etnİk bİr grubun anatomİsİ: dİyarbakir zazalarinda...
TRANSCRIPT
The Journal of Academic Social Science Studies
International Journal of Social Science
Volume 6 Issue 3, p. 333-360, March 2013
ETNİK BİR GRUBUN ANATOMİSİ: DİYARBAKIR
ZAZALARINDA SOSYAL VE DİNİ HAYAT (YAZYAĞMURU VE
ÇATALDUT KÖYLERİ ÖRNEĞİ)
ANATOMY OF AN ETHNIC GROUP: SOCIAL AND RELIGIOUS LIFE IN
DİYARBAKIR ZAZAS (YAZYAĞMURU AND ÇATALDUT VILLAGES CASE)
Yrd. Doç. Dr. Muhammet Ali KÖROĞLU
Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu Sosyal Hizmetler Bölümü
Yrd. Doç. Dr. Cemile Zehra KÖROĞLU
Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Din Sosyolojisi ABD
Abstract
This study is a field survey carried out on the ethnic group of Zazas living
in Yazyağmuru and Çataldut which are the mountain villages depending on
Çüngüş, the district of Diyarbakır, in the Southeastern Anatolia Region of our
country. All in all, while there are studies on Alawi Zazas living in the region of
such as Dersim, Siverek, Bingöl, there is no study built on the Sunni Zazas. For
this reason, the research has the distinction of being the first in its area.
Consisting of total field under survey of the research on villages which have
ethnic characters, the research refers primarily to the branches of sociology such
as Rural Sociology and Ethnic Sociology. However, the study mainly is a
religious life research which was carried out in the Department of Sociology of
Religion. In this sense, as well as social and cultural life of Çataldut and
Yazyağmuru Villages, basing on faith and worship dimensions of religious life,
with the customs and practices concerning transition period, the position of
religion in these practices were tried to examine in all aspects of the research. The
research is not only a field study based on a survey, but also a project developed
334
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
for over a participation life in the region which is the subject of the research. This
gives us an opportunity of collecting data profoundly concerning all dimensions
of cultural life. Although the research is on an ethnic group, it is identified that
elements based on ethnic differences do not lead to a different identity demand.
In this sense, the researched ethnic group is able to form channels which connect
itself to the social totality. In this respect, it is possible to refer to the phenomenon
of migration and institution of religion which play important roles. The research
also depicts social and religious life which attempts to channel areas which are
embedded in social and cultural structures and supplying connection with the
social totality.
Key Words: Ethnic group, religious life, religiosity, field survey.
Öz
Bu çalışma, ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde varlığını devam
ettiren etnik bir grup olan, Diyarbakır İli Çüngüş İlçesi’ne bağlı dağ köylerinden
Yazyağmuru ve Çataldut’ta yaşayan Zazalar üzerinde yapılmış bir saha
araştırmasıdır. Genel olarak değerlendirildiğinde, bölgede yer alan Dersim,
Siverek, Bingöl gibi yerlerde yaşayan Alevi Zazalar ile ilgili çalışmalar mevcut
olmakla birlikte, Sünni Zazalar üzerine yapılmış çalışma bulunmamaktadır. Bu
nedenle araştırma, konusunda bir ilk olma özelliği taşımaktadır. Araştırma
evreninin etnik bir karaktere sahip köylerden oluşması, araştırmada öncelikle
sosyolojinin alt dalları olan Köy Sosyolojisi ve Etnik Sosyoloji gibi bilim dallarına
müracaat edilmesini gerektirmiştir. Ancak çalışma esas olarak Din Sosyolojisi
bilim dalında gerçekleştirilen bir dini hayat araştırmasıdır. Bu anlamda
çalışmada Yazyağmuru ve Çataldut Köylerinin sosyal ve kültürel hayatı yanı
sıra, dini hayatın inanç ve ibadet boyutu temel alınmakla birlikte geçiş dönemine
ait adet ve uygulamalarla, bu uygulamalar içerisinde dinin yeri tüm yönleriyle
incelenmeye çalışılmıştır. Araştırma sadece ankete dayalı bir saha çalışması
olmayıp, araştırmaya konu olan bölgede bir yıldan fazla süren bir katılımla
gerçekleştirilmiştir. Bu durum, kültürel hayatın bütün boyutlarıyla ilgili
derinlemesine veri toplama ve değerlendirme imkânı vermektedir. Araştırma,
etnik bir grup üzerinde yapılmasına rağmen etnik farklılığa dayalı unsurların
farklı bir kimlik talebine yol açmadığı görülmüştür. Bu anlamda araştırılan etnik
grup, kendisini toplumsal bütüne bağlayan kanallar oluşturabilmiştir. Bu açıdan,
göç olgusu ve din kurumunun önemli bir rol oynadığını ifade etmek
mümkündür. Araştırma, sosyal ve dini hayatı betimlediği kadar toplumsal ve
kültürel yapıda gömülü olan ve toplumsal bütünle bağlantı sağlayan kanalları da
anlamaya çalışmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Etnik grup, dini hayat, dindarlık, saha araştırması.
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 335
I. Giriş
Ülkemizde köy sosyolojisi ile ilgili araştırmalar, genellikle köydeki sosyal
yapıyı ve değişimi incelemektedir.(Atalay, 1979: 1)Konuyla ilgili olarak sosyolojik
yöntemlerle yapılan araştırmalar oldukça fazla olmakla birlikte, etnik yapıya dayalı
araştırmalar söz konusu olduğunda aynı şeyi söylemek çok mümkün değildir. Çünkü
ülkemizde, etniklik halen üzerinde ciddi tartışmaların devam ettiği, yaygın olarak
etnik grupların birbirlerini ötekileştirmesi ile birlikte, ülke bütünlüğüne kadar uzanan
sorunlar teşkil edebilen bir konu olarak görülmektedir. Diğer önemli bir nokta da
“etnik” kelimesi telaffuz edildiğinde akla Güneydoğu’nun gelmesidir. Nitekim bölge,
18.yüzyıldan bu yana ülkemiz için hassasiyetini korumaktadır. Aynı zamanda bu
durum, bölgenin etnik yapısının araştırılmasını da zorlaştırmaktadır. Örneğin Zazalar
ve Kürtler üzerine önemli çalışmaları bulunan Orhan Türkdoğan, 2007 yılında
Adıyaman, Bingöl, Elazığ yörelerinde yapmış olduğu alan araştırması sırasında
başlayan terör operasyonları nedeniyle gerek can güvenliği, gerekse katılımcıların
çekincelerinden dolayı yaşadığı sorunlardan hareketle bölgede konuyla ilgili
çalışmanın zorluklarına dikkat çekmektedir.(Türkdoğan, 2010: 18) Bu zorlukların yanı
sıra buradaki etnik yapı incelenirken, her zaman için konunun politize edilmesi
tehlikesi de vardır. Ancak entelektüel dürüstlük ve bilimsel kaygılar içinde, bilimsel
yöntemlere dayalı olarak, etnik gruplar üzerinde, toplumsal hayatın değişik
boyutlarıyla ilgili araştırmaların yapılması toplumsal gerçekliğimizi doğru tanımamız
açısından oldukça önemlidir.
Bu açıdan bakıldığında, bölgeyle ilgili olarak, Ziya Gökalp, İsmail Beşikçi,
Orhan Türkdoğan gibi sınırlı sayıda bilim adamının çalışmaları dikkat
çekicidir.(Konuyla ilgili çalışmalar için Bkz: Buran, 1992, Rişvanoğlu, t. y, Seven, 1999,
Bedikçi,1969) Yapılan çalışmalar ise daha çok linguistik tahlillere ya da tarihi verilerin
incelenmesiyle buradaki etnik grupların menşeini tespite yönelmektedir.(Bkz, White,
1996, Özoğlu, 2005) Sosyal yapı ve değişim gibi unsurlara yer verilse de “din” olgusu
kapsamlı olarak incelenmemiştir. Aynı zamanda, etnik bir grup olarak Zazalar
hakkında da oldukça sınırlı sayıda araştırma bulunmaktadır.
Bu nedenle, çalışmamızda, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan,
Diyarbakır’ın Çüngüş ilçesine bağlı, Yazyağmuru ve Çataldut Köylerinde yaşayan
Sünni Zazalar’ın “sosyal ve dini hayatı” nı hem Köy Sosyolojisi bağlamında bir etnik
grup çalışması; hem de Din Sosyolojisi bilim dalı açısından bir dini hayat araştırması
olarak farklı boyutlarıyla incelemeye çalıştık. Bunun için araştırma sahamızın tarihî,
coğrafî, demografik ve sosyo- kültürel özelliklerinin yanı sıra, burada yaşanan dini
hayatın çeşitli boyutları üzerinde durduk. Bu özelliklerinin yanı sıra, araştırma, evren
olarak, daha önce üzerinde hiç çalışılmamış, dil, kültür ve adetlerini korumuş,
homojen, uzak dağ köylerini ele alması açısından da oldukça önemli sonuçlar
içermektedir.
336
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
II. METOT ve SINIRLILIKLAR
Günümüzde toplumsal araştırmaların bilimselliği meselesinin popütaritesini
yitirmesinin ardından çok kültürcülük ve göreceliğin çağdaş entelektüel ve sosyal
yaşamda etkin konum alması ve bu gelişmelerin, başkalarını anlamanın olabilirliğine
ilişkin yol açtıkları sorularla birlikte, bugünkü sosyal bilimler felsefesinin temel
sorunsalını, farklı olanları anlamanın mümkün olup olmadığı, eğer mümkünse bunun
nasıl olacağı (Fay, 2001: 13-17) oluşturmaktadır. Bu açıdan “sosyolojik araştırma
yapmanın amacı da insanın sosyal davranışı konusunda kesin bir anlayış elde
etmektir.” (Cole, 1999: 13)Bu da her şeyden önce bir araştırmada takip edilecek
yöntemin iyi seçilmesini gerektirir.
Metot konusunda “çağdaş sosyal bilimler”, bilginin örgütlenmesi ve
sunulmasında, tek ve en doğru bir biçim yoktur” düşüncesinden hareketle artık kendi
doğasına özgü kavramlar ve yöntemler kullanmaya çalışmaktadırlar. Sosyal bilimciler
gittikçe artan bir şekilde nitel çalışmalara yönelmekte ve bu süreçte, “nesnellikten çok
perspektifi” ön plana çıkarmaktadırlar. Sosyal bilimlerdeki araştırmalarda, çalışılan
olay ve olgular kendi ortamları içinde incelenmekte ve araştırmacı bu olay ve olguları
ayrıntılı biçimde derinlemesine açıklamaya ve yorumlamaya çalışmaktadır. (Yıldırım,
Şimşek, 2000: 10)Bununla birlikte, her ne kadar sosyoloji gittikçe nitel araştırmalara
yönelmekte ise de nicel araştırmalar sosyolojik bilginin gelişmesinde hala önemli bir
rol oynamaktadır. (Cole, 1999:112)
Bu bilgiler ışığında çalışmamızı değerlendirecek olursak, 2003-2004 yılları
arasında gerçekleştirilen bir “saha çalışması” olan araştırmamız, Diyarbakır İli Çüngüş
İlçesi Yazyağmuru ve Çataldut Köyü ve bu köye bağlı olan dört mezra ile
sınırlandırılmış olup, araştırmada nitel ve nicel yöntemler bir arada kullanılmıştır.
Nicel veri kaynağını, 159 kişi üzerinde uygulanan, 25 sorudan oluşan anket
oluşturmaktadır. Örnekleme, yaş itibarıyla çocukluk çağını ifade eden 0-13 yaş grubu
dışında kalan bütün köy halkı dâhil edilmiştir. Nitel veri kaynağını ise bir yılı aşan bir
süre araştırma yapılan grupla birlikte yaşamamız dolayısıyla gerçekleştirme imkânı
bulduğumuz katılımcı gözlem ve derinlemesine mülakatlar oluşturmaktadır. Nitekim
araştırmacının, araştırma grubuna katılmadan, onlarla yüz yüze temas kurmadan
yürüteceği her türlü yaklaşım, evrenin somut gerçekliği yerine, sanal açıklamalardan
ibaret kalmaya mahkûmdur. Bu durum, etnik çalışmalar açısından özellikle
değerlendirilmesi gereken bir husustur.(Türkdoğan,2010: 25) Bu bağlamda köy halkı
ile samimi ve sıcak ilişkiler kurulmuş olup, anket ile elde edilen veriler, gözlem ve
mülakatlar vasıtasıyla desteklenmiştir. Çünkü köy araştırmalarında köylüyle empatik
ve güven dolu bir ilişki kurmak oldukça önemlidir. Genel olarak Türk köylüsünün
yabancılara, devlet görevlisi ve aydınlara karşı güvensizliği (Turhan, 1958: 99)her
araştırmacı için bir problem arz etmektedir.
Anket uygulaması sırasında karşılaşılan en önemli sorun, köy halkının büyük
çoğunluğunun az çok Türkçe bilmesine rağmen günlük yaşamda yalnızca Zaza’ca
kullanmasından kaynaklanmıştır. Bu nedenle anket, bir tercüman yardımıyla
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 337
gerçekleştirilmiş olup, anket formları verilen cevaplar doğrultusunda tarafımızdan
doldurulmuştur. İstatistiki işlemler SPSS paket programıyla gerçekleştirilmiş olup,
veriler tarafımızca yorumlanmıştır. Mülakatlar esnasında da ihtiyaç duyulduğunda
tercüman yardımına başvurulmuştur.
III. Varsayımlar
Bilimsel “araştırmalarda, bazı başlangıç noktalarının, ayrıca kanıtlanmasına
gerek görülmeden “doğru” olarak kabul edilmesi gerekebilir. Bu kabule varsayım
(sayıltı, faraziye, “assumptiun”) denir. (Karasar, 2002: 71) Bu anlamda varsayım bizi
gerçeğe götüren doğru olarak kabul ettiğimiz birtakım önermeler (Türkdoğan, 1995:
25)den meydana gelmektedir. Bu açıdan araştırmamızı değerlendirdiğimizde
araştırmamızın sınırlı sayıda varsayımla gerçekleştirildiği söylenebilir. Sahanın daha
önce üzerinde hiç araştırma yapılmamış olması, Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Diyarbakır İli, Çüngüş İlçesi sınırları içerisinde yer almasına rağmen, il ve ilçe
merkezine oldukça uzak dağ köyleri olması, burada yaşayan etnik grupla ilgili sınırlı
bilgiye sahip olmamız bu durumun temel nedenleri arasında yer almaktadır.
Bu bağlamda araştırmamızın varsayımları şu şekildedir:
- Her şeyden önce bir köy toplumunda hangi dine mensup ya da hangi etnik
farklılıklara sahip olunursa olunsun, dinin etkisi toplumsal hayatın gerektirdiği her
türlü törende çok belirgindir. Köylerimiz için de törenlerde din, etkin bir ögedir.
- Genel olarak bölge göz önüne alınırsa dini pratikler yaygındır ve dini
tutumlarda tutuculuk belirgindir.
- Araştırma evrenimizin şehir merkezine oldukça uzak dağ köyleri olması daha
çok kapalı bir toplum yapısının hâkim olmasını gerektirmiştir.
- Zor coğrafi koşullar, toplumsal birlik ve beraberliği pekiştirmiştir. İnsanlar
yardımlaşmaya muhtaç olduklarından komşuluk ilişkileri de oldukça güçlüdür.
- Köylerde formal eğitim olanakları oldukça sınırlı olduğundan eğitim seviyesi
düşüktür, dolayısıyla sahip olunan dini bilgiler de kitabi değil, sözlü kaynaklara
dayanmaktadır.
IV. Yazyağmuru ve Çataldut Köylerine Genel Bir Bakış
Yazyağmuru Köyü’nün eski ismi Ekrek’tir. Cumhuriyetle birlikte bu isim,
Yazyağmuru olarak değiştirilmiştir. Ancak ilçede ve diğer köylerde hala Ekrek olarak
bilinmektedir. Konuyla ilgili resmi bir belge bulunmamakla birlikte yörede yer alan en
eski köy olduğu belirtilmektedir.
Köyün yaşlılarıyla yapılan mülakatlardan derlenilen bilgilere göre şu anki
köylülerin ataları Palu’dan gelmiştir. İlk geldikleri sırada 70 hanedirler. Ancak yaklaşık
50 yıl sonra, salgın bir hastalık nedeniyle köydeki hane sayısı yarı yarıya azalmıştır.
Köylüler, köyün kuruluş tarihini, 200 yıl kadar öncesine dayandırmaktadırlar. Yine
köylülerin ifadesine göre şu anki yaşlıların babalarından Yemen cephesinde savaşıp
338
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
Kıbrıs’ta 6 yıl esir kaldıktan sonra köye dönen, Rusya’da 4 yıl esir kalıp sonra köye
dönen ve aynı şekilde Yunanistan’da 2 yıl esir kaldıktan sonra dönen birer kişi vardır.
Bu da köyün kuruluş tarihinin yaklaşık olarak 1800’lü yıllara dek uzandığını
göstermektedir.
Bu tarihten önce burada yaşayan nüfusun burayı neden terk ettiği ise
bilinmemektedir. Yine köyün yaşlıları, burada kendilerinden önce Ermenilerin
yaşadığını ve bağcılıkla geçindiğini belirtmektedirler. Yörede arkeolojik bir çalışma
yapılmamış olmasına rağmen pek çok tarlada bulunan boş küpler, dağ eteklerinde
tarımsal faaliyet için emek harcandığı belli olan bazı yerlerde mevcut olan, kireçten
yapılmış soğutma depoları, yörede daha önce de bir toplumun yaşadığını ve bağcılık
yaptığını doğrulamaktadır.
Nitekim Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun tarihi düşünüldüğünde de bölgede
önemli ölçüde azınlığın yaşamış olduğu görülmektedir. Bunların büyük bir kısmını ise
Ermeniler teşkil etmektedir. Hatta 1911-1912 yılları arasında Diyarbakır’da 89 bin
Ermeni nüfusun yaşadığı bilinmektedir. Örneğin, Harput sancağında Müslüman
köyler 15-20 hane dolayında iken Ermeni köyler, 50-100 hane daha fazladır. (Mutlu,
2002: 188) Köye ilk gelişin Harput’tan olması nedeniyle Harput’un bu dönemdeki
nüfusunun etnik kökeni önemlidir.
Bununla birlikte, bu dönemde bölgede daha eğitimli grubu teşkil eden
Ermeniler, 1915’te (tehcir kanunuyla) buradan ayrılmışlardır. Zanaatkârlar, çiftçiliği
diğer bazı etnik gruplara göre daha iyi bilen köylüler de beraberinde bölgeyi terk
etmişlerdir. Bu boşluk uzun süre doldurulamamıştır. Çünkü konar-göçer aşiretler
yerleşik tarımı bilmemektedirler. Nitekim yerleşik düzene geçtikten sonra da uzun
süre yerlerini aldıkları nüfus kadar iyi öğrenememişlerdir. (Mutlu, 2002: 191)Bu tarihi
bilgiler ışığında değerlendirildiğinde etnik grupların büyük ölçüde bölgeyi terk ediş
tarihleri olan 1915 (Tehcir Kanunu) ile köyün kuruluşu arasında yaklaşık 100 yıllık bir
fasıla vardır. Bu da azınlıkların büyük gruplar halinde bölgeyi terk etmelerinden önce
de bölgede çeşitli nedenlerle göçler yaşandığını göstermektedir.
Palu ile bağları açısından Çataldut Köyü de Yazyağmuru köyü gibidir. Yani
Palu’dan göç ederek buraya yerleşmişlerdir. Palu Zazalarıyla aynı dili kullanmaları bu
durumu doğrulamaktadır. Köyün eski ise ismi Sarsap’ tır. Merkez, Taş mahalle
(Sarsap) olup, Ekinli (Mezra), Alt kanat (Kırmızı mahalle), Yemişli (Harabe) isimli
mezraları vardır. Köyün ilk kuruluşundaki merkezinin ise Yemişli mezrası olduğu
söylenmektedir.
Yazyağmuru ve Çataldut köyleri coğrafi açıdan değerlendirildiğinde, köylerin
yüksek ve sarp bir alan üzerine kurulmalarına rağmen iklimin tarımsal faaliyetler
açısından sıkıntı yaratmadığı görülmektedir. Arazi açısından ise Yazyağmuru
Köyünde araziler köyün hemen yakınında ve toplu iken Çataldut’ta araziler en az bir
saatlik uzaklıkta ve parçalar halinde dağınık durumdadır. Kullanılabilen araziler dar
bir vadinin iki tarafına sıkışmıştır. Vadinin darlığı nedeniyle küçücük toprak
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 339
parçalarının bile önemi büyüktür. Bunun için “bir avuç toprak, bir avuç altından
hayırlıdır” deyimi çok sık kullanılan bir deyimdir. Tarım için ayrılan çok sarp ve
eğimli arazinin dışında kalan topraklar ise otlak olarak kullanılmaktadır.
V. Köylerin Etnik Yapısı
Köylerin etnik yapısı incelenmeye başlanmadan, öncelikle, azınlık, etkinlik,
etnik yapı gibi konuyla ilgili temel kavramların tanımlanması gerekmektedir. Çünkü
“Türk etnik sosyolojisi, bilimsel bir disiplin olarak henüz sistematik bir tarzda ortaya
konulmuş olmadığı gibi etniklik ve azınlık kavramları üzerinde de anlaşmaya varılmış
değildir.” (Türkdoğan, 1999: 93)Bu açıdan çalışmada kullanılan bu kavramlar aşağıda
tanımlandığı şekliyle kullanılmıştır.
Azınlık: Üyeleri, nüfusun çoğunluğuna göre dezavantajlı durumda olan, grup
dayanışmasına, birbirlerine ait olma duygusuna sahip gruplardır. Önyargı ve
ayrımcılıkla karşılaşma deneyimi genellikle, ortak bağımlılık ve çıkar duygularını
güçlendirmektedir. Azınlık grupları, fiziksel ve toplumsal olarak toplumun genelinden
yalıtılmışlardır. Belirli semtlerde, ülkedeki belirli kentlerde ya da bölgelerde
yoğunlaşma eğilimi gösterirler. (Giddens, 2000: 225,226)
Etniklik: Bir toplumdaki insanları diğerlerinden ayıran kültürel
uygulamalardır. Etnik grubun üyeleri kendilerini diğerlerinden farklı görür; diğerleri
de onları aynı şekilde değerlendirir. Farklılığın en belirgin boyutları ise, din, dil, tarih;
giyim, süslenme ve beslenme alışkanlıkları ve tarzları ile ilgilidir. Dini inanç ve dil,
etnikliğin en belirleyici özellikleridir. Her iki unsur birlikte işlevsel olabildiği gibi,
birinin ayırıcı ve belirleyici olmasıyla diğeri ikincil duruma da düşebilmektedir.
(Önder, 1999: 1)
Etnik yapı ise toplumsal yapının etnik kültürlerden oluşan bölümünü ifade
eder. Konunun anlaşılması için yapı ve kültür arasındaki ilişkiyi iyi bilinmesi gerekir.
Nitekim Sosyoloji açısından kültür ve yapı arasında belirgin bir fark vardır. Kültür,
anlamlar, semboller, değerler ve fikirlerle sınırlandırılmış; din ve ideoloji gibi olgularla
kuşatılmıştır. Buna göre kültür içeriktir; yapı ise bu içeriğin niteliği (mahiyeti) ve
biçimidir. Toplumsal yapının bir parçası olan etnik yapının tanımlanmasında ise iki
yaklaşım söz konusudur:
1- Emik Yaklaşım: Bir grubun kendini ifade etme ve tanımlama biçimidir. Bu
yaklaşımda etnikliği, gurubun kendi kabulü ve tanımı biçimlendirmektedir.
2- Etik Yaklaşım: Bir ülkedeki etniklik olgusunun dışarıdan değerlendirilmesi
ve tanımlanmasıdır. (Doğan, 2000: 35)
Bu açıdan değerlendirildiğinde, Yazyağmuru ve Çataldut Köylerinin, “dil”
ayırıcı etkenine dayalı bir etnik farklılığa sahip oldukları söylenebilir. Nitekim yöre
halkı kendilerini, Hanefi mezhebinin müntesibi olan Müslüman Zazalar olarak
tanımlamaktadır. Konuşma dili, Zazaca’dır. Zazaca, her ne kadar Türkçe ’den
beslenmekte ise de ayrı bir dildir. Yaygınlaşan eğitim olanaklarının ve kitle- iletişim
340
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
araçlarının etkisiyle, yörede birkaç kişi hariç herkes Türkçe bilmekte, ancak özellikle 35
yaş üstü kadınlar Türkçeyi sonradan öğrendikleri için, bu dille rahat iletişim
kuramamaktadırlar. Yöre halkı, din, kültür ve fiziki görünüm açısından toplumun
genelinden hiçbir farklılık taşımamasına rağmen, kendilerini tanımlama biçimlerinin
ve dillerinin farklı oluşu, etnik bir grup olduklarını göstermektedir.
Coğrafi sınırlar göz önüne alındığında ise diğer etnik gruplarınkinin aksine
Türkiye sınırları dışarısına çıkmamış olan Zazalar (Türkdoğan,2012:155), en sık olarak
Murat ve Fırat nehirleri arasında yaşamaktadırlar. Zazalığın merkezi ise Bingöl kabul
edilmektedir. Buradan güneye doğru inildikçe Zaza yoğunluğu azalmaya başlar. Fırat
kenarındaki Şamşat’a gelindiğinde ise nihayet bulur. Toprağın türüne göre
bölündüğünde Zazalar üç büyük bölüme ayrılmaktadırlar.1- Munzur dağlarıyla,
Murat suyu arasında yaşayan Dersim Zazaları, 2- Murat Suyu boyunca yükselen
dağların kuytuluklarında yaşayan Genç, Çabakçur, Palu, Lice Zazaları, 3- Biraz daha
alçak ovalarda yarı göçebe hayat süren Zazalar. Bunlara genellikle Dimili (Dümbili)
denir. Bunlar Diyarbakır civarıyla Karacadağ ve Dirik arasında yaşarlar. (Seven, 1999:
85-86)
Bu tasnife göre yöre halkının Dümbili sayılması mümkündür. Ancak köylerin
yöredeki diğer Zaza köyler hariç, bahsedilen alandaki diğer Zazalarla ilişkileri
bulunmamaktadır. Dil açısından da aralarında bir birlik söz konusu değildir. Nitekim
Zazalığın kökenleri hakkında yerli ve yabancı yazarlar da farklı fikirler ileri
sürmüşlerdir. Örneğin, Orhan Türkdoğan, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşayan
Zazaların Türklüğünün gündemde olduğunu belirterek, Kışlalı tarafından yapılan
linguistik tahlillerden ve Siverek Zazaları üzerindeki kendi gözlemlerinden
bahsetmekte ve Zazaların menşeinin Türk olabileceği sonucuna dikkat çekmektedir.
(Türkdoğan, 1999: 97)Aynı şekilde Mahmut Rişvanoğlu da, “Zazalar ve Kurmançlar’ın
tarihini incelediği eserinde, Hayri Başbuğ, Şerif Fırat gibi yazarların incelemelerinden
hareketle yaptığı linguistik tahlillerle Zazaların menşeini Türk olarak tespit
etmektedir.” (Rişvanoğlu, t.y: 195)
Ancak şunu belirtmeliyiz ki bu çalışmada amacımız, doğrudan, Zazaların
menşeini tespit ya da Zazaca ile ilgili linguistik tahliller yapmak değildir. Konuyla ilgili
temel gerçeklik, ister Türk olarak kabul edilsinler isterse ayrı bir ırk olarak
değerlendirilsinler, dil ve insanların kendilerini tanımlama biçiminin, burada etnik bir
grubun varlığını ortaya koymasıdır.
VI. Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri’nde Sosyal Hayat ve Unsurları
a. Aile Hayatı
Aile, “aynı kan, ırk ve atadan gelen bireylerin bütünü, aynı soydan gelen
kimseler zinciri, aralarında kardaşlık veya kayınlık bulunan kimselerin topu ya da
aralarında evlilik, kardaşlık, kayınlık, evlat edinme gibi, birbirleri ile koca, karı, baba,
anne, oğul, kız, kardeş, amca, hala, dayı, teyze, yeğen, büyük anne, büyük baba gibi
nitelikler içinde ilişkileri olan, ortak hayat görüşüne sahip sürekli bir
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 341
birlik”(Serdaroğlu, 1972: 10)olarak tanımlanabildiği gibi bütün insan toplumlarında
her zaman mevcut bulunmuş bir ilk grup; insanın en derin ve kökü kısmen organik
nitelikteki özelliklerine dayanan evrensel bir sosyal kurum olarak da (Dönmezer, 1999:
194) tanımlanabilmektedir.
Bununla beraber aile, aşk, ırkı sürdürme, özellikle gelecekle ilgili güvenlik gibi
sosyal nitelikte birtakım duygulara da dayanmak durumundadır. Sosyal yapıya giren
kurumlardan çevresi en dar olanıdır ve diğer sosyal örgütlemelerin de çekirdeğini
oluşturmaktadır; aile mensuplarından diğer hiçbir sosyal kuruluşun istemediği kadar
bağlılık ve fedakârlık istemektedir. (Dönmezer, 1999: 195) Yapı ve fonksiyon açısından
ise ailenin pek çok tasnifini yapmak mümkündür.
En çok kullanılan tasnif ise ailenin geniş ve dar olmasıyla ilgilidir. Dar aile, ana
baba evlenmemiş kız ve erkek çocuklardan meydana gelen ailedir. Geniş aile ise; ana
baba evlenmiş ve evlenmemiş çocukların bir kısmını veya tamamını evlenmiş olanların
eşlerini, yeni gelin veya gelinleri, evlenmiş veya evlenmemiş kız ve erkek torunların
tamamını veya bir kısmını ve bunlar dışındaki, kan akrabaları ile sıhri hısımlardan
bazılarını bünyesinde bulunduran aile tipidir.” (Akkaya, 1979: 93) Yazyağmuru ve
Çataldut Köyleri’ne baktığımızda ise, her iki aile tipini bulmak da mümkündür. Ancak
daha çok geniş aile tipinin kabul gördüğünü söylemek doğru olacaktır. Bununla
birlikte yöredeki ekonomik imkânsızlıklar ve göç olgusu, geniş aile tipini
sınırlandırmaktadır. Her ailenin erkek çocuklarının neredeyse tamamı 15 yaşını
geçtikten sonra çalışmak amacıyla büyük şehirlere gitmekte ve geri dönmemektedir.
Ailede ana, baba ve yalnızca evlenmemiş kızlar kalmaktadır. Ana babanın yaşlılık
dönemlerinde kendilerine bakması için bazen erkek çocuklardan birisi köyde
bırakılmakta, bazen de ana baba çocukların peşinden gitmektedir. Kızların köyden
ayrılabilmelerinin tek yolunu ise evlilik oluşturmaktadır.
Köyler, sosyal yapı açısından ise tamamen akrabalardan oluşmaktadır.
Dışarıdan kız almak ve vermek çok yaygın değildir. Özellikle erkek yoluyla oluşan
akrabalıklar daha güçlüdür. Ailelerin tamamı, aile içi egemenlik ilişkileri açısından
otoritenin tamamen babaya ait olduğu patriarkal ailelerdir. Köyden şehre doğru
sürekli göç ve şehirden köye doğru mevsimlik göçlerin yarattığı kültürel değişimlerle,
otorite gittikçe paylaşılır hale gelmekle birlikte, erkek otoritesi baskındır. Hayatlarının
bir kısmını büyük şehirlerde geçiren insanlar, buradaki ilişkileri, kültürü sınırlı da olsa
köylerine taşımaktadırlar. 20-35 yaşları arasındaki kişilerden oluşan ailelerde,
otoritenin kimde olacağıyla ilgili bir tartışma yokken 40 yaş üzeri ailelerde erkek
tartışmasız mutlak egemen ve tüm kararların sahibidir.
Yaşanan değişime rağmen kadın, hala ikinci sınıf statüye sahiptir ve otonomisi
sınırlıdır. Bu durum yalnızca bu köylerin değil, bölgenin yıllardır devam eden
özelliğidir. Kadın hala miras hakkından yararlanamamakta ve eş seçiminde anlaşarak
evlenme ya da kendi bağımsız tercihi ile evlenme durumları istisnaları
oluşturmaktadır. Kız evlendirilirken ailesi ya hiç harcama yapmamakta ya da erkeğin
ailesinden aldığı başlık oranında harcama yapmaktadır. Gündelik hayatta kadın, gün
342
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
boyu erkeklerle birlikte tüm ağır işlerde çalışmakta, sonra ev işleriyle ilgilenmektedir.
Bu konuda kesinlikle erkeğinden yardım alamamaktadır. Örneğin eşine evde
kullanmak için su getiren bir erkek kınanmaktadır. Ancak ilginç olan nokta, kınama ve
ayıplanmanın yine kadınlar tarafından yapılmasıdır.
Buna ek olarak, kadın erkekle birlikte aynı sofrayı da paylaşmamaktadır.
Kadın, erkek yedikten sonra sofraya oturmakta, kalanları yemektedir. Kadın, kocasına
“vay mâ” efendim, benim sahibim şeklinde hitap etmektedir. Eşler arasında birbirine
ismiyle hitap etmek ise ayıplanan, anormal bir durum olarak görülmektedir. Yine
kadının yabancıya hitap şekli de bre (kardeş), duza (dayı) apo (amca) şeklindedir.
Yörede hâkim olan evlilik şekli ise tek eşliliktir. Birden fazla evlenen erkekler
olmasına rağmen bu daha çok, ilk eşin ölmesi, boşanma ya da ilk eşin kısır olmasından
kaynaklanmaktadır. Evlilik dışı ilişkilere kesinlikle müsamaha yoktur. Güneydoğu
Anadolu’da yaygın “evlilik tiplerinden biri olan, erkek kardeşin ölümü halinde kaynın
dul yenge ile evlenmesi hali (levirat)”(Erdentuğ, 1975: 41) ise bir aile hariç
bulunmamaktadır. Bu durum, yörenin kültürünün yakın çevresindeki Kürt aile
kültüründen etkilenmediği ve özgünlüğünü koruduğunun bir göstergesidir.
b. Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri’nde Nüfus ve Göç Olgusu
Güneydoğu Anadolu Bölgesi tarihsel süreç içerisinde değerlendirildiğinde,
nüfus yoğunluğu, nüfus hareketleri ve var olan nüfusun etnik dağılımı açısından
istikrarsız bir görünüm sergilemektedir. XIX. yüzyılda bölgede nüfusun azlığı bir
sorun iken, XX. yüzyılın ortalarından itibaren de bölgenin kaynakları, konumu, iklimi
ve ulaşım koşulları bağlamında, çokluğu bir sorun haline gelmiştir.(Mutlu, 2002: 103)
Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri de tüm bu bölgesel hareketlilik ve
yoğunluktan nasibini almıştır ancak şu an köylerdeki nüfus daha statik bir görünüm
kazanmış durumdadır. Nitekim 1997 yılı verilerine göre toplam nüfus, Çataldut’ta 193,
Yazyağmuru’nda 57 iken; 2003yılı itibariyle Çataldut’ta toplam nüfus 185
Yazyağmuru’nda ise 48dir. (Arşiv, 2003) Kendi tespitlerimize göre şu an Çataldut’ta
180, Yazyağmuru’nda 36 kişi yaşamaktadır. Nüfusun yaş ve cinsiyete göre dağılımı ise
Tablo 1’de yer almaktadır.
Tablo 1. Yazyağmuru ve Çataldut Köy Nüfuslarının Yaş ve Cinsiyete Göre Dağılımı
Yaş Grupları Kadın Erkek Toplam
Sayı %
0-6 8 10 18 8,3
7-12 14 25 39 18,0
13-25 35 13 48 22,2
26-40 13 10 23 10,6
41-60 26 12 38 17,5
61 ve üzeri 28 22 50 23,1
Toplam 124 92 216 100
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 343
Tablo’ ya göre köylerin şu anki nüfusunun en büyük bölümünü yaşlılar ve
kadınlar oluşturmaktadır. Bunun dışındaki genç nüfusun büyük bir kısmı ise yaşlı
anne ve babalarına bakmak için köyde kalan kimselerden meydana gelmektedir. Bu da
bizi yöredeki göç olgusuyla yüz yüze bırakmaktadır.
Genel olarak bakıldığında göç, toplumun, sosyal, kültürel, ekonomik, politik
vb. tüm bünyesiyle yakından ilişkili, etkileyici bir olaydır. Çok yönlü bir karaktere
sahip oluşu nedeniyle antropologlardan sosyologlara, plancılardan idarecilere kadar
herkesin ilgisini çeken bir konudur. Göçler, doğrudan doğruya ülkelerin veya daha
küçük toplulukların nüfusunun gelişmesini (artış veya azalmasını) etkileyen önemli
faktörlerden biri olup, nüfusun yaş ve cinsiyet yapısında olduğu gibi kalitatif
yapısında da (okur-yazarlık, tahsil, iş ve meslek bilgisiyle bunlara bağlı olarak kalifiye
eleman miktarında ve diğer hususlarda) bünyevi değişmelere sebep olmaktadırlar.
(Ayyıldız,1975: 20)
Bununla birlikte göçler, zaman açısından sürekli ya da geçici olabilirler.
Nüfusun değiştirdiği mekân açısından, kırdan kente, kıra ya da ülkelerarası şeklinde
olabilirler. Nüfusun hareketliliğini sağlayan etken açısından zorunlu ya da iradi
olabilirler. İnsanlar, yaşam imkânlarının iyi olduğu bir yere göç edebilir, ya da kendi
iradeleri dışında devlet tarafından çeşitli nedenlerle göçe zorlanabilirler.
Bu bilgiler ışığında köylerimizi değerlendirecek olursak; yörede “göç”
olgusunun anlatılan tüm boyutlarını görmenin mümkün olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak şunu belirtmeliyiz ki yöreden kente doğru gerçekleşen göç olayı, bölgenin
genelinin aksine güvenlik kaygılarından ziyade, insanların daha iyi yaşam
olanaklarına kavuşma arzusundan kaynaklanmaktadır. Mevcut toprakların tamamının
kullanılması hatta beraberinde hayvancılık da yapılmasına rağmen bu kaynaklar,
ancak şu anki nüfus için yeterlidir. Başka bir iş imkânı olmaması nedeniyle “göç”,
ekonomik bir zorunluluk karakteri kazanmaktadır. Nitekim yörede yaşayan köylüler,
yalnızca Yazyağmuru Köyü’ne ait İstanbul’da yaşayan nüfusun 90 hane üzerinde
olduğunu belirtmektedirler. Bu sayı burada yaşayan toplam 14 hanenin 6 katından
daha fazladır. Çataldut Köyü için de aynı şey düşünüldüğünde, göçle büyükşehirlere
giden nüfusun köyde yaşayabilmesi, mevcut kaynakların yetmesi açısından
imkânsızdır.
Yöreden büyükşehirlere göçler, ilk olarak 1950li yıllarda yaşanmıştır. Göç
edilen şehirler ise yalnızca, İstanbul ve Bursa olmuştur. Göçle giden insanların
tamamına yakın bir kısmı, cam ve tekstil sektöründe çalışmaktadır. Bu iki şehirde
yerleşen köylüler, köyle olan bağlantılarını hala devam ettirmektedirler. Düğünler,
bayramlar ve cenaze törenlerinde birçoğu köylerine gelmekte, bu hareketlilik, yaz
aylarında okulların tatil olmasıyla birlikte artmaktadır. Yaz aylarında bu hareketliliğe
katılanların çoğunluğunu ise kadınlar ve çocuklar oluşturmaktadır. Çalışma hayatının
içerisinde olan erkekler ise bu hareketliliğe daha az katılmaktadırlar. Bunun yanı sıra
emeklilik sonrası köye gelip, tekrar yerleşen ailelere de rastlanmaktadır. Bu kimseler,
344
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
lüks evler yapmakta, şehir standartlarını köye taşımakta, diğerlerini “köylüler” olarak
ötekileştirmektedirler.
Konuyla ilgili gözlemlerimize dayanarak göçle köyden ayrılan ilk neslin
ekonomik açıdan oldukça iyi durumda olduğunu, hatta bir kısmının işveren
konumuna yükseldiğini söyleyebiliriz. Ancak kültürel olarak değerlendirdiğimizde,
bu kimselerin köylülük özelliklerini hala koruduklarını görmekteyiz. Bunun tersi
olarak, bu ilk göç kuşağının çocukları konumundaki bir sonraki nesil ise ekonomik
krizlerle sarsılırken şehirdeki varlığını köyden aldığı yardımlarla sürdürebilmekle
birlikte eğitim ve şehirlilik açısından ilk neslin oldukça ilerisindedir. İlk göç
edenlerden hiç üniversite okuyan hatta ortaöğretimi tamamlayan bile yokken ikinci
neslin tamamı ortaöğretim mezunudur. Bu neslin köyle olan ilişkisi, köydeki kültürel
yapının dönüşmesini sağlamakta, şehirlilik köye taşınmaktadır.
c. Yazyağmuru ve Çataldut Köylerinde Eğitim Durumu
Eğitim, aileden sonra birey üzerinde en kalıcı etkilere sahip olan toplumsal
kurumlardan biridir. (Doğan, 2000: 215) “Gayri resmi olarak evde, genel kültür olarak
çevrede, resmi olarak da toplumun karmaşık eğitimsel düzenlemelerinde
gerçekleştirilen sistemli bir sosyalizasyon süreci olarak değerlendirilen eğitimin
oldukça farklı tanımları bulunmaktadır. Bu kavramla ilgili tanımlamalarda öne
çıkartılan nokta ise; eğitimin insan davranışlarında istenen yön ve doğrultuda
düzenlemeler meydana getirilmesi süreci olması (Fichter, 1990: 115) dır. Eğitimin işlevi
konusunda da aynı düşünce çeşitliliği mevcuttur. Nitekim “Kant’a göre eğitimin
gayesi insanları mükemmellik vasfı ile teçhiz etmek, James Mill’e göre insanı, kendisi
ve başkaları için bir saadet vasıtası haline getirmek, Spencer’e göre ise, en iyi hayat
şartlarını temin edebilmektir. Aslında her zamanın ve mekânın kendine has bir eğitim
tipi bulunmaktadır. Eğitimin karakteristikleri ise dine, siyasi organizasyona, ilmî
gelişmenin derecesine ve endüstrinin durumuna bağlıdır. (Kurtkan,1970: 3-4)
Bu bağlamda değerlendirildiğinde “köy cemaati dediğimiz grubun kültürel
bakımdan kapalı ve ananelere bağlı, statik bir grup hüviyeti taşıdığı nispette eğitim
hizmetlerine muhtaç, buna mukabil yine o nispette eğitim hizmetlerinden yararlanma
yönünden mahrum bir grup olduğu ifade edilebilir.” (Kurtkan, 1970: 94)Ancak çağdaş
bir toplumda insanlar, okuma yazma ve hesap yapabilme gibi temel becerilerle ve
kendi fiziksel toplumsal ve ekonomik çevreleri hakkında genel bir bilgiyle donanmış
olmak zorundadırlar. (Giddens, 2000: 428) Nitekim incelediğimiz yörede de eğitimin
ve eğitim kurumlarının tek fonksiyonu bu olarak görülmektedir. Köy halkına göre
günümüz toplumunda kendini kaybetmeyecek, telefonu kullanabilecek, kendine gelen
resmi bir evrakı okuyabilecek ve adını yazabilecek kadar okuma yazma bilmek
yeterlidir.
Ancak şu an Yazyağmuru Köyü’nde okul bulunmamaktadır. Çataldut
Köyü’nde ise yalnızca bir tane ilkokul vardır. Daha önce burada iki ilkokul
bulunmaktayken yeterli öğrenci bulunmadığı için 2003-2004 öğretim yılında
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 345
okullardan bir tanesi kapatılmıştır. Yörede, ailelerin tek beklentisi çocuklarının
yalnızca okuma yazma öğrenmeleri olduğundan, çocuklar, ilköğretimden sonra okula
devam ettirilmemekte, 15yaşından sonra da bir yakını aracılığıyla büyük şehre
çalışmaya gönderilmektedirler. Bu yaşa kadar ailesinden köy şartları içinde yaşamını
sürdürmede kendisi için gerekli olan eğitimi almış olan çocuklar, zaten tarlayı ne
zaman, nasıl ekeceğini, ne zaman hangi yollarla hasat edeceğini vb. birçok şeyi
yaşayarak öğrenmişlerdir. Dolayısıyla yazılı kültürün genç nesil açısından da fazla bir
önemi olmadığı görülmektedir. Bu nedenle köy halkının eğitim durumlarını tespit
ederken yalnızca okuma-yazma bilip bilmemelerini ölçü aldık. Çünkü köylerimizde
lise mezunu kimse bulunmadığı gibi pek çok kişi de okuma yazmayı kendi
gayretleriyle, okula gitmeden öğrenmiştir. Konuyla ilgili veriler Tablo 2’de yer
almaktadır.
Tablo 2: Yaş ve Cinsiyete Göre Okuma-Yazma Durumu Yaş grupları Kadın Erkek
Okur-Yazar
Olmayan
Okur-
Yazar
Sayı
Okur-
Yazar
Olmayan
Okur-Yazar
Sayı
Toplam
%
7-12 4
%28,6
10
%71,4
9
%36
16
%64
39
%19,7
13-25 7
%20
28
%80
3
%24
10
%76
48
%24,2
26-40 6
%47
7
%53
3
%30
7
%70
23
%11,6
41-60 20
%77
6
%23
6
%50
6
%50
38
%19,2
61 ve üstü 28
%100
-
-
18
%82
4
%18
50
%25,3
Genel Toplam 65
%32,8
51
%25,8
39
%19,7
43
%21,7
198
%100
Tablo ’ya göre okuma yazma bilmeyenler arasında kadınlar ve yaşlılar
çoğunluğu oluşturmaktadır. Yörede kadın için okuma yazmanın ve eğitimin gerekli
olmadığı düşüncesi oldukça yaygındır. Yaşlılar ise kendi dönemlerinde eğitim
olanakları bulunmadığı için okuma yazma bilmemektedirler. Bunun dışındaki yaş
gruplarında okuma-yazma yaygındır. Ancak çoğu heceleyerek okumanın ötesinde bir
okuma becerisine sahip değildir. Eğitim düzeyinin düşüklüğü, doğrudan, yörede
okullaşma ve okula ulaşmada hâlâ büyük güçlüklerin var olmasına bağlıdır. Kültürel
olarak eğitimle kariyer elde etme söz konusu değildir. Ekonomik olarak geçim
sağlamaya odaklı bir hayat kurgusu vardır.
Bunun yanı sıra yörede din eğitiminin bireye sağladığı özel bir otorite ve
ayrıcalığın olduğu söylenebilir. Din eğitimi, dini bilgi ve yaşayışın yanında hayatın her
alanında bilgi ve tecrübesine güvenilen bir insanın yanında, görerek, okuyarak ve
yaşayarak elde edilmektedir. Şu ana kadar, yörede din eğitimi verme görevini, 83
346
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
yaşında olan Ali Osman Keskin üstlenmiştir. Bu şahıs, tüm köylünün her şeyiyle örnek
olarak gösterdiği ve din dışı konularda da tecrübelerine başvurduğu bir insandır.
Kur’an’ı Arapça okumakta, Osmanlıca ve Türkçe bilmektedir. Sabrı, metaneti, istikrarlı
yaşamı, mütevazılığı ve dini yaşantısındaki süreklilik O’nu otorite yapmıştır. Aslında
dini bilgileri bir ilmihal ve Envar’ül Aşikin adlı kitaptaki dini hikâyelerin ötesine
geçmemekle birlikte yarattığı otorite, güven ve saygınlık dini bilgilerinin çok
ötesindedir. Ancak bu durum, yalnızca yörede yaşamını sürdüren köylüler için
geçerlidir. Göçle yöreden ayrılan genç nesil için bunu söylemek mümkün değildir.
Köylerimizde Kur’an’ı Arapça olarak okuyabilen yalnızca 10 kişi
bulunmaktadır. Tamamını 55 yaş üzeri erkekler oluşturmaktadır. Çünkü din eğitimi
çoğunlukla erkeğe hitap etmekte, bu durum dini hayatın değişik boyutlarında kadın
için dezavantaj olarak kendini göstermektedir. Ayrıca ilçede dahi Kur’an Kursu
olmadığı için programlı bir din eğitimi almak mümkün görünmemektedir. Ancak
dikkat çekici olan nokta, bu kadar sınırlı bir din eğitimine rağmen yörede batıl
inançların yaygın olmamasıdır. Bu durum, yörenin son zamanlara kadar etkileşime
kapalı statik bir toplum ve kültür olma özelliğinden kaynaklanmaktadır. Kültürel
etkileşim ve açılım olduğunda ise bunun mekânı kentler olmuş, dolayısıyla batıl inanç
ve uygulamalarla pek tanışılmamıştır. Ayrıca dini kültür çok gelişmiş olmadığından
şehir hayatı bu durumu desteklememiş aksine aşındırmıştır.
