international relations - wordpress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf...

28
nmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcv bnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxc vbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklz xcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjk lzxcvbnmrtyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzx cvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklz xcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjk lzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghj klzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfg hjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdf ghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmrtyuiopasdfghj klzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfg hjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdf ghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopas dfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiop asdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuio pasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyui opasdfghjklzxcvbnmrtyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiop asdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuio pasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyui opasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwerty uiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwert yuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwe rtyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmrty uiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwert International Relations Notes for the Final Exam 6/13/2012 Özgür AKIŞOĞLU ©copyright: Bu belge Özgür Akışoğlu’nun izni olmaksızın hiç bir şekilde çoğaltılamaz, kopyalanamaz ve ticari amaçlar adına kullanılamaz! AÇIKLAMA: Uluslararası İlişkiler final sınavı için hazırlanmış bu notun bir çok bölümü ders kitabının Türkçe çevirisi olduğu gibi yeri geldiğinde yorumlarımız eklenmiş ve hocanın konuyla ilgili derste değindiği ancak kitapta yer almayan kısımlar da belirtilmiştir. Kuşkusuz böylesi geniş bir dersin sınavını sadece bir notla tatmin etmek pek aklı selimin işi olmasa da; öğrenci mantığının önermelerine hitaben, mümkün olduğunca geniş içerikli bir not hazırlamaya çalıştık. Umarım dersle ilgili tüm sorularınıza cevap verebilen bir not olmuştur. Şimdiden kolay gelsin ve başarılar.

Upload: others

Post on 17-Feb-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

nmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcv

bnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxc

vbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklz

xcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjk

lzxcvbnmrtyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzx

cvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklz

xcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjk

lzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghj

klzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfg

hjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdf

ghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmrtyuiopasdfghj

klzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfg

hjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdf

ghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopas

dfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiop

asdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuio

pasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyui

opasdfghjklzxcvbnmrtyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiop

asdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuio

pasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyui

opasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwerty

uiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwert

yuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwe

rtyuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmrty

uiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwert

International Relations

Notes for the Final Exam

6/13/2012

Özgür AKIŞOĞLU

©copyright: Bu belge Özgür Akışoğlu’nun izni olmaksızın hiç bir şekilde çoğaltılamaz, kopyalanamaz ve ticari

amaçlar adına kullanılamaz!

AÇIKLAMA: Uluslararası İlişkiler final sınavı için hazırlanmış bu notun bir çok bölümü ders kitabının Türkçe çevirisi olduğu gibi yeri geldiğinde yorumlarımız eklenmiş ve hocanın konuyla ilgili derste değindiği ancak kitapta yer almayan kısımlar da belirtilmiştir. Kuşkusuz böylesi geniş bir dersin sınavını sadece bir notla tatmin etmek pek aklı selimin işi olmasa da; öğrenci mantığının önermelerine hitaben, mümkün olduğunca geniş içerikli bir not hazırlamaya çalıştık. Umarım dersle ilgili tüm sorularınıza cevap verebilen bir not olmuştur. Şimdiden kolay gelsin ve başarılar.

Page 2: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

2

INTERNATIONAL RELATIONS NOTES FOR THE FINAL EXAM – JUNE 2012 ÜNİTE 1’DEN NOTLAR:

Uluslararası ilişkilerde aktörler: En klasik uluslararası

ilişkiler teorileri uluslararası alandaki temel aktörün

devletler olduğunu söyler. Bu şu demektir: kararlar

devletler bazında verilir, dolayısıyla uluslararası sistem

devletlerin eseridir. Yapısalcı yaklaşımcılar ise ulusal

olmayan, uluslararası örgütleri de aktörler dahiline

katar. Hoca derste aktörleri, bireyler (individual),

örgütler (organizations) ve devletler (states) olarak

ayırmış. Örneğin lobiler, devlet altı (sub-state)

örgütlerdir. BM, NATO, WTA devletler arası yani inter-

state aktörlere örnektir. Birde trans-national aktörler

vardır ki bunlar doğrudan bir devlet alanı içerisinde

etkide bulunmazlar genellikle evrensel değerler için

uğraşılar. Mesela Greenpeace. Elbette bunların yasal

olmayanları da mevcuttur: mafyalar.

Dersten bir terim: Counterfactual: “What if” sorusunu

sormaktır. Yani olmayan bir şeyi varmış gibi

düşünmektir.

Collective goods problem: Ortak mal problemi, her bir

grup üyesinin bir şeye ne kadar katkıda bulunduğuna

bakmaksızın grubun tüm üyelerine yararlı olan o şeyin nasıl

sağlanacağı sorunudur. (p:5 par:2)

Genellikle, ortak malları küçük gruplarda karsılamak büyük

gruplardakinin aksine daha kolaydır. Orneğin küçük bir

grupta bir kişinin sahtekarlık yaptıgını düşünün. Diyelim ki

hırsızlık yapsın; böyle bir durumda bu hırsızlıgı saklamak

sözkonusu o küçük grupta – 10 kişi oldugunu dusunun-

daha zordur ve o hırsızı cezalandırmak daha kolaydır. Ortak

mal sorunu her toplumda ve grupta olur. Nitekim, egemen

devletlerin, ki bu devletler üstün bir otoriteden yoksundur

yani bunların üstünde bir güç yoktur, uluslararası alanda

birbiriyle eşittir. Bu asama her bir devletin ortak mal

sorununun cozumu için katkı yapmasını zorlamak cok

zordur; nihayetinde bir devleti müeyyide altına alacak

uluslararası bir askeri/polis kuvvet/i yoktur. Öte taraftan

bir devletin kendi sınırları içerisinde bu sorunu cozmeye

calısması daha kolaydır. Örneğin bizler vatandas gorevi

olarak vergilerle mükellefiz; yani devlet bizden parayı

topluyor ve bunu devletin sınırları içerisindeki sosyal

harcamalar için kullanıyor. Oysa ultra zengin bir kişi ile 5

tane koyunu olan çobanın aynı vergiyi vermediği bir ülkede

devlet bu her iki vatandaşına da aynı sosyla hizmeti

sunmaya çalısıyor; tanımda da gectiği gibi, kimin ne kadar

vergi verdiğine bakmaksızın bunlardan sağlanan geliri

herkese karsı esit sekilde kullanıyor (şimdi ultra zengin

adam ile cobana aynı sosyal hizmetlerin sağlanmadıgını

düşünebilirsiniz, nitekim haklısınızda. Ancak olaya teorik

boyutundan bakın; amac su: herkesten verebildiği kadar

vergiyi al, hepsini topla, herkese eşit dagıt. Halbuki hepimiz

değirmenin böyle dönmediğini biliyoruz, işte zaten bu

yüzden bunun adı ortak mal sorunu, yapılamadığı-sorun

kaldıgı için). Özetle diyebilirizki, uluslararası ilişkiler

açısından ortak mal sorunu devletlerin bir soruna karsı

tedbir alırken bu tedbiri alma asamasında saglanan

olanaklardan kimin ne kadar katkı verdiğine bakmaksızın

her devlete eşit dağıtılmasıdır. Ancak her devlet kendi

çıkarını koruma, devam ettirme ve hatta en yüksek

Interstate governmental

Interstate nongovernmental

Nation-state Governmental- noncentral

Interstate – nongovernmental

Individual

UN - NATO UN – international Red Cross (Palestine)

EEC- Francophone African States

OAU - Biafra Arab league – Al Fatah

Grand mufti of Jerusalem

Page 3: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

3

seviyeye çıkarmayı amaçladğından bu sorunun tedarik

edilmesi onemli ikilemler/zıtlıklar yaratmaktadır.

Dominance (Hakimiyet): Hakimiyet prensibi, ortak mal

problemini üstekilerin alttakileri yönettiği bir güç

hiyerarşisi kurarak çözer. Uluslararası ilişkilerde, hakimiyet

prensibi bir tutam ülkenin tüm diğerlerine kurallar dikta

ettiği büyük güçler sisteminin altını çizer. Bazen sözde

hegemon veya süper güç baskın ulus olarak (dominant

nation) büyük güçlerin üzerinde yer alır. BM güvenlik

konseyi, ki orada veto yetkisini elinde bulunduran

dünyanın en güçlü askeri gücü yer alır, hakimiyet prensibini

yansıtır.

Ortak mal sorununa çözüm olarak hakimiyet prensbinin

avantajı, onun bir hükümet gibi grubun üyelerini ortak ürün

için destek vermeye zorlamasıdır. Hakimiyet prensibi ayrıca

grup içi açık çatışmaları en aza indirir. Ancak, dezavantajı

bu istikrarın statüdeki daha düşük mevkideki üyelerin

üzerinde sürekli bir baskı oluşturması ve onların

darılmasına sebebiyet vermesidir. Uluslararası ilişkiler

alanında, büyük güçler sistemi ve süpergüç hegemonyası

nispeten barış ve istikrar on yıllık periodlar için sağlayabilir

ancak sonunda büyük güçler arasında büyük savaşlarla

kırılabilir. (p:6, par:3,4,5)

Karşılıklılık (reciprocity): Karşılıklılık prensibi ortak mal

sorununu gruba katkı sağlayan davranışı ödüllendirerek

yahut grubun içinde kendi çıkarının peşine düşen hareketi

cezalandırarak çözmeye çalışır. Karşılıklılık anlamak için çok

kolaydır ve bireyleri ortak mal için işbirliğine sokacak

sağlam bir yol yaparak merkezi bir otorite olmaksızın

desteklenebilir .(p:6, par:6).

Ancak karşılıklılık hem pozitif alanda (sen benim sırtımı kaşı

ben de seninkini) hem de negatif alanda (göze göz, dişe diş)

işler. Karşılıklılık prensibinin ortak mal sorununa çözüm

olarak bir dezavantajı, bir taraf öbür tarafın yaptığının

negatif olduğuna inandığı şeyi cezalandırdığı müddetçe

sürekli bir düşüşe sebep olur. (p:7, par:2)

Örneğin, silahlanma yarısını hatırlayın. Soğuk savaş

doneminde Amerika Birleşik devletleri silah ve de ozellikle

atom teknolojisini geliştirirken, savaşın diğer tarafı olan

Rusya elbetteki bundan geri kalmadı ve ağır silah

sanayisine büyük yatırımlar yaptı. Silahlanma yarısı sadece

sözkonusu bu iki devlet arasında da olmadı elbez.

Sözgelimi, bu iki devletin başını çektiği Batı ve Doğu

blokuna dahil diğer devletlerde silahlanma yarısına girdi.

Yani karsılıklılık ilkesin dahilinde yorumlarsak, sen

silahlanırsan ben de silahlanırım diyen devletler neticede

dünyanın sonunu getirebilecek miktarda ve güçte silah

depoları oluşturmuşlardır. Bir de iyi yandan bakarsak

diyebilirizki, devletler özellikle de ticari anlaşmalarda

reciprocity ilkesini takip ederler: örneğin ticari bir anlaşma

cercevesinde limanlarını A devletine açan B devleti, A

devletinden B devletine limanlarını acmasını bekler, kaldıki

sistemde bir çeşit gelenek halini almıs bu durum

devletlerce pratikte de uygulanır.

Uluslararası ilişkilerde, karşılıklılık prensibi normların

çoğunun temelini ve milletarasındaki enstitütileri

şekillendirir. IR’da çoğu merkezi düzenleme, tıpkı Dünya

Ticaret Örgütü düzenlemeleri gibi, işbirliğinin temel taşı

olarak karşılıklılığı açıkça tanır. Örneğin, bir ülke pazarını

diğer bir ülkenin mallarına açarsa, karşılık olarak diğeri

kendi pazarını açar. Olumsuz bir taraftan, karşılıklılık

prensibi her bir taraf diğerinin silah edinmesine cevap

verdikçe oluşan silahlanma yarışını besler. (p:7, par:3)

İdentity (Kimlik): Ortak mal sorununa üçüncü muhtemel

çözüm bir toplumun üyeleri olarak katılımcılarının

kimliğinde yatar. Hakimiyet ve karşılıklılık prensipleri

bireysel kendi çıkarları elde etme fikri üzerinde hareket

etmesine rağmen (ne alabilirsen alarak ya da karşılıklı

yararlı düzenlemelerle), kimlik prensibi kişisel çıkara

dayanmaz. Aksine, bir kimlik/özdeş toplumun (identity

community) üyeleri o toplumdaki diğer üyelerin çıkarlarını

dikkate alır ve yettiği ölçüde kendi çıkarlarını diğerlerine

fayda sağlamak adına fedakar eder. Bu prensibin kökü

aileye, geleneksel aileye ve hasım gruplarına uzanır. Bir

ailenin üyelerinin birbirini düşünmesi gibi, bir etnik grubun,

cinsiyet grubunun, bir ulusun ya da dünya bilimcilerinin

üyeleri de kendi üyelerini önemserler.

Örneğin, gecen yıl Van’da yaşanan depremin yıkımını

sarmak için özellikle ekonomik olarak nispeten daha iyi

olan batı şehirlerinden bölgeye yardım yağmıştır. Bu

yardımların altında yatan bir sebep olarak, uluslararası

Page 4: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

4

ilişkiler teorisi tabanında, söylenebilirki oradaki insanların

Türk vatandaşı olmasının getirdiği bir kimlik ortaklıgıdır.

Etnik açıdan kiminiz, deprem mağdurlarının çoğunun yahut

hepsinin Kürt oldugunu soyleyebilir ve hatta ortak kimlik

tabanını reddedebilirsiniz. Su adama identity princible,

“insan olmanın getirdiği ortak zemin” diyerek sizi

cevaplayacaktı. Topkı, dünyada birbirini tanımayan,

anlamayan, hiç görmemiş, farklı milyonlarca insanın,

tusunami, deprem ve kasırgalardan sonra bu uluslararası

afetleri desteklemek adına sırf insanlığın üyeleri olmanın

verdiği paylaşılan kimlikle yardım fonları oluşturur. (p:7)

Prensip Avantajlar Sakıncalar

Dominance: Düzen, istikrar, öngörebilirlik

Baskı, gücendirme

Recipropcity: Karşılıklı işbilirliği için özendirme

Sürekli düşüş, karmaşık hesaplamalar

Identity Grup için fedakarlık, çıkarları yeniden tanımlama

Dış grubu kötülemek

3 Prensibin Uluslararası Bir Konuya Uygulanması İle İlgili

Bir Örnek: Şimdi nükleer silahların yayılması problemini

düşünün. her ülkenin buradaki ortak malı nedir: barıs ve

istikrar (buradan da anlaşılacağı collective good problemini

alınıp satılabilien, ticari, maddi bir öge olarak gormeyin

sadece. Küresel ısınma ya da açlı veya kuraklık da ortak mal

sorunana ornektir). Şimdi nükleer silah geliştiren ve üreten

ülkelerin sayısının her geçen yıl arttıgı bir dünyada bu

sorun-yani barıs ve istikrarın sürdürülmesi sorunu- nasıl

olacak da çözülecek? Bir tane devletlerin üzerinde oturan

şöyle adam akıllı bir askeri güç yokki nükleer silah üreten

ülkeye girsin, sen misin nükleer silah üreten, al sana

nükleer silah diyip üzerine yüzyetmiş iki tane atom

bombası atsın, tehlikeyi ortadan kaldırsın; tamam, öyle

yapmasın da gitsin o şerefisize terlik fırlatsın sen neden

uslu durmuyon diye. Aha bak, Kuzey Kore atom bombası

telaşında. Nerde benim terliğim. Özgür kendine gel: geldim

Kuzey Kore en son gecenlerde bir deneme yaptı, her ne

kadar basarısız olsa da, ama goruldiki çok gelişmemiş bir

ülke de bu silahları uretebilecek konuma geldi. Neyse

gelelim asıl soruya: nasıl onlecek bu, sorun nasıl cozulecek.

İşte bu asamada verdiğimiz cevaplar ya da çözüme

yaklaşımlarımız bizim presiplerimiz olacak.

Nükleer yayılmaya bir yaklaşım, çogunuzun bildiği gibi, bu

silahlara sahip olan beş devlete meşruyeti vermektir.

Nitekim bu sadece bir yaklasım değil, gunumuzdeki soz

konusu durumdur. Kimdir bu bes devlet: ABD, Rusya,

İngiltere, Çin ve Fransa. Bugun bu devletler biliyoruzki BM

guvenlik konseyinde veto hakkına sahipler. Nükleer

Silahların yayılmasını önleyen andlasma (Non-Proliferation

Treaty -NPT) ve bunlara getirilen prortokoller diğer küçük

devletlerce nükleer silah geliştirilmesini ve üretilmesini

yasaklar. Bu prensiplerimizden hangisine girer? Düşün?

Dominance. Neden? Sadece beş ülkenin nükleer enerjiye

sahip olmasını yasallaştırıyor ve diğerlerine bu hakkı

vermiyor. Bunun bir haksızlık oldugunu düşünebilirsin ve

belki bunda haklı da olabilirsin. Ancak yukarıda adı gecen

anlasmada da yer aldıgı gibi- biz o andlasmaları yaladık

yuttuk kızım- anlasmanın mantıgı, dünyanın sonunu

getirebilecek söz konusu nükleer silahların barıscıl olmayan

amaclar için kullanılmasını aşikar oldugundan bunları

üretecek ülkelerin önüne geçmek. Nitekim anlaşma 1970

de yürürlüğe girdiğinde nükleer güce adı gecen bes devlet

sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf

olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer

silah istemiyoruz, sadece bu silahlara sahip olan devletler

bu gucu elinde bulundursun, diğerlerinin barıscıl olmayan

amaclar adına bu teknolojiye sahip olması yasaklansın.

Elbetteki barıscıl amaclara, elektrik üretimi yahut

muhendislik gibi, hizmet eden nükleer teknolojiye ses yok

ama o da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının takibine

mashar olmak zorunda. Madem yeri gelmişken söyleyeyim

evvelden beridir haberlerden düşmeyen Iranın nükleer

programının temeli, ironiye bakınki, ilk kez ABDnin

1957deki yardımı ile olmuştu :D neyse.

Karsılıklık ilkesi olsaydınız ne derdiniz bu sorunu cozmek

için? NPT’de yer alan hüküm gereğince, karşılıklılık ilkesi

şöyle diyecekti: madem küçük ülkeler nükleer silah

üretmeme ve nükleersiz kalma görevini yerine getiriyor,

halihazırda nükleer gücü elinde bulunduran adıgecen

ülkeler de silahlanmayı bıraksın/silah yatırımlarını

durdursun. Naaabbberr?kitapta demişki: reciprocity Soğuk

Page 5: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

5

savas zamanında nükleer silah üretimini engellemek üçün

yapılan silahlanma kontrol andlaşmalarının altını çizer ve

karsılıklı silahsızlanmayı destekler. Caydırıcılık da

reciprocitye dayanır. Mesela, 2006da ABD, Kuzey Kore’ye

dediki: “oğlum bak git!” bombalarını baskasına satma, eğer

başka bir devlet böyle bombaları ABDye karsı kullanırsa

misillleme ile karsılıgını alırsın. Öte taraftan, Libya 2003te

nükleer silah programından vazgeçince, uluslararası toplum

libya üzerindeki ekonomik yaptırımları kaldırdı.

Görüyorsunuz hersey adı gibi karşılıklı.

