ali ulvi baba’nin bektaşilik makalâti’ndan mücerretlik postuyla ilgili ikinci bölüm

7
ALİ ULVİ BABA’NIN BEKTAŞİLİK MAKALÂTI’NDAN MÜCERRETLİK POSTUYLA İLGİLİ İKİNCİ BÖLÜM (Chapter II. Post of Mucarrad Being Unmarried for Your from Ali Ulvi Baba‟s Makalat of Bektashism) İsmail KASAP * Yusuf Turan GÜNAYDIN ** ÖZET Ali Ulvi Baba (1864-1954?), son dönem Bektaşi büyüklerindendir. Bektaşilik Makâlâtı adlı eseri ise Ahmed Rıfkı (1884-1935)‟nın Bektaşi Sırrı adlı eserine yazılmış reddiyelerden biridir. Burada Bektaşilik Makâlâtı‟nın ufak girişiyle mücerretlik Postu konusunu işleyen İkinci Bölümünün çevrimyazısını ve sadeleştirilmiş metnini sunuyoruz. Anahtar Kelimeler: Ali Ulvi Baba, Bektaşilik Makâlâtı, Bektaşi Sırrı, tasavvuf. ABSTRACT Ali Ulvi Baba (1864-1954), was one of the last term Bektashı leaders. His work of makalât of Bektashism is oe of the writings which was written in “Bektashi Secret”, work of Ahmed Rıfkı (1884 -1935). In this writing we demonstrate the translation of chopler II about post of mucarrad and makalat of Bektashism. Key Words: Ali Ulvi Baba, Makalat of Bektashism, Bektashi secret, sufium GİRİŞ Ali Ulvi Baba Kimdir? Ali Ulvi Baba unvanlı Mehmed Ali Çerkeşî son dönem Bektaşi postnişinlerindendir. Kesin olmamakla birlikte 1864‟te Çankırı‟nın Çerkeş ilçesinde doğdu, 1951 veya 1954‟te İzmir‟de öldü. Gençlik döneminde askeriyeye girdi ve tabur imamlığı göreviyle İstiklâl Savaşı‟na katıldı. Süvari Yüzbaşılığından emekli oldu. Bektaşiliğe askerliği döneminde, Şahkulu Sultan Dergâhı‟nda Mehmed Ali Hilmi Dedebaba (1842-1909)‟dan el alarak intisap etti. Önce Ali Nutkî Baba (1869-1936)‟dan, daha sonra Nafi Baba (1833-1912) ve Salih Niyazi Dedebaba (ö. 1941)‟dan Babalık icazeti aldı. Bir adı da Mızraklı Dergâhı olan İzmir Balpınarı Tekkesinde postnişinlik yaptı. Târîh-i Şâh-ı Velâyet, Mevlûd-i Hazret-i İmâm Ali, Şecere-i Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşilik Makâlâtı adlı eserleri vardır (Kasap-Günaydın: 2006, 7-12) Bektaşîlik Makâlâtı Ali Ulvi Baba‟nın bu eseri Ahmed Rıfkı (1884-1935)‟nın Bektaşî Sırrı adlı eserine yazılmış bir reddiyedir. 1341/1922‟de basılmış olan eserin ikinci bölümünde özellikle Hacı Bektaş Velî‟nin mücerret (bekâr) olup olmadığı tartışması ele alınmış, reddiye kapsamında değilmiş gibi görünen birinci bölümde ise dolaylı yoldan da olsa Bektaşilik-Hurufilik ilişkisine değinilmiştir. Hacı Bektaş Veli‟nin mutlak anlamda mücerret (bekâr) olduğunu savunan Ahmed Rıfkı‟ya karşılık Ali Ulvi Baba, Çelebilik postunun bulunmasının Babagân postunun bulunmamasını gerektirmediğini, her ikisinin de Bektaşilik tarihinde farklı bir yerinin bulunduğunu düşünmektedir. Yine Bektaşîliğin Hurufîlikle hiçbir ilgisi bulunmadığını savunan A. Rıfkı‟ya karşılık Ulvi Baba eserinin başında harf sembolizmiyle oluşturulmuş ilgi çekici cümlelere ve şiir parçalarına yer verir. A. Rıfkı‟nın eserine Ali Ulvi Baba‟nın dışında Çelebi Cemaleddin Efendi (1862-1920?), Müncî Baba Mehmed Süreyya (ö. 1942) ve Balabanî Ziyaeddin Hüsni gibi Bektaşi çevrelere mensup kişilerce de reddiye yazılmıştır. (Kasap-Günaydın: 2006, 7-12) * Öğretim Görevlisi, Kırşehir, Ahi Evran Üniversitesi, Eğitim Fakültesi. [email protected] ** Araştırmacı-Yazar. [email protected]

Upload: ihramcizade

Post on 30-Jul-2015

177 views

Category:

Education


4 download

TRANSCRIPT

Page 1: Ali ulvi baba’nin bektaşilik makalâti’ndan mücerretlik postuyla ilgili ikinci bölüm

ALİ ULVİ BABA’NIN BEKTAŞİLİK MAKALÂTI’NDAN MÜCERRETLİK

POSTUYLA İLGİLİ İKİNCİ BÖLÜM

(Chapter II. Post of Mucarrad Being Unmarried for Your from Ali Ulvi Baba‟s Makalat of

Bektashism)

İsmail KASAP*

Yusuf Turan GÜNAYDIN**

ÖZET

Ali Ulvi Baba (1864-1954?), son dönem Bektaşi büyüklerindendir. Bektaşilik Makâlâtı adlı eseri ise

Ahmed Rıfkı (1884-1935)‟nın Bektaşi Sırrı adlı eserine yazılmış reddiyelerden biridir. Burada Bektaşilik

Makâlâtı‟nın ufak girişiyle mücerretlik Postu konusunu işleyen İkinci Bölümünün çevrimyazısını ve

sadeleştirilmiş metnini sunuyoruz.

Anahtar Kelimeler: Ali Ulvi Baba, Bektaşilik Makâlâtı, Bektaşi Sırrı, tasavvuf.

ABSTRACT

Ali Ulvi Baba (1864-1954), was one of the last term Bektashı leaders. His work of makalât of Bektashism is oe

of the writings which was written in “Bektashi Secret”, work of Ahmed Rıfkı (1884-1935). In this writing we

demonstrate the translation of chopler II about post of mucarrad and makalat of Bektashism.

Key Words: Ali Ulvi Baba, Makalat of Bektashism, Bektashi secret, sufium

GİRİŞ

Ali Ulvi Baba Kimdir?

Ali Ulvi Baba unvanlı Mehmed Ali Çerkeşî son dönem Bektaşi postnişinlerindendir.

Kesin olmamakla birlikte 1864‟te Çankırı‟nın Çerkeş ilçesinde doğdu, 1951 veya 1954‟te

İzmir‟de öldü. Gençlik döneminde askeriyeye girdi ve tabur imamlığı göreviyle İstiklâl

Savaşı‟na katıldı. Süvari Yüzbaşılığından emekli oldu.

Bektaşiliğe askerliği döneminde, Şahkulu Sultan Dergâhı‟nda Mehmed Ali Hilmi

Dedebaba (1842-1909)‟dan el alarak intisap etti. Önce Ali Nutkî Baba (1869-1936)‟dan, daha

sonra Nafi Baba (1833-1912) ve Salih Niyazi Dedebaba (ö. 1941)‟dan Babalık icazeti aldı.

Bir adı da Mızraklı Dergâhı olan İzmir Balpınarı Tekkesinde postnişinlik yaptı. Târîh-i Şâh-ı

Velâyet, Mevlûd-i Hazret-i İmâm Ali, Şecere-i Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşilik Makâlâtı adlı

eserleri vardır (Kasap-Günaydın: 2006, 7-12)

Bektaşîlik Makâlâtı

Ali Ulvi Baba‟nın bu eseri Ahmed Rıfkı (1884-1935)‟nın Bektaşî Sırrı adlı eserine

yazılmış bir reddiyedir. 1341/1922‟de basılmış olan eserin ikinci bölümünde özellikle Hacı

Bektaş Velî‟nin mücerret (bekâr) olup olmadığı tartışması ele alınmış, reddiye kapsamında

değilmiş gibi görünen birinci bölümde ise dolaylı yoldan da olsa Bektaşilik-Hurufilik

ilişkisine değinilmiştir. Hacı Bektaş Veli‟nin mutlak anlamda mücerret (bekâr) olduğunu

savunan Ahmed Rıfkı‟ya karşılık Ali Ulvi Baba, Çelebilik postunun bulunmasının Babagân

postunun bulunmamasını gerektirmediğini, her ikisinin de Bektaşilik tarihinde farklı bir

yerinin bulunduğunu düşünmektedir. Yine Bektaşîliğin Hurufîlikle hiçbir ilgisi bulunmadığını

savunan A. Rıfkı‟ya karşılık Ulvi Baba eserinin başında harf sembolizmiyle oluşturulmuş ilgi

çekici cümlelere ve şiir parçalarına yer verir. A. Rıfkı‟nın eserine Ali Ulvi Baba‟nın dışında

Çelebi Cemaleddin Efendi (1862-1920?), Müncî Baba Mehmed Süreyya (ö. 1942) ve

Balabanî Ziyaeddin Hüsni gibi Bektaşi çevrelere mensup kişilerce de reddiye yazılmıştır.

(Kasap-Günaydın: 2006, 7-12)

* Öğretim Görevlisi, Kırşehir, Ahi Evran Üniversitesi, Eğitim Fakültesi. [email protected]

** Araştırmacı-Yazar. [email protected]

Page 2: Ali ulvi baba’nin bektaşilik makalâti’ndan mücerretlik postuyla ilgili ikinci bölüm

METNİN ÇEVİRİYAZISI

Birkaç Söz

Bu risâleyi yazmaktaki maksad-ı âcizânem, öteden beri efkâr-ı umûmiyede Bektaşî

Sırrı nâmiyle hayret ve mübhemiyet tevlîd eden nazariyeleri mümkin mertebe izâle ve

muhterem halka hakâyık-ı Bektaşiyeyi arzetmektir.

Sultânların saltanat-ı makhûresi, zulm-i istibdâdı karşısında mektûm kalan bâzı hakâyık

Bektaşî Sırrı nâmiyle dillerde dolaşa dolaşa kâh mûcib-i hayret bir muammâ, kâh Tarîkat-ı

Aliyye aleyhine bir turfe şeklini iktisâb ediyordu. Şimdi bu hakâyıkı şerh ve tavzîhe mâni bir

sebeb yoktur. Bunun için muhterem halkı mânâsız düşüncelerden kurtarmak emeliyle şu

risâleyi kaleme aldım.

Ali Ulvî Baba

II. Bölüm

[1] İmdi Balım Sultân hazretlerinin âlem-i irtihâle intikâllerinden sonra Çelebiyân

beyninde zuhûr eden rekâbet ve hâricden vukû bulan müdâhale ve şemâtet Dergâh-ı Şerîfte

sâkin fukarâ ve dervîşânın emniyetini selb ederek tamâm otuz altı sene müddet mücerred

pôstu Babagândan hâlî kalmış idi. Rivâyet olunduğu üzere zikri mürûr eden Sersem Alî Baba

ki ol zamânda mîr-i mîrândan ve tuğ u „alem sâhibi kaviyyü‟l-iktidâr vüzerâdan iken zâten

muhibbân-ı Bektaşiyeden olmasına binâen terk-i dağdağa-i vezâret ve kat‟-ı rişte-i taalluk ve

mâsivâ ile Dergâh-ı Şerîfte ihtiyâr-ı uzlet etmiş idi. Bâde zamânin izhâr-ı burhân ile bâ-işâret-

i aliyye-i Hazret-i Pîr, dokuz yüz elli sekiz târîhinde Baba pôsta kuûd edip tekyenin idâre ve

fukarâsının terbiyesinde zâhiren ve bâtınen himmet eylemişlerdir ki onlardan sonra bu usûl

ber-vech-i silsile cârî olmuştur. İşte bu Tarîkat-ı „Aliyyeden dahi sâhibü‟l-burhân nice ehl-i

hakîkat zuhûra gelmiştir ki la-yu„addır. Ve lâkin her nasılsa icrâ-yı küfr ve mel„anetlerine bu

Tarîk-ı „Aliyyeyi siper eden birtakım mülhid ve münâfıkların zuhûriyle meydâna koydukları

bid‟atler kâbil-i te‟vîl olamadığından bâis-i levm ve bâdî-i kadh u ta‟n-ı tarîk oldular. Ne„ûzü

bi‟llâhi mine‟z-zeyği ve‟z-zeleli ve sûi‟l-i„tikâd ve fesâdü‟l-„amel.1

***

Bâde-zâ mâlûm ola ki sırr-ı Yezdân sâhibü‟l-burhân Cenâb-ı Balım Sultân kuddise

sirru-hu‟l-Mennân hazretleri hâne-i tecrîdin mebnâsı olup vâlideleri Mürsel Bâlî ki pîr-i

tarîkat hazretlerinin evlâd-ı mâneviyesinden üçüncü batında vâkî Yûsuf Bâlî‟nin oğludur.

Rûmili‟nde vâkî Dimetoka kazâsında defîn-i hâk-i ıtr-nâk olan Seyyid Alî Sultân ki Horasân

erlerinden Seyyid Hasan Ata‟nın oğlu olup ibtidâ Rûm‟u teşrîflerinde Dergâh-ı Hazret-i Pîr‟e

ferş-i seccâde-i tecerrüdle nice zamân hücre-nişîn-i ikâmet ve nice yıllar çile ve erbaîn ve

halvet çıkarıp tasfiye-i nefs ile mazhar-ı keşf ü kerâmât olduktan sonra izn ü işâret-i

mâneviye-i Hazret-i Pîr ile Rûmili cânibine seyâhatinde mûmâ-ileyh Mürsel Baba‟yı berâber

almış ve birlikte seyâhat etmişler idi. Kazâ-yı mezkûrda ihyâ ve inşâ-i zâviye ile orada

kaldıklarında mûmâ-ileyh Mürsel Baba dahi berâberce kalıp nefs-i kasabada hâlâ isimlerine

mensûb zâviyede hücre-nişîn olmuşlar idi. Bir vakti mürûrundan sonra Seyyid Alî Sultân [2]

tarafından vâkî olan izn ü işârete mebnî rişte-i tecerrüdü şikest edip sinni doksan râddelerinde

olduğu hâlde teehhül etmekle sulb-i âlîlerinden müşârün-ileyh Balım Sultân vücûda gelip

hadd-i bülûğa vâsıl olduktan sonra kendilerinden cezbe-i Rahmânî ve aşk-ı Sübhânî zuhûra

gelip nice vakitler müstağrak-ı deryâ-yı vahdet-i hakîkat iken nâgâh müşârün-ileyh Seyyid Alî

Sultân tarafından mânen vukû bulan işâret üzerine evvelâ Dersaâdet‟e gelip envâ‟-ı hürmet ve

tâzîme mazhar olarak Dergâh-ı Hazret-i Pîr‟e azîmet ile 922 târîhine gelinceye değin orda

1 Bu bölüm Mir’âtü’l-Mekâsıd fî Def’i’l-Mefâsid adlı eserden alıntıdır. Alıntıların ilk bölümünü Ahmed Rıfkı da

alıntılamış ve fakat eleştirmiştir. Bk. Bektaşî Sırrı-II, Karabet Matb., İstanbul 1328, s. 28-29. Paragrafın

sonundaki Arapça cümlenin anlamı: “Doğruluktan ayrılma, eksiklik, kötü inanış ve bozuk amel gibi şeylerden

Allah‟a sığınırız.”

Page 3: Ali ulvi baba’nin bektaşilik makalâti’ndan mücerretlik postuyla ilgili ikinci bölüm

pôst-ı irşâd olmuşlardır. Tarîk-ı Bektaşiyede hak ve hakîkate muvâfık olan âyîn ve erkân

bunlardan müstevdi„dir. Binâen-„aleyh müşârün-ileyh “Pîr-i Sânî” ıtlâk olunur. Dergâh-ı

Hazret-i Pîr‟de sâkin fukarâ ile Çelebiyân için tahsîs kılınan vâridât dahi müşârün-ileyh Balım

Sultân zamânında saltanat-ı seniyye cânibinden ihsân olunmuştur. Ve hâne-i tecrîdin bânîsi

tâbîri ise yalnız hücre-nişîn olan fukarâ hakkındadır. Fe-efhem.

İmdi mücerred-i sahîh ol kimsedir ki ilm ü mârifetten âgâh ve pür intibâh olup her şeyi

de kendüyü pâk ve berî kıla ve nûr-i Hak olup hâlen bedeni âteşe girse yanmaya ve birçok

vakitler yemek yemese muhtâc olmaya. Farazâ katl eyleseler elem edinmeye. Helâk kılsalar

ona gam gelmeye celâl ve cemâl onun yanında müsâvî ola. Azâbda olmaklık ile safâda olmağı

fark etmeye. İşte halka muhtâc olmayan fakîr mücerred bunlardır. Ve dahi şerîat ve tarîkat ve

mârifet ve hakîkatin sırlarını bilip Server-i Âlem ve mefhar-i benî Âdem Muhammedü‟l-

Mustafâ (s.a.v) ile Hazret-i İmâm Alî kerrema‟llâhu veche-hû ve radiya‟llâhu ahn‟in ve

ashâb-ı Resûlullâh‟ın îtikadlarıyla mu„tekid ola. Netekim Server-i Âlem buyurur: “Şerîat

sözlerim, tarîkat fiilerim ve hakîkat hâllerimdir.”2 Şerîat, Hazret-i Risâlet-penâh Efendimizin

böylece icrâ edin deyü emir buyurdukları emirdir ki “İslâm beş esâs üzerine binâ olunmuştur:

Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet etmek,

namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak ve yoluna güç yetiren kişiye Beyt’i

haccetmek.”3

Yânî Hazret-i Risâlet-penâh Efendimiz buyururlar ki; İslâm‟ın bünyâdı beş nesne

üzerine: Kelime-i şehâdet ve salât ve zekât, Ramazan ve Haccü‟l-Beyt gibi daha nice şerâiti

vâcibât ve sünen-i seniyye-i Peygamberî kim, icrâsı tenbîh ve te‟kîd buyurulmuştur; cümlesini

yerine getirmektir. Zîrâ bu evâmir, Hak Sübhâne-hû ve Teâlâ hazretlerinin Resûlü vâsıtasiyle

bizlere emir buyurduğudur. Her kim bu emri [3] bilip bu ahkâma îmân getirirse ehl-i şeraîttir.

Ve her kim bu ilimle amel edip bu şerâit ve süneni ef„âl edinip işler ise ehl-i tarîkattir. Ve her

kim bu evâmirin hakîkatine mâlik olur ise ehl-i hakîkattir. Mücerredlik bu ahkâmı bi‟l-cümle

edâdan sonra muhabbet-i dünyâdan geçmektir ve muhabbetullâha gönül vermektir. Zîrâ bir

gönülde muhabbet-i dünyâ olıcak, muhabbetullâh olmaz. Netekim Kur‟ân-ı Kerîm‟de gelir:

“Her kim âhiret kazancını isteyecek olursa, onun kazancını artırırız. Her kim de dünya

kazancını isteyecek olursa, ona da ondan veririz. Ancak onun âhirette hiç payı

olmayacaktır.”4

Yânî şol kimseler ki hars-ı dünyâ murâd edip harîs olur ise ona murâd ettiği hars-ı

dünyâyı veririz. Fakat âhiretten nasîbi yoktur. Netekim haberde vârid olmuştur: “Harîs,

mahrumdur.”5

Dünyâya harîs olmak âhiretten mahrûm olmaktır. Muhabbet edip harîs olmamaklık

enbiyâ ve evliyâ amelidir. Netekim Resûlullâh (s.a.v) buyurur; yânî “Ehl-i âhirete dünyâ

harâmdır. Ehl-i dünyâya âhiret harâmdır. Ehlullâha her ikisi harâmdır.”6

Zîrâ iki nesne muhabbeti bir gönüle sığmaz ve muhabbet şirket kabûl etmez. Eğer

dünyâ muhabbeti ile muhabbetullâh bulunaydı hâlâ dünyâyı terk edip mağaralara girmeyince

bulmadılar. İmdi sâbit oldu kim tâlib-i Hak olanlara dünyâ ve âhiret harâmdır. Zîrâ onlar

Hakk‟ın cemâli müşâhedesinden bir ân ve bir sâat münfekk ve munkatı„ olmazlar. Tâlib-i

dünyâ olup tâlib-i Hak olmayanlara âhiret harâmdır. Enbiyâ ve evliyâ sırrından mahrûm olur:

“Böylece o, aynı anda hem dünyasını hem de âhiretini kaybetmiş olur.”7

2 el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ II, 1532. hadîs. Buradaki rivayetin sonunda “Mârifet sermayemdir” eki de vardır.

3 Buhârî/Îmân: 1, 3; Müslim/Îmân: 19-22; Tirmizî/Îmân: 3; Neseî/Îmân: 13.

4 Şûrâ (42): 20.

5 Bulunamadı.

6 Deylemî‟den Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ-I, 1314. hadîs.

7 Hacc (22): 11.

Page 4: Ali ulvi baba’nin bektaşilik makalâti’ndan mücerretlik postuyla ilgili ikinci bölüm

İmdi dünyâyı terk eylemek Hazret-i Resûl-i Ekrem‟in fi„li ve tarîkatıdır. Ki “et-

Tarîkatu ef„âlî”8 buyurmuştur. Şerîat ve tarîkat ve mârifet ve hakîkat Fahr-i Âlem

Efendimiz‟in Hak celle ve „alâ hazretleriyle mâ-beynde olan müşâhedeleridir ki ol kendi hâli

ve cemâli müşâhedesinde görmüştür. Makâm-ı vasldır ve makâm-ı vahdettir ve Hû Hû

makâmıdır. Ona ne melek-i mukarreb ve ne de nebî-i mürsel sığar. Onun için bu seyr-i

müşâhedede “Kim beni [rüyasında] görürse gerçekte görmüştür.”9 buyurmuşlardır. Ve

Hazret-i Alî kerrema‟llâhu veche-hû dahi bu seyr-i müşâhedede yânî; “Perdem açılsa yakînim

ziyâde olmazdı.” [buyurmuştur]. „Hak‟la benim mâ-beynimde hicâb yoktur‟ demek olur.

İşte her kim ki dervîştir, Hazret-i Resûlullâh (s.a.v)‟in ve İmâm Alî kerremallâhu

veche-hû‟nun sır ve hakîkatlerini bilmek gerektir. Zîrâ onları sevmek, onların sırrını bilip

onlarla âşinâ [4] olmaktır. Âdem‟in cümlesi âdemoğullarıdır. Fe-emmâ âdemoğlu ona derler

ki; “Çocuk babasının sırrıdır.”10

ola. Babasının hakîkatine muttali olmuş olsa… eğer olmaz

ise sûretâ âdemoğlu olur; hakîkaten olmaz ve baba mîrâsın yemez. Mîrâs yemek baba sırrına

vâkıf olmaktır ki cemî esmâyı Allah Tebâreke ve Teâlâ hazretleri Âdem‟e tâlîm etmiştir; ol

esmâyı âlim olmaktır ve mecmû-ı eşyâ ve zemîn ü âsümânın hikmet ve cevherini görüp

bilmektir. Netekim Kur‟ân-ı Azîmü‟ş-şân‟da buyurur: “Arza iyi işler yapan kullarım mirasçı

olacaklardır.”11

Yânî yer ile gök mîrâsını Hak Teâlâ hazretlerinin sâlih kulları yer. Sâlih kul

ona derler ki nefs[i] anlayıp Rabbin bile. Bir kişi nefsini bilmese Rabbin bilmez. Nefsini

bilmek dahi ne kadar ilmi var ise kişi kendi vücûdunda okuyup ve cemî„ eşyâda kendüyü

müşâhede kıla ve mecmû„-ı eşyâda kendü zuhûrun göre ve Hak zikri sebkat eylediği vechile

kendi vücûdundan gayri mevcûd kalmaya ve cümle mevcûdâtla bir vücûd ve bir hakîkat ola.

Ey tâlib-i hakîkat, âgâh ol kim, kavl ü fi„lin hakîkat-i hâle muvâfık olmayıp da

dünyâya harîs olarak lezâiz-i cismâniye ile meşgûl olduğun takdîrde beyhûde mücerred olup

kizb ü günâhı kabûl etmemeli ve teehhül etmeyip de “Nikâh benim sünnetimdir; kim

sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”12

hadîs-i şerîfinin mânâsına mâ-sadak

olmamalıdır. Bu ümmetin ehl-i tecrîdi Ashâb-ı Suffe ve Hazret-i Selmân-ı Fârisî‟ye teklîden

ve ittibâendir. Lâkin müşârün-ileyh hazretlerinin ism-i âlîleri Selmân-ı Fârisî iken “Selmân-ı

Pâk” denildi ve haklarında “Selmânu min-nâ ehle beytin” “Selman bizdendir; ehl-i

beyttendir.13

buyuruldu. Niçin kim? Sûrette ve sîrette her bir ef„âli Hazret-i Risâlet-penâh

Efendimizle Hazret-i İmâm Alî kerrema‟llâhu veche-hû hazretlerinin isr-i saâdetlerine taklîd

edip kavl ü fi„linde kendüyü pâk ve mutahhar kılıp bende-i halka be-gûş idi. Radiya‟llâhu an-

hü.

Tamâm şüd.14

SADELEŞTİRİLMİŞ METİN

Birkaç Söz

Bu kitapçığı yazmaktaki acizane amacım, öteden beri kamuoyunda Bektaşî Sırrı adıyla

hayret ve kuşku doğuran görüşleri mümkün olduğunca gidermek ve saygıdeğer halka

Bektaşiliğin gerçeklerini sunmaktır.

Sultanların ezici saltanatı, baskıcı zulmü karşısında gizli kalan bazı gerçekler Bektaşi

Sırrı adıyla dillerde dolaşa dolaşa kâh hayret gerektiren bir muamma, kâh Tarikat-ı Aliyye

aleyhine bir iftira biçimini kazanıyordu. Şimdi bu gerçekleri açıklamaya engel olacak

8 “Tarîkat fiillerimdir.” Bk. El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ II, 1532. hadîs.

9 Buhârî/Ta‟bîr: 10; Müslim/Rü‟yâ: 10-13; Dârimî/Rü‟yâ: 4.

10 el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ-II, 2911. hadîs.

11 Enbiya (21): 105.

12 İbn Mâce/Nikâh: 1.

13 Taberânî ve Hâkim‟den Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ-I, 1505. hadîs.

14 Buradan itibaren Müellifin Hz. Ali‟yle ilgili hadislerden derlediği el-Ehâdîsü’l-Vâride Fî Fezâili Cenâbi

Aliyyi’l-Murtezâ Kerrema’llâhu Veche-Hû Ve Radiya’llâhu ‘An-Hü adlı hadis seçmesi yer almaktadır.

Page 5: Ali ulvi baba’nin bektaşilik makalâti’ndan mücerretlik postuyla ilgili ikinci bölüm

herhangi bir sebep yoktur. Bunun için saygıdeğer halkı manasız düşüncelerden kurtarmak

emeliyle şu kitapçığı kaleme aldım.

Ali Ulvi Baba

İkinci Bölüm

Balım Sultan Hazretlerinin öte dünyaya göçüşünden sonra Çelebiler arasında ortaya

çıkan rekabet ve dış sebeplerle meydana gelen müdahale ve şamatalar, Dergâh-ı Şerifte oturan

fakir ve dervişlerin güvenliğini ortadan kaldırmış ve tam otuz altı yıl boyunca Mücerret Postu

Babağândan boşalmıştı. Rivayet edildiğine göre Sersem Ali Baba –ki o zamanki emirlerden,

tuğ ve alem sahibi iktidarı güçlü vezirlerden iken- zaten Bektaşi sempatizanı olduğu için

vezirlik dağdağasını terk etmiş, masiva ve dünya bağlılığından uzaklaşmış ve Dergâh-ı Şerîfte

yalnız yaşamayı seçmişti. Zamanla burhan gösterip, Hazret-i Pir‟in yüce işaretleriyle dokuz

yüz elli sekiz tarihinde Baba Postuna oturup tekkenin idare ve fukarasının eğitiminde zahir ve

bâtın yönlerinden himmet sarfetmişlerdir ki onlardan sonra bu yol, silsile aracılığıyla

işleyegelmiştir. İşte bu yüce tarikatten burhan sahibi nice hakikat ehli ortaya çıkmıştır ki

sayılamayacak kadar çoktur. Fakat her nasılsa küfür ve melanetlerine bu yüce tarikati siper

edinen birtakım mülhit ve münafıkların ortaya çıkarak, uydurdukları bidatlar yorum

götürmediğinden kınanmaya, kötülenmeye ve yolun lanetlenmesine sebep oldular.

Günahlardan, sürçmelerden, kötü inanıştan ve bozuk amelden Allah‟a sığınırız.

Bundan sonra bilinmelidir ki Yezdan olan Allah‟ın sırrı, burhan sahibi Balım Sultan

cenapları (Mennân olan Allah sırrını takdis etsin), Mücerretlik (bekârlık) ocağının kurucusu

olup babası Mürsel Bâlî, Tarikat Piri hazretlerinin (Hacı Bektaş Veli‟nin) manevi

evlatlarından üçüncü batında dünyaya gelmiş Yusuf Bâlî‟nin oğludur. Horasan erlerinden

Seyyid Hasan Ata‟nın oğlu olup önceleri Anadolu‟yu şereflendirdiklerinde Pir Hazretlerinin

Dergâhına Mücerretlik seccadesini sererek nice zaman ikamet hücresinde oturmuş ve nice

yıllar çile-erbain ve halvet çıkarıp nefsi arındırmakla keşif ve keramete erişmiş, kabri

Rumeli‟nin Dimetoka şehrinde bulunan Seyyid Ali Sultan, daha sonra Pir Hazretlerinin izin

ve işaretleriyle Rumeli taraflarına yolculuklarında adı geçen Mürsel Baba‟yı beraberine almış

ve birlikte yolculuk etmişlerdi. Adı geçen şehirde zaviye yaptırıp canlandırarak orada kalınca

Mürsel baba da birlikte kamış ve kasabadaki hâlen isimleriyle anılan zaviyede oturmuşlardı.

Belli bir süre sonra Seyyid Ali Sultan tarafından verilen izin ve işarete dayalı olarak

Mücerretlik bağını kesip doksan yaş civarında iken evlenmiş, yüce nesillerinden Balım Sultan

doğup ergenlik çağına ulaştıktan sonra kendilerinden Rahmanî bir cezbe ve Sübhanî bir aşk

ortaya çıkıp nice vakitler vahdet gerçeğinin deryasında boğulmuşken ansızın Seyyid Ali

Sultan tarafından manen meydana gelen işaret üzerine önce İstanbul‟a gelip çeşitli hürmet ve

yüceltilmeye erişerek Pir Hazretlerinin Dergâhına doğru yola çıkarak 922 tarihine gelinceye

değin orada irşat postuna oturmuşlardır. Bektaşilik Tarikatinde hak ve hakikate uygun olan

ayin ve erkân bunlardan kalmıştır. Bundan dolayı Balım Sultan “İkinci Pir” diye anılır. Pir

Hazretlerinin Dergâhında oturan fukara ile Çelebilere ayrılan gelirler de Balım Sultan

zamanında yüce saltanat tarafından bağışlanmıştır. Mücerretlik ocağının kurucusu tabiri ise

yalnız tekkenin hücrelerinde oturan fukara hakkındadadır. Anlayasın.

Dosdoğru mücerret o kimsedir ki, ilim ve manevi bilgiden haberdar ve uyanık gönüllü

olup her hususta kendini temiz tutar. O, Hak nurudur ve bedeni ateşe girse bile yanmamalıdır.

Çoğu zaman yemek yemese bile ihtiyaç duymamalıdır. Sözgelimi, öldürseler de gam

yememelidir. Mahvetseler de gönlüne gam erişmemelidir. Sertlik ve güzellik onun yanında

eşit olmalıdır. Azapta olmakla rahat içinde olmayı birbirinden ayırt etmemelidir. İşte halka

muhtaç olmayan fakir Mücerretler bunlardır. Ayrıca şeriat, tarikat, marifet ve hakikat sırlarını

bilip âlemin önderi ve Âdemoğlunun övüncü olan Muhammed Mustafa (s.a.v) ile Hazret-i

İmam Ali‟nin (Allah yüzünü keremlendirsin ve ondan razı olsun) ve Allah Resulü‟nün

sahabilerinin itikatlarıyla inanmış olmalıdır. Nitekim Âlemin Önderi buyurur: “Şeriat

sözlerim, tarikat fiillerim ve hakikat hâllerimdir.” Şeriat, Hazret-i Peygamber Efendimizin

Page 6: Ali ulvi baba’nin bektaşilik makalâti’ndan mücerretlik postuyla ilgili ikinci bölüm

böylece uygulayın diye emir buyurdukları emirdir ki “İslâm beş esas üzere kurulmuştur:

Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah Resulü olduğuna şehadet etmek, namaz

kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve yoluna güç yetiren kişiye Beyt’i

haccetmek.”tir.

Yani Hazret-i Peygamber Efendimiz buyururlar ki; İslâm‟ın temeli beş şey üzerinedir.

Şehadet kelimesi, namaz ve zekât, Ramazan ve hac gibi daha nice şartlar, vacipler ve

Peygamber sünnetleridir ki uygulanması tembih edilmiş ve bu husus pekiştirilmiştir. Hepsini

yerine getirmek İslâm‟dır. Zira bu emirler Sübhan olan Yüce Hak Hazretlerinin Resulü

aracılığıyla bizlere emir buyurulmuştur. Her kim bu emri bilip bu hükümlere iman getirirse

şeriat ehlidir. Her kim bu ilimle amel edip bu şartları ve sünnetleri davranış edinip işlerse

tarikat ehlidir. Her kim de bu emirlerin hakikatine sahip olursa hakikat ehlidir. Mücerretlik bu

hükümleri bütünüyle yaptıktan sonra dünya muhabbetinden geçmektir ve Allah sevgisine

gönül vermektir. Çünkü bir gönülde dünya muhabbeti olunca Allah sevgisi olmaz. Nitekim

Kur‟ân-ı Kerim‟de gelir: “Her kim ahiret kazancını isteyecek olursa, onun kazancını artırırız.

Her kim de dünya kazancını isteyecek olursa, ona da ondan veririz. Ancak onun ahirette hiç

payı olmayacaktır.” (Şûrâ: 20)

Yani o kimseler ki dünya ekinini isteyip hırs sahibi olurlarsa ona istediği dünya ekinini

veririz. Fakat onların ahiretten nasibi yoktur. Nitekim şöyle haber verilmiştir: “Hırslı kimse

yoksun kimsedir.”

Dünyaya hırsla bağlı olmak ahiretten yoksun kalmak demektir. Muhabbet edip hırstan

uzak durmak peygamberlerin ve velilerin işidir. Nitekim Allah Resulü (s.a.v) buyurur: “Ahiret

ehline dünya haramdır; dünya ehline de ahiret haramdır. Allah ehiline ise her ikisi haramdır.”

Çünkü iki nesnenin sevgisi bir gönüle sığmaz ve sevgi ortaklık kabul etmez. Dünya

muhabbeti ile Allah sevgisi birlikte bulumaz. (Allah dostları) dünyayı terk edip mağaralara

girmeden Allah sevgisini bulamadılar

Şimdi kesinleşmiştir ki, Hakk‟ı isteyenlere dünya ve ahiret haramdır. Çünkü onlar

Hakk‟ın güzelliğini seyretmekten bir an ve bir saat ayrı kalmazlar. Dünyayı isteyip Hakk‟ı

istemeyenlere ahiret haramdır. Bu tip kimseler peygamberlerin ve velilerin sırrından yoksun

kalır: “Böylece o, aynı anda hem dünyasını hem de ahiretini kaybetmiş olur.” (Hacc: 11)

Dünyayı terk etmek Resul-i Ekrem hazretlerinin işi ve yoludur. Zaten “Yolum,

işlerimdir.” buyurmuştur. Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat Fahr-i Âlem Efendimizin Yüce

Hak Hazretleriyle aralarında olan müşahedeleridir ki o, kendi hâl ve güzelliğini

müşahedesinde görmüştür. Vuslat makamıdır, birlik makamıdır, Hu Hu makamıdır. Ona ne

„mukarreb‟ melek ve ne de gönderilmiş bir peygamber sığar. Onun için bu müşahede seyrinde

“Kim beni [rüyasında] görmüşse gerçekte görmüştür.” buyurmuşlardır. Hazret-i Ali (Allah

yüzünü keremlendirsin) de bu müşahede seyrinde “Perdem açılsa, yakınlığım daha fazla

olmazdı.” buyurmuştur. „Hak‟la benim aramda perde yoktur‟ demek olur.

İşte her kim ki derviştir, Allah Resulü (s.a.v) Hazretlerinin ve İmam Ali‟nin (Allah

onun yüzünü keremlendirsin) sır ve hakikatlerini bilmelidir. Çünkü onları sevmek, onların

sırrını bilip onlarla tanış olmaktır. Âdem‟in hepsi âdemoğludur fakat âdemoğlu ona derler ki

“Çocuk babasının sırrıdır.” hadisindeki gibi ola. Babasının hakikatine ermiş ola… Eğer

eremezse görünüşte âdemoğlu olur, gerçekte olmaz ve baba mirasını yiyemez. Miras yemek

baba sırrına ermektir ki bütün isimleri Yüce Allah Hazretleri Âdem‟e öğretmiştir; işte o

isimleri, eşyanın bütününü, yerin ve göğün hikmet ve özünü görüp bilmektir. Nitekim Şanlı

Kur‟ân‟da Allah buyurur: “Yeryüzüne iyi işler yapan kullarım mirasçı olacaklardır.” (Enbiya:

105). Yani yer ile gök mirasını Yüce Hak Hazretlerinin iyi (sâlih) kulları yer. İyi kul ona

derler ki nefsini anlayıp Rabbini bile. Bir kişi kendini bilmese Rabbini bilmez. Nefsi bilmek

de, ne kadar ilmi varsa kişi kendi varlığında okuyup, bütün her şeyde kendini ve eşyanın

bütününden kendi ortaya çıkışını göre. Hak zikri öne çıktıkça kendi varlığından başka varlık

kalmaya ve bütün varlıklar âlemiyle tek vücut ve tek hakikat ola.

Page 7: Ali ulvi baba’nin bektaşilik makalâti’ndan mücerretlik postuyla ilgili ikinci bölüm

Ey hakikat isteyen, bil ki, sözün ve işin hâlin hakikatine uygun olmayıp da dünyaya

hırsla bağlanarak bedenî lezzetlerle uğraşırsan boşuna bekâr (mücerred) kalıp yalan ve günahı

kabul etmemelisin; evlenmeyip de “Nikâh benim sünnetimdir; kim sünnetimden yüz çevirirse

benden değildir.” hadîs-i şerifinin kapsamına girmemelisin.

Bu ümmetin bekar sınıfı Ashab-ı Suffe ve Selmân-ı Fârisî‟yi taklit eder ve onlara uyar.

Fakat son andığımız zatın adı Selmân-ı Fârisî iken “Selmân-ı Pâk” (Tertemiz Selman) denildi

ve haklarında “Selman bizdendir; ehlibeyttendir.” buyuruldu. Acaba niçin? Görünüşte ve

gidişatta her bir işi Allah Resulü Efendimiz ile İmam Ali (Allah yüzünü keremlendirsin)

Hazretlerinin mutluluğa götüren yollarına uyup söz ve işlerinde kendini pak ve tertemiz kılıp

kulağına hizmet halkasını takmıştı da ondan. Allah ondan razı olsun.

Tamam oldu.

KAYNAKLAR

Kasap-Günaydın: 2006: Ali Ulvi Baba, Bektaşîlik Makâlâtı, Yayına hazırlayanlar: İsmail

Kasap-Yusuf Turan Günaydın, Horasan Yayınları, İstanbul 2006. (Burada eserin kısa

önsözüyle Çelebiler-Babagân tartışmasını konu alan ikinci bölümü iktibas edilmiştir.)