VII. Yazyağmuru ve Çataldut Köylerinde Dini Hayat ve Boyutları
Din, insanlık tarihinin hemen her döneminde var olmuş en köklü
müesseselerden biridir. Bunun için “en basitinden en ayrıntılı nitelik taşıyanlara
varıncaya kadar pek çok tarifle tanıtılmaya çalışılmıştır.” (Kurtkan Bilgiseven, 1983:
1)Ancak tüm bu çabalara rağmen üzerinde ittifak edilmiş bir din tanımından
bahsetmek mümkün değildir. Her disiplin onu kendi ilgi alanının bir objesi olarak
değerlendirip bu çerçevede tanımlamaya çalışmıştır. Bu durum, dinin çok boyutlu bir
sistem olmasından kaynaklanmaktadır. Dinin öncelikle iki boyutundan bahsedilebilir.
İlk olarak din, tapanla tapılan arasındaki bağlılıktır. Bu bağlılığa fert açısından
baktığımızda dindarlık dediğimiz şey subjektif bir halden ibarettir ve bu hal “subjektif
din” diye adlandırılmaktadır. İkinci olarak din, objektif bir gerçeklik olarak toplumun
bağlandığı inanç ve amellerden mürekkep bir sistemdir. (Günay, 2000: 194) Dinin
objektif boyutu olan bu boyuttan hareketle birçok toplumbilimci, dinin değişik yapı,
fonksiyon ve tezahürlerine bakarak din tarifi yapmıştır.
Dini hayatın ilkel biçimleri üzerinde çalışmalar yapmış olan Durkheim, dini
sosyal bütünleşme ve kontrolün tesisinde temel olarak görmüş ve onu, toplumu
meydana getiren temel unsurlardan biri saymıştır. Ona göre “din”, kutsal şeylerle ilgili
inanç ve amellerden meydana gelen ve bu inanç ve amellerin ona inanıp bağlananları
manevi bir birlik meydana getiren bir cemaatle birleştirdiği dayanışmalı bir sistemdir.
Auguste Comte ve O’nun yolundan giden bazı sosyologlar ise dini, müspet düşünce
şekilleri karşısında silinip ortadan kaybolmaya mahkûm bir ilkel ve büyüsel düşünce
tarzı olarak yorumlamışlardır. Müslüman âlimlerin, insanda aynı zamanda hem fıtri
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 347
hem de kesbi olduğunu ifade ettikleri dinin bu (kutsal) yüce hakikatini bazı din
sosyologları kısaca “korkutucu ve büyüleyici sır” (Günay, 2000: 202-203) olarak;
bazıları ise “kutsalın tecrübesi veya yaşanması olarak tanımlamaktadırlar. Joachim
Wach, bu tanımın, yapılan din tanımlarının en zengin, en kısa ve en basiti olduğunu
ifade etmektedir. Dini tecrübenin objektif özelliği üzerinde ısrar eden Wach, onun
yalnızca subjektif tabiatı üzerinde ısrar eden psikolojik nazariyelere karşı koymaktadır.
(Wach, 1995: 37) Peter Berger ise dini, anlamı, insanı hem aşan hem de içine alan bir
düzene inanmaktır. (Berger, 1999: 80) Şeklinde tarif etmektedir.
Bu tanımlama denemelerinden sonra dinin, kesin, objektif bir tanımının
yapılamayacağı bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Ancak tanımlama konusundaki bu
farklılık ve tartışmalara rağmen dinin, fert ve toplum hayatında işlevsel olması
konusunda tam bir ittifak vardır. Yani dinin, bireyler ve gruplar üzerinde belli bir
takım kesin ve gözlenebilen etkileri bulunmaktadır. Birçok alanda olduğu gibi bu
durum, ahlâk, siyaset ve ekonomi alanında özellikle dikkat çekmektedir. (Hume, 1995:
25) Nitekim din, dışsal ve kuramsal davranış örüntülerinin doğruluk ve yanlışlığına
işaret etmekte, ahlak ve değer sistemlerini içermektedir. Bunun yanı sıra dinin, salt
kendine has sayılabilecek işlevleri de bulunmaktadır. Bunların bir kısmı bireyseldir.
Çünkü din, her şeyden önce insanın aşkınlığıyla bağ kurmasını sağlamaktadır. İnsana
kendisini ve çevresini tanımada, kozmostaki yerini belirlemede ilk elden, açıklayıcı,
hazır bilgiler vermekte; doğal kuvvetler, hayatın olumsuz şartları karşısında moral
kaynağı olmaktadır.
Din, toplumlar için de bir kimlik belirleme aracıdır. Dün olduğu kadar
günümüzde de pek çok toplum nihai aşamada kendini din ile tanımlamaktadır. Dinin
önemli toplumsal işlevlerinden birisi de kontrol ve denetleme mekanizması olmasıdır.
Esasen din (ve aile) denetleme kurumlarıdır. Toplumda süreklilik sağlayıcı
mekanizmalar geliştirmektedirler. Bu özellikleri ileri boyutlarda değişimi engelleyerek
bazı sorunlar doğursa bile gerekli istikrarı vurgulaması açısından önemlidir. Ayrıca
din, genelde toplumsal birleştirici bir işleve de sahiptir. Fertler arasında bir kaynaşma
unsurudur. Günümüzde sanayileşmiş ya da sanayileşme yolunda olan toplumlarda
dinin yaşlılık, yalnızlık ve ölüm gibi bazı pratik konularda da işlevleri artmaktadır.
(Aydın, 1997: 112-113)
Ancak şunu da belirtmeliyiz ki din -ne karmaşık modern toplumlarda ne de son
derece homojen ilkel kültürlerde-bütün insanlar için aynı anlama gelmektedir. Her dini
gelenek içinde bile değişik anlayışlara rastlanabilmektedir.(Clock, 1988: 252) Bu
anlamda tarım ekonomisine dayalı kapalı bir köy toplumu ile kent toplumunun dini
anlayış, yorumlama ve yaşama biçimleri aynı değildir. Din, algılandığı toplumsal
formasyonun kültürü, kollektif zihinsel yapısı, gelenekleri, coğrafi şartları vb. birçok
bileşenin etkisiyle yorumlanıp benimsenmekte ve pratiğe geçirilmektedir. Belirtilen bu
şartları etkilediği hatta değiştirdiği gibi bunlardan etkilenmektedir de. Sonuçta, aynı
dinde, aynı dinin aynı geleneğinde bile farklı tutum, düşünce ve davranış örüntüleri
ortaya çıkabilmektedir. Örneğin; İslam’ın Şii anlayış ve pratiğiyle, Sünni Ortodoks
348
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
anlayış ve yorumları, pratikleri akidevî bazda bile farklılıklar içermektedir. Aynı
şekilde Ortodoks İslami anlayışta Hanefi ve Şafi yorumlar, farklı gruplarda farklı dini
tezahürlere yol açabilmektedir.
Bunun yanı sıra din, inanç, ibadet, bilgi, duygu, etki vb. birçok boyutu
içerisinde barındıran bir olgudur. Bu nedenle din sosyologları, dini anlayış farklarının
pratik tezahürleri ve dini hayatın boyutlarıyla ilgili değişik sınıflandırmalar
yapmışlardır. Bu boyutlar arasında en temel olanları ise dinin inanç ve ibadet
boyutlarıdır. Köylerimizdeki dini hayat incelerken de dini hayatın inanç ve ibadet
boyutları öncelikli olarak değerlendirilmiştir.
a. Dini Hayatın İnanç Boyutu
Hangi kriterler esas alınarak sınıflamaya tâbi tutulursa tutulsun, tüm dinler
birtakım inanç ilkelerine dayanır. İnsanlar bu inanç ilkeleri karşısındaki konumları
itibariyle kendilerini bir dine müntesip ya da onun dışında sayarlar. Yine bu ilkeler
insanın zihni dünyasının şekillenmesinde, dünyayı yorumlamasında ve davranışların
anlamlılığında hayati öneme sahiptir.
İslam söz konusu olduğunda ise Kelime-i Şahadetle başlayan, Allah’a,
meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve kadere imanla formüle edilen
bir inanç sistemi söz konusudur. Bu nedenle katılımcılara(0-12 yaş kapsam dışı
bırakılmıştır) öncelikle inanç ilkelerinin temeli olan Allah’a inanç konusunda, “Verilen
seçeneklerden hangisi sizi ifade ediyor ?”sorusu yöneltilmiştir. Verilen cevaplar şu
şekilde olmuştur:
Tablo 3: Allah inancı ile ilgili tutumlar
Kadın Erkek Toplam
Şüphesiz inanıyorum 98
%96,1
54
%95,6
152
%95,6
Bazen şüphe duyarım 4
%3,9
3
%4,4
7
%4,4
İnanmıyorum - - -
İlgilenmiyorum - - -
Toplam 102
%64,2
57
%35,8
159
%100
Tablo ’ya göre katılımcıların %95,6’sı Allah’a şüphesiz olarak inanmaktadır.
Ancak 4 kadın ve 5 erkek katılımcı, konuyla ilgili olarak, zaman zaman şüphe
duyduklarını ifade etmişlerdir. Mülakatlarımız esnasında, bu kimseler, Allah’ın varlığı
konusunda değil, varlığının mahiyetiyle ilgili zaman zaman zihinlerinde soru işaretleri
belirdiğini ifade etmişlerdir. Nitekim köy toplumu için inanmamak ve bunu ifade
etmek bir sosyal yaptırımı gerektirmektedir. Yine köy toplumunun inanç biçiminde
sorgulamak esas değildir, inançlar da diğer değerler gibi miras alınmakta ve
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 349
devredilmektedir. Yalnızca bir Tanrı’ya inanılmaktadır ve bunun mahiyeti, sıfatları ve
âlemle ilişkisi sorgulanmamaktadır. Bir takım zihinsel çabalar gerektirmeyen bu inanç
şekli dini hayatın özellikle ahlaki ve pratik boyutlarında zaaflara neden olabilmektedir.
Diğer inanç esaslarını değerlendirdiğimizde, peygamberlere inançla ilgili
verilen “Allah, her dönemde, insanları doğruya ulaştırmak için peygamberler
göndermiştir” ifadesine katılımcıların tamamının “kesinlikle katıldığını” belirttikleri
görülmektedir. Yine katılımcıların tamamı, “Allah’ın değişik görevler için yarattığı
melekler vardır.” İfadesinin doğru olduğunu belirtmişlerdir. Kaza ve kader inancı ile
ilgili tutumları tespit için verilen “Allah her şeyi takdir etmiştir. Her şey ondandır”
İfadesi konusunda da tamamıyla katılım söz konusudur. Köylerimizde ahiret hayatıyla
ilgili inanç esasına da tam bir katılım vardır. Nitekim “Dünya geçicidir oysa ahiret,
cennet ve cehennem ebedidir” ifadesine %70,5 “kesinlikle katılıyorum”, %29,5
“katılıyorum” cevabını vermiştir. Köylülerimiz, konuyla ilgili olarak, ölümün yarattığı
acıların tek meşrulaştırılma yolunun ahiret hayatı olduğunu ifade etmektedirler.
Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi bu inançlar bir takım zihinsel süreçler sonunda
elde edilmiş değildir. Daha çok kültürel bir miras olarak alınıp devredilen değerler
sisteminin yansımalarıdır. Bu veriler, dini hayatın araştırıldığı diğer çalışmalar
açısından da büyük benzerlik taşımaktadır.(Bkz. Köktaş, 1993,Günay,1999, Köroğlu,
2004, Şişik, 2002)Bu durum, Sünni İslam geleneğinin Anadolu coğrafyasında etnik
yapısal farklılıklara rağmen homojen bir inanç sistemini kurmayı başardığını
göstermektedir. Yöre açısından dini değerler, ulusal kültürle bütünleşmenin en tipik
aracı haline gelmiş, etnik farklılık ise ikinci planda kalmıştır.
2. Dini Hayatın Pratik Boyutu
Her din, kendisine inananlardan bir takım fiilleri yapmalarını ya da
yapmamalarını ister. Bu açıdan dini hayatın ibadet boyutuyla ifade edilmeye çalışılan,
bir dinin mensuplarının yerine getirdikleri bütün spesifik pratiklerdir. Çeşitli ayinler,
dua, özel dini törenlere katılma ve benzeri ibadetler, bu boyutun içine girmektedir.
(Köktaş,1993: 53)Bu nedenle, dini hayatın pratik boyutu değerlendirilirken, inancın
yansımalarının görülmesi açısından, İslam’ın yapılmasını farz kıldığı, namaz, oruç, hac
ve zekât ibadetleriyle ilgili tutum ve davranışları ile ilgili sorular sorulmuştur.
