رب الش
etmiş ve bir dipnotla bu yıldızın ne olduğunu açıklamıştır. Verdiği bilgiye göre bu yıldız, Cahiliye
zamanında Araplardan bir topluluğun taptığı yıldızdır (Cârullâh, Tercüme: 667).
Mücadele suresinde geçen Zihar ayetini tercüme ettikten sonra bir dipnot vermiştir. Dipnotta
ziharın eşin vücudundan her hangi bir yerini annesininkine benzeterek “Sen bana annem gibi haram
ol! Demektir.” anlamına geldiğini söylemiştir. (Cârullâh, Tercüme: 688).
Haşr suresinin 2. ayeti için iki tane dipnot verilmiştir. Birincisinde ayette geçen ehli kitabın
kim olduğu hususu açıklanmıştır. Dipnottaki ifadeye göre bunlar Hz. Peygamberin Medine’ye hicreti
esnasında kendisiyle muâhede yapıp sonra ahdi bozmaları sebebiyle yurtlarından çıkarılan
Yahudîlerin Benî Nazır kabilesidir (Cârullâh, Tercüme: 692). Diğer bir dipnotta bu ayette geçen
“Haşr”in ne olduğunu açıklanmıştır. Dipnotta şöyle der: “Muhasara edilip terk-i diyar etmeleri
emrolundukları zaman nereye gidelim? demişler, Allah’ın elçisi onlara: “Mahşere gidiniz” diye
emretmiştir. Onlar için bu çıkış, birinci Haşr olmuştur (Cârullâh, Tercüme: 693).
Haşr suresinin 5. ayetinde hakkında bilgi verilen kesilmiş ya da dalları üzerinde bırakılmış
hurma ağaçları hakkında Cârullâh yine dipnotta bilgi verme gereği duymuştur. Ona göre Benî Nazır
hurmalarının kesilmesini Hz. Peygamber emretmiştir. O vakit buna bazıları itiraz etmiştir. Bu ayette
hurma ağaçlarının kesilip kesilmemesi konusunda Hz. Peygamber’e, Allah tarafından ruhsat verildiği
açıklanmıştır (Cârullâh, Tercüme: 693).
Haşr suresinin 7. ayetinde geçen ehli kura’nin (من أهل القرى) kim olduğu dipnotta
açıklanmıştır. Verilen bilgiye göre onlar, Medine civarındaki Benî Kurayza, Benî Nazir, Fedek,
Hayber ve Urayna gibi kabile ve kasabalardır (Cârullâh, Tercüme: 694).
E. Tercümede Tespit Edilen Bazı Hatalar Tercümede rastladığımız hatalardan bazıları şu ki, ayetleri bazen birleştirmiş, bazen de bir
ayeti ikiye bölerek tercüme etmiştir. Örneğin daha önce yaptığı bir tasarrufla Bakara suresinde bir
Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir Değerlendirme 485
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
ayet artışı olmuş, bu açığı, 175. ayet ile 176. ayeti birleştirilerek tercüme etmek suretiyle kapatmıştır
(Cârullâh, Tercüme: 33-34). Âli İmran suresinin 5. ve 6. ayetlerini bir ayetmiş gibi tercüme etmiştir.
Dolayısıyla rakamlarda bir kayma söz konusudur (Cârullâh, Tercüme: 59). Bu problem ancak surenin
92. ayetini ikiye bölerek rakamlandırmak suretiyle sona erdirilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 73-74). Âli
İmran suresinin 45. ayeti yanlışlık eseri olarak (35.) şeklinde yazılmıştır (Cârullâh, Tercüme: 66).
Burada bir rakam karışması söz konusudur.
Yukarıda zikredildiği gibi ayetleri numaralandırmada yaptığı tasarruflarla suredeki ayetlerde
artış meydana getirmiştir. Örneğin Nisâ suresinin 3. ve 4. ayetlerini birleştirmek suretiyle bir ayet
olarak almıştır. Dolayısıyla ayet numaralarında bir kayma meydana gelmiş ve Nisâ suresi 176 ayet
değil, 175 ayet olarak tercümede yer almıştır (Cârullâh, Tercüme: 93). Nitekim sure başında surelerin
ayet sayıları hakkında verdiği bilgide de Nisâ suresi 175 ayet olarak ifade edilmiştir (Cârullâh,
Tercüme: 92). Maide suresi birinci ayetin “ ياأيها الذين آمنوا أوفوا بالعقود”e kadar olan kısmını bir ayet
olarak almış, devamını ise ikinci ayet olarak numaralandırmıştır (Cârullâh, Tercüme: 126). Maide
suresinin 15. ayetini (16 ve 17) numaraları ile tercüme etmiştir. Mushaf’taki 16. ayet, tercümede 18.