Identity, nükleer silahlanmaya karsı daha az güncel olarak

eşit etkili bir çözüm getiriyor. Teknik olarak nükleer silah

üretme becerisine sahip bir çok devlet devlet aslında

nükleer silah üretme yoluna girmedi. Bunlar kendi ulusal

kimliklerini nükleer silah üretmeme şeklinde inşa ettiler.

Mesela, Alamanya gibi bir çok devlet, adı gecen nükleer

devletlerin şemsiyesi altına girerek nükleer silah üretmedi.

Levels of Analysis: Uluslararası ilişkilerin paydasında yer

almış bir aktör, teorilerin ve birbirleriyle yarışan

tanımlamaların karmaşasını destekler. Bu süreçlerin,

aktörlerin ve etkilerin oluşturduğu çeşitliliği ayıklamanın bir

yolu olarak IR hocaları bunları farklı analiz

seviyeyeleri/düzeyleri (levels of analysis)şeklinde

katogarize etmiştir. Bir analiz düzeyi, “niçin” sorusuna

muhtemel açıklamaları öneren süreçlerine veya benzer

aktör kümelerine dayanan uluslararası ilişkiler üzerine bir

görüştür. IR hocaları, çoğunlukla üç ana seviyede olmak

üzere, çeşitli analiz düzeyleri belirlemişlerdir. (p:17, par:4)

Analizin bireysel düzeyi (the individual level of analysis)

bir birey olarak insanın hareketlerini, seçimlerini ve

fikirlerini dikkate alır. Büyük liderler tarihin akışını

etkilemiştir; tıpkı bireysel vatandaşların, düşünürlerin,

askerlerin ve seçmenlerin yaptığı gibi. Leninsiz, Sovyet

Rusyasının olmayabileceği söylenir. Dış politika karar alma

çalışmalarında, karar alma sürecinde psikolojik faktörlerin

öneminden hareketle uluslarararası ilişkilerin bireysel-

düzey (individual-level)deki açıklamalarına önem verilir.

Analizin domestik seviyesi (the domestic [state or

societal]level of analysis), uluslararası alanda ülkelerin

tutumlarını etkileyen devletlerdeki bireylerin bir araya

gelmesiyle ilgilenir. Böylesi bir araya gelmeler hükümet

müesseselerini, siyasi örgütleri ve menfaat gruplarını

kapsar. Bu gruplar farklı türdeki toplum ve devletlerde

farklı şekillerde (farklı uluslarararası etkilerle) çalışırlar.

Örneğin, demokrasiler ve diktatörlükler birbirinden farklı

biçimde hareket edebilir ve demokrasiler bir seçim yılında

diğer zamanlarda davrandıklarından farklı bir biçimde

davranabilir/hareket edebilir. Etnik çatışma ve devletlerde

fokurdayan ulusaslcılık politikaları devletler arasındaki

ilişkilerde yükselen değerde bir rol oynar.(p:18, par:2)

Analizin devletler arası düzeyi (the interstate [or

international or systemic] level of analysis), netice

üzerindeki uluslararası sistemin etkisiyle ilgilenir. Bu

nedenle analizin bu düzeyi, devletlerin içişlerine yahut

bunlara sebebiyet veren belirli bireylere bakmaksızın

devletlerin kendileriyle olan ilişkilerine odaklanır. Bu analiz

düzeyi devletler arasındaki ilişkiler (örneğin ticaret) ve

devletlerin uluslararası sistemde sahip oldukları nispi güç

pozisyonlarına dikkat verir. Analizin devletler arası düzeyi

geleneksel olarak en önemli analiz düzeyi olmuştur. (p:18)

Bu üç analiz düzeyine bir dördüncüsü de eklenebilir: Global

düzey. Analizin global düzeyi uluslararası neticeleri global

eğilimler ve devletlerin kendileri arasındaki ilişkileri aşan

güçler açısından açıklama amacındadır. İnsan

teknolojisinin, belirli dünya çapındaki inançlar ve insanın

doğayla olan ilişkisinin evriminin hepsi uluslararası ilişkileri

etkilemeye uzanan global düzeydeki süreçlerdir. (p:19)

Analiz düzeyleri uluslararası olaylar için çeşitli açıklamalar

sunar. Örneğin, çoğu muhtemel açıklama ABD 2003te

Irak’a savaş açmasına olmuştur. Bireysel düzeyde, savaş,

Saddam Hüseyinin kendisine karşı donanmış orduları

yenebileceğini düşündüğü riskli girişimine ya da Başkan

Bush’un kişisel olarak tehtid edici bulduğu bir lideri ortadan

kaldırma isteği olarak atfedilebilir. Domestik düzeyde,

savaş, Bush yönetimini ve Amerikalıları Saddam’ın 11 Eylül

sonraki dünyada ABDnin güvenliğine tehtit olduğuna

inandıran yeni-muhafazekar ihtilafa atfedilebilir. Devletler

arası düzeyde, savaş ABD gücünün baskınlığına

dayandırılabilir. Ve son olarak global düzeyde, savaş global

terörizm korkusuna ve hatta Batı ile İslam arasındaki

çatışmaya dayandırılabilir. (p:19, par: 2

Page 6: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

6

ÜNİTE 2: REALİST TEORİLER

Realizm (Realisim): Realizim ya da diğer adıyla politik

realizm, uluslararası ilişkileri güç açısından açıklayan

düşünce ekolüdür. Diğer ülkeler üzerinde gücün bir ülke

tarafından denenmesi ya da ileri kullanılması, bazen

realpolitik (ing: realpoilitik) veya sadece güç politikası (ing:

power politics) olarak adlandırılır. (p:43, par:2)

Hoca altını çizmişti: Realistler, devletin doğasını, state of

nature’ın anarşiden ve savaştan meydana geldiğini

düşünürler.

Modern realist teori, realistlerin idealizm dediği liberal

geleneğe bir tepki olarak geliştirilmiştir (elbetteki

idealistlerin kendileri, yaklaşımlarını realistik olmadığını

düşünmezler). İdealizm, uluslararası olayların başat etkileri

olarak, uluslararası örgütleri, ahlakı, ve uluslararası

hukukun altını çizer. Gidip de sadece realistler gibi gücün

herşey olduğunu söylemez. İdealistler, insan doğasının

temelde “iyi” olduğunu düşünür. Onlar uluslararası sistemi,

karşılıklı problemlerin üstesinden gelebilecek ve

ortak/beraber hareket edebilecek potansiyele sahip

ülkelerin oluşturduğu bir toplum olarak görürler. İdealistler

için, Uluslararası ilişkiler (IR)in prensipleri ahlaktan

gelmelidir. İdealistler özellikle I. Dünya savaşının acı

deneyimlerini takip eden iki savaş arası dönemde (I. Dünya

savaşı ve II. Dünya savaşları arası) etkin/aktiftiler. ABD

Başkanı Woodrow Wilson ve diğer idealistler, ulusların

topluluğu için biçimsel bir yapı olarak Cemiyetler Birliği (the

League of Nations)’ne umutlarını koymuşlardı. (p: 43).

Gelin biraz zekilik yapalım, hiç birşey bilmeden de çekirdek

çıtlatalım: Ne demek ideal? Ülkü, yani amaç edinilen –

ulaşılmak istenen şey. Yani ortada ole bişe yok da oluverse

keşke gibi bir durum söz konusu. Birinci dünya savaşı

bitmiş, millet aç, devletler yorgun para desen gitmiş

arkadaş, savaş bitmiş güya barış var, aç karın napsın barışı;

kadınlar özler savaşta ölmüş erkeklerini... Yani idealini

kurdugumuz şey barış dolu, her devletin eşit olduğu,

savaşların olmadıgı bir dünya. Mümkün mü? Zaman

gösterecek, derken 1945, pıt pıt; ne mi oldu, iki atom

bombası düştü. İşte bu yüzden realistler bu idealistlere

sövdü: Bu ümitler, yapının 1930lardaki Japon, İtalyan ve

Alman saldırıları karşısında aciz kalması durumunda altüst

oldu. II. Dünya Savaşından beri, realistler, “dünyanın

gerçekte nasıl olduğuna” bakmak yerine “dünyanın nasıl

olması gerektiği” için çok fazla arayışı giren idealistleri

sorumlu tutmuşlar/suçlamışlardır. (p:43, par: 4).

Realistler kendilerinin çok uzun bir geleneğe sahip

olduğunu söylerler. Çinli strateji uzmanı Sun Tzu, ki o 2000

yıl önce yaşamıştır, ilk kez, savaşın sistematik bir güç

enstrumanı haline geldiği bir dönemde(savaşan devletler –

warring states) devlet yöneticilerine nasıl hayatta

kalabileceklerine dair öğütler vermiştir. Sun Tzu, tehlikeli

ve ordulu komşularla yüzleşilen gün, ahlaki değerlerle

düşünmenin devlet yöneticileri için çok da yararlı

olmadığını ileri sürmüştür. O, yöneticilere nasıl kendi

varlıklarını devam ettirebileceklerini ve kendi çıkarlarını

geliştirmek için gücü nasıl kullanacaklarını göstermiştir.

İngiliz düşünce adamı/filozof Thomas Hobbes, on yedinci

yüzyılda, hükümetlerin yokluğunda ve insanların kendi

çıkarlarının peşinden koşturduğu bir dönemde ortaya çıkan

free-for-all (herşey-için-özgürlük olarak düşündüğüm ama

sözlükte ağız dalaşı-tartışma diye geçen) kavramını

tartışmıştır. O buna “tabiat hali (state of nature)” ya da

“savaş hali (state of war)” demiştir; keza biz buna bugün,

hukukun üstünlüğü/yönetimi (rule of law)’nin zıt anlamını

olan “orman kanunu (law of the jungle)” olarak

adlandırıyoruz. Hobbes, bu durumu ehlileştirmek için güçlü

bir anarşizmi savundu (ki o bunu Leviathan olarak

etiketlemiştir) –ortak mal sorununu (collective good

problem) çözmek için özellikle egemenlik yaklaşımını

(dominance approach)desteklemiştir. Realistler, bu tarihi

figürlerde güç politikasının kültürler arası ve

ebedi/değişmeyen olduğunun kanıtlarını görür. (p:44).

2002’de, Amerika Irak’ı işgal etmeden evvel, 33 IR

hocasınında arasında belirgin biçimde yer alan önde gelen

realistler New York Times’a, “Irak ile savaş Amerika’nın

ulusal çıkarında değildir (war with Iraq is not in America’s

national interest)” uyarısında bulunan bir reklam verdiler.

Burdan hareketle, realistler her daim askeri güç kullanmayı

desteklemez ya da istemezler, zaman zaman öyle

yapmanın gerektiğini ileri sürseler de. (p:44, par:6).

Page 7: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

7

Realistler için, ideolojiler çok da önemli değildir, aynı

şekilde devletlerin kendi hareketlerini ayarlayan/haklı

gösteren diğer kültürel faktörler de ve dinler de. (p:44).

ÖZETLE:

Realizm: Realizme göre tüm devletlerin ortak özelliği hepsinin idealler veya etik değerler yerine çoğunlukla ekonomik ve askeri güç peşinde olmasıdır. Realizm, temelde devletlerin birbiriyle işbirliği yapmaya yanaşmayacağını, işbirliği halinde dahi öncelikli olarak kendi çıkarlarını gözeteceğini belirtir.Bu bağlamda realist teoriler güç dengesi,çıkar optimizasyonu gibi konularla yakından ilişkilidir. Bu teoriye göre devletler arasındaki işbirlikleri kısa süreli ve rastlantısaldır. II. Dünya Savaşı ile yükselişe geçen realizmin kurucuları Thucydides, Morgenthau, Machiavelli ve Thomas Hobbes olarak kabul edilir.

Liberalizm/İdealizm: Liberalizm, tartışmalı da olsa, Uluslararası İlişkilerin ilk teorisidir. I. Dünya Savaşı sonrasında, devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde savaşı engelleyememeleri ve kontrol edememelerine bir tepki olarak yükselişe geçmiştir. Liberalizme göre devletler sadece siyasi değil, ekonomik ilişkilerle de birbirlerine bağlıdır. Bu teoriye göre devletler karşılıklı olarak işbirliğinden faydalanırlar ve savaş yıkıcılığından ötürü tamamen faydasızdır. Woodrow Wilson teorinin ilk destekçilerindendir. Neorealizm: Neorealizmin kurucusu kuşkusuz olarak Kenneth Waltz'di r. Neorealizm, Klasik ve Neoklasik realizmin bazı noktalarını kabul eder - örnek olarak egemen devletlerin uluslararası anarşi içinde varolduklarını ve işlediklerini - fakat asıl ayrılma noktası insan doğası ve devlet yönetiminin ahlaki boyutunu reddederek daha bilimsel bir açıklama getirmeye çalışmasında yatmaktadır.

Devletlerin dışişlerinde uyguladıkları yıkıcı ve çıkarcı tavrın sebebinin uluslararası anarşi olduğunu ve devletin iç politikalarıyla uluslararası arenadaki tavrının açıklanamayacağını, çünkü devletlerin diğer devletlerle ilişkilerini göreceli kazanç ve güç odaklarına karşı denge sağlama amacıyla sürdürdüğünü belirtir. Neoliberalizm: Neoliberalizm, neorealist bir öneri olan uluslararası ilişkilerde anahtar oyuncuların devletler olduğunu kabul ederek liberalizmi güncelleştirmeyi amaçlar fakat Uluslararası Örgütlerin ve devlet dışı aktörlerin önemini de vurgular. Teori, neoliberal ekonomik teoriden etkilenmiştir. Soğuk Savaş süresince artan devletlerarası bağımlılık teorinin şekillenmesinde etkili olmuş ve bu yüzden liberal kurumsalcılık olarak da adlandırılmıştır. Teorinin öncüleri Robert O. Keohane ve Joseph S. Nye olarak kabul edilir. [[Hakimiyet veya diğer anlamlarıyla üstünlük, tahakküm,

egemenlik (Dominance): Merkezi bir hükümetin olmadığı

ve egemen devletlerin var olduğu bir dünyada, devletler

kendi çıkarlarına nasıl ulaşabilir ve gerçekte yaşamda kalma

mücadelelerinde nasıl başarılı olabilir? Geleneksel olarak,

hakimiyet yaklaşımı temel alan realizm teorisi, her devletin

diğer devletlerin davranışlarını etkilemek adına, kendi

gücüne ve daha az bir güvenle de kendi ittifaklarına

güvenmesi gerektiğini ileri sürer. Gücün formları değişir;

nitekim tehtid ve askeri güç kullanımı geleneksel olarak,

realistlerin hakimiyet prensibini uygulamasında üst

sıralarda yer alır.

Uluslararası sistemin doğası güç üzerinde bu önemi

yansıtır. Bir kaç “süper güç – great powers” ve onların

askeri müttefikleri dünya düzenini belirler. İki süper güç ve

onların ittifakları, Soğuk savaş döneminin sistemini

tanımladı ve bir tek-süper güç dünya düzeni (a lone-

superpower world order), halihazırda değişerek, Soğuk

Savaş sonrası dönemi şekillendirmektedir. (p:43)

Güç (Power): Güç, genellikle bir aktöre onun aksi halde

yapmacağı şeyi yaptırtabilme (yahut yapacağı şeyi

yaptırtmama) yetisidir. Bu fikirdeki farklılık, bir aktör

diğerlerini, diğerlerinin kendisini etkilediğinden daha çok

etkilediği ölçüde güçlüdür. Bu tanımlar gücü etki olarak

gösterir. Eğer aktörler kendi istediklerini çok elde ediyorsa,

onlar güçlüdür. (p:45, Defining power/first paragraph)

Konu Realizm İdealizm

İnsan doğası Bencil fedakâr

En önemli aktörler

Devletler Devletler ve bireyleri de içeren diğerleri

Devletin davranışının sebebi:

Kendi çıkarının rasyonel takibi

Karar yapıcıların psikolojik güdüleri

Uluslararası sistemin doğası:

Anaşizm (anarchy)

Topluluk (community)

Page 8: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

8

Güç kendisini etkilemez, ancak diğerlerini etkilemek için

potensiyele ve yetiye sahiptir. Bir çok IR hocası, böylesi bir

potansiyelin askeri güç, gelir seviyesi, ve fiziksel büyüklük

gibi faktörleri içeren ülkelerin sahip oldukları somut ya da

soyut belirli karakteristik özelliklere dayandığına inanır. Bu,

kabilet (capability) olarak güçtür. Kabiliyetleri ölçmek

etkileri ölçmekten daha kolaydır. (p:45, par:5). Bir ülkenin

diğer bir ülkeyi nasıl etkilediğini açıklamak için kabiliyetleri

ölçmek nitekim kolay değildir. Bu çok çeşitli olanları hesaba

katmakla mümkün olur. (...) Bir devletin gücünün tek

başına en iyi göstergesi, onun toplam GSMH (ing: total

GDP)’si olabilir, ki toplam GSMH varlığı, teknolojik seviyeyi,

ve diğer tüm büyüklükleri kombine eder. Her ne kadar

GSMH yararlı bir gösterge olsa da tek başına yeterli değildir

Güç ayrıca maddi olmayan elementlere de dayanır.

Kabiliyetler, politik liderlerin sözkonusu kabiliyetleri

stratejik bir şekilde ve etkin bir biçimde uygulama ve

harekete geçirme başarısı ile orantılı olarak devletlere diğer

devletlere etkileme potansiyeli sağlar. Bu, hükümete halk

desteğine, diplomatik becerilere ve ulusal ülkülere ve

diğerlerine bağlıdır. Bazı hocalar, psikolojik bir süreç

üzerinden kabiliyetliğin etkilerini maksimize etme yetisi

anlamına gelen fikirlerin gücünü (power of ideas) vurgular.

Bu süreç sahip olunan varlıkların (capabilities) yurt içi

mabilizasyonunu içerir (sık sık ulusalcılık, ideolojiler ve din

üzerinden). Eğer bir devletin kendi değerleri diğer devletler

arasında geniş bir biçimde paylaşılırsa, o devlet diğerlerini

kolaylıkla etkileyecektir. Buna yumuşak güç (soft power)

denir. Örneğin, Birleşik Devletler diğer devletlerin özgür

ticaret ve özgür pazar değerlerini kabul etmelerini

konusunda etkili olmuştur. (p:46, par: 2).

Yumuşak gücün de gösterdiği gibi, hakimiyet güç

kullanmanın tek yolu değildir. Mütekabiliyetin (karşılılık -

reciprocity) esas prensipleri ve kimlik (identity) de işe

yarayabilir. Örneğin, bir baba, süpermarkette ağlayan

küçük evladının çığlıklarını dindirmek için çocuğu tehtid

edebilir yahut bir sağ kroşe vurabilir (dominance :);

beybaba eğer susup da uslu durursa çocuğuna şeker

alabileceğini söyleyebilir (reciprocity); ya da “Büyük bir

adam gibi davran” veya “Babana yardımcı olmak istiyorsun

değil mi?” gibi söylemlere başvurabilir (identity). (p:46)

Güç bağlamtısal bir kavram olduğundan mütevelli, bir

devlet sadece diğer devletin gücüne bağlı olan bir güce

sahip olabilir. Bağıl güç (relative power), iki devletin

birbirine karşı uyguladığı gücün oranıdır. (p:47, par:1).

Gücün mantığı, savaşlarda güçlü olan devletin genelde

galip geleceği kanısını verir. Bu sebeple, iki düşmanın bağıl

güç düzeyinin tahminleri her bir savaşın sonularını

açıklamalıdır. Bu tahminler diğer faktörler arasında her bir

hükümete verilen halk desteğini ve ulusların sahip oldukları

askeri güçlerini göz önüne almalıdır. (...) Yeterince zengin

bir ekonomiye sahip bir ülke büyük ordular satın alabilir,

tüketim ürünleri sağlayarak halk desteği sağlayabilir ve

hatta böylece ittifaklar kurabilir. (p:47, par: 2) Örneğin,

Birleşik Devletler Irak’ı işgal ettiğinde dünyadaki en güçlü

devletti ve Irak on yıllık yaptırımlar ve maliyetli iki savaş

yüzünden zayıf düşmüştü. Güç farkı çarpıcıydı. GSMH

ölçeğinde, ABD Irak’ın yüz katı; nüfusta, Irak’ın on katıydı.

Devletin gücü, bir çok unsurun karışımıdır. Bir aktörün uzun

dönemde çizebileceği elementler toplam GSMH, nüfus,

sınırsal alan, coğrafya ve doğal kaynaklardır. Bu belirliyici

özellikler çok yavaş değişir. Daha az somut uzun-dönem

güç kaynakları politik kültür, vatanseverlik, nüfusun eğitimi

ve teknolojik ve bilimsel tabanın gücüdür. (p:4, par:5)

Diğer kabiliyetler, aktörlere kısa dönemde etki sağlamayı

mümkün kılar. Askeri güç böylesi kabiliyetlerdendir – belki

de en önemli çeşidi. İki ülkenin askeri güçlerinin savaşa

hazırlılık durumlarının, düzeni ve büyüklüğü, kısa dönem

askeri yüzleşmede onların şahsi ekonomi ve doğal

kaynaklarından daha önemlidir. Bir diğer kabiliyet, hızlıca

silah üretimi yapabilen askeri tabanlı endüstridir. Bir

devletin bürokrasisinin kalitesi de sahip olunan varlıklardan

bir değeridir ki ülkelere bilgi sağlama, uluslararası ticareti

düzenleme ve uluslararası konferanslara katılma imkanı

tanır. Daha az somut elementler olarak, destek ve

meşruiyet aktörlere etki kazanımı sağlar. Böylelikle bir

ulusun askeri ve politikacıları liderlerine bağlılık sağlamış

olur. (p:48, par:2).

Gücün bir elementi bir diğerine dönüştürülebildiği ölçüde

tazmini mümkündür (fungible). Genellikle, para en çok

Page 9: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

9

dönüştürülebilen varlıktır çünkü para diğer varlıkları satın

alabilir. (p:48, par: 3)

Realistler askeri gücü, kısa dönemde ulusal gücün en

önemli elementi olarak ve ekonomik güç, diplomatik beceri

ya da ahlaki meşruiyet gibi diğer elementleri de askeri güce

tazmini mümkün olduğu ölçüde önemli görme

eğilimindedirler. (p:48, par:4)

Ahlak, güç kullanmak için niyeti yükselterek ve müttefikleri

cezbederek güce katkıda bulunabilir. Devletler, özünde

agresif olan davranışlarına barışçıl ve savunma kasıtlarını

retorik bir anlatımla kılıflar giydirdiler. Örneğin, 1989

Birleşik Devletlerin Panama İstilası “Adil Neden

Operasyonu – Operation Just Cause” olarak

adlandırılmıştır. (p:48, par:5)

Coğrafyanın gücün bir elementi olarak kullanımı jeopolitik

– geopolitics olarak adlandırılır. Devletler askeri güçlerini

geliştirmek için coğrafyayı kullanmaları ölçüsünde güçlerini

artırır: ittifaklarını güvenceye alır, karşı güçlere yakın

yerlerde ya da stratejik ticaret rotaları boyunca üsler kurar,

yahut mühim doğal kaynakları kontrol eder. (p:49, par:2)

Anarşizm ve Egemenlik (Anarchy and Sovereignty):

Realistler uluslararası sistemin anarşizm halinde var

olduğuna inanırlar. Anarşizm, kuralları dayatan bir merkezi

hükümetin yokluğundan ziyade tamamlamamış kaos ve

yapının ve kuralların yokluğu anlamına gelir. Devletlerin

bünyesindeki toplumlarda, hükümetler sözleşmeleri

uygulayabilir, vatandaşların kuralları çiğnemekten

alıkoyabilir, bir hukuk düzenini sağlamak için hukuken

tasdik edilmiş şiddet üzerindeki tekelini kullanbilir. Hem

demokrasiler hem de dikdatör yönetimler bir kurallar

sisteminin uygulaması için merkezi hükümetleri sağlar.

Realistler, kuralları uygulayan ve yürütmenin normlarına

uymayı sağlayan böylesi bir merkezi otoritenin var

olmadığını ileri sürerler. Bir devletin gücüne sadece diğer

ülkelerin gücü ile karşı konulabilir. Bu yüzden devletler

kendi kendine yetebilme (slef-help) kabiliyetlerine

güvenmelidir, keza onlar müttefikler ile yahut

(bazen)uluslararası normların zorlama gücüyle artar. (p:50)

Egemenlik (sovereignty) – geleneksel olarak en mühim

norm- prensipte bir hükümetin kendi sınırları içerisinde

istediğini yapabilme hakkına sahip olması anlamına gelir.

Devletler birbirinden ayrıdır ve otonomdurlar ve daha

yüksek bir atoriteyi tanımazlar. Prensipte, tüm devletler,

güçte değilse bile statüde eşittir. Egemenlik ayrıca

devletlerin diğer devletlerin içişlerine karışmaması

anlamına da gelir. Devletler birbirlerini ticaret, ittifak, savaş

vb konularda etkilemeye çalışsa da diğer devletlerin karar

verme süreçlerine ve iç politikalarına karışmamalıdır.

Realistler uluslararası ilişkilerin kurallarının, devletlerin

kendi güvenliklerini güvence altına almak için yaptıklarının

diğer devletlerin güvenliğini tehtid eden bir güvenlik

ikilemi (security dilemma) yarattığını kabul ederler.

Örneğin bir devletin kendi güvenliği sağlamak adına daha

fazla askeri güce yatırım yapması diğer devletlerin

güvenliğini tehtid eder. Bu ikilem, en nihayetinde güvenlik

sağlamayan karşılıklı silahlanma tehtidleri için devletlerin

çok miktarda para harcadıkları silahlanma yarışının temel

sebebidir. (p:52, par:3).

Güvenlik ikilemi uluslararası sistemideki anarşizmin

olumsuz bir sonucudur. Eğer bir dünya hükümeti eksiksiz

bir biçimde kendilerini silahlandıran mütecavizleri

(saldırganları) saptayabilse ve cezalandırabilseydi, devletler

bu olasılığa karşı savunmaya gerek duymayacaktı. Ancak

kendi kendine yetebilme sistemi (the self-help system)

devletlerin en kötüsüne hazır olmalarını gerekli kılar.

Liberaller bu ikilemin kurumların gelişimiyle

çözülebileceğini düşünmesine karşın realistler bu ikilemi

çözülemez olarak görme eğilimindedir. (p:52, par:4)

Güç Dengesi (Balance of Power): Uluslararası sistemin

anarşist ortamında, bir devletin gücündeki en sağlam fren

diğer devletlerinin gücüdür. Güç dengesi terimi, “bir veya

daha fazla devletin gücünün, diğer bir ya da birkaç devletin

sahip olduğu gücü dengelemek amaçlı kullanmısı”

anlamına gelir. Güç dengesi, devletler yahut ittifaklar

arasındaki güç becelerinin herhangi bir oranına işaret

edebileceği gibi sadece nispeten eşit bir oran anlamına da

gelebilir. Alternatif olarak, güç dengesi, karşı-dengeleme

(counterbalancing) koalisyonlarının bir devletin bir

bölgenin tamamını fethetmesini önlemek amacıyla tarihte

defelarca şekillendirdiği süreç anlamına da gelebilir. (p:52)

Page 10: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

10

ABD

ÇİN

JAPONYA

ALMANYA FRANSA İNGİLTERE

RUSYA

diğerleri

GDP

ABD

ÇİN JAPONYA ALMANYA

FRANSA

İNGİLTERE

RUSYA

diğerleri

askeri harcama

Güç dengesi teorisi böylesi karşı dengelemelerin düzenli

olarak meydana geldiğini ve uluslararası sistemin istikrarını

sağladığını ileri sürer. (p:52, par:7)

*Ne demek istedik yukarıdaki iki paragrafla: Şimdi düşünün

iki tane sümüklü çocuk var: Baha ile Özgür. Bunlar oyun

oynarken Baha Özgürü kıskankıdıgından Özgürün

oyuncaklarını alıyor. Özgür de, pis cüce ver lan

oyuncaklarımı diyip Bahanın kazayaklarına uçan tekme

atıyor. Daha Baha Özgürün oyuncağına elini sürebilir mi?

Hele bir sürsün! Ama diyelimki, bir şekilde, hani mümkün

değilde, hadi bi şekilde Bahayla Özgür kavga tutuşuyorla

bakıyorlarki ne Baha Özgürü dövebiliyor, ne de Özgür

Bahayı. Neticede kumda yuvarlan yuvarlan sonuc yok, yani

güçleri eşit: daha bu iki sümüklü niye kavga etsin. İşte,

yukarıda da saydığımız güç dengeleri birbirine çok yakın ya

da az çok benzer devletler yahut devlet blokları birbiriyle

savaşmaz ya da güç yarışı içine girmez; niye, biliyorlarki

nihayetinde kazanan olmayacak. Aksine her iki grubun da

gücü nispeten eşit oldugundan birbirlerine sadece zarar

verecekler, birbirlerine üstünlük sağlayamayacaklar. Ne

oldu, eşit güçleri aralarında bir denge yarattı!

İttifaklar güç dengesinde anahtar rol oynar. Birinin sahip

olduklarını rakibine karşı inşa etmesi güç dengesinin bir

şeklidir, ancak bir ittifakı tehtid eden bir ülkeye karşı

şekillendirmek daha etkili, daha ucuz ve daha hızlıdır.

Soğuk savaş zamanında, ABD, Sovyet Rusyanın bölgesel

genişlemesini önlemek adına Rusyayı askeri ve politik

ittifaklar ile çembere almıştır (Hoca yanlış hatırlamıyorsum,

Rusyayı çembere alma konusunda greenbelt ten

bahsetmişti: abd doğu avrupadan avrasyaya rusyayı

çembere alıyordu, aklınızda bulunsun, bilmem hatırladınız

mı!). Bazen belirli bir ülke dönemin en güçlü ittifakı ya da

devletine karşı desteğini değiştirerek kasten/inadına bir

dengeleyici olabilir (bölgesinde yahut dünyada). İngiltere

bu rolü Avrupa’da yüzyıllarca oynadı, tıpkı Çin’in Soğuk

savaş zamanında oynadığı gibi. (p:53, par:1)

Nitekim devletler her zaman en güçlü aktöre karşı

dengeleme politikaları yürütmezler. Bazen daha küçük

devletler, en güçlü devletin vagonuna atlar (jump on the

bandwagon); ki bu dengelemeye karşıt olarak

bandwagoning (zayıf devletlerin güçlü olanların tarafına

katılması) olarak adlandırılır. Örneğin, II. Dünya savaşından

sonra, geniş bir koalisyon ABD yi içermek için cephe

almadı; aksine çoğu büyük devlet ABD blokuna katıldı.

Ayrıca, küçük devletler, düşman süper güçler birbirine

girmişken güç dengeleme hususunda varyasyonlar

yaratırlar. Örneğin, Soğuk savaş döneminde Küba, kendisini

ABD-Sovyet Rusya rekabetinin ortasına koyarak Sovyet

Rusyasasından epey fazla yardımlar aldı. (p:53, par: 2)

Kesin bölen çizgiler olmamasına rağmen, büyük güçler

(great powers) olarak bir yarım düzine veya civarında en

güçlü devletler olarak düşünülür. Geçen yüzyıla kadar

büyük güçler külübü özellikle Avrupalıydı. Genel olarak,

büyük güçler sık sık, sadece bir başka büyük gücün askeri

gücüyle yenilebilecek olan devletler olarak tanımlanır.

Büyük güçler, kendi öz bölgelerinden uzaktaki ulusal

çıkarlarının dayandığı bir global bakış açısı paylaşmaya

eğilimlidir. (p:54, par:2)

Büyük güçler genellikle dünyanın en güçlü askeri gücüne

sahiptirler – ve de bu askeri gücün ihtiyacını

karşılayabilecek en güçlü ekonomiye- ve diğer güç

ehliyetlerini (power capabilities)elinde bulundurur. Bu

geniş ekonomiler de dolayısıyla eğitimli işçi gücü, gelişmiş

teknoloji, zengin doğal kaynalar, ve geniş nüfuslardan

oluşan bir kombinasyona dayanır.

Page 11: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

11

state 5

state 4

state 2 state 2

state 1

Tanımlar değişmesine rağmen, yedi devlet kriterleri

karşılıyor görünüyor: ABD, Çin, Rusya, Japonya, Almanya,

Fransa ve İngiltere. Hepsi birlikte dünyanın toplam GSMH

nin yarındasından fazlasına; üçte iki askeri harcamasına

sahiptir. (p:55, par:1)

Orta güçler (middle powers): Dünya üzerindeki etkileri

açısından büyük güçlerden bir nebze daha aşağıda yer alır.

Bazıları geniştir fakat yüksek oranda saniyileşmemiştir;

diğerleri özel becerilere / varlıklara /capabilities sahiptir

lakin küçüktürler (coğrafik açıdan). Birkaçı bölgesel

hakimiyeti sağlamayı arzular ve çoğu bölgelerinde dikkate

değer etkilere sahiptir (p: 55-56, par:3). Herkesin üzerinde

mutabık olmadığı orta güçler listesi, kuzeyin orta

büyüklükteki Kanada, İtalya, İspanya, Hollanda, Polonya,

Ukrayna, Güney Kore, ve Avusturalya gibi ülkeleri içerir.

Ayrıca güneyin Endenozya, Arjantin, Meksika, Nijerya,

Güney Afrika, İsrail, Türkiye, İran ve Pakistan gibi büyük ve

etkili devletlerini de içerir.

Neorealism: Bazen yapısal realizm (structural realism)

olarak da adlandırılan neorealizm, realizmin 1990lardaki

adaptasyonudur. Neorealizm, uluslararası olayların

örneklerini, münferit devletlerin iç özyapısı açısından farklı

olarak sistemin yapısı açısından açıklar. Geleneksel

realizmle karşılaştırıldığında, neorealizm olaylarını

açıklamak için genel hukuku ileri sürme konusunda daha

“bilimsel”dir, ancak neorealism çoğu kompleks elementi

(coğrafya, irade gücü, diplomasi, vb)göz önüne alan

geleneksel realizmin bazı zenginliklerini kaybetmiştir. Son

dönemde, neoklasik realistler (neoclassical reaslists) bu

kaybedilen yönleri yeniden düzenleme arayışındadırlar.

Güç göstergesinin kutupsallık (polarity) göstermesi

sistemdeki bağımsız güç merkezlerinin sayısını vurgular. Bu

terim hem çeşitli katılımcıların belli başlı güçlerini hem de

onların ittifak gruplaşmalarını kapsar.

Bir çok kutuplu sistem (multipolar system): Tipik olarak

ittifak grupları oluşturmamış beş yahut altı güç merkezine

sahiptir. Her bir devlet bağımsız olarak yerini alır ve

diğeriyle nispeten eşittir. Klasik çok kutuplu güç

dengesinde, büyük güç sisteminin kendisi sabittir fakat güç

ilişkilerini ayarlamak için sık sık savaş olur. (p:56, par:6)

Üç kutuplu sitemler (tripolar systems) adından da

anlaşılacağı üzere üç güç merkezinden oluşur, bire karşı iki

(two-against-one) ittifakına eğilim dolayısıyla epeyce

nadirdir. Üç kutupluluk, 1960lar ve 1970ler zamanında

ABD, Rusya ve Çin arasındaki stratejik üçgeni (strategic

triangle) şekillendirmiştir.

İki kutuplu sistem (bipolar system) ağır basan iki devlete

yahut iki büyük ittifak blokuna sahiptir. IR hocaları iki

kutuplu sistemlerin nispeten barışçıl ya da savaş yanlısı

olduğunu kabul etmezler. ABD-Rus yenişememesi büyük

güçlere istikrar ve barış sağlamış gibi görünebilir lakin I.

Dünya Savaşından evvel Avrupadaki rakip bloklar

sağlamamıştı. Aşırı bir noktada, tek kutuplu (unipolar

system)bir sistemde diğerlerinin hepsinin kendi güçlerini

devrettiği tek bir güç merkezi vardır. Buna hegemonya

(hegemony) denir. (p: 56, par: 7)

Hemegomanya bir devletin, kendisine uluslararası politik

ve ekonomik ilişkiler yürütülürken yapılan kural ve

düzenlemelere tek başına hakim olmasını sağlayan

uluslararası sistemdeki güç üstünlüğünü elinde tutmasıdır.

Böylesi bir devlet hegemon olarak adlandırılır. İki örneği

var: 19. Yüzyılda İngiltere ve II. Dünya savaşı sonrası ABD.

hegemon

state 2

state3

state 4

state 1

Page 12: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

12

Devlet idaresi (statecraft): Klasik realistler, egemen

devletler arasında güç politikalarının dünyasında manevra

çeşitli şekillerde etkili manevralar yapma ve devlet işlerini

yönetme sanatı anlamına gelen devlet idaresinin altını

çizerler. (p:71, par:3)

Oyun teorisi (game theory): pazarlık sonuçlarını

öngörmekle ilgilenen matematiğin bir dalıdır. Bir oyun, iki

veya daha fazla oyuncunu alternatif hareketler arasından

bir kez ya da tekrar eden şekilde seçim yapabildiği bir

kurgudur. Hareketlerin her bir kombinasyonu her oyuncuya

bir netice doğurur. Bu neticeler (payoff) para gibi somut

şeyler olabileceği gibi değer gibi soyut bir şey de olabilir.

Oyun teorisi, oyuncuların tercihlerinden ve onlara açık olası

hareketlerden yola çıkarak muhtemel sonuçları ortaya

çıkarmayı/anlamayı amaçlar. (p:75, par:3)

Oyun teorisi, ABD-Rusya nükleer savaş ihtimallerini

anlamaya çalışan hocalarca, geniş bir biçimde uluslararası

ilişkilerde 1950 ve 1960larda ilk kullanıldı. (p:75, par: 4)

Durumların farklı çeşitleri oyunların farklı sınıflarınca temsil

edilir, kazançların (payoff) durumu ve oyuncuların sayısı

tanımlandığı ölçüde. Bir temel ayrım, bir oyuncunun

kazancının diğer oyuncunun kaybına eşit olduğu sıfır

toplamlı oyunlar (zero-sum games) ve her iki oyuncunun

da kazanması yahut kaybetmesinin mümkün olduğu sıfır-

toplamlı olmayan (non-zero-sum games) arasındadır. Bir

sıfır-toplamlı oyunda, oyuncular arasında iletişim ya da

ortaklaşa hareket etme noktası yoktur çünkü oyuncuların

çıkarları/ilgileri tamamen birbirini zıttır. Ancak sıfır-toplamlı

olmayan oyunda, her ne kadar her bir oyuncu halihazırda

toplam kazançların daha büyük bir payını almak için

manevralarda bulunsu da hareketlerin koordinasyonu

oyunculara gidecek toplam kazancı maksimize edebilir.