Öncelikle “dinin direği” olarak kabul edilen namaz ibadeti ile ilgili
katılımcıların cinsiyet ve yaş değişkenlerine göre namaz kılma durumuna yer
verilmiştir. Katılımcıların yaşa göre namaz kılma sıklıkları tablo 4’te yer almaktadır.
350
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
Tablo 4: Yaşa Göre Namaz Kılma Durumu
Yaş
gru
pla
rı
Sü
rek
li
Kıl
arım
Kış
ay
ları
kıl
arım
Gen
eld
e
kıl
mam
Yal
nız
ca
Cu
ma
ve
Bay
ram
na
maz
ları
nı
kıl
arım
.
Cev
apsı
z
To
pla
m
13-25 2
%4,2
8
%16,7
18
%37,5
6
%12,5
14
%29,2
48
%30,1
26-30 3
%13,1
4
%17,4
6
%26,1
9
%39,1
1
%4,3
23
%14,5
41-60 9
%23,7
8
%21,1
12
%31,6
7
%18,4
2
%5,2
38
%23,9
60 ve üstü 20
%40
16
%32
8
%16
6
%12
- 50
%31,5
Toplam 34
%21,4
36
%22,6
44
%27,7
28
%17,6
17
%10,7
159
%100
Tabloya baktığımızda inanç ilkeleriyle ilgili yüksek katılımın sürekli namaz
kılma durumu ile ilgili söz konusu olmadığını görmekteyiz. Katılımcıların yalnızca
%21,4’ü sürekli olarak namaz kılmaktadır. Bu kategorinin çoğunluğunu %40 oranla 60
yaş ve üstü grup oluşturmaktadır. Yine genelde namaz kılmadığını belirtenlerin oranı
60 yaş ve üzerinde %16 iken bu oran yaşın azalmasıyla ters orantılı olarak artmaktadır.
Bu da yaşlılıkla birlikte yaşanan ölüm korkusunun namaz kılma oranını artırdığının
bir göstergesidir.
Konuyu cinsiyet açısından değerlendirdiğimizde sürekli namaz kılmayanlar
arasında kadınlar büyük çoğunluğu teşkil etmektedirler. Bunun sebebi erkeklerin
Cuma ve bayram namazlarına katılmaları ve bu konuda toplumsal bir baskı söz
konusu olmasıdır. Sürekli namaz kıldığını belirten kadınların oranı ise %16,7 iken, bu
oran erkeklerde %29,8’dir. Kadınlarda, erkeğe nispetle sürekli namaz kılma oranındaki
düşüklüğün sebebi, köylerimizdeki din eğitiminin yalnızca erkeğe hitap etmesidir. Bu,
aynı zamanda köylerimizde kadının statüsü ile de ilintilendirilebilir. Yine her iki cins
için de kış aylarında namaz kılma oranının arttığı görülmektedir. Bunun sebebi ise bu
aylarda tarım işlerinin olmamasıdır. Belirtilen oranların Ramazan ayında biraz daha
yükselmesi ise muhtemeldir.
Katılımcıların oruç tutma ile ilgili durumları ise namaz ibadetine göre farklılık
arz etmektedir. Nitekim katılımcıların %84,3’ü Ramazan orucunu sürekli olarak
tuttuğunu belirtirken, sürekli olarak tutamadıklarını belirten katılımcıların oranı
%15,7’dir. Bu oranın %100’ü ise 60 yaş ve üzeri olan grupta yer almaktadır. Bu
kimseler, yaşlılık ya da hastalık nedeniyle oruç tutamadıklarını belirtmektedirler. Bu
açıdan kadın ve erkekler arasında anlamlı bir fark olmamakla birlikte, Ramazan
orucunun yalnızca belli bir zamana münhasır olması nedeniyle bu ibadete katılım ve
devamlılık oranı oldukça yüksektir. Ayrıca Ramazan ayına yönelik genel Sünni algı, bu
ayda ibadet oranlarını artırmaktadır. Buna göre Ramazan ayı bir ibadet ve bağışlanma
ayı olarak görüldüğü için dini aktiviteler yoğunlaşmaktadır.
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 351
Kurban ibadeti konusunda da katılımcılara “Kurban keser misiniz?” sorusu
yöneltilmiştir. Konu ile ilgili veriler tablo 5’te yer almaktadır.
Tablo 5. Kurban ibadetine katılım durumu
İfadeler (Hane) Sayı %
Sürekli keserim. 39 86,6
Bazen kesmem. 5 11,1
Genelde kesmem. 1 2,2
Toplam 45 100
Tablo değerlendirildiğinde ailelerin genelde kurban ibadetini yerine getirdikleri
görülmektedir. Dışarıdan kurbanlık alınmadığı, herkes kurbanlığını kendisi yetiştirdiği
için kurban, önemli bir dini sorumluluk olarak görülmektedir.
Zekât ve hac ibadeti ile ilgili olarak katılımcılarımızdan bugüne kadar zekât
verdiğini ve hacca gittiğini belirten kimse yoktur. Bu ibadetler ekonomik güce
dayandığı için her ne kadar zorunluluğuna inanılsa da yapılamamaktadır.
Dini hayatın inanç ve uygulama ile ilgili boyutları genel olarak
değerlendirildiğinde İslam’da iman esasları olarak belirtilen hususlara tam bir
katılımın olduğunu ancak dinin uygulama boyutunda aynı katılımın söz konusu
olmadığını söyleyebiliriz. Dini pratikler esas alındığında kadın dindarlığının erkekten
daha az olduğu görülmektedir. Köylerde belirtilen dini pratikler dışında farklı dini
davranış formları yoktur. Dini kültür ve bilgi oldukça sınırlıdır. Kuran’ı Arapça olarak
okuyabilen insan sayısı sadece 10’dur. Kur’an mealini okuyan ve en sık okunan Kur’an
suresi olan Fatiha’nın anlamını bilen kimse bulunmamaktadır. Bu anlamda mevcut
sınırlı dini bilginin ve miras yoluyla alınan akidevi değerlerin dini davranışa
dönüşmesi ve düşünceyi şekillendirmesi teorik olarak imkânsızdır. Ancak “kutsal” bir
değerdir. Korkulur, sevilir, saygı duyulur, yaşanmasa bile asla laf söyletilmez. Hayatın
her alanında ondan izler vardır.
3) Dinin Diğer Tezahür Alanları-Ritüeller ve Önemi
Köy cemaatinde, insanları bir cemaatin üyesi olarak ilgilendiren, ortak
toplumsal düzeni ayakta tutan, düzensizliği gideren ve cemaatin bütünlüğünü onaran
törenler (Wolf, 2000: 159) önemli bir yer arz etmektedirler. Din de bu törenlerin
oldukça belirgin bir ögesidir. Ancak bu törenlerde hedeflenen muhasebesi yapılmış bir
hayat değil, toplumsal düzenin sağlanmasıdır. Bu anlamda köylü dini hem faydacı,
hem de kuralcı ya da biçimsel ahlakçıdır, fakat sorgulayıcı değildir. Üstelik köylü dinin
kuralları, etkileşimde bulunan taraflar üzerine bazı dayatmalarda bulunmaktadır.
Cemaatin çıkarlarını temsil eder vaziyette olarak bu kuralların cemaatin üstünde ve
ötesinde durduğu farz edilmektedir ve kendi başlarına bir gerçekliğe sahip olarak
varlıklarını devam ettirmektedirler. (Wolf, 2000: 159)
352
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
Toplumsal hayatın yadsınamaz bir parçası olan bu törenler arasında doğum,
sünnet, evlenme ve ölümle ilgili olanlar özellikle dikkat çekicidir. Yazyağmuru ve
Çataldut Köyleri de bu önemli dönemlerdeki ritüeller açısından değerlendirilmiştir.
a) Doğum
Yörede insan hayatının değişik dönemlerindeki ritüeller içinde en sönük ve
heyecansız olanını doğumla ilgili seremoni oluşturur. Aslında doğumlar tam olarak bir
seremoni şeklinde de kutlanmamaktadır. Hayatın çok sıradan ve basit bir olayı gibi
değerlendirilmektedir. Bu durum köy halkının çok çocuk sahibi olmaları ile doğrudan
ilgilidir. Eşlerden özellikle kadın, çocuk sahibi olma konusunda erkekten daha fazla
isteklidir. Çünkü çocuk sahibi olmadığı takdirde ya eşinden ayrılmak ya da onu kuma
ile paylaşmak zorundadır. Köylerimizde kuma yoktur ancak bu nedenle ayrılıklar söz
konusudur. Yeni evlilerde evliliğin ilk yılında çiftlerin çocuk sahibi olmaları herkes
tarafından beklenmektedir. Hatta bu beklenti eşler üzerinde bir tür psikolojik baskıya
dönüşmektedir. Bunun için ilk çocuk, çiftler için büyük bir rahatlamadır.
Buna ek olarak, erkek çocuk özellikle istenmekte ve bunun için dualar
edilmektedir. Nitekim bu durum, ülkemizin pek çok yeri için de geçerlidir. (Tezcan,
1974: 227) Erkek çocuğa bir güç unsuru ve neslin devam ettiricisi gözüyle
bakılmaktadır. Yine köylerdeki işbölümünden çocuklara da pay düşmesi ve sonraki
dönemlerde zor arazi şartlarında aileye yardım için de erkek çocuğa sahip olmak
önemlidir.
Çocuğu olmayanlar ise doktora gitmektedirler. Önceden hocaya gitme ya da
köy ebesine gidip karnını ovdurma gibi âdetler varken şuan nadir olarak hocaya gitme
yoluna başvurulsa da ebeye gitme âdeti bulunmamaktadır. Tüm yollar denendikten
sonra çocuk sahibi olunamadığında, bu bir boşanma sebebidir. Doğumlar, önceden
köyde bu işi bilen bazı kadınlar tarafından yaptırılırken şuan doğumu yaklaşan kadın
şehirdeki bir yakınının yanına götürülerek doğuma kadar orada bırakılmaktadır.
Doğum sonrasında ise ziyafetler ve hediyeleşme pek yaygın değildir. Ancak
ailenin ekonomik durumu iyiyse komşularına keşkek dağıtabilmektedir. Doğumdan
sonraki bir ay içerisinde çocuğa isim konmakta; isim tercihinde aile büyüklerinin
isimleri ilk sırayı almaktadır. İsmin bir sahabe ismi olması ya da Kur’an’da geçmesi
gibi öncelikler yoktur. Erkekler için Cuma ve Yaşar isimleri; kızlar için, Fatma,
Remziye, Ayşe gibi isimler yaygın olarak tercih edilmektedir. Bu dönemde anne,
hamilelik döneminde olduğu gibi ilk kırk gün ağır işlerde çalışmamakta, yalnızca ev
işleriyle ilgilenip, pek dışarı çıkmamaktadır. Bu sürede soğuk su içmemeye ve ekşi
yememeye dikkat etmektedir. Lohusalık ve hamilelik dönemiyle ilgili tabular ve batıl
inançlar yoktur.
Çocuk yürüme çağına geldiğinde ise henüz yürümeye başlamadan ayakları
birleştirilip ince bir iple bağlanır sonra bir çocuk bunu keser ve kaçar, büyükler
arkasından su serper. Çocuk diş çıkarırken de buğday ve nohut kaynatılıp çocuğun
üstüne serpilir, sonra bunlar toplanıp diğer çocuklara dağıtılır. Buna “diş günü” denir.
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 353
Genel olarak değerlendirildiğinde isim koymadaki kulağa ezan okuma, kamet
ve yapılan bir dua dışında doğum olayında dini ritüeller sönük kalmaktadır. Yukarıda
belirtildiği gibi doğum, köylerimizde çok sıradandır. Bir seremoninin köy hayatı ve
köyün toplumsal düzenindeki önemi oranında, dinin, o seremonideki belirginliği
artmakta veya azalmaktadır. İnsanlar daha çok ölüm gibi sarsıcı olaylar karşısında
kutsal ve onunla ilgili şeylere ihtiyaç duymaktadırlar. Doğum bu riski taşısa da dua ve
isim dışında özel bir dini ritüeli gerektirmemektedir.
b) Sünnet ve Kirvelik
Yörede sünnet hazırlığı, seremonisi ve yarattığı kirvelik gibi bir akrabalık
ilişkisiyle köylü hayatında çok geniş yer tutmaktadır. Sünnetler, düğün gibi
addedilmektedir hatta ikram ve kutlamalar açısından, ailenin köydeki konumunun bir
göstergesi sayıldığı için daha şatafatlı ve daha zengin de geçebilmektedir. Sünnet yaşı
olarak kesin bir yaş yoktur. Ancak 5-6 yaşlarında çoğunlukla çocuklar sünnet
ettirilmektedir. Sünnet için aile, özellikle de baba karar verdiğinde tarih belirleme
aşamasından önce kirve seçimi yapmaktadır. Sünnet tarihi yine özellikle baba
tarafından seçilen kirveyle birlikte belirlenmekte, tarihin belirlenmesinden sonra ise
tüm komşulara hatta yakın köylere kadar gidilerek davet yapılmaktadır.