ayet olarak numaralandırılmıştır (Cârullâh, Tercüme: 131). Buna benzer kaymalar/kaydırmalardan
dolayı tercümede Maide suresi 123 ayet olarak belirlenmiştir (Cârullâh, Tercüme: 150). Gerçekten
de Cârullâh’ın sure başında sureyi 123 ayet olarak ifade ettiği tespit edilmiştir (Cârullâh, Tercüme:
126).
Baskı hatası olarak düşündüğümüz bir hata ise Âli İmran suresinin tercümesi esnasında
görülmektedir. Şöyle ki, 71. sayfa ile 79. sayfa arasında, sayfanın üstünde “Nisâ suresi” diye
yazılmıştır (Söz konusu sayfalar).
Kehf suresinin birinci ayeti ile ikinci ayetini birleştirmek suretiyle tercüme edeceğini ifade
ederek bunların başlarına 1-2 şeklinde rakam vermiştir. Ancak elimizdeki Mushaf’taki üçüncü ayeti
de bu arada tüketmiş, dolayısıyla surenin ayet sayısında bir değişiklik ortaya çıkmıştır (Cârullâh,
Tercüme: 357). İncelediğimizde surenin 21. ayetini ikiye bölmüş, “ فل تمار فيهم إل مراء ظاهرا ول تستفت
kısmını 22. ayet olarak rakamlandırmıştır (Cârullâh, Tercüme: 361). Kehf suresinde ”فيهم منهم أحدا
bunların dışında da birçok yerde ayetleri birleştirmiş ve bölmüştür. Bu sebeple Mushaf’ta Kehf suresi
110 ayet iken, tercümede 111 ayete çıkmıştır (Cârullâh, Tercüme: 372). Oysaki Cârullâh surenin
başında surenin ayet sayısının 110 ayet olduğunu bildirmiştir.
Taha suresinde de birçok ayeti birleştirmek suretiyle tercüme etmiştir. Bu sebeple ayetlerin
rakamlarında kaymalar meydana gelmiş, nihayetinde sure, Mushaf’ta 135 ayet iken, tercümede 133
ayet olarak kaydedilmiştir. (Cârullâh, Tercüme: 395). Yukarıdakine benzer şekilde Cârullâh, surenin
başında sureyi 133 ayet olarak kaydetmiştir (Cârullâh, Tercüme: 382).
Tercümede bazen mana verilmemiş cümlelere de rastlanmaktadır. Diğer yandan cümlenin
başındaki sebep bildiren edatın manası cümleye yansıtılmamıştır. Örneğin, “ ليشهدوا منافع لهم ويذكروا اسم
في أيام معلومات على ما رزقهم من بهيمة النعام فكلوا منها وأطعموا البائس ا لفقير للا ” (Hac: 28) ayeti, “Orada kendileri
için mevcut faydaları müşahade ederler (Kurban keserler). O kurbanlardan yiyiniz ve muhtaç
fakirlere veriniz” diye tercüme edilmiştir (Cârullâh, Tercüme: 412). Burada ayetin “ في ويذكروا اسم للا
لى ما رزقهم من بهيمة النعام أيام معلومات ع ” kısmı tercüme edilmemiştir. Ayrıca ayetin başındaki sebep
bildiren edatın manası da tercümeye yansıtılmamıştır.
Sonuç
Türkistan coğrafyasında 1900’lü yılların başlarında hız kazanan küçük çaplı Kur’ân tercüme
ve tefsirlerinden söz etmek mümkündür. Bir meal çalışması olarak Cârullâh’ın kaleme aldığı bu eseri,
ilklerden kabul etmek mümkündür. Belki de eserin özgünlüğünü burada aramak gerekir. Diğerleri
486 Nur Ahmet KURBAN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/17 Fall 2016
daha çok tefsir niteliğindedir. Ayrıca iddialı bir âlim olan Cârullâh’ın bu çalışması, genel olarak
başarılı bir çalışma sayılabilir.
Görebildiğimiz kadarıyla eserin dili, Osmanlı Türkçesine daha yakındır. İfade tarzındaki
akıcılığı ve açıklığı ile takdire şayandır. Bilindiği üzere Cârullâh birçok görüşünden dolayı gelenekçi
ulema tarafından tenkit edilmiştir. Biz yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Cârullâh’ın bu tercümesinde
ayetleri tartışmalı görüşlere malzeme yapıp yapmadığını tespit etmeye çalıştık. Fakat söz konusu
meselelerle ilgili yorumlara rastlayamadık.
Tercümede izlediği lafzî tercüme yöntemi, doğal olarak ayetlerin fazla yorum gerektirmeyen
ve manalarının açıkça anlaşıldığı yerlerde kullanılmıştır. Mana merkezli tercüme yöntemi ise, daha
çok kelimenin içerdiği muhtemel manaları detaylandırılmak suretiyle gerçekleştirilmiştir. Türkçede
kullanılan ve bu sebeple olsa gerek tercüme edilemeyen dinî kavramların olası ihtilafların
önlenmesinde önemli rol oynadığını görüyoruz. Ayrıca anlam merkezli tercümenin daha çok gramer
tahlillerinden kaynaklandığını düşünmekteyiz.
Çalışmada işâret ettiğimiz bazı eksikliklerin istinsah veya baskı hatası olabileceğini
düşünüyoruz. Ayet numaralarındaki ilave ya da çıkarmaların hangi sebeple yapıldığını bilemiyoruz.
Nitekim bazı surelerin ayetlerinde artış olmuştur. Besmele’nin yorumunu yaparken, her ne kadar
onun müstakil âyet bir olduğunu söylese de, bunu tercümeye yansıtmadığı görülmüştür. Burada bir
tutarsızlık söz konusudur.
KAYNAKÇA
Aydar, Hidayet, Kur'an-ı Kerim'in Tercümesi Meselesi, Kur'an Okulu Yay., İstanbul 1996.
Carûllah, Musa Efendi Bigiyef, Bismillah, Kahire 1932.
-----: Halk Nazarına Birniçe Mesele, Elektro-tipografiye, Umid, 1912.
-----: Büyük Mezularda Ufak Fikirler, St. Petersburg 1914.
-----: Kitabu’s-Sünne, Ankara 1998.
-----: Kur’an Tercüme-i Şerife, Kazan 1912.
-----: Kur’an-ı Kerim Huzurunda Rusya Müslümanları, 1-2.
Çabuk, Arzu Çiftoğlu “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Tercümelerinde Besmele”, Turkish Studies
Volume 9/12 Fall 2014, s. 127-128.
el-Vahidî, Ebu’l-Hasan Alî b. Ahmed b. Muhammed b. Ali, et-Tefsiru’l-Vesît, Camiatu’l-İmam
Muhammed b. Suud el-İslamî, Birinci Baskı, (25), Arabistan 1430.
Ferîd, Ahmed, Tefsiru Sirati’l-Mustakîm, Hindistan 1355/1956,
Görmez, Mehmet, Musa Carûllah Bigiyef, Diyanet Vakfı Yay. Anakara 1994.
İyas Muhammed Harb Ali Hattab, el-Kavlu’l-Mu’teber fi Beyani’l-İ’caz li’l-Hurufi’l-Mukattaatı Min
Fevâtihi’s-Süver, Sudan 2011.
Kanlı Dere, Ahmet, Kadîmle Cedid Arasında Mûsâ Cârullâh, Dergah Yay., İstanbul 2005, s. 71.
Maraş, İbrahim, Türk Dünyasında Yenileşme, Ötüken Yay. İstanbul 2002.
Citation Information/Kaynakça Bilgisi
Kurban, N.A. (2016). “Mûsâ Cârullâh’ın (1875-1948) Yaptığı Kur’ân Tercümesi Üzerine Bir
Değerlendirme / An Evaluation on the Interpretation of the Quran by Musa Carullah (1875
– 1948)”, TURKISH STUDIES -International Periodical for the Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic-, ISSN: 1308-2140, (Prof. Dr. Mehmet Akkuş Armağanı)
Volume 11/17 Fall 2016, ANKARA/TURKEY, www.turkishstudies.net, DOI Number:
http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9833, p. 467-486.