Mahkumun ikilimi (the prisoner’s dilemma) olarak

adlandırılan oyun, uluslararası ilişkilerde yaygın olan ortak

mal sorununu çeşidini yakalar. Bu durumda, rasyonel

oyuncular, tüm oyuncuların bir diğer hareket kümesi

altında daha yoksul olacağı bir sonucu doğuran hareketleri

seçerler. Hepsi daha iyisini yapabilirdi, ancak bireysel

rasyonel oyuncular olarak onlara bu sonuca ulaşmak için

yetiye sahip değildirler. (p:75-76, par:6)

Orijinal hikaye, bir savcı tarafından ayrı ayrı sogulanan iki

mahkumdan bahseder. Savcı onların bir banka soygunu

gerçekleştirdiğini biliyor ancak mahkumlarda biri itiraf

etmedikçe savcı sadece her ikisini de ancak illegal yollardan

silah bulundurmaktan mahkum etmek için yeterli delile

sahip. Savcı her bir mahkuma, “eğer sen itiraf eder ve

arkadaşın etmezse, sen serbest kalacaksın” diyor. Eğer

arkadaşın itiraf eder ve sen itiraf etmezsen, sen banka

soymaktan uzun hapis cezası alacaksın (arkadaşın serbest

kalırken). Eğer her ikisi de itiraf ederse, her ikiside nispeten

daha az ceza alacaklar. Eğer her ikisi de itiraf etmezse, silah

kullanmaktan suçlu bulunacaklar ve kısa dönem ceza

çekecekler. Hikaye her iki mahkumun da bir diğerinden

intikam almayacağını varsayıyor, sadece doğrudan sonuçlar

önemli ve mahkumlardan her biri sadece kendisini

önemsiyor. (p:76, par:2)

Bu oyunun tek bir çözümü var: her iki mahkum da itiraf

edecek. Herbiri şu şekilde akıl yürütecek: “Eğer arkadaşım

itiraf edecekse, o zaman ben de itiraf etmeliyim çünkü bu

yolla ben kısmen daha az ceza alacağım. Eğer arkadaşım

itiraf etmeyecekse, o vakit ben yine itiraf etmeliyim çünkü

bu yolla kısa dönem ceza çekmek yerine özgür kalacağım.”

Diğer mahkum aynı akıl yürütmeyi takip eder. İkilem,

onların bireysel rasyonel şeçenekleri takip ederek, her

ikisinin de uzun süreli cezaya çaptırılmalıdır – herikisi de

çenesini kapatıp da daha az cezaya çaptırılımaları

mümkünken.

Ünite 3: Liberal Teoriler

Realizm realist/gerçekçi mi? Realizmin

öngörülerinin aksine, uluslararası ilişkilerde çatışmalardan

çok daha fazla işbirliği olur ve sözkonusu işbirliği/ortak

hareket etmeler yıldan yıla, on yıldan on yıla

yükselmektedir. Irak ve Sudandaki insanlıktan uzak

çatışmalara rağmen, dünya genel olarak gittikçe daha

fazla barışçıl oldu. Uluslararası ilişkilerin liberal teorileri, ki

düşünür Kant’ın görüşlerini izler, bu durumu iki ana yolla

açıklar. İlk olarak, karşılıklılık prensibine dayanan devletler

karşılıklı kazançları elde edebilmek için uluslararası

kurumlar inşa etmeyi ve birlikte hareket etmeyi

öğrenirler. İkinci olarak, kimlik prensibine dayanan belirli

toplum ve hükemet tiplerinin çeşitleri toplumları savaşa

Page 13: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

13

gitmemeye yönlendirecektir. Özellikle, demokrasiler

birbirleriye ender olarak savaşırlar. (p:83, the big picture)

Realistlerin güç politikalarının hukukunu nispeten edebi

ve değişmez olarak görmesine karşın, liberal teorisyenler

uluslararası ilişkilerin kurallarının zamanla aşamalı olarak

yavaşça evrim geçirdiğini ve artarak barışçıl bir hal aldığını

savunur. Bu evrim öncelikle karşılıklı işbirliği ve uluslararası

örgütlerin aşamalı takviyesi ile ve ikincil olarak da

kamuoyunu düşüncesi ve normlardaki değişikliklerden

meydana gelir. (p:85, par:2)

Kant ve Barış: Uluslararası ilişkilerin liberal teorileri

işbirliğinin ve barışın nasıl mümkün olabiliceğini açıklamak

için uğraşır. 200 yıl önce Alman düşünür Kant buna üç

cevap verir: karşılıklılık prensibine dayanan ilki, ölzellikle

bugünün Birleşmiş Milletlerine benzeyen bir dünya

federasyonu teşkil ederek devletlerin işbirliğini mümkün

kılacak örgütler ve kurallar geliştirebilir olmasıdır. Daha

düşük bir analiz düzeyinde işleyen Kant’ın ikinci cevabı,

barışın hükümetlerin iç karakterlerine dayandığıdır. Kant,

kralı kontrol altında tutan bir yasama organına sahip

cumhuriyetlerin mutlakiyetlerden/otokrasilerden daha

barışçıl olacağını önesürmüştür. Ticaretin barışı

desteklediğini söyleyen Kant’ın üçüncü cevabı, ticaretin

global esenlik, işbirliği ve zenginliği yükselttiği farzına

dayanır. (p:85-86)

Neoliberal yaklaşım (neoliberal approach) önceki liberal

yaklaşımlardan bazı önemli varsayımları realizme

bıraktığından – ki bunların arasında devletlerin bir anarşizm

sistemi içinde kendi çıkarlarını rasyonel olarak kovalayan

tek aktör olduğu görüşü de vardır- farklıdır. Neoliberaller

realistlere “Eğer biz sizin devletlerin doğası ve onların

güdüleri hakkındaki varsayımlarını kabul edesek, sizin

olumsuz sonuçlarınız ortaya çıkmaz”. Devletler işbirliğine

açıkça sık sık ulaşır çünkü çıkarlarında öyle yapmak vardır

ve onlar başka bir devletin avantajı ele geçirme yahut

kandırma olasılığını düşürmek ve karşılıklı çıkarların

peşinden koşmayı kolaylaştırmak için kurumları kurmayı

öğrenebilir. (p:86, par:5)

Neoliberalistler, çatışan çıkarların varlığında işbirliğine

ulaşmak için etkili bir strateji olarak karşılıklılık prensibinin

işe yarabileceğini ileri sürer. Eğer bir taraf, diğer tarafın

ihtilaflı hareketlere ve işbirliğine karşılık vereceği sözünü

verir ve birlikte hareket etmek için gönüllülük gösterirse,

diğer taraf bir işbirliği teklifi hazırlamak için büyük bir

güdüye sahip olacaktır. (p:87, par:4)

Bir uluslararası rejim (international regime), belirli bir

sorun alanında (silahlanma kontrolu olsun, uluslararası

ticaret yahut Antartik araştırmaları/sondajlamaları olsun)

birleşen aktörlerin beklentileri içindeki prosüdürlerin,

normların ve kuralların bir kümesidir. Beklentilerin bir

noktada birleşmesi, uluslararası sistemdeki katılımcıların

onların karşılıklı katılımlarını hangi kuralların yöneteceğine

dair görüş birliği içinde olmaları anlamına gelir; her biri aynı

kurallarla oyun oynamayı bekler. (p:89, par: 3)

Kolektif Güvenlik ya da Karşılıklı güvenlik (Collective

Security): Liberal kurumsallaşmadan doğan kolektif

güvenlik kavramı, uluslararası sistemdeki en temel

aktörlerin başka herhangi bir aktör tarafından yapılacak

karşı hücumlara karşı geniş bir ittifakının oluşumunu ifade

eder. (p:90, par:5) Kolektif güvenliğin başarılı olması iki

noktaya bakar: Birincisi, üyeler gruba taahhütler

yüklemelidir (yani üyeler diğer üyelerin çabalarının

üzerinde binmemelidir). Güçlü bir devlet daha yazıf bir

tanesine karşı saldırıda bulunursa, diğer güçlü devletlerin

konu üzerinden savaşa gitmeleri sık sık onların doğrudan

çıkarlarında değildir. (p:91, par:3)

Koleftif güvenlik aşamasında belki de en iyi örnek NATO. O

halde çok iyi bir kitap olan Hasgüler ve Uludağ tarafından

kaleme alınan Devletlerarası ve Hükümetler Dışı

Uluslararası Örgütler adlı kitaptan NATO’ya bakalım. Bu

kitabı siyaset alanında uzmanlaşacaklara kesinlikle tavsiye

ederim: NATO: Kuzey Atlantik İttifakı’nın (NATO)

kuruluşuna ilişkin andlaşma 12 ülkenin katılımıyla 4 Nisan

1949’da Washington’da imzalandı ve 24 Ağustos 1949

yılında da yürürlüğe girdi. Türkiye Yunanistanla birlikte

andlaşmayı 1951de Londra’da imzaladı ve 52de onayladı.

[Gerek NATO üyeliğinde kalma, gerekse AB’ye girme

konusunda en çok ileri sürülen lehte görüşlerden birisi hayli

gariptir. Buna göre Yunanistan’ın içinde olduğu ama

Türkiye’nin yer almadığı bir ittifak Türkiye için zararlıdır. Bu

yüzden NATO da hep olunması gerektiği savunulmaktadır.

s:8] NATO’nun beşinci maddesinde ne diyor: “The Parties

Page 14: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

14

agree that an armed attack against one or more of them in

Europe or North America shall be considered an attack

against them all and consequently they agree that, if such an

armed attack occurs, each of them, (…)” Yani diyorki,

herhangi bir üye devlete yapılmış saldırı tüm üye devletlere

yapılmış sayılır ve ortak saldırı planı (gerekli görülürse)

kararlaştırılır. Madem girdik NATO’ya şunu da söyleyeyim:

Bakmayın NATO’nun bu beybabalığına; aslında en büyük

sorun kendi içinde: ya iki NATO devleti birbirine saldırırsa

ne olacak? Olmuş mudur ki hiç diye düşünmeyin, oldu tabi,

burnunun dibinde: Türkiye ve Yunanistan hem Kıbrıs işgali

hem de kardak kayalıkları krizinde NATO’yu içten içe

kaynattı. Durmuyor şu Türkler!

Kolektif güvenlik için diğer gereklilik, yeterli miktarda

üyenin saldırıyı oluşturan sebebin üzerinde mutabık

kalmasıdır. Birleşmiş milletler ölye yapılandırıldı ki saldırı

beş daimi üye tarafından tanımlanmalı ve ayrıca diğer on

üyeden en az dördü bunda mutabık kalmalıdır. Nitekim, bu

kolektif güvenlik sistemi büyük bir güç tarafından yapılan

saldırının varlığında işe yaramamaktadır (veto hakkından

dolayı – öte yandan uluslararası hukuk dersinin yakın

takipçileri bilirki güvenlik konseyinin vetolardan dolayı

sıkışması ve karar üretememesi halinde görüşmeler, tabii bi

sürü prosedür, genel kurula geçer) (p:91, par:4)

Demokratik Barış (The Democratic Peace): Kant kalıcı bir

barışın devletlerin kralı yasama organıyla denetim/kontrol

altına alacak cumhuriyetlerin kurulmasıyla mümkün

olacağına inanıyordu (p:92, par: 2). Azçok benzer şekilde, IR

hocaları demokrasiyi otokrasiden temel olarak farklı bir dış

politika ile bağdaştırırlar (p:92,par:3)Demokrasilerle ilgili

doğru olan şey, otoriter devletlere karşı savaşlarsa da,

demokrasilerin neredeyse hiç birbiriyle savaşmadığıdır. Hiç

bir temel tarihi olay yoktur ki bu genelleme ile çatışsın; ki

biz buna demokratik barış diyoruz. (p:92, par:4)

Bürokrasiler (Bureaucracies): Uluslararası alanda

devletlerin hareketlerini etkileyen bir çok devletaltı

(substate) aktör vardır ki bunlar devletlerin dış politikaları

sürdürmede ve geliştirmede sürdürdükleri bürokratik

kurumlara en yakın kişilerdir. Mesela, diplomatlar. (p:94)

Çıkar Grupları (interest groups): Çıkar grupları kendilerini

bir politik konuda verilecek kararı etkilemeye çalışmak için

örgütlenen ve bu kararlar üzerinde ortak çıkarları paylaşan

insanların kurduğu koalisyonlardır. Örneğin, fransız çiftçiler

Avrupa Topluluğu ile görüşmelerde yer almıştırki kendi

çıkarlarını koruya... (p:96, par:2)

Askeri-Endüstriel Kompleks (The Military-Industrial

Complex): Bu kavram, bir ulusun askeri gücünü karşılamak

için o ulusun araştırma enstütileri, endüstri kurumları ve

hükümet ajanslarından oluşan birbirine kenetlenmiş

devasal ağı karşılamak için kullanılır. (p:97, par:2)

Kamu görüşü (Public Opinion): Bir çok yurtiçi aktör, bir

devletin vatandaşlarınca tutulan dış politika konularındaki

kamu görüşünü etkilemek için uğraşır. Devlet insanlara

kendi politikalarını ikna ettirmek zorundadır, çünkü

sonunda, sözkonusu politikalar bu sıradan insanlar

tarafından devam ettirilmektedir. (p:98, par:4)

ÜNİTE 4: SOSYAL TEORİLER

Yapısalcılık (constructivism): Uluslararası ilişkilerin hızlı

büyüyen yaklaşımı, yapısalcılık teoriden çok bir yaklaşım

olarak daha iyi tanımlanabilir. Onun temeline bakıldığında,

tek başına uluslararası ilişkiler hakkında bir şey söylemiyor

ancak yapısalcılığın sosyal ilişkiler, kimlik, ve normların

doğası hakkındaki dersleri uluslararası ilişkiler dünyasına

güçlü anlayışlar sağlayabilir. Gerçektende, çoğu yapısalcı

yorum, uluslararası davranışları açıklamak için çokça kimlik

prensibi üzerinde durur (p:121, par: 2)

Yapısalcılık, aktörlerin bir diğeriyle ilişkilerini, ulusal

çıkarlarına tehditleri ve ulusal çıkarlarını nasıl

tanımladıklarıyla ilgilidir. Realistler (ve neoliberaller)

olduğu gibi devlet çıkarları açıkça dikkate alır. Bu sebeple,

yapısalcılık uluslararası ilişkileri daha geniş bir sosyal

ilişkiler kapsamının içinde alır. Tıpkı bir alıcının hoş görünen

(yani sosyal çevrece kabul edilebilir)bir mp3 çaları almaya

karar verebilir, devletler de diğer devletlerin “popular”

bulduğu şeylere dayanan politik kararları alacaktır.

Nitekim, tıpkı alıcının almak istediği müzik çalar üzerinde

parasal limitte (sınırlı kaynaklar:limited sources) sahip

olması gibi, yapısalcılar gücün uluslararası ilişkilerin

yokluğundan var olmadığını da kabul ederler. (p:121, par:3)

Page 15: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

15

Yapısalcı çalışmaların çoğu yerini edindi. Önemlilerinden

biri kimliklerin diğer devletlerle ilişkilerle nasıl

şekillendirildiğinin yanı sıra devletlerin çıkarlarının ve

kimliklerinin nasıl birbirine geçtiğini de açıklar. Örneğin,

Abd niçin Kuzey Kore nükleer silah üretirken endişeleniyor

da İngiltere’nin umurunda değil? Realistler, Kuzey Kore

büyük bir tehdit teşkil ediyor diye hemen cevap

vereceklerdi, lakin tam bir aseri güç bakış açısından,

İngiltere Kuzey Kore için uzak bir askeri güç. Ancak

kimsecikler ingilterenin ne kadar fazla nükleer silah

ürettiğine ve dış politika üzerinde anlaşmazlıkların nasıl

derinliştiğine bakmaksızın İngiltereyi Birleşik Devletlere

karşı bir tehdit unsuru olarak görmüyor. Bu durumda,

yapısalcılar, amerikalılarla ilgilzlerin her nekadar askeri

bakımdan güçlü olsalarda birbirini tehtid olmadığını

söyleyen ortak normlar, ortak müttefikler ve ortak bir tarih

olduğuna dikkat çekecekti. (p:121, par:4)

Potansiyel düşmanların kimliği sadece askeri güç ve

çıkarlarda belirmez. Yani contructivism, realistlerin

anlayışını reddeder. Neydi realistlerin anlayışı: devletler az

güç ve az zenginlikten daha fazlasını ister ve devletlerin

çıkarları o devletlerin birbirleriyle ilişkisine bağlı olmaksızın

vardır. Halbuki bu yapısalcılar diyorki, ne alakası var,

devletlerin cıkarları ve birbiriyle olan ilişkileri onların

uluslararasındaki hareketleri belirler. Bazı yapısalcılar,

zamanla devletler güvenlik ikilemlerinin olmadıgı,

silahlanma yarışısının olmadıgı ve anarşizmin bulunmadığı

bir devlet yaratabilirler. Nasıl olcak bu: sosyalleşme ile

(devletlerin birbiriyle sürekli bir iletişim içinde olması ile).

Mesala buna örnek olarak Avrupa’yı gösterirler. Kaldıki

Avrupa’da gecen yüzyılın en kanlı en büyük iki savaşı

yaşanmıştı. Nitekim o yüzyılın sonunda artık ağızlarda savaş

sözü geçmez oldu. Ne oldu: Avrupa kimliği Avrupa Birliğini

doğurdu ki şuan dünyanın en kuvvetli birliği.

Yapısalcı çalışmaların diğer bir alanı ağırlıklı olarak

uluslararası normlara ve bu normların devletlerin

hareketlerini kısıtlaması üzerine dayanır. Realistler (ve

neoliberaller) devletlerin karar yapmalarınn sonuç

mantığına (logic of concequences: what will happen to me

if i behave a certain way?) dayandığını iddia etseler de

yapısalcılar güçlü bir yerindelik mantığı (the logic of

appropriateness: how should i behave in this situation?)

olduğunu not ederler. (p:125, par:2)

Postmodernizm (Postmodernism): Postmodernizm

işaretlerini çeşitli disiplinlerde, özellikle de edebiyatta

bırakmış öğretiye karşı geniş bir yaklaşımdır. Edebiyattaki

kökleri sebebiyle, postmodernistler metinlere ve

söylemlere özel ilgi gösterirler. Realizmin postmodern

eleştirileri bu sebeple realistlerin sözlerini ve

parametrelerini merkeze alırlar. Postmodernizmin merkezi

bir fikri, tek bir objektif gerçeğin olmadığını aksine kolay

kategorilere sığmayan bakış açılarının ve deneyimlerin

çeşitliliğini söyler. Bu sebeple, postmodernizmin kendisini

bir kategoride yahut basit bir yolla sunmak zordur. (p:127,

par:1)

Postmodernist bakış açısından, realizm kendi iddiaları olan,

devletlerin nesnel çıkarlarının uyumlu kümeleriyle tek

aktörler olarak işlemesini ve devletlerin uluslararası

ilişkilerde merkezi aktörler olduğu aklayamaz/savunamaz.

Realizmin postmodern eleştirileri devletlerin çıkarlarıyla

alakalı nesnel ve evrensel hiç birşey görmez. (p:127, par:2)

Subtext: Şimdi bu politikacılar yahut devlet politika ve

doktrinleri genellikle devletin kısa ve uzun dönem

amaçlarını ve tutumu sergiler. Ancak bazen bu yazılarda

(text) açıkça gösterilmemiş, gizlenmiş bölümler ya da

anlamlar olabilir. İşte bir metinde gizlenmiş bu anlamlara

subtext deniyor. Postmodernistler, bu metinlerin inciğini

cıncığını karıştırarak o anlamları ortaya çıkarmaya çalışır.

Marksizim: Marksizim sosyalizmin bir dalıdır. Sosyalizm

nedir: daha güçlü olan sınıfların daha az güçlü olanlara

onların ürettikleri üretim fazlasındaki adil payı reddederek

eziyet etmesi ve onlardan faydalanmasını konu alan

teoridir. Bu ezici sınıflar kendi varlıklarını genişletmek için

daha fazla güç ele geçirmeye çalışırlar. Bu sürece sınıf

çatışması (class struggle) denir. İşte bu süreçten güçlü ile

daha zayıf arasındaki ilişkiye bakmak mümkündür.

Kominist olmak istiyorsanız mutlaka okumanız gereken bir

kitap var (bilmem yeni basımı var mı, bendeki 1974 basımı

/ Sol Yayınları): Felsefenin Başlangıç İlkeleri – Georges

Politzer, marksizmi şöyle tanımlıyor: İlk insanların

bilgisizliği, onların araştırmalarına bir engeldi. Bunun içindir

Page 16: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

16

ki tarih boyunca, bu bilgisizlik nedeniyle, dünyayı

olağanüstü güçlerle açıklamak isteyen dinlerin ortaya

çıktığını görüyoruz. Bu, bilime aykırı bir açıklamadır. Sonra

yavaş yavaş yüzyıllar boyunca, bilim gelişecek, insanlar,

bilimsel deneylerden yola çıkarak maddi olgularla dünyayı

açıklamayı deneyecektir – buradan, şeyleri bilimlerle

açıklama iradesinden, materyalist felsefe doğdu.

Materyalizm evrenin bilimsel açıklamasından başka bir şey

değildir. Materyalizm felsefesi Marksizmin temelini

oluşturur. 19yy da bilimler ileriye doğru büyük bir adım

attıklarından, Marx ve Engels çağdaş bilimlerden yola

çıkarak bu eski materyalizmi yenilediler ve bize, diyalektik

materyalizm denilen ve marksizmin temelini oluşturan

çağdaş metaryalizmi sundular.

Münci Hoca şöyle diyor kitabının Marksizmle ilgili

bölümlerinde: sınıf kavramı Marxist doktrinin en önemli

kavramlarından biri, belki de onun temel direğidir.

Komünist manifestosunda “bütün toplum tarihi,

başlangıçtan günümüze kadar” sadece iki sınıf arasındaki

(sömüren ve sömürülen) çatışmanın tarihinden ibaret

olarak niteler. Marxist sınıf anlayışının kilit noktası, üretim

araçlarının özel mülkiyetindedir. Üretim araçlarına sahip

olanlar sınıf meydana getirirler (köle toplumunda köle

sahipleri, feodal toplumda toprak sahipleri ve kapitalist

toplumda fabrika ve işletme sahipleri). Üretim araçlarına

sahip olmayanlarda ayrı bir sınıfı oluşturur. Kapitalist

toplumlarda geçimini sağlamak için emeğini satmak

zorunda olan sınıfın adı proletaryadır. [Kapani, Münci.

(2007) Politika Bilimine Giriş. Ankara: Bilgi Yayınları. Vay bu

kitabı daha okumayan siyaset bilimci öğrencisinin haline]

ÜNİTE 5: ULUSLARARASI ÇATIŞMA

Savaş tipleri:

Hegemonic war: Hegemonic savaş tüm dünya düzenin

kontrolü üzerindeki savaştır. Bu tip savaşlar ayrıca dünya

savaşı, global savaş, genel harp ve sistematik savaş olarak

da bilinir. Son hegemonic savaş II. Dünya Savaşıydı. Geniş

bir şekilde modern silahların gücünden ötürü, böylesi bir

savaş uygarlığı yok etmeden artık olamayacaktır (yani böyle

bir savaş çıksa cüp, o lanet siyah göz kaleminden eser

kalmayacak diyor :D ) (p:153, par:6)

Topyekün savaş (Total war): Topyekün savaş bir devletin

diğer bir devleti fethetmek ve işgal etmek için harp hali ilan

etmesidir. Amaç savaş açılan devletin başkentini ele

geçirmek ve hükümeti teslim olmaya zorlamaktır ki yerine

işgalci devletin sectiği yeni bir hükümet gele. Topyekün

savaş çok yıkıcı Napolyon savaşlarıyla başladı. Topyekün

savaş yapma, ekonominin ve tooplumun tümünü savaşın

içine dahil eden endüstri devrimiyle evrim geçirdi. Büyük

güçler arasındaki son topyekün savaş II. Dünya savaşı idi.

(p:155, par:2)Topyekün savaşta, toplumun tümü çatışmaya

yönlendirilir; düşmanın tüm toplumu ise yasal bir hedef

olarak görünür. Örneğin, II: Dünya savasında Almanya

İngiliz sivillere V-2 roketleriyle saldırdı, İngilizler ve

Amerikalıların stratejik bombalamaları 600.000 Alman sivil

ve yüzbincelerce japonun ölüme sebep oldu. (p:155, par:3)

Sınırlı savaş (Limited war): Sınırlı savaş düşmanın işgali ve

teslim olmasını elde etmek için yürütülen asketi hareketleri

içerir.Örneğin 1991 de ABD nin Irak’a karşı açtığı savaş

kuveyt bölgesini geri aldı ancak Saddam Hüseyin

hükümetini devirmek için Bağdata gitmedi. İsrail ve Lübnan

arasındaki 2006 yılındaki savaş; İngiltere ile Arjantin

arasındaki Falkland adaları sebebiyle çıkan savaş bu tür

savaşa örnektir.

Baskınlar (Ruins) tek bir hareketten oluşan- bir bombalama

veya yerden hızlı bir hücum- sınırlı savaşlardır. 2007de,

İsrail savaş uçakları, Suriye’yi nükleer silah yapma

sürecinden alıkoymak için, nükleer enerji araştırmaların

yapıldığını düşündüğü Suriyedeki bir tesisi bombaladı.

İç savaş (civil war): İç savaş, bir devletin içerisindeki,

ülkenin tamamı yahut bir bölümü için yeni bir hükümet

kurmak ya da kurulmasını önlemek isteyen gruplar

arasındaki savaştır.

Gerilla Savaşı (Guerrilla war): Kimi belirli iç savaş türlerini

de kapsayan gerilla savaşı cephe hatlarının olmadığı savaş

halidir. Düzensiz kuvvetler çoğunlukla gizli ve korunarak

sivil nüfusun ortasında hareket eder. Gerilla gidip de

doğrudan düşman ordusunun karşısına dikilmez; aksine

aşama aşama düşmanın düzenli ordusunu tahrip etmeye ve

çalışmalarını sınırlamaya/önlemeye çalışır. Amacı nedir:

kendine seçtiği bölgeden bu düzenli orduyu çıkararak kendi

Page 17: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

17

özgür kontrolünü sağlamak. 2003ten sonra Irak Savaşında

Irak milis kuvvetleri (Iraqi paramilitary forces) bu yöntemi

kullanmıştır. Başka bir örnek Vietnamda: 1960lar ve

70lerde Güney Vietnamda Amerikan askerleri Vietcong

gerillalarıyla savaşmak zorunda kalmıştı. Peru’da ve

Somalya’da da gerilllar var, aynı İrlanda’da olduğu gibi. Bir

tane bizden var tabii: PKK ideolojisi gereği Türkiyenin

güneydoğusunda belirlediği bölgede söz sahibi

olabilmek/kontrolü ele geçirmek ve özgür bir Kürt devleti

kurmak için bu taktiği kullanmakta. Genellikle böylesi

bölgelerde, devlet sabah kontrol ederken bölgeyi ya da

şehri/yerleşim bölgesini gece gerillalar devralır. Bu sebeple

gerilla savaşı özellikle siviller açısından acı vericidir. Nitekim

onlar hem askeri şiddete (bir açıdan, her iki taraftan da)

hem de hukuksuz uygulamalara maruz kalmaktadır.

Madem yeri geldi rakamlarla örnek verelim, her ne kadar

TÜİK’in sitesi 21.yy da olduğumuzun farkında olmasa da şu

veriler var elimizde: 1984teb 2010a kadar 6653 askeri

personel şehir düştü, 5687 vatandaş hayatını kaybetti.

(1984 -2009 yıllarında Jandarma Genel komutanlığına genel

faaliyet raporuna göre)9.704 terörist öldü, 15.232 terörist

yaralı ya da sağ ele geçirildi ve 3781i ise teslim oldu.

Proxy savaşı (proxy war): İki gücün doğrudan birbirine

saldırması yerine, birbiriyle üçüncü bir devlet üzerinden

savaşmasıdır. Genelde iç savaşlar ile kendini gösterir.

Örneğin Vietnam Savaşında Rusya’nın Vietnam’ı

desteklemesi; ABD’nin Rusya Afganistan’ı işgal ettiğinde

Taliban’ı desteklemesi gibi.

Savaş Niçin Çıkar? - Bireysel Seviye (Analizin bireysel

seviyesi, hatırlayın!): analizin bireysel seviyesinde, savaş ile

ilgili teoriler rasyonalite üzerinde merkezleşir. Realizmle

örtüşen bir teori, savaşın ve diğer baskıcı yöntemlerin,

ulusal liderlerin rasyonel bir kararı ve normal bir şey

olduğunu savunur. Yani liderlerin kendi çıkarlarını

korumaları adına savaş ilan etmeleri kadar mantıklı bir yol

yoktur der. Sizin de düşüneceğiz üzere, savaş ilanı

herzaman da rasyonel ya da akılcı olmamıştır. Ancak

görüyoruz ki bazen bir liderin savaş ilanı bile tüm ülkeyi

savaşa sürekler: Bush mesela.

The Domestic Level: Analizin domestik seviyesi, devletlerin

ya da toplumların karakteriyle ilgilenir. Der ki: kimi toplum

yahut devletler savaşa ya da şiddete çatışmaların çözümü

için daha eğilimli olabilir. Mesela Marx, agresif ve açgözlü

kapitalist devletlerin uluslararası sorunlarda şiddet

uygulamaya daha eğilimli oldugunu sık sık söyledi. Öte

tarafta Batı ülkeleri de, genişlemeci, ideolist ve totaliter

kominist devletlerin özellikle savaşa yatkın olduklarını iddia

ettiler. İşin gerçeği, her ikiside düzenli olarak savaştı.

Devletlerarası Seviye (the interstate level): Bu alandaki

teoriler, savaşları, uluslararası sistemdeki ana aktörlerin

güç ilişkileri açısından açıklar. Örneğin, güç geçişi teorisi

(power transition theory) şunu der: güç nispeten eşit

şekilde dağılmışken ve bir yükselen güç diğer güçler

üzerinde hegemony ilan ediyorsa çatışmalar büyük savaşlar

üretir.

Ulusalcılık (Nationalism): bir ulusun çıkarlarının diğer

ulusların çıkarlarının üzerinde tutmasıdır. Ulus, genellikle

bir dil ve kültürden oluşan kimliği paylaşan insanlardan

oluşur. Bir aşamaya kadar, geniş topraklara yayılan politik

güç, bir ortaklığı milliyet için gerekli kıldı. Mesela Fransa’da

böyle oldu. (Şahin Alpay Ne oldu orda: devlet ulusu

yarattı. Aksi de mümkün: önceden var olan bir ulus, iç ve

dış işlerinde egemenlik kazanarak kendi devletini

kurmuştur. Yani ulus devleti yaratmıştır.

Hoca savaşın sebepleri olarak tahtaya şunları maddeler

halinde yazmış: ulusalcılık, etnik çatışma, etnikmerkezcilik,

insanlıktançıkarma (dehumanization), soykırım, etnik

temizlik, dinsel çatışma, köktencilik/aşırı tutuculuk

(fundamentalism), irredentism, violation of air or sea

border, economic. Burda açıklamamız gereken iki önemli

madde var: Dehumanization ve irredentism.

Dehumanization ya da Türkçesiyle insanlıktan çıkarma,

adından da anlaşılacağı üzere, karşı tarafı aşağılayarak

insan dışı muameleye tabi tutar. Genelde hayvan adlarını

kullanırlar. Mesela ABD, 2. Dünya savaşında

propagandalarında Japonları maymun (apes) olarak

adlandırıyordu. Burdaki amaç nefret söylemleriyle

(hatespeech) hem karşı grubu iyice dışlamak hem de taraf

toplamaktır. İrredentism ise, bir şekilde geçmişte soy ve

kültür bakımından bir bağ olan toprak ya da toprak

parçasının artık başka bir devlete ait olmasına rağmen

halen o kaybedilmiş topraklarda hak iddia etme ve o

Page 18: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

18

toprakların geri kazanılması amacını/ideolojisini güden

anlayıştır. Bize çok uzak olmayan bir örnek: Megali İdea.

Yunanistan geçmişten beri Batı Anadolu ve İstanbul’da

bulunmuş kendi kültür ve nüfusu bu bölgelere yüzyıllarca

yaymıştı. Ancak Kurtuluş Savaşı sonrası hem Batı Anadolu,

özellikle İzmir ve çevresi, hem de istanbul tamemen ve

resmi olarak Türk toprağı haline gelmiştir (elbetteki

Osmanlı hakimiyeti vardı, ama olaya aşırı ideolojik olarak

bakın: Yunanlılara göre her nekadar yüzyıllık osmanlı

toprağı olsa da İzmir Smyrna olarak kaldı hep). Dolayısıyla

Yunanlıların irredentist ideolojisi olan Megali İdea, yani

kaybedilen toprakları geri kazanma ülküsü - Büyük Ülkü

görüşü doğdu.

Self-determination prensibi: Bu prensibe göre kendini bşr

ulus olarak adlandıran insalar bir devleti

şekillendirme/bazen de yaratma hakkında sahip olmalı ve

kendi işlerinde egemenliğe sahip olabmelidirler. Tarihsel

olmasa da, bugün self-determination uluslararası işlerde

önemli bir terim olmuştur. Ancak self-determination

genellikle egemenlik prensiplerine murahhas bir

durumdadır. Yani demek istiyorum ki egemenlik prensibi

bir aşamada self-determination u sevmez, neden, çünkü

devletlerin içişlerine karışmama yasağı bugün jus cogens’tir

değil mi?! Self-determination gruplara uluslararası sınırları

değiştirme hakkı vermez. Genellikle, her daim olmasa da,

self-determinasyona şiddetle ulaşılmıştır. Bugün böylesi

çatışmalar, Kuzey İrlanda da, Quebec (Kanada), İsrail-

Filistin, Hindistan-Pakistan, Sri Lanka, Tibet, Sudan ve diğer

bir çok yerde devam etmektedir. Bu arada yeri gelmişken

söyleyelim (kitapta yazmasa da) biz biliyoruzki self-

determination hakkı ilk kez Wilson prensiplerinde dile

getirildi. Ayrıca uluslararası hukuk derslerinden de

biliyoruzki self-determinasyon hakkının ileri sürelebilmesi

için en önemli kıstaslardan biri etkin kontroldür. Yani bu

hakkı talep eden grup, hakkı talep ettiği bölgede tam

anlamıyla kontrolü elinde tutacak, hakkı almak istediği

devletin o bölgede faaliyet göstermesi mümkün

olmayacak. Ayrıca o bölgedeki insanlar hiç bir şekilde

devlet yönetimine ya da sosyal hizmetlere erişmez

durumda olmalı (ya da çok sınırlı biçimde erişebilir). Bir

örnekle bu konuya son verelim: Bugün PKK, self-

determinasyon hakkını, bölgede ilan etmektedir. Nitekim

T.C’nin oradaki faaliyetleri ve işlemleri göz önüne

alındığında bunun mümkün olmadığı görülüyor. Eğer bugün

PKK, o bölgeyi kontrol altında tutsa, Türk silahlı kuvvetleri

ya da diğer kamu organları o bölgede hiç birşekilde faaliyet

gösteremese ve de bölge hakkı devlet hukukundan

yararlanamasa, kendini devletin kanunlarında temsil

edemese ve yönetime katılamasa (seçimlere giremese

mesela) ve de PKK yı yegane otorite olarak tanısa, o

bölgede bir PKK devleti kurulması kaçınılmaz olacaktı (çok

çok büyük ihtimalle her ne kadar Türkiye karşı olsada

uluslarararası sistem PKK devletini destekleyecek ve

tanıyacaktı, aynı Türkiye’nin Kosava’yı ilk tanıyan

ülkelerden biri olamsı gibi).

Etnik Gruplar (ethnic group): Etnik gruplar, aynı

geçmiş(atadan kalma miras), dil, kültür veya din bağlarını

ve ortak bir kimliği paylaşan insanların oluşturduğu geniş

gruplardır.Halbuki etnik çatışmaların daha çok maddi yönü

olduğu görülür: en çok da toprak ve hükümet kontrolü

üzerinde. Etnik çatışmalar bir etnik grubun ötekisi üzerinde

nefret etmesi ve beğenmemesinden kaynaklanır. Bu

sebeple etnik çatışmalar somut sebeplere dayanmaz (öteki

grubun ne yaptığına bakmaz) aksine soyut sebeplere

dayanır(öteki etnik grubun ne olduguna bakar).

Darfur(Sudan), Rwanda ve Bosna’da olanlar etnik

çatışmalardan başka neydi?

Ethnocentrism (Irkmerkezciliği): Bunun diğer adı grup içi

önyargıdır (in-group bias). Irkmerkezciliğinde, biri kendi

üyesi olduğu grubu iyi niyetli olarak görürken, kendi

dışındaki grubu kötü niyetli olarak görür ve bu eğilimi taşır.

Bazı hocalar, enthnocentrismin biyolojik eğilimde kök

saldığını söyler.

Soykırım (Genocide): bazı uç noktalarda, hükümetler

soykırım yapar, yani sistematik olarak bir etnik ya da dini

bir grubun tamamını ya da belli bir kısmını imha eder.

Günahkeçisi grupları ve politik rakipleri yok etmektir amaç.

Nazi Almanyası 6 milyon yahudiyi ve milyonlar çingen,

roman ve koministi öldürdü. (bir arkadaşım derki sanki

diğer Avrupa devletleri Yahudilere bayılıyordu!) Aynı şey

Ermeniler tarafından da iddia ediliyor. 1.5 Ermeninin

1915’te soykırıma uğratıldığı söyleniyor. İster oldu diyin

ister karşı çıkın, yabancı tarih kaynaklarına daha önce

Page 19: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

19

karıştırmış ve uluslararası basını takip edenleriniz fark

etmiştirki, ortada bir gerçek var Ermeni iddiaları dünya

kamuoyunca daha fazla kabul görüyor ya da destekleniyor.

UNİTE 8: Uluslararası Örgütler, Hukuk ve

İnsan Hakları

Birleşmiş Milletler nedir? Dünya barışı ve sosyal gelişim çalışmalarını sürdürmek üzere bağımsız devletleri bir araya getiren tek uluslararası teşkilattır. Birleşmiş Milletler, kurucu devletler olarak adlandırılan 51 ülke tarafından, 24 Ekim 1945 tarihinde oluşturulmuştur. 2008 yılının sonunda üye sayısı 192’ye ulaşmıştır. Kuruluşundan bu yana, hiç bir ülke üyelikten çıkarılmamıştır. Endonezya komşusu Malezya ile yaşadığı sorunlar nedeniyle, 1965 yılında geçici olarak Birleşmiş Milletler’den ayrılmış, fakat bir sonraki yıl, örgüte tekrar dahil edilmiştir. “Birleşmiş Milletler” terimi nasıl ortaya çıktı: “Birleşmiş Milletler” terimi ilk kez Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Franklin D. Roosevelt tarafından kullanılmıştır. İlk resmi kullanımı, 1942 yılında, 26 devletin temsilcilerinin imzaladığı BM beyannamesindedir. Birleşmiş Milletler antlaşmasının imzalanmasından bir kaç hafta önce hayatını kaybeden Başkan Roosevelt’in anısına, San Francisco Konferansında bulunanlar tarafından “Birleşmiş Milletler” teriminin kullanılması uygun görülmüştür. Böyle bir uluslararası kuruluş ilk kez mi kuruluyordu: Benzer bir kuruluş olan Milletler Cemiyeti, Birinci Dünya savaşını takiben 1919 yılında kurulmuştur. Milletler Cemiyeti’nin başlıca amacı, dünya barışını temin etmekti. Fakat, bu Cemiyet’e yeterli katılım sağlanamadı. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri bu Cemiyet’e hiç katılmamıştır. Üye olan diğer ülkeler, bir süre sonra Cemiyet’den ayrıldı ve dolayısıyla Cemiyet bir türlü harekete geçemedi. Başarısızlığına rağmen, cemiyet, evrensel bir kuruluş oluşturma fikrini canlı tutmayı başardı. Bu kuruluş da Birleşmiş Milletler’di. BM Teşkilatı nasıl yapılanmıştır:Birleşmiş Milletler’in altı temel organı bulunmaktadır: 1. Genel Kurul Görevleri: Birleşmiş Milletler'in altı temel organı Birleşmiş Milletler antlaşması uyarınca kurulmuştur. Birleşmiş Milletler’in yapısı ve işlevi kısaca şöyledir: Birleşmiş Milletler’in tüm üyeleri (192) Genel Kurul’da toplanır. Küçük ya da büyük, yoksul ya da zengin her ülke birer eşit oy hakkına sahiptir. Genel Kurul, dünya barışı ve güvenliği, yeni üye alımı ve Birleşmiş Milletler’in bütçesi ile ilgili konulardaki kararlarını üçte ikilik oğunlukla alır. Diğer

konularda ise salt çoğunluk yeterlidir. Son yıllarda, oybirliğiyle karar alabilmek için çaba sarfedilmektedir. Genel Kurul’un olağan dönem toplantısı her yıl Eylül ayında başlar ve yıl boyunca devam eder. Her olağan dönem toplantısının başlangıcında, hükümet ya da devlet başkanları ve diğer katılımcılar, savaş, terörizm, hastalıklar, yoksulluk gibi gündemi meşgul eden uluslararası düzeyde bir çok konuda görüşlerini sunar. Genel Kurul, oturumları yönetmekle görevli başkanı seçimle ve bir yıllığına belirlenir. - Her hangi bir konu üzerinde görüşmelerde bulunmak, öneriler getirmek (Güvenlik Konseyi’nin ilgilendiği konular dışında) - Askeri çatışma ve silahlanma yarışı ile ilgili konuları görüşmek; - Gençler, çoçuk ve kadınların konumlarının iyileştirilmesi konusunda görüşmelerde bulunmak ve çözüm aramak; - Sürdürülebilir kalkınma ve insan hakları konusunda çalışmak; - Her üye ülkenin BM’ye katkısının ne kadar olacağı ve toplanan paranın nasıl harcanacağı konusunda karar vermek. 2. Güvenlik Konseyi: Güvenlik Konseyi 15 üyeden oluşur. Birleşmiş Milletler’in Çin, Rusya, Fransa, İngiltere ve ABD’den oluşan 5 daimi üyesi vardır. Diğer geçici üyeler ise iki yıllık bir süre için Genel Kurul tarafından seçimle ve coğrafi denge gözetilerek belirlenmektedir. Türkiye 2009-2010 yıllarını kapsayacak şekilde Güvenlik Konseyine geçici üye olarak seçilmiştir. Görevleri � Tarafların sorunlarını barışçıl yollardan çözmeleri için görüşmeye davet etmek; � Uluslararası uyuşmazlıklara yol açabilecek anlaşmazlıkları ve sorunları araştırmak ve bu sorunların ya da anlaşmazlıkların çözümü için tavsiyede bulunmak, � Durumun ağırlaşmasını önlemek için ilgili tarafları söz konusu önlemlere uymaya çağırmak; � Genel Kurul’a Genel Sekreter ataması konusunda tavsiyede bulunmak ve Kurul’la birlikte, Uluslararası Adalet Divanı yargıçlarını seçmek; 3. Ekonomik ve Sosyal Konsey 4. Vesayet Konseyi 5. Uluslararası Adalet Divanı 6. Genel Sekreterlik (Kaynak: BM Hakkında Herşey elektronik kitabı)

İnsan hakları nelerdir: “İnsan Hakları”; İnsanın insan olarak doğmakla elde ettiği haklara insan hakları denir. Yani

Page 20: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

20

insanlara doğuştan verilen, verilmesi gereken haklardır. Temel insan haklarından bazıları şunlardır: a. Yaşama Hakkı b. Sağlık Hakkı c. Eğitim Hakkı d. Mülk Edinme Hakkı e. Seyahat Hakkı f. Haberleşme Hakkı g. Kanun Önünde Kendini Savunma Hakkı h. Hak Arama Hakkı i. Seçme ve Seçilme Hakkı j. Özel Yaşamın Gizliliği Hakkı k. Devlet Hizmetlerinden Eşit Olarak Yararlanma Hakkı… İnsan Hakları demokratik devlet yapılarında uygulanan evrensel bir değerdir. İnsan Hakları, insanları insan gibi yaşatmayı amaç edinir. İnsan Hakları, İkinci Dünya Savaşı sonrası tamamen kabul edilmiş ve kurumlaşmış bir kurallar bütünüdür. İnsan Hakları, ”BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ”’nin kabul edilmesiyle evrensel ve çağdaş bir değer olarak yerini almıştır. Daha sonra kabul edilen “Avrupa Konseyi İnsan Hakları Sözleşmesi” ile de çağdaş, demokratik ve modern devletlerin olmazsa olmaz kuralları ve ilkeleri arasına girmiştir. Bir devletin insan haklarını benimseyip benimsemediği, o devletin gelişmişlik düzeyini de belirler. Bir devletin demokratik, çağdaş ve modern bir devlet olabilmesi için insan haklarını anayasal ve yasal bir hak olarak vatandaşlarına tanımış olması ve insan hakları ihlallerinin suç olarak kabul edilip cezalandırılmasını öngören yasal yaptırımları getirmiş olması gerekir. İnsan Hakları, T.C anayasası’nını 12-74 üncü maddeleri arasında “TEMEL HAKLAR VE HÜRRİYETLER” ana başlığı altında vatandaşlarımıza anayasal bir hak olarak tanınmıştır. Demokratik devletlerde hiçbir düzenleme ve uygulama anayasaya aykırı olamayacağına göre tüm hukuk sistemimiz de İnsan Hakları çerçevesinde düzenlenmiştir. Hoca insan haklarını anlatırken “3 dalga” olarak belirlemiş:

Civil/political Social rights Identity

Yaşam hakkı, özel mülkiyet, konuşma ve ifade özgürlüğü, seçme-seçilme

Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, insanî çalışma koşulları, altyapı

Azınlık hakları, dil, din, kültürel haklar, kadın hakları, çevre hakları

Sivil ve politik haklar için bir kavram kullanılıyor: Negatif haklar (negative rights). Aradım bizim üniversitenin hukuk

klübü başkanını sordum, “üstad nedir bu haklar?” Muhterem Salih İnce şöyle cevapladı: Eğer bir devletin, bir hakkın yerine gelmesinde bir edimde bulunmasına gerek yok ve sadece tanıması gerekiyorsa o haklara negatif haklar denir. Eğer bir hakkın yerine gelmesi devletin edimine bağlıysa o haklara da pozitif haklar denir. Örneğin devlet grev hakkını tanır vemüdahale etmez, bu sebeple negatif bir haktır. Ama kişilerin yaşamları devam ettirebilecekleri bir gelire sahip olmaları hakkından yola çıkarak devlet, asgari ücreti belirleyerek en düşük maaşı ilan eder, yani müdahalede bulunur. Positif haklar modern dönemde doğan ve gelişen haklardır. Nitekim liberaller bu hakları pek de sevmez, devleti sosyalizme götürdüğünü iddia ederler. Sivil ve politik haklar adına bir genellemeye gidersek diyebiliriz ki, bu haklar negatif haklardır. Devlet bu hakları tanır ve bunlara müdahale edemez (ancak keskin bir genelleme her zaman iyi değildir!) Sosyal haklar ise devletin yükümlüğünü ve müdahalesini gerektirdiğinden bunlar pozitif haklardır. Hoca identity haklardan bahsederken bunlar için grup hakları da demiş. Bunlarda yüzyılımızın haklarıdır ve halen de gelişmeye devam etmektedir. Merkantalizim: Genellikle realismle diğer devletlerin pahasına bir devlet kendi çıkarlarını korumalıdır; karşılıklı çıkarlar için uluslararası örgütlerle bir çalışma içerisine girmemeli ve buna güvenmemelidir. Bu sebeple merkantalizm (realistler gibi) bağıl gücün altını çizer. 16yy ortalarıyla 17yy sonları arasında Batı Avrupada etkinlik kazananan merkantalizmin doğuşunun temelinde ulusal devletin ortaya çıkması, uluslararası ticaretin gelişmesi ve ticaret sermayesinin güç kazanması yatmaktadır. Merkantalistlerin üzerinde en çok düşündükleri konulardan biri, ülkenin serveti ya da zenginliğiyle dış ticaret bilançosu arasındaki ilişkidir. Merkantalistler baktıki ulusal ekonomi gelişmeye başladı, devletin, kendi ulusal zenginliğini maksimum kılmak amacıyla ekonomik faaliyetlere müdahalesini savunmuşlardır. Bu doctrine göre altın ve gümüş gibi değerli madenler, bir ülkenin siyasi ve ekonomik gücünün başlıca kaynağıdır. Merkantalistler dış ticaret politikasının amacının, hazinenin altın ve gümüş varlıklarını arttırması olduğu görüşünden hareketle, ihracatın özendirilmesi, sanayide yerli hammadde kullanımının sağlanması için, hammadde ihracatının yasaklanması, ithalatın yüksek gümrük vergileri ve yasalarda kısıtlanması gibi önlemlerin savunucusu olmuşlardır. Merkantilistler ayrıca güçlü ulusal deniz ticaret filolarının kurulmasına da büyük önem vermişlerdir. Müdahaleci ve korumacı bir ekonomik

Page 21: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

21

politikanın savunucusu olan mercantilist uygulama ve teorideki etkinliği, sanayi devriminin gerçekleştiği 188yy sonlarına kadar azalarak sürmüştür. Dünya Ticaret Örgütü: Küreselleşme karşıtlarının hedefi

olan The World Trade Organization (WTO)-Dünya Ticaret

Örgütü- 1995 yılında kuruldu. Bu kuruluş dünya ticaretine

düzen vereceği düşünülen bazı kuralları yaratmak ve

yürürlüğe koymakla sorumluydu.WTO, 50 yıllık bir süreç

içinde serbest ticareti desteklemeyi miras almış bir örgüt.

Serbest ticaret, bir zamanlar özgürlüğün kendisi kadar

gerekli görülüyordu. 1947 yılından beri yapılan sekiz

görüşmede, WTO'dan önce kurulan Genel Gümrük

Tarifeleri ve Ticaret Anlaşması (GATT), yavaş yavaş dünya

pazarlarını açmıştı. 1994'te tamamlanan Uruguay

görüşmeleri WTO'yu oluşturdu. Bu örgüt, ülkeler arasındaki

ticareti düzene sokacak, anlaşmazlıkları giderecek ve dünya

ticaretini bazı kurallara bağlayacaktı.Sorumluluk alanında;

gümrükler, kotalar olduğu gibi "gıda güvenliği kanunları",

"ürün standartları" ve "yatırım politikaları" gibi "Ticarete

Gümrük Dışı Engel" (non-tariff barriers to trade) de

sayılıyordu.Çok taraflı anlaşmalar (Multilateral

Agreeements) ile WTO kuruluşunun ülkelerin hangi gümrük

veya gümrük-dışı kuralları uygulayabileceğini sınırlaması da

bekleniyordu. Bu kurallar yüksek derecede gizlilik altında

çalışan ve WTO kurallarına aykırı davranan ülkelere

müeyyide uygulama yetkileri olan ticari tahkim kurullarınca

oluşturuluyordu.Dünya Ticaret Örgütü kurulduğu günden

bu yana, dünyanın pek çok ülkesinde üretimi ve ticareti

ulus devletlerden daha büyük bir güçle kontrol ediyor.135

ülkenin ticaret yetkilileri küreselleşme ve ticaretin

liberalleşmesini tartışmak için Seattle'da, Prag'da ve

Cenova'da toplandı. Toplantılar sırasında, Dünya Ticaret

Örgütü'nün şirket çıkarlarını, insan ve çevre haklarının

önünde tuttuğuna inanan binlerce protestocu da orada

yeraldı.WTO, 1999 yılında, AB'nin, Amerika'nın hormonlu

sığır etine sağlık nedenleriyle getirilen 11 yıllık yasağın

kaldırılması için baskı yaptı. Örgüt, bu yasak kalkıncaya

kadar Avrupa mallarına ambargo konması için Clinton

hükümetini zorladı.29 Kasım 1999'da, Dünya Ticaret

Bakanları Seattle'da toplandıkları zaman bu konu gündeme

geldi. AB, WTO'nın dünya ticaretinde daha fazla söz sahibi

olmasını sağlamak amacıyla yeni bir görüşme süreci

başlatmak için toplantı boyunca baskı yaptı.Küreselleşme

karşıtları, WTO'ya karşı:Ulusların birbirleriyle nasıl ticaret

yapacaklarını kurallarla belirleyen bu örgüt, kurulduğu

günden bu yana, dünya kamuoyunda dev bir savaşa neden

oldu.Muhalifler, Dünya Ticaret Örgütü aracılığıyla, serbest

ticaret kisvesi altında küçük çiftçilere, temiz petrol

çıkaranlara darbe vurulduğunu, sağlık önlemlerinin hiçe

sayıldığını ve bütün bu önlemlerin Amerikan hükümetinin

çıkarlarını kolladığını öne sürdü. İnsanların genetik olarak

değişime uğramış yiyeceklerle beslenmelerini zorunlu

kıldığını savundu.İddialara göre, WTO dünyanın sadece bu

standartları dikkate almasını sağlıyordu. Demokrasi

kuralları içinde seçilmiş bir hükümet, halkını korumak için

ciddi önlemler alamıyor. Böyle bir girişimde bulunduğu

taktirde, WTO bu önlemlerin yasa dışı olduğunu ileri sürüp

o ülkeyi cezalandırıyordu.Çevreciler, WTO'nun gönüllü

etiketlemeyi de yasa dışı saymasından korkuyorlar. Örneğin

kesilmesi ekolojik bakımdan zararı olmayan ağaçlardan

elde edilen tahtaların etiketlenmesi gibi. Hollanda'da böyle

bir etiketleme girişimi WTO'ya şikayet etme tehdidiyle

önlendi. Başka bir hedef de çay, kahve ve dünyadaki yoksul

insanlara yarar sağlayan üretimler olabilir.

Dünya Bankası ve IMF: ABD hazinesi ve Bretton Woods

kuruluşları olan IMF ve Dünya Bankasının gelişmekte olan

ülkelere yapacakları yardımlara karşılık önerdikleri ortak

neoliberal reçete, 1980 sonlarından itibaren Washington

Konsensüs (Washington Consensus) olarak isimlendirildi.

Washington Konsensüs prensipleri, kalkınma

problemlerinin çözümünde serbest piyasalara, ticaretin

liberalizasyonuna ve delvetin ekonomi içindeki yerinin

azaltılmasına vurgu yaptı. [ŞEN, Ali.(2005). Washington Konsensüs

ve Gelişmekte Olan Ülkeler Sorunları: Eleştirel Bir Değerlendirme]

Avrupa Birliği: Avrupa Birliği, demokratik Avrupa

ülkelerinden oluşan bir ailedir. Barış ve refah içinde

yaşamaya karar veren ülkelerden oluşan Avrupa Birliği

ülkelerinin varlığını ortadan kaldırmak için

oluşturamamıştır. Diğer uluslararası örgütlerden daha

büyük bir örgüt olan Avrupa Birliği eşsiz bir kurumdur.

Avrupa Birliği'nin organlarına verilen güçle Avrupa

düzeyinde birliğin ortak konularında demokratik kararlar

alınabilir. AB organlarında uygulayan ortak egemenlik

Page 22: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

22

"Avrupa Bütünleşmesi" diye bilinir.

Avrupa Birliği'nin oluşturulması fikri İkinci Dünya Savaşı'nda

ortaya çıktı. Avrupa Birliği, bu tür savaşlarının yeniden

yaşanmasına karşı kurulan bir birliktir. Bu fikir, Fransa

Dışişleri Bakanı Robert Schuman'ın 9 Mayıs 1950 tarihinde

yaptığı konuşmada ifade edilmiştir. 9 Mayıs, Avrupa

Birliği'nin kuruluş tarihi olarak bilinir ve her yıl Avrupa

Günü olarak kutlanmaktadır. Avrupa Birliği'nin beş önemli

organı vardır. Her organın erki vardır:

Avrupa Parlamentosu : AB üye ülkelerinin vatandaşlarından seçilir

Avrupa Birligi Konseyi : AB üye ülkelerinin hükümetlerinin temsil eder.

Avrupa Komisyonu: AB'nin yürütme organıdır.

Avrupa Mahkemesi: yasaların uygulanmasını güvence altına alır.

Sayıştay: AB bütçesinin yasal kullanımını denetler).

AB'nin beş önemli organı aşağıda söz edilen diğer beş

organla tamamlanıyor:

Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi (Avrupa Birliği vatandaşlarının ekonomik ve sosyal konulardaki görüşlerini ifade eder)

Bölgesel Komite (Bölgesel ve yerel yönetimin görüşlerini ifade eder)

Avrupa Merkez Bankasi: euronun kullanımı ve para politikasından sorumlu organıdırç

Avrupa Ombudsmani: Herhangi bir Avrupa kurumunun kötü idari uygulamasıyla ilgili yapılan her şikayeti araştırır.

Avrupa Yatirimlar Bankasi: Avrupa Birliği'nin hedeflerinin gerçekleşmesi için yatırım programlarını finansman eder.

GLOBELLEŞME:

Hoca globelleşme ile ilgili olarak aklımıza ne geldiyse sordu.

Bizden globelleşme, sınırları ortadan kaldırır, otoriteleri

yıkar, özel bir kültürden genel bir kültüre götürür, tek bir

global ekonomi yaratır, modern emperyalizmdir, ekonomik

genişlemedir, yayılmadır, liberal ekonominin ürünüdür,

iletişimdir, gibi yanıtlar aldı. Hiçbiri de yanlış değil.

(Canan Aktan şöyle anlayıor globelleşmeyi)Teknoloji ve

iletişim teknolojisindeki devasa gelişmeler ülkeleri

ekonomiden, siyasete kadar pek çok alanda birbirlerine

doğru iyice yakınlaştırmıştır. Teknolojik gelişmeler ve

bunların ortaya koyduğu iletişim ve bilgi ağındaki

ilerlemeler dünyayı adeta ‘global bir köy’e

dönüştürmüştür. Bu süreçte telekomünikasyon ve ulaşım

teknolojisindeki gelişmeler lokomotif işlevi görmektedir.

Bu yakınlaşmanın temelinde ekonomiden kültüre, siyasete

kadar pek çok alanda ülkelerin birbirlerine yakınlaşmasını

sağlayan globalleşme süreci yatmaktadır. Bu süreçte

sermaye, işgücü, teknoloji ve bilgi sınır tanımaz hale

gelmiştir. Ayrıca, globalleşme sürecinde demokratikleşme,

hukukun üstünlüğü, çevrenin korunması, terörizm ve

organize suçlarla mücadele, insan hakları ve liberalleşme

gibi evrensel değerler de ön plana çıkmaktadır. Bütün bu

gelişmeler bir taraftan ulusal ekonomi, ulusal siyaset,

ulusal kültür kavramını rafa kaldırmakta, diğer taraftan da

ulus-ötesi çıkar gruplarını ortaya çıkarmakta ve değişik

ülkelerden, hatta kıtalardan, insanları birbirlerine bağımlı

hale getirmektedir. Globalleşme sürecindeki tüm bu

gelişmeler, ülkeleri dünya standartlarında mal, hizmet ve

bilgi üreten bir toplum olmaya doğru sürüklemektedir.

Globalleşmenin tanımı konusunda henüz bir fikir birliği

sağlanmış değildir. Bazı yazarlar, globalleşmenin sadece

ekonomik boyutuna ağırlık verirlerken; diğerleri,

globalleşmenin ekonomik boyutu yanında siyasi ve kültürel

boyutlarına da temas etmektedirler. Örneğin, Ouattara

(1997), globalleşmeyi ekonomik açıdan ele almakta ve

globalleşmeyi, ticaret, finansal akımlar, teknoloji değişimi

ile bilgi ve işgücünün mobilitesi yoluyla dünya

ekonomilerinin birbirleriyle entegrasyonu olarak

tanımlamaktadır. Bazıları ise, globalleşmenin ekonomik

boyutu yanında siyasal ve sosyo-kültürel boyutuna da

dikkat çekerek konuyu daha geniş bir perspektiften ele

almaktadır.

Esas itibariyle ekonomik bir olgu olarak karşımıza çıkan

globalleşmenin siyasal ve sosyo-kültürel boyutları da

mevcuttur. Globalleşmeyi tarihin akışı içinde ortaya çıkan

bir olgu (realite) olduğu kadar; uluslararası ticaretin

yaygınlaşması, emek ve sermaye hareketlerinin artması,

ülkeler arasındaki ideolojik kutuplaşmaların sona ermesi,

teknolojideki hızlı değişim sonucunda ülkelerin gerek

ekonomik, gerekse siyasal ve sosyo-kültürel açıdan

birbirlerine yakınlaşmaları olarak da tanımlayabiliriz.

Page 23: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

23

Ekonomik globalleşme, genel anlamda ülke ekonomilerinin

dünya ekonomisiyle entegrasyonunu, yani dünyanın tek bir

pazarda bütünleşmesini ifade etmektedir. Bir başka deyişle

ekonomik globalleşme, ülkeler arasında mal, sermaye ve

emek akışkanlığının artması sonucu ülkeler arasındaki

ekonomik ilişkilerin yoğunlaşması ve ülkelerin birbirlerine

yakınlaşması demektir (Aktan,1999:2). Ekonomik

globalleşme sürecinde, mal ve hizmetler ile uluslararası

sermaye hareketleriyle ilgili sınır-ötesi işlemler çeşitlenerek

artmakta ve teknoloji dünya çapında daha hızlı bir biçimde

yayılmaktadır. Bu süreçte global firmalar önemli bir

fonksiyon üstlenmekte ve bu firmalar vasıtasıyla teknoloji

gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru

yayılmaktadır. Telekomünikasyon, bilgi ve ulaşım

teknolojisindeki hızlı gelişmeler, GATT, WTO ve IMF gibi

uluslararası kuruluşların çabalarıyla dünya ekonomisinde

sağlanan liberalleşme hareketleri, ülkelerin hızlı ve

sürdürülebilir ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmede

piyasa ekonomisinin önemini kavramaları, uluslararası

firmaların sınır-ötesi satış yapma ve maliyet düşürmek

amacıyla daha ucuz kaynak sağlama gibi faktörler

ekonomik globalleşmeye ortam hazırlamıştır. Mal ve

hizmetler ile üretim faktörlerinin, yani emek, sermaye ve

teknolojinin uluslararası alanda mobilitesi sonucu mal ve

hizmet piyasalarının entegrasyonu ekonomik globalleşme

ile sonuçlanmıştır. Siyasal globalleşme, eskiden

uluslararası sistemin temel aktörü olan ulus-devletin

üstünlüğünü sarsmış ve ulus-devleti, yetkilerini başkalarıyla

paylaşmaya mecbur bırakmıştır. Ulus devlet, globalleşme

ile yetki ve otoritesini uluslararası ve uluslar-üstü

kuruluşlara devretmeye başlamıştır. Bu süreçte

uluslararası ilişkilerin artmasına paralel olarak sorunların

uluslararası arenaya taşınması da artış göstermiş ve

bunların çözümü uluslararası işbirliğini zorunlu hale

getirmiştir. Bir başka ifadeyle, uluslararası siyasal ve

ekonomik aktörler devlet egemenliğine ortak olmuş;

ülkeler, ulusal ve uluslararası politika uygulamalarında dış

dünyayı dikkate almak durumunda kalmıştır.

Sosyo-kültürel globalleşme, demokrasi, insan hakları,

çevrenin korunması, uyuşturucu, AIDS ve terörizmle

mücadele gibi bütün insanlığı ilgilendiren konularda

ülkelerin ortak bir anlayışa ulaşmalarını ifade etmektedir.

Demokrasi, insan hakları, piyasa ekonomisi, özgürlük gibi

kavramlar artık tüm ülkelerin gündemine girmiştir. Öte

yandan; çevre kirliliği, uyuşturucu ticareti, AIDS, terörizm

ve organize suçlar gibi sorunların ülke boyutlarını aşması ve

bütün insanlık için bir tehdit oluşturması bütün ülkeleri

ortak hareket etmeye zorlamaktadır. Sosyo-kültürel

globalleşme ile ülkeler, birbirlerini kültürlerini daha

yakından tanımakta ve bu da uzun dönemde dünya

barışına katkıda bulunabilecektir. Sosyo-kültürel

globalleşme, batı kültürünü ön plana çıkarmakta ve bu

kültürün diğer ülkelere yayılmasına ortam hazırlamaktadır.

Başta demokrasi, insan hakları, piyasa ekonomisi gibi batılı

değerler bütün dünyaya yayılmaktadır. Bütün bunların

yanında batılı ülkelerin damak tadından tutunuz da giyim

kuşamına kadar geniş bir yelpazedeki zevk ve tercihler

giderek homojenleşmektedir.

Sınavda kesinlikle çıkacak bölüm mavi ve beyaz yakalılar:

Beyaz Yakalılar: Daha çok idari ve araştırma geliştirme

işlerinde faaliyet gösteren ve beden gücüne oranla yüksek

teknolojik eğitim zihin ve beyin gücüne dayalı işlerde

çalışanlara verilen isimdir. Beyaz yakalılar, işletmelerde

daha çok masa başında zihin gücüyle çalışır, kamuda

memur, özel sektörde idari personel olarak da

adlandırılırlar, ancak; sadece masa başında çalışma kriteri

yeterli değildir. Üretim Planlama, Üretim Yönetimi, Kalite

Yönetim ve Kontrol, Laboratuar, Ar-Ge, Bakım Onarım,

Depolama, Sevkiyat, Pazarlama Satış vb. görevlerde

çalışanlar da beyaz yakalı olarak değerlendirilir.

Mavi Yakalılar: Mal veya hizmet üretimi yapan bir

işletmede, arazide, sahada veya üretim tezgahı başında

birebir emek sarf eden ve zihin gücüne oranla daha fazla

beden gücüne dayalı işlerde çalışanlara verilen isimdir.

Mavi yakalılar, işletmelerde üretilen mal veya hizmetin

üretim süreçlerinden birinde malın veya hizmetin

üretilmesi için üretim hattında makine başında çalışır. Ürün

bandında bizzat emek sarf eder. Beyaz yakalılara oranla

zihin gücünden daha çok beden gücüyle çalışırlar. Ancak

ustabaşı, postabaşı, formen, vardiya amiri gibi unvanlarla

üretim hattında sorumlu oldukları kısımla ilgili işlerin

kontrol edilmesinden ve işçilerin sevk ve idare

edilmesinden sorumlu olan çalışanlar mavi yakalı olarak

değerlendirilmemelidir.

Hoca derste, Kuzey ve Güney bölgelerinde beyaz ve mavi

yakalıları kazananlar ve kaybedenler açısından anlattı.

Şöyle ki, Kuzey ülkelerindeki beyaz yakalılar kanıyor. Çünkü

gelişmiş ve varlıklı olan Kuzey ülkelerinde GDP (gross

Page 24: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

24

domesstic product) yüksek olduğundan beyaz yakalılar iyi

para kazanıyorlar. Oysa emek işçileri olarak kısaca ifadece

edebileceğimiz mavi yakalılar kaybediyor. Neden? Çünkü

mavi yakalılar fabrika, işletme, üretim tesisi vb emek

gerektiren alanlarda çalışır. Ancak firmalar, özellikle de

global alanda ilerlemiş olanlar, üretim maliyetlerini

düşürmek adına işçi gücünün ucuz olduğu ülkelerde

fabrikalarını açıyorlar. Dolayısıyla kuzey ülkelerinde

bulunan mavi yakalılar bu şirketlerin güney ülkelerine

yatırım yapıyorlar. O halde buraya kadar ki bölümün

mefhum u muhalifinden diyebiliriz ki, güney ülkelerindeki

beyaz yakalılar, güney ülkelerinin GDPsi kuzey ülkelerine

kıyasla daha düşük olduğundan kaybederken; mavi

yakalılar ucuz işçi gücü arayan yabancı şirketlerin

yatırımlarıyla gelen istihdamdan nemalandıkları için

kazanlar kulübünde yer alır.

Demografi:

Bundan ikibin yıl önce, Hz. İsa’nın doğduğu tarih olarak

kabul edilen milat yılında dünya nüfusu 300 milyon iken,

milattan sonra 1500 yılında dünya nüfusu tam iki katına

çıkarak 600 milyona yükselir. Öte yandan dünya

nüfusundaki artışın kilometre taşı olarak, Endüstri

Devrimi’ni temsilen 1750 yılı kabul edilir. Endüstri

devriminden kaynaklanan refahla beraber ölüm oranının

düşmesiyle birlikte, bu yıldan itibaren 1900 yılına kadar

dünya nüfusu hızla artarak 1.7 milyara ulaşır. Diğer bir

araştırmaya göre dünya nüfusu; 1802 yılında 1 milyar iken,

1927 yılına kadar yaklaşık 125 yılda 1 milyar artışla 2

milyar’a, 1927 yılından 1961 yılına kadar yaklaşık 34 yılda 1

milyar artışla 3 milyar’a, 1961 yılından 1971 yılına kadar

yaklaşık 10 yılda 1 milyar artışla 4 milyar’a, 1971 yılından

1987 yılına kadar yaklaşık 16 yılda 1 milyar artışla 5

milyar’a, 1987 yılından 1999 yılına kadar yaklaşık 12 yılda 1

milyar artışla 6 milyar’a, ve 1999 yılından 2006 yılına kadar

yaklaşık 7 yılda 1.2 milyar artışla 7,2 milyar’a ulaşır.

Görüleceği üzere dünya nüfusu 125 yılda yani 1802-1927

yılları arasında sadece 1 milyar artmışken, 1961-1971 yılları

arasındaki 10 yıllık bir sürede 1 milyar ve son 7 yılda da yani

1999-2006 arasında 1.2 milyar artarak; özellikle 1960-2006

arasında adeta nüfus patlaması yaşanarak dünya nüfusu

neredeyse ikiye katlanır. Son 70 yıl itibariyle de 3’e

katlanarak 1800’den 2000’e kadar yani 200 yılda 6’ya

katlanır. Birleşmiş Milletler Nüfus Formuna göre dünya

nüfusunun insanlık tarihindeki en fazla artışı 20. yüzyılın

son 70 yılında gerçekleşmiştir. Dünyadaki aşırı nüfus

artışının önüne geçilmesi için gerek Birleşmiş Milletler ve

Dünya Sağlık Örgütü, gerekse bazı ülkeler çeşitli önlemler

alarak ailelerin çocuk sayıları ortalaması hedefini 2.1 olarak

koymuşlar ve eğer bu hedefte başarı sağlanırsa dünya

nüfusu 2300 yılında 10 milyarda kalacaktır. Birleşmiş

Milletler (BM) Nüfus ve Kalkınma Komisyonu’ndan yapılan

açıklamada, 1950 yılında dünya nüfusunun sadece %30’u

şehirlerde yaşamakta iken, 7.2 milyar civarında olan dünya

nüfusunun 3,2 milyarının yani %45’e yakınının şehirlerde

yaşadığı, 2030 yılında ise şehirlerde yaşayan nüfus oranının

%61’e çıkacağı öngörülmektedir. Dünyadaki büyük şehir

sayısının arttığına da dikkat çekilen raporda, 1950’de

nüfusu 10 milyonun üzerinde olan sadece iki şehir

varken(Tokyo ve New York-Newark), 1975’te dörde (Tokyo,

New York-Newark, Şangay ve Meksiko City) çıktığı, bu gün

ise 20’ye yükseldiği işaret edilmiştir. Dünyanın en kalabalık

nüfusa sahip ilk beş şehrinden Tokyo’nun nüfusunun 35,3

milyon, Meksiko City’nin 19,2 milyon, New York-Newark’ın

18,5 milyon, Bombay’ın 18,3 milyon ve Sao Paulo’nun ise

yine 18,3 milyon olduğuna dikkat çekilen raporda, ilk 20’de

yer alan diğer 15 büyük şehrin ise Delhi, Kalküta, Buenos

Aires, Cakarta, Şangay, Daka, Los Angeles, Karaçi, Rio de

Janeiro, Osaka-Kobe, Kahire, Lagos, Pekin, Manila ve

Moskova olduğu belirtilmiştir. Öte yandan, Dünya Bankası

verileri baz alınarak hazırlanan raporda, 2004-2020

döneminde yıllık ortalama nüfus artış hızının İrlanda hariç,

AB ülkelerinin bazılarında negatif, bazılarında sıfır ya da çok

düşük olacağı belirtilmiştir. Buna karşılık aynı dönemde

Türkiye’deki nüfus artış hızı yıllık 1.2 oranla, 1.1 olan dünya

ortalamasının üzerine çıkacaktır. Bu oranla Türkiye,

Hindistan ve İrlanda ile nüfus artış hızının en yüksek olduğu

üç ülkeden biri haline gelecek olup, AB’nin Orta ve Doğu

Avrupalı üyelerinde nüfus azalacak, Slovakya, Almanya ve

İtalya’da nüfus artışı “sıfır” olacak, diğer AB ülkelerinde ise

çok düşük artışlar görülecektir.Japonya’da doğan bir kız

çocuğu; 85 yaşına kadar yaşamayı, yeterli düzeyde besin

almayı, gerekli aşılamayı ve iyi bir eğitim görmeyi

bekleyebiliyor. Bu kız çocuğu, sağlığı için her yıl ortalama

550 $ -eğer gerekli olursa daha fazla tutarda – para

harcayacak. Bu kız çocuğu, eğer Sierra Leone’de dünyaya

Page 25: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

25

gelmiş olsaydı, yaşam beklentisi sadece 36 yıl olacaktı;

hastalıklara karşı bağışık kazandırılmamış olacak, yetersiz

beslenecek ve eğer çocukluk çağından sağ olarak

çıkabilirse, bir genç kızken evlenecek ve altı çocuk

doğuracaktı. Doğum yapmak onun için yüksek bir risk

anlamına gelecekti. Çocuklarından biri ya da daha fazlası

bebekken ölecekti. Yılda sadece 3 $ tutarında sağlık

harcaması yapabilecekti. Son yarım yüzyıllık dönem

boyunca yaşam beklentisi küresel olarak yaklaşık 20 yıl

artmıştır. 1950-1955’te 46,5 yıl olan yaşam beklentisi,

2002’de 65,2 yıl olmuş, ancak toplamdaki bu artış, en

yoksul ülkelerde yaşam beklentisindeki korkunç gerilemeyi

gizlemektedir.(Dünyanın ve Ülkemizin Nufüs Artış Hızındaki

Gelişmeler - Kudret ULUSOY)

Economies of scale: Bu terim her şirket her endüstri için

anahtar bir terimdir. Ayrıca bu terim, bir ürüne küçük

üreticiler daha fazla fiyat biçerken aynı ürüne daha büyük

firmaların niçin daha az fiyat biçtiğini anlamaya çalışan biz

tüketiciler için de önemlidir. Economies of scale (ölçek

ekonomisi) üretilen malların sayısı arttıkça üretimin daha

etkili hale geleceği anlamına gelir. Çoğu durumda, ölçek

ekonomisini uygulamayı başarabilmiş şirketler ürünlerinin

ortalama maaliyetini azaltmak için üretimi artırır. İşte bu

sebeple üretimi yapmak için gerekli olan sabit maaliyet

sabit kalırken artan üretimle birlikte birim maaliyet

düşmektedir. Ölçek ekonomisinde, her bir ürünün

maaliyeti endüstrinin büyüklüğüne ya da bireysel şirketin

büyüklüğüne bağlı olabilir. Eğer benzer ürünü üreten çok

sayıda farklı şirketler aynı endüstri içinde varsa, bir bütün

olarak o endüstri her bir ürünün maaliyeti dikte edecektir.

Diğer durumlarda, her birim için maliyet ne kadar çok

üretim yapacağına göre değişir. Özellikle büyük şirketler bu

konuda avantaja sahiptir çünkü onlar daha geniş pazar

gücüne sahiptir. Küçükten - orta büyüklükteki şirketler için,

artan üretim gerçekte onların maliyetlerini yükseltir. (bu

paragraf şu videonun Türkçe çevirisidir, bence daha iyi

anlamak için bi göz atın:

http://www.investopedia.com/video/play/what-is-

economies-of-scale#axzz1xKMvqJic )

Ölçek ekonomisini bir misalle açıklayalım. Farz edinki bir

fabrikamız var ve orda üretim yapıyoruz. Hadi kitap

bastığımızı düşünelim. Benim kitap basmak için halihazırda

girmiş olacağım maliyete/ harcamaya ekonomistler sabit

maliyet (fix cost) diyor. Yani mesela makinelerin mürekkebi

ve elektrik gideri gibi düşünün. Diyelim ki bizim sabit

maliyetimiz 200 lira. Şimdi ben ne kadar çok kitap

basarsam o kadar çok harcama yaparım, değil mi? Şu

aşama 10 kitap ürettiğimi düşünün (büyük sayılarla

uğraşmayalım şimdilik). 10 kitap üretmek için de bir

maliyetim olacak, ki buna da değişken maliyet deniyor

(kitap üretimiyle doğru orantılı artar), hadi değişken

maliyetimiz 20 lira olsun. Ortalama maliyetim (200+20)/10.

Bu da 22 liraya eşit. Yani bir kitabın maliyeti 22 lira. Şimdi

20 tane kitap üretirsem değişken maliyetimde 40 lira olur;

bunun da ortalaması (200 + 40) / 20 ) = 12. Gördüğünüz

üzere sabit maliyetim (200 lira) değişmedi ama 20 kitap

ürettiğim vakit bir kitabın maliyeti 12 liraya denk geldi.

Demekki ne kadar üretimi artırırsam, o kadar daha ucuza

ürünümü satabilirim. İşte bu yüzden büyük şirketlerin ya da

daha güzel örnekle Türkiye’nin her yerinde çok sayıda

bulunan marketlerdeki fiyatlar mahalle bakkalımızdaki

fiyatlardan daha düşük. Esnaf bunda battı arkadaş!

Bağımlılık Teorisi (dependency theory): 1960'lı yıllardan

itibaren Batılı ülkelerin Üçüncü Dünya ülkeleri ile olan

İlişkilerini köktenci bir tarzda eleştiren yaygın anlayışın

teorisidir. Bu teori kendine temel olarak İktisadî

emperyalizmi alır ve azgelişmiş ülkelere yapılan yardımların

asıl amacının yoksul milletleri yardım veren ülkenin iktisadî

kıskacına almak olduğunu İleri sürer. Bağımlılık teorisi ABD

ve Avrupa Topluluğu üyesi ülkelerin sömürgeci iktidarını

sağlayan kuvveti kaybetmediği görüşünü esas alır.

Günümüzde bağımsız Latin Amerika, Afrika ve Asya ülkeleri

üzerinde sömürgeci devletlerin büyük siyasî kontrolleri

sözkonusudur. Bu kontrolü siyasî kararlarını açıktan

bildirerek değil, İktisadî baskı uygulayarak ve kendi üstün

pazarlama güçlerini uluslararası ticarette zengin ülke lehine

kullanmak suretiyle yaparlar. Bu durum uluslararası siyasî

ve İktisadî ilişkilerde "yeni sömürgeciik" kavramı ile İfade

edilmektedir.

Bağımlılık teorisinin sonuçları doğrudan para olarak yapılan

dış yardımların bile kuşku ile karşılanması gerektiği

noktasına kadar götürülmüştür. Çünkü yardım olarak tahsis

edilen sermaye, Üçüncü Dünya ülkelerinin iktisadî hayatını

Birinci Dünya pazarlarına yarayacak biçimde düzenlemek

Page 26: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

26

ve yoksul ülkenin gelişme yönünü zengin ülkenin ihtiyaçları

doğrultusunda sabitleştirmek üzere ve bu şartla verilir.

İktisadî gücün hayatî sonuçlara varması nedeniyle. Batılı

yatırımcıların kârlarını azamiye çıkarma azmi

azalmadığından, yoksul ve çok nüfuslu ülkelerin, en azından

kısa vadede Batılı pazarlara hizmet edecek şekilde

hammaddelerini kullanmaktan başka bir alternatif

görünmüyor. Bir görüşe göre hammaddelerin hangi ülke

hesabına daha avantajlı olarak kullanılacağı konusunda

sabit kurallar veya iktisadî kanunlar yoktur. Bu tezi

desteklemek için petrol örnek gösterilir. Başlangıçta Birinci

Dünya ülkelerinin teknik üstünlükleri petrolün zengin

ülkeler hesabına kullanılmasını mümkün kılarken, sonraları

Üçüncü Dünya ülkelerinin bir silahı hâline gelebilmiştir. Bu

görüşe karşı hammaddenin bağımlılık ilişkisinde olumsuz

unsur olduğu ve tek başına bir güç olmadığı ileri

sürülmektedir. Nitekim, petrol finans kurumlarının etkinliği

sayesinde petrol Üçüncü Dünya ülkelerinin bir silahı

olmaktan kolaylıkla çıkarılmış ve yine endüstriyi kontrol

eden güçlerin hesabına çalışan bir işkolu haline

sokulabilmiştir. (Buradan resource curse kavramı arasında

bir ilişki kurabiliyor olmanız gerekir!)

Bağımlılık teorisi, XIX. yüzyılın iktisadî imparatorluklarının

ne kadar uzun ömürlü olduklarım gözler önüne sermekle

kalmamış, aynı zamanda çok uluslu şirketlerin siyasî otori-

telerinin kararlarına nasıl etki edebildiğini de göstermiştir.

Yoksul ülkelerin hammadde kaynakları bağımlılıklarının

nedenleri olarak görüldüğünde, bağımsızlığın da kendi

kaynaklarını değerlendirmede üstün bir teknolojiye

ulaşmadıkça sağlanamayacağını ifade eder.

Kuzey – Güney Farkı: (Hayır kızlar beklediğiniz gii: biri

sarışın öteki esmer demiyeceğim :) Bugün dünyada Güney

denildi mi akla gelişmemiş yahut dünyanın en fakir

devletleri gelir. Tanımlamaları burada çeşitlendirirler:

üçüncü dünya ülkesi, az gelişmiş ülke, gelişmişlik altında

kalan devlet, ya da gelişmekte olan devlet. Birbirine zıt iki

mefhumun, ötekinden kendini elevereceği gibi, Kuzey ile

kastolunan sanayi devrimini görmüş geçirmiş, sanayileşmiş,

modernleşmiş, kısaca gelişmiş ülkelerdir.

Elbette burda, bir zamanlar sosyoloji dersinde de

değindiğim gibi kuzey ve güney kavramları, bir yerde bizim

algılarımızı etkilemek için bilinçli olarak belirlendiğini /

belirlenmiş olabiliceğini de belirtmek isterim. Bizler

21.yüzyılın biliminden geçmiş talebeler olarak biliyoruz ki,

şuana kadarki araştırmalar ışığında, evren sonsuz bir

genişliktedir ve dünya geoit bir forma sahiptir. Sonsuz bir

alanı kapsayan üç boyutlu bir ortamın kuzeyinin, güneyinin,

doğusunun ve de batısının olması ne kadar bilimseldir?

Uzayda bize kıs kıs gülen uzaylı, sonsuz boşluk içinde kuzey

ve güney hesabı yapabilir mi? Demeye çalıştığım şey

özünde şu, sınırsız bir alanda yönler hesaplanamaz. Eğer

bugün dünya haritası olarak bildiğimiz haritanın kuzeyinde

Avusturalya, Güney Africa Cumhuriyeti, Madagaskar,

Antarktika ve Arjantin olsaydı ve güneyinde de Kanada,

İsveç, Grönland ve Rusya olsaydı bilimsel olarak bu harita

yanlış bir harita olmayacaktı. Gelişmiş ülkeler hükmeder,

onlar üstedir. Bugün dünyanın kuzeyi dediğimizde aklınıza

gelen ülkeler İskandinav ülkeleri, Avrupa, ABD, Rusya:

Bunların hepsi kuzeyde yani üstte. Yönetilenler, Latin

Amerika ülkeleri, Afrika ülkeleri gibi garibanlar ise altta,

güneyde. Bunlar aslında özellikle batı dünyasının haritacılık

çalışmalarının gelişmeye başladığı dönemde özellikle

üzerinde durduğu hesaplardır. Öte yandan bugün hangimiz

ABD, Rusya veAvrupadaki bir çok ülkenin dünyanın en

gelişmiş ülkeleri olduğunu reddebilir? Burda amacım

ülkeleri yargılamak değil, algılamalarımız üzerinde ta kaç

yüzyıl öncesinden beri oynandığını söyleyip, bakış açınızı

genişletmek.

Geçelim verilerle Kuzey – Güney farkına: Güneyde, yaklaşık

bir milyar insan fakr u zaruret içinde yaşıyor. Temel

gıdalara ve en elzem sağlık hizmetlerine neredeyse hiç

ulaşamıyorlar ya da ulaşmak çok kısıtlı. Özellikle Afrikada

yoğunlaşan bu nüfusun, gelir düzeyi yıllardır değişmedi/

ilerlemedi. 20 yıl evvel, bu nüfus daha çok Güney Asya da

yoğunluktaydı, yani fakirlik oranı en fazla oradaydı. Nitekim

sözkonusu bölgedeki ekonomik gelişme, yaşam sınırı

altındaki fakirlik oranını gözle görülür oranda düşürdü. Şu

anda, iki milyar insan ev olan Güney Asyada kişi başına

düşen yıllık ortalama gelir 2.600 dolar. Bu oran Afrikada

2.000 dolar. Şimdi benden size bir soru: “Madem

milyarlarca insan fakirlik sınırından çıkıyor (nispeten daha

iyi gelire sahip oluyor) niçin halen bu bölgelerde ciddi

fakirlik oranları var?” Bu kadar düşünme yeter! Cevap

Page 27: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

27

aslında çok kısa ve net: hızlı nüfus artışı. (CNN: Bölgedeki

sorunun çözümü RTE’den geldi: Kürtaj @>½%&/(/(£#$ :)

Her altı saniyede bir, dünyanın bir yerinde, bir çocuk

yetersiz beslenmeden dolayı ölüyor. Bu ne demek, saatte

600, günde 14.000, yılda 5 milyon çocuk açlıktan yahut

kötü beslenmeden ölüyor. Siz bu paragrafı okurken sekiz

saniye geçti ve bu cümleyle birlikte şu an dünyada bir

çocuk öldü. Burcu siz daha köfteleri çöpe atın!!!!

Halbuki şu kahpe dünyada bu çocukları beslemek için

yeterince yiyecek ve onları yetiştirmek için gereken

yeterince gelir üretiliyor; lakin gelin görünki ya bu

çocukların yaşadıkları devletler yahut aileleri yetirince

gelire sahip değilki bu çocukları besleye. Bu arada madem

dünyanın ağzına etmeye başladık şunu da söyleyeyim: her

altı saniyede dünya askeri güçler için 200.000 dolardan

fazla para harcıyor, ki bu paranın binde biri bu aç

cocukların hayatını kurtarabilir! Ben, “adaletin bu mu

dünyadan” daha başka bişey demiyorum arkadaş!

Neo-liberal küreselleşme sürecinde Kuzey ve Güney

ülkelerinin Dünya sistemi içindeki konumları daha kaygan

bir zemine gelmiştir. Küreselleşmenin başlangıcı kabul

edilen 1980 yılında, Dünya nüfusunun %82sini oluşturan

Güney ülkeleri aynı yıl yaratılan GSTİH’nin (dolar cinsinden)

%28ini almaktaydı. 2003 yılında Dünya nüfusundaki payı

%85e çıkan Güney ülkelerinin gelirden aldıkları pay %20ye

düşmüştür. Kuzeye aynı kriterler açısından bakıldığında;

1980’deki nüfus payı %18 iken 2003te %15e düştü; ancak

Dünya GSYİH içindeki payı 1980de %70den 2003te %80e

çıkmıştır. 2003te dünya ticaretinin %74ünün Kuzey;

%26sını güney yönlendirmiştir. Bu gelir – nüfus farklılığı

kuzeyin küreselleşme sürecinden daha kârlı ve yeni

olanaklarla çıktığını göstermektedir.

Dünya büyüme ve işsizlik rakamları (%)

Yer 1995 yılı 2005 yılı GSYİH oranı

Dünya 6 6.3 3.8

Gelişmiş ülkeler ve AB

7.8 6.7 2.6

Merkez ve doğu

9.4 9.7 4

Avrupa

Doğu Asya 3,7 3,8 7,6

Güneydoğu Asya ve Pasifik

3,9 6,1 3,8

Güney Asya 4 4,7 5,8

Latin Amerika

7,6 7,7 2,8

Afrika 14,3 13,2 4,4

PIN Toplantılarında Neden Bahsedildi?

Aslında başlığın cevabını şöyle adam akıllı bilen var mı

bilmiyorum ama biliyoruzki bu toplantılarda Arab

Baharı’ndan bahsedildi. Sanmıyorum ki, hoca, gitsin de

doğrudan konuşmacıların birinin hangi konudan

bahsettiğini sorsun. Ben bu bölümde Arap Baharı hakkında

genel bilgiler vereceğim; hem sınavda yazacak bir bilgimiz

hem de bölge üzerinde genel kültürümüz olur.

Arab baharından bahsedeceksek şayet cevaplamamız

gereken büyük sorular var: Ne oldu? Niçin oldu? Nasıl

oldu? Sonuçları ne oldu? Bunları mümkün olduğunca

eksiksiz ve öz cevaplamaya çalışacağız:

Herşey 26 yaşındaki Muhammet Buazizi’nin kendini

yakmasıyla başladı (bugün öyle kabul ediliyor demek daha

doğru). Tunuslu Muhammet iş bulamamıştı ve yol

kenarındaki arabasında meyva satarak geçiniyordu. Bir

belediye çalışanı geldi ve onun arabasına el koydu. Bunun

üzerine bir saat sonra kendini gazolinle ıslatan Muhammet

ateşi çaktı. O gün tarih 17 Aralık 2010 idi. Bu Arap baharını

da başlatan ilk ateş oldu. Nitekim Muhammet 4 ocakta

öldü ve onun ölümü var olan yönetimden memnun

olmayan farklı grupları bir araya getirdi: Yasemin Devrimi

de denen Tunus devrimi başladı. Niçin bu insanlar

ayaklandı diye soruyorsanız, cevap şöyle olacaktı:

monarşinin ve diktatöryel yönetimlerin otokratik

uygulamaları, insan haklarının ihlali, ekonomik düşüş,

işsizlik, aşırı fakirlik ve sınırlandırılmış özgürlükler. Aslında

burada saydığım sebepler, protesto ve ayaklanmaların

çıktığı tüm arap devletlerindeki ortak sorunlardı. Yani

protestocular hep bu sebepleri sayıyordu. Protestolar

artarak devam etti ve nihayetinde oradaki yönetimi

Page 28: International Relations - WordPress.com...sahipti (ancak cin ve fransa anlasmaya 1992 ye kadar taraf olmadı), dolayısıyla andlasma basitçe diyorduki: Biz nükleer silah istemiyoruz,

IR Final Notları – Özgür AKIŞOĞLU Haziran 2012

28

koltuğundan etti. 23 yıldır koltuğuna çakılı kalan Bin Ali,

“Goodbye my lover” dedi ve Sudi Arabistan’a gitti. Böylesi

durumlarda tarih tekerrür eder evlatlarım, olan gene halka

olur. BM raporuna göre 219 insan ayaklanmaları sırasında

öldürülürken 510nu da yaralandı. Bin Ali’nin yerine, batı

tarzı siyasete daha sıcak bakan islamcı parti Ennahda geçti.

Mısır: Tunusta çıkan baharın polenleri Mısır’a gitti,

Mübarek’i alerji yaptı. Ders böyle anlatılır arkadaş :D

Kahirede başlayan protestolar tüm ülkeye yayıldı. Mübarek

başta gitmem diye tutturduysa da o da Bin Ali’nin yanına

gidip “goodbye my lover”ı söylemeye başladı. Libya:

Ayaklanmalar Libya’da da çıktı. Ancak hükümet güçleri,

yani Kaddafinin adamları, bu ayaklanmalara sert yanıt

verdi. (sanki önceki ikisi ayaklanmaları alkışlamış mıydı diye

sorabilirsiniz ve de haklısınız). Nitekim bi oyunlar oynandı

ve Tunus ve Mısır’daki ayaklanmalar sırasında burnunu

karıştan BM birden saldırı kararı aldı. Ne oldu: Kaddafi

devrildi ve isyancılar tarafından öldürüldü. 300.000 insan

öldü; 50.000 kişi yaralandı ki bunların 20.00 ciddi vakalar.

BBC’nin bir haberine göre 335.000 insanda ülkeyi terk etti.

Libya kurtuldu ! ? He bu arada UN hava saldırısından sonra

geçici hükümetle petrol andlaşması yapmılardı. Kim

demişse doğru demiş: Devrim ithal edilmez!

Bu üç ülke önemliydi. Şu genel bilgilere bakmakta fayda

var: 1)Ayaklanmaların ortak sebebi, monarşik ve

diktatöryel yönetimin otonom yapıları, ekonomik bozukluk,

insan haklarının sağlanamaması, yaşam standartlarının

altında yaşayanların oranlarının fazla olması, temel hak ve

özgürlüklerin kısıtlı ya da sağlanmamış olması ve işsizlik.

2)Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de çıkan ayaklanmalar bu

ülkelerde hükümetler yönetimden düşürüldü 3) Fas,

Ürdün, Kuveyt, Bahreyn ve Umman’da protestolar var ve

hükümette değişiklikler yapılıyor. 4) Irak, Lübnan-İsrail

Sınırı ve Cezayir’de büyük protestolar olurken Sudi

Arabistan, Sudan, Batı Sahra be Morutanya da küçük çaplı

protestolar sürüyor.

Eğer dünya 100 kişilik bir köy olaydı:

61 köylü Asyalı (ki bunların 20si Çinli; 17si de Hindistanlı

olurdu), 14ü Afrikalı, 11i Avrupalı, 9u Latin veya Güney

Amerikalı, 5i Kuzey Amerikalı olurdu ve köylülerdeb hiç biri

Antarktika, Okyanusya ve Avusturalyadan olmazdı.

En az 18 köylü okuma yazma bilmeyecekti ancak 33ünün

cep telofonu olacaktı ve 16sı internette online olabilecekti.

27 köylü 15 yaşının altında olacaktı ve 7si 64 yaşının

üzerinde olacaktı.

Kadınların ve erkeklerin sayısı eşit olacaktı.

Köyde 18 tane araba olacaktı.

63 köylü yetersiz sağlık koşullarında olacaktı / yani 63

doğru düzgün temizliğini yapamayacaktı.

33 köylü Hristiyba, 20si Müslüman, 13ü Hindu, 6sı Budist,

2si ateist olacaktı, 12si dindar olmayacaktı, ve kalan 14ü

diğer dinlerden birine tabi olacaktı.

30 köylü işsiz olacaktı, diğer 70 ise çalışıyor. 28i tarımda

(birincil sektör), 14ü sanayide (ikincil sektör) ve kalan 28i

de servis sektöründe (üçüncül sektör) çalışacaktı. 53 köylü

günlük 2 amerikan dolarından az bir ücretle yaşayacaktı.

Bir köylü AIDSli olacaktı, 26sı sigara içecekti ve 14 köylü

obez olacaktı.

Bir yılın sonuna kadar, bir köylü ölecek iki yeni köylü

doğacaktı ve bu sebeple nüfus 101e tırmanacaktı.

“”””NOT: Arkadaşlar, notta eksik bulduğunuz, tekrar

okuyup da anlamadığınız veya bir bölümüyle ilgili bir

sorunuz olursa bana hemen sorabilirsiniz! Umarım not sizi

yeterince tatmin etmiştir.””””