“Bir erkek çocuğun sünnet töreninin külfet ve masraflarını, başka bir aile
büyüğünün üzerine alması ile iki aile grubu arasında kurulan sanal akrabalık” (Kudat,
1974: 7) anlamına gelen kirvelik, yörede çok önemli bir sosyal müessesedir ve yalnızca
sünnet için geçerlidir. Belirttiğimiz gibi çocuğun sünnetinde kimin kirve olacağına
çocuğun kendisi değil ailesi(özellikle de babası) karar verir. Çocuğuna kirve seçmek
üzere olan bir baba, öncelikle, kendi dengi veya kendisinden üstün bir aile ile ilişki
kurma çabasındadır. Yörede kirve seçiminde en önemli husus, kirvenin amca, dayı gibi
çok yakın bir akraba olmamasıdır. Sünnet çocuğunun ailesinin ekonomik durumu ile
ilgili çok özel bir durum söz konusudur. Eğer çocuğun ailesi fakirse, zengin bir kirve
seçilir. Yine çocuğun ailesi zenginse kirvenin biraz fakir olmasına dikkat edilir. Böylece
çocuk muhtaç olduğunda her zaman yanında olabilecek bir kirve ile sigortalanmış
olur. Kirvenin köyden olması ise önemli değildir.
Kirvelik, özünde aileler arasında kurulan bir bağ olmakla birlikte, bu bağın en
güzel boyutu, çocukla kirvesi arasındaki ilişkinin bir baba oğul ilişkisi niteliği
taşımasıdır. Hatta bazen babayla konuşulmayan mahrem konular kirveyle
konuşulabilmektedir. Babaya gösterilen saygı, kirveye de gösterilmektedir. Buna ek
olarak bir erkek, birden fazla çocuğa kirve olabilmektedir. Kadından kirve seçilmesi ise
mümkün değildir. Yine kirvelik yoluyla akraba olan ailelerin diğer çocuklarının
birbirleriyle evlenmelerinde de sakınca yoktur.
Kirvelik kurumunun bu fonksiyon ve bağlayıcılıklarının bilincinde olarak kirve
seçildikten sonra kirve ile oğlu arasında hediyeleşmeler başlamaktadır. Kirve, oğluna
buğday, koyun, keçi, yatak, altın ve para gibi hediyeler vermekte, kirveye oğlu
tarafından sadece saat hediye edilmektedir. Davetliler için bir ya da iki tane büyükbaş
354
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
hayvan kesilmektedir. Yemekten önce mevlit ve Kur’an okunmakta, defalarca salavat
getirilmekte, sonra çocuk için dua edilmektedir. Et ve keşkekten oluşan bir menüyle,
damlar üzerinde serilen sofralarda öğle ve akşam yemekleri yenmektedir.
Akşam ikinci kez mevlit ve dua okunduktan sonra, dışarıdan gelen konuklar
paylaşılarak evlere götürülmektedir. İkinci gün, davul ve zurna eşliğinde öğle
namazına kadar yöresel oyunlar oynanıp, halaylar çekilmektedir. Toplu kılınan öğle
namazından sonra sünnetçi gelene kadar eğlence sürmektedir. Eskiden sünnet, köyde
bu işi bilen biri tarafından yapılırken şimdi doktor çağrılmaktadır. Sünnet çocuğu özel
elbiseler içinde ata bindirilerek tekbirler eşliğinde köyde biraz dolaştırılır. Sonra
tekbirlere kirvesinin kucağında sünnet ettirilmekte ve yatağına götürülmektedir.
Konuklar, tek tek kirve ve aileyi tebrik etmektedir. Çocuk iyileştikten sonra, aileler
birbirlerini yemeğe davet etmektedirler. Böylece aileler arasında kirveliğin gerektirdiği
yardımlaşma ve ziyaretler başlamış olur.
c) Evlenme
Evlilik, yalnızca iki ferdi değil, ailelerini de birbirine bağlayan, dolayısıyla yeni
doğan akrabalık münasebetlerini de tanzim eden sosyal pratiklerden biridir.
(Erdentuğ, 1975: 59) Bu nedenle yöredeki evliliklerde, fertler arasındaki duygusal
ilişkinin boyutundan ziyade, evlilik yoluyla oluşacak akrabalık ve akraba olacak
ailelerin, birbiri ile uyumu ve her açıdan birbirlerinin dengi olması gibi hususlar göz
önüne alınmaktadır. Bu durum, eş seçiminde ailelerin müdahalesi demektir. Yörede
anlaşarak evlenme söz konusu değildir. Erkek bir ya da birkaç kez kızı görmüş ve
beğenmiştir. Eğer kız da erkeği görmüşse birlikte bir hayatın paylaşılıp
paylaşılmayacağı hakkında bir düşüncesi vardır. Erkek, bu durumu ailesine anlatır.
Aile, özellikle baba, bu kızı istemeyebilir. Eğer uygun görürse, kızın ailesine birisi
aracılığıyla haber gönderir ve sonra istemeye gider. Eğer kızın ailesi de uygun
görmüşse isteme olayı gerçekleşir.
Kız isterken bir din adamı da çağrılır. Erkeğin babası Allah’ın emri
Peygamberin kavliyle der ve üç kez kızı babasından ister. Kız babası her seferinde
nasip der dördüncü kez “cemaat uygun görürse verdim” der ve “fatiha” denir. Sonra
tatlı yenir ve şerbet dağıtılır. Aynı zamanda nişan için tarih belirlenir. Bu tarih,
istemeden sonraki bir ay içerisinde olmak zorundadır. Çok fazla beklemenin ilişkiye
uğursuzluk getireceğine inanılır. Aileler dışarıdan birisine kız vermeyi pek tercih
etmezler. Kız verdikleri aileler, ya kendi köylüleri ya da yakın köylerden olduğu için
birbirlerini iyi tanımaktadırlar. Yine erkeğin “kendi köylüleri olup gurbette çalışıyor
olması da tercih sebebidir. Gerek aileler, gerekse kızlar, köy hayatından kurtulup
büyük şehirlerde oturmayı istemektedirler. Evlilik çağındaki gençlerin tamamına
yakını büyük şehirlerde çalışmaktadır. Buralarda çalışan ve ikamet eden gençler, bazen
yaşadıkları şehirde evlenmektedirler. Bu durum, köydeki kızlar için bir evlenme
sorunudur. Köylülerin ifadelerine göre önceden 13-17 yaşları kızlar için evlilik yaşı
iken şu an kızların birçoğu 18 yaş üzeridir.
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 355
Yörede kız istemeden sonraki bir aylık dönemde gerçekleşen nişanın önemi
büyüktür çünkü burada başlık belirlenmektedir. Kadınlar hariç, tüm aile üyeleri bir
odada toplanır. Aile büyükleri biraz yüksekçe bir yerde özel köşelerinde otururlar.
Yine burada da bir din büyüğü bulunmaktadır. Başlık için el ele tutulup kıyasıya bir
pazarlık yapılmaktadır. Fiyat için bir standart yoktur. Şuan 5 bin TL kadardır. Başlık
üzerinde anlaşıldıktan sonra yine dua yapılır ve “fatiha” denir. Kıza hediyeleri verilir,
buna karşılık kız ailesinin bir hediyesi yoktur. Sadece bu törende yemek verir.
Nişandan iki ay sonra ise düğün yapılır.
Düğün töreninin çok büyük bir önemi vardır. Düğün en az 4, en fazla 7 gün
sürer. Davetliler tek tek değil gruplar halinde gelirler. Gelmeden önce düğün sahibi
için aralarında para toplarlar. Konukların her birinde silah vardır ve herkes birbirini,
susturmaya çalışır. Düğününün tüm günleri davullar, zurnalar eşliğinde halkoyunları
ve halaylarla geçer. Kız ve erkek ailelerinde konuklara ayrı ayrı yemek verilir.
Yemeklerin tamamı et ve keşkektir. Kız ailesi, erkeğin ailesinden aldığı başlık dışında
bir harcama yapmaz. 4. veya 7. gün saygın bir grup ve bir din bilgesi önderliğinde
gelin almaya gelinir. Kız, gelinlik olarak siyah bir çarşaf giymiştir ve yüzü damat
tarafından açılmak üzere örtülüdür. Gelin ata bindirilir. Sonra din büyüğünün kısa
konuşması dinlenir ve konuşma sonundaki duaya “âmin” denir. Gelinin üzerine
nohut, buğday serpilir. Bununla muhtemelen yeni çiftin ekonomik refahı umut edilir.
Tekbirlerle gelin yeni evine getirilir ve damat tarafından başına elma, şeker ve bozuk
para atıldıktan sonra Kur’an-ı Kerimi üç kez öperek yeni evine girer. Çiftin odasında
hazır bir seccade vardır ve erkekten iki rekât namaz kılması ve dua etmesi beklenir.
Çiftin yatağı üzerinde bir erkek çocuk yatırılıp yuvarlanır. Bununla sembolik olarak
çiftlere erkek çocuk dilenmiş olur. Nitekim erkek, güç ve iktidar sembolüdür.
Düğünden 15 gün sonra aileler birbirlerine yemeğe giderler. Bu ziyaretleşmelerden
sonra çift, büyükşehirde yaşayacaksa oraya gider yoksa köydeki rutin hayata devam
eder.
d) Ölüm
Ölüm, anlam arayışı içerisinde olan insan yaşamına yönelik en büyük tehdittir.
Açıklanması, anlamlandırılması ve verdiği acının meşrulaştırılması ancak spiritüel
yorumlarla mümkün olmaktadır. Ölüm olayının tüm bu boyutlarında ve özellikle
yarattığı sarsıcı acının meşrulaştırılmasında hemen hemen tüm topluluklarda din
devreye girmektedir. Bunun için cenaze merasimleri ve ölüye karşı son ödevler, ölüm
olayına bakış açısının spiritüel düzlemde değişen karakterleridir.
İnsan için meşrulaştırılması çok zor olan bu sarsıcı deneyime yöre halkının
sıradan yaklaşımı, bizde onların bu olayın ciddiyetini tam olarak algılayamadıkları
izlenimini uyandırmıştır. Bu durum genelde yaşlı insanların yaşadığı köylerimizde
genç insan ölümleriyle pek karşılaşılmamasıdır.
Yörede yaşlı ve ağır hasta olan kimseler herkes tarafından ziyaret edilmektedir.
Bu durumdaki bir hasta hiçbir zaman yalnız bırakılmamakta, eğer vasiyeti varsa
356
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
vasiyeti alınmaktadır. Hastalığı ağırlaşmış durumdaysa Kur’an okumasını bilen bir
kimse çağrılmakta ve yanında Kur’an okutulmaktadır. Ölüm anında yanında eğer
kadın ve çocuk varsa dışarı çıkartılmakta, su verilmekte ve yanında yüksek sesle
kelime-i şehadet getirilmektedir. Bununla ölüm anındaki insanın şehadet getirerek
ölmesi amaçlanmaktadır. Vefat gerçekleştikten sonra meyyitin ayakları ve çenesi
bağlanmakta, gözleri kapatılmaktadır. Eğer vefat akşam gerçekleşmişse sabaha kadar
cenaze başında beklenmektedir. Köyde din görevlisi varsa ölüm haberi sala ile herkese
duyurulmaktadır. Cenaze için tüm köylü, hatta başka köylerden de tanıdıklar
gelmektedir. Nitekim yörede cenaze ile ilgili işlemlere ve cenaze namazına katılmamak
büyük günah olarak değerlendirilmektedir.
Cenaze, köyde bu işi bilen biri tarafından yıkanıp, kefenlenmektedir. Kefen
içine güzel kokular sürülüp, hurma konmaktadır. Cenazenin defni için acele
edilmektedir. Cenaze namazı kılındığında birkaç kişi tarafından kabir hazırlanmıştır.
Burada ilginç olan bir nokta ölülerin birbiri üzerine gömülmeleridir. On ya da on beş
yıllık bir mezarın üzerine başka bir ölü konmaktadır. Defin işleminin bitiminden sonra
ölenin hayatta iken kılamadığı namazlar ve tutamadığı oruçlar hesaplattırılıp, yakınları
tarafından para olarak fakirlere dağıtılmaktadır. Yine ölenin yakınlarından birisi tüm
köyü tek tek dolaşarak haklarını helâl etmelerini istemektedir. Definden sonraki ilk
gün mezar üzerinde ateş yakılmaktadır. Buna sebep olarak ise haşeratın cesedi rahatsız
etmemesi gösterilmektedir. Cenaze evinde üç gün boyunca ateş söndürülmemekte ve
evin tüm ışıkları açık tutulmaktadır. Bir hafta boyunca da her gün cenaze evinde ölen
kimse için Kur’an okunmaktadır.
Ölüm olayından sonraki 40 gün içinde iki kez mevlit okutulmakta, kuru üzüm
ve şerbet dağıtılmaktadır. Kadın ve erkeklerin hepsi camide toplanıp okunan mevlidi
dinlemektedirler. Burada dikkat çekici olan nokta ölenin ailesi dışında kimsenin çok
fazla üzüntü hissetmemesidir. Onlar da bu durumu oldukça sakin karşılamaktadırlar.
Hatta cenaze evinde insanların birbirleri hakkında dedikodu yapmalarına şahit
olduğumuzu belirtmeliyiz.
Bunlara ek olarak, ölüm sonrası için en önemli adetlerden birisini de baş sağılığı
oluşturmaktadır. Nitekim yakın ve uzak köylerden, ölünün ailesini tanıyan herkes
başsağlığına gelmektedir. Gelen ziyaretçi oturur oturmaz “ölünün ruhuna Fatiha”
demekte ve ardından herkes içinden Fatiha suresini okumaktadır. Bu ziyaretler kısa
tutulmakta ve ziyaretçilere hiçbir ikramda bulunulmamaktadır. Yine kabir ziyaretleri
yapılmakla birlikte çok önemli görülmemektedir. Konuyla ilgili şahit olduğumuz bir
kadın ziyaretçi babasının mezarı başında Kur’an okuyup dua ettikten sonra mezar
üzerine babasının sevdiği yiyeceklerden koydu. Sebebini sorduğumuzda bir açıklaması
yoktu. Sadece “içinden öyle geldiğini” söyledi. Bu da ölülerin toprak altında olduğuna
dair primitif bir düşüncenin köylülerimizin bazıları için halen geçerli olduğunu
göstermektedir.
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 357
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Bu araştırmada gerek coğrafi koşullar gerekse kültürel olarak şehir
merkezleriyle iletişime kapalı, etnik özelliklere sahip bir toplum olan Diyarbakır İl’inin
Çüngüş ilçesine bağlı, Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri’nin sosyal ve dini hayatları,
hem etnik sosyoloji bağlamında hem de din sosyoloji açısından değerlendirilmeye
çalışılmıştır.
Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri, yalnızca dil farklılığına dayalı bir kriterle
etnik grup olma özelliğini taşımaktadır. Kullanılan dil yalnızca şu an köylerde
yaşayanların bildiği ve iletişimde bulundukları bir dildir. Göçle büyükşehirlere
gidenlerin çocukları bu dili bilmemektedir. Yani bu dil gelecek vadetmeyen, basit,
sınırlı kavramlardan oluşan küçük dağ köylerinde yaşayan insanların dili olma
özelliğini taşımaktadır. Bu durum kültürel yapı üzerinde göç olgusunun etkisi ile ilgili
bir fikir vermektedir.
Köylerin merkeze uzaklığı ve coğrafi şartları, eğitim, kültür, tarım vb. alanlarda
köylere bir açılım sağlayamamaktadır. Bu açıdan kendine yeten, dış etkilere kapalı bir
toplum yapısı taşımaktadırlar. Sarp arazi yapısına sahip bir bölgede bulunulması
nedeniyle yapılan tarımsal faaliyetlerde köylüler birbirleri ile yardımlaşmak
zorundadırlar. Dolayısıyla, köylerde yardımlaşma ve komşuluk ilişkileri oldukça
güçlüdür.
Yörede ekonomik olarak kendi kendine yeterlilik söz konusudur. Yıllık gelir
gibi kavrama yabancı olan köy halkı oldukça mütevazı bir hayata sahiptir. Yöre eğitim
açısından değerlendirildiğinde ise formel eğitimin bir değer taşımamakta olduğu
söylenebilir. Yöre halkı için yalnızca okuma yazma bilmek yeterlidir. Önemli olan,
kültürün ve köye ait pratiklerin yeni nesle aktarılmasıdır. Buda yaşayarak, görerek
mümkündür. Buna ek olarak yörede kadının ikincil bir cins olma özelliği de çok
belirgindir. Bu özellik, eğitim ve dindarlık da dâhil olmak üzere hayatın her alanına
yansımaktadır.
Yöre halkı için din, özellikle törenlerde belirginlik kazanmaktadır. Dinin,
duanın olmadığı hiçbir tören yoktur. Doğum, ölüm, nişan, düğün, gibi köy toplumunu
ilgilendiren her olayda din vardır. Ancak dini yaşamda tutuculuk yoktur. İnanç
konularıyla ilgili hiçbir olumsuzluk ya da bir ilkeye inanmama gibi bir durum da söz
konusu değildir ama ibadetlere katılım farklılaşabilmektedir. Nitekim namaz kılma
durumu cinsiyete ve mevsimlere göre değişmekte, kış aylarında sürekli namaz kılma
oranı artmaktadır. Yine erkek dini davranış açısından kadından biraz daha önde
bulunmaktadır. Bunun sebebi ise yöredeki din eğitiminin niteliğidir.
Oruç ibadeti ile ilgili olarak 60 yaş üstü grup hariç % 100 bir katılım vardır.
Yine ailelerin %86,6’sı sürekli kurban kesmektedir. Zekât, hac gibi ibadetler ise
ekonomik sıkıntılar nedeniyle pek yapılmamaktadır. Bu da yöre halkının genel olarak
dini ibadetleri yerine getirmeye çalıştığını göstermektedir.
358
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
Son olarak diyebiliriz ki yörede din, genel, kültürel ve ideolojik düzenle
bütünleşme aracıdır. Köy hayatının hemen hemen her yerinde ve safhasında din
hâkimdir. Din anlayışı ve algısı basit olmakla birlikte tutucu ve değişimi engeller
nitelikte değildir.
KAYNAKÇA
AKKAYAN, Tayyar (1979). Göç ve Değişme. İstanbul: İstanbul Fen Edebiyat Fakültesi
Yayınları. No. 2515
ATALAY, Beşir (1979). Köy Gençliği Üzerine Bir Araştırma, “Büyükgeçit Köyü
Araştırması, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Basımevi.
AYDIN, Mustafa (1997).Kurumlar Sosyolojisi. Ankara: Vadi Yayınları.
AYYILDIZ, Tayyar(1975). Büyükdere Köyünün Sosyo-Ekonomik Yapısı. Erzurum:
Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları.
BERGER, L. Peter(1999). Dini Kurumlar.( Çev. Adil Çiftçi ). İzmir: Anadolu Yayınları.
BİLGİSEVEN, Amiran Kurtkan (1985).Din Sosyolojisi. İstanbul: Filiz Kitabevi.
BURAN, Ahmet(1992). Doğu ve Güneydoğu Anadolu Üzerine Araştırmalar. İstanbul:
Boğaziçi Yayınları.
CLOCK, Charles, Y. (1998). Dinin Boyutları Üzerine. (Çev. Mehmet Emin Köktaş). Din
Sosyolojisi. Ankara: Vadi Yayınları.
COLE, Stephan (1999) Sosyolojik Düşünme Yöntemi.(Çev. Bekir Demirkol). Ankara:
Vadi Yayınları.
DOĞAN, İsmail(2000). Sosyoloji, Kavramlar ve Sorunlar, İstanbul: Sistem Yayınları.
DÖNMEZER, Sulhi (1999). Toplumbilim. İstanbul: Beta Yayınları.
ERDENTUĞ, Nermin (1975). Hal Köyünün Etnolojik Tetkiki. Ankara: Ankara
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları.
FAY, Brian(2001). Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi, Çok Kültürlü Bir Yaklaşım. (Çev.
İsmail Türkmen) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
FİCHTER, Joseph(1990). Sosyoloji Nedir? (Çev. Nilgün Çelebi). Konya: S. Ü. Fen
Edebiyat Fakültesi Yayınları.
GIDDENS, Anthony (2000).Sosyoloji.(Hazırlayanlar: Hüseyin Özel, Cemal Güzel ).
Ankara: Ayraç Yayınları.
GÜNAY, Ünver (2000).Din Sosyolojisi. İstanbul: İnsan Yayınları.
GÜNAY, Ünver(1999).Erzurum ve Çevre Köylerinde Dini Hayat. İstanbul: Erzurum
Kitaplığı.
Etnik Bir Grubun Anatomisi: Diyarbakır Zazalarında Sosyal ve Dini Hayat
(Yazyağmuru ve Çataldut Köyleri Örneği) 359
HUME, David(1995). Din Üstüne.( Çev. Mete Tuncay). Ankara: İmge Kitabevi.
KARASAR, Niyazi(2002). Bilimsel Araştırma Yöntemi. Ankara: Nobel Yayınları.
KÖKTAŞ, M. Emin (1993). Türkiye’de Dini Hayat. İstanbul: İşaret Yayınları.
KÖROĞLU, Muhammet Ali(2004).Diyarbakır Çüngüş İlçe Merkezi ve Köylerinde
Sosyal ve Dini Hayat. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Konya.
KÖSEMİHAL, Nurettin Şazi(1999). Sosyoloji Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
KUDAT, Ayşe(1974). Kirvelik, Ankara: Ayyıldız Matbaası.
KURTKAN, Amiran(1970) Eğitim Yoluyla Kalkınmanın Esasları. Erzurum: Atatürk
Üniversitesi Basımevi.
MUTLU, Servet (2002).Doğu Sorununun Kökenleri. İstanbul: Ötüken Yayınları.
ÖNDER, Ali Tayyar(1999). Türkiye’nin Etnik Yapısı, Halkımızın Kökenleri ve
Gerçekler. Ankara: Zirve Ofset.
ÖZOĞLU, Hakan(2005).Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçiliği. İstanbul: Kitap
Yayınevi.
RİŞVANOĞLU, Mahmut, Kırmançlar ve Zazaların Kimliği. Ankara: Tanmak
Yayınları.
SERDAROĞLU, Servet(1972).Aile Çevresi. İstanbul: Redhause Yayınları.
SEVGEN, Nazmi.(1999). Zazalar ve Kızılbaşlar, Ankara: Kalan Yayınları.
ŞİŞİK, Cemile Zehra (2002). Bolvadin ve Çevresinde Sosyal ve Dini Hayat.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Konya.
TEZCAN, Mahmut (1974).Türklerle İlgili Stereotipler (Kalıp Yargılar) ve Türk
Değerleri Üzerine Bir Deneme. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.
TURHAN, Mümtaz(1958). Köy Tetkiklerinde Kullanılacak Metodlar Hakkında Bazı
Düşünceler. Sosyoloji Dergisi(12). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları.
TÜRKDOĞAN, Orhan(1995). Çağdaş Türk Sosyolojisi. İstanbul: Turan Yayınları.
TÜRKDOĞAN, Orhan(1999). Etnik Sosyoloji. İstanbul: Timaş Yayınları.
TÜRKDOĞAN, Orhan(2010).Türk Toplumunda Zazalar ve Kürtler. İstanbul: Timaş
Yayınları.
WACH, Joachim (1995).Din Sosyolojisi.( Çev. Ünver Günay). İstanbul: Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.
WOLF, R. Erich(2000). Köylüler.( Çev. Abdülkerim Sönmez).Ankara: İmge Kitabevi.
360
Muhammet Ali KÖROĞLU – Cemile Zehra KÖROĞLU
WHITE, Paul(1996). Dynamics of the Kurdish & Kirmanc-Zaza Problems in Anatolia.
ed. Paul White. Center for Study of Asia and the Middle East. Deakin
University. Melbourne Australia.
YILDIRIM, Ali, Şimşek, Hasan(2000). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri.
Ankara: Seçkin Yayınları.
ZAİM, Sabahaddin (1973).Türkiye’de Nüfus Meselesi. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.