volume: 5 issue : 2 year : 2017 - apjes · ii volume 5 / issue 2 journal of engineering and science...

57
i Volume: 5 Issue : 2 Year : 2017

Upload: others

Post on 04-Sep-2019

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

i

Volume: 5

Issue : 2

Year : 2017

ii

Volume 5 / Issue 2

Journal of Engineering and Science

Editor in Chief (Owned By Academic Platform)

Prof.Dr.Mehmet SARIBIYIK, Sakarya University, Turkey

[email protected]

Editors

Prof.Dr. Barış Tamer TONGUÇ, Sakarya University, Turkey

[email protected]

Assoc. Prof. Dr. Fatih ÇALIŞKAN, Sakarya University, Turkey

[email protected]

Asst. Prof. Dr. Hakan ASLAN, Sakarya University, Turkey

[email protected]

Support

Lec. Gökhan ATALI, Sakarya University, Turkey

[email protected]

Members of Advisory Board

Prof. Dr. Abdullah Çavuşoğlu, Council of Higher Education, Turkey

Prof. Dr. Mehmet Emin AYDIN, University of West of England, England

Prof. Dr. Erol ARCAKLIOĞLU, The Scientific and Technological Research Council of Turkey

Prof. Dr. Fahrettin ÖZTÜRK, The Petroleum Institute, The United Arab Emirates

Prof. Dr. Ahmet TÜRK, Celal Bayar University, Turkey

ISSN: 2147-4575

Contact

Academic Platform

[email protected]

http://apjes.com/

iii

Journal of Engineering and Science

Contents The Removal of Cd From Aqueous Solution Using Sorbents Almont Shell Immobilized On Amberlite XAD-4

1-14

Use of Intermittent (Partial) Aerobic, Hybrid and Anaerobic Treatment Methods in Waste Management

15-21

Processing of Traffic Density Map Images Using Image Processing Techniques

22-28

Argon ICP Plasma Simulations Related to the Effect of the Gas Flow Rate and the Location of the Coils to the System Working Parameters

29-38

Determining Plastic Hinge Length of High Strength RC Beams

39-47

Glutathione Reductase Activity in Soybean Plants and Changes in mRNA Levels with Salicylic Acid in Drought Stress

48-52

iv

Journal of Engineering and Science

İçindekiler Amberlit XAD-4 Polimerinin Biyosorbent Katkı Malzemesi Badem Kabuğu Kullanılarak Sulu Çözeltiden Cd Giderilmesi

1-14

Kesikli (Kısmi) Aerobik, Hibrit ve Anaerobik Arıtma Yöntemlerinin Atık Yönetiminde Kullanılması

15-21

Trafik Yoğunluk Harita Görüntülerinin Görüntü İşleme Yöntemleriyle İşlenmesi

22-28

İndüksiyon Eşlenikli Argon Plazmasında Akış Debisi ve Bobin Lokasyonunun Sistem Çalışma Parametrelerine Etkisi İle İlgili Simülasyonlar

29-38

Yüksek Dayanımlı Betonla Üretilmiş Kirişlerde Plastik Mafsal Boyunun Belirlenmesi

39-47

Soya Bitkisindeki Glutatyon Redüktaz Aktivitesi ve mRNA Seviyesinin Kuraklık Stresinde Salisilik Asit ile Değişimleri

48-52

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

*Sorumlu Yazar: Siirt Üniversitesi, Bilim ve Sanat Fakültesi, Kimya Bölümü, 56100 , Siirt ,

[email protected], Tel: 0 484 212 25 95

Doi: 10.21541/apjes.289151

Amberlit XAD-4 Polimerinin Biyosorbent Katkı Malzemesi Badem Kabuğu

Kullanılarak Sulu Çözeltiden Cd Giderilmesi

*1İbrahim Teğin ve 1Selma Akdeniz

*1Siirt Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi, Kimya Bölümü, Türkiye

[email protected], [email protected]

Geliş Tarihi: 2017-02-01 Kabul Tarihi: 2017-06-30

Öz

Bu çalışmada, biyosorbent olarak badem kabuğu ile immobilize edilmiş amberlit XAD-4 polimerinin üzerine

Cd(II) iyonlarının katı faz özütleme yöntemi ile zenginleştirilme şartları araştırıldı. Bunun yanında, geri kazanım

verimi üzerine ortamın pH etkisi, elüent türü ve derişimi, çözelti akış hızı, çözelti hacminin etkisi, tuz etkisi,

kolonun tekrarlanabilirliği, çevre örneklerine ve sertifikalı referans maddeye uygulanması araştırılmıştır. Önerilen

yöntem ile Cd için 10 kat zenginleşme sağlanmıştır. Optimum şartlarda, % 95 güven seviyesinde Cd geri kazanım

verimi % 98,87 ± 3,85 olarak bulunmuştur. Ayrıca % 95 güven seviyesinde, 3 tekrar deneyi için % bağıl standart

sapma değeri Cd için % 3,21 olarak bulunmuştur.

Anahtar kelimeler: Amberlit XAD-4, solid faz ekstraksiyonu, eser element, Cd

The Removal of Cd From Aqueous Solution Using Sorbents Almont Shell

Immobilized On Amberlite XAD-4

*1İbrahim Teğin and 1Selma Akdeniz

*1Siirt University, Faculty of Science and Art, Department of Chemistry, Turkey

Received date: 2017-02-01 Accepted date: 2017-06-30

Abstract

In this study; statistical process control is being used on spinwelding machine process. All parameters that used

on process control is tested with various type of experiments and effect of these parameters to the capability is

analysed. Mini-tap part-cabality analyses, pull-of tests of samples, leaking test, shock test, burst test, visual and

optic mıcroscope controls of crosscut samples are examined. As a result of all detailed analyses; special appropriate

parameters for machine are defined and with statistical process control – errorproof works(Poka-Yoke, sensor)

process is kept under control and ensure its continuity. With this conclusion scrap parts ratio is kept in minimum

level in this spinwelding machine.

Keywords: Amberlite XAD-4, solid phase extraction, trace element, Cd

1. Giriş

Gelişen dünyada ağır metal kirliliği, halk sağlığı ve

doğal hayat için önemli bir risk olup her geçen gün

kapsamı genişleyip, etkileri artmaktadır. Bu

elementlerin çok düşük miktarlarda bulunması çevre

ve insan sağlığı için önemliyken, fazla miktarlarının

akut ve kronik zehirlenmeye neden olduğu

bilinmektedir [1].

Eser element analizinde kullanılan katı-sıvı

ekstraksiyon tekniği, ucuz, kolay ve hızlı olmasından

dolayı çok yaygın ve sıkça kullanılan bir tekniktir

[2]–[5]. Aynı zamanda, bu teknikle yapılan analizler,

büyük numune hacimleri ile çalışabilme ve en

önemlisi yüksek bir zenginleştirme faktörü elde etme

gibi önemli avantajlar sağlamaktadır Bu yöntemde

analit doğrudan doğruya model çözelti ortamına

eklenir, daha sonra hazırlanan kolona yerleştirilir ve

uygun kolon dolgu maddesiyle doldurulmuş

kolondan geçirilir. Proba bağlanan iyon, uygun bir

eluent çözeltisi ile elüe edildikten sonra, elüasyon

çözeltisinin içeriği, atomik absorpsiyon

spektroskopisi gibi bir enstrümental cihazla analizi

yapılır [6]–[8]. Son yıllarda, çözeltiden ağır metali

uzaklaştırmak için düşük maliyetli biyosorbent

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

geliştirme çabaları hızlanmıştır. Biyosorpsiyon

işlemi, bir katı faz (sorbent veya adsorban) ve metal

iyonlarını adsorbe etmek için çözünmüş türleri

barındıran bir sıvı faz içerir. Biyosorpsiyon, ağır

metallerin biyokütle ile hızlı ve geri dönüşümlü bir

reaksiyonudur. Biyomateryalden elde edilen yan

ürünler ucuz bir biyosorbent kaynağıdır. Turbo,

linyit ve hümik asitler, işlenmiş aktif karbonlar ve

kömür temelli doğal adsorbanlar, kitosan esaslı

polimerik sürfaktanlar, uçucu kül, mikrobik

biyokütle ve soya fasulyesi tekneleri, ceviz

kabukları, pamuk tohumu gövdeleri ve mısır

koçanları, ceviz kabuğu, hindistan cevizi elyafı,

mantar biyokütlesi, yağsız pirinç kepeği, pirinç

gövdeleri, soya gövdeleri ve pamuk tohumu

gövdeleri, buğday kepeği, pamuk ve hardal tohumu

kekleri, kabuklu hayvanlar diğer tarımsal ürünler

gibi biyosorbanları kullanarak ağır metallerin etkin

bir şekilde uzaklaştırılması için çeşitli fikirler

araştırılmış ve geliştirilmiştir [9]. Biyosorbent olarak

badem kabuğunu kullanarak Cr (VI) [9], Pb (II) [10],

Ni(II), Cd(II) [11], Zn (II) ve Cu(II) [12], [13]

iyonlarının çözeltiden uzaklştırılmasına çalışılmıştır.

Bunun yanında badem kabuğunu kullanarak asit

boyalarının çözeltiden uzaklaştılmasına çalışılmiştır

[14].Yapılan çalışmalarda badem kabuğu kullanarak

adsorpsiyon kapasitesi Pb(II) için 8,08 mg g-1[10],

Cr (VI) için 3,40 mg g-1[9] bulunmuştur.

Amberlite XAD adsorbentleri, oldukça çapraz

bağlanmış, macroretülan polistiren, alifatik veya

fenol-formaldehit kondensat polimerlere dayanan

çok gözenekli küresel polimerlerdir. XAD reçineleri

polimerik matrise dayanarak iki ana gruba ayrılır.

Polistiren-divinil benzen esaslı XAD-1, XAD-2,

XAD-4, XAD-16, XAD-1180, XAD-2000, XAD-

2010 ve poliakrilik asit ester esaslı XAD-7, XAD-8

ve XAD-11 reçineleridir [15]. XAD reçineleri,

şelatlayıcı ligandların immobilizasyonu için

kopolimer omurgası olarak gözeneklilik, üniform

gözenek boyutu dağılımı, yüksek yüzey alanı,

dayanıklılık ve asit, baz ve oksitleyici ajanlara karşı

kimyasal kararlılık gibi üstün özelliklere sahiptir.

Literatürde, sulu çözeltiden metal iyon ayrımı ve ön

konsantrasyon için uygun olan XAD-2 [16], XAD-4

[6], [17]–[19] ve XAD-7 [20] kopolimerlerinden

sentezlenen birçok kenetleme iyon değiştiricisi tarif

edilmiştir [7]. Absorplayıcı reçine (polisitiren divinil

benzen) olarak Amberlite XAD-4, yüzey alanı 750

m2g-1, gözenek çapı 4 nm ve gözenek boyutu 20-60

mesh olup Sigma firması tarafınfan ürtilmektedir

[6]. Pyrocatechol [15], 2-hidroksi-3-

metoksibenzaldehit [16], o-aminobenzoik asit [7]

Salinivibrio Sharmensis [6] ve Pleurotus eryngii [21]

ile işlevselleştirilen XAD reçineleri kullanılarak Ni,

Co, Cu, Cd ve Co gibi tayin edilen ve zenginleştirme

yapılan eser elementlerden bir kaç çalışma örnek

veriliebilir [21].

Ağır metallerin analizinde yaygın olarak alevli

atomik absorpsiyon spektroskopisi [19], [22]–[26],

elektrotermal atomik absorpsiyon spektroskopisi

[27]–[29], indüktif eşleşmiş plazma-optik emisyon

spektroskopisi[30]–[33] ve indüktif eşleşmiş

plazma-kütle spektroskopisi [34]–[36][21] gibi

analitik teknikler kullanılmaktadır.

Bu çalışmanın amacı, biyosorbent ile modifiye

edilmiş Amberlit XAD-4’ü [1], [7], [24], [29], [32],

[37]–[39].katı faz özütleme yönteminde adsorban

olarak kullanarak eser düzeydeki Cd(II) iyonunun

zenginleştirme şartlarını araştırmaktır. Çalışılan

metal iyonların geri kazanma verimine ortamın pH’ı,

elüent türü ve derişimi, çözelti akış hızı, çözelti

hacminin etkisi, tuz etkisi, kolonun

tekrarlanabilirliği, sertifikalı referans madde

(Aquatic Plant Sample) ve çevre örneklerine

uygulanması incelenmiştir.

2. Malzeme ve Yöntem

2.1. Kullanılan Aletler ve Çalışma Koşulları

Bedem kabuğu immobilize edilmiş Amberlit XAD-

4 örneğinin Xışını spektromu için X - Işınları Toz

Difraksiyon (XRD) Bruker AXS D8 Advance Model

cihaz ile yapılmıştır. SEM görünümü için Taramalı

Elektron Mikroskobu (SEM) LEO 440 Computer

Controlled Digital model kullanılmıştır. TG/DTA

analizi için Termogravimetrik ve Diferansiyel

Termal Analiz (TG/DTA) Perkin Elmer Diamond

model cihaz ile yapılmıştır. FT-IR analizleri için

Perkin Elmer Spectrum 100 FT-IR model alet

kullanılmıştır. Yüzey Alanı ve Porozite analizi için

de Yüzey Alanı ve Porozite (Gözeneklilik) Analiz

(BET) Micromeritics Gemini VII Surface Area and

Porosity model cihaz ile yapılmıştır. pH ölçümleri

için HANNA Instruments HI 2211 Ph/ORP Meter

markalı pH metre ve çözeltiyi kolon üzerinden

geçirmek için Watson Marlow 120 S markalı

peristaltik pompa kullanılmıştır. Karıştırma işlemleri

için IKA Werke RT-10P markalı manyetik

karıştırıcıdan yararlanılmıştır. Çalışma suresince

çapı 1cm ve boyu 10 cm (1.0 cm x 10 cm) katı faz

ekstraksiyon filtrasyon kolonları ve metal

iyonlarının konsantrasyonunu belirlemek için Perkin

Elmer AAnalyst 700 markalı Atomik Absorpsiyon

Spektrometresi kullanılmıştır. Atomik absorpsiyon

spektrofotometrenin çalışma koşulları ve çalışmada

yer alan analitin analitiksel karakteristikleri Tablo 1

ve Tablo 2’de verilmiştir.

2

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

Tablo 1. Atomik absorbsiyon spektrofotometresinin çalışma koşulları

Cd2+

Dalga Boyu (nm) 228,8-326,1

Asetilen Akış Hızı (L/dakika) 1,8

Bağıl Gürültü 0,9-1,0

Konsantrasyon (mg/L) 0,028-11

Tablo 2. Çalışmada yer alan analitin analitiksel karakteristikleri

Metot Element Lineer Aralık (C) Eğim Kesim R2 Regresyon Eşitliği

AAS Cd2+ 0,028-11 0,09157 0,001137 0,9975 A=0,1841+0,0023

A= Absorbans, C=Konsantrasyon

Çalışma süresince kadmiyum çözeltileri günlük

olarak, stok standart çözeltilerinden (Merck, 1000

mg/L) seyreltilerek hazırlandı. BCR-670 Aquatic

Plant Sample sertifikalı standart referans madde

(SRM) örneği, Berghof Speed Wave (MWS-3)

mikrodalga örnek çözücü sistemi kullanılarak

çözünürleştirilmiştir. Çözünürleştirme için yaklaşık

0,50 g BCR-670 sertifikalı standart referans örneği

tartılıp bir PTFE kabına konulmuş ve üzerine 10 mL

HNO3 (% 65) ve 2 mL H202 (% 30) ilave edilip

kapağı yaklaşık 25 dakika sonra kapatılmıştır.

Aquatic Plant Sample sertifikalı standart referans

maddesinin çözünürleştirilmesi için mikro dalga

fırın ısıtma programı, Tablo 3’te verildiği gibi

yapılmıştır. Daha sonra, kalıntı deiyonize su

içerisinde çözündürülüp ve filtrelenmiştir. Süzülen

çözelti, deiyonize su ile 50 mL'ye tamamlanmıştır.

Çalışmalarda kullanılan cam malzemeler sırasıyla

deterjan, çeşme suyu, 1:1 HNO3, çeşme suyu, 1:1

HCl, çeşme suyu ve son olarak deiyonize su ile iyice

yıkanmıştır [40], [41]. Durulanan malzemeler etüvde

110 oC’de kurutulup tekrar kullanıma hazır hale

getirilmiştir.

Tablo 3. BCR-670 Aquatic plant sertifikalı refrans madde için mikro dalga fırının çalışma programı

Step 1 2

T (°C) 150 190

P (bar) 50 50

Power (%) 70 90

Ta (dk 5 1

Time (dk) 10 10

2.2. Adsorbentin Hazırlanması

Amberlit XAD-4 kopolimerleri, farklı monomerler

kullanılarak elde edilen geniş yüzey alanına sahip bir

polimer çeşididir. Bu polimerler, sert ve değişmeyen

gözeneklere sahiptir. Organik çözücülere, asit ve

bazik ortamlara karşı dayanıklıdır. Deneyde

kullanılan Amberlit XAD-4 polimerinin ortalama

yüzey alanı 780 m2/g ve gözenek çapı 5 nm,

polistiren–divinilbenzen kopolimeri olup apolar

özelliğine sahiptir. Bu polimer Sigma Aldrich

firmasından temin edilmiştir. Kolonlarda kullanmak

üzere yaklaşık 50 g Amberlit XAD-4 alınarak

sırasıyla etanol, 4 M HCl ve saf su içinde 60 dakika

süreyle temasta tutulmuştur. Daha sonra yıkanıp 105 0C’da kuruyana kadar etüvde bekletilmiş ve

kurutulan Amberlit XAD-4 polimeri daha sonraki

çalışmalarda kullanılmak üzere polietilen şişelerde

muhafaza edilmiştir [6], [21].

2.3. Biyosorbentin Hazırlanması

Biyosorbent olarak kullanılan Badem kabuğu

memert markalı öğütücüde öğütülüp daha sonra -60

mesh boyutundaki elekten geçirilmiştir.

Biyosorbente bulunan safsızlıkları uzaklaştırmak

için [42] biyosorbent destile su ile yıkanıp tekrar

etüvde kurutulmuştur. Daha sonra havanda öğütülüp

-60 mesh elekten geçirilmiştir.

2.4. SPE Kolonunun Hazırlanması

Hazırlanan biyosorbentten 0,250 g, 1,00 g Amberlit

XAD-4 ve 10 mL saf su 60 dakika boyunca manyetik

karıştırıcıyla karıştırılmıştır. Elde edilen karışım

etüvde kurutulduktan sonra karışım tekrar -60 mesh

boyutundaki elekten geçirilmiştir. Hazırlanan

karışım çapı 1 cm ve boyu 10 cm olan katı faz

ekstraksiyon (SPE) kolonlarına doldurulmuş ve.

deneyde kullanmak üzere hazır hale getirilmiştir.

[21], [43].

3

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

2.5. Kolon Dolgu Materyalinin Karakterizasyonu

Biyosorbent olarak kullanılan badem kabuğu,

sorbent olarak Amberlit XAD-4 ve badem kabuğu

ile immobilize edilmiş Amberlit XAD-4’ün FT IR

analizi yapılmış ve elde edilen sonuçlar Şekil 1'de

verilmiştir.

Şekil 1. A: Badem kabuğu, B: Amberlit XAD-4 , C: badem kabuğu ile immobilize edilmiş

Amberlit XAD-4’ün FT-IR grafiği

Şekil 1’deki spektrumlar incelendiğinde kolon dolgu

maddesinin karmaşık yapısını gösteren bir dizi

adsorpsiyon pikleri görülmektedir. Analiz edilen

tüm spektrumlar, 3300-3500 cm-1'de, alkolik, fenolik

veya asidik OH'ın hidrojen bağıyla varlığını gösteren

bantlara sahiptir. 3394-3384 cm-1 arasındaki yayvan

pik, makromoleküler birleşmenin bağlı hidroksil

gruplarının (selüloz, pektin, vb.) olduğunu gösterir.

2923 ve 2911 cm-1'de gözlemlenen tepe noktaları C-

H grubuna ait olabilir. 2301-2068 cm-1 C-N grubuna

bağlı üçlü bağ piki olabilir.1603-1601 cm-1

çevresindeki bantlar, serbest ve esterlenmiş

karboksil gruplarının varlığını gösterir. IR

spektrumları, 1484 ve 1430 cm-1 aralığında bantlar

karbonların farklı yüzey yapıları olan alifatik,

aromatik, halkalı olduğunu göstermektedir. 1023 ve

981 cm-1'deki bant, alkollerin ve karboksilik asitlerin

C-O olduğu gösterir [10], [12], [44].

Badem kabuğu, Amberlit XAD-4 polimeri ve badem

kabuğu ile immobilize edilmiş Amberlit XAD-4’ün

taramalı elektronik mikroskobu (SEM) analizi

yapılmış ve elde edilen sonuçlar Şekil 2-4'te

verilmiştir. Bunun yanında badem kabuğu ile

immobilize edilmiş Amberlit XAD-4’ün X-ışını

difraksiyon (XRD) analizi Şekil 5’te,

Termogravimetrik analiz (TG/DTA) grafiği Şekil

6’da ve BET analizi Tablo 4’te verilmiştir.

4

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

Şekil 2 Amberlit XAD-4’ün taramalı elektronik mikroskobu (SEM) Görünümü [45]

Şekil 3. Badem kabuğu ile immobilize edilmiş Amberlit XAD-4’ün

taramalı elektronik mikroskobu (SEM) görüümü

5

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

Şekil 4. Badem kabuğu ile immobilize edilmiş amberlit XAD-4 kolonundan Cd(II) geçirilmiş

halinin taramalı elektronik mikroskobu (SEM) görüümü

Şekil 5. Badem kabuğu ile immobilize edilmiş Amberlit XAD-4 kolon dolgu maddesinin

X-ışını difraksiyon (XRD) görünümü

6

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

Şekil 6. Badem kabuğu ile immobilize edilmiş Amberlit XAD-4 kolon dolgu maddesinin

termogravimetrik analiz (TG/DTA) Grafiği

Tablo 4. Badem kabuğu ile immobilize edilmiş Amberlit XAD-4 kolon dolgu maddesinin BET analizi

Yüzey Alanı

Tek Nokta Yüzey Alanı, P/Po = 0,349514807: 612,5222 m²/g

BET Yüzey Alanı: 396,9105 m²/g

Gözenek Hacmi

Az Gözenekli Tek Noktalı Adsorpsiyonda Toplam Gözenek Hacmi : 1185,563 Å

Gözenek Boyutu

Adsorpsiyonun Ortalama Gözenek Genişliği (4V/A BET ile) :104,2970 oA

2.6. Kadmiyum İyonu İçin Önderiştirme

Prosedürü

Badem kabuğuna immobilize edilmiş amberlit

XAD-4 ile dolgulu kolonlar tampon çözeltiler

yardımıyla çalışılacak pH’ya ayarlanarak kolonların

şartlanması sağlanmıştır. Farklı derişimlerde Cd (II)

içeren model çözelti belli bir akış hızı ile kolondan

geçirilmiştir. Kolonda tutulan metal iyonu HCl

kullanarak elüe edilmiştir. Ancak elüent tipi ve

miktarı aşamasından sonra en uygun eluentin HNO3

olduğu saptanmıştır.Eser analizde kullanılan

zenginleştirme yöntemlerinin değerlendirilmesinde

istenilen eser elementin ortamdan ayrılmasının

ölçüsü olan geri kazanma verimi, R'dir. Geri

kazanma verimi aşağıdaki formül ile hesaplanmıştır.

%R=

0

100Q

xQ

burada;

Q0: Numunede bulunan analiz elementinin

derişimi,

Q: Zenginleştirme sonrası analiz

elementinin derişimi,

İdeal olan, R değerinin %100 olmasıdır. Ancak

uygulamada % 99'dan daha büyük geri kazanma

verimine ulaşmak her zaman mümkün değildir [46].

3. Bulgular

3.1. Ph’ın Geri Kazanım Verimi Üzerine Etkisi

Biyosorpsiyon çalışmaları için kullanılan en önemli

parametre çözeltinin başlangıç pH'sıdır [47]. Çözelti

pH'ı, metallerin çözelti kimyasını, hücre duvarı

üzerindeki işlevsel grupların (karboksilat, fosfat ve

amino grupları) aktivitesini ve bağlanma yeri için

metalik iyonların rekabetini güçlü bir şekilde

etkimektedir. Bu aşamada 0,25g badem kabuğu ve

1,0 g Amberlite XAD-4’ten oluşan kolondan pH=

3,0-10,0 aralığında 2 ppm 50 mL Cd çözeltisi

geçirilmiş ve elde edilen sonuçlar Şekil 7’de

verilmiştir.

7

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

Şekil 7. Geri kazanım değerlerine pH etkisi

Şekil 7 incelendiğinde, Çözeltideki Cd2+ iyonunun

pH 2,0’da geri kazanım verimi % 13.53 olarak

bulunmuş ve çözelti pH'sı 2,0’den 9,0’a

yükseldiğinde artmıştır. pH değeri 9,0 olan Cd2+

iyononun çözeltiden uzaklaştırma oranı % 98,97

bulunmuştur. Bu verilerden yararlanılarak badem

kabuğu için optimum geri kazanma veriminin en

uygun pH değeri 9,0 olarak seçilmiştir.

3.2. Örnek akış hızının geri kazanım verimi üzerine

etkisi

Örnek akış hızının geri kazanma verimi üzerine

etkisini incelemek amacıyla badem kabuğuna

immobilize edilmiş Amberlit XAD-4 karışımından

geçirilen 50 mL hacmindeki Cd iyonu, akış hızı 1-7

mL/dakika aralığında olacak şekilde peristaltik

pompa yardımıyla kolondan geçirilmiştir. Elde

edilen sonuçlar Şekil 8’de verilmiştir.

Şekil 8 Geri kazanım değerlerine örnek akış hızının etkisi

Şekil 8 incelendiğinde en yüksek akış hızı 3,05

mL/dakika olduğu Cd2+ iyononun geri kazanma

verimi % 98,87 olarak bulunmuştur. Bununla

birlikte, metal çözeltilerin akış hızı, 3,05 mL/dakika

üstünde, analitlerin geri kazanımının azaldığı

görülmüştür. Bundan sonraki çalışmaların tamamı,

çözeltilerin akış hızı, 3,05 mL/dakika olacak şekilde

yapılmıştır.

3.3. Biyosorbent miktarının geri kazanım verimi

üzerine etkisi

Biyosorbent miktarının katı faz ekstraksiyonu

üzerine etkisi incelenmiştir. Bu amaç için 0,150,

0,250, 0,300, 0,350, 0,400, 0,450 g biyosorbent

tartılarak belli aşamalar uygulanıp badem kabuğu

immobilize edilmiş Amberlit XAD-4 karışımları

kolona yerleştirilmiştir. Daha sonra hazırlanmış olan

2 ppm Cd pH 9,0’da 3,05 mL/dakika akış hızıyla

geçirilmiştir. Sonra, biyosorbente tutunan analit, 5

mL 0,5 M HCl kolondan geçirilerek geri alınmıştır.

Daha sonra elde edilen çözeltideki metal iyonu AAS

ile tayin edilmiş ve elde edilen sonuçlar Şekil 9’da

verilmiştir.

0

20

40

60

80

100

2 4 6 8 10 12

Ge

ri k

azan

ım, %

pH

0

20

40

60

80

100

1 2 3 4 5 6 7

Ge

ri k

azan

ım, %

Akış Hızı, mL/dakika

%Cd

8

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

Şekil 9. Geri kazanım değerlerine biyosorbent etkisi

Şekil 9 incelendiğinde Cd için optimum biyosorbent miktarı 0,25 gram olarak tespit edilmiştir.

3.4. Adsorbent Miktarının Geri Kazanım Verimi

Üzerine Etkisi

Adsorbent olarak Amberlit XAD-4 miktarının katı

faz ekstraksiyonu üzerine etkisi incelenmiştir.

Adsorbentin geri kazanma verimine etkisini

incelemek için hazırlanan katı fazdan biyosorbent

olarak 0,25 gram badem kabuğu alınıp 0,25, 0,50,

0,75, 1,0, 1,5, 2,0 gram adsorbent olarak Amberlit

XAD-4 tartılarak her biri için ayrı ayrı aşamalardan

geçirilip hazırlanan karışım kolonlara

yerleştirilmiştir. Daha sonra hazırlanan 2 ppm Cd

iyonu en uygun pH’ya ayarlanıp en uygun akış

hızında kolondan geçirilmiştir. Sonra, adsorbente

tutunan analit, 5 mL 0,5 M HCl kolondan geçirilerek

geri alınmıştır. Daha sonra geri alınan çözeltideki

metal iyonları AAS ile tayin edilmiş ve elde edilen

sonuçlar Şekil 10’da verilmiştir.

Şekil 10. Geri kazanım değerlerine adsorbent etkisi

Şekil 10 incelendiğinde Cd için optimum adsorbente miktarı 1,0 gram Amberlit XAD-4 olarak tespit edilmiştir.

3.5. Örnek Hacminin Geri Kazanım Verimi

Üzerine Etkisi

Badem kabuğu immobilize edilmiş Amberlit XAD-

4 karışımından geçirilen örnek çözelti hacminin geri

kazanım verimine etkisini araştırmak amacıyla, ayrı

ayrı Cd(II) için 2ppm içeren çözeltiden, 25, 50, 100,

200, 300, 400 mL’lik örnek çözeltiler optimum

koşullarda kolondan geçirilmiştir. Kolonda tutunan

metal iyonu 5 mL 0,5 M HCl çözeltisi ile elüe

edilmiştir. Elüe edilen çözeltideki metal iyonu AAS

ile tayin edilmiş ve elde edilen sonuçlar Şekil 11’de

verilmiştir.

0

20

40

60

80

100

0,1 0,2 0,3 0,4 0,5

Ge

ri k

azan

ım, %

Biyosorbent, g

%Cd

0

20

40

60

80

100

0 0,5 1 1,5 2 2,5

Ge

ri k

azan

ım, %

Adsorbent, g

%Cd

9

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

Şekil 11. Geri kazanım değerlerine örnek hacminin etkisi

Şekil 11 incelendiğinde en uygun hacim Cd için 50 mL olduğu görülmüştür.

3.6. Elüent Türü ve Derişiminin Geri

Kazanım Verimi Üzerine Etkisi

Badem kabuğu immobilize edilmiş Amberlit XAD-

4 karışımından oluşan dolgulu kolonda tutunan

Cd(II) iyonunun kantitatif olarak geri kazanılması

için uygun bir elüe edicinin kullanılması gerekir. Bu

amaç için pH 9,0, akış hızı 3,05 mL/dakika, 0,25 g

badem kabuğu, 1,0 g Amberlit XAD-4, 50 mL

hacmindeki örnek çözeltiler kolondan geçirilmiştir.

Bu amaç için HCl ve HNO3 kullanılmış olup elde

sonuçlar Tablo 5’te verilmiştir.

Tablo 5. Elüent tipi ve miktarının geri kazanıma etkisi

Elüasyon Çözelti

Türü

Elüasyon Çözelti

Derişimi (mol/L)

Elüasyon Çözelti

Hacmi (mL)

Geri Kazanım Verimi (%)

Cd(II)

HCl

0,5 5 92,30

1,0 5 95,07

1,5 5 94,56

2,0 5 93,37

HNO3

0.5 5 92,27

1.0 5 93,68

1.5 5 98,35

2,0 5 98,31

Tablo 5 incelendiğinde %98,35 Cd iyonunun geri kazanım verimi ile elüent türü ve elüent derişimi için 1,5 M

HNO3 olduğu görülmüştür.

3.7. Yabancı İyonun Geri Kazanım Verimi Üzerine

Etkisi

Gerçek örneklerde eser metallerin tayin edilmesi

yabancı iyonların matriks etkisi yapmasından dolayı

zorlaşmaktadır [35]. Matriks etkisini incelemek için

su örneklerinde yer alan Na+,Cl-, Mn2+, Mg2+, Ca2+,

F- iyonlarının Cd (II) analit iyonlarının geri kazanım

değerlerine etkisi incelenmiştir. Farklı derişimlerde

bu iyonların yer aldığı model çözeltilere geliştirilen

yöntem uygulanıp geri kazanım değerleri

incelenmiştir. Elde edilen sonuçlar Tablo 6’da

verilmiştir.

0

20

40

60

80

100

0 100 200 300 400 500

Ge

ri k

azan

ım, %

Hacim, mL

%Cd

10

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

Tablo 6. Yabancı iyonların geri kazanıma etkisi

İyon Eklenen Tuzu Derişim (mg/L) Cd(II) için Geri Kazanım, (%)

Na+ NaCI 10000 98,84 ± 1,26

Cl- BaCl2.H2O 20 85,82 ± 1,96

Mn2+ MnS04.H2O 50 82,89 ± 1,78

Mg2+ Mg(NO3)3 6 H2O 5000 85,69 ± 1,87

Ca2+ CaCl2.2H2O 3000 83,50 ± 1,98

F- KF 1000 98,38 ± 1,65

Tablo 6 incelendiğinde Na ve F iyonlarının geri

kazanım verimi üzerinde bir etkilerinin olmadığı,

diğer iyonlarının ise geri kazanım verimi üzerinde

negatif yönünde etkileri olduğu görülmüştür.

Belirlenen hata, değerin % 2'yi geçmediğini

göstermiştir ve bu hata değeri AAS belirleme

yöntemleri [48] ile belirlenmiştir.

3.8. Kolonun Tekrarlanabilirliği

Bu tür zenginleştirme çalışmalarında absorbanın

tekrar kullanılabilirliği çok büyük önem arz

etmektedir. Katı faz ekstraksiyonu (SPE) kolonunun

kararlılığını test etmek için 50 mL 2ppm Cd çözeltisi

badem kabuğu immobilize edilmiş Amberlit XAD-4

kolon dolgu maddesi için belirlenen optimum

koşullarda 10 defa geçirilmiştir. Biyolojik olarak

absorbe edilen Cd2+ iyonları, 5,0 mL 1,5 mol L-1

HNO3 çözeltisi ile elüe edilmiştir. Elde dilen

sonuçlar Şekil 12’de verilmiştir.

Şekil 12. Kolonun tekrarlanabilirliği

Şekil 12 incelendiğinde, kolonun yaklaşık ilk beş

(>%89) kullanımdan sonra verimin azaldığı ve daha

sonra sabit kaldığı görülmüştür. Kolonun on kez

kullanımı sonucu ortalama geri kazanım verimi

>%81 olmuştur.

3.9. Gözlenebilme (LOD) Ve Tayin Sınırı (LOQ)

Analit iyonlarının gözlenebilme sınırı tayini için 12

paralel kör örneğe geliştirilen yöntem uygulanmıştır.

Kör değerlerin standart sapmasının üç katı ve on katı

esas alan gözlenebilme sınırı değerleri

zenginleştirme faktörüne bölünerek hesaplanmıştır.

Elde edilen değerler Tablo 7’de verilmiştir [8].

Tablo 7. Gözlenebilme sınırı ve tayin sınırı

Element LOD

(ppb)

LOQ (ppb)

Cd(II) 5,1 17,2

3.10. Analitik Özellikler ve Yöntemin

Uygulanabilirliği

Optimum zenginleştirme şartları belirlendikten

sonra, geliştirilen yöntemin kesinliği incelenmiştir.

Elde edilen sonuçlar Tablo 8'de verilmiştir.

0

20

40

60

80

100

0 2 4 6 8 10 12

Ge

ri k

azan

ım, %

Kolonun Tekrarlanabilirliği

Cd

11

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

Tablo 8. Kesinlik Sonuçları

Element (%) R± t

s/√N

% Bağıl Standart

Sapma

Cd 98,87 ± 1,85 3,21

% 95 Güven Seviyesinde N= 3 BSS: Bağıl

Standart Sapma

Bağıl standart sapma (RSD) Cd2 + için 3,21 olarak

belirlenmiştir. Regresyon katsayısı, kadmiyum için

0,9975 olarak tespit edilmiştir. Ön zenginleştirme

faktörü kadmiyum için 10 kat olarak saptanmıştır.

Geliştirilen yöntem, sertifikalı referans (BCR-670

Aquatic Plant) örneğine uygulanmıştır. Elde edilen

sonuçlar Tablo 9'da gösterilmiştir.

Tablo 9. Geliştirilen yöntemin sertifikalı referans maddeye (BCR-670 Aquatic Plant Sample) uygulanması

Sertifikalı Referans

Standart Madde

Cd2+

Sertifikalı Değer Bulunan Değer

BCR-670 Aquatic Plant 75,50 ± 2,50 73,70 ± 2,30

%95 güvenle 3 değerin ortalamasıdır. x ± ts/√N )

Tablo 9 incelendiğinde elde edilen sonuçların

sertifikalı referans madde sonuçları ile tutarlı olduğu

görülmüştür. Bu yöntem, Siirt atık suyuna, Siirt

musluk suyu, Van gölü suyuna, Tuzkuyusu tuzlu

suyu ve Billoris kaplıca suyu örneklerine

uygulanmış olup elde edilen sonuçlar Tablo.10’da

verilmiştir. Tablo 10 incelendiğinde yöntemin çevre

örneklerine uygulanışından sonuç alınamadığı

görülmüştür.

Tablo 10. Gerçek numunelere uygulama

Su Örneği Cd için Geri Kazanım, %

Atık Su T.E

Van Gölü suyu T.E

Musluk Suyu T.E

Tuzkuyusu T.E

Billoris Suyu T.E

Sonuçlar % 95 güven seviyesi ile 3 ölçümün ortalamasıdır ( x ± ts/√N ), T.E: Tespit Edilemedi.

4. Değerlendirme ve Sonuç

Bu çalışmada, biyosorbent olarak badem kabuğuna

immobilize edilmiş Amberlit XAD-4, polimerinin

üzerine Cd(II) iyonunun katı faz ekstraksiyonu

yöntemi ile zenginleştirme şartları araştırılmıştır. Cd

iyonu için pH 9, Akış Hızı 3,05 mL/dakika,

biyosorbent (badem kabuğu) 0,250 gram, adsorbent

(Amberlit XAD-4) 1,00 gram, hacim 50 ml, elüent

1,5 M HNO3 gibi optimum koşullar belirlenmiştir.

Geliştirilen yöntem ile Cd iyonu 10 kat zenginleşme

sağlanmıştır. Cd için gözlenebilme sınırı (LOD) 5,1,

tayin sınırı (LOQ) 17,2 ppb olarak belirlenmiştir.

Yöntemin optimum şartlarda 3 tekrar deneyi için

geri kazanma veriminin tekrarlanabilirliği

(kesinliği), % 95 güven seviyesinde Cd için % 98,87

± 1,85 olarak bulunmuştur. Ayrıca % 95 güven

seviyesinde, 3 tekrar deneyi için % bağıl standart

sapma değeri %3,21 olarak bulunmuştur. Geliştirilen

yöntem çevre örneklerine uygulanmış, ancak

kadmiyum iyonu tespit edilememiştir. Biyosorbent

olarak badem kabuğu kullanılan diğer çalışmaların

metal verimiyle kıyas yapıldığında (Cr (VI) için %

55.00 [9], Pb için % 68.00 [10] ve % 80 [12], Cd için

% 34,64 [11] ve % 74,8 [12]) bu çalışmanın daha

yüksek geri kazanım verimiyle metal iyonunun

zenginleştiği görülmüştür.

Teşekkür

Bu çalışma Siirt Üniversitesi Bilimsel Araştırma

Projeleri Birimi tarafından 2015-SİÜFEB-34 kodlu

araştırma projesi ile desteklenmiştir.

5. Kaynaklar

[1] S. D. Fadime Nazlı Dinçer Kaya, Orhan Atakol,

“Katı Faz Ekstraksiyonu ile Bakır ve Nikelin

Önderiştirilmesinde ONNO ve ONO Tipi Schiff

Bazlarının Karşılaştırılması,” vol. 9, no. 1, pp. 176–

185, 2014.

[2] S. Sigma-Aldrich, “Guide to Solid Phase

Extraction - bulletin 910,” Bull. 910, p. , 1998.

[3] S. Dogan, F. Nazl, D. Kaya, and O. Atakol,

“Enrichment of copper and nickel with solid phase

extraction using multiwalled carbon nanotubes

modified with Schiff bases,” vol. 7319, no. July

2016, 2015.

[4] M. Ghaedi, M. Montazerozohori, A. Hekmati,

and M. Roosta, “Solid phase extraction of heavy

metals on chemically modified silica-gel with 2-(3-

silylpropylimino) methyl)-5-bromophenol in food

samples,” Int. J. Environ. Anal. Chem., vol. 93, no.

8, pp. 843–857, 2013.

12

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

[5] S. E. SOYSAL, “Katı Destek Üzerine

İmmobilize Edilmiş Bazı Bakteriler İle Ağır Metal

İyonlarının Ayırma ve Deriştirme Şartlarının

Araştırılması,” ADNAN MENDERES

ÜNİVERSİTESİ, 2010.

[6] S. Eşer, “Salinivibrio Sharmensis Tutturulmuş

Amberlit XAD- 4 Kullanarak Katı Faz

Ekstraksiyonu İle Cd ( II ) Ve Ni ( II ) İyonlarının

FAAS İle Tayini,” Dicle Üniversitesi, 2012.

[7] S. D. Çekiç, H. Filik, and R. Apak, “Use of an

o-aminobenzoic acid-functionalized XAD-4

copolymer resin for the separation and

preconcentration of heavy metal(II) ions,” Anal.

Chim. Acta, vol. 505, no. 1, pp. 15–24, 2004.

[8] N. Erdoğan, “Birlikte Çöktürme İle Eser

Düzeydeki Bazı Metal İyonlarının

Zenginleştirilmesi Ve AAS İle Tayinleri,” Erciyes

Üniversitesi, Turkey, 2005.

[9] E. Pehlivan and T. Altun, “Biosorption of

chromium(VI) ion from aqueous solutions using

walnut, hazelnut and almond shell,” J. Hazard.

Mater., vol. 155, no. 1–2, pp. 378–384, 2008.

[10] E. Pehlivan, T. Altun, S. Cetin, and M. Iqbal

Bhanger, “Lead sorption by waste biomass of

hazelnut and almond shell,” J. Hazard. Mater., vol.

167, no. 1–3, pp. 1203–1208, 2009.

[11] Y. Bulut and Z. Tez, “Adsorption studies on

ground shells of hazelnut and almond,” J. Hazard.

Mater., vol. 149, no. 1, pp. 35–41, 2007.

[12] M. Kazemipour, M. Ansari, S. Tajrobehkar,

M. Majdzadeh, and H. R. Kermani, “Removal of

lead, cadmium, zinc, and copper from industrial

wastewater by carbon developed from walnut,

hazelnut, almond, pistachio shell, and apricot stone,”

J. Hazard. Mater., vol. 150, no. 2, pp. 322–327,

2008.

[13] A. Ronda, M. A. Martín-Lara, E. Dionisio, G.

Blázquez, and M. Calero, “Effect of lead in

biosorption of copper by almond shell,” J. Taiwan

Inst. Chem. Eng., vol. 44, no. 3, pp. 466–473, 2013.

[14] A. H. Aydin, Y. Bulut, and Ö. Yavuz, “Acid

dyes removal using low cost adsorbents,” vol. 21,

no. 1, pp. 97–104, 2004.

[15] A. Ahmad, J. A. Siddique, M. A. Laskar, R.

Kumar, S. H. Mohd-Setapar, A. Khatoon, and R. A.

Shiekh, “New generation Amberlite XAD resin for

the removal of metal ions: A review,” Journal of

Environmental Sciences (China), vol. 31. Elsevier

B.V., pp. 104–123, 2015.

[16] M. Kumar, D. P. S. Rathore, and A. K. Singh,

“Metal ion enrichment with Amberlite XAD-2

functionalized with Tiron: analytical applications,”

Analyst, vol. 125, no. 6, pp. 1221–1226, 2000.

[17] D. Kara, A. Fisher, and S. J. Hill,

“Determination of trace heavy metals in soil and

sediments by atomic spectrometry following

preconcentration with Schiff bases on Amberlite

XAD-4,” J. Hazard. Mater., vol. 165, no. 1–3, pp.

1165–1169, 2009.

[18] A. Ahmad, “Preparation , Characterization of

a Novel Chelating Resin Functionalized with o -

Hydroxybenzamide and Its Application for

Preconcentration of Trace Metal Ions,” Clean-

Soil,Air,Water, vol. 40, no. 1, pp. 54–65, 2012.

[19] A. Islam, A. Ahmad, and M. A. Laskar,

“Characterization of a Chelating Resin

Functionalized via Azo Spacer and Its Analytical

Applicability for the Determination of Trace Metal

Ions in Real Matrices,” J. Appl. Polym. Sci., vol.

123, pp. 3448–3458, 2012.

[20] P. K. Tewari and A. K. Singh,

“Preconcentration of lead with Amberlite XAD-2

and Amberlite XAD-7 based chelating resins for its

determination by flame atomic absorption

spectrometry,” Talanta, vol. 56, no. 4, pp. 735–744,

2002.

[21] S. Özdemir, V. Okumuş, E. Klnç, H.

Bilgetekin, A. Dündar, and B. Ziyadanogullar,

“Pleurotus eryngii immobilized Amberlite XAD-16

as a solid-phase biosorbent for preconcentrations of

Cd2 and Co2 and their determination by ICP-OES,”

Talanta, vol. 99, pp. 502–506, 2012.

[22] P. Kalny, Z. Fijałek, A. Daszczuk, and P.

Ostapczuk, “Determination of selected

microelements in polish herbs and their infusions,”

Sci. Total Environ., vol. 381, no. 1–3, pp. 99–104,

2007.

[23] I. Gogoasa, J. Violeta, A. L. Maria, V. Ariana,

R. Maria, S. Alda, S. Claudia, B. D. Maria, and I.

Gergen, “Mineral Content of Some Medicinal

Herbs,” vol. 17, no. 4, pp. 65–67, 2013.

[24] E. L. and D. M. N. İ. Soylak M, “Analize

Yaklaşım ve Karasu , Sarmısaklı Çayı Kızılırmak

Nehrindeki Pb , Cu , Ni , Co ve Cd Kirliliğinin

Araştırılması Approaches To Analysis and

Investigation of Pb , Cu , Ni , Co , and Cd Pollution

in Karasu , Sarmısaklı Çayı and Kızılırmak Rivers,”

pp. 21–30, 2009.

[25] R. A. Gil, S. Cerutti, J. A. Gásquez, R. A.

Olsina, and L. D. Martinez, “Preconcentration and

speciation of chromium in drinking water samples

by coupling of on-line sorption on activated carbon

to ETAAS determination,” Talanta, vol. 68, no. 4,

pp. 1065–1070, 2006.

[26] A. O. Martins, E. L. Da Silva, M. C. M.

Laranjeira, and V. T. De Fávere, “Application of

chitosan functionalized with 8-hydroxyquinoline:

Determination of lead by flow injection flame

atomic absorption spectrometry,” Microchim. Acta,

vol. 150, no. 1, pp. 27–33, 2005.

[27] A. Ahmad, A. Khatoon, M. A. Laskar, A.

Islam, A. W. Mohammad, and N. L. Yong, “Use of

2-hydroxy-3-methoxybenzaldehyde functionalized

amberlite xad-16 for preconcentration and

determination of trace metal ions by flame atomic

absorption spectrometry,” Der Pharma Chem., vol.

5, no. 1, pp. 12–23, 2013.

13

İ. TEĞİN/APJES 5-2 (2017) 01-14

[28] M. J. Marqués, A. Morales-Rubio, A.

Salvador, and M. De la Guardia, “Chromium

speciation using activated alumina microcolumns

and sequential injection analysis-flame atomic

absorption spectrometry,” Talanta, vol. 53, no. 6, pp.

1229–1239, 2001.

[29] A. Islam, A. Ahmad, M. A. Laskar, J. A.

Siddique, M. A. Laskar, R. Kumar, S. H. Mohd-

Setapar, A. Khatoon, R. A. Shiekh, A. Islam, M. A.

Laskar, A. Ahmad, A. Khatoon, M. A. Laskar, A.

Islam, A. W. Mohammad, and N. L. Yong,

“Newgeneration AmberliteXADresin for the

removal of metal ions: A review,” J. Appl. Polym.

Sci., vol. 5, no. 1, pp. 12–23, 2013.

[30] D. Kara, “Evaluation of trace metal

concentrations in some herbs and herbal teas by

principal component analysis,” Food Chem., vol.

114, no. 1, pp. 347–354, 2009.

[31] M. Soylak and N. D. Erdogan, “Copper(II)-

rubeanic acid coprecipitation system for separation-

preconcentration of trace metal ions in

environmental samples for their flame atomic

absorption spectrometric determinations,” J.

Hazard. Mater., vol. 137, no. 2, pp. 1035–1041,

2006.

[32] C. Karadaş and D. Kara, “On-line

preconcentration and determination of trace

elements in waters and reference cereal materials by

flow injection - FAAS using newly synthesized 8-

hydroxy-2-quinoline carboxaldehyde functionalized

Amberlite XAD-4,” J. Food Compos. Anal., vol. 32,

no. 1, pp. 90–98, 2013.

[33] R. G. Pellerano, M. A. Uñates, M. A.

Cantarelli, J. M. Camiña, and E. J. Marchevsky,

“Analysis of trace elements in multifloral Argentine

honeys and their classification according to

provenance,” Food Chem., vol. 134, no. 1, pp. 578–

582, 2012.

[34] Ş. Tokalıoğlu, “Determination of trace

elements in commonly consumed medicinal herbs

by ICP-MS and multivariate analysis,” Food Chem.,

vol. 134, no. 4, pp. 2504–2508, 2012.

[35] M. Alan, D. Kara, and A. Fisher,

“Preconcentration of Heavy Metals and Matrix

Elimination using Silica Gel Chemically Modified

with 2,3-Dihydroxybenzaldehyde,” Sep. Sci.

Technol., vol. 42, no. 4, pp. 879–895, 2007.

[36] I. Rodushkin and T. Ruth, “Determination of

Trace Metals in Estuarine and Sea-water Reference

Materials by High Resolution Inductively Coupled

Plasma Mass Spectrometry,” J. Anal. At. Spectrom.,

vol. 12, no. 10, pp. 1181–1185, 1997.

[37] I. Dolak, I. Tegin, R. Guzel, and R.

Ziyadanogullari, “Removal and preconcentration of

Pb(II), Cr(III), Cr(VI) from the aqueous solution and

speciation of Cr(III)-Cr(VI) by using functionalized

Amberlite XAD-16 resin with

dithioethylenediamine,” Asian J. Chem., vol. 22, no.

8, 2010.

[38] I. Dolak, I. Tegin, R. Guzel, and R.

Ziyadanogullari, “Synthesis and preconcentration of

Amberlite XAD-4 resin modified by

dithioethylenediamine,” Asian J. Chem., vol. 21, no.

1, 2009.

[39] A. Islam, M. A. Laskar, and A. Ahmad,

“Preconcentration of metal ions through chelation

on a synthesized resin containing O, O donor atoms

for quantitative analysis of environmental and

biological samples,” vol. 185, pp. 2691–2704, 2013.

[40] S. Saraçoğlu, “Chromosorb-102 Reçinesi

Kullanılarak Katı Faz Özütleme Yöntemiyle Eser

Elementlerin Zenginleştirilmesi ve AAS ile Tayini,”

Erciyes Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2001.

[41] V. Okumuş, S. Özdemir, E. Kılınç, A. Dündar,

U. Yüksel, and Z. Baysal, “Preconcentration with

Bacillus subtilis –Immobilized Amberlite XAD-16:

Determination of Cu 2+ and Ni 2+ in River, Soil, and

Vegetable Samples,” Bioremediat. J., vol. 19, no. 1,

pp. 47–55, 2015.

[42] G. O. El-Sayed, H. a. Dessouki, and S. S.

Ibrahiem, “Removal of Zn(II), Cd(II) and Mn(II)

From Aqueous Solutıons By Adsorptıon on Maıze

Stalks,” Malaysian J. Anal. Sci., vol. 15, no. 1, pp.

8–21, 2011.

[43] R. Onat, “Anoxybacillus sp.SO_B1 Bakterisi

İle Modifiye Edilmiş Amberlit XAD-16 Reçinesi

Kullanılarak ve Pb(II)’nin Biyosorpsiyonu,

Önderiştirilmesi ve AAS ile Tayini,” Dicle

Üniversitesi, Türkiye, 2011.

[44] A. Valdés García, M. Ramos Santonja, A. B.

Sanahuja, and M. Del Carmen Garrigós Selva,

“Characterization and degradation characteristics of

poly(ε-caprolactone)-based composites reinforced

with almond skin residues,” Polym. Degrad. Stab.,

vol. 108, pp. 269–279, 2014.

[45] M. Soylak and Erciyes Üniversitesi, “Off-Line

ve On-Line Katı Faz Özütleme Zenginleştirme

Yöntemleri,” 2007.

[46] H. Bağ, “Sepiolit kullanılarak bazı eser

elementlerin zenginleştirme şartlarının araştırılması

ve alevli atomik absorpsiyon spektroskopisi ile

tayinleri,” Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,

1195.

[47] M. Soylak and M. Tuzen, “Coprecipitation of

gold(III), palladium(II) and lead(II) for their flame

atomic absorption spectrometric determinations,” J.

Hazard. Mater., vol. 152, no. 2, pp. 656–661, 2008.

[48] K. O. Saygi, M. Tuzen, M. Soylak, and L. Elci,

“Chromium speciation by solid phase extraction on

Dowex M 4195 chelating resin and determination by

atomic absorption spectrometry,” J. Hazard. Mater.,

vol. 153, no. 3, pp. 1009–1014, 2008.

14

A.S.E. YAY/APJES 5-2 (2017) 15-21

*Sorumlu Yazar: 1Sakarya Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Çevre Mühendisliği Bölümü, 54187, Sakarya,

Türkiye, E-mail: [email protected] Tel: +90 (264) 295 5465

Doi: 10.21541/apjes.29212

Kesikli (Kısmi) Aerobik, Hibrit ve Anaerobik Arıtma Yöntemlerinin Atık

Yönetiminde Kullanılması

1Pınar Toptas, *1Aliye Suna Erses Yay

1Sakarya Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Çevre Mühendisliği Bölümü, 54187, Sakarya, Türkiye

Geliş Tarihi: 2017-02-14 Kabul Tarihi: 2017-06-30

Öz

Bu çalışmanın amacı kesikli-aerobik, anaerobik ve hibrit (anaerobik-aerobik) sistemleri kullanarak atık

stabilizasyonunu incelemektir. Bu sebeple laboratuar koşullarında 3 adet reaktör kurulmuş ve reaktörler Sakarya’nın

kentsel katı atık kompozisyonu ile doldurulmuştur. Sızıntı suyu ilavesi ile reaktörler biyoreaktör olarak işletilmiştir.

pH, alkalinite, ORP, KOİ, BOİ ve NH4 parametreleri deney süresince izlenmiştir. Bu çalışma sonunda kısmi

havalandırmanın atık stabilizasyonunu arttırdığı, kirleticileri azaltığı gözlenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Kesikli (kısmi) havalandırmalı, hibrit (melez) biyoreaktör, havalandırmasız biyoreaktör, düzenli

depolama

Use of Intermittent (Partial) Aerobic, Hybrid and Anaerobic Treatment

Methods in Waste Management

1Pınar Toptas, *1Aliye Suna Erses Yay

1Sakarya University, Faculty of Engineering, Department of Environmental Engineering, 54187, Sakarya, Turkey

Received date: 2017-02-14 Accepted date: 2017-06-30

Abstract

The aim of this study is to investigate waste stabilization using semi-aerobic, anaerobic and hybrid systems. For this

reason, 3 reactors were constructed in the laboratory conditions and loaded with the municipal solid waste

composition of Sakarya. Reactors were operated as bioreactor concept by recirculation of leachate. pH, alkalinity,

ORP, BOD, COD and NH4 parameters were monitored during the experimental period. This research indicated that

semi aerated conditions increase the waste stabilization and decrease the pollutants in leachate.

Keywords: Semi-aeration, hybrid bioreactor, anaerobic bioreactor, landfilling

1. Giriş

Katı atıkların bertarafı yüzyıllardır süregelen en

büyük çevresel sorunlardandır. Gelişen teknoloji ve

nüfusun artması ile üretilen katı atık miktarı da

artacağından bu sorun ciddi boyutlara taşınması

beklenmektedir. Katı atıkların depolanması ise bilinen

en eski bertaraf yöntemlerindendir. Düzenli depolama

gerek diğer yöntemlere göre ekonomik oluşu gerekse

diğer tüm bertaraf şekillerinin sonucunda kalan nihai

(kül, çamur vs) atıklarında yok edilmesi için

kullanılan bir yöntem oluşu sebebiyle geçerliliğini

daha uzun yıllar koruyacak gibi görünmektedir.

Ancak depo sahasında anaerobik ayrışma çok yavaş

olup, yıllarca sürmekte ve sonucunda senelerce

oluşan sızıntı suyu ve depo gazı insan sağlığı ve çevre

için olumsuz etkiler yaratmaktadır. Atık ayrışması

stabil oluncaya dek depo sahalarının kontrol altında

tutulması gerekmektedir. Tüm bu sebepler göz

önünde bulundurulduğunda geliştirilmeye ve

iyileşmeye açık bir bertaraf yöntemidir [1,2,3].

Atıkların ayrışmasına yardımcı olmak için geliştirilen

yöntemler ise atıkların parçalanması ve sıkıştırılması,

arıtma çamuru, tampon ya da enzim eklenmesi,

aerobik ayrışmanın oluşmasının sağlanması ve sızıntı

suyunun geri devrettirilmesidir [1,4,5]. Bu

A.S.E. YAY/APJES 5-2 (2017) 15-21

yöntemlerden sızıntı suyunun geri devrettirilmesiyle

düzenli depolama alanlarının biyoreaktör olarak

işletilerek atıkların nem muhtevasının arttırılması ve

buna bağlı olarak atık ayrışmasının arttırılması

üzerine çalışmalar yapılmaktadır [3]. Üzerinde çok

durulan diğer bir yöntem aerobik depolamayla

sahadaki atıkların ayrışması oldukça hızlı olmaktadır

ve oluşan depo gazı ile sızıntı suyunun miktarı bu

sayede azalmaktadır [1].

Bu çalışma kapsamında katı atık depolama

sahalarında ayrışmanın daha kısa sürede ve etkin

bertarafı için havalı ayrışmaya alternatif olarak

ekonomik olacağı düşünülen kesikli havalandırma ve

hibrit (melez) yöntemleri araştırılmıştır.

2. Malzeme ve Yöntemler

2.1. Reaktörlerin Kurulması

Araştırma için 50 cm yükseklik, 30 cm çap ve 35

L’lik hacimde pleksi glass malzemeden yapılmış 3

adet reaktör kurulmuştur. Çalışmada kullanılan

reaktörlerin tasarımı Şekil 1’de verilmiştir. Hava

verilerek işletilen reaktörlerin içlerine, verilen

havanın homojen bir şekilde dağılması amacı ile bakır

malzemeden yapılmış spiral delikli havalandırma

boruları yerleştirilmiştir. Ayrışma takibi ve

mikrobiyal aktivitenin devamlılığı için sıcaklık

önemli bir faktör olduğundan reaktörler 32 ile 35oC

sıcaklık aralığında işletilmiştir. Şekil 1’ de görüldüğü

gibi reaktörlerin üst kısmında 3 çıkış vardır.

Bunlardan birincisi sıcaklık ölçmek için, ikincisi

sızıntı suyunu geri devrettirmek ve düşen yağmur

suyunu temsil eden saf suyu haftalık olarak eklemek

için ve üçüncüsü ise ıslak gaz metreye bağlanarak

günlük gaz çıkışı ölçmek ve gaz ölçüm cihazıyla

oluşan gazın konsantrasyonunu belirlemek için

kullanılmıştır. Reaktörlerin alt kısmında ise 2 çıkış

vardır. Biri sızıntı suyu numunesi ve geri devir için,

diğeri ise reaktör içlerinde bulunan havalandırma

borularına havayı ileten hava pompasına ve

debimetreye bağlamak için kullanılmıştır.

2.2. Reaktörlerin Atıkla Yüklenmesi

Katı atıklar, reaktörlerin işletilmesi sürecinde daha

hızlı ayrışması ve reaktörlere daha homojen bir

şekilde konulabilmesi için küçük parçalara ayrılarak 5

kg olarak reaktörlere yüklenmiştir. Oluşturulan atık

karışımı (ağırlıkça % 44.7 organik (park bahçe ve

mutfak), %11 kağıt, % 0.8 metal, % 3,6 cam, %13,4

plastik, % 12,1 tekstil, %13,5 diğer (kül, toz, karışık)

ve % 0.9 yanamayan) Sakarya İli Belediye atık

karakterizasyonuna göre hesaplanarak hazırlanmıştır.

Şekil 1. Araştırmada kullanılan reaktörlerin tasarımı

2.3. Reaktörlerin İşletilmesi

Reaktörler anaerobik (havasız), hibrit (havasız-havalı)

ve kesikli aerobik (kısmi havalı) olarak işletilmiştir.

Düzenli olarak hava verilen reaktörlerin

havalandırılması akvaryum pompası ile sağlanmış ve

debi metre ile bu hava sabitlenmiştir.

16

A.S.E. YAY/APJES 5-2 (2017) 15-21

Tablo 1’de görüldüğü gibi kesikli reaktöre verilen

hava miktarı 1 dakika için 0,07 L-kg/dak iken hibrit

reaktör önce anaerobik şartlarda işletilmiş, daha sonra

ise aerobik koşullara çevrilmiştir. Aerobik koşullara

çevrildikten sonra zaman içerisinde günde 1 dakika

ile 24 saat arasında değişen 0.07L-kg hava reaktörlere

verilmiştir.

Tüm reaktörler literatürde bulunan çalışmalara ve

çalışılan çöp miktarına bağlı olarak belirlenen 1000

mL/hafta olarak sızıntı suyu geri devirli olarak

işletilmiştir [6]. Ayrıca her hafta reaktörlere ortalama

yıllık yağış miktarına göre (70 mm/yıl) karşılık gelen

200 mL saf su eklenmiştir.

A.S.E. YAY/APJES 5-2 (2017) 15-21

Tablo 1. Reaktörlerin İşletilmesi

Reaktör İşletme süresi ve

prosesleri Verilen Hava Miktarı

(L-kg/dak) Havalandırma Süresi

Anaerobik 1004 gün havasız - -

Hibrit (anaerobik-aerobik) 541 gün havasız-

463 gün havalı 0,07 1dak/gün -24 saat/gün(542.

günden itibaren)

Kesikli Aerobik 245 gün kısmi havalı 0,07 60 dak/gün

2.4. Yapılan Analizler ve Yöntem

pH, alkalinite, yükseltgenme indirgenme potansiyeli

(ORP), kimyasal oksijen ihtiyacı (KOİ), biyokimyasal

oksijen ihtiyacı (BOİ), amonyum (NH4) çalışma

boyunca yapılan sızıntı suyu analizleridir. Analizler

standart metotlara [7] göre yapılmıştır.

3. Bulgular ve Tartışma

Çalışma boyunca sızıntı suyunda yapılan pH ve

alkalinite analiz sonuçları Şekil 2’de gösterilmiştir.

Reaktör boyutuna bağlı olarak atık miktarının az

olması sebebiyle ayrışmanın başlangıcında görülmesi

beklenen nötralize olma durumu gözlenemeden pH

değerleri doğrudan düşüşe geçmiştir. pH değeri,

anaerobik ve hibrit reaktörlerde ilk 65 gün azalırken

65. günden sonra yavaş bir yükselme eğilimi

göstermiştir. Hibrit ve anaerobik reaktörlerde metan

üretimini hızlandırarak pH’ı yükseltmek için

çalışmanın 314. gününden sonra reaktörlere alkalinite

eklenmiştir. İlk olarak 20 ml/gün şeklinde 3g/L

NaHCO3 eklenmiş [8] ve eklenen alkalinite yeterli

gelmediği için NaHCO3 konsantrasyonu 6g/L olarak

arttırılmıştır. Ancak alkaline ilavesinin ilk gününde

itibaren geçen 20 günde istenilen pH değerleri

görülememiştir. Metan üretiminin henüz

gözlenememesi pH yükselmesine karşı görülen direnç

reaktörlerde yağ asitlerinin birikiminin sebep

olabileceği düşünülmüştür. Aynı zamanda bu

reaktörlerde alkalinite sonuçlarına bakıldığında

alkalinitenin çok değişiklik göstermemesi pH’ı

yükseltmede yetersiz kalındığının göstergesidir.

Anaerobik ve hibrit reaktörlere yapılan müdahalelere

rağmen pH’ın yükselmeye karşı direnç göstermesi ve

hatta düşmesi sebebiyle 363. günden sonra tekrar

alkalinite ilavesi olmuştur. Başta eklenen alkalinite

konstantrasyonun varolan organik asitleri

tamponlamaya yetersiz kaldığı düşünülmüş ve bu

yüzden eklenen NaHCO3 konsatrasyonu 60g/L

seçilmiştir. Alkalinite, geri devir esnasında sızıntı

suyu ile karıştırılarak pH 7-7,5 ayarı yapılarak

eklenmiştir. Bu alkalinite ilaveleri ile pH değerleri her

iki reaktörde de 6,5 ile 7,11 arasında değiştiği

görülmüştür. Ancak hala metan üretimi

gerçekleşmediğinden anaerobik ve hibrit reaktörlerde

metan üretmeye yarayan bakteri miktarının yetersiz

olduğu düşünülerek reaktörlere çalışmanın 511. ve

654. günlerinde sırasıyla 100 ve 500 mL olacak

şekilde bir tesisten alınan anaerobik çamur

eklenmiştir. Anaerobik çamurla beraber pH yükselmiş

ancak metan eldesi olmamıştır. Buna bağlı olarak ilk

anaerobik çamur ilavesinden sonra elde edilemeyen

metan neticesinde hibrit biyoreaktöre belirlenen hava

(542.günden itibaren) günlük olarak verilmiştir.

Verilen hava sonucunda çalışma sonuna kadar Şekil

2’de görüldüğü gibi anaerobik ve hibrit biyoreaktör

arasında çok farklılık gözlenmemiştir.

Kesikli havalı reaktörde pH başlangıçta 6 civarında

iken günlük olarak verilen hava sebebiyle bu değer

25. günden sonra hızlı bir şekilde artarak 7–7,7

arasında eğilim göstermiştir. pH değerlerine bağlı

olarak alkalinitede 54.günden sonra sürekli bir düşüş

gözlenmiştir.

ORP katı atıkların kimyasal özelliği ile ilgili bilgi

verdiğinden dolayı önemli bir parametredir. Metan

üretimi fazında uygun değer aralığı -150 ile -300 mV

[9,10] ve asidojenik fazla elektron alıcı olarak NO3-

ve SO4- ‘ün indirgenmelerine bağlı olarak -50 ile -100

aralığındadır [11].

17

A.S.E. YAY/APJES 5-2 (2017) 15-21

Şekil 2. pH ve Alkalinite Analiz Sonuçları

Şekil 3. ORP Analiz Sonuçları

Şekil 3’deki ORP sonuçlarına göre kesikli (kısmi)

aerobik biyoreaktörün, hibrit (melez) ve anaerobik

biyoreaktörlere göre verilen hava neticesinde atıkların

ayrışması daha hızlı olduğundan daha düşük

değerlerdedir. Ayrıca verilen hava reaktörün üst

kısımlarında daha etkili olacağından reaktör

tabanında biriken sızıntı suyunda anaerobik koşullar

oluşabilir ve bu durumda sızıntı suyu içinde H2S

miktarı yüksek olur. H2S miktarının yüksek olması

ORP değerlerinin düşük olmasına neden olabilir.

Anaerobik ve hibrit biyoreaktörü incelendiğinde ORP

değerleri genellikle 0 ile -100 aralığındadır.

Alkalinite ilavesi ya da anaerobik çamur ilavesi

olduğu süreçlerde artan eğilim, bu ilaveler bitiminden

sonraki geçen süreçte yine azalan eğilim görülmüştür.

Alkalinite ve anaerobik çamur ilavesi yapılan zaman

diliminde genel olarak -50 ile -100 arasında değişim

görülmüştür. Ayrıca hibrit reaktöre verilen havanın

etkisiyle 620.günden sonra hibrit, anaerobik

reaktörden ayrılarak biraz daha az değerlere sahip

olmuştur. Bu süreçte anaerobik reaktör genellikle -50

ile -100 aralığında iken hibrit reaktör 0 ile -60

arasında bir eğilim göstermiştir.

Organik maddenin ayrışmasının göstergesi olan

sızıntı suyundaki BOİ sonuçları Şekil 4’de

gösterilmiştir. Anaerobik ve hibrit reaktörde

çalışmanın 6.gününde yapılan analiz sonucuna göre

sırasıyla 7530 mg/L ve 6000 mg/L olarak

görülmektedir. Anaerobik ve hibrit reaktörde en

yüksek BOİ değeri çalışmanın 61.gününde görülmüş

ve ardından hızlı bir azalma eğilimi görülmüş ve bu

azalma 300.günden sonra yavaşlamıştır. Ayrıca

alkalinite anaerobik çamur ilaveleri ile ufak bir artma

azalma eğilimleri grafikten görülmektedir. Hibrit

reaktöre sonradan verilen hava neticesinde anaerobik

reaktöre kıyasla çok net farklılıklar olmamıştır.

Çalışma sonunda sızıntı suyunda hesaplanan BOİ

1

2

3

4

5

6

7

8

9

0

1000

2000

3000

4000

5000

6000

7000

8000

0 200 400 600 800 1000 1200

Alk

ali

nit

e(m

g/L

)

Günler

AnR Alk HR Alk KR Alk AnR pH HR pH KR pH

pH

-600

-500

-400

-300

-200

-100

0

100

200

0 200 400 600 800 1000

OR

P (

mV

)

Günler

AnR

HR

KR

18

A.S.E. YAY/APJES 5-2 (2017) 15-21

değerleri anaerobik ve hibrit reaktörlerde sırasıyla

3015 mg/L ve 1546 mg/L dir. Kesikli reaktörde ise

sisteme verilen hava miktarının ve süresinin az

olmasına karşın hızlı bir düşüş olmuştur. Kesikli

havalı reaktörde 6.günde ölçülen BOİ5 değeri 2800

mg/L dir ve en yüksek BOİ5 seviyesine 27.günde

11070 mg/L ye ulaşmıştır. 27.günden sonra ani bir

şekilde düşmüş ve 245.gün sonunda 20 mg/L olarak

ölçülmüştür.

Şekil 4. BOİ Analiz Sonuçları

Reaktörlerde başlangıç KOİ değerleri yaklaşık 10000

mg/L dir. Organik maddelerin ayrışmasıyla KOİ

değerleri, anaerobik ve hibrit reaktörlerde 74.günden

sonra yaklaşık 45000 mg/L ye kadar yükselmiştir.

114.günden sonra KOİ konsantrasyonları azalmaya

başlamıştır ancak 370.günden sonra çok yavaş bir

azalma görülmüştür. Bu durum metan üreten

bakterilerin yetersiz olması anlamına gelebilir. Hibrit

reaktöre hava verilmesiyle 665.günden sonra

anaerobik reaktöre göre biraz daha hızlı düşüş

görülmektedir ve çalışma sonundaki anaerobik ve

hibrit reaktörlerde KOİ konsantrasyonları sırasıyla

6655 mg/L ve 3480 mg/L dir. Kesikli reaktörde ise ilk

38 gün KOİ konsantrasyonlarında yükselme görülmüş

ve en yüksek değer 29800 mg/L olarak ölçülmüştür.

38.günden itibaren hızlı bir düşüş olmuştur. 245 gün

boyunca çalıştırılan kesikli reaktörde çalışma sonunda

ölçülmüş olan KOİ konsantrasyonu 396 mg/L dir.

Buradan sisteme verilen oksijenin daha hızlı

ayrıştırma etkisinin olduğu görülmektedir.

Diğer yandan BOİ/KOİ oranlarına bakılacak

olunursa, anaerobik ve hibrit reaktörde BOİ/KOİ

oranı genel olarak 0,4’in üstünde seyretmiştir. Kesikli

havalı reaktörün ise en yüksek değeri 69. günde 0,79

olarak bu günden sonra düşüşe geçmiş ve 243.günde

0,05 ile kapatılmıştır. BOİ/KOİ oranının düşmesi katı

atığın stabilizasyona yaklaştığını göstermektedir [12].

Buna bağlı olarak kesikli havalı reaktörün stabilize

olduğu sonucuna varılabilir.

Şekil 5’de görüldüğü üzere NH4 değerleri anaerobik

ve hibrit reaktörlerde aynı eğilim vardır. Reaktörlerde

atıkların ayrışmasıyla azotlu organik bileşiklerin

parçalanması sonucunda hızlı bir yükselme

görülmüştür. Anaerobik ve hibrit reaktörlerde

145.gün sonunda en yüksek değerlere ulaşılmıştır ve

kapatma değerleri sırasıyla 120 mg/L ve 44 mg/L

olarak ölçülmüştür. Kesikli (kısmi) havalı reaktörde

ise ilk 100 gün en yüksek değerlere ulaşılmış ve

238.günden sonra amonyak tespit edilememiştir. Eğer

sızıntı suyundaki amonyak konsantrasyonu artarsa

bakteriler üzerinde toksik etki gösterebilir. 200 ile

1500 mg/L aralığında iken anaerobik ayrışma

üzerinde toksik etki göstermemektedir [13]. Tüm

reaktörlere bakıldığında en yüksek değerler anaerobik

948 mg/L, hibrit 1063 mg/L ve kesikli (kısmi) havalı

reaktör 997 mg/L dir .

0

5000

10000

15000

20000

25000

30000

35000

0 200 400 600 800 1000

BO

İ 5

Günler

AnR

HR

KR

19

A.S.E. YAY/APJES 5-2 (2017) 15-21

Şekil 5. NH4 Analiz Sonuçları

4. Sonuçlar

Düzenli olarak kısmi hava verilerek işletilen

reaktörde diğer reaktörlere göre sızıntı suyu kirliliği

daha hızlı giderilmiştir. Hibrit (havasız-havalı)

reaktörde başlangıçta anaerobik reaktörle aynı

koşullar sağlanmış ve tüm değerler aynı eğilimde

olmuştur. Ancak hibrit reaktöre hava verme

aşamasından sonra anaerobik reaktöre göre az da olsa

farklılıklar gözlenmiştir. Kesikli (kısmi) havalı

reaktörde KOİ konsantrasyonu 40.günden sonra hızla

düşmüş ve diğer reaktörlere göre KOİ giderimi 4 kat

daha hızlı olmuştur. Amonyak azotu kısmi havalı

reaktörde daha hızlı artmış ve daha hızlı ve keskin

olarak azalmıştır. Yapılan çalışmaya göre uygun hava

oranı verilerek işletilen aerobik depolama alanındaki

kirlilik yükünün anaerobik olarak işletilen depolama

alanlarına göre daha hızlı azaltıldığı görülmüştür.

5. Teşekkür

Yazarlar, finansal destek sağladığı için sırasıyla 2012-

01-12-014 kodlu Sakarya Üniversitesi Bilimsel

Araştırma Projesine ve 112Y257 kodlu Tübitak

Projesine teşekkür ederler.

6. Kaynaklar

[1]Elif Sekman, “Katı Atıkların Aerobik Ayrışması

Sırasında Gerekli Olan Optimum Hava Miktarının

Belirlenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik

Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 2009.

[2]Mehmet Sinan Bilgili, “Katı Atık Düzenli Depo

Sahalarında Atıkların Aerobik ve Anaerobik

Ayrışması Üzerine Sızıntı Suyu Geri Devrinin

Etkileri”, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri

Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, 2006.

[3]Selin Top, Katı Atıkların Aerobik ve Anaerobik

Ayrışma Proseslerinin Arazi Ölçekli Test

Hücrelerinde İncelenmesi, Yıldız Teknik Üniversitesi

Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi,

İstanbul, 2009.

[4]Aliye Suna Erses, “Sustainable Solid Waste

Management and In Situ Attenuation Mechanisms in

Landfills Under Aerobic and Anaerobic Conditions”,

Doktora Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul, 2008.

[5] S. Erses, T.T. Onay ve O. Yenigün, “Comparison

of aerobic and anaerobic degradation of municipal

solid waste in bioreactor landfills”, Bioresource

Technology, 99, 5418-5426, 2008.

[6] İ. San, T. T. “Onay, Impact of various leachate

recirculation regimes on municipal solid waste

degradation”, Journal of Hazardous Materials, 87,

259-271, 2001.

[7] E.R. Rice, R.B. Baird, A.D. Eaton, L.S. Clesceri,

Standart Methods for the Examination of Water and

Wastewater, 22nd Edition, APHA-AWWA-WPCF,

USA, 2012.

[8] O. N. Ağdağ, D. T. Sponza, “Anaerobic/aerobic

treatment of municipal landfill leachate in sequential

two- stage up-flow anaerobic sludge blanket reactor

(UASB)/completely stirred tank reactor (CSTR)

systems”, Process Biochemistry, 40, 895–902, 2005.

[9] T.H. Chrıstensen, P. Kjeldsen, “Basic

Biochemical Processes in Landfills, Sanitary

Landfilling”, Process, Technology and Environmental

Impact, eds: Christensen , T.H., Cossu,R., Stegmann,

R., Academic Press, London, UK, 1989.

[10] F.G. Pohland, “Leachate Recycle as Landfill

Management Option, Journal of the Environmental

Engineering Division”, 106:1057-1069, 1980.

[11]G. Tchobanoglous, H. Theisen, S.A. Vigil,

Integrated Solid Waste Management: Engineering

0

200

400

600

800

1000

1200

0 200 400 600 800 1000 1200

NH

4 (

mg

/L)

Günler

AnR

HR

KR

20

A.S.E. YAY/APJES 5-2 (2017) 15-21

Principles and Management Issues, McGraw Hill,

Inc, USA, 1993.

[12] D.R. Reinhart ve T.G. Townsend, “Landfill

Bioreator Design & Operation”, CR HC Press Lewis

Publicity, 189pp, New York, 1998.

[13] F. G. Pohland, J. P. Gould, W. R. Esteves, and B.

J. Spiller, “Fate of Heavy Metals During Landfill

Stabilization of Solid Waste Materials With Leachate

Recycle”, EPA Project No. R-806498, Cincinnati,

Ohio, U.S.; 1987.

21

G.Ç. ÇAVDAROĞLU/APJES 5-2 (2017) 22-28

Sorumlu yazar: Koç Sistem, İstanbul, Türkiye, E mail: [email protected]

Doi: 10.21541/apjes.289448

Trafik Yoğunluk Harita Görüntülerinin Görüntü İşleme Yöntemleriyle

İşlenmesi

1G. Çiğdem Çavdaroğlu

1Koç Sistem, İstanbul

[email protected]

Geliş Tarihi: 2017-02-03 Kabul Tarihi: 2017-06-30

Öz

Bu çalışmada, “Akıllı Şehirler” konulu uluslararası bir Ar-Ge projesi olan INSIST projesi kapsamında geliştirilen,

yaygın olarak kullanılan trafik yoğunluk haritası uygulamalarından elde edilen görüntüleri işleyerek yoğunluk

verisi üreten bir yöntem sunulmaktadır. INSIST projesi, akıllı şehirlere yönelik olarak güvenlik – reklam – şehir

aydınlatması uygulamalarını barındırmayı ve bu uygulamalara veri sağlamayı adreslemektedir. Akıllı Şehirler

konusunun en önemli unsurlarından birisi olan akıllı ulaşım sistemlerinin kilit verilerinden birisi de trafik yoğunluk

verileridir. Şehirde yaşayan ve trafikte aktif olarak var olan kişilerin akıllı yöntemler ile trafik hakkında

bilgilendirilmesi, öncelikli araçlara hem en kısa hem de en uygun olan rotaların önerilmesi için trafik yoğunluk

verileri çok önemli bir veri kaynağıdır. Şehrin çeşitli konumlarına farklı kamu kurumları tarafından yerleştirilen

kameralar yardımıyla bu verinin elde edilmesi mümkündür, ancak bu hem maliyetli hem de kamera konum ve

sayılarına bağımlı olması nedeniyle sınırlı bir yöntemdir. Bu çalışmada, bu yönteme bir alternatif olarak geliştirilen

ve internet üzerinden trafik yoğunluk verilerini sunan uygulamalardan elde edilen görüntülerin işlenmesi ile trafik

yoğunluk verilerini üreten bir yöntem sunulmuştur.

Anahtar kelimeler: Akıllı şehirler, akıllı ulaşım, trafik yoğunluğu

Processing of Traffic Density Map Images Using Image Processing

Techniques

1G. Çiğdem Çavdaroğlu 1Koç System, Istanbul

[email protected]

Received date: 2017-02-03 Accepted date: 2017-06-30

Abstract

This paper presents a method which is developed in an international R&D project called INSIST on the subject

“Smart Cities”, to extract traffic density information from traffic density maps by implementing image processing

techniques. INSIST project addresses hosting security – advertisement – lighting applications developed for smart

cities and providing required data to this applications. Intelligent transport systems is a very important key feature

of smart cities. One of the key data source of intelligent transport systems is traffic density data. Traffic density

data is required for navigating active drivers in the traffic using smart methods and suggesting alternative routes

to the emergency vehicles.Although this required data can be gathered from the video cameras located at various

locations around the city, this method is very expensive and limited to the camera locations and count. This paper

presents an alternative method in order to gather traffic density data. The presented method uses the screenshots

of traffic density maps and processes them by image processing algorithms.

Keywords: Smart cities, intelligent transport, traffic density

1. Giriş

Günümüzde insan nüfusunun büyük bir çoğunluğu,

şehirlerde yaşamaktadır ve şehirleşme gün geçtikçe

artmaktadır. Şehirlerde bireyler kendi araçlarını

kullanmakta ve her gün artan trafiğe giren araç sayısı

G.Ç. ÇAVDAROĞLU/APJES 5-2 (2017) 22-28

ile trafik şehirler için önemli bir problem teşkil

etmektedir. Mevcut ulaşım altyapısı ve yönetim

yaklaşımları, birçok ülkede artık trafikle baş

edememektedir. Bu da birçok insanın trafikte

gereksiz yere zaman kaybetmesine, gereksiz yakıt

tüketimine yol açmaktadır [1].

Dünya nüfusundaki hızlı artış ile birlikte

önümüzdeki 20 yıllık zaman dilimi içerisinde

şehirlerde yaşayan kişi sayısının 2.8 milyardan 5

milyara çıkması beklenmektedir. Şehirlerin bu

durum için hazırlık yapması, mevcut altyapıların

iyileştirmeleri, kaynaklarını verimli kullanarak

yenilikçi, yönetilebilir ve entegre hizmetler

sunmaları gerekmektedir. Uluslararası çok ortaklı bir

Ar-Ge projesi olan INSIST projesinde, geleceğin

akılı şehirlerine yönelik, entegre veri ve servis

platformunun oluşturulması, çeşitli kullanım

senaryoları doğrultusunda algoritma, servis ve

uygulamaların geliştirilmesi hedeflenmektedir [2].

INSIST platformu, trafiğe ilişkin belli başlı önemli

bilgileri çeşitli kaynaklardan toplayarak, farklı

uygulamalar aracılığıyla kamu kurum ve

kuruluşlarına ve son kullanıcılara sunmayı

hedeflemektedir. Trafiğe ilişkin en önemli verilerden

birisi de trafik yoğunluk verisidir. Proje kapsamında

trafik yoğunluk verilerinin toplanması için 3 farklı

yöntem üzerine odaklanılmıştır:

1. Kameralar aracılığıyla elde edilen

görüntülerin işlenmesi ile

2. Sosyal medya kanallarından elde edilen

yorumların işlenmesi ile

3. Trafik yoğunluk haritalarına ilişkin ekran

görüntülerinin işlenmesi ile

3 farklı kaynaktan elde edilen veriler bir araya

getirilerek hizalanabilecek ve en doğru verinin

üretilmesi sağlanabilecektir. Bu çalışmada, trafik

yoğunluk haritalarının ekran görüntülerinin grüntü

işleme yöntemleri ile işlenmesi yoluyla trafik

yoğunluk verisinin elde edilmesini sağlayan yöntem

açıklanmaktadır. Sunulan yöntem, farklı trafik

yoğunluk haritalarının eş zamanlı olarak

izlenebilmesini ve görüntülerden otomatik

yöntemlerle bilgi çıkarımı yapılabilmesini

sağlayacaktır. Ayrıca harita görüntüleri içerisinden

yol objelerinin görüntü işleme yöntemleri ile elde

edilebilmesi, görüntü haline getirilmiş bir haritanın

nasıl yeniden koordinatlı bir hale getirilebileceği

hakkında fikir verecektir.

1.1. Tekniğin Bilinen Durumu

Trafik yoğunluk harita ekran görüntülerinden,

yoğunluğa göre renklendirilmiş yol verilerinin elde

edilmesine yönelik olarak literatürde bir çalışma yer

almamakla birlikte, sunulan yönem, temel amacı

açısından hava görüntülerinden yol verilerinin

görüntü işleme yöntemleri ile elde edilmesine

dayanan çalışmalara benzetilebilir.

Hava görüntülerinden, yol verilerinin elde

edilmesine yönelik olarak gerçekleştirilmiş birçok

çalışma, Bajcsy ve Tavakoli’nin çalışmasını

başlangıç noktası olarak almaktadır [3]. Bu çalışma,

görüntü içerisinde yer alan kenar ya da diğer temel

bileşenlerin elde edilmesi, elde edilen bileşenlerin

gruplanması ve sonuç yol ağının elde edilmesini

sağlayan eleme tekniklerinin uygulanması

aşamalarını içermektedir. Laptev ve arkadaşları

tarafından geliştirilen yöntemde, yol ağı önce kabaca

bulunur, ardından gerçek yol ağının elde edilmesi

amacıyla şerit yılan (ribbon snake) modeli uygulanır

[4]. Mena ve Malpica tarafından geliştirilen

yöntemde, öncelikle segmentasyon yapılır, ardından

iskelet çıkarımı uygulanmaktadır [5]. Bir diğer

strateji de otomatik olarak elde edilen başlangıç

noktalarından ya da bir uzman desteği ile işaretlenen

başlangıç noktalarından başlamak suretiyle yolların

izlenmesine dayanmaktadır [6, 7]. Hava

fotoğraflarından yol verilerinin elde edilmesi

konusunda temel olarak kabul edilen bir diğer

çalışma da Boggess tarafından sunulmuştur [8].

Boggess’in çalışmasında, hava fotoğrafı içerisinde

yer alan 5x5 boyutundaki piksel kümeleri, bir yapay

sinir ağına sokularak yol / yol değil olarak

işaretlenmektedir. Izleyen yıllarda, yapay sinir

ağının kullanımıyla yol verisi elde edilen başka

yöntemler de geliştirilmiştir [9, 10]. 9x9’luk piksel

kümeleri üzerinde çalışan bu yöntemler, Boggess’in

çalışmasında elde edilen sonucu geliştirmemiştir ve

çok küçük boyutta bir veri seti üzerinde test

edilmiştir. Dollar ve arkadaşları tarafından

geliştirilen yöntemde, nesnelerin sınırlarının

öğrenilmesine ilişkin genel bir mantık kullanılmıştır

[11]. Bu yöntemde, her pikseli kapsayan büyük bir

alanda, önceden tanımlanmış onbinlerce detayın

araması yapılmaktadır. Tahminleme noktasında

olasılık ağacı kullanılmıştır. Ancak çalışma üç örnek

resim üzerinde çalıştırılmış ve prototip düzeyde

kalmıştır. Yol yakalama algoritmalarında, daha iyi

sonuçlar elde edilmesi için, genellikle, yol ağının

yapısı hakkında bir ön bilgi edinilmesini sağlayan

aktif kontür modelleri kullanılmaktadır [4, 12].

2. Metot

2.1. Trafik Yoğunluk Haritalarının Görüntü

İşleme Yöntemleri ile İşlenmesi

Bu çalışmada pilot bölge olarak İstanbul şehri

seçilmiştir. Proje kapsamında geliştirilen platformun

temeline yerleştirilmesi gereken harita verisinin (bu

çalışma için İstanbul’a ilişkin coğrafi veri) üretilmesi

için açık kaynak kodlu harita uygulaması olan

OpenStreetMap [13] kullanılmıştır. Trafik yoğunluk

23

G.Ç. ÇAVDAROĞLU/APJES 5-2 (2017) 22-28

haritaları, trafik yoğunluklarını önceden belirlenmiş

bir renk skalası kullanarak görselleştirirler. Yaygın

olarak kullanılan ve İnternet üzerinden sunulan bu

uygulamalara örnek olarak Yandex, Google Maps,

İBB Trafik verilebilir. Trafik yoğunluk harita

uygulamalarından, belirli bir bölgeye özel olarak,

ekran görüntüsü alınarak belirli frekanslarda trafik

yoğunluk haritası görüntülerinin elde edilmesi

mümkündür. Bu çalışmada Google Maps

uygulamasının trafik yoğunluk haritaları baz

alınmıştır. Google Maps yoğunluk haritası üzerinde

yer alan renkler, yol üzerinde trafik akışına işaret

etmektedir. Anlamları ise şu şekildedir:

Yeşil: Akıcı

Turuncu: Orta miktarda trafik

Kırmızı: Yoğun (Kırmızı tonu koyulaştıkça,

akış daha da yavaşlamaktadır.)

Görüntü işleme yöntemleri kullanılarak, Google

Maps’a ilişkin renk skalası ve uygulama özelinde

takip edilen kurallar gözetilerek yoğunluk

resimlerinden renk ve yol bilgilerinin çekilmesi ve

anlamlandırılması kurgulanmıştır. Görüntü

içerisinden yakalanan yol verilerinin harita üzerinde

konumlandırılabilmesi için (gerçekte hangi yola ait

olduğunu bulabilmek için) resim verisi ile harita

arasında bir ilişki kurulması gerekli olmuştur. Bu

yöntem ile yoğunluk verisinin elde edilebilmesi için

yapılması gerekli olan işlemler şöyle listelenebilir:

Resim verisinin harita verisi ile eşleştirilmesi

Resim verisinin görüntü işleme yöntemleri ile

işlenmesi sonucunda yoğunluk renklerinin

belirlenmesi

Resim verisinin görüntü işleme yöntemleri ile

işlenmesi sonucunda yoğunluk renklerine

ilişkin yol verilerinin belirlenmesi

Resim verisi üzerinden elde edilen yol

verilerinin, harita üzerindeki karşılıklarının

bulunması

2.2. Görüntünün Haritaya Çevrilmesi

Bu adım, “resmin sayısallaştırılması” olarak da

isimlendirilebilir. Sayısallaştırma işlemi,

fotogrametrik yöntemlerle elde edilen raster

verilerin CAD uygulamaları içerisinde görsel olarak

sunulması, bu görsel üzerinden CAD araçları ile

coğrafi bileşenlerin bir operatör tarafından sayısal

ortama çizilmesi ile yapılan bir işlemdir. Resim

sayısallaştırmanın otomatik hale getirilebilmesi için

görüntü içerisinde kalan coğrafi verilerin konum

bilgileri ile eşleştirilmesi gerekmektedir.

Görüntünün dört köşesine (üst sol, üst sağ, alt sol ,

alt sağ) ilişkin konum bilgilerinin elde edilmesi,

görüntü genişlik – uzunluk bilgilerinin resim meta

verilerinden alınması ile piksel bazında her nokta

için karşılık gelen konum verilerinin hesaplanması

mümkündür. Genişlik değerine karşılık gelen gerçek

dünya metre verisi ile görüntünün genişlik piksel

uzunluk değerinin kullanımıyla, her bir piksel için

piksel genişliği bazındaki gerçek dünya değeri metre

ve kilometre cinsinden hesaplanmıştır. Aynı şekilde

uzunluk değerleri de kullanılarak her bir piksel için

piksel uzunluğu bazındaki gerçek dünya değeri

metre ve kilometre cinsinden hesaplanmıştır. Bu

değerlerin kullanımıyla elde edilen formülasyon

kullanılarak, her bir piksel için o piksele karşılık

gelen gerçek dünya koordinat verileri

hesaplanmıştır. Formülasyonların oluşturulması

aşamasında, iki gerçek dünya koordinatı arasındaki

gerçek mesafenin hesaplanması için Haversine

formülü [14] kullanılmıştır.

Şekil 1. Trafik Yoğunluk Harita Görüntüsünün Sayısallaştırılması

24

G.Ç. ÇAVDAROĞLU/APJES 5-2 (2017) 22-28

İki gerçek dünya koordinatı arasındaki gerçek

mesafe değerini hesaplamak için kullanılan

Haversine formülü denklem 1’de görülmektedir.

𝑎 = 𝑠𝑖𝑛2(∆𝜑/2) + cos 𝜑1. 𝑐𝑜𝑠𝜑2. 𝑠𝑖𝑛2 (∆λ

2)

𝑐 = 2 . 𝑎𝑡𝑎𝑛2(√𝑎, √(1 − 𝑎))

𝑑 = 𝑅 . 𝑐

Denklem 1. Haversine Formülü: φ enlem, λ boylam,

R dünyanın yarıçapı (ortlama 6,371km)

2.3. Görüntü İçerisinde Yer Alan Yoğunluk

Renkli Yolların Elde Edilmesi

Trafik yoğunluk harita görüntüsü içerisinde

yoğunluğu belirtilen yolların görüntü

koordinatlarının elde edilmesi için Google Maps

tarafından kullanılan renk skalası dikkate alınmıştır.

Google Maps trafik yoğunluk haritasında yer alan

yollar yeşil, turuncu ve kırmızı renkler ile

gösterilmektedir. Görüntü içerisinde bu renklere

ilişkin birbirini takip eden ve süreklilik gösteren

bileşenler Hough dönüşümü [15] kullanılarak

yakalanmıştır. Şekil 2’de örnek bir Google Maps

trafik yoğunluk haritası ve yoğunluğuna göre

renklendirilmiş yollar görülmektedir.

Şekil 2. Trafik Yoğunluk Haritası ve Yoğunluğuna Göre Renklendirilmiş Yollar

Bu veri üzerinde yapılan işlemler sonucu elde edilen

sonuçlar şekil 4’te gösterilmiştir. Google Maps’te

kırmızı ile gösterilen yoğun yollar resimde siyah ile,

turuncu ile gösterilen orta yoğunlunlukta yollar

resimde mavi ile, yeşil ile gösterilen akıcı yollar ise

resimde sarı ile gösterilmiştir. Şekil 3’te sol tarafta

pilot bölgenin Google Maps görüntüsü, sağ tarafta

geliştirilen yöntemin uygulanması sonucu elde

edilen yolların görüntüsü görülmektedir.

Şekil 3. Pilot Bölge - Google Maps Görüntüsü ve İşlenme Sonrası Görüntü

25

G.Ç. ÇAVDAROĞLU/APJES 5-2 (2017) 22-28

2.4. 2B Yol Verisinin Harita Koordinatlı Yol Verisi

İle İlişkilendirilmesi

Renk skalası baz alınarak harita görüntüsü içerisinde

bulunan yol verileri, görüntü koordinatları ile

birlikte bulunmaktadır. Elde edilen veri, görüntü

içerisinde yer alan çizgilerin görüntü koordinatları

bilinen noktaların birleşmesi ile elde edilen çizgi ve

çoklu çizgilerdir. Harita görüntüsünün

sayısallaştırılması sırasında, her bir piksel için

gerçek dünya uzunluğu ve yüksekliği verileri elde

edilmiştir. Bu değerler kullanılarak elde edilen

dönüşüm formülasyonu kullanılarak bu çizgileri

oluşturan noktaların görüntü koordinatları gerçek

dünya koordinatlarına dönüştürülmüş ve elde edilen

yolların gerçek dünya koordinatlarından oluşan bir

sonuç seti elde edilmiştir.

2.5. Bulgular

Renk skalası bazında geliştirilen algoritma, skalada

yer alan renklerin ayırt edici nitelikte olmalarına

bağlı olarak başarılı sonuç üretmiştir. Harita uygun

ölçekte gösterildiğinde elde edilen ekran

görüntülerinde yer alan yoğunluk renklerinin

ayrımında bir hata gözlenmemiştir. Ancak yol adı ve

diğer coğrafi detaylara ilişkin yazı bilgilerinin yer

aldığı sembolizasyon nesneleri, algoritmanın

çalışmasında problem oluşturmuştur. Renk skalasına

baz almasının yanı sıra, algoritmanın dikkat ettiği bir

diğer kriter de, skalaya uygun olarak bulunan

bölgenin devam eder nitelikte bir geometrik nesneye

ilişkin olmasıdır. Bahsi geçen sembolizasyon

nesnelerinin, bulunan geometrik nesnelerin

sürekliliğini bozması nedeniyle algoritmada

problemler yaşanmıştır. Şekil 4’te hataya yol açan

bölgeler dikdörtgen içerisine alınarak belirtilmiştir.

Şekil 4. Hatalar

Şekil 5. Görüntü Ön İşleme: Yazı Sembolizasyonlarının Silinmesi

26

G.Ç. ÇAVDAROĞLU/APJES 5-2 (2017) 22-28

Probleme neden olan sembolizasyon nesnelerinin bir

ön işleme ile görüntüden silinmesi ve diğer işlemlere

bu adımdan sonra devam edilmesi ile işlemin

doğruluğu artırılmıştır. Yol verileri bulunmasından

önce, harita üzerinde yer alan yazı bileşenleri

kaldırılarak yol bileşenleri sürekli bir şekilde

bulunabilmiştir. Şekil 5’te bu işlem adımları ve elde

edilen sonuç görülmektedir. Ön işleme sonrasında

yol nesnelerinin bulunmasına ilişkin sonuçlar şekil

6’da görülmektedir:

Şekil 6. Ön İşleme Sonrası Yol Nesnelerinin Elde Edilmesi Sonuç Akışı

Yönteme ilişkin akış diyagramı Şekil 7'de verilmiştir:

Şekil 7. Akış Diyagramı

3. Sonuç

Sunulan yöntem, bir sistemi, tek başına trafik

yoğunluk verisi ile besleme yöntemi olarak

düşünülmemelidir. Aksine, yoğunluk verisini üreten

ya da elde edilen yöntemlere alternatif bir yöntem

olarak ele alınmalıdır. Yöntemin, literatürde yer alan

diğer yöntemlerle karşılaştırmalı sonuçları aşağıda

farklı başlıklar altında açıklanmıştır.

3.1. Veri Kaynağı ve Yöntem Alt Yapısı

Açısından Karşılaştırma

Yoğunluk verilerinin elde edilmesi için şüphesiz ki

27

G.Ç. ÇAVDAROĞLU/APJES 5-2 (2017) 22-28

en iyi yöntem, karayollarını görüntüleyen kameralar

ile elde edilen görüntülerin işlenmesidir. Ancak bu

yöntem şehir içerisinde birçok farklı konuma bir

donanım birimi yerleştirmesini gerektirir. Bu da

maliyetli bir süreçtir. Yeni nesil uygulamalardan

birisi olan Yandex uygulaması ise yoğunluk

verilerini temel olarak kullanıcı anlık konumlarını

elde ederek toplamaktadır. Ancak bu durumda da

trafikte yer alan her araç sürücüsünün uygulamayı

mobil cihazına kurmuş olması ve uygulama

sahibinin konumunu izlemesine izin vermesini

gerektirmektedir. Yoğunluk verilerini farklı yöntem

ve kaynaklardan elde ederek internet üzerinden

kullanıcılara sunan farklı uygulamaların

görüntülerinin işlenmesi üzerine çalışan yöntem ise

birçok farklı yöntem ve veri kaynağını bir araya

getirerek bir sonuç üretmektedir.

3.2. Farklı Şehir ve Ülkelerde Çalışabilirlik

Kamera donanımına bağlı olarak çalışan yöntemde,

kamera donanımının sistemin çalışacağı şehir

içerisine farklı konumlarda kurulması zorunludur.

Özellikle de farklı bir ülkede yöntemin çalıştırılması

gerekli olduğunda, bu donanım kurulması süreci,

daha da maliyetli ve zor bir unsur haline gelecektir.

Sosyal medya üzerinden paylaşılan trafik verilerinin

işlenmesi ile trafik yoğunluk bilgilerinin üretilmesi

yönteminde ise her sosyal medya hesabına yönelik

olarak sistemin yeniden çalıştırılması ve yorum

özelinde oluşan hataların giderilmesi gerekli

olacaktır. Ayrıca farklı ülkelerde çalışabilirlik için

sistemin semantik alt yapısının o ülkeye özgü dile

uyarlanması gerekli olacaktır. Ancak dünya

genelinde yaygın olarak kullanılan yoğunluk

haritalarının görüntülerinin işlenmesinde, herhangi

ek bir işleme gerek kalmaksızın yöntem olduğu

haliyle çalıştırılabilecektir.

Pilot olarak İstanbul bölgesinde Google Maps

uygulamasından elde edilen görüntüler ile elde

edilen uygulamada yer alan metot, diğer

uygulamalar ile entegre de çalışabilmesi için o

uygulamalara ilişkin renk skalasını baz alacak

şekilde geliştirmeler yapılmalıdır.

Haritada yer alan sembolizasyon nesnelerinin

oluşturduğu problemin giderilmesi için bu

nesnelerin harita görüntüsü içerisinde tespit edilerek

bir ön işlemeden geçirilmesi ve görüntü içerisinden

kaldırılması ile algoritmanın doğruluğu

artırılabilecektir.

4. Kaynaklar

[1]http://www.ibm.com/smarterplanet/tr/tr/traffic_c

ongestion/visions/?re=sph, Son Erişim Tarihi: 10

Mayıs 2016.

[2] https://itea3.org/project/insist.html, Son Erişim

Tarihi: 25 Mayıs 2016.

[3] Bajcsy R, Tavakoli M. Computer recognition of

roads from satellite pictures. IEEE Transactions on

Systems, Man, and Cybernetics 6 623–637; 1976.

[4] Laptev I, Mayer H, Lindeberg T, Eckstein W,

Steger C, Baumgartner A. Automatic extraction of

roads from aerial images based on scale space and

snakes. Machine Vision and Applications 12 23–31;

2000.

[5] Mena JB, Malpica JA. An automatic method for

road extraction in rural and semi-urban areas starting

from high resolution satellite imagery. Pattern

Recognition Letters 26 1201–1220; 2005.

[6] Geman D, Geman D, Jedynak B, Jedynak B,

Syntim P. An active testing model for tracking roads

in satellite images. IEEE Transactions on Pattern

Analysis and Machine Intelligence 18 1–14; 1995.

[7] Hu J, Razdan A, Femiani JC, Cui M, Wonka P.

Road Network Extraction and Intersection Detection

From Aerial Images by Tracking Road Footprints.

IEEE Transactions on Geoscience and Remote

Sensing 45 4144–4157; 2007.

[8] Boggess JE. Identification of roads in satellite

imagery using artificial neural networks: A

contextual approach. Technical report, Mississippi

State University; 1993.

[9] Bhattacharya U, Parui SK: An improved

backpropagation neural network for detection of

road-like features in satellite imagery. International

Journal of Remote Sensing 18 3379–3394; 1997.

[10] Mokhtarzade M, Zoej MJV. Road detection

from high-resolution satellite images using artificial

neural networks. International Journal of Applied

Earth Observation and Geoinformation 9 32–40;

2007.

[11] Dollar P, Tu Z, Belongie S. Supervised learning

of edges and object boundaries. In: CVPR ’06:

Proceedings of the 2006 IEEE Computer Society

Conference on Computer Vision and Pattern

Recognition. 1964–1971; 2006.

[12] Peng T, Jermyn I, Prinet V, Zerubia J: An

extended phase field higher-order active contour

model for networks and its application to road

network extraction from vhr satellite images. In:

ECCV08. 509–520; 2008.

[13] https://www.openstreetmap.org/ Son Erişm

Tarihi: 17 Haziran 2017.

[14]http://www.movable-

type.co.uk/scripts/latlong.html, Son Erişm Tarihi: 13

Temmuz 2016.

[15]http://homepages.inf.ed.ac.uk/rbf/HIPR2/hough

.htm, Son Erişm Tarihi: 17 Haziran

2017.

28

T.Y. KATIRCIOĞLU/APJES 5-2 (2017) 29-38

*Sorumlu Yazar: AR&TeCS Anadolu Ar-Ge Teknoloji Mühendislik ve Danışmanlık A.Ş., Ankara,

[email protected], Tel: 0 312 484 55 15

Doi: 10.21541/apjes.292612

İndüksiyon Eşlenikli Argon Plazmasında Akış Debisi ve Bobin

Lokasyonunun Sistem Çalışma Parametrelerine Etkisi İle İlgili

Simülasyonlar

*1Erdal Bozkurt,2T. Yaşar Katırcıoğlu, 3A.Tuğhan Balkan 1AR&TeCS Anadolu Ar-Ge Teknoloji Mühendislik ve Danışmanlık A.Ş., Ankara

[email protected], [email protected], [email protected]

Geliş Tarihi: 2017-02-16 Kabul Tarihi: 2017-01-31

Öz

Plazmatronların üretebildikleri yüksek sıcaklıktaki plazma sayesinde kullanım alanları gün geçtikçe artmaktadır.

Yüksek sıcaklıktaki ve hızdaki plazma akışları kömür ve biyokütle atıklarının yakılması, gazlaştırılması, hava

araçlarının atmosfere yeniden giriş koşullarının simüle edilmesi, ısı koruma malzemeleri üretimi, plazma

metalürjisi, aşınma-kaplama uygulamaları ve bilimsel araştırmalar gibi pek çok yüksek sıcaklık teknolojisinde

kullanılmaktadır. Teknik gereksinimleri karşılayacak plazmanın tanımlanabilmesi ve tanımlanan plazma

isterlerinin, üretimden önce simülasyonları yapılarak incelenmesi, zaman, maliyet ve teknik risklerin asgariye

indirilmesi açısından çok önemlidir. Bu çalışmada düşük basınçta indüksiyon eşlenikli Argon plazması (Inductive

Coupled Plasma-ICP) ile ilgili simülasyonlar gerçekleştirilmiştir. Simülasyonda kullanılan RF frekansı 13.56

MHz, vakum değeri 1 Torr seçilmiştir. Bu vakum değeri atmosferik yeniden giriş deneysel uygulamalarına uygun

olarak seçilmiştir. Çalışmada; gaz akışı simülasyonu, ısı transfer simülasyonu ve plazma simülasyonu eşlenikli

olarak gerçekleştirilmiştir. Gaz akış miktarı (Q), düşük ve yüksek debi etkilerinin net gözlenebilmesi için iki farklı

değer olarak, Q1=3 mg/s ve Q2= 90mg/s seçilmiştir. Simülasyonlarda toplamda 7 farklı kimyasal reaksiyon hesaba

katılmıştır. Sistemde oluşan manyetik alan ve bunlara karşılık gelen elektrik alan çizgileri, manyetik alan

büyüklüğü dağılımı, sıcaklık dağılımı, konvektif ısı akış dağılımı, gaz akış hız dağılımı, gaz basıncı değişimi

değerleri ve elektron yoğunluğu dağılımı, iki farklı gaz debisi için simülasyonlarda hesaplanmış ve bu iki durum

için söz bu değerler birbirleriyle karşılaştırılmıştır. Son olarak sistemi dalgalı-AC akım ile enerjilendiren

indüksiyon bobinlerinin yeri simetri ekseni-z boyunca yukarıya, gaz çıkışına doğru kaydırılmış, bobinlerin yeri

sistem geometrisine göre ortada ve sonda iken simülasyonlar yapılmıştır. Bu hesaplarda her iki durum için bobin

elektriksel gücü ve akış kütle debisi sabit tutulmuştur. Ardından bobinlerin lokasyonundaki değişimin elektron

yoğunluğu ve plazma gaz sıcaklığına olan etkisi 1-boyutlu ve 2-boyutlu dağılımlarla incelenmiştir.

Anahtar kelimeler: Plazma, plasmatron, inductively coupled plasma (ICP plasma), kömür ve biyokütle yakma,

gazlaştırma, modelleme, simülasyon

Argon ICP Plasma Simulations Related to the Effect of the Gas Flow Rate

and the Location of the Coils to the System Working Parameters

1Erdal Bozkurt,1T. Yaşar Katırcıoğlu, 1A.Tuğhan Balkan

1AR & TeCS Anadolu R & D Technology Engineering and Consulting Co., Ankara

[email protected], [email protected], [email protected]

Abstract

The usage areas of the plasmatron has been increasing due to the very high level of temperature which they can

reach. They are used widely in the plasma-wind tunnels to create the atmospheric test conditions of high velocity

aircrafts and spacecrafts while entering atmosphere. Additionally, most efficient coal and bio-mass burning also,

syngas production from burning of the coal and biomass can be achieved with the high temperature plasmatrons.

They are also used in the tests of high temperature resistance materials, plasma metallurgy and related scientific

researches. The usage of simulation is very important to determination and verification for technical requirements

of a plasma and plasmatron system before it’s production, the time, cost and technical risks can be minimized

before investing money to the production and development by simulating the related plasma system. In this work,

a system that is consisted of inductive coupled plasma (ICP) is investigated by making related computer

T.Y. KATIRCIOĞLU/APJES 5-2 (2017) 29-38

simulations. Investigated simulations are gas flow simulation, heat transfer simulation and plasma simulation and,

these simulations are performed as coupled. In these simulations, the RF frequency is chosen as 13.56 MHz and

vacuum pressure is chosen as 1 Torr. This vacuum level is selected appropriately for atmospheric re-entry

experimental conditions. The mass flow rate is adjusted as a low and a high level, Q1=3 mg/s and Q2= 90 mg/s

respectively. With these setting the changes of flow, heat and plasma parameters are investigated. Totally, 7

different chemical reaction is added to the realized simulations. The magnetic field distribution, the electric field

induced from this magnetic field, the magnetic field magnitude, flow temperature distribution, convective heat

transfer distribution, plasma gas velocity field, plasma gas pressure distribution and plasma electron density

distribution is calculated in these simulations and, these results are compared for the different gas mass flow rate.

Finally, the location of the coils which gives the RF electrical energy to the ICP plasma are slid to where the

plasma gas is leaving from the geometry which respect to symmetry axis-z. The simulations are performed when

the coils are in the middle and in the gas exit of the geometry. In these two different configurations, the power

which this system is taken and mass flow rates are kept the same. These values are 3500 Watt and 90 mg/s

respectively. Afterward with the change of the coils location, the plasma electron temperature and plasma gas

temperature are investigated for 1-D and 2-D distribution and they are compared for discussion.

Keyword:: Plasma, plasmatron, inductively coupled plasma (ICP plasma), coal and biomass burning, gasification,

modeling, simulation

1.Giriş

ICP plazmatron, yüksek sıcaklıklarda gaz jeti

üretmeye yarayan bir plazma kaynağı olup, yüksek

entalpide gaz akışı sağlar [1] [2] [3]. Isıtılan gaz

Argon, Oksijen, Nitrojen ve hava gibi çok farklı

türlerde olabilir [4]. Sistem simetri ekseni-z

etrafında oluşan elektrik alan çizgileri, Eddy

akımlarına (Eddy Current’lara) neden olur. Bu

akımlar dolayısıyla plazmatron da kullanılan gaz

ısınır. Elektrik alan çizgileri ise sistem simetri ekseni

yönünde oluşan manyetik alan çizgilerinin zamana

göre salınımı sonucudur. Şekil 1’de görülen

manyetik alan çizgileri değişiminin nedeni ise

sistemde kullanılan yalıtkan malzemenin etrafına

sarılan indüksiyon akım bobinleridir. Bu bobinlere

MHz’ler mertebesinde alternatif akım verildiğinde

sistem içinde zamanla salınan manyetik alan elde

edilir [5][6] [7][8][9][10]11].

Şekil 1. Plazmatron sistemi çalışma prensibi için

temsili

Plazmatronda oluşan yüksek sıcaklıktaki plazma

gazının kullanılan yalıtkan malzemeyi eritmemesi

için sisteme gaz girdaplı (gas vortex) olarak

verilebilmektedir. Şekil 1’de yeşil ile gösterilen bu

gaz akışı girdaplı hava akışına bir örnektir. Bu

sayede sistem 4000-15000 K arasındaki yüksek

sıcaklıklarda çalışabilmektedir [12].

ICP plazmatronun gerçek çalışan örneğiŞekil 2’de

görülmektedir.

Şekil 2. Çalışır halde bir ICP plazmatron plazma

alevi [13]

ICP plazmatron sistemlerinde kullanılan yalıtkan

malzeme sayesinde sistem elektrotsuz olarak çalışır.

Elektrotlu sistemler ark boşalmalı plazmatronlardır.

Ark plazmatron sistemlerinde metal elektrotlar

kullanılmaktadır. Bu elektrotlara uygun miktarda

elektrik gerilim uygulandığında ark plazması

oluşmakta ve gazı 10,000 K gibi yüksek sıcaklıklara

kadar ısıtmaktadır [20]. Ancak bu süreçte ısınan

elektrotlar buharlaşmakta ve plazmanın saflığını

bozmaktadır. Dolayısıyla ark plazmatron sistemleri

kaplama gibi yüksek saflıkta sıcak gaz istenen

durumlarda tercih edilmezler.

ICP plazmatronlarda ise herhangi bir elektrot

kullanılmadığından aşınma olmaz ve yüksek saflıkta

30

T.Y. KATIRCIOĞLU/APJES 5-2 (2017) 29-38

plazma elde edilir. Bu avantajından ötürü elektrotsuz

ICP plazmatron sistemleri ark boşalmalı plazmatron

sistemlerine göre kaplama ve kütle spektroskopisi

gibi uygulamalarda daha çok tercih edilir

[14][15][16][17][18][19][6].

ICP plazmatronlar 100 mTorr’dan daha az basıncın

bulunduğu ortamlardan, 103 Torr gibi atmosfer

basıncı değerlerinin söz konusu olduğu durumlara

kadar çalışabilmektedir [21].

ICP plazmatronlar düşük kaliteli linyit kömürünü

yakmak için de kullanılmaktadır. Yakılan bu

kömürden yüksek verimde ısı elde edilmekte, bu ısı

ile de elektrik enerjisi üretilmektedir. Dünya’da

kömürden elektrik elde etme yüzdesi %40.1 oranıyla

en büyük payı aldığı ve geri kalan eldenin

hidroelektrik, rüzgar, nükleer vb. olarak dağıldığı

göz önünde tutulduğunda bu konuda yapılan

deneysel ve nümerik çalışmaların ne kadar önemli

olduğu görülmektedir [22]. Termoelektrik enerji

santrallerinde kömür yakarak üretilen enerjinin

yalnızca %1’i plazmatronun çalıştırılması için

kullanılmakta, kömürün tutuşması için gazın ya da

petrolün kullanılması gerekliliği ortadan kalkmakta,

kömür ateşinin stabil şekilde yanması sağlanmakta,

yanmamış karbon emisyonu ve nitrit oksit miktarı

azalmaktadır[23][24]. Ayrıca plazmatron

kullanılarak biyokütle (başka bir deyişle çöp) veya

kömürün gazlaştırılması mümkündür. Kullanılan

kömürün kalitesi önemli olmaksızın elde edilen

gazın ihtiva ettiği enerji miktarı 4358-4555 kcal.kg-1

dolaylarındadır. Bu yanma işlemi için gerçekleşirken

plazma 5000 oC’ sıcaklık değerlerine kadar

çıkmaktadır [25][26][27]. Bu gazlar 1300 K gibi

yüksek sıcaklıklarda ısı enerjisi

üretebilmektedir [23].

ICP ya da ark boşalmalı plazmatronların kömür ya

da biyokütle yakılmasında ortaya çıkacak yüksek

sıcaklık profili ve oluşan reaktif gaz türlerinin

bilinmesi önem taşımaktadır. Bu çalışmada

gerçekleştirilen simülasyonlarda kullanılan gaz

Argon’dur ama ICP ya da ark boşalmalı

plazmatronlarda genelde hava kullanılmakta ve

dolayısıyla kömür-biyokütle yakmada ortaya çıkan

sıcak gaz kompozisyonu buna göre değişmektedir

[23]. Kömür ile yanmada 50-100 µm boyutunda olan

kömür toz parçacık boyutu plazma ile oluşturulan

termal şok nedeniyle 5-10 µm boyutuna inmekte ve

bu durum hem oksidasyon sürecini hem de elde

edilen enerji miktarını yüksek oranda

artırmaktadır[23]

ICP plazma kaynakları aynı zamanda uzay vakum

ortamında uydu itki sistemi olarak da

kullanılmaktadır. Bu uygulamada yakıt verimliliği

anlamına gelen Isp-özgül kütle değeri kimyasal

yakıtlı sistemlere oranla 4-5 kat mertebesinde

yüksektir. Yakıt verimliliği ise Isp değerine göre

logaritmik olarak arttığından dolayı uzay ortamında

kimyasal yakıtlı sisteme göre aynı görevi

gerçekleştirmek için gereken yakıt miktarı kat kat

azalmaktadır[28]. Bu iticilerin toplam çalışma

ömrünün 5000-6000 saat ölçeğinde olduğu göz

önünde bulundurulduğunda ICP iyon itki

sistemlerinin ne kadar tercih edilir pozisyonda

olduğu açıkça görülmektedir.

ICP plazma sistemlerinde elde edilen elektron sayı

yoğunluğu ise oldukça yüksektir ve 1016-1018 m-3

dolaylarındadır[29][30][17]. Bu sayı kapasitif

eşlenik plazma (Capasitively Coupled Plazma-

CCP) sistemlerinden 10 kat daha fazladır [31].

Plazma sistemleriyle ilgili ticari veya deneysel bir

cihaz üretmenin ve tüm parametrelerin deneysel

olarak test edilmesinin yüksek maliyeti ve gerekli

zaman göz önüne alındığında ihtiyaca yönelik

bilgisayar simülasyonlarının gerçekleştirilmesi

gerektiği görülmektedir. Kömür ve biyokütleyi

plazma ile yakma gibi uygulamalarda yüksek

sıcaklık istenmektedir. Dolayısıyla simülasyonlarda

sıcaklık girdisine yönelik geometriyle ya da sistem

çalışma parametreleri ile ilgili optimizasyonlar

yapmak yerinde olacaktır. Literatürde

gerçekleştirilmiş kodlardan FLOREAN ve diğerleri

kömür yakma probleminin çözümünde yüksek

kesinlikte sonuçlar sağlamıştır[22][25].

Şekil 3. Solda ICP plazmatron simülasyonunda

kullanılan sistem geometrisi ve sağda çözüm

sırasında kullanılan ağ (mesh)

2. Nümerik Analiz Metodu

Bu çalışmada plazma simülasyonları

gerçekleştirilirken gaz olarak Argon kullanılmıştır.

Sistem 2-boyutlu eksen simetrik olarak açık

yazılımlar kullanılarak modellenmiştir. Plazma

simülasyonları akışkan dinamiği ve ısı transferi

eşitlikleri ile eşlenikli olarak çalışmıştır. Plazma

deşarjı ile oluşan elektron yoğunluğu, sıcaklık

dağılımı, gaz akış hız dağılımı, gaz basıncı dağılımı,

konvektif ısı akış dağılımı rapor edilmiştir.

31

T.Y. KATIRCIOĞLU/APJES 5-2 (2017) 29-38

Bu çalışmada kullanılan sistem geometrisi ve

hesabın yapıldığı ağ-mesh Şekil 3’de gösterilmiştir.

Seçilen bu geometri ile ICP plazmatron alevi

(plazmatron torch) atmosfere yeniden giriş

testlerinde ya da düşük basınç yüksek sıcaklık

malzeme testlerinde kullanılabilir. Kullanılan açık

yazılımda simülasyonlar 2-boyutlu eksen-simetrik

olarak hesap yapmıştır. Sistem çalışma frekansı

13.56 MHz seçilmiş, gaz olarak Argon kullanılmış,

toplam gaz basıncı 1 Torr alınmıştır. Sistem giriş

çalışma gücü her iki durumda da 3 kW’tır. Gaz akış

debisi 3mg/s-90mg/s olarak iki ayrı değerde

seçilmiştir. İkinci değerin 30 kat gibi çok fazla

seçilmesinin nedeni artan akış karakteristiğiyle

sistemden çıkan plazma gazının sıcaklığının ne

derece arttığını görmektir.

Son olarak indüksiyon bobinlerinin lokasyonu

sistem simetri ekseni-z’e göre yukarı doğru

kaydırılmıştır. Her iki durumda da güç 3.5 kW ve

kütle akış debisi 90 mg/s iken yapılan bu analizde

fiziksel parametrelerden elektron yoğunluğu, plazma

gaz sıcaklığı, konvektif ısı akış dağılımının değişimi

incelenmiştir.

Aşağıda Tablo 1’de bu çalışmada gerçekleştirilen

simülasyonlarda hesaplarda kullanılan diferansiyel

denklemlerde başlangıç değer olarak kullanılan

değerler gösterilmiş ve akışkan elektron denklemi

(electron magneto-dynamic equation), elektron

enerji akış denklemi, Poisson’s elektrik alan

denklemi, salınımlı manyetik alan denklemi, ısı

transfer denklemi ve laminar akış denklemi eşlenikli

olarak çözülmüştür.

Hesaplarda gaz akış hızı ve gaz basınç dağılımı,

akışkan dinamiği eşitlikleri hesaplarından elde

edilmiştir. Bu değerler plazma eşitlikleri hesabına

girdi olarak kullanılmıştır. Ayrıca gaz yoğunluğu ve

dinamik viskozite dağılımı plazma eşitlikleri ile

hesaplanmış ve akışkan eşitliklerinin hesabına girdi

olarak kullanılmıştır.

Tablo 1. Bu çalışmada gerçekleştirilen

simülasyonlarda çözülen diferansiyel denklemlerde

kullanılan başlangıç değerler (the initial conditions

for the solved differential equations)

Gaz sıcaklığı başlangıç değeri

(Kelvin)

300

Gaz akış değeri başlangıç değeri

(m/s)

0

Elektron yoğunluğu başlangıç

değeri (m-3)

1015

Elektron enerjisi başlangıç değeri

(eV)

3

Elektrik gerilim (V) 0

Manyetik vektör potansiyel

(Weber/m)

0

Başlangıç iyon sayı yoğunluğu yarı-yüksüzlük

(quasi-neutrality) koşuluyla belirlenmiştir (1015m-3).

Sistemde oluşan başlıca kimyasal reaksiyonlar Tablo

2’de özetlenmiştir. Bu tabloda kullanılan sabitlerin

beş tanesi Boltzman Eşitliğinden hesaplanmış ve

diğer 2 tanesi için alınan değer son iki satırda

gösterilmiştir.

Tablo 2. Argon ICP plazma simülasyonunda

varsayılan kimyasal reaksiyonlar-iyonlaşmalar. [32]

İnd

ex

Reaksiyon Reaksiyo

n Tipi ∆E

(eV)

Kullan

ılan

Sabit

1 e+Ar→e+Ar Elastik

Çarpışm

a

0 Boltz

man

2 e+Ar→2e+A

r+

Doğruda

n

İyonizas

yon

15.8 Boltz

man

3 e+Ar↔e+Ar*

Eksitasy

on

11.4 Boltz

man

4 e+Ar→e+Ar Eksitasy

on

13.1 Boltz

man

5 e+Ar*→2e+

Ar+

Aşamalı

İyonizas

yon

4.4 Boltz

man

6 2Ar*→e+Ar+

+Ar

Penning

İyonizas

yon

- 6.2x10-10

cm3.s-1

7 Ar*→h𝜈+Ar Radyasy

on

- 1.0x107s-1

3. Sonuçlar ve Tartışma

Şekil 4’de plazma odası etrafında oluşan manyetik

alan çizgilerinin anlık şekli görülmektedir. Bu

manyetik alan çizgileri 13.56 MHz frekansta, simetri

ekseni boyunca yön değiştirmektedir. Şekil 4’de

sağda ise oluşan manyetik alanın büyüklüğü Gauss

cinsinden verilmiştir. Burada sarımların olduğu

lokasyon merkez eksene yaklaşık 3 cm uzaklıktadır.

Uygulanan RF gücünün sarımlardan geçmesine

neden olan akım 43 A olduğu simülasyon kodunda

hesaplanmıştır. Şekil 4’de sağda görüldüğü gibi bu

43 A’lik akımdan ötürü indüksiyon akım

bobinlerinde anlık olarak görülen manyetik alan 10

Gauss’lar dolaylarındadır. Plazma odasında bu değer

anlık 1 Gauss’lar dolaylarında olduğu yine Şekil

4’de sağda görülmektedir.

32

T.Y. KATIRCIOĞLU/APJES 5-2 (2017) 29-38

Şekil 4. Solda, plazma odası ve çevresinde oluşan

manyetik alan çizgileri, sağda manyetik alan

büyüklük olarak (magnitude) dağılımı Gauss birimi

cinsinden verilmiştir.

Şekil 5’de oluşan elektrik alan çizgilerinin anlık hali

görülmektedir. Elektrik alan çizgileri burada

yaklaşık olarak dairesel yörüngeler çizer. Bunlar

Şekil 4’de solda görülen manyetik alan çizgilerine

eşlenik (coupled) halde simetri ekseni-z etrafında,

azimuthal yönde, manyetik alan çizgileri ile aynı

frekansta oluşmaktadır.

Şekil 5. Plazma odası içerisinde oluşan dairesel

elektrik alan çizgileri.

Şekil 6. 2-Boyutlu görünümde solda ilk geometri ve

gaz akı debisi Q1=3 mg/s iken sıcaklık dağılımı,

sağda gaz akış debisi Q2= 90 mg/s iken Kelvin

cinsinden gaz sıcaklığı dağılımı.

Yukarıda Şekil 6’da gaz debisi Q1 ve Q2 için 2-

boyutlu sıcaklık dağılımı gösterilmiştir. Şekil 7’de

bu geometri için elde edilmiş ICP plazmasının 1-

boyutlu sıcaklık dağılımı görülmektedir. Sağda

görülen sonuçta gaz debisi soldakine göre 30 kat

artmıştır.

Şekil 7. 1-Boyutlu görünümde solda ilk geometri ve

gaz akı debisi Q1=3 mg/s iken sıcaklık dağılımı,

33

T.Y. KATIRCIOĞLU/APJES 5-2 (2017) 29-38

sağda gaz akış debisi Q2=90 mg/s iken Kelvin

cinsinden sıcaklık dağılımı (Bu veriler sistem

merkez simetri ekseni boyunca alınmıştır). Bu iki

farklı gaz debisinde yapılan simülasyonlar

dolayısıyla Şekil 7’den görülmektedir ki aynı güç

değerinde, giriş gaz debisi 30 kat artırıldığında gaz

sıcaklığı sistem geometrisi simetri ekseni-z’in 16.

cm’sinde, gazın sistemden ayrıldığı yerde, 438.15

K’den 1757.9 K’e çıkmıştır.

Şekil 7’den görülmektedir ki gaz debisi arttığında en

yüksek sıcaklığın görüldüğü lokasyon geometride z-

ekseninde sağa doğru kaymaktadır. Şekil 7’da solda

gazın en yüksek sıcaklık değeri z-ekseninde plazma

odasının en ortası olan 8.cm’dedir. Artan gaz debisi

ile, Şekil 7’de sağda en yüksek değer, plazma

odasında z-ekseninde 11. cm dolaylarına kaymıştır.

Şekil 7’de gaz debisi Q1=3 mg/s iken sıcaklık profili

simetriktir. Aşağıda Şekil 8’de iki farklı debide

yapılan simülasyonlarda elde edilen 2-boyutlu hız

dağılımı görülmektedir. Şekil 7 ve Şekil 8’de solda

görüldüğü gibi sıcaklığın yüksek olduğu bölgede hız

değeri düşüktür. Öte yandan Şekil 8’de 2 boyutlu

dağılım ile sağda kırmızı oklar ile görüldüğü gibi gaz

debisi Q2= 90 mg/s iken hız profili dikkate alınacak

derecede artmıştır ve hızın yüksek olduğu bu

bölgelerde sıcaklık Şekil 7’de sağda görüldüğü gibi

fazladır. Dolayısıyla konvektif ısı transferinin bu

bölgede baskın olduğu söylenebilir.

Şekil 8. Sistemde m/s biriminde 2-boyutlu hız

dağılımı, solda Q1=3 mg/s iken, sağda Q2= 90 mg/s

iken hız dağılımı.

Şekil 9’da bir boyutlu dağılımda iki farklı debideki

değişen hız profili görülmektedir.

Şekil 9. Sistemde m/s cinsinden 1-boyutlu hız

dağılımı, solda Q1=3 mg/s iken, sağda Q2= 90 mg/s

iken hız dağılımı (Bu veriler sistem merkez simetri

ekseni boyunca alınmıştır).

Hız profili ile bağlantılı olan ikinci unsur konvektif

ısı transferidir. Konvektif ısı transferinin 2 boyutlu

dağılım miktarları ve yönleri aşağıda Şekil 10’da

oklarla gösterilmiştir. Okların rengi ise ısı akışının

büyüklüğünü göstermektedir. Solda Q1=3 mg/s’de,

sağda Q2= 90 mg/s iken konvektif ısı transferi

dağılımı verilmiştir.

Şekil 10. Solda Q1=3 mg/s ve sağda Q2= 90 mg/s

iken konvektif ısı transferi (W/m2 cinsinden)

34

T.Y. KATIRCIOĞLU/APJES 5-2 (2017) 29-38

Hızın yüksek olduğu bölgede sıcaklık yüksek ise

konvektif ısı transfer miktarı bu bölgede baskındır.

Gaz debisi Q1=3 mg/s’den Q2=90 mg/s’ye

çıkarıldığında Şekil 10’dan görüldüğü gibi konvektif

ısı akışının büyüklüğü fark edilir derecede

artmaktadır. Bu beklenen bir durumdur, çünkü gaz

akış hızı ve bu bölgedeki sıcaklık, konveksiyon ile

ısı iletimi için bir ölçüttür. Şekil 10’da sağda

görüldüğü gibi sıcaklığın yüksek olduğu bölgelerde

akış hızı yüksek ve dolayısıyla bu bölgede konvektif

ısı transferi baskındır. Sistemde gaz giriş debisi

artırıldığında, Şekil 11’den görüldüğü gibi sistemde

üretilen serbest elektron sayısı yaklaşık 2 kat

artmıştır. Bu durum için sisteme birim zamanda

salınan parçacık sayısındaki artma ya da başka bir

deyişle basınçtaki artma neden olarak verilebilir.

Şekil 11’de solda Q1=3 mg/s iken, sağda Q2= 90

mg/s iken elektron yoğunluğu dağılımı [m-3]

biriminde 2 boyutta görülmektedir.

Şekil 11. Solda Q1=3 mg/s iken elektron yoğunluğu

(m-3 cinsinden), sağda Q2= 90 mg/s iken elektron

yoğunluğu

Şekil 11’de solda ve sağda siyah çemberler ile çevrili

bölgeden görülmektedir ki solda düşük debide

homojen dağılan elektron yoğunluğu Şekil 11’de

sağdaki yüksek debili durumda biraz daha yukarıya

doğru ötelenmiştir. Aşağıda Şekil 12’de sistem

merkez simetri ekseninden alınmış verilerde bu

ötelemeyi göstermektedir. Burada Şekil 12’de solda

kırmızı ile çevrilmiş çemberler elektron

yoğunluğundaki ötelenme lokasyon olarak

görülmektedir.

Şekil 12. Solda Q1=3 mg/s iken elektron yoğunluğu

(1/m^3 cinsinden), sağda Q2= 90 mg/s iken elektron

yoğunluğu.

Şekil 12’de solda geometrinin 20. mm’sinde

elektron yoğunluğu 0.9X1020 m-3 iken, sağda ikinci

durumda geometrinin aynı bölgesinde elektron

yoğunluğu 0.5x1020 m-3dir.

Şekil 13. Basıncın artan debi ile değişimi, solda

Q1=3 mg/s iken Torr cinsinden basınç dağılımı,

sağda Q2= 90 mg/s iken basınç dağılımı.

Basınç ile ilgili dağılım yukarıda Şekil 13’de 2-

boyutlu ve aşağıda Şekil 14’de de 1- boyutlu olarak

verilmiştir. Gaz akışındaki artan debi Şekil 13’de

sağda görüldüğü gibi sistem basıncını artırmıştır.

35

T.Y. KATIRCIOĞLU/APJES 5-2 (2017) 29-38

Şekil 11’de görülen artan elektron yoğunluğunun

nedeni ise basınçtaki bu artıştır.

Şekil 14. Solda Q1=3 mg/s iken sistem basıncı (Torr

cinsinden), sağda Q2= 90 mg/s iken sistem basıncı

Şekil 14’deki iki grafikte Q1=3 mg/s ve Q2= 90 mg/s

akış değerlerine karşılık gelen basınç dağılımı

incelendiğinde Q2= 90 mg/s akış değerindeki basınç

yaklaşık 2 kat artmakta ve buradaki basınç dağılımı

daha stabil bir şekilde z ekseni boyunca

korunmaktadır.

Şekil 15. Sisteme RF gücünü veren bobinlerin

lokasyonu sistemde gazın çıktığı yere doğru

kaydırıldığında değişen 2-boyutlu elektron

yoğunluğu profili.

Şekil 15’deki simülasyon sonuçları ile toplamda dört

adet olan indüksiyon bobinlerinin yerinin değişmesi

ile elektron yoğunluğundaki değişme

incelenmiştir. Soldaki durumda sisteme enerji veren

indüksiyon bobini, sistem simetri ekseni-z boyunca

gazın sistemden çıktığı lokasyona yerleştirilmiştir.

Burada her iki durumda da sisteme verilen güç 3500

Watt ve akış kütle debisi Q=90 mg/s’dir.

Şekil 16. Sisteme RF gücünü veren bobinlerin

lokasyonu sistemde gazın çıktığı yere doğru

kaydırıldığında değişen 1-boyutlu elektron

yoğunluğu profili.

Şekil 16’dan görülmektedir ki indüksiyon

bobinlerinin lokasyonu değiştiğinde elektron

yoğunluğunun tepe değeri ve bu değerin yeri

değişmektedir. Şekil 16’dan da görülmektedir ki bu

bobinler simetri ekseni-z ‘e göre ileri kaydırıldığında

elektron yoğunluğunun tepe değeri de z-ekseni

boyunca ileri doğru kaymıştır. Burada elektron

yoğunluğunun miktarı da bir miktar artmıştır.

Şekil 17. Sisteme RF gücünü veren indüksiyon

bobinlerinin lokasyonu sistemde gazın çıktığı yere

doğru kaydırıldığında değişen (Kelvin biriminde) 2-

boyutlu gaz sıcaklığı profili.

Şekil 17’den de görüldüğü gibi sistemde indüksiyon

bobinleri simetri ekseni-z’e göre ileriye doğru

kaydırıldığında sıcaklık profili de bu bölgeye doğru

yer değiştirmektedir.

36

T.Y. KATIRCIOĞLU/APJES 5-2 (2017) 29-38

Şekil 18. Sisteme RF gücünü veren indüksiyon

bobinlerinin lokasyonu sistemde gazın çıktığı yere

doğru kaydırıldığında değişen (Kelvin biriminde) 1-

boyutlu gaz sıcaklığı profili.

Şekil 18’de indüksiyon bobinlerinin yerinin

değiştirilmesiyle gerçekleşen, 1-boyutlu sıcaklık

dağılımındaki değişme görülmektedir. Bobinlerin

yerinin sistemden ayrılan gazın lokasyonuna yakın

bir yerde olması bu gazın sıcaklığını yaklaşık olarak

240 K derece artırmıştır.

Bu makalede iki farklı debide yapılan simülasyonlar

dolayısıyla görülmüştür ki aynı güç değerinde, giriş

gaz miktarı 30 kat artırıldığında sistem çıkış gaz

sıcaklığı 438.15 K’den 1757.9 K’e çıkmıştır ve bu

sıcaklık artışı kömür yakma gibi uygulamalarda

istenen bir durumdur. Plazma ile kömür ya da

biyokütle yakmada kullanılan gazın sıcaklığının ne

kadar yüksek olduğu elde edilen ısı enerjisinin

miktarını belirlemektedir[23]. Bu çalışmada

gerçekleştirilen simülasyonlarda görülmektedir ki

artırılan gaz debisi sistemden ayrılan gazın

sıcaklığını yüksek oranda artırmaktadır. Gaz

debisindeki bu artış plazma elektronlarının sayısını

da artırmaktadır. Sistemde elektrik alanın neden

olduğu Eddy-current’ın içerisindeki sayıca artan bu

elektronlar da gazın ilk duruma göre daha da çok

ısınmasına neden olmaktadır.

Ayrıca debi miktarı 90 mg/s ve güç 3500 Watt iken

iki ayrı simülasyon daha yapılmıştır. İlk durumda

indüksiyon bobinlerinin lokasyonu geometrinin

ortasında, ikinci durumda ise bu yer sistem simetri

ekseni-z’e göre yukarı doğru kaydırılmıştır.

Bobinlerin yerindeki bu değişme ile elektron

yoğunluğu değişimi, plazma gazı sıcaklık profili

değişimi 1-boyutlu ve 2-boyutlu simülasyon

sonucuyla incelenmiştir. Bu durumda plazma

elektron yoğunluğu bir miktar artmış ve ilk durumda

en yoğun olduğu bölge sistem simetri ekseni-z

boyunca ötelendiği görülmüştür.

Elektron yoğunluğundaki bu ötelenme sıcaklık

dağılımı için de geçerli olmuş, sıcaklık profilinin en

yüksek olduğu bölge simetri ekseni boyunca ileriye

doğru kaymıştır. Sıcaklık miktarı ise bu gaz çıkış

bölgesinde yaklaşık 240 K derece artmıştır.

4. Kaynaklar

[1] T. I. To, K. I. Shida, M. M. Izuno, T. S. Umi,

and F. Science, “Construction of a 110kW

ICP ( Inductively Coupled Plasma ) -heated

Wind Tunnel,” Aerospace, vol. 3, pp. 34–35.

[2] O. Access et al., “Thermodynamic

Characterization of High-Speed and High-

Enthalpy Plasma Flows,” pp. 155–172,

2014.

[3] M. Matsui, M. Auweter-Kurtz, G. Herdrich,

and K. Komurasaki, “Enthalpy

Measurement in Inductively Heated Plasma

Generator Flow by Laser Absorption

Spectroscopy,” AIAA J., vol. 43, no. 9, pp.

2060–2064, 2005.

[4] S. B. Punjabi, N. K. Joshi, H. A.

Mangalvedekar, B. K. Lande, A. K. Das, and

D. C. Kothari, “A comprehensive study of

different gases in inductively coupled

plasma torch operating at one atmosphere,”

Phys. Plasmas, vol. 19, no. 1, 2012.

[5] B. Bottin, O. Chazot, M. Carbonaro, V. van

der Haegen, and S. Paris, “The VKI

Plasmatron Characteristics and

Performance,” RTO AVT Course Meas.

Tech. High Enthalpy Plasma Flows, Rhode-

Saint-Genèse (Belgium), RTO EN-8, pp. 6–

26, 1999.

[6] T. Okumura, “Inductively coupled plasma

sources and applications,” Phys. Res. Int.,

vol. 2010, no. 1, 2010.

[7] A. A. Warra and W. L. O. Jimoh, “Overview

of an inductively coupled plasma (icp)

system,” Ijcr, vol. 3, no. 2, pp. 41–48, 2011.

[8] R. Thomas, Practical Guide to ICP-MS, vol.

53. 2004.

[9] F. F. Chen, “Radiofrequency Plasma

Sources for Semiconductor Processing,”

Adv. Plasma Technol., pp. 99–115, 2008.

[10] R. Thomas, “A beginner’s guide to ICP-MS

- Part III: The plasma source,” Spectroscopy,

vol. 16, no. 6, p. 26–+, 2001.

[11] H.-S. Jun and H.-Y. Chang, “Development

of 40 MHz inductively coupled plasma

source and frequency effects on plasma

parameters,” Appl. Phys. Lett., vol. 92, no.

2008, p. 41501, 2008.

[12] A. Gutsol, J. Larjo, and R. Hernberg,

“Comparative Calorimetric Study of ICP

Generator with Forward-Vortex and

Reverse-Vortex Stabilization,” Plasma

Chem. Plasma Process., vol. 22, no. 3, pp.

37

T.Y. KATIRCIOĞLU/APJES 5-2 (2017) 29-38

351–369, 2002.

[13] “index @ www.vki.ac.be.” .

[14] I. Transactions, O. N. Components, and M.

Technology, “A Numerical Model for

Thermal Processes,” vol. 16, no. 4, 1993.

[15] A. Marotta, L. I. Sharakhovsky, and A. M.

Essiptchouk, “Erosion of the cold electrode

as an ablation process in unsteady arc spots,”

Heat and Mass Transfer under Plasma

Conditions, vol. 891. pp. 36–42, 1999.

[16] M. Iwata and M. Shibuya, “Effects of arc

current and electrode size on electrode

erosion in ac plasma torches,” Electr. Eng.

Japan, vol. 124, no. 4, pp. 10–17, 2007.

[17] S. Xu, K. N. Ostrikov, Y. Li, E. L. Tsakadze,

and I. R. Jones, “Low-frequency, high-

density, inductively coupled plasma sources:

Operation and applications,” Phys. Plasmas,

vol. 8, no. 5 II, pp. 2549–2557, 2001.

[18] P. D. Blair, “The application of inductively

coupled plasma mass spectrometry in the

nuclear industry,” TrAC Trends Anal.

Chem., vol. 5, no. 8, pp. 220–223, 1986.

[19] S. J. Hill, “Inductively Coupled Plasma

Spectrometry and its Applications, 2nd ed.,”

pp. 39–40, 2007.

[20] C. Kalra, I. Matveev, and A. Gutsol,

“Transient Gliding Arc for Fuel Ignition and

Combustion Control,” Electron. Proc. 2004

Tech. Meet. Cent. States Sect. Combust.

Inst., 2004.

[21] D. Vanden-Abeele and G. Degrez,

“Similarity analysis for the high-pressure

inductively coupled plasma source,” Plasma

Sources Sci. Technol., vol. 13, no. 4, pp.

680–690, 2004.

[22] A. Askarova et al., “3-D Modeling of Heat

and Mass Transfer during Combustion of

Solid Fuel in Bkz-420-140-7C Combustion

Chamber of Kazkhstan,” vol. 9, no. 2, pp.

699–709, 2016.

[23] M. A. GOROKHOVSKI, Z. JANKOSKI, F.

C. LOCKWOOD, E. I. KARPENKO, V. E.

MESSERLE, and A. B. USTIMENKO,

“Enhancement of Pulverized Coal

Combustion By Plasma Technology,”

Combust. Sci. Technol., vol. 179, no. 10, pp.

2065–2090, 2007.

[24] V. E. Messerle, E. I. Karpenko, A. B.

Ustimenko, and O. A. Lavrichshev, “Plasma

preparation of coal to combustion in power

boilers,” Fuel Process. Technol., vol. 107,

pp. 93–98, 2013.

[25] V. E. Messerle, A. B. Ustimenko, and O. A.

Lavrichshev, “Plasma Gasification of Solid

Fuels,” pp. 38–43.

[26] V. S. Sikarwar et al., “An overview of

advances in biomass gasification,” Energy

Environ. Sci., vol. 9, no. 10, pp. 2939–2977,

2016.

[27] M. Rajasekhar, N. V. Rao, G. C. Rao, G.

Priyadarshini, and N. J. Kumar, “Energy

Generation from Municipal Solid Waste by

Innovative Technologies – Plasma

Gasification,” Procedia Mater. Sci., vol. 10,

no. Cnt 2014, pp. 513–518, 2015.

[28] P. P. Bumbarger, “ANALYSIS OF A

MINIATURE RADIO FREQUENCY ION

THRUSTER WITH AN INDUCTIVELY

COUPLED by,” no. December, 2013.

[29] M. W. Blades and B. L. Caughlin,

“Excitation temperature and electron density

in the inductively coupled plasma-aqueous

vs organic solvent introduction,”

Spectrochim. Acta Part B At. Spectrosc., vol.

40, no. 4, pp. 579–591, 1985.

[30] M. A. Sobolewski and J. H. Kim, “The

effects of radio-frequency bias on electron

density in an inductively coupled plasma

reactor,” J. Appl. Phys., vol. 102, no. 11,

2007.

[31] Y. Sakamoto, S. Maeno, N. Tsubouchi, T.

Kasuya, and M. Wada, “Comparison of

Plasma Parameters in CCP and ICP

Processes Appropriate for Carbon Nanotube

Growth,” J. Plasma Fusion Res., vol. 8, pp.

587–590, 2009.

[32] I. Rafatov, E. A. Bogdanov, and A. A.

Kudryavtsev, “On the accuracy and

reliability of different fluid models of the

direct current glow discharge,” Phys.

Plasmas, vol. 19, no. 3, 2012.

38

Y. SUMER/APJES 5-2 (2017) 39-47

Sorumlu yazar: Sakarya Üniversitesi, Teknoloji Fakültesi, İnşaat Mühendisliği, Sakarya, TÜRKİYE, 54187,

[email protected], Tel: 02642955454

Doi: 10.21541/apjes.297049

Yüksek Dayanımlı Betonla Üretilmiş Kirişlerde Plastik Mafsal Boyunun

Belirlenmesi

*1Yusuf Sümer 1Sakarya Üniversitesi, Teknoloji Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü, Sakarya,

[email protected]

Geliş Tarihi: 2017-03-09 Kabul Tarihi: 2017-06-30

Öz

Depremler sırasında betonarme yapılar elastik olmayan deformasyonlar yaparak yapıya gelen enerjiyi sönümlerler.

Yapılarda bulunan eğilme elemanlarında oluşan plastik deformasyonlar plastik mafsal bölgesi olarak adlandırılan

küçük bir bölgede oluşur ve bu bölge elemanın yük taşıma ve deformasyon kapasitesi için kritik öneme sahiptir.

Statik itme (Pushover) yöntemi mevcut yapıların değerlendirilmesinde kullanılan doğrusal olmayan bir analiz

yöntemidir. Bu yöntemde elemanların plastik mafsal özelliklerinin doğru tanımlanması çok önemlidir. Yapı

elemanlarında oluşan plastik mafsal, yapı elemanlarının boyut ve malzeme özellikleriyle yakından ilgilidir. Plastik

mafsal uzunluğunun belirlenmesinde günümüze kadar birçok deneysel çalışmalar yapılmış fakat eleman

boyutlarının büyüklüğü, deneysel imkânların yetersizliği ve yapı elemanlarının kompozit malzeme özellikleri

sebebiyle sınırlı bilgi edinilebilmiştir. Bu çalışmada sonlu elemanlar modeli kurularak ABAQUS yazılımı

yardımıyla plastik mafsal boyu belirlenmeye çalışılmıştır. Literatürden elde edilen deneysel çalışmalar sonlu

elemanlar modeliyle yük-deplasman ve şekil değiştirme kapasiteleri ile doğrulanmıştır. Plastik mafsal boyunun

belirlenmesi için kiriş boyutları kiriş davranışını değiştirecek şekilde kısa, orta ve narin olarak değiştirilmiş, kiriş

malzemesi de yüksek dayanımlı betona uygun olarak C50, C60 ve C80 olarak belirlenmiştir. Kirişlerde oluşan

yenilme çatlakları ve donatı akma uzunlukları analiz edilerek her bir kiriş için plastik mafsal boyu belirlenmiştir.

Anahtar kelimeler: Yüksek dayanımlı beton, Plastik mafsal boyu, Sonlu elemanlar analizi

Determining Plastic Hinge Length of High Strength RC Beams

*1Yusuf Sümer 1Sakarya University, Faculty of Technology, Dept. Civil Engineering, Sakarya,

[email protected]

Received date: 2017-03-09 Accepted date: 2017-06-30

Abstract

During earthquake concrete structures dissipate energy by deforming inelastically. The plastic deformation

localized in a small zone namely the plastic hinge zone is critical for flexural members as it governs the load

carrying and deformation capacities of the member. Pushover analysis, one method of nonlinear static analysis, is

generally used in the assessment of existing buildings. In pushover analysis nonlinear hinge properties of each

member should be addressed. The formation of a plastic hinge in structural member depends on the structural

member properties such as dimension. Due to the high non-linearity occurs in plastic hinge zone and restrictions

by the time and cost especially in large tests, very limited knowledge has been obtained from the laboratory tests

up to date. Moreover, past studies showed that none of the existing empirical models is adequate for prediction of

plastic hinge length. This study tries to investigate the problem numerically using Nonlinear Finite Element

Modeling (FEM) approach by employing software package ABAQUS. To achieve this, a numerical model is

generated and verified with existing experimental studies obtained from the literature. Parametric studies are

performed to investigate the plastic hinge length in terms of material properties concrete and dimensions of the

member. High strength concrete is selected to be as C50, C60 and C80 and dimension of the beams are determined

as deep, intermediate and slender. With the calibrated FEM model, the extent of concrete crushing zone and rebar

yielding zone are examined to define the plastic hinge length of the member.

Keywords: High strength concrete, Plastic hinge length, Finite element analysis

Y. SUMER/APJES 5-2 (2017) 39-47

1. Introduction

Energy dissipation of reinforced concrete (RC)

structures can be determined numerically by

applying full-range analysis beyond plastic phase. In

this analysis, yielding of reinforcement and crushing

of concrete can be seen over a finite region known as

plastic hinge length where the critical moment is

present. Plastic hinge region of RC flexural members

is a critical zone need to be given intensive care to

prevent failure of structural members from extreme

events such as earthquakes. There is no adequate

determination of plastic hinge length of concrete

structural elements. However, the length of plastic

hinge region, Lp, is defined as the length over which

the longitudinal reinforcement yields [1]. The

performance of a plastic hinge is crucial to the load

carrying and deformation capacities of flexural

members of structures. The accuracy of the results

obtained from nonlinear analysis is also directly

related to the hinge definitions of the structure. Thus,

plastic hinge length of RC members has been an

interesting and complicated subject for researchers.

There are no definitive theoretical formulations to

calculate plastic hinge length in the literature.

Present calculations are based on empirical

equations observed from tests [2-6]. Park and

Paulay found that plastic hinge length of beams

under monotonic loading is affected by concrete

compressive strength, concrete ultimate strain,

shear-span to depth ratio, and effective depth of

section [7]. Mechanical properties of steel also affect

Lp. Beeby studied the effects of the ratio of ultimate

strength to yield strength of longitudinal

reinforcement, fu/fy, and the ultimate strain, εu on

plastic hinge length [8].

Limit state failure in flexure is achieved when

continues increases in the external load reaches the

capacity of the beam. If the designer proportion the

beam to allow concrete and steel reach their capacity

prior to failure, both materials will fail

simultaneously at the limit state. Moreover,

compression failure of concrete before the tension

failure of steel should be avoided to confirm an

adequate rotation capacity at limit state. This

reserved rotation capacity will prevent brittle failure

in case of overload or will cope with additional

tensile forces created from different settlement of

foundations, creep and shrinkage of concrete. Strain

of tension reinforcement will be the determinant

variable that defines the type of failure; tension

controlled (ductile type of failure), compression

controlled (brittle type of failure) and between. Thus,

the amount of the tension reinforcement will

determine the amount of strain and failure type of the

beam. This behavior according to ACI 318-14 is

illustrated in Figure 1a.

a) failure type of beams regarding

to

tensile strain of reinforcement, [9]

b) determination of

beam slenderness,

[10]

Figure 1. Limit states of reinforced beam

The behavior of beam is also determined by the

slenderness of the beam (Figure 1b). Slenderness of

RC beam is defined as the ratio of its shear span (a)

to its depth (d). Deep beam with a/d from 1 to 2.5

will form few small cracks at mid-span but after the

redistribution of internal forces bond failure between

the tension reinforcement and surrounding concrete

at support region follows. This is also known as

shear compression failure. Intermediate beam with

a/d from 2.5 to 5.5 will fail at the inclined cracking

load. Slender beam with a/d greater than about 5.5

will fail in flexure prior to the formation of inclined

cracks giving sufficient warning of the collapse of

the beam. On the other hand, the compressive

strength of the concrete has an influence on the

rotation capacity of the beams [11-12]

In this paper, determination of Lp considering

yielding zone of tension reinforcement is

investigated for beams designed to achieve different

types of failures. Verified nonlinear finite element

approach is employed in the research to minimize

time and cost for large test specimens. With the

verified numerical model, the extent of

reinforcement yielding zone to address the plastic

hinge length is studied for RC beams with various

failure modes.

2. Development of Numerical Modeling

Finite element analysis has been widely used in civil

engineering applications from steel structure

analysis to RC analysis. [13-14]. Nonlinear finite

element software package, ABAQUS is employed to

simulate experimental testing. Numerical model is

verified with existing experimental data obtained

from literature especially for load-deflection relation

and axial force distribution of tensile steel

reinforcement. The latter verification is more

important since determination of Lp in this study is

40

Y. SUMER/APJES 5-2 (2017) 39-47

Sorumlu yazar: Sakarya Üniversitesi, Teknoloji Fakültesi, İnşaat Mühendisliği, Sakarya, TÜRKİYE, 54187,

[email protected], Tel: 02642955454

Doi: 10.21541/apjes.297049

made according to the yielding zone of tensile steel.

Sensitivity of the numerical model against mesh

density, dilation angle and fracture energy of

concrete is also investigated.

Numerical model of simply supported beam under

four-point loading is selected for verification

purpose because it is the one obtained for both load-

deflection relation and axial force distribution at

tensile steel are studied with three dimensional

model. 3d continuum elements and 3d truss elements

for concrete and steel reinforcement are used in finite

element modeling, respectively. Shear dominant

members are not modeled as individual finite

members but their effects are included in concrete

model by introducing confined concrete model. All

the beams are loaded by displacement control in the

vertical direction.

a) b)

Figure 2. General layout of the beam used in verification models (a), beam used through parametric study (b)

Steel bars are merged into concrete elements by

constraining the same degree of freedom at

intersection joints of concrete and steel. Interface

behavior between rebar and concrete is modeled by

implementing tension stiffening effect into the

concrete. (Figure 2a)

2.1. Nonlinear Behavior of Materials

Since the compression and tension stress-strain

relation of the used materials are not reported in the

test reports these relations are considered by using

mathematical models from literature. Stress-strain

curve of concrete under uniaxial compression is

obtained by employing Hognestad parabola along

with linear descending branch. Some modifications

are made to this parabola according to CEB-FIP

MC90 due to the effects of closed stirrups to catch

the behavior of confined concrete [15].

Figure 3a displays a schematic representation of the

uniaxial material response. In the figure, σ is the

compressive stress, fcu is the ultimate compressive

stress, εc* is the peak compressive strain, E is the

elastic modulus and fc* is the modified compressive

strength. Bilinear model is adopted for tensile

behavior of concrete as plotted in Figure 3b [16].

Crack opening, calculated as a ratio of the total

external energy supply per unit area required to

create a crack, is used to define the tensile behavior.

Tensile fracture energy of concrete, (GF), is

determined as a function of concrete compressive

strength, fc*, and a coefficient, Gfo, which is related

to the maximum aggregate size [17]. Yield surface

of concrete considering both tension and

compression is given in Figure 3c. Dilation angle,

mesh sensitivity and appropriate aggregate size for

the concrete models are effective parameter for the

numerical analysis and searched carefully in every

verified model.

a) Hognestad concrete compressive

behavior b) Bilinear tensile behavior

c) Biaxial yield surface of

concrete, [18]

Figure 3. Material models and yield surface of concrete

41

Y. SUMER/APJES 5-2 (2017) 39-47

Concrete Damaged Plasticity (CDP) model

combining the effect of both damage and plasticity

is used in this study. Tensile and compressive

response of concrete including damage parameter is

given in Figure 4. In this study damage variable in

compression is calculated by using the equations

given in Figure 4a [19]. The parameter bc represents

the relation between plastic and inelastic strains and

can be determined using curve-fitting of cyclic tests

[20]. Damage variable in tension is determined from

bilinear behavior of concrete and values are plotted

in Figure 4b.

(1)

(2)

a) CDP model of concrete in compression b) CDP model of concrete in tension

Figure 4. Concrete damage plasticity model [18]

Experimentally determined mechanical response values from coupon testing appear in Figure 5 converted to an

idealized multi-linear true stress and logarithmic strain format using the given equations.

σnom

420 0.0021

420 0.0167

490.9 0.057

522.72 0.125

522.72 0.2019

σtrue= σnom(1+εnom)

σtrue

420.89 0

427 0.0144

519.22 0.0535

588.06 0.1148

628.27 0.1807

Figure 5. Material model for reinforcement steel [21]

3. Numerical Model Verification

Since determination of yielding zone of

reinforcement steel is at the heart of this study the

ability of numerical model addressing the yielding

zone of reinforcement steel must be verified with the

existing test results so that further parametric studies

can be made with the proposed numerical model.

However, measuring the state of stress at the

reinforcement is rather difficult due the surrounding

concrete. Thus, very limited data is available at the

literature. To have satisfying verification, test

specimens constructed with a technique of installing

strain gages through the center of the reinforcement

by Mainst, 1952 is selected for this study. Herein it

is called Test case 3 and it is used to verify the ability

of the numerical model to simulate the yielding of

tensile reinforcement of RC beam.

Load-displacement relation is also important data to

check whether the proposed model identify the

rigidity of the experimental test specimen.

Three experiments are selected for verification

purposes. Test case 1 and 2 are used to show the

42

Y. SUMER/APJES 5-2 (2017) 39-47

Sorumlu yazar: Sakarya Üniversitesi, Teknoloji Fakültesi, İnşaat Mühendisliği, Sakarya, TÜRKİYE, 54187,

[email protected], Tel: 02642955454

Doi: 10.21541/apjes.297049

robustness of the model to simulate the load-

deflection relationship. Details of these two

experiments can be found from Arduini et al., 1997,

Sharif et al., 1994, respectively. Finally, layout of

experimental specimens are plotted in Figure. 6 and

material properties are listed in Table 1.

Test case-1 [22] Test case-2 [23] Test case-3 [24]

Figure 6. Layout of test beam (dimensions are mm in Test case-1 and 2)

When the verification results given in Figure 7a are

examined, it is concluded that proposed numerical

modeling approach can successfully represent the

experimental results. The stress distribution at

tensile steel (main bar) for different load levels are

compared from both experiment and numerical

model in Figure 7b. The difference where stress vary

rapidly is believed to be the result of crack

propagation which is not considered in numerical

model. Other than that overall pattern of the

diagrams agrees well.

Table 1. Material properties of test beams.

Test

Case

Beam

Ref.No

Ec

(GPa)

fc

(MPa)

ft

(MPa)

Es

(GPa)

fy

(MPa)

Tension

Bars (mm)

Bent-up

bars (mm)

1 A1 25 33 2.6 200 540 2Φ14 -

2 P1 27 37.7 - 200 450 2Φ10 -

3 B15 26.8 28.8 2.84 213.7 5943 1x22.2 4x12.72

a) Load-deflection relationship obtained by using 350

and 30o dilation angle, 50 and 25mm mesh size and 16-

8 mm aggregate size respectively.

b) Stresses at tension reinforcement of RC beam obtained by

using 30o dilation angle, 35mm mesh and 16 mm aggregate size

Figure 7. - Numerical model verification results

All these plots show that finite element modeling

techniques applied herein, are valid for RC beams.

Load deflection relation and stress distributions of

individual element could be monitored very well.

Based on these results, it appears that the present

modeling techniques are sufficiently robust to

undertake the further parametric study to investigate

the effects of different parameters on plastic hinge

regions of existing RC beams. Therefore

performance of a plastic hinge and load carrying and

deformation capacities of flexural members will be

determined easily by the numerical studies.

4. Parametric Study

A parametric study using the aforesaid finite element

43

Y. SUMER/APJES 5-2 (2017) 39-47

modelling techniques was carried out to investigate

the effect of tensile yielding on the Lp of reinforced

concrete beams designed to achieve different failure

mode (Table 2). Half of the beam is modelled (see

Fig. 2b) with three different lengths to consider the

slenderness effect and with three different tension

reinforcement steel ratio to consider the ductile

behavior. The nomination S, I and D represents the

slenderness of beam stating, Slender, Intermediate

and Deep as described according to Figure 1. All the

beams are designed with steel ratio to be in transition

zone with a value of εt=0.004.

Table 2. Parametric study for numerical beams to achieve different flexural behavior

Slenderness

Deep (D) Intermediate (I) Slender (S)

Concrete

Class

C50 Beam C50D Beam C50I Beam C50S

C60 Beam C60D Beam C60I Beam C60S

C80 Beam C80D Beam C80I Beam C80S

Geometry and material properties of test beams are

presented in Table 3. The beams are loaded by

displacement control until they fail. The length of

loading span is taken as equal to the shear span, a.

So the total length of the beam is 3a. For the

credence of the study, beams reinforcement scheme

is applied identical with the Test case-3 used in the

verification study.

Table 3. Mechanical and geometrical variables of numerical beams used in parametric studies.

Specimen

Name

εt (strain of

steel)

ρ(reinforcement

ratio) a, mm

L,

mm a/d L/h

fc,

MPa

ft,

MPa

Ec,

GPa

fy,

MPa

Es,

GPa

C50S εt=0.004 0.0184 2000 6200 5.7 15.5 50 4.24 33.2 420 210

C60S εt=0.004 0.0184 2000 6200 5.7 15.5 60 4.65 36.4 420 210

C80S εt=0.004 0.0184 2000 6200 5.7 15.5 80 5.36 42.0 420 210

C50I εt=0.004 0.0184 1400 4500 4 11.25 50 4.24 33.2 420 210

C60I εt=0.004 0.0184 1400 4500 4 11.25 60 4.65 36.4 420 210

C80I εt=0.004 0.0184 1400 4500 4 11.25 80 5.36 42.0 420 210

C50D εt=0.004 0.0184 700 2400 2 6 50 4.24 33.2 420 210

C60D εt=0.004 0.0184 700 2400 2 6 60 4.65 36.4 420 210

C80D εt=0.004 0.0184 700 2400 2 6 80 5.36 42.0 420 210

5. Results and Discussions

Once the analysis is completed stress level at tension

bar is investigated closely. Initiation and propagation

of yielding for each loading step is checked until

ultimate load point is reached. Stress level of tension

bar is plotted at ultimate load level to determine the

yielding zone of reinforcement. Moreover, cracks at

concrete are also plotted for the same load level to

address the plastic hinge length. These plots are

given in Figure 8. Considering the length of yield

line of tension bar and concrete cracks, Lp is

calculated and normalized with the effective depth of

the cross section, d (Table 4).

44

Y. SUMER/APJES 5-2 (2017) 39-47

Figure 8. Determination of Lp for each parametric beam

Table 4. Values of Lp for each parametric beam

Slenderness

Deep (D) Intermediate (I) Slender (S)

Lp (mm) Lp/d Lp (mm) Lp/d Lp (mm) Lp/d

Concrete

Class

C50 372 0.99 495 1.32 740 1.97

C60 310 0.83 535 1.43 755 2.01

C80 303 0.81 481 1.28 357 0.95

For a given steel ratio (presented in Table 3), Lp/d

value increases as the slenderness ratio increases. On

the other hand, in deep beams, Lp/d value decreases

as the concrete class increases. The highest value of

Lp/d is obtained as 2.01 for slender beam reinforced

with C60 concrete class. The minimum value of Lp/d

is obtained as 0.80 for deep beam reinforced with

C80 concrete class. Lp/d value is decreased by up to

48% for the biggest concrete class used in this study

for slender beams with same shear span. However,

45

Y. SUMER/APJES 5-2 (2017) 39-47

the decreasing ratio changed 11% and 19% in

intermediate and deep beams respectively. On the

other hand, maximum Lp values are observed when

the C60 concrete class were used in intermediate and

slender beams. All the deep beams have the least Lp

value while the slender beams have the maximum Lp

values.

For the comparison, some of the most known

expressions in the literature for determining the

equivalent plastic hinge length used to calculate Lp

for the beams are tabulated in Table 5. Results

showed that in terms of Lp, standard deviations are

substantially increases from deep beams to the

slender beams. However, when the concrete class is

increases the standard deviations are decreases in

each group. The closer results are determined with

the Panagiotakos and Fardis expressions for the

Intermediate and Deep beams.

Table 5. Comparison of Lp from literature (units are in mm)

Beam

Name

FEM

results Corley Mattock

Paulay

and

Priestley

Panagiotakos

and Fardis

Standart

Deviations

C50 Slender 740 212 290 453 527 185,54

C60 Slender 755 212 290 453 527 190,35

C80 Slender 357 212 290 453 527 112,29

C50 Intermediate 495 206 263 297 428 107,22

C60 Intermediate 535 206 263 297 428 119,44

C80 Intermediate 481 206 263 297 428 103,18

C50 Deep 372 199 228 241 302 61,74

C60 Deep 310 199 228 241 302 43,10

C80 Deep 303 199 228 241 302 41,40

6. CONCLUSIONS

Modelling of plastic hinges is quite important since

in RC structure analysis dissipation of energy is

achieved through these hinges. There are several

expressions in literature that defines the location of

plastic hinges either by considering yielding of

tension steel or contraflexure or both. However,

existing experiments in the literature proved that

shear span to depth ratio is also very important on

the definition of plastic hinge length. In this

numerically verified study RC beams with different

failure modes are created by considering shear span

to depth ratio. Otherwise, special attention was paid

to high strength concrete. Then plastic hinge length

for these beams are determined. Findings are

summarized as follows:

Finite element approach is capable of

capturing load-deflection relationship and

stresses developed in the steel bar

embedded in concrete.

Lp is correlated with the shear span to depth

ratio value which is named as slender, deep

and intermediate beam in this study.

As the reinforced concrete class increases

plastic hinge length decreases independent

from slenderness.

Results calculated with formulas from the

literature are very divergent estimating the

hinge length of a high strength RC beams.

The Panagiotakos and Fardis formula give

reliable estimates of hinge length for the

high strength concrete elements constructed

as Deep beams.

More analysis and experimental results is

required to confirm these observations for

the high strength concrete.

7. KAYNAKLAR

[1] Fenwick, R.C., Thom, C.W., Shear deformation

in reinforced concrete beams subjected to

inelastic cyclic loading. Research Report No:

279, Department of Civil Engineering,

University of Auckland, 1982.

[2] Corley, G.W., Rotation capacity of reinforced

concrete beams. ASCE J Struct Div. 1966;

121:146-92.

32

46

Y. SUMER/APJES 5-2 (2017) 39-47

[3] Mattock, A.H., Discussion of rotational capacity

of reinforced concrete beams by W. D. G.

Corley. ASCE J Struct Div. 1967; 519:522-93.

[4] Priestley, M.J.N. and Park, R., Strength and

ductility of concrete bridge columns under

seismic loading. ACI Struct J. 1987; 61:76-84.

[5] Panagiotakos, T.B. and Fardis, M.N.,

Deformations of reinforced concrete members

at yielding and ultimate. ACI Struct J. 2001;

135:48-98.

[6] Federal Emergency Management Agency.

FEMA 356 Prestandart and Commentary for the

Seismic Rehabilitation of Buildings.

Washington DC, 2000.

[7] Park, R. and Paulay, T., Reinforced Concrete

Structures. John Wiley & Sons, New York,

1975.

[8] Beeby, A.W., Ductility in reinforced concrete:

why is it needed and how is it achieved.

Structural Engineer. 1997; 311:318-75 (18).

[9] American Concrete Institute. Building Code

Requirements for Structural Concrete, ACI 318-

14, ACI, Detroit, MI, 2014.

[10] Wight, J.K., Macgregor JG. Reinforced

Concrete Mechanics and Design, 5th Edition,

2012.

[11] Lopes, S.M.R. and Bernardo, L.F.A., Plastic

rotation capacity of high-srength concrete

beams. Materials and Structures. 2003; 22-31

(36).

[12] Mendis, P., Plastic Hinge Length of Normal

and high Strength concrete in Flexure.

Advances of Structural Engineering, 2001;

vol.4, no:4.

[13] Potisuk, T., Higgins, C.C., Miller, T.H., and

Yim, S,C., Finite Element Analysis of

Reinforced Concrete Beams with Corrosion

Subjected to Shear. Advances in Civil

Engineering, vol. 2011, Article ID 706803,

doi:10.1155/2011/706803, 2011.

Agcakoca, E., Aktas, M., The Impact of the

HMCFRP Ratio on the Strengthening of Steel

Composite I-Beams. Mathematical Problems in

Engineering, vol. 2012, Article ID 183906,

doi:10.1155/2012/183906, 2012.

[14] Arduini, M., Nanni, A., Behavior of

precracked RC beams strengthened with

carbon FRP sheets. ASCE, Journal of

Composites for Construction 1997; 63–70-1

(2).

[15] Coronado, A.C. and Lopez, M.M., Sensitivity

analysis of reinforced concrete beams

strengthened with FRP laminates. Cement and

Concrete Composites 2006; 102:114-28 (1).

[16] CEB-FIP MC90. Comite Euro-International

du Beton, CEB-FIP Model Code 1990, Bulletin

D’Information, No: 215, Lausanne, 1993.

[17] ABAQUS. Theory Manual, Version 6.13,

Hibbit, Karlsson & Sorensen, Inc., Pawtucket,

Rhode Island, USA.

[18] KAMALI, A.Z., Shear strength of reinforced

concrete beams subjected to blast loading.

Master of Science Thesis, Stockholm, Sweden,

2012.

[19] Sinha, B.P., Gerstle, K.H., Tulin, L.G., Stress–

strain relations for concrete under cyclic

loading. ACI Journal 1964; 195:211-61.

[20] Aktas, M. and Earls, C.J., Minor axis moment-

thrust response behavior in steel I-shaped

members. Journal of Structural Engineering-

ASCE 2006; 1079:1086-132.

[21] Arduini, M.D.T. and Nanni, A., Brittle failure

in FRP plate and sheet bonded beams. ACI

Structural Journal 1997; 363:370-94 (4).

[22] Sharif, A., Al-Sulaimani, G.J., Basunbul, I.A.,

Baluch, M.H., Ghaleb, B.N., Strengthening of

initially loaded reinforced concrete beams

using FRP plates. Struct J (ACI) 1994;

160:166-91 (2).

[23] Mains, R.M., Measurement of the distribution

of tensile and bond stresses along reinforcing

bars. Journal of the American Concrete

Institute, Proceedings 1951; 225:252-48 (3).

47

E. TAŞĞIN/APJES 5-2 (2017) 48-52

*Sorumlu yazar: Atatürk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, 25240 Erzurum,

[email protected]

Doi: 10.21541/apjes.290973

Soya Bitkisindeki Glutatyon Redüktaz Aktivitesi ve mRNA Seviyesinin

Kuraklık Stresinde Salisilik Asit ile Değişimleri

*1Esen Taşğın, 2Hayrunnisa Nadaroğlu, 3Ahmet Adıgüzel, 3M. Özkan Baltacı, 4Zeynep Sönmez 1 Atatürk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, 25240 Erzurum

[email protected] 2Atatürk Üniversitesi, Erzurum Meslek Yüksekokulu, Gıda Teknolojisi Bölümü, 25240 Erzurum

[email protected] 3Atatürk Üniversitesi, Fen Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, 25240 Erzurum

[email protected], [email protected] 4Atatürk Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Nano-Bilim ve Nano-Mühendislik Bölümü, Erzurum

[email protected]

Geliş Tarihi: 2017-02-09 Kabul Tarihi: 2017-06-30

Öz

Bu çalışma, kuraklık stresi ve salisilik asitin (SA) soya bitkisindeki etkilerini değerlendirmek için

gerçekleştirilmiştir. Bu amaçla, su stresine maruz bırakılan soya bitkisindeki SA, reaktif oksijen türleri (ROS) ve

glutatyon redüktaz (GR) enzimi arasındaki ilişki incelenmiştir. Soya fasulyesi (Glycine max L. cv.) bitkileri serada

kum tepsilere ekilerek büyütülmüştür. İkinci yaprak tamamen çıktığında bitkilerin yarısı bir hafta süreyle kuraklığa

maruz bırakılmıştır. Bir haftanın sonunda hem kontrol hemde kuraklık stres grupları SA (200 μmol/L) ile muamele

edilmiş ve iki gün sonra tüm gruplardan kesimler alınmıştır. Kontrol, kontrol+SA, kuraklık, kuraklık+SA

muameleli yapraklarda glutatyon redüktaz aktivitesi ve mRNA seviyeleri ölçülmüştür. Bu çalışmada, 200 μmol/L

SA muamelesi kontrol şartlarında GR aktivitesini önemli ölçüde artırmıştır. Kuraklık muameleli yapraklarda,

kontroller ile karşılaştırıldığında, GR enzim aktivitesinin arttığı gözlenmiştir. Ancak su stresi altında SA

muamelesi ile GR enzim aktivitesi önemli ölçüde azalmıştır. GR enzimini kodlayan genlerin transkripsiyon

seviyeleri real-time PCR (Polimeraz zincirleme tepkimesi) kullanılarak ölçülmüştür. SA muamelesi kuraklığa

maruz kalan soya yapraklarının GR-RNA seviyelerini hızlı bir şekilde azaltmıştır.

Anahtar kelimeler: Glutatyon redüktaz, kuraklık, salisilik asit, soya

Glutathione Reductase Activity in Soybean Plants and Changes in mRNA

Levels with Salicylic Acid in Drought Stress

*1Esen Taşğın, 2Hayrunnisa Nadaroğlu, 3Ahmet Adıgüzel, 3M. Özkan Baltacı, 4Zeynep Sönmez 1 Ataturk University, Faculty of Health Sciences, Department of Nutrition and Dietetics, 25240 Erzurum

[email protected]

2Atatürk University, Erzurum Vocational School, Department of Food Technology, 25240 Erzurum

[email protected]

3Ataturk University, Faculty of Science, Department of Molecular Biology and Genetics, 25240 Erzurum

[email protected], [email protected] 4Atatürk University, Faculty of Engineering, Department of Nano-Science and Nano-Engineering, Erzurum

[email protected]

Received date: 2017-02-09 Accepted date: 2017-06-30

Abstract

This study was carried to evaluate the effect of drought stress and salicylic acid (SA) treatments in soybean plants.

Soybean (Glycinemax L. cv.) plants were grown to sown in trays of sand in greenhouse. When the second leaf

was fully expanded, half of the plants were exposed to drought stress for one week. At the end of one week, half

of the plants in the both control and drought stress groups were treated with SA (200 μmol/L) and two days later

was taken cuttings from the whole. The activities of glutathione reductase (GR) and levels of mRNA have been

E. TAŞĞIN/APJES 5-2 (2017) 48-52

measured in control, control-SA treatment, drought treament and drought-SA treatment leaves. In this study, 200

μmol/L SA treatment significantly has been increased GR activity in control conditions. Drought treated leaves

have been observed elevated in the activities of the GR enzyme, compared to controls. But, under medium water

deficit, GR activity significantly reducing with SA treatment. The transcript levels of the genes encoding GR

enzyme have been measured using quantitative real-time PCR (Polymerase Chain Reaction). SA treatment has

decreased rapidly GR -RNA levels of soybean leaves exposed to drought stress.

Keywords: Glutathione reductase, drought, salicylic acid, soybean

1.Giriş

Bitkiler, büyüme ve gelişmeyi olumsuz şekilde

etkileyen, bitki kalitesinin ve miktarının azalmasına

neden birçok abiyotik stres faktörlerini tolere etmek

ve olumsuz koşullarda hayatta kalabilmek için çeşitli

adaptasyon mekanizmaları geliştirmişlerdir [1,2].

Bitkilerde kuraklık stresi ile oksidatif stresin arttığı

bilinmektedir. Hücresel düzeyde, hidrasyondaki bir

azalmanın ve süperoksit anyonu (O2•), hidrojen

peroksit (H2O2), hidroksil radikali (•OH) gibi

reaktif oksijen türlerinde (ROS) gözlenen artışın

membran ve proteinlere zarar verebileceği

belirlenmiştir [3,4]. Bitkiler, hücrelerini oksidatif

hasardan koruyan antioksidan sistemlere sahiptir. Bu

sistemlerin başında antioksidan enzimlere gelir.

Bitki hücreleri, glutatyon redüktaz (GR), süperoksit

dismutaz (SOD), katalaz (CAT) ve askorbat

peroksidaz (APX) gibi enzimatik ve enzimatik

olmayan kompleks bir antioksidan sistem tarafından

korunur. Birçok bitki ile yapılan çalışmalarda

antioksidan aktivite ve stres toleransı arasında çok

yakın ilişki olduğu saptanmıştır [5,6]. Bu siklüdeki

enzimlerden APX ve GR, yeşil yapraklardaki H2O2

detoksifikasyonundan sorumludur. GR'in stres

sırasında indirgenmiş glutatyon havuzunun (GSH)

korunmasında merkezi bir role sahip olduğu

bilinmektedir [7]. Daha önce yapılan çalışmalarda

bazı bitki türlerindeki antioksidan enzim seviyeleri

kuraklık stresine bağlı olarak belirlenmek istenmiş,

enzim aktivitelerinin bazı maddelerle değişimleri

izlenmiştir. Soya bitkisindeki bazı antioksidan

enzim seviyeleri kuraklık ve diğer stres koşullarında

araştırılmış ve bu enzimlerin bazı maddelerle

değişimleri izlenmiştir [3,4,8]. Daha önce farklı bitki

türlerinde yapılan çalışmalarda kuraklık stresi

koşullarında antioksidan enzimlerin mRNA

düzeyinde değişimleri belirlenmemiş olması bizi bu

çalışmaya yöneltmiştir. Soya bitkisi ile yaptığımız

bu çalışmada, indirgenmiş glutatyonun (GSH)

korunmasında ve oksitadif reaksiyon ürünlerinin

uzaklaşmasında önemli bir role sahip olduğu kabul

edilen GR enziminin kuraklık stresinde, hem aktivite

hem de transkripsiyon düzeyindeki değişimi

araştırılarak kuraklığın GR enzim mekanizmasını

nasıl etkilediği sorusuna cevap aranmak istenmiştir.

Ayrıca bu süreçte bir bitki hormonu olan SA’nın rolü

belirlenmeye çalışılmış ve enzim üzerindeki etkisi

izlenmiştir.

Soya ekonomik olarak önemli bir besindir. Zengin

bir antioksidan içeriğine sahip olan ve kullanım alanı

çok geniş olan soyadaki antioksidan enzimlerin

kuraklıkla indüklendiği ve arttığı bilinmektedir. Bazı

bitkilerde, kuraklık, tuz, ozon, yüksek ışık ve soğuk

gibi farklı stres koşullarında [9] GR enzim

aktivitelerindeki değişimler belirlenmiştir. Daha

önce soyadaki GR enzim aktivitesinin ve GR

transkripsiyon seviyesinin kuraklıkla değişiminin

hiç çalışılmamış olması ve enzim düzeylerinin

kuraklıkta SA ile değişimlerinin belirlenmemiş

olması ve özellikle yine kuraklık stresi koşullarında

GR enziminin mRNA düzeyinde SA ile

değişimlerinin belirlenmemiş olması nedeniyle bu

çalışma planlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Çalışma

neticesinde, kuraklık stresine maruz bırakılan soya

yapraklarında ki GR enzim aktiviteleri ve mRNA

seviyelerindeki değişimler ve bu değişimlerin

SA’dan nasıl etkilendiği belirlenmiş ve elde edilen

sonuçlar değerlendirilmiştir.

2. Materyal ve Yöntem

2.1. Bitkilerin Büyütülmesi

Soya tohumları (Glycinemax L. cv.) belirlenen

şartlarda kum ile dolu plastik kaplar içine ekildi

(Büyüme şartları; 14-s ışık, gün/gece sıcaklığı-

25°C/20°C, photonfluxdensity 300 μM·m–2 ·s–1)

[3]. Ekim sonrasında ilk 10 gün boyunca tohumlar

bir Hoagland besi solüsyonu ile her gün sulanarak iki

gerçek yaprak çıkıncaya kadar büyütüldü ve sonra

stres uygulamalarına geçildi. Stres uygulamalarında

öncelikle bitkiler iki gruba ayrıldı. Bir grubu kontrol

amaçlı tutuldu ve normal su ile sulanmaya devam

edildi. Diğer gruptakiler ise 1 hafta süre ile susuz

bırakıldılar.1 hafta sonunda stres muameleli gruptaki

bitkilerin yarısı 200 µM SA ile muamale edildi ve 2

gün sonra tüm gruplardan kesimler alındı [10].

Kullanıma kadar derin dondurucuda muhafaza

edildiler (-20 oC).

2.2. Glutatyon Redüktaz Aktivite Tayini

Glutatyon redüktaz (GR) (EC 1.6.4.2) aktivite tayini,

NADPH’ın oksidasyonunun 340 nm’de izlenmesi

esasına dayanmaktadır. Aktivite ölçümü, 50 mM

potasyum fosfat (pH=7) tamponu, 2 mM Na2

49

E. TAŞĞIN/APJES 5-2 (2017) 48-52

EDTA, 0.15 mM NADPH, 0.5 mM GSSG ve100 ml

enzim ekstraktı içeren karışımın 1ml’sinin 3 dk 340

nm’deki değişimi ölçülerek yapıldı [10].

2.3. RNA İzolasyonu ve Kantitatif Real-Time PCR

Kontrol, kontrol-SA muameleli, kuraklık muameleli,

kuraklık-SA muameleli yapraklarda qPCR

kullanılarak transkripsiyon seviyelerini belirlemek

için öncelikle soya bitkisine ait GR enzimi için

primer amaçlı oligonükleotidler dizaynedildi (Tablo

1). PCR reaksiyon siklüsü ayarlandı. Her bir örnek

için reaksiyon 3 kez tekrarlandı. ΔΔCt hesaplaması

kullanılarak referans gen GAPDH ile her bir örnek

için değerler hesaplandı [17].

Tablo 1. Real time için kullanılan GR gen primerleri

Total RNA Üreticinin kılavuzunda tanımlandığı gibi

RNeasy kolonları kullanılarak (Qiagen, Hilden,

Germany) bitki örneklerinden izole edildi.

RNA’ların konsantrasyonları spektrofotometre

(Thermo Scientific, Multiskan GO, USA) ile

belirlendi. Transcriptor FirstStrand cDNA Sentez

Kiti (Roche) ile üretici firmanın prokolüne uygun

olarak cDNA sentezi gerçekleştirildi. Bütün

cDNA’lar kullanılıncaya kadar -80 oC’de muhafaza

edildi. Spesifik gen-primerleri ile real-time (RT)–

PCR yapmak için üreticinin önerilerine uygun olarak

Real-Time PCR belirleme sistemi kullanıldı

(Qiagene, Rotor Gene Q) (Maxima SYBR

Green/ROX qPCR Master Mix (2X)) [11]. Master

Mix optimize edilmiş bir PCR tampon içinde

dNTP’leri ve Taq DNAPolimeraz (Maxima Hot

Start Taq DNA Polymerase) enzimini içermektedir.

Örnekler, 8 pmol konsantrasyondaki ileri ve

geriprimerler, 12.5 μl Maxima SYBR Green/ROX

qPCR Master Mix (2X), Template DNA≤500

ng/reaction, nükleaz içermeyen sudan oluşan 25

μl’lik bir reaksiyon karışımı içinde çoğaltıldı.

Bütün primerler (Glutathione reductase forward

primer (GR-forward), GR-reverse primer

Glyceraldehyde 3-phosphate dehydrogenase

(GAPDH) forward primer, GAPDH reverseprimer)

Primer3 software programı kullanılarak tasarlanmış

(v.0.4.0) (http://frodo.wi.mit.edu/) ve Metabion

(Germany) tarafından sentezlenmiştir (Tablo1). Her

bir örnek üç kez test edilmiştir ve sonuçlar ΔΔCt

hesaplamaları kullanılarak GAPDH gen referansı ile

cDNA amplifikasyonuna benzer şekilde çoğaltılarak

normalize edilmiştir.

Veriler, ortalamalar arasında anlamlı farklılıkların

olup olmadığını belirlemek için ANOVA (tamamen

randomize) kullanılarak analiz edildi.

3. Sonuçlar ve Tartışma

3.1. Enzim Aktivitelerinin Belirlenmesi

Kontrol ve kuraklık koşullarında büyütülen soya

yaprakları SA ile muamele edilmiş ve elde edilen

sonuçlar değerlendirilmiştir (Şekil 1). Bir haftalık

kuraklık muamelesi yapraklarda aktiviteyi kontrole

göre oldukça artırmıştır (Şekil 1a). Zaten, kuraklık

stresinin birçok bitkide GR aktivitesini arttırdığı

belirlenmiştir [6,12]. Kuraklık muamelesi Thymus

daenensis (subsp. lancifolius) fidelerinde reaktif

oksijen türlerinin seviyesinde (ROS) ve eş zamanlı

olarak ta katalaz, peroksidaz, glutatyon reduktaz ve

polifenol oksidaz enzimlerinin aktivitelerinde artışa

sebep olmuştur. Benzer başka bir çalışmada da yine

kuraklık stresi uygulanan genç domates

yapraklarında askorbat peroksidaz, glutatyon

reduktaz ve katalaz aktivitelerinin arttığı

belirlenmiştir [13,14].

SA muamelesi kontrol şartlarında GR aktivitesini

artırmıştır. Buna karşılık, kuraklık şartlarında SA

muamelesi aktiviteyi azaltmıştır (Şekil 1b-c). Daha

önce yapılan çalışmalarda bilindiği üzere SA’nın

strese yanıtta önemli bir sinyal molekül olduğu ve

stres koşullarındaki etkiyi hafiflettiği gösterilmiştir

[15,16].

50

E. TAŞĞIN/APJES 5-2 (2017) 48-52

*Sorumlu yazar: Atatürk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, 25240 Erzurum,

[email protected]

Doi: 10.21541/apjes.290973

Şekil 1. Soya yapraklarında kuraklık (a), SA (b) ve kuraklık+SA (c) muamelelerinin GR aktivitesi üzerine

etkileri (P < 0.05).

3.2. SA ve Kuraklık Stresine Maruz Kalan Soya

Yapraklarında GR Enzimine Ait Mrna

Seviyelerinin Değişimleri

Kontrol, kontrol-SA muameleli, kuraklık muameleli,

kuraklık-SA muameleli yapraklarda qPCR

kullanılarak transkripsiyon seviyeleri ölçülmüş ve

ayrıca internal kontrol olarak GAPDH geni

kullanılarak ta benzer sonuçlar izlenmiştir. GR gen

ekspresyonu ile kuraklıkta kontrole kıyasla mRNA

seviyesinin önemli ölçüde arttığı gözlenmiştir.

Benzer şekilde SA muamelesinin kontrolüne kıyasla

yine mRNA seviyesini arttırdığı belirlenmiştir.

Ancak kuraklık koşullarında SA mRNA seviyesinde

azalmaya neden olmuştur (Şekil 2). Yapılan

çalışmalarda salisilik asitin gen ekspresyonunu

önemli değişimlere sebep olduğu gösterilmiştir.

Arpada yapılmış bir çalışmada SA'nın katalaz

aktivitesi ve gen ekspresyonu üzerindeki etkileri

incelenmiş ve yüksek SA konsantrasyonunun

katalaz aktivitesini inhibe ettiği, mRNA seviyelerini

de önemli ölçüde azalttığı gösterilmiştir [18,19].

SA’nın ROS oluşumu ile ilgili olduğu ve GR gibi

antioksidan enzimlerin yürüttüğü koruyucu

reaksiyon serilerinde önemli bir sinyal molekül

olarak rol aldığı biliniyor [13,19]. Bu yüzden, bu

çalışmanın sonuçlarından ve daha önceki

çalışmalardan görüldüğü gibi SA’nın ROS

oluşumunun engellenmesini sağlayacak bir görev

üstlenebileceğini söyleyebiliriz. Sonuç olarak bu

çalışma ile, bitkileri etkileyen birçok stres faktörü

gibi kuraklığın da soyada sebep olduğu fizyolojik

değişimler izlenmiş ve SA’in kuraklık stresine

yanıtı gösterilmiştir.

Şekil 2. Soya yapraklarında kuraklık ve SA

muamelesinin mRNA seviyesi üzerine etkileri (P <

0.05).

Bu çalışma Bayburt Üniversitesi Araştırma Fonu

(Proje No: 2013/1-3) tarafından finanse edilmiştir.

4. Kaynaklar

[1] Kuşvuran Ş, Kavunlarda Kuraklık ve Tuzluluğa

Toleransın Fzyolojik Mekanizmaları Arasındaki

Bağlantılar. Doktora Tezi, Çukurova

Üniversitesi:Fen Bilimleri Enstitüsü; 2010.

[2] Reddy AR, Chaitanya KV, Jutur PP, Sumithra K.

Differential Antioxidative Responses to Water

Stress Among Five Mulberry (Morus alba L.)

Cultivars. Environmental and Experimental Botany

2004; 52: 33– 42.

[3] Simaei MR, Khavari-Nejad A, Bernard F.

Exogenous Application of Salicylic Acid and Nitric

Oxide on the Ionic Contents and Enzymatic

Activities in NaCl-Stressed Soybean Plants.

American Journal of Plant Sciences. 2012; 3:1495-

1503.

51

E. TAŞĞIN/APJES 5-2 (2017) 48-52

[4] Bano A, Ullah F, Nosheen A. Role of abscisic

acid and drought stress on the activities of

antioxidant enzymes in wheat. Plant Soil Environ .

2012; 58(4): 181–185.

[5] Tasgın E, Atıcı Ö, Nalbantoğlu B, Popova LP.

Effects of salicylic acid and cold treatments on

protein levels and on the activities of antioxidant

enzymes in the apoplast of winter wheat leaves.

Phytochem 2006; 67;710-715.

[6] Contour-Ansel D, Torres-Franklın LM, Cruz de

Carvalho MH, D’arcy-Lameta A, Zuily-Fodil Y.

Glutathione Reductase in Leaves of Cowpea:

Cloning of Two cDNAs, Expression and Enzymatic

Activity under Progressive Drought Stress.

Desiccation and Abscisic Acid Treatment. Ann of

Bot 2006; 98: 1279–1287.

[7] Pastori G, Foyer CH, Mullineaux P. Low

temperature-induced changes in the distribution of

H2O2 and antioxidants between the bundle sheath

and mesophyll cells of maize leaves. J Exp Bot 2000;

51: 107–113.

[8] Vasconcelos ACF, Zhang X, Ervin EH, Kiehl JC.

Enzymatıc Antioxidant Responses to Biostimulants

ın Maize and Soybean Subjected To Drought, Sci.

Agric. (Piracicaba, Braz.) 2009; 66(3):395-402.

[9] Kaminaka H, Morita S, Nakajima M, Masumura

T, Tanaka K. Gene Cloning and Expression of

Cytosolic Glutathione Reductase in Rice (Oryza

Sativa L.). Plant Cell Physiol 1998;39(12): 1269-

1280.

[10] Jiang M, Zhang J. Water stress-induced abscisic

acid accumulation triggers the increased generation

of reactive oxygen species and up-regulates the

activities of antioxidant enzymes in maize leaves. J

Exp Bot 2002; 53(379): 2401-2410.

[11]. http://frodo.wi.mit.edu, erişim tarihi Ocak,

2017.

[12] Cruz de Carvalho M.H., Contour-Ansel D.

(h)GR, beans and drought stress. Plant Sig&Beh

2008; 3(10): 834-835.

[13] Bahari AA, Sokhtesaraei R, Chaghazardı HR,

Masoudi F, Nazarlı H. Effect of water deficit stress

and foliar Application of salicylic acid on

Antioxidants enzymes activity in leaves of Thymus

daenensıs subsp. Lancifolius. Cercetări Agronomice

în Moldova 2015; XLVIII (1): 161.

[14] Ünyayar S, Çekiç FO. Changes in

Antioxidative Enzymes of Young and Mature

Leaves of Tomato Seedlings under Drought Stress,

Turk J Biol 2005; 29:211-216.

[15] Kang G, Li G, Xu W, Peng X, Han Q. Zhu,Y.,

Guo T. Proteomics reveals the effects of salicylic

acid on growth and tolerance to subsequent drought

stress in wheat. J Prot Res 2012; 11: 6066–6079.

[16] Zarghami M, Shoor M, Ganjali A, Moshtaghi

N, Tehranifar A. Effect of salicylic acid on

morphological and Ornamental characteristics of

petunia hybrida at drought stress. Indian Journal of

Fundamental and Applied Life Sciences 2014; 4(3):

523-532.

[17] Zhao YQ, Zhang CL, Zhang W, Li LN, Zhang

GM. Molecular detection of Thielaviopsis basicola

by PCR assay. Acta Phytopat Sin 2009; 39: 23–29.

[18] Miura K, Tada Y. Regulation of water, salinity,

and cold stress responses by salicylic acid. Plant

Physiology 2014; 5:1-12.

[19] Zeshuang S, Guoying J, Yingchun L, Yuxian Z.

Decrement of catalase mRNA level after salicylic

acid treatment. Chinese Sci Bull 1998; 43:4.

52