sb 140 ic - somuncu baba dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda...

46
AYLIK İLİM - KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ HAZİRAN 2012 140 Dergisi Hediyesi... HAZİRAN 2012 Fiyatı: 8 AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ Zikreyleyen Gönüller 34 06 Âb-ı Hayat Yurdu Darende

Upload: others

Post on 09-Mar-2021

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

AY

LIK

İLİM

- KÜ

LT

ÜR

VE

ED

EB

İYA

T D

ER

GİSİ

HA

ZİR

AN

2012

140

140

Dergisi Hediyesi...

H A Z İ R A N 2 0 1 2Fiyatı: 8 AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

ZikreyleyenGönüller3406 Âb-ı Hayat

Yurdu Darende

Page 2: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Başyazı Sebahaddin ATEŞ

DARENDE’DEN DÜNYAYA

As the followers of a rose hearted path, we always try to do our best with the advice of the mighty people around who serve the hearts. We know that the heart is the mirror of divinely mysteries. This year, our foundation, which builds the rose and heart civilization today, has organized an International Symposium, which was done as hitherto national as Somuncu Baba and Hulusi Efendi Cultural Festivals, in order to introduce the idea of Hulusi Efendi and Somuncu Baba to the world.

Our Precious Readers! With the blessings of mighty and wise people, with the effort of the broadcast and authors staff, and your interest, of course, in the 19th year of publication, we have published the 140th issue of our periodical. Hand in hand together ! To the best and beautiful...

FROM DARENDE TO THE WORLD

Gül gönüllü bir yolun takipçileri olarak, gönüllere hizmet eden büyüklerimizin tavsiyeleriyle hep iyiyi ve güzeli yapmaya çalışıyoruz. Çünkü gönül nazargâhı ilahi ve sırlar aynasıdır. Gül ve gönül mede-niyetini günümüzde inşâ eden vakfımız, Anadolu’nun manevî mimarlarından Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Hazretlerinin ideasını bütün dünyaya tanıtmak maksadıyla yıllardır yapmış olduğu kültürel fa-aliyetleri bu yıl Uluslararası boyuta taşıyarak, Uluslararası bir Sempozyum tertip etmiştir. Vakıf Müte-velli Heyet Başkanımız H. Hamidettin Ateş Efendi, Vakıf kurucumuzun gönül iklimini şöyle tavsif edi-yor:

“Hulûsi Efendi Hazretlerinin gönül iklimi, rahmet yüklü bulutlar gibi inci mercan misali şiir yük-lüdür. İlahî hazineden onun gönlüne ilham olan şiirler, sohbet ortamlarında, seher vaktinde veya hiç belli olmayan bir gecede, bir zaman diliminde aniden doğardı.”

Hizmetlerimiz halka halka genişledikçe, vakfımız eğitim, sağlık, sosyal ve kültürel sahalarda her türlü toplumsal meselenin halli için gece gündüz çalışmaktadır. Toplumun bütünleşmesine, toplum barışına ve vakıf hizmetlerine adanmış ömürler, artık meyveye duran ağaçlar olarak etrafına gül koku-ları yayan, çiçekler açan güzellikler saçan bir görünüme kavuşmaktadır.

Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Hazretleri adına sevgi ve gönül medeniyeti olarak inşa edilen muh-kem hizmet âbidelerinin kapılarında isimleri ser levha olarak yazılmakta, hatıraları dillerde dolaşmak-ta ve insanların sevgilisi olmakta, muhabbeti gönüllerde yaşamaktadır.

Eserleri ve hizmetleriyle o yüce şahsiyetlerin nâmı gökkubbede bir hoş sadâ olarak yankılanmaktadır.Bir yazarımızın şahit olduğu şu hadiseyi de burada nakletmek istiyorum:

“19.05.1975 tarihinde ziyaret ettiğim Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bana, Somuncu Baba kitap-çığı hediye etmişti. O günkü sohbetinde, o zat-ı muhterem hatırladığım kadarıyla şöyle buyurmuştu:

‘Eğer hiçbir şey yapmak istemezseniz yerinizde sayar, tembel olursunuz. Biz Darende’yi aşan bir ça-lışma içine girdik. İnşallah bizden sonra, Türkiye’yi aşanlar da çıkacaktır.’

O sohbette Hulûsi Efendi’nin yüzünde Türkistan’dan Anadolu’ya gelen yol izlerini, Buhara’dan Darende’ye yansıyan hâl izlerini görmüştüm. Hazretin yüzünde gördüğüm izleri bugün, evlatlarının sîmasında, aynı çizgide o mânayı taşıyarak uzun bir yolculuğa çıkan, Somuncu Baba Dergisinde gö-rüyorum. Zamanın şahitliğinde, Hulûsi Efendi’nin kelâmının ortaya çıktığını gördükçe “zamanın sahi-bi” diye tavsif edilen kâmil insanların neler yaptığını, neler yapacağını daha iyi anlıyorum. O gün duy-duklarım, semâda yankılanmaktadır. Bu dergi, bu heyet, bu vakıf, bu paylaşım duygusu, elbette hızla devam edecektir. Çünkü kaynağı çok temiz ve asildir. Sevinçle geldim, sevince erdim.”

Kıymetli okuyucular; büyüklerimizin himmeti, dergimize gönül veren yayın kadromuzun ve yazarla-rımızın gayreti ve siz değerli okuyucularımızın alâkası ile 19. yayın yılında 140. sayımızı neşretmiş bulu-nuyoruz. Hep birlikte en iyiye en güzele el ele…

Page 3: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

3

40

60 64 72

İRFÂNÎ ŞİİRİMİZ VE HULÛSİ EFENDİ DÎVÂNI - Bilal KEMİKLİ (10)

EL-KAVÎ - Ramazan ALTINTAŞ (18)

HULÛSİ EFENDİ (K.S.)’DE TASAVVUFÎ EDEB - Kadir ÖZKÖSE (22)

GÖZLERİN - Bekir OĞUZBAŞARAN (27)

HULÛSİ EFENDİ (K.S.)’NİN DÎVÂNI’NDA NEFS - Kadir DEMİRCİ (30)

ZİKREYLEYEN GÖNÜLLER - Musa TEKTAŞ (34)

ATTÂB B. ESÎD (R.A) - Bünyamin ERUL (39)

HUZURSUZ HAYATLAR - Enbiya YILDIRIM (46)

VEDA TEPESİ - Bilal YAVUZ (49)

OSMAN HULÛSİ EFENDİ (K.S.)’DE AİLE EĞİTİMİ - M. Aybike SİNAN (50)

AFFETMEK - Mehmet SOYSALDI (54)

LEYLÂ DEDİM YÂR İSTEDİM!.. - Rıfat ARAZ (59)

SAMSUN VELÎLERİ - Yusuf HALICI (70)

HUZUR DEFTERİ - Ayşe SEVİM (76)

ÇOCUKLARDA GÜVEN - M. Emin KARABACAK (78)

ZAAFLAR - Sefa SAYGILI (80)

DARENDE GÜZELLEMESİ - M. Nihat MALKOÇ (83)

ALERJİ - Akın DİNDAR (84)

GİNGSENG - Şifalı Bitkiler (86)

SARIMSAKLI KÖFTE - Mesude SARI (87)

ÂB-I HAYAT YURDU DARENDE

KUR’ÂNEĞİTİMİ

MİMAR SİNAN

HULÛSİ EFENDİ (K.S.) VE İNSAN

HÂL EHLİ BİR VAKIF

SOMUNCU BABA VE HULÛSİ EFENDİ PANELLERİ

06Ulu Cami’nin açılış hutbesini okuyan Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri, nam-ı diğer Somuncu Baba bu toprakların manevî bekçisidir. Gönül sultanları bu topraklarda sonsuzluk uykularını uyumaktadır.

Kur’ân, okunmak, anlaşılmak ve uygulanmak için gönderilmiş bir kitaptır. Onu anlamaya geçmeden önce doğru okumak şarttır.

Osmanlı kültür ve medeniyetinin inşasında oynadığı devasa rolden ötürü tarihimizin bize armağan ettiği örnek şahsiyetlerden birisi de kuşkusuz Mimar Sinan’dır.

Bir İslâm büyüğüne, mutasavvıf şairine, insanı böyle açıklatan, onu kâinatın süzülmüş özü, varlık ve oluşların gözbebeği olarak tarif ettiren İslâm’ın bizatihi kendisidir. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerdir.

Vakfın dikkate değer bir başka yönü de her konuda işi erbâbına bırakmasıdır. Somuncu Baba Dergisi başta olmak üzere, yayınları, sempozyum ve panelleri....

Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi’nin Kayseri, Mersin, Sivas ve Malatya’da Vakfımız tarafından ‘Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Panelleri’ düzenlendi.

14M. Nihat MALKOÇ

Abdullah KAHRAMAN Ahmet ŞİMŞİRGİL

Ali AKPINAR Resul KESENCELİ

ADANA 0 322 457 66 54ALANYA 0 242 518 26 18AMASYA 0 533 681 33 82ANKARA 0 312 324 40 75 ANTALYA 0 530 328 82 86BARTIN 0 378 227 30 64BOLU 0 374 217 42 02BURSA 0 532 766 92 56ÇAYCUMA 0 372 615 19 21ELBİSTAN 03444150188G.ANTEP 0 342 321 43 34GEREDE 0 532 704 15 44GÖLCÜK 0 532 561 61 65 İSKENDERUN 03266157356İSTANBUL 02164720892

İZMİR 02324359091K.MARAŞ 05446904567KARABÜK 0 542 240 67 63KAYSERİ 03523360329KONYA 0 332 233 38 74MALATYA 0 533 331 88 13MERSİN 03243363109OSMANİYE 03288462139SAKARYA 0 264 339 23 65SAMSUN 0 362 238 79 79SİVAS 03462220846TOKAT 0 356 212 24 63TURHAL 0 356 275 86 00TÜRKELİ 03686712450ZONGULDAK 03722532474

İsmail ÇOLAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nınYayın Organıdır

KurucusuA. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

Yıl: 19 Sayı: 140 Haziran 2012Basım Tarihi: 01 Haziran 2012

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adınaİmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni

Sebahaddin ATEŞ

Yazı İşleri MüdürüHulûsi YAYLA

Reklam MüdürüYusuf YILMAZ

Yayın EditörleriYrd. Doç. Dr. Mehmet TAŞDEMİR

Musa TEKTAŞ

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK

Prof. Dr. Ali YILMAZProf. Dr. Sebahat DENİZProf. Dr. Bilal KEMİKLİ

Prof. Dr. Abdullah KAHRAMANProf. Dr. Ali AKPINAR

Danışma KuruluProf. Dr. Mehmet AKKUŞProf. Dr. Sinan YALÇIN

Prof. Dr. Mehmet SOYSALDIProf. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL

Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSEDoç. Dr. Mahmut YEŞİL

YapımARTWORKS

www.artworks-tr.com

Genel Sanat Yönetmeniİlhan SOYLU

Sanat YönetmeniAli GÜRSOY

Yönetim Yeri-Basım-Yayım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım

Baskı & Üretim Ege Basım Matbaa ve Reklam Sanatları Ltd. Şti.

Esatpaşa Mahallesi Ziyapaşa Caddesi No:4 Ataşehir/iSTANBUL Tel: 0216 470 44 70

Kurum Abone : 140

Yurtdışı 1 Yıllık Abone : 72 EURO Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN - TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen (0422) 615 15 00 / 137 dahiliyi arayınız.

Page 4: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

55Haziran 20124

Kadr-i zer zerdâr şinâset kadr-i gevher gevherî

Kadr-i gül bülbül şinâset kadr-i Kanber ya Ali

(Altının değerini sarraf, mücevherin değerini de kuyumcu bilir. Gülün

kadrini bülbül, Kanber’in değerini de Ali (r.a.) bilir.)

Yukarıdaki beytin belirttiği manadan hareketle; demlikten ve kemlik-

ten- aldatmaktan ve kötülükten- arınmış gönülleriniz, bu geçici dünyanın

rengârenkliğini – güzelliğini – dostunun bir kılına değişmez.

Ömer Efendi hakkında , “Kötüsünü iyisiyle değişip aldattı.” sözünü uy-

gun görmez. Belki nazarında sizin ve Emin Efendi kardeşimizin hatırlanma-

sına sebep olacağını ümit ediyorum. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.)’in huzu-

runa geç gelmiş olan Hz. Ali (r.a.), saadet mescidinin ağzına kadar sahabelerle

dolu olduğunu ve bir kişinin oturacağı kadar bile yer olmadığını görünce kapı-

da ayakta durur. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sağ tarafında oturmakta olan Hz.

Ebu Bekir (r.a.) bu durumu görür ve ayağa kalkarak (Hz. Ali’ye) kendisiyle Hz.

Muhammed (s.a.v.) arasında yer gösterir. Bu durumu gören Peygamberimiz

(s.a.v.)’in mübarek yüzünde bir gülümseme belirir ve şöyle buyurur: “Fazilet,

sahibinin değerini bilmez; fazilet sahibinin değerini yine fazilet sahibi bilir.”

Onun içindir ki ölçülü ve tartılı mücevherin değerini takdir eden yine ku-

yumcudur. Mücevherin değerini boncuk satanların bilmesi beklenemez.

Ömer Efendi kardeşimizin gönlünde bir hediye sebebiyle, sağlam demliği

kırıkla değişmesi bazı olgun muhabbetlere ilgisiz arkadaşların dedikoduları-

na sebep olmuş, ruhlar âlemi kadar eskiden gelen sevginin değerini yok etmiş.

Düşüncemiz ( iyi niyetli düşünce) odur ki; (onlar) gül bahçesi gibi güzel mu-

habbetten pişmanlık dikeni toplamışlardır. Düzeltmeye uygun olan-tamiri, te-

davisi olası olan- demliği evvelki gün tamir ettim ve bugün de size gönderiyo-

rum.

Artık kararı size bırakarak aşağıdaki beyitlerimi arz ederim.

Ömerin gönlü dünyaya değer ey sevgili can

Mücevherin kıymetin sarraf bilir el ne bilir

Hak için sevdiği o demliği gönlü kötü olan bilmez

Dedikodu gelince söyler onu dil ne bilir.

*Güncelleme: Yrd. Doç. Dr. Cemil Gülseren

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Kırkdokuzuncu Mektup

Mektûbât-ıHulûsî-i Dârendevî

Page 5: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

7Haziran 20126 7

ÂB-I HAYAT YURDU

DARENDEâB-I HAYAT YURDU

“Ulu Cami’nin açılış hutbesini okuyan Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri, nam-ı diğer

Somuncu Baba bu toprakların manevî bekçisidir. Gönül sultanları bu topraklarda

sonsuzluk uykularını uyumaktadır. Manevî feyizlerle mü’minlerin gönüllerini

fetheden Şeyh Hamid-i Veli (k.s) ve Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)’nin

mübarek kabirleri bu güzel ilçede bulunmaktadır.”

Ma l a t y a ’ n ı n

uzağına dü-

şer Daren-

de… Dağlar, tepeler aşmadan

görünmez o masum yüzü. Es-

rarını öyle kolay kolay aşikâr

etmez. Fakat buraya varmaya

bir niyetlenmişsen hiçbir engel

önünde duramaz. Yüreğinin gö-

türdüğü yere gitmekten başka

yapacak bir şeyin kalmaz. Çün-

kü Darende’nin manevî atmos-

feri bir mıknatıs gibi gönül ehli

insanları kendine çeker. Oraya

gidince farklı bir havaya girdiği-

ni hissedersin. Manevî güllerin

en irileri ve en dirileri karşılar

sizi bu güzel ve özel ilçede… “İyi

ettim de geldim” dersiniz kendi

kendinize.

Davetkâr bir peri gibidir Da-

rende… Tabir caizse bir dün-

ya cennetidir o alımlı suretiy-

le... Yorgun gönüllerin huzura

ve sükûna erdiği bir esenlik bel-

desidir. Göklerin mavisi, suyun

mavisinin menşeidir burada. Bir

su medeniyetinin tam ortasında

olduğunuzu bütün hücrelerini-

ze kadar hissedersiniz. Bu su,

bildiğimiz sulardan öte, bir âb-ı

hayat hükmündedir.

Bir huzur beldesi olan

Darende’de tabiat bütün cö-

mertliğini sergiler sevgiyle ba-

kan gözlere... Gönül sultanla-

rının sesi yankılanır Tohma

Çayı’nın kanyonlarında. Şeyh

Hamid-i Veli Hazretleri, nam-ı

diğer Somuncu Baba’nın mane-

viyatı kuşatır Darende’nin tarih

kokan cadde ve sokaklarını. Ba-

siret nazarlarıyla temaşa eden-

Şehir Güzellemesi M. Nihat MALKOÇ

Orh

an T

URG

UT

Page 6: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 20128 9

lere bütün sırlar aşikâr olur Has

Bahçe’de… Minarelerden oku-

nan lahuti ezanlar tamir eder

ruhların kırık dökük yanlarını…

Dağların kucağında tefek-

kürle meşguldür Darende…

Sanki Tohma Çayının berrak su-

larıyla söyleşmektedir Hakk’a ve

hakikate dair... Bu toprakların

her karışına dualar sinmiştir.

Bu topraklarda Horasan

erenlerinin bugünkü

temsilcileri, tertemiz

ayaklarıyla dolaşmak-

tadır. Hayatın merke-

zine madde değil, mana

oturtulmaktadır. Fit-

ne fesat değil, zikir du-

yulmakta Darende’nin

ruhlara inşirah veren o

masmavi ve berrak se-

malarından...

Tohma Çayının ke-

narındaki ufak tefek

ağaçlar güzel bir tab-

lonun vazgeçilmez bir

parçası gibidir. Bu ça-

yın en güzel kısmı Es-

Seyyid Osman Hulûsi Efen-

di Vakfı’nın ve Somuncu Baba

Camii’nin bulunduğu bölgede-

dir. Bu maneviyat erenleri, bu-

ranın havasını iyice munisleşti-

rerek doyumsuz kılarlar.

Tohma’nın kıyıcığında içtiği-

niz demli bir çayın tadını kolay

kolay unutamazsınız. Kanyon-

dan yükselen kayaların heybeti

insanlara uhrevî duygular ilham

eder. Öte yandan Tohma’nın

üzerine kurulan küçük ve şirin

köprüler bir başka güzel görün-

tü oluşturur.

Darende güneşin usulca do-

ğup usulca battığı, ayın geceyle

söyleştiği masal beldesidir So-

muncu Baba Boğazı, Somuncu

Baba Camii ve Balıklı Göl’den

başlayan bir doğa harika-

sıdır. Tohma Çayı, bu bo-

ğazdan adeta zikrederce-

sine vakur ve nazlı nazlı

akmaktadır.

Maneviyat erenleri-

nin, gönül sultanlarının

pak yurdudur Darende…

Hak ve hakikatin meyda-

nıdır bu güzide toprak-

lar… Ulu Cami’nin açı-

lış hutbesini okuyan Şeyh

Hamid-i Veli Hazretle-

ri, nam-ı diğer Somun-

cu Baba bu toprakların

manevî bekçisidir. Gönül

sultanları bu topraklar-

da sonsuzluk uykularını

uyumaktadır. Manevî feyizlerle

mü’minlerin gönüllerini fethe-

den Şeyh Hamid-i Veli (k.s) ve

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi

(k.s)’nin mübarek kabirleri bu

güzel ilçede bulunmaktadır. On-

lar bu mübarek ve muazzez top-

rakların tapuları hükmündedir.

Şiire gönül veren ve müs-

takil bir Divan’ı bulunan Es-

Seyyid Osman Hulûsi Efen-

di, Darende’yi mesken tutan

ve burada tertemiz nesil yetiş-

tiren bir Hakk ve hakikat dos-

tudur. Onun yolundan giden

talebeleri, kirlenen dünyayı ve

ruhları arıtma gayreti içinde-

dir. Onun kabrinin burada ol-

ması, bu topraklara bambaşka

bir güzellik ve özellik katmak-

tadır. Bu çağın Yunus’u diyebi-

leceğimiz gönül sultanlarından

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efen-

di (k.s)’nin şu dizeleri ne kadar

da manidardır:

Garazsız hem ivazsız hizmet

et her canlıya/Kimsesizin düş-

künün ayağı ol, eli ol

Allah için herkese hürmet

et de sev sevil/Her göze diken

olma sümbülü ol gülü ol

İncitme sen kimseyi kimseye

incinme hem/Güler yüzlü tatlı

dilli her ağızın balı ol

Darende’ye bahar gelince

bahçeler bayramlık elbiselerini

giyer sanki… Kayısılar bembe-

yaz çiçeklerini açtığı zaman ade-

ta bir gelinliği andırırlar. Hele

bir de dallar meyveye durunca

bahçelerin güzelliğine doyum

olmaz. Kayısı yüklü her ağaç sarı

renklere bürünür.

Darende, suyun kalbinde

atan bir nabızdır. Suyun bu ka-

dar yüksek tonda dile geldiği ve

suyun bu kadar mükemmel bir

ahenk oluşturduğu başka bir yer

yok sanırım. Darende’ye vardı-

ğınızda ilk dikkatinizi çeken şey,

şehrin sükûnetidir. Su sesinden

gayrı ses duyulmaz olur. Sanki

Tohma Çayından akan suların

sesini duyalım diye cümle mev-

cudat susmuştur.

Şirin Darende’de tabiat bü-

tün cömertliğiyle kendini tefek-

kür ve tezekkür ehline teşhir

eder. O güzel coğrafyayı temaşa

edenler, Hakk’ın yaratma sıfa-

tının ihtişamı karşısında küçük

dillerini yutarlar. Burada her

şey Hakk’a nazar kılınması için

doğal bir dekor hükmündedir.

Darende, Hakk dostlarının

kabirleriyle inanç turizmine

aday küçük bir yerleşim yeri-

mizdir. Tohma Çayının emsal-

siz güzelliğini cömertçe sergi-

lediği bu diyarda olmak insana

büyük bir gönül huzuru verir.

Ortasından böyle görkemli bir

çay geçen külliye sanırım sa-

dece Darende’de var. Buradaki

zikir ehli insanların içinin pak-

lığı yüzlerine fazlasıyla yansı-

mıştır.

Darende bu kifayetsiz keli-

melerle öyle kolay kolay anla-

tılamaz; bu güzel diyar ancak

gezilip görülünce hakkıyla ve

layıkıyla anlaşılır. Burayı gezip

görmenin şimdi tam vaktidir.

Hüs

amet

tin A

TEŞ

Ayhan İŞCAN

Page 7: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

11Haziran 201210 11

Hulûsi Kalb’denBilal KEMİKLİ

VE HULÛSİ EFENDİ DÎVÂNI

ŞİİRİMİZİRFÂNΓİrfânî şiir, dilini, sembollerini ve mânâsını sırlamıştır. Bugün

tekkelerin âdâbı, usûl ve erkânına vâkıf olmadan, bu vâdîdeki şiiri

anlamak zordur. Yûnus Emre’yi, Niyâzî-i Mısrî’yi ve diğerlerini

anlama çabası, başlı başına bir uzmanlaşmayı gerektirmektedir. “

İrfânî şiir, İslâm kültür coğrafyası için-

de, Hallâc-ı Mansûr, Ebû Saîd Ebu›l-

Hayr, Ömer b. Fâriz ve Ferîdüddîn-i

Attâr gibi büyük sûfî şâirlerin kurduğu şiir

geleneğidir. Bu gelenek içinde Rûdegî, Firdevsî,

Hakîm Senâî, Kâsımü’l-Envâr ve Abdurahman

Câmî gibi nice şâirler yetişmiş; ilim ve irfânı şiir

diliyle geniş kitlelere yaymışlardır. İslâm’ın imanî,

ahlâkî ve amelî temel ilkelerini doğrudan doğruya

tecrübî bilgiyle buluşturan bu şâirler, telif ettikleri

eserlerle bir yandan İslâm kültür tarihinin öncü-

leri ve düşünce tarihinin kurucu şahsiyetleri ola-

rak tarihe geçmişler, öte yandan İslâm’ın yayılma-

sında etkili olmuşlardır.

Şunu açıkça söylemek gerekir: İrfânî şiir, gâyesi

ve fikri olan bir şiirdir. Bu şiirde, ya bir temel de-

ğer yeniden ele alınıp irdelenir yahut da tecrü-

be edilen bir ilke tasvîr edilerek arkadan gelen-

lere bir “rehber metin” inşa edilir. Temel gâyesi,

hakîkattir... Mânevî çalışmalarla bir idrake ulaşan

şâir, bu idrak seviyesiyle konuşur ve muhatabına

hakîkate ilişkin bilgiler verir. Bu bakımdan orada

fikir vardır. Zaten söz, eğer bir fikri, bir tasavvuru,

bir bakışı taşımıyorsa, söz değil; sûfî lisanıyla söy-

lersek, mâlâyânidir. Dolayısıyla irfânî şiir derken,

seyr ü sülûk sürecinde gidilen yolu tasvîr eden ifa-

deleri, uğranılan duraklarda (hâl ve makam) tadı-

lan zevkleri, vâridâtı, tecellîleri, sünûhâtları kas-

tediyoruz...

Bu şiir geleneği, Türk dilinde, Hoca Ahmet

Yesevî’yle hayata geçmiştir. Baba ve Ata kavram-

larıyla anılan ilk Türk sûfîlerinin de şiirler söyle-

diği bazı kaynaklarda zikredilir. Korkut Ata, Ço-

ban Ata gibi sûfîler bu vâdîde hakîkate ilişkin nice

sözler demlemişlerdir. Nitekim Pîr-i Türkistan

olarak da anılan Hoca Ahmet Yesevî’nin şiirleri-

ni hikmet olarak isimlendiriyoruz… Bu yolda gi-

denler de hikmetler kaleme almışlardır. Hikmet,

irfânî şiir tanımını ortaya koyan gâye ve fikirleri

ihtivâ eden önemli bir kavramdır. Hikmet kavra-

mını günümüzde bilgelik ifadesiyle karşılıyoruz.

Bilgelik, bilgi edinme, idrak, görgü, sağduyu ve

sezgisel anlayış ile birlikte bu hususiyetleri özüm-

seyebilme ve uygulayabilme kapasitesidir. Di-

ğer bir ifadeyle bilgelik, eskilerin deyişiyle kalb-i

selîm, zevk-i selîm ve akl-ı selîm ile bilginin hâle

dönüşmesidir. Bilginin mâlûmâttan öteye geçme-

si hâli… Bilgi, mâlûmât olarak kalırsa, yüktür; ta-

şıyana sıkıntı verdiği gibi, muhatabı da etkilemez.

Bu bakımdan felsefenin bir kavramı olan hik-

met, Ahmet Yesevî’nin sözlüğünde, bilgeliğin söze

dönüşmesini ifade eder.

Ocakların Kandili

Özellikle Meşrutiyet dönemiyle birlikte, sü-

reli yayınların ve yeni aydın tipinin artan etkisi-

ne oranla, gönül eğitimi veren ocakların, irfânî ve

edebî muhitlerin etkisi azalmıştır. Toplumun ön-

cüsü olan “insân-ı kâmilin” yerini, Fransız kültü-

rünün mütercimi ve tanıtıcısı olan “aydın” almaya

başlamıştır. Böylece ortaya çıkan yeni estetik zevk

ve algıya yerini bırakan klasik ve özellikle irfânî

şiir, gâyet tabiî zayıflamıştır. Fakat ziya bütünüy-

le ortadan kaybolmamıştır; fark edilmese de eh-

linin gönlünde âlemi aydınlatmaya devam etmiş-

tir. Nihayet Cumhuriyete gelindiğinde irfânî şiirin

hayat bulduğu tekkeler kapatılmış, âdâb, usûl ve

erkânıyla başlı başına bir mânevî dünya sunan

ocakların kandili uyutulmuştur. Bu uyutulma

sürecinde, sadece şiir değil, musıkî, geleneksel

Türk sanatları ve şehirli dili de gerçek anlamda

gerilemiş, hatta belirli ölçülerde tükenmiştir. Gü-

nümüzde musıkî ortamlarında dile getirilen tarz

ve eda kaybı, bu sürecin akademik ortama sundu-

ğu önemli tartışma konularından birisidir.

Tekkelerin kapatılmalarının siyasî, sosyal ve

kültürel neticeleri başlı başına bir araştırma ko-

nusudur. Meseleye şiir açısından baktığımızda, şu

tesbitleri yapmak mümkündür:

İrfânî şiir, hayat bulduğu edebî muhitini kay-

betmiştir.

İrfânî şiir, dilini, sembollerini ve mânâsını sır-

lamıştır. Bugün tekkelerin âdâbı, usûl ve erkânına

vâkıf olmadan, bu vâdîdeki şiiri anlamak zordur.

Page 8: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

13Haziran 201212

Yûnus Emre’yi, Niyâzî-i Mısrî’yi ve diğerlerini an-

lama çabası, başlı başına bir uzmanlaşmayı gerek-

tirmektedir.

Bütün bunlara rağmen, bütün bir kâinatı tekke

olarak tasavvur eden ârifl erin gayretiyle irfânî şiir

varlığını korumuştur.

Burada özellikle irfânî şiirin varlığını koruması

meselesini iki açıdan ele almak gerekir:

Modern şiire tasavvuf ve irfânın tesiri. Bu,

Necip Fazıl, Arif Nihat Asya ve Asaf Hâlet gibi

şâirlerin yanında, Sezai Karakoç, Erdem Beyazıt,

Cahit Zarifoğlu ve hatta Hilmi Yavuz gibi şâirlerin

ortaya koydukları metinlerden hareketle tahlil

edilmesi gereken bir husustur. Bu şâirler, tasav-

vufun dilinden ve irfânî bakıştan esinlenerek şiir-

lerine derinlik ve anlam katmışlardır.

Bizzat Yûnus Emre’nin açtığı çığırda gide-

rek doğrudan doğruya hâl dilini terennüm eden

şâirler. Bunlar edebî ortamlarda çok orta yer-

de olmasalar da irfânî şiirin devamlılığını sağla-

yan mümtaz şahsiyetlerdir. Bu mümtaz şahsiyet-

ler, Osman Kemâlî, Alvarlı Efe ve Pirizrenli Ömer

Efendi gibi isimlerdir.

Bu ikinci grupta zikrettiğimiz “mümtaz şah-

siyetler” halkasının son temsilcilerinden birisi,

klasik şiir formunun da takipçisi olarak karşımı-

za çıkan Darendeli Osman Hulûsi Efendi’dir. So-

muncu Baba’nın ahfadından olan Osman Hulûsi,

kendisi de bir şâir olan Sivaslı İhramcızade İsma-

il Hakkı Efendi’nin sohbet halkasında aydınlan-

mıştır. İsmail Hakkı Efendi’nin türküye, şiire ve

bilhassa Niyâzî-i Mısrî’ye olan ilgisi malumdur.

Nitekim İhramcızâde’nin Yâre Yâdigâr adıyla

yazdığı mevlid, geçtiğimiz yıllarda günümüz oku-

yucusunun dikkatine sunulmuştur (Ekim 2009,

Sivas). Türkü, şiir ve Mısrî merakı da anlatılage-

len bir bilgidir.

İrfânî şiirin günümüzdeki son temsilci-

lerinden birisi olan Osman Hulûsi Efendi,

İhramcızâde’nin oluşturduğu edebî muhit içinde

kendini bulmuştur. Dolayısıyla Hulûsi Dîvânı’nda

İhramcızâde’nin yanında, onun tesiriyle olsa ge-

rek, Niyâzî-i Mısrî’nin de izlerini görmek müm-

kündür. Bu bakımdan Hulûsi Dîvânı’nı bu iki te-

mel kaynaktan yararlanarak okumak icap eder.

Fakat burada sözü fazla uzatmadan, Hulûsi

Efendi’nin bir gazelini dikkatlere sunarak, orada-

ki mânâya ilişkin kısa bir mülahazada bulunmak-

la yetineceğiz. Konu edineceğimiz şiir, Dîvân’ın

son baskısında I. Cilt, 86. sayfada bulunan 65 nu-

maralı gazeldir:

Nere baksa gözümüz vech-i dil-ârâda kalır

Kanda olsak ârzûmuz sâkî-i sahbâda kalır

Der-i dildâra Hulûsi baş koyup cân verenin

Cânânda gözü vech-i temâşâda kalır

İlim kendin bilmektir

Neden başka bir şiir değil de bu gazeli yazı-

mızda esas aldık? Aslında Hulûsi Dîvânı’ndaki

hangi gazeli yahut kıtayı alırsanız alın, orada

irfânî geleneğin izlerini sürmeniz mümkündür.

Bu gazeli, açıkça söylemek gerekirse, ben de

Niyâzî-i Mısrî’nin izinde giderek tefe’ül yoluyla

buraya aldım. İyi de oldu; zira tasavvufun bilgi

yollarından olan müşâhade ve murâkabeyi or-

taya koyan bir metinle karşı karşıya kaldık. Bilgi

olmadan bilgelik olmuyor... Bilgi, öyle sanıldı-

ğı gibi, sadece kitaplardan tahsil edilmez. Daha

açık bir ifadeyle, irfânî şiirde bilgi, nakil ve tak-

litten öte; insanın kendini bilmesi esasına daya-

lıdır. Hani Yûnus’un dediği gibi: “İlim kendin

bilmektir.”

Bütün mesele, insanın kendini bilmesi-

dir. Kendimi nasıl bileceğim? Bu sorunun fark-

lı açılardan cevabı verilebilir; ama müşâhede

ve murâkabe kavramları, bu bilme sürecinin en

önemli iki kavramıdır. Bakmak, seyretmek, yo-

ğunlaşmak... Bakılan şeyi, varlığı hayret nazarıy-

la düşünmek. Varlık üzerine tefekkür etmek… Bu

süreç insana farklı bilgiler kazandırıyor; bunun

adı, vâridat, tecellî, sünûhât yahut ilham oluyor.

Evet, bakmak ve düşünmek... Kâinat aynasında

insan kendini bilmeyi, kendi gerçekliğine erme-

yi öğreniyor.

Burada hemen şunu söylemek lazım: İnsanın

kendini bilmesi, Rabbini bilmesidir. Kendi ger-

çekliğine ermesi, Rabbin kurduğu düzeni idrak et-

mesidir. Hakîkat, işte bu idrakle ortaya çıkıyor...

Tasavvuf ise, bakışı bu idrak seviyesine yüksel-

ten sistemin adıdır. Bu yüzden şâir diyor ki: “Nere

baksa gözümüz vech-i dil-ârâda kalır” Nereye ba-

karsam bakayım, müşâhedemin ve murâkabemin

neticesinde baktığım şeylerde, tecellî eden

hakîkati görürüm. Vech-i dil-ârâ, o tecellî eden

hakîkattir... O sevgili nazar etti, bu âlem hayat

buldu. Dolayısıyla hayat bulan bu âlemde, hep

O’nun yüzünü görürüm. Vahdet düşüncesinin bu

yüksek bahsi, “nakışta nakkâşı temâşâ” anlayışı-

nı beraberinde getirmiştir. Zira “nereye bakarsa-

nız Hakkın yüzü oradadır.”

Burada, sâkî-i sahbâ, Şîrîn,

Ferhâd, Akl-ı Mecnûn, kâkül-i

Leylâ, vatân-ı asl, serâb, sahrâ,

necât, sâhil-i deryâ, dilber ve

perîşan zülf gibi klasik şiirimi-

zin de ifade dünyasını belirle-

yen kavramların her biri üzerin-

de durmak, perdeleri aralamak,

sözün arkasındaki mânâyı orta-

ya koymak... Bütün bunları yap-

mak, sözü uzatır ve bahsi uçsuz

bucaksız bir deryaya dönüştürür.

Okunan bu örnek gazelde ortaya

çıkan bu özellik, Hulûsi Efendi’nin, temsil etti-

ği şiir geleneğinin temel kavramlarına, mazmun-

larına, telmihlerine, ritmine ve ahengine işaret

eder. Sanki zaman durmuş, Mısrî’nin yaşadığı ça-

ğın Malatya’sı ve Darende’si söz ve mânâ varlığıy-

la yeniden tecessüm etmiş... Sanki söz ve mânâ

kaybı, kültürel değişim yaşanmamış, yeni estetik

zevklere yelken açılmamış... Sanki şiirde konu de-

ğişmemiş, Yûnus’un başlattığı şekilde kalmış gibi.

Evet, Hulûsi Dîvânı bizi tarihin derinliklerine alıp

götürüyor, bizi kadim bilgelikle, değişmeyen ve

dönüşmeyen özle buluşturuyor.

Netice itibariyle şunu söylemek lazımdır:

İrfanî şiir ırmağı, pek öyle orta yerde olmasa da,

çoğumuz onu göremesek de, haritadan tümüyle

silinmiş değildir. O, sabırla akışını devam ettir-

mektedir. Velhasıl bize Osman Hulûsi Efendinin

lisanıyla şöyle sesleniyor:

Er geç bir gün bu cem’iyyet-i âlem dağılır

Yâr ile sürdüceğin dem içdiğin bâde kalır

Er geç cem’iyet-i âlem dağılır; onu sakın ka-

lıcı sanma… Geride sadece yâr ile geçirdiğin

güzel zamanların hâtırası ve içtiğin bâdenin

râyihası kalır. Gelenekte dünyanın geçiciliğine

çokça atıfta bulunulur; burada buna tanık olu-

yoruz. Dünya, oluş âlemidir ve geçicidir; mesele

geride bırakılacak güzelliklere hayat vermektir.

Yâr, sevgilidir; en dar anlamından en geniş an-

lamına değin, sevdiklerimiz ve bir üstü bu sev-

diklerimizi bize lütfeden, bizzat

içimize sevme iksirini koyan,

gönlümüzün sahibidir. Her

dem, o sevgiliyle olmak… Bu-

rada “dem” kelimesinin bu an-

lamda özel olarak kullanıldığı-

nı söylemek isterim; evet vezin

gereği dem denilmiş; ama de-

min geniş mânâları göz önüne

alındığında, ân-ı dâim kavra-

mını hatırlamak lazımdır. Bü-

tün varlıklar, kâinat, her an

gaybden ayn’a, ayn’dan gaybe

gitmektedir… Gidişler ve geliş-

ler sürekli. Bu süreklilik içinde

varlığın farkına varmak, sevgiyle oluyor.

Sen farkında olsan da olmasan da sürekli bir

değişimin içindesin; bunun farkına varıp, hiç de-

ğişmeyen yâr ile beraber ol… Onun sözü, sohbe-

tiyle dol. Zaten bâde nedir? Söz, sohbet değil mi?

Kâinatı seyrederken ve varlıklar üzerinde düşü-

nürken, zikrinle ve fi krinle o bitmez tükenmez

bâdeden içiyorsun. Ve işte böylece kendi farkın-

dalığına eriyor, hakîkati idrak ediyorsun.

Velhasıl, Osman Hulûsi Efendi, tıpkı ata-

sı Somuncu Baba gibi, “yâr ile safâ sürmüş, bâde

içmiş” bir büyük bilgedir. Bu bakımdan onun bize

bıraktığı Dîvân önemlidir. Not: Bu yazı; 24 Haziran 2011 tarihinde Darende’de yapılan 10. Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Sempozyumu’nda sunulan tebliğin özetidir. * Prof. Dr.

Page 9: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

15Haziran 201214 15

İlim ve HayatAli AKPINAR*

HâL EHLİ BİR

VAKIF

Tohma Çayı’nın damarlarını sula-

dığı Darende, tarihin derinlikle-

rini günümüze taşıyan şirin bir

Anadolu ilçesi. Tarihî dokusu ve tabîî güzellikle-

ri yanında bu şehri canlı ve başka merkezlere ör-

nek kılan en önemli husus ise Somuncu Baba’nın

Darende’ye imzasını atmış olmasıdır. Bir gönül

adamı olan Somuncu Baba’nın değerlerini günü-

müze taşıyarak devam ettiren Es-Seyyid Osman

Hulûsi Efendi Vakfı, Darende’yi hayırda yarış ker-

vanında koşturmaya devam etmektedir.

Üniversite hocalığına adım

attığımız ve hayatımızın gü-

zel ve özel bir senesinin geçtiği

Darende’de bizim, vakıfl a ilgi-

li en önemli gözlemimiz kısaca

şöyle idi: Dağların arasına sı-

kışmış duran Darende’yi dağ-

ların ötesine taşıyarak gün-

demde tutmayı beceren bu

vakıf, âdetâ hizmeti taştan çı-

kartan bir hayır kurumudur.

Hâli, icraatı, kâlinden/söyle-

minden çok olan bir vakıf. Söz-

le değil, hâliyle, yaptıklarıy-

la konuşan bir vakıf. Darende

ve çevresini bir şantiye alanına

çevirmekle kalmayıp, yurdun

dört bir yanına hatta dünya-

nın çeşitli yerlerine hayır elleri-

ni uzatan bir vakıf.

Somuncu Baba Dergisi

Vakfın dikkate değer bir başka yönü de her ko-

nuda işi erbâbına bırakmasıdır. Somuncu Baba

Dergisi başta olmak üzere, yayınları, sempoz-

yum ve panelleri ile vakıf, bu yönünü en güzel şe-

kilde göstermektedir. Dergi yazıları için pek çok

üniversite bilim insanıyla gerçekleştirdiği tanıtım

toplantılarıyla dergiyi hizmetine sunarak onlara

âdetâ büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Onlara,

“Buyurun dergimizin sayfaları, sizin emrinizde.

Kur’ân ve sünnet ekseninde, değerlerimizi doğru

ve insanımızın anlayacağı bir şekilde sizler sunun.

Sunun ki insanımız erbabının kaleminden değerle-

rini doğru bir şekilde tanısın, nasihatleri erbabının

ağzından alsın.” mesajını vermiştir.

İşte bu vakıf, geçtiğimiz Nisan ayında Müte-

velli Heyeti Başkanı H. Hamidettin Ateş’in de

katılım ve himayelerinde, bir dizi panel gerçek-

leştirdi. Vakfın bânîleri ve hizmetlerinin günde-

me getirildiği bu panellerden biri de 28 Nisan da

Mersin’de gerçekleştirildi. Bizim de panel yöneti-

cisi ve tebliğci olarak katıldığımız bu panelle ilgili

izlenimlerimizi okuyucularımızla paylaşmayı uy-

gun gördük. Zira hizmet heyecanının diri tutul-

ması ve yeni hizmetlere önayak olması açısından

bu gibi toplantılar oldukça önem arz etmektedir.

Pek çok Darendelinin yaşadığı Mersin’deki bu

bilim etkinliğine çok sayıda gönüldaş katıldı. Salon

katılımcılara dar geldi ve kadını erkeği ile dinleyi-

ciler sonuna kadar paneli dikkat ve heyecanla izle-

diler. İzleyiciler bu duruşlarıyla, benzer canlı etkin-

liklerin periyodik olarak yapılmasını ister gibiydiler.

Page 10: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201216 17

Panelin ilk konuşmacısı, uzman tarihçi Resul

Kesenceli idi. Somuncu Baba’yı anlattı bize. So-

muncu Baba’nın Allah rızası için insanlara dağıt-

tığı somun ekmeklerle insanların midelerini do-

yurdukları gibi, ilim ve irfan sofralarıyla onların

ruhlarını da doyurduklarını söyledi. Onun, Molla

Fenârî gibi zamanın üstadları, güneşleri olan ilim

adamlarının takdirine mazhar olan Fâtiha tefsiri

sohbetleri bunun göstergelerin-

den sadece biridir.

Somuncu Baba Hulûsi Efendi

Onlar, bulundukları yerlerde

duramayan, âdetâ kaplarına sı-

ğamayan aktif iyilerdir. Bunun

için upuzun diyarlardan geldiği

Bursa’da karar kılmayıp Kütah-

ya, Aksaray, Kayseri’de irşad fa-

aliyetlerinden sonra Darende’yi

mesken tutmuştur. Onlar o

günkü şartlarda bu zorlu yol-

culuklarını hep Rızâ-i Bârî için

gerçekleştirmişler, bir daha sı-

lalarına dönmemek için yola

baş koymuşlardır. Dönmek için

değil, kalıcı hizmetlere imza at-

mak için buralara gelmişler ve bulunduklar yer-

lerde gönül fetihlerini gerçekleştirmişlerdir. Ara-

dan geçen asırlara rağmen hayırla yâd ediliyor

oluşları, onların hizmet aşkını ve ihlâsını isbat et-

mektedir.

Onlar, tabandan tavana herkesi muhatap alan,

herkesle iletişim kuran, tüm insanlığı kuşatan ve

kucaklayan gökyüzü timsali, dinî mimarimizin

simgesi cami kubbeleri gibi herkesi bağrına basan

bir şefkat âbidesi erenlerdir. Onların âguşlarında

devletin en üst makamındaki yöneticiler de yer

bulmuştur, halkın içerisinden sıradan insanlar da.

Zira onların hedef kitlesi, adı sanı, makamı, konu-

mu ne olursa olsun insandı. Yeryüzünün imarı ile

Yüce Yaratıcı tarafından halife olarak atanmış in-

sanın yetiştirilmesi ve hep hayırların adamı ola-

rak huzur içerisinde dünyada ve öldükten sonra

yaşamasıydı.

Panelin ikinci tebliğcisi olan Fırat Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Tefsir Öğretim Üyesi Prof. Dr.

Mehmet Soysaldı, ‘Osman Hulûsi Efendi’nin Pey-

gamber Sevgisi’ni sunarak, ‘Kutlu Doğum Ayı’nın

son günlerinde Peygamberimize bir hizmet ve

aşk buketi sunmuş oldu. Konuşmacı, Hulûsi

Efendi’nin, Allah’ı ve Rasûlunü her şeyden daha

çok seven ve bu sevgisini hayatıyla isbat eden

mü’minlerden olduğuna dikkat çekti. O, evlatları-

na Peygamberimizin isimlerini koyarak, onun is-

mini saygı ve ihtiram cümleleriyle anarak, şiir ve

yazılarını onun güzellikleriyle bezeyerek ve çok

daha önemlisi onun ahlakını yaşayarak peygam-

ber sevdasını izhar etmiş ve bu konuda bizlere ör-

nek olmuştur.

Bizim tebliğimizin konusu ise ‘Hulûsi

Efendi’nin Tasavvufî Yönü’ idi. Divanındaki şiir-

lerini tarayarak hazırladığımız tebliğimizin özeti

şöyle idi:

Hayat düsturumuz Kur’ân, “Ey iman edenler!

Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.”1

buyurarak doğrularla beraber olmamızı bizden is-

ter. Sâdık/sâlih kişilerle beraber olabilmek, onları

doğru tanımak, onların hayırlı işlerinde yanında

olmakla mümkün olacaktır. Bunun için sâlihlerin

anılması ve tanıtılmasına yönelik toplantılar, ça-

lışmalar büyük önem arz etmektedir. Bu yüzden

‘Salihlerin anıldığı yere rahmet iner.’ buyrulmuş-

tur. Çünkü onların anılması, onların tanınması

yanında, onların örnek hayatının yaşanmasına da

katkısı olacaktır.

Aktif İyiler!

Kur’ân pek çok âyetinde, bizlerden yalnızca

iman etmemizin ve iyilik ve güzellikleri kendin-

de kalan pasif iyiler olmamızı istemez. O, bizden

yaşadıkları iyilik ve güzellikleri başkalına taşıyan

aktif iyilerden olmamızı ister. Kur’ân’ın bu konu-

daki âyetlerinden bir kaçı şöyledir:

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kö-

tülükten sakındıran bir topluluk olsun; işte onlar

kurtuluşa erenlerdir.”2

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir üm-

met oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten sakındı-

rırsanız ve Allah’a inanırsınız. Eğer Kitap ehli,

inanmış olsaydı, elbette kendileri için iyi olurdu.

Onlardan inananlar da var, ama çokları yoldan

çıkmışlardır.”3

Hulûsi Efendi de;

İstikâmetle olup tab’-ı selîm

Müstakîm ol müstakîm ol müstakîm

diyerek herkesin istikamet ehli olmasını ister

ve aktif iyilerden olmanın en güzel örnekliğini su-

nar bizlere.

Allah Dostları!

Kur’ân, Allah dostlarını tanıtırken şöyle buyu-

rur: “İyi bilin ki, Allah’ın dostlarına korku yok-

tur, onlar üzülmeyeceklerdi. Onlar Allah’a inan-

mış ve O’na karşı gelmekten sakınmışlardır.

Dünya hayatında da, âhirette de müjde onlara-

dır. Allah›ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. Bu

büyük başarıdır.”4

Âyete göre Allah’ın velî kullarından olabil-

mek için, her şeyden önce iman etmek, ardından

imanın gereği sâlih amel işlemek gerekir. Gerçek

mü’min, sâlih amelleriyle imanını gerçekleştiren-

dir. Bu tanıma uyan Allah dostlarının kazanımla-

rı hem dünyevîdir, hem de uhrevîdir. Zira onlar,

dünyada da korku ve hüzünden güvendedirler,

âhirette de.

O gönül adamları, sâlih amellerini sevgiyle taç-

landırıp sunan ve bu şekilde gönüllerde taht ku-

ran kimselerdir. Adanmış ömürlerin sahibidir-

ler onlar, mallarını, canlarını, mesâilerine Allah’a

adamış, O’nun kullarına vakfetmiş insanlardır on-

lar. Onlar, hayra doymayan, adam gibi adamlar-

dır. Onlar zor zamanların adamlarıdır. Kimseye

gönül koymamış, ama dâvâya gönlünü koymuş

Gönül Adamı!

Ne kerâmetimiz var ne velâyetimiz

Kuru kulluğumuz dost kapısında sözü onların

hâlini ne kadar güzel özetler. Ya şu sözlere ne de-

meli:

Garazsız ve ivazsız, hizmet et her canlıya

Kimsesizin düşkünün ayağı ol eli ol

Allah için herkese hizmet et de sev sevil

Her göze diken olma sümbülü ol gülü ol

Güneş gibi şefkatli yer gibi tavazulu

Su gibi sehâvetli merhametle dolu ol

Panelin Mersinlilere ve onların şahsında her-

kese mesajı özetle şu idi:

İçerisinde yaşadığımız şu münbit topraklar-

da, gönül erlerinin ruhuyla yaşamaya ve o ruhu

yaşatmaya her zamankinden daha çok muhtacız.

Dünyevîleşmenin getirdiği en ciddî tehlike olan

savrulmaktan, çoluk çocuğumuzla korunmak için

buna hem muhtacız hem de mecburuz. Emeği ge-

çen herkese ve bu vesile ile aziz okuyucularımıza

teşekkürlerimi sunuyorum.

1 9/Tevbe, 1192 3/Âl-i İmrân, 104

3 3/Âl-i İmrân, 1014 10/Yûnus, 62-64

*Prof. Dr.

Dipnot

Page 11: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

19

Güzel İsimlerRamazan ALTINTAŞ*

Pek güçlü ve tam kudret sahİbİ:

EL-KAVΓYüce Allah’ın el-Kavî ismi, Müslüman’a güç vermeli, bu sebeple, iyiliği emretme ve

kötülükten sakındırma görevini ihmal etmemelidir. Ayrıca, hem İslâm’ı yaşarken ve

hem de anlatırken kınayıcıların kınamasından da çekinip korkmamalıdır.”

Haziran 201218

Ar a p ç a ’ d a

“kuvve” kö-

künden sı-

fat olan el-Kavî; kuvvetli ve

güçlü demektir. Yüce Allah’ın

sıfatı olarak “kuvveti tam, her

şeye muktedir olan” anlamı ta-

şır. Herhangi bir âcizlik, zafi yet

ve vehin gibi hallerden hiçbiri-

si Yüce Allah’a egemen olamaz.

Her türlü zaafi yet, âcizlik ve ve-

hin beşeriyete dair niteliklerdir.

Allah ise, her türlü yaratılmışlık

hallerinden münezzehtir.

Kur’an-ı Kerim’de mutlak

gücün Allah’a ait olduğu beyân

edilir: “Zulmedenler azaba uğ-

rayacakları zaman bütün kuv-

vetin Allah’ın olduğunu ve

Allah’ın azabının pek şiddetli

olduğunu bir bilselerdi!”1 buy-

rulur. Bir başka âyette de: “Kuv-

vet ancak Allah’ındır.”2 denil-

mektedir. Bütün bu âyetler,

yegâne güç ve kudretin Cenâb-ı

Hakk’ın uhdesinde toplandığına

işaret etmektedir.

İnsanlık tarihi boyunca bazı

fert ve cemiyetler, ilâhî kud-

retin varlığını unutunca, ken-

di âciz varlıklarını hiç hesaba

katmadan sahte kudret sıfatına

bürünebilmişlerdir. Ellerinde

bulunan zenginlik, aşîret taraf-

tarlığı ve kamu gücü sayesinde

Allah’ın hür olarak yarattığı in-

sanları köleleştirme ve sömür-

me yoluna gitmişlerdir. Kur’an-ı

Kerim’de Yüce Allah’ın el-Kavî

ismini gasbeden birçok sahte

güçten bahsedilir. Bunlardan bi-

risi Allah’a isyanın, tuğyanın ve

her türlü zulmün sembolü olan

Fir’avundur. Baş danışmanla-

rından olan Hâmân’a, gücü-

nü ve iktidarını göstermek için

“yüksek bir kule” yapma talima-

tında bulunur:

“Fir’avun, “Ey ileri gelenler!

Sizin benden başka bir ilâhınız

olduğunu bilmiyorum. Ey

Hamân! Benim için bir ateş ya-

kıp tuğla pişir de bana bir kule

yap! Belki Mûsâ’nın ilâhına çı-

kar bakarım (!). Şüphesiz ben

onun mutlaka yalancılardan

olduğunu sanıyorum.” dedi.” 3

Bu âyette geçen kule tabiri

neyin sembolüdür?

İktidar gücünün semboldür.

Fir’avun’un sipariş verdiği bu

kule, neyin simgesidir?

Başta iktidar olmak üzere;

kibirlenmenin, servetin, şehve-

tin, şöhretin, gücün ve Allah’a

meydan okumanın bir simgesi-

dir. Maddi iktidarını putlaştı-

ran ve kendisini de rablik maka-

mında gören Fir’avun, bireysel

ve sosyal hayatının bütün alan-

larından Hz. Mûsâ’nın İlâhı olan

Allah’ı çıkardığı gibi, insanların

gönlünden de Allah’ı çıkarmak

istemiştir. İnsan bir defa temel-

lük fi krine sahip oldu mu, haya-

ta dair ne varsa özerkleştirir ve

her şeyi kendi tasarrufunda gör-

meye başlar.

Kontrolsüz Güç

Bazen bu, iktidar gücü olur;

bazen para gücü olur, bazen ilim

gücü, bazen bu cinsiyet gücü

olur. Artık onu sınırlandıran

bir otorite yoktur. O, kendisini

kontrolsüz bir güç olarak görür.

Çünkü o, kendisini, Allah’a rağ-

men konumlandırmıştır.

Allah’ı hayatından çıkaran

bir birey ve toplum için nihâî

amaç, mutlak bilgiye, servete

ve iktidara sahip olmaktır. Böy-

le bir âsî ruh, Yüce Allah’a baş-

kaldırdıktan sonra, kendi arzu-

larını ve projelerini ilâhlaştırmış

ve mutlaklaştırmıştır. Bu yüz-

den hâriçten kendisini denet-

“İslâm düşüncesine göre, elinde tuttuğu kamu

gücünü adaletin sağlanmasında değil, zulmün

koyulaşmasında kullanan her zorba, Fir’avun

zihniyetini benimsemiştir. Onlar, sınırsız

gördükleri gücü, hiç kimse ile paylaşmazlar.”

Page 12: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

redici kudretini ifade eder. Bu

iki isim Kur’an-ı Kerim’de şöy-

le geçer:

“O, kuvvetlidir, mutlak güç

sahibidir.”7

Şüphesiz Rabbin mutlak güç

sahibidir, hüküm ve hikmet

sahibidir.”8 Bir başka âyette:

“Şüphesiz Allah rızık veren-

dir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.”9

Bir diğerinde ise: “Şüphesiz

Allah kuvvetlidir, azabı çetin

olandır.”10 buyrulmaktadır.

O halde: Yüce Allah, tam ve

mutlak bir kuvvete sahiptir.

O’nu mağlup edecek hiçbir güç

yoktur.

Yüce Allah, güç ve kudretin-

de sonsuzdur. Her şey O’nun

güç ve kuvvetinin karşısında kü-

çülür gider.

Cenab-ı Hakk’ın kuvvet ve

azamet sahibi olduğuna inanan

bir mü’min, kendisini bütün

yaratılmışlar karşısında güven-

de hisseder. Biz zü’l-kuvve sa-

hibi olan Yüce Allah’ın el-Kavî

isminin tecellîsini, tabiat olay-

larından tutun da bütün varlık-

ların yaşantısına; insan haya-

tından tutun da ölüm ve dirim

olaylarına varıncaya kadar gö-

rebiliriz. Bu sebeple insan, fani

olduğu bir takım güçlerine ye-

nik düşerek Allah’ın gücünü

ve kudretini hesaba katma-

dan yaşamamalıdır. İnanan ve

inanmayan her insan şu ilâhî

gerçeği aklından asla çıkarma-

malıdır:

“Allah, “Şüphesiz ben ve

peygamberlerim gâlip gelece-

ğiz” diye yazmıştır. Şüphe yok

ki, Allah çok kuvvetlidir, mut-

lak güç sahibidir.”11

İşte Yüce Allah’ın el-Kavî

ismi, Müslüman’a güç verme-

li, bu sebeple, iyiliği emretme ve

kötülükten sakındırma görevini

ihmal etmemelidir. Ayrıca, hem

İslâm’ı yaşarken ve hem de an-

latırken kınayıcıların kınama-

sından da çekinip korkmamalı-

dır. Bütün fânî gücüyle, Allah’ın

emrettiklerini yerine getirme ve

yasakladıklarından kaçınma yo-

lunda gayret göstermelidir.

Unutulmamalıdır ki, Yüce

Allah’ın yenilmez ve gâlip geli-

nemez güç ve kudreti karşısın-

da her güç ve kudret izâfî ve an-

lamsızdır.

21Haziran 201220

leyecek ve sınırlandıracak bir

güç ya da yetkili istemez. Din,

onu sınırlandırdığı oranda can

sıkıcıdır. Dine, bireyin haya-

tında ancak özel, izâfî ve sıra

dışı kalmayı kabullendiği süre-

ce müsâade edilir. Bilginin hik-

met amaçlı olmaktan çıkıp güç

amaçlı hale gelmesiyle, birey,

Kârûn’un zihnî tutumunu be-

nimsemiş olur.

Tarihte Fir’avunlar hep halk-

larını icat ettikleri bir “öteki/leş-

tirme” üzerinden denetleme-

ye çalışmışlardır. “Sen ve öteki”

diye halkı iki kampa, sınıfa ayır-

mak halkın gücünü sınırlandır-

mak ve zayıflatmaktır. “Böl, par-

çala, yönet” stratejisi, Fir’avun

taktiğidir. Tarih boyunca eski ve

yeni bütün Fir’avunlar, hep yö-

netim tarzı olarak bu taktiği uy-

gulamışlardır.

İslâm düşüncesine göre, elin-

de tuttuğu kamu gücünü adale-

tin sağlanmasında değil, zulmün

koyulaşmasında kullanan her

zorba, Fir’avun zihniyetini be-

nimsemiştir. Onlar, sınırsız gör-

dükleri gücü, hiç kimse ile pay-

laşmazlar. Bu güç, ister inanç,

ister siyaset, ister servet, ister

iktidar olsun fark etmez. Hepsi-

ni uhdelerinde tutarlar. Halk ise,

sürü ve köle muamelesi görür.

Halkın, onların nezdinde hiç-

bir değeri ve itibarı yoktur. Ken-

disini güçlü gören Fir’avun zih-

niyeti, inançlara bile ambargo

koymaya kalkar. “Benim belir-

lediğim kadar inanacaksın.” der.

Hem inançlara ve hem de fikir-

lere sınırlar çizer. Kölenin itiraz

hakkı olmadığı gibi, halkların da

itiraz hakkı yoktur, mantığını

sergiler. Servete, maddi iktida-

ra ve silah gücüne dayanan her

zorba, kendini ilâh gibi görür.

Yaptıklarından hesap sorulma-

sını asla istemezler. Kibirlidir-

ler. Onların gözünde halk, top-

rakta debelenen solucan kadar

bir değere sahip değildir. Onlar,

ne kimseye hesap verirler ve ne

de herhangi bir kimsenin kendi-

lerinden hesap sormalarına rıza

gösterirler.

Fir’avn Zihniyeti

Kur’an-ı Kerim’de anlatı-

lan Fir’avun iktidarını servetiyle

tahkîm eden ve bu noktada ken-

disini Allah’tan müstağnî sayan

bir başka saptırıcı da Kârûn’dur.

O, haksızlıkla elde ettiği bu ka-

zancı, her türlü zulmün icrası

için araç yapar. Kendisi doğru

yoldan saptığı gibi, halkı eko-

nomik gücüyle ezer, bununla da

yetinmez şahsiyetini beş paralık

ettiği halkını, Hakk’ın karşısına

çıkmada kışkırtmaktan da geri

durmaz. Bu alanda her türlü va-

sıtaya başvurur, yatırım yapar.4

İnsanlık tarihinde Kârûn,

mal biriktirmenin, her türlü

mâlî ve ekonomik haksızlığın,

sömürünün bir simgesi olur-

ken, Fir’avun da siyasî ve idarî

haksızlığın bir temsilcisi olmuş-

tur. Kârûn, korkunç servetiy-

le Fir’avun zulmünün payanda-

sı, Fir’avun da siyaset vasıtasıyla

Kârûn’un sömürüsünün kolay-

laştırıcısıdır. Kârûn servetinin

kendisine, bilgisinden dolayı ve-

rildiğini sanır. Bu noktada er-

Rezzâk olan Allah’ı devreden

çıkarır. O, Allah’tan müstağnî

olarak, O’na ihtiyacı yokmuş

gibi materyalist bir hayat yaşar.

Onun bu tavrı, toplumda ahlakî

anlamdaki çürümeyi ve halkın

Allah’la olan ilişkisini zayıflat-

mayı beraberinde getirir. Aynı

zamanda o, toplumun önünde

lükse, konfora ve tefessüh etmiş

bir ahlaka dayalı müsrif yaşantı-

sıyla model oluşturur. Kârûn’un

bu debdebeli hayatı, iradesi ve

imanı kavî olan düzgün insanla-

rın imanını artırırken, iradesi ve

karakteri zayıf insanların ahlakî

düşüklükler yaşamasının yolu-

nu açar.5 Yine Kur’an-ı Kerim’de

sahte güç gösterisiyle el-Kavî

olan Allah’a meydan okuyan Âd

Kavmi gösterilir: “Âd Kavmi ise

yeryüzünde haksız olarak bü-

yüklük taslamış, “Bizden daha

güçlü kim var?” demişlerdi. On-

lar, kendilerini yaratan Allah’ın

onlardan daha güçlü olduğu-

nu görmediler mi? Onlar bi-

zim âyetlerimizi inkâr ediyor-

lardı.”6

Mutlak Güç

Acaba Kur’an-ı Kerim’de güç,

kudret bağlamında sahip olduk-

ları farklı pozisyonlarla dile ge-

tirilen Fir’avun, Kârûn ve Âd

kavmi gibi Allah’sız güçler ni-

çin anlatılır? Bu kötülük odakla-

rından Müslümanlar ibret alsın-

lar diye anlatılır. Her yaşanmış

olaydan ders çıkarmasını iyi bi-

len şuurlu Müslümanlar, Yüce

Allah’ın el-Kavî gücü karşısın-

da eriyip giden Fir’avunların ve

Kârûnların hayatına ve felsefesi-

ne hiçbir zaman iltifat etmezler.

Çünkü Yüce Rabbimiz kendi gü-

cünü iki güzel isimle ortaya koy-

maktadır: “el-Kavî ve el-Azîz.”

Her iki güzel isim de O’nun kah-

1 2/Bakara, 165.2 17/Kehf, 39.3 28/Kasas, 38.4 28/Kasas, 81.5 28/Kasas, 79-80.6 41/Fussilet, 15.

7 42/Şûrâ, 19.8 11/Hûd, 66.9 51/Zâriyât, 58.10 8/Enfâl, 52.11 58/Mücâdele, 21.

*Prof. Dr.

Dipnot

Page 13: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

23Haziran 201222

HULÛSİ EFENDİ (K.S.)’de TASAVVUFÎ

EDEB“Coşkun seller gibi coşan, gonca güller gibi kokan, rüzgâr ile tozan toprak gibi

savrulan dervişlerin ne nâmı ne de nişanı olur. Çünkü dervişe şan gerekmez, yokluk

yolcularına başka nişan gerekmez. Dervişin kulluk vazifesi, yokluk şiârıdır.”

Sûfi PerspektifKadir ÖZKÖSE*

Hulûsi Efendi, kendi dergâhını,

“Somuncu Baba ocağı, yüce ve-

liler yatağı, gönüllere ferahlık

bahşeden feyz u rahmet bucağı, Taceddin-i Veli

Hazretlerinin otağı, gamları giderip neşelere gark

eden, zevk ü sürur kaynağı, Darende’nin yüz ağı,

ilim ve hikmet menbaı ve güzeller oymağı” olarak

nitelemiştir. O bu dergâhın kıymetini ancak gayb

perdesini bilenlerin, güzellik kadrini idrak eden-

lerin fark edebileceğini söyleyerek dergâha yara-

şır bir edep göstermek gerektiğini dile getirmek-

tedir.

Oğlu Mahmud Kemâl’e yazdığı mektubun-

da; “Kişinin hüsn-i nesebi, hüsn-i edebidir. Da-

ima büyüklere karşı hürmet ve küçüklere karşı

şefkat et. Tâ ki, hürmet ve şefkat gibi iki haslet-i

cemîleye sahip olmuş olasın… Her zaman iyi-

lere mukârin ol, kötülerden ictinâb et. Kişinin

mi’yârı mukârin olduğu kimsedir…” diye ses-

lenen Hulûsi Efendi’ye göre, Âdemoğlunun in-

sanlığını kemale erdirmesi ancak edep ile müm-

kündür. Hakk’ın âdâbını gözetmek kişiyi Hakk’a

âşinâ kılar. İnsana âlemde en çok lâyık olan huy,

güzel edeptir.

Osman Hulûsi Efendi bizleri insanlık, kulluk,

kardeşlik ve dervişlik edebine şu şekilde davet et-

mektedir.

İnsanlık Edebi

İnsanlık gerçeğine dikkat çeken Hulûsi Efen-

di, âlemin Âdem olamayacağını ama Âdem’in on

sekiz bin âlemi câmî olduğunu söyler. O, insanı;

Süleyman mührü, yaratılış gerçeğinin âb-ı hayatı,

zamanın Mesîh’i, varlık âleminin Hızır ve İlyas’ı,

“nefahtü” sırrının mazharı, “kerremnâ” tâcının

sahibi, yaratılmışların ahseni ve “küntü kenzen”

sırrının yâdı olarak tanıtmaktadır.

Hulûsi Efendi’ye göre, insanın aradığı aslında

kendindedir. Görmek istenilen yüz taşrada değil,

aslında bizzat kendindedir. İnsan kendi aynasına

nazar edecek olsa orada yâri görecektir.

Hulusî Efendi’ye göre kişi kimlik sahibi ol-

malı, şahsiyetinden ödün vermemeli, insanlığı-

nı takınmalı, haddini bilmeli ve kendini heba et-

memelidir. Bu çerçevede bizlere şu tenbihlerde

bulunmaktadır:

“Dünya pisliğine gönül veren karga değil, kol

ve kanat açıp Kâf dağına uçan Anka ol!

Fir’avun nefsine râm değil Kelîmu’l-vakt ol!Bütün gücünle nefsini Hakk’a davet edip Mûsâ ol!

Vatanın cennet bahçesi de olsa her şeyden so-

yutlanıp Âdem ol!

“Namaz ve diğer ibadetlerle donanıma ermenin yolu, günahkâr hâlimizi idrak

edebilmektir. Günahlarının karanlığını fark eden kişi, Rabbine yakarıp ihsan talebinde

bulunmalı. İki cihan huzurunun Allah’ın ulûhiyetine inanmak olduğunu bilmeli. Artan

günahlarına af dilemeli.”

Page 14: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201224 25

Cümle esmâya müsemmâ ol!

Su gibi yüzünü toprağa sür, katreni denize ka-

tıp deryaya ulaşmaya bak!

Âb-ı hayatı içip Hızır ve İsa (a.s.) gibi ebediyen

ölmemeye bak!

Dost mihrabının kaşına secde kıl ama mihrabı

unutup Kâbe-i Ulyâ ol!

Aklına güvenip daire dışına çıkma, mânâ

dergâhında istiğrâka bürünenlerden ol!”

Hulûsi Efendi’nin ifadesiyle kul, bu dünyada ne

büyüklük taslaya ne de gafil yata. “Ne kerâmetimiz

var ne velâyetimiz, dost kapısında kuru kulluğumuz

var.” diyen Hulûsi Efendi, bizleri kerâmet ve velâyet

iddiasından kaçınmaya davet etmektedir. Ona göre

gönlümüzdeki huzurun gerçekleşmesi, dilimizdeki

söz gururunun terkine bağlıdır.

Kulluk Edebi

Kulluk edebinin en güzel göstergesi kalb huzuru

ile kılınan ve mü’minin mîracı olan namazdır. Nama-

zı huzur ile kılanlar “mîraç” olayının sırrına mazhar

olurlar.

Namaz ve diğer ibadetlerle donanıma erme-

nin yolu, günahkâr hâlimizi idrak edebilmektir.

Günahlarının karanlığını fark eden kişi, Rabbine

yakarıp ihsan talebinde bulunmalı. İki cihan hu-

zurunun Allah’ın ulûhiyetine inanmak olduğunu

bilmeli. Artan günahlarına af dilemeli.

Sıdk ile Rabbimize bağlanmak, yoluna baş ko-

yup yüz sürmek, lutfunu celbedecek efgâna bü-

rünmek, gece gündüz ağlayıp gözyaşı dökmek,

gözyaşımıza ilâhî nazarın eşlik etmesini sağla-

mak, tövbenin âdâbındandır. Diğer yandan peri-

şan gönlün derdine derman, ancak fecr-i sâdıkta

olur. Bütün halkın derdine devâlar, ancak seher

vaktinde bahşedilir.

Nefis terbiyesi, kulluk gayreti ve iman kuvveti

sahibini muhabbet eri haline getirir. Kulluk ede-

bi muhabbeti şiâr edinmeyi gerektirir. Zira sev-

diğinin muhabbeti ile dolan kişide gama yer kal-

maz. Muhabbet tesirleri gönülde tecellî edecek

olsa muhabbet sevdalısı onunla yâr olmaya baş-

lar. Muhabbet nuruna bezenenlerin başı Arş’a,

ayağı Kürs’e değecek hale gelir. Gözlerde muhab-

bet ışıltısı olsa bakılan her yer dosta şahitlik eder.

Canan uğruna can veren dostlar muhabbet paza-

rından ezelî muştular elde eder.

Âşığın aç ve susuz, her dem uykusuz, gamsız

ve kaygısız, yâra yâr olması gerekir. Âşık olan

post olur, Mevlâ ile dost olur, gece gündüz mest

olur.

Nefislerine bendelikten kurtulup Hakk’a dost

olanlar, yârenlik edenler ve ibadetlerini aşkla ger-

çekleştirenler her daim Hakk’ı zikretmenin tadına

varırlar. Sevene yakışan sevdiğini unutmaması-

dır. Mü’minin kulluk edebi ancak zikirle tamama

erer. Allah’ı zikir bir edep dersidir. Allah’ı zikir

kulluk bilincine eriştirir. Çünkü esrar hazinesine

nail olanlar Hakk’ı can u gönülden zikredenlerdir.

Sağa sola dönmekten kurtulup tam bir dikka-

te koyulmak, irfan elde etmeye niyet etmek, her

an ve her nefes gayra meyletmekten kaçınmak,

düşünceden hevâyı ve gönülden riyâyı çıkarmak,

rmâsivâdan alakayı kesmek, seherde kalkmak,

derde düşmek, gafletten kurtulmak, bir eteğe tu-

tunmak, ballı peteğe konmak, has ve ihlas ehli ol-

mak, mânâ deryasına dalmak zikrin âdâbındandır.

Kulluk, aşk ve zikirden gaye nedir? Gaye vus-

lata ermektir. Zira hicran hastalığının devâsı vus-

lat merhemiyledir. Yâr ile vuslatın adı ise candan

geçmektir. Âşığın gönlüne safâdan gayrı hiçbir şey

huzur kılmaz. Sıradan işlere âşığın can verdiği ise

asla söz konusu değildir. Aşk müftüsünün fetvası

şudur: Can verene yar ile vuslat hâsıl olur, yar ile

vuslat can fedâ kılmayı gerekli kılar. Âşık olanlar

ne can ne de cihan kaygısı çekmiştir. Can mülkü-

ne aşktan öte bir bayrak dikmemiştir asla. Yârin

cevri bile canana zevk u safadır.

Kardeşlik Edebi

Sevme sanatını becerenler kin ve kavgadan

bîzârdırlar. Sevenler yıldırmaz kaldırır, taşla-

maz bağrına basar, imhâ etmez ihyâ eder. Dola-

yısıyla sevgiyi şiâr edinmesi gereken mü’minin

günahkâr kesimlere hor hakir bakması yaraşmaz.

Belki de bir gün onlar affedileceklerdir. Zira hep-

sine Hakk’ın bağışlaması vardır. Dervişlik eğitimi

başkasını incitmekten kaçınmaktır. Edebî güzel-

likle takınılması gereken bu tavrı Hulûsi Efendi

şu şekilde dile getirmektedir:

Sakın nefsine uyup bir cân incitmeyesin

Hüsn ü edebi koyup bir cân incitmeyesin

El ile döğseler de dil ile söğseler de

Bin kez incitseler de bir cân incitmeyesin

Hepsi kardeşlerindir yolda yoldaşlarındır

Hâlde hâldaşlarındır bir cân incitmeyesin

Beyhûde cânın sıkıp insanlığından çıkıp

Dil Kâ’besini yıkıp bir cân incitmeyesin.

Ötekileştirmekten kaçınmanın yanında atıl-

ması gereken bir diğer adım dostluk köprüsü kur-

mak, dost ve yâr edinebilmektir. Gönül ehline

düşen yârin vefasını ummak değil, cefâsını çek-

mektir. Yâri terk edip vefasız olmamak gerekir.

Zira yârin cefâsı bir gün âşıklara ihsan olur. Dost-

luk mihnet yükünü yüklenmeyi gerektirir. Dost-

luk âşığın ciğerini kebaba dönüştürür, İbrahim

Edhem gibi bütün varını verip harap olmayı ge-

rektirir, vuslat demini basit duygulara fedâ ey-

lememeyi öğretir, o ânı yakalayabilmek için bin

canı fedâ kıldırır. Dostluğun gerçekleşmesi, kalb

temizliğine ve dosta olan teslimiyete bağlıdır. Gö-

nül dostu bulunca dost buna engel ve perde ol-

maz. Gönülsüz posta oturmak kişiyi dosta götür-

mez. Dostluğun Allah için yapılması esastır. Aksi

takdirde gönül safâya ermez.

Kardeşlik, dostluk ve yârânlık terbiyesi hizme-

te koyulmayı gerektirmektedir. İsmimizin sev-

diklerimiz, dostlarımız ve ihvanımız arasında

yâd edilmesi, geçici olan bu dünya evinde gücü-

müz nispetinde ortaya koyacağımız eserlere bağlı-

dır. Mü’minin kapısı herkese açıktır. Hizmette ve

cömertlikte Müslüman paylaşma ruhuna sahip-

tir. Kapısına gelen düşmanı bile olsa sonuna ka-

dar kapısını açık tutar. Ancak ne kadar çok dostu

da olsa dört dörtlük dost bulması zordur. Dolayı-

“Sağa sola dönmekten kurtulup tam bir dikkate koyulmak, irfan elde etmeye niyet etmek, her an ve her nefes gayra meyletmekten

kaçınmak, düşünceden hevâyı ve gönülden riyâyı çıkarmak,

rmâsivâdan alakayı kesmek, seherde kalkmak, derde düşmek, gafletten kurtulmak, bir eteğe tutunmak,

ballı peteğe konmak, has ve ihlas ehli olmak, mânâ deryasına dalmak

zikrin âdâbından.”

Page 15: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201226 27

sıyla mü’min derdini dost bildiklerine değil sade-

ce Hakk’a açıvermelidir.

Mürşid-i kâmillerin dergâhı birer edep mek-

tebidir. Bu mektebe girebilmek için iştiyaklı ol-

mak gerekmektedir. Bu mektepte deruhte edi-

len sohbet meclisleri aklını kullananları insanlık

hakîkatine vakıf kılmaktadır. Sohbet geleneği Pey-

gamber ashabının âdetidir. Mânâyı elde etmek

için can fedâ edilmez mi? Sohbet meclislerindeki

her bir dem için can bahşetmek gerekir. Can zev-

kine koyulanlar nefisten geçer, Hakk’a iştiyâk du-

yar, sohbetin iyileştirici vasfı ile her derdine der-

man bulmuş olurlar.

Âlemi kendimizin kulu ve kölesi sanmamamı-

zı öğütleyen Hulûsi Efendi, Allah için âlemin kö-

lesi olmaya, nefsin hevâsı ile mağrur olup aldan-

mamaya, her ayağın basacağı yol olmaya, garazsız

ve ıvazsız her canlıya hizmet etmeye, kimsesizin

ve düşkünün eli ve ayağı olmaya, Allah için her-

kese hürmet etmeye, sevip sevilmeye, hiçbir göze

diken olmamaya, gözlere gül ve sümbül olmaya,

kimseden incinip kimseyi incitmemeye, güler yüz-

lü ve tatlı dilli olup her ağzın balı olmaya, nefse

uyup Kâbe yıkılsa dahi hiçbir gönlü incitip yıkma-

maya, güneş gibi şefkatli, toprak gibi mütevazı ve

su gibi sehavetli ve merhametli olmaya, yoksul ve

bay/zengin herkese karşı gökçek olmaya, suçlula-

rın suçundan geçip hoşgörülü olmaya, varlıktan

boşalıp yoksula erişmeye, sözün gerçeğini söyle-

yip Hulûsi’nin kalbi olmaya davet etmektedir.

Dervişlik Edebi

Hulûsi Efendi’nin diliyle derviş olan âgâh olur,

bütün kazancı zikrullah olur, her türlü varlık iddi-

asından geçer, Allah’a vasıl olur.

Dervişlik ikiliği birliğe dönüştürme, gönülle-

ri dirliğe kavuşturma, aşkla ünsiyet peyda etme,

dost meclisine konma çabasıdır.

Mürşid eli tutmayan, ikrarlığa yetmeyen/eriş-

meyen ve varını terk etmeyen derviş olamaz. Tari-

kat kapısına ayak basmadan, ihlaslı amel çabası-

na bürünmeden derviş olunmaz.

Coşkun seller gibi coşan, gonca güller gibi ko-

kan, rüzgâr ile tozan toprak gibi savrulan derviş-

lerin ne nâmı ne de nişanı olur. Çünkü dervişe şan

gerekmez, yokluk yolcularına başka nişan gerek-

mez. Dervişin kulluk vazifesi, yokluk şiârıdır. İyi

kötü diye adam tefrik etmeyen dervişler, güzellik

muştusu ve mükemmellik arzusu içindedirler.

“Dervişlik nasıl olur?” sorusuna cevap sade-

dinde Hulusî Efendi, derviş olmak için varlıktan

soyunmak, ârdan sıyrılmak, aşka yanıp tutuşmak,

düz yokuş dememek, kâli terk edip hâli kesbet-

mek, pişmek, cedel eylememek gerektiğinden

bahsetmektedir.

Sûfîlerin tasavvufî âdâb ve erkâna riâyet ile

elde ettiği kazanca dikkat çeken Hulûsi Efen-

di, ferâgat ehlinin ulaştıkları fakr ve fenâ dev-

letini bin Süleyman mülküne değişmeyeceği-

ni, âşığın sevgilisinin bir tecellîsini bin hûrî

ve gılmâna değişmeyeceğini, feryat eden bül-

bülün gördüğü gülün cemâlini gülistana de-

ğişmeyeceğini, zahid sûfînin sevgiliye ait zül-

fü merâsimden ibaret binlerce din ve imana

değişmeyeceğini, gam ehlinin beytü’l-hazeni

(Hz. Yakub’un Yusuf (a.s.) hasretiyle yandığı

yer) bin saray ve eyvana değişmeyeceğini söy-

lemektedir.

Asrımızın acı gerçeği olarak “doğrula-

rın dostu yoktur” diyen Hulûsi Efendi, Hak

Teâlâ’dan bu densizlere haddini bildirmesini

niyaz ederken, kimseden bir umut ve vefa gör-

mediğini, kime yöneldiyse kendisine cefâ kıl-

dığını, halinin Hakk’a ayan olduğunu, iyi kötü

bütün ahvalini Hakk’ın bildiğini söylemekte-

dir. Herkese iyi niyet besleyip huzur ve güveni

tesis etmeye çalıştığından, gece gündüz çaba-

layıp emek sarf ettiğinden ve emanet bilincine

sadakat gösterdiğinden bahsetmektedir. Hü-

neri, marifeti ve edebi olmayanın iyilik ve gü-

zellik timsali haline gelmesi mümkün değildir.

Dolayısıyla kişinin edebi şiâr edinmesi, ilim ve

irfan yolunda çabalaması, marifet kazanımına

ermesi gerekmektedir. Not: Bu yazı; 24 Haziran 2011 tarihinde Darende’de yapılan 10. Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Sempozyumu’nda sunulan tebliğin özetidir. * Prof. Dr.

GÖZLERİN

Gözlerinden giriliyor ülkene Aklıma en önce gelen gözlerin Kuş bile kondurtmam kutsal gölgene Kanayan kalbimi çelen gözlerin Gözlerin giriyor önce kanıma Gözlerin veriyor hayat canıma Gözlerin geliyor gece yanıma Beni bin parçaya bölen gözlerin Beni benden alan ceylan bakışın Sessiz nehir gibi gönle akışın İliklere kadar ruhu yakışın İçimden geçeni bilen gözlerin

Can yakmak kâr kalmaz, bunu böyle bil Adalet önünde el bağla, eğil Zamana direnmek kolay iş değil Takvimden yılları silen gözlerin Yeşil gözlerine dalmak isterim Yıllarca içinde kalmak isterim Onun tapusunu almak isterim Perişan halime gülen gözlerin...

Bekir OĞUZBAŞARAN

Page 16: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201228 29

“Gül ve Gönül Medeniyeti”

ULUSLARARASI | INTERNATIONAL

SEMPOZYUMU | SYMPOSIUM

SOMUNCU BABA &HULÛSİ EFENDİH A Z İ R A N | J U N E - 2 0 1 2

ULUSLARARASI | INTERNATIONAL

SEMPOZYUMU | SYMPOSIUM

SOMUNCU BABA &HULÛSİ EFENDİH A Z İ R A N | J U N E - 2 0 1 2

Zaviye Mah. Hulûsi Efendi Cad. No : 71 Darende 44700 MalatyaTel: (422) 615 1500 / www.hulusiefendivakfi.org.tr

Şiir DinletisiSerdar TUNCER

KonserAhmet ÖZHAN

9 Haziran 2012Cumartesi, 17.00

Merinos Kültür Merkezi

BURSA

2 Haziran 2012Cumartesi, 17.00

Lütfi Kırdar Kongre Sarayı

İSTANBUL

23 Haziran 2012Cumartesi, 17.00Kapalı Spor Salonu

DARENDE

Anadolu’nun manevî

mimarlarından

Somuncu Baba ve

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin

ilim ve insanlığa hizmetlerinin ele alınacağı

uluslar arası sempozyum’a

teşriflerinizi bekleriz.

Kalbî muhabbetlerimizle.

Hamit Hamidettin ATEŞEs-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı

Mütevelli Heyet Başkanı

Katılımcı Ülkeler: İngiltere, Azerbaycan, Bosna Hersek, Mısır, Suudi Arabistan, Özbekistan, Pakistan

Page 17: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

31Haziran 201230

KültürKadir DEMİRCİ*

Osman Hulûsi Efendi yakın zamanda

ahirete uğurladığımız Hak âşığı bir

Allah dostudur. Hayatta iken onun

ilminden, irfanından ve muhabbetinden pek çok

insan istifade etmiştir. Ama o, hizmetini daha ge-

niş coğrafyalara, uzun asırlara yaymayı hedefle-

miş, gelecek nesilleri düşünmüş, ilim ve irfanını

eserleriyle ebedîleştirmeyi arzu etmiştir.

Hulûsi Efendi’nin ilim ve irfanının sonradan

gelenlere aktarılması, açıklanması böylece hizmet

halkasının devam ettirilmesi gerekmektedir. Ta-

rih boyunca kıymetli insanların kaleme aldıkları

eserler, ardından gelenler tarafından çeşitli şekil-

lerde çalışmalara konu edilmiş ve böylelikle o in-

sanların eserleri daha da yaygınlık kazanmış, fikir

ve düşünceleri daha çok kitlelere ulaşmıştır.

Hulûsi Efendi’nin eserlerine bakıldığında o

eserlerin üzerinde nice çalışmalar yapılacak ma-

hiyette mânâca çok zengin, derin ve bereket-

li eserler olduğu görülecektir. Onun şahsiyetine

damgasını vuran şey, almış olduğu tasavvuf eği-

timidir. Hulûsi Efendi, geleneğimizde var olan ir-

fan ırmağının hâlâ akmaya devam ettiğini, kuru-

madığını, yosunlaşmadığını gösteren örneklerden

biridir. Onun varlığı, örnekliğinin tazeliği günü-

müzün birçok olumsuzluklarına rağmen tasav-

vuf eğitiminin imkânı ve başarısını göstermesi

bakımından bizim için büyük bir ümittir. Hulûsi

Efendi’nin ardından gelen bizler onun eserlerin-

de ele aldığı konulara dikkatleri çekmek, onların

altını çizmek Hulûsi Efendi’nin irfan dünyası hak-

kında gelecek nesillere bir farkındalık oluşturmak

gibi görevlerle mükellefiz. Onun mânâ âlemindeki

sırlarını araştırmak ve anlamak gerekmektedir.

Bunun için onu tüketmek değil, eserleriyle üret-

mek durumundayız. Tâ ki onun irfan pınarı ak-

maya devam etsin ve nice susamışlar buradan su-

suzluklarını gidersin.

Edeb ve Ahlâkı Elde Etmenin Yolu: Tezkiye-i Nefs

Gerek Kur’ân-ı Kerim’de gerek hadis-i şerif-

lerde sık sık kullanılan kavramlardan biri de hiç

şüphesiz nefs kavramıdır. Bu kavram hırs, şeh-

vet, öfke, mal ve makam düşkünlüğü gibi insa-

HULÛSİ EFENDİ (K.S.)’NİN DÎVÂNI’NDA

NEFS

nı öz benliğinden, insanlığından uzaklaştıran

olumsuz nitelikleri içerir. Ahlak’ı güzelleştirmek

ve edep sahibi olmak en başta nefsi bu gibi kötü

hasletlerden arındırmakla mümkündür. Nitekim

Allahu Teâlâ şöyle haber vermiştir: “Kişiye ve onu

şekillendirene, sonra da ona iyilik ve kötülük ka-

biliyeti verene and olsun ki nefsini arıtan saâdete

ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de

ziyana uğramıştır.”1 Bu yüzden Hak dostları

rivâyetlerden de hareketle nefsi insanın saâdetini

engelleyen düşman olarak ilan etmişler ve onun-

la savaşmayı gündeme getirmişlerdir. Hemen he-

men bütün sûfîlere göre ahlâkın güzelleşmesi için

mutlaka nefsin eğitilmesi gerekmektedir. Çünkü

insanın en büyük düşmanı olan

nefis2 insana ısrarla kö-

tülüğü emreder,3

onu aşağılara çe-

ker. Bu yüzden

insan nefsiy-

le büyük bir

m ü c â d e l e

i ç e r i s i n d e

olmalı ve

m u t l a k a

A l l a h ’ t a n

y a r d ı m

dilemelidir. Çünkü

rivâyet edildiğine

göre Hz. Peygamber

(s.a.v) Allah’tan ken-

disini göz açıp kapa-

yıncaya kadar bile

nefsinin eline bırak-

mamasını istermiştir.4

Bütün Allah dostları

gibi Hulûsi Efendi

de bu hakîkatlere

işaret etmiş ve nefsin

amansız bir düşman

oluşunu şu dizelerle

dile getirmiştir:

“Hulûsi

Efendi’nin ilim ve

irfanının sonradan

gelenlere aktarılması,

açıklanması böylece hizmet

halkasının devam ettirilmesi

gerekmektedir. Tarih boyunca

kıymetli insanların kaleme aldıkları

eserler, ardından gelenler tarafından

çeşitli şekillerde çalışmalara konu edilmiş

ve böylelikle o insanların eserleri daha da

yaygınlık kazanmış, fikir ve düşünceleri

daha çok kitlelere ulaşmıştır.”

Page 18: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

33Haziran 201232

Bu nefs-i bed-likânın leşkeri yağmâ eder varım

Kerem kılıp inâyetle bu tuğyâna eriş ey yâr5

Hulûsi Efendi nefsin hevâ ve heveslerine uyul-

mamasını öğütler.

Edelim terk-i hevâ vü hevesi cümle ne var

Nice dil uzatalım sevgili ihvânımıza6

Görüldüğü gibi nefis öyle büyük bir düşmandır

ki; bütün varımızı yok eder ve bizi iflasın, zarar ve

ziyanın eşiğine sürükler. Bu sebeple bu düşman-

la savaşmak ve onu etkisiz hâle getirmek, nefsin

elinden kurtulmak gerekmektedir. Zira nefis çok

sayıda askerleri olan güçlü bir düşmandır. Hulûsi

Efendi bu hakîkati şöyle dile getirir:

Nefsinin askerini kahra müdârâ kılma

Dostlara lutf eyle düşmâna müdârâ başka7

Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere insanın

kendi varlığını, var olduğu bütün değerleri yok et-

meyi hedefleyen düşman iyice bir tanınmalıdır.

Nefis insanı insanlığından çıkaran en büyük düş-

man olarak görülmeli ve o, insan için öncelikli bir

tehdit unsuru olarak algılanmalıdır. Hulûsi Efen-

di nefsi aradan çıkarmadan dosta, yani Hz. Allah’a

vâsıl olmanın mümkün olmadığını belirtmekte-

dir. Bundan sonra ise insanın yapacağı nefsinin

zaaflarını, kusurlarını fark edebilmesidir. Hulûsi

Efendi bu hususu şöyle dillendirir:

Hulûsî nefsini râm eyle nefsin râmî olmazdan

Anı bas pehlivân ol başka bir mağlûb arama8

Nefsin zaaflarının, ayıp ve kusurlarının far-

kına varan insan artık onunla mücadele etmeye

yönelmeli ve nefsi üzerinde hâkimiyet kurma-

ya çalışmalı, onun arzu ve isteklerini bastır-

malıdır. Bu öyle bir mücadeledir ki bu savaşın

gâlibi cihanın merdi övgüsüne layık olur, ger-

çek bir pehlivân nişânını alır. Hulûsi Efendi’nin

dizelerinde dile getirilen bu benzetmeler Hz.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in hadisinde ge-

çen şu ifadeyi çağrıştırmaktadır. “Asıl pehlivân

güreşte değil, öfkelendiği anda öfkesini yenen

kişidir.”9

Bu yolun merdinden olup nefsini basdın ise

Merd-i meydân-ı cihânsın gel yokuş düz arama10

Bilindiği gibi ihlâs her işte Allah’ın rızası-

nı gözetme niyetini ifade eder. İnsan önce niye-

tini, amacını belirlemeli ve bu niyeti her ortam-

da mutlaka göz önünde bulundurmalıdır. Kişinin

niyeti Allah’ın rızası olmalıdır ki din dilinde buna

ihlâs denir. Hulûsi Efendi ihlâs olmadan nefs-i

emmâreden kurtulmanın imkânsızlığını şöyle dile

getirir:

İhlâs ile hâs eylemeden gönlü Hulûsî

Emmâre-i nefsin yönü Rahmân’a yönelmez11

Hulûsi Efendi bu beyti ile sanki şu hadise işa-

ret etmektedir: “İnsan vücûdunda bir et parça-

sı vardır ki, o sâlih olursa bütün vücûd salâh bu-

lur. O fesâda uğrarsa bütün vücûd fesâda uğrar.

Dikkat edin bu et parçası kalptir.”12 Tabii ki bu-

rada kalp ile kastedilen insanın mânevî yönünü

ihtivâ eden gönüldür. İnsan davranışlarının teme-

linde düşünceler ve duygular çok önemli rol oy-

nar. Düşünce ve duyguların oluştuğu yer de gönül

âlemidir. İnsanın âzâlarından güzel davranışların

zuhûr etmesi için evvelâ gönlünde güzellikle-

rin yeşermesi gerekmektedir. Bu nedenle tasav-

vuf ehli büyükler insanı terbiyede ağırlıklı olarak

gönlü terbiye etmeye yönelmişlerdir. Hulûsi Efen-

di bu hakîkati yukarıdaki beyitte dile getirmekte-

dir. Gönül hâs olmadan nefsi terbiye etmek müm-

kün değildir.

Nefis ile mücâdelede Hulûsi Efendi’nin dile ge-

tirdiği yollardan bir diğeri de cân zevkine yönel-

mektir. Nefsin arzu ve isteklerinin insan üzerinde-

ki etkisi bu arzuların kişiye aşırı derecede bir zevk

vermesidir. Nefsin arzularının vereceği zevk an-

cak cân zevki ile bastırılabilir. Bu hakîkatı Hulûsi

Efendi şöyle ifade eder:

Cân zevkine yet nefsi bırak tâlib-i Hakk ol

Her derdine dermânın ola merhem-i sohbet13

Nefis ile mücâdelede izlenecek bir diğer yol ise

tâattır. Kul Allah’ın emirlerine itâat ettiğinde nef-

sin arzu ve isteklerine karşı gâlip gelecektir. Zira

ibadet ve tâatsızlık nefsin hoşuna giden haller-

dendir. Bu durum Dîvân’da bu şu şekilde zikre-

dilir:

Nefsin başı hoş olur gerçi bî-namâz ile

Sen namâzı bırakma mi’râc et namâz ile14

Bütün bunlardan anlaşıldığına göre Hulûsi

Efendi’nin ahlâk anlayışının temelinde nefsi kötü

hasletlerden arındırma, gönlü ilâhî aşk ile nurlan-

dırarak güçlendirme vardır. İnsanın dosta yani

Allah’a ulaşması ve ebedî mutluluğa erebilme-

si için nefsin kötü hasletlerinden kurtulması ge-

rekmektedir. Nefsin temizliği konusunda Hulûsi

Efendi’nin öne çıkardığı kavramlar ihlâs, cân zev-

ki, tâat ve gönül eğitimidir. Hulûsi Efendi’nin gö-

rüşlerinin şu aşamalardan oluştuğunu söyleyebi-

liriz:

Nefsin insanın özünü tehdit eden en büyük

düşman olduğu kabul edilmelidir.

Nefis düşmanının silah olarak kullandığı arzu-

lar, hevâ ve hevesler birer silah ve tuzak olarak

fark edilmelidir.

Bu tuzaklarla mücâdele edilmelidir.

Bu mücâdelede en önemli kavram ihlâstır. İn-

san niyetinin yani amacının sürekli her ortamda

farkında olmalıdır.

Nefsin insan bedenine zevk veren arzularına

karşı kişi cânın yani ruhun zevkine yönelmelidir.

Ayrıca nefsin arzularına karşı tâat ile karşılık ve-

rilmelidir.

Değerlendirme

Büyük bir Hak dostu olan Hulûsi Efendi İslâmî

hakîkatleri pek yüksek bir dille, şiirin diliyle ifa-

de etmiş, kendisinden sonra gelenlere Hak ve

hakîkat yolunun esaslarını göstermiştir. Bu yolun

esaslarının başında edeb ve ahlâk gelmektedir. O,

kaynağını, muhtevâsını ve çerçevesini Kur’an ve

Sünnet’ten alan bir edebi ve ahlâkı savunmuş; bu

tarz bir ahlâkın gerek fert gerek cemiyet için kur-

tuluşun tâ kendisi olacağını bildirmiştir. Onun sa-

vunduğu ahlâk Kur’an ahlâkıdır. Bu ahlâk yüce

Yaratıcı’ya karşı yüksek bir sorumluluk duygusu-

na dayalı bir ahlâk olduğundan her zaman ve her

yerde yaşanabilir bir ahlâktır. Bu ahlâk imana da-

yalı bir ahlâk olduğundan muvaffakiyetlerle ve lü-

tuflarla dolu bir ahlâktır. İnsanı kemâle, huzu-

ra erdirici bir ahlâktır. Bizâtihî Hulûsi Efendi’nin

kendi şahsiyeti Kur’an ahlâkının her zaman ve

mekânda ne derece muvaffak olduğunu göster-

mesi bakımından oldukça önemlidir. Bu neden-

le nesillerimize vereceğimiz en büyük hediye on-

ların hayatlarını tezyin edecek olan Kur’an ahlâkı

olacaktır. Bu ahlâk kişinin kendi zaafları ile olan

mücâdeleye dayanır. Buna tezkiye-i nefs derler.

Aynı zamanda bu ahlâk daha ulvî duygularla ruhu

donatmaya, lâhûtî âleme gönül açmaya dayanır

ki buna da tasfiye-i kalb derler. İşte insan tâ Hz.

Peygamber (s.a.v.)’den itibaren gelen bu iki esa-

sa sülûk etmekle kemâle erer. Hulûsi Efendi hu

hakîkati hem hâliyle hem de kâliyle ortaya koy-

muştur.

1 91/Şems, 6-102 Beyhakî, Sünen, Zühd3 12/Yûsuf, 934 Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, Dâru’l-

Fikr, hno: 17409, 10/2885 Dîvân, 43/66 Dîvân, 251/47 Dîvân, 270/5

8 Dîvân, 11/59 Buhârî, Sahih, Edeb 7610 Dîvân, 9/411 Dîvân, 101/712 Buhârî, Sahih, İman 40, no: 52, 1/2013 Dîvân, 26/1114 Dîvân, 278/1

*Yrd. Doç. Dr.

Dipnot

Not: Bu yazı; 24 Haziran 2011 tarihinde Darende’de yapılan 10. Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Sempozyumu’nda sunulan tebliğin özetidir.

“Görüldüğü gibi nefis öyle büyük bir

düşmandır ki; bütün varımızı yok

eder ve bizi iflasın, zarar ve ziyanın

eşiğine sürükler. Bu sebeple bu

düşmanla savaşmak ve onu etkisiz hâle

getirmek, nefsin elinden kurtulmak

gerekmektedir. Zira nefis çok sayıda

askerleri olan güçlü bir düşmandır.”

Page 19: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

35Haziran 201234

GÖNÜLLERZİKREYLEYEN

EdebiyatMusa TEKTAŞ

Cenâb-ı Hak, yarattığı canlı-cansız bü-

tün varlıklara kendisini tanıtmış ve

onları dâimî bir sûrette zikir ile va-

zifelendirmiştir. Bütün varlıklar, yaratılışları

muktezâsınca kendi hâllerine mahsus bir sûrette

Rab’lerini tanırlar ve O’nu zikrederler. Tasavvuf

yolundaki bir sâlik Allah’a ulaşabilmek için ge-

rekli mânevî desteği zikirden alır. Zikir gönülle-

rin gıdasıdır. İmam-ı Rabbanî Hazretle-

ri Mektûbat’ının 190. mektubunda

zikrin önemine şu şekilde işa-

ret eder:

“Biliniz ve dikkat edi-

niz ki, sizin ve bütün in-

sanoğlunun saadeti ve

felahı Yüce Allah’ı zikret-

meye bağlıdır. Bütün va-

kitlerin imkân nispetinde

Allah’ın zikri ile geçirilmesi

gerekir. Bu konuda bir anlık

bir gafl et bile doğru değildir.”

Her nefes, Allahu Teâlâ’nın kuluna

büyük ihsanıdır. Bu nimetin şükrünü her nefes-

te îfâ etmek için zikretmek gerekir. Tasavvufî ter-

biyede zikri veren mürşid çok önemlidir. Gerçek

mürşid sâliki hakka götürendir. Yüzbinlerce insa-

nın Hakk’a vasıl olmasına vesile olan mürşidler-

den biri de Yusuf el- Hemedânî Hazretleridir.

Yûsuf el-Hemedânî Hazretleri, Türk Dünyası-

nın İslâmlaşmasını ve Anadolu’nun Türkleşme-

sini sağlayan Yesevîlik ile Nakşîliğin kolbaşıdır.

Diğer yandan altın silsilenin dokuzuncu halkası-

nı teşkil etmektedir. 440/1049 veya 441/1050 ta-

rihinde Hemedân’a bağlı Bûzencird kasabasında

dünyaya gelir.1

Çocukluk yıllarını memleketinde geçirir, daha

fazla okumak, ilim ve irfanını artırmak

maksadıyla Bağdat, Buhara,

Isfahan, Semerkant’ta ilim

tahsil eder. Özellikle meşhur

Şafi î fakihi ve Bağdat

Nizamiye Medresesi’nin

müderrisi Ebû İshak

Şîrâzî’nin (ö.476/1083)

ders halkasına devam

eder. Fıkıh, hadis

ve kelâm öğrenmeye

başlayan, zekâ ve liyakati

ile akranlarının önüne geçen

Hemedânî’yi, hocası Ebû İs-

hak, yaşı küçük olmasına rağmen

Hemedânî’yi ilim, irfan ve iyi ahlâkı se-

bebiyle arkadaşlarına tercih eder, akranına örnek

gösterir ve müridlerin çoğundan onu üstün tutar.

Darendeli şair Korkmaz Hafız’ın “Okutup ilm-i

ledünn fâiku’l-akrân etmiş” mısrasında belirttiği

üzere, mânevî ilim ve irfanla donatılan Es-Seyyid

Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’nin hayatında buna

benzer bir tabloyu görmek mümkün…

“Biliniz

ve dikkat

ediniz ki, sizin ve bütün

insanoğlunun saadeti ve felahı

Yüce Allah’ı zikretmeye bağlıdır.

Bütün vakitlerin imkân nispetinde

Allah’ın zikri ile geçirilmesi gerekir.

Bu konuda bir anlık

bir gaflet bile doğru

değildir.” rekli mânevî desteği zikirden alır. Zikir gönülle-

rin gıdasıdır. İmam-ı Rabbanî Hazretle-

ri Mektûbat’ının 190. mektubunda

zikrin önemine şu şekilde işa-

“Biliniz ve dikkat edi-

niz ki, sizin ve bütün in-

sanoğlunun saadeti ve

felahı Yüce Allah’ı zikret-

meye bağlıdır. Bütün va-

kitlerin imkân nispetinde

Allah’ın zikri ile geçirilmesi

gerekir. Bu konuda bir anlık

bir gafl et bile doğru değildir.”

Her nefes, Allahu Teâlâ’nın kuluna

Çocukluk yıllarını memleketinde geçirir, daha

fazla okumak, ilim ve irfanını artırmak

maksadıyla Bağdat, Buhara,

Isfahan, Semerkant’ta ilim

tahsil eder. Özellikle meşhur

Şafi î fakihi ve Bağdat

Nizamiye Medresesi’nin

müderrisi Ebû İshak

Şîrâzî’nin (ö.476/1083)

ders halkasına devam

eder. Fıkıh, hadis

ve kelâm öğrenmeye

başlayan, zekâ ve liyakati

ile akranlarının önüne geçen

Hemedânî’yi, hocası Ebû İs-

hak, yaşı küçük olmasına rağmen

Hemedânî’yi ilim, irfan ve iyi ahlâkı se-

“Hulusi Efendi

Hazretleri Dîvân’ındaki bir

rubaide kalbi uyanık dervişlerin

Allah’a kavuşma maksadıyla

çabalayan gönüllerinin

elde ettikleri en büyük kazancın

zikir olduğunu beyan

buyurur”

Page 20: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201236 37

Babası Es-Seyyid Hatip Hasan Feyzi Efendi,

çocuklarının dinî terbiye ve güzel ahlâk üzere ye-

tişmelerine gayret eder. Bunun için de çocukları-

na ilk olarak Allah’ın kelamı olan Kur’an-ı Kerim’i

öğretir. Hulûsi Efendi’nin yetişmesine özel önem

verir ve daha yedi yaşında iken Kur’an’ı öğreterek

hatmetmelerini sağlar.

Küçük yaşından itibaren mânevî hayata açık

olduğu görülen Hulûsi Efendi’nin bu durumu ile

ailesi iftihar edeceği bir derecede, olgunluktadır.

Osman Hulûsi Efendi’nin yazmış olduğu ilahî

ve kasideleri ilk olarak söylemeye başladığı yıllar-

da, Hatip Hasan Feyzi Efendi’nin amcası olan Ha-

san Efendi, O’na hitaben şöyle der:

“Hatip Efendi, ben zannederdim ki ecdad bizi

unuttu, fakat sizi tebrik ediyorum ki, sulbünüz-

den Hulûsi gibi bir evlat zuhur etti.” Mahalledeki

diğer çocuklardan farklı özellikler taşıyan Osman

Hulûsi Efendi’de, temiz giyiniş, güzel ahlâk üze-

re yaşantı, ta çocukluk günlerinde başlar ve çev-

resine bu hâliyle örnek teşkil eder. Bundan dola-

yı da, yaşadığı çevrede güven timsali olur. Hatta

okul yıllarında iken kendi öğretmeninin dahi hâl

ve hareketlerinden etkilendiği kaydedilmektedir.

Bâtın Temizliği

Şer’î ilimlerde büyük bir vukufiyet ve üstün ba-

şarı kazanan Yûsuf Hemedânî (k.s.), daha sonra

sûfiyâne mizacının da etkisiyle tasavvufa yönelir.

Sülûk-ı bâtın hakkında şu öğütlerde bulunmuştur:

“Sülûk-ı bâtın; kalbi temizlemeye çalışmak

ve nefsânî kötü sıfatları yok etmek için gayret

sarf etmektir. Bâtın temizliği dedikleri işte bu-

dur. Kalp zikrinde sınırsız bir çaba ve azim gere-

kir ki, kalp Hak Teâlâ’yı zikreder hâle gelsin. Bu

zikir telkini önce Hz. Ebû Bekir(r.a.)’ın kalbine,

Selmân-ı Fârisî (r.a)’ye, ondan Cafer-i Sâdık’a,

ondan Sultan Bâyezîd’e, ondan Şeyh Ebü’l-Hasan

Harakânî’ye, ondan büyük şeyh Ebû Ali Fârmedî

et-Tûsî’ye ve ondan da bize ulaşmıştır.”2

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri bir

beytinde kötülükleri bırakıp, iç temizliği ile zikre

devam etmeyi şu şekilde öğütler:

Fikr-i hevâdan kalb-i riyâdan

Geçip sivâdan Hakk’ı zikr eyle3

Aşk ile zikredenlerin zamanı değerlendirip zi-

kirle kıymetlendiklerine de şöyle işaret eder:

Ey gönül gel Hakk’ı zikr et aşk ile

Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem4

Gönüllerin Zikri

Zikrin önemi hakkında H. Hamidettin Ateş

Efendi’nin şu kelamları bizleri daha da aydınlat-

maktadır:

“Kişi, Allah (c.c.)’tan başka her şeyi unu-

tup O’nun ismini anarak, sürekli tekrar ederek,

mânevî lezzet bulur, kalben mutmain olur. İlahî

sevgi böylece insanın iç âleminde bir muhab-

bet yoğunluğuyla dolar taşar taştıkça coşar. Allah

(c.c.)’ı zikretmenin büyüklüğü; Kur’an-ı Kerîm’in

müjdesiyle bizlere bildirilmiştir. Namaz kılarken,

Kur’an okurken, dua ederken, dersini tesbihini

yerine getirirken ve her zaman Allah (c.c.)’ın ismi

anılırken, bu yaptığı işten tatlılık duyanlara, lezzet

alanlara hakikat kapıları açılır, üzerine feyz ü rah-

met saçılır. Kul Allah (c.c.)’ı andıkça, Allah (c.c.)

da kulunu anar. Zikredilene olan sevgi, zikrede-

nin sevilmesi vesilesiyle teslimiyet ve dostluk ka-

pıları açılır.

Zenginlik ve fakirlik anında, sağlık ve hastalık-

ta, yalnızlıkta ve toplulukta zikirden ayrılmamak

kalbin huzuru, insanın süruru için elzemdir. Zik-

redenlerin kalpleri yeşil ağaca, gafillerin kalpleri

ise kurumuş çalıya benzer. Rabbinin ismini anan

dudaklar, hep O’nunla olduğunun işaretini ve-

rir. Zikir ahiret azabından korunmanın, cen-

net ve cemale ulaşmanın vasıtasıdır.

Peygamberimiz bir hadîs-i şerîflerinde:

“Yedi sınıf mü’min hiçbir gölgenin bulun-

madığı kıyamet gününde Allahu Teâlâ’nın

Arş’ının gölgesinde ağırlanırlar. Bu sınıflar-

dan birisi de Allahu Teâlâ’yı halvette (gizlice

bir köşede, sessizce) zikredip ağlayandır.” bu-

yuruyor. Yeryüzünde bir yerde zikir yapıldığı

zaman, gök ehline burası gökteki yıldız küme-

leri gibi nurlu görünür. Mevlâ’sını her zaman

anan zâkirler, ölünce susuzluk hissi duymaz,

rahmet pınarlarından içerek Rabbine kavu-

şurlar. Allah (c.c.)’ın isminin anıldığı, zikrinin

yapıldığı topluluğa rahmet iner, şeytan yaklaşa-

maz.”5

Hulusi Efendi Hazretleri Dîvân’ındaki bir ru-

baide kalbi uyanık dervişlerin Allah’a kavuşma

maksadıyla çabalayan gönüllerinin elde ettikleri

en büyük kazancın zikir olduğunu beyan buyurur:

Dervîş olan âgâh olur

Her kârı zikru’llâh olur

Hep cümle varından geçer

Vâsıl-ı ille’llâh olur6

Yûsuf el-Hemedânî Hazretleri uzun yıllar

Bağdat’ta yaşadıktan sonra, hac farizasını ifa için

Harameyn’e gider, hac dönüşü Bağdat’a, oradan

da eski hizmet bölgesi olan Herat, Merv ve Rey

şehirlerine yönelir. Vefatına kadar buradaki hiz-

met faaliyetlerine devam ettirir. Herat’tan Merv’e

dönerken Bagşûr yakınlarındaki Bâmeîn kasaba-

sında, 22 Rebiulevvel 535/ 4 Kasım 1140 senesin-

de vefat eder. Naaşı önce oraya defnedildir, fakat

bir süre sonra İbnü’n-Neccâr adında bir müridi

kabrini Merv’e nakleder. Bugün mezarı, Türkme-

nistan sınırları içinde, Merv yakınlarındaki Bay-

ram Ali denilen yerde olup “Hâce Yûsuf” adıyla

ziyaretgâhtır.7

Hem hayatı, hem halifeleri, hem de eserle-

ri ile ilim-amel, şeriat-tasavvuf, zâhir-bâtın, fert-

cemiyet, madde-mânâ ilişkilerini bir bütün olarak

değerlendiren Hemedânî Hazretlerinin kişiliği

ile kaynaklardaki tespitlere baktığımızda şunlar

anlatılır:

Sözü dinlenir, hâl sahibi, ilim ve irfan ehliydi.

Sırtında daima yamalı yün elbise bulunurdu.

Hilm ve merhamet âbidesiydi. Kur’ân okumaya

çok düşkündü. Dünya işlerine ehemmiyet vermez-

di. Herkesin derdine yetişmeye çalışırdı. Türk ve

Tacik bütün köylülere dinin farzlarını öğretmek-

ten üşenmez, daima eğitim hizmetleri ile meş-

gul olurdu. İslâm’ın inanç esaslarını tevilsiz kabul

eder, daima riyazet ve mücâhede hâlinde bulunur,

müridlerine Peygamber(s.a.v.)’in sünnetine ve

ashâbının (r.anhüm) izlediği yollara göre hareket

etmeyi tavsiye ederdi. Kalbi, bütün mahlûkat için

“İslâm dini kulların, rızık için temiz ve helal yollardan rızık temin etmelerini hükme

bağlamıştır. İnsanların yeteneklerine göre çalışıp-kazanmaları, gerekli iş birliğini ve

iş bölümünü sağlamaları ve ihtiyaçları doğrultusunda harcama yapmalarını tabii

karşılamıştır.”

Page 21: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201238 39

Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*

*Prof. Dr.

derin bir muhabbetle dolu idi. Müridlerine dai-

ma dört büyük halifenin menkıbe ve faziletlerin-

den bahseder, onlara namaz, oruç, zikir, riyazet ve

mücâhedeyi tavsiye ederdi.8

Hemedânî (k.s.), müntesiplerinin dindarlıkla-

rını İslâm, iman ve zikir boyutunda derinleştir-

melerini isterdi.

Kalp ile zikir arasındaki ilişkiyi, ağaç ile su ir-

tibatına benzeten Hemedânî (k.s)’ye göre, kalp ile

tefekkür de ağaç ile meyve gibidir. Ağaca su ver-

meden yeşermesini beklemek, yaprak ve çiçek çı-

karmasını beklemeden ondan meyve istemek hata

olur. İstense bile asla meyve vermez. Çünkü o va-

kit meyve zamanı değil, ağacı besleme ve imar

etme zamanıdır. Ona su vermek, sarmaşık otun-

dan ve meyve kanalına yabancı olan şeylerden

arındırmak, sonra da güneşin ısısını beklemek ge-

rekir. Ağaç bu özelliğe büründükten sonra onun

dalından meyve istemek doğru olur. Artık bu va-

kit, meyve zamanıdır.

Yusuf Hemedânî (k.s.)’nin kendi müridi

Abdulhâlik Gucdevânî (k.s.)’ye nasihati şu şekil-

dedir:

“Bir pîrle sohbetten mahrum olan müridin

her gün bu zümrenin eserlerinden sekiz varak (16

sayfa) okuması gerekir. Böyle yaptığı takdirde,

bu sözler onun gönlünün dirilmesine sebep olur.

Buna göre bir mürid yolunu ve gidişatını dört esas

üzerine bina etmelidir. Birincisi, perhiz ve nefi s

riyazeti; ikincisi, lokmanın ve hırkanın helâl ol-

ması; üçüncüsü, mücâhede; dördüncüsü, zikir-

dir.” diye cevap verir.9

Yazımızı bitirirken, Hemedanî Haz-

retlerinin işaret buyurduğu üzere, nefi s-

le mücadelede, zikirde, kendini kötülük-

lerden korumada anahtar rol yüklenen

helal lokma meselesine H. Hamidettin

Ateş Efendi’nin yorumunu da vererek

sözü bağlayalım:

“İslâm dini kulların, rızık için te-

miz ve helal yollardan rızık temin et-

melerini hükme bağlamıştır. İnsanların

yeteneklerine göre çalışıp-kazanmaları,

gerekli iş birliğini ve iş bölümünü

sağlamaları ve ihtiyaçları doğrultusunda

harcama yapmalarını tabii karşılamıştır.

Ancak İslâm, kazanç yolları ve mal-mülk

edinme konusunda meşrûiyet prensibi-

ni esas almıştır. Yanlış ve haksız uygu-

lamalar konusunda insanları uyarmış bu

yönde bazı sınırlamalar getirmiştir.

Bu dünyada yapılan zerre kadar iyiliğin ve zer-

re kadar kötülüğün karşılığının göreceği gün gel-

meden, herkes hareketlerine dikkat etmelidir.

Yediği lokmaların amellere etki yaptığını iyi bil-

melidir. Kişi nefsinin emirlerine uymayarak nef-

siyle mücadele ederek, helal lokma yiyerek, zikrin

tadına ancak varabilir.”10

1 Özköse Kadir - Şimşek H.İbrahim, Altın Silsileden Altın Halkalar, Nasihat Yay., Ankara, 2009, s. 137.

2 Abdülhâlik Gucdevânî, “Makâmât-ı Yusuf Hemedânî”, Hayat Nedir–Rutbetü’l-hayât-, çev.: Necdet Tosun, İnsan Yayınları, İstanbul 1998, s. 39.

3 Ateş, Es-Seyyid Osman Hulûsi, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, (Haz. Prof. Dr. Meh-met Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz), Nasihat Yay., İstanbul, 2006., s. 264.

4 Ateş, Dîvân, s. 210.5 H. Hamedittin Ateş, Evrad-ı Behaiyye Takdim Bölümü, Nasihat Yay., İstanbul,

2007. s. 10-11.6 Ateş, Dîvân, s. 344.7 Tosun Necdet, Bahâeddîn Nakşbend: Hayatı, Görüşleri, Tarikatı, İnsan Yay., İs-

tanbul 2002, s.4. 8 Özköse Kadir, Anadolu Tasavvuf Önderleri, Ensar Yayıncılık, Konya 2008, s. 66.9 Hâce Yusuf Hemedânî, “Risâle der Âdâb-ı Tarîkat/Tarîkat Âdâbı”, Hayat Nedir

-Rutbetü’l-hayât-, çev.: Necdet Tosun, İnsan Yayınları, İstanbul 1998, s. 91-95.10 H. Hamidettin Ateş Hutbe Arşivi, 23.03.2012.

Dipnot

Adı : Attâb

Künyesi : Ebû Abdirrahmân

Doğum yılı : M. 610.

Doğum yeri : Mekke

Baba adı : Esîd b. Ebi’l-Îys b. Ümeyye el-

Ümevî el-Kureşî

Anne adı : Zeyneb veya Ervâ bint Ebî Amr

b. Ümeyye

Eş(ler)i : Cüveyriye bint Ebî Cehil.

Akrabaları : Tespit edilemedi

Oğulları : Abdurrahmân, Ğallâb, Hâlid,

Kızları : Cüveyriye

Kabilesi : Kureyş’in Emevî kolundandı.

İslâm’a girişi : Mekke’nin fethinde (630) Müs-

lüman oldu.

Sohbet süresi : İki yıl

Rivayeti : 4-5 rivayeti var.

Yaşadığı yer : Mekke, Medine

Mesleği : Valilik, hac emirliği

Hicreti : Medine

Savaşları : Tespit edilemedi

Görevleri : Hz. Peygamber (s.a.v.) Huneyn

Seferine çıkarken yirmi yaşında olmasına rağmen

onu Mekke’ye vali tayin etti. Mekke’nin fethedil-

diği yıl hac emirliği yaptı. Mekke valiliği Hz. Ebû

Bekir zamanında da devam etti.

Fizikî yapı : Tespit edilemedi

Mizacı : Fazilet sahibi, dirayetli biriydi.

Tok gözlü ve cömert biriydi. Bir gün Attâb sırtı-

nı Beytullâh’a yaslamış ve şöyle demiştir: “Valla-

hi Rasulullah’ın (s.a.v.) beni tayin ettiği şu valilik

işin den sadece şu bağlı iki elbiseyi elde ettim ve

ikisini de anlaşmalı kölem Keysan’a giydirdim.”

Ayrıcalığı : Hz. Peygamber (s.a.v.)’in değer

ve sorumluluk verdiği gençlerden biriydi.

Ömrü : 25

Ölüm yılı : H. 13. senede, bazı kaynaklarda

ise 23’te vefat etmiştir.

Ölüm yeri : Mekke’de,

Ölüm sebebi : Tespit edilemedi

Hakkında : Rasulullah (s.a.v.) Attab’ın

İslâm’a girmesini arzu etmiş ve cehennemden alı-

koymak istediği iki gençten biri olarak onu anmış-

tır. Onun sesini çok beğenmiş ve Mekke’de ezan

okumasını istemiştir. Yine bazı rivayetlerde Hz.

Peygamber (s.a.v.)’in ona mektup yazdığı ve bazı

talimatlar verdiği anlatılmaktadır.

Hadisleri : Rasulullah (s.a.v.) Attâb’a, hur-

maların miktarını takdir edip zekâtını aldığı gibi,

yaş üzümün de miktarını takdir ederek zekâtını

kuru üzümden almasını emretti.

“Hanımın üzerine halası ve teyzesiyle evlenile-

mez.”

Kaynaklar: İstîâb, I. 314; İsâbe, IV. 429-430; Üsd,

I. 738; DİA, IV. 93; İbn Sa’d, Tabakât, V. 446.

Attâb b. Esîd (r.a)

Yûsuf el-Hemedânî Hazretleri’nin Kabri

Page 22: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

41

SOMUNCU BABA VE HULÛSİ EFENDİ

PANELLERİ

Haziran 201240

Somuncu Baba

ve Hulûsi Efen-

di (k.s.)’nin tarihî,

manevî, edebî, sosyal ve kül-

türel şahsiyetlerinin günü-

müz insanları tarafından daha

yakından tanınması amacıy-

la Kayseri, Mersin, Sivas ve

Malatya’da Vakfımız tarafın-

dan ‘Somuncu Baba ve Hulûsi

Efendi Panelleri’ düzenlendi.

Panellere yoğun bir katılım ger-

çekleşti. İnsanlar Anadolu’nun

manevî mimarlarını tanımak

için belirlenen salonlara akın

etti. Aynı zamanda panellere

Vakıf Mütevelli Heyet Başka-

nımız Hamid Hamideddin Ateş

Efendi ve devlet protokolünden

pek çok sima katıldı.

Kayseri

Panellerimize Somun-

cu Baba’nın doğduğu yer olan

Kayseri’den başlandı. İlk yer

olarak Kayseri’nin olması

tesadüfî değildi. Kayseri’de ayrı

ve özel bir ilgiyle karşılanıl-

dı. Somuncu Baba ve Neseb-i

Alîsinden Hulûsi Efendi’nin

anılması anlamaya çalışılma-

sı insanlara ayrı bir huzur ve

mutluluk veriyordu. Kadir Has

Kongre Merkezi’nde yapılan

panelde bir konuşma yapan

Talas Belediye Başkanı Rıfat

Yıldırım; “Gençlerimize idol ve

örnek olarak manevî şahsiyet-

leri bir bir anlatmak, geleceğe

bırakacağımız en büyük miras

olacaktır” dedi. Başkan Yıldı-

rım sözlerini şu şekilde tamam-

ladı; “Darende’yi seviyor, sayı-

yor ve gıpta ediyoruz. Somuncu

Baba tüm Anadolu’nun gönül

erenlerinden birisidir. Bundan

sonra da bu yolun devamı an-

lamında Akçakaya ile Daren-

de arasında manevî bir köprü

olacağına inanıyorum.” dedi.

Kayseri’de çok güzel bir panel

düzenlenirken ruhlar büyük-

lerle buluşmanın huzurunu ya-

şadı.

Somuncu Baba ve Hulûsi

Efendi Panelinde, Cumhuriyet

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İslam Hukuku Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Abdullah Kahraman,

Gaziosmanpaşa Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof.

Dr. Kadir Özköse, Cumhuriyet

KültürResul KESENCELİ

Bizüm gülşendeki güller

Dururlar taze solmazlar

Hazân olup dökülmezler

Zemistân ü bahâr olmaz

Şeyh Hamid-i Velî (k.s)

Asla

n TE

KTAŞ

Page 23: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201242 43

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Türk-İslâm Edebiyatı Anabilim

Dalı Başkanı Prof. Dr. Alim Yıl-

dız ile Es-Seyyid Osman Hulûsi

Efendi Vakfı Eğitim ve İlmi

Araştırmalar Müdürü Tarihçi-

Yazar Resul Kesenceli sunumla-

rını izleyicilerle paylaştı.

Mersin

Mersin Ticaret ve Sanayi

Odası (TSO) konferans salonun-

da gerçekleşen panele Gaziantep

Üniversitesi İlahiyat Fakülte-

si Dekanı Prof. Dr. Ali Akpınar,

Fırat Üniversitesi İlahiyat Fa-

kültesi Öğretim Üyesi Mehmet

Soysaldı ve Es-Seyyid Osman

Hulûsi Efendi Vakfı Eğitim ve

İlmi Araştırmalar Müdürü Ta-

rihçi-Yazar Resul Kesenceli su-

numlarını izleyicilerle paylaştı.

Anadolu’nun münbit toprakla-

rından yetişen ve Anadolu’nun

manevî mimarları anıldı. İn-

sanların yoğun ilgisi karşısın-

da ciddi bir yoğunluk yaşandı.

Muhabbet ve sevgi gönüllerde

hissedildi.

Sivas

Sivas’taki Somuncu Baba ve

Hulûsi Efendi Paneline çok yo-

ğun ilgi vardı. Devlet erkânı ve

protokolden katılım oldukça

yoğundu. Açılış konuşmaların-

da ise Anadolu’nun manevî mi-

marları bir kez daha anıldı. Si-

vas Vali Yardımcısı Vefa Kaya,

ömrünü insanlara ve toplum

hizmetlerine adayanların asla

unutulmayacağını söyledi. TSO

Meclis Başkanı Mustafa Sarı-

lar da konuşmasında, çocukluk

yıllarından itibaren tanıma fır-

satı bulduğu Hulûsi Efendi’nin

insanlara verdiği önemden bah-

setti. Mustafa Sarılar; “Örnek

çalışmalarla insanlara sosyal ve

kültürel anlamda hizmetler üre-

ten Hulûsi Efendi Vakfı tarihî

şahsiyetlerin günümüzde daha

iyi anlaşılmasını sağlamak için

böylesine güzel bir toplantıyı

Sivas’ta düzenlemekle bu şehre,

bu şehrin sakinlerine ve manevî

şahsiyetlerine verdiği değeri

sergilemektedir” dedi.

İl Müftüsü Yusuf Şahin ise

bir düşünürün ‘Ben sevdiğimi

aklımla, kalbimle asla sevmiyo-

rum, ben sevdiklerimi ruhum-

la seviyorum’ dediğini hatırlata-

rak; “Kalp ölüme akıl unutmaya

mahkûmdur ama ruh hiçbir za-

man ölmez. Bizde sevdiklerimi-

zi ruhumuzla seversek işte o za-

man mana ifade eder” şeklinde

görüşlerini dile getirdi.

Somuncu Baba ve Hulûsi

Efendi Panelinde Cumhuriyet

Üniversitesi İlahiyat Fakülte-

si İslâm Hukuku Öğretim Üye-

si Prof. Dr. Abdullah Kahraman,

‘Somuncu Baba’nın Eserlerin-

de Hz. Peygamber Sevgisi’, Ga-

ziosmanpaşa Üniversitesi İlahi-

yat Fakültesi Dekanı Prof. Dr.

Kadir Özköse, ‘Hulûsi Efendi ve

Tasavvufî Edep Anlayışı’, Cum-

huriyet Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Türk-İslâm Edebiyatı

Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr.

Alim Yıldız ise ‘İhramcızade İs-

mail Hakkı Efendi ve Mevlid-i

Şerifi’ konularında konuşmalar

yaptı.

Malatya

Somuncu Baba ve Hulûsi

Efendi paneli Malatya’da çok

güzel ve muhteşem geçti. Ma-

latyalıların ayrı ve özel bir ilgi-

si bulunuyordu. Katılım o kadar

güzeldi ki manevî feyz pınarla-

rı tüm gönüllere akıyordu. Ma-

latya Somuncu Baba ve Hulûsi

Efendi’yi artık tanımaya başlı-

yordu. Bundan sonra da manevî

mimarlardan feyz almaya de-

vam edeceklerine dair mesajlar

veriyorlardı. Malatya Belediye

Başkanı Ahmet Çakır¸ panelde

yaptığı konuşmada¸ şehirlerin

gelişmesi için modern¸ alt yapı

sorunları olmayan¸ fizikî yapı-

laşmasıyla güzelleşmesi için ya-

pılan çalışmalar kadar¸ manevî

yönden de imar gerektiğini bil-

dirdi. Başkan Çakır; “Manevî

imar¸ Somuncu Baba ve Hulûsi

Efendi gibi büyüklerimizi an-

lamak ve onlar gibi yaşamakla

olur. Şehirler ne kadar gelişirse

gelişsin¸ ekonomi ne kadar ile-

riye giderse gitsin bugün bak-

tığımız zaman mutsuz¸ ruhsuz

insanlar var ki¸ bu sorunu da

çözmek lazım. Sadece gelişmeyi,

kalkınmayı ön planda tuttuğu-

muzda bu buhranın içerisinden

çıkmamız mümkün değil” dedi.

Somuncu Baba ve Hulûsi

Efendi Panelinde Marmara Üni-

versitesi Edebiyat Fakültesi Ta-

rih Bölümü Öğretim Üyesi Ah-

met Şimşirgil, Fırat Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Page 24: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

45Haziran 201244

Prof. Dr. Mehmet Soysal-dı: Hulûsi Efendi ve Peygam-

ber Sevgisi konusunda görüşle-

rini paylaştı, “Müslüman Allah’ı

ve Allah dostlarını seven insan-

dır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’i

severek, onu örnek edinerek ve

onun sünnetine ittiba ederek

Hulûsi Efendi gibi yaşamak ge-

reklidir.”

Prof. Dr. Mehmet Kara-göz: Sadat-ı Kiramın hizmetle-

ri ve çalışmasının kıymetinden

bahsederek büyüklerin yaptık-

ları güzel şeylerin açığa çıkma-

sını istememek, kötülüklerden

de her daim uzak durmaya ça-

lışmak gibi güzel huylarından

bahsetti.

Yoğun Katılım ve Teşekkür

Kayseri, Mersin, Sivas ve

Malatya’da halkın büyük tevec-

cühü ile karşılaşıldı. Gelen izle-

yiciler gönüllüydü ve gönülle-

ri güzeldi. Salonlar tamamıyla

dolmuş hatta insanlar ayakta

kalmalarına rağmen panelist-

leri sonuna kadar dinlemişler,

bu panellerden ayrı bir huzur ve

mutluluk duymuşlardı. Panelle-

rin bitiminde dağıtılan Somun-

cu Baba ekmeğini alıyorlar ayrı

bir feyz, muhabbet ve berekete

kavuşmanın mutluluğunu yaşı-

yorlardı. Ayrıca panellere katı-

lan protokol ve devlet erkânı te-

şekkürlerini bildirirken böyle

bir organizasyonun kendileri-

ni mutlu ettiğini belirtmişlerdi.

Panellerimize katılan Es-

Seyyid Osman Hulûsi Efendi

Vakfı Mütevelli Heyet Başkanı

Hamid Hamideddin Ateş Efen-

di, Sivas Vali Yardımcısı Vefa

Kaya, Malatya Belediye Başka-

nı Ahmet Çakır, Talas Belediye

Başkanı Rıfat Yıldırım, Kayse-

ri Büyükşehir Belediyesi Genel

Sekreteri Mustafa Yalçın, Si-

vas İl Emniyet Müdürü Kemal

Seyhan, Malatya Vakıflar Böl-

ge Müdürü Yakup Aktürk, Sivas

İl Müftüsü Yusuf Şahin Akde-

niz, İlçe Müftüsü Bünyamin Ak-

koç, Mezitli İlçe Müftüsü Nus-

ret Karabiber, Sivas TSO Meclis

Başkanı Mustafa Sarılar, Mer-

sin TSO Meclis Başkanı İbrahim

Kiper, Cumhuriyet Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof.

Dr. Metin Bozkuş, Prof. Dr.

Abulkadir Yuvalı, Prof. Dr. Ah-

met Şimşirgil. Prof. Mehmet Ka-

ragöz, Prof. Dr. Abdullah Kah-

raman, Prof. Dr. Kadir Özköse,

Prof. Dr. Alim Yıldız, Prof. Dr.

Ali Akpınar, Prof. Dr. Mehmet

Soysaldı Beylere, protokolün

kıymetli üyelerine, sunucumuz

M. Fatih Kerimoğlu’na, organi-

zasyonda emeği geçen vakıf per-

sonelimize ve gönül dostlarımı-

za çok teşekkür ediyoruz... Sevgi

ve saygılarımızla...

Mehmet Soysaldı ve Es-Seyyid

Osman Hulûsi Efendi Vakfı Eği-

tim ve İlmi Araştırmalar Mü-

dürü Tarihçi-Yazar Resul Ke-

senceli sunumlarını izleyicilerle

paylaştı. Malatya’daki panelde

Hulûsi Efendi’nin Turgut Özal

ile ilgili hatırası ve nasihatleri

ile Darende İmam Hatip Lisesi-

ni açma hatırası izleyicileri duy-

gulandırdı.

Panelistlerden İzlenimler

Prof. Dr. Ahmet Şim-şirgil: “Somuncu Baba Şeyh

Hamid-i Veli’yi çok iyi tanımak

gerekmektedir. O, Anadolu’ya

manevî fetih için gelen Hora-

san erenlerindendir. Somuncu

Baba Anadolu’ya yön verirken

Osmanlı Coğrafyası üzerinde

etkileri büyüktür. Öyle ki Hacı

Bayram-ı Veli ve Akşemseddin’i

yetiştirirken İstanbul’un fet-

hi ve Fatih’in üzerindeki etkisi-

ni unutmamak gerekir. Aslın-

da Somuncu Baba İstanbul’un

manevî fatihidir.”

Prof. Dr. Kadir Özköse:

“İnsanı yetiştirmek çok önem-

lidir. Eserden çok insana önem

vermek gerekir. Bunun içinde

büyükler insana kıymet vermiş-

lerdir. Hulûsi Efendi’nin edep

anlayışı her şeyin üzeridedir.

Hulûsi Efendi gönüle çok önem

verir. O gönül insanı ve hizmet

insanıdır. Hazretin cümleleriy-

le özetleyelim. “Hulûsi Efendi

dergâhını, Somuncu Baba oca-

ğı, yüce veliler yatağı, gönüllere

ferahlık bahşeden feyz u rahmet

bucağı, Taceddin-i Veli Hazret-

lerinin otağı, gamları giderip

neşelere gark eden, zevk ü sürur

kaynağı, Darende’nin yüz ağı,

ilim ve hikmet menbaı ve güzel-

ler oymağı olarak nitelemiştir.”

Prof. Dr. Abdullah Kah-raman: “Somuncu Baba Haz-

retleri hep kendisini gizlemiştir.

Sırrı ortaya çıktığında ayrılmış-

tır. Keramet göstermez istika-

meti düzgündür. Kendisini bir

yıl takip eden birisi “Efendim

hiç kerametinizi görmedim” de-

diğinde “Oğul bizde yalan, dedi-

kodu, gıybet, birinin aleyhinde

davranmayı gördün mü? Bizde

yalnızca, dürüstlük, incelik, iti-

na, istikameti gördün. Daha ne

keramet arıyorsun” buyurmuş.

Altıyüz yıldan beri bu incelikle-

rin devam ettiğini söylemiştir.”

Prof. Dr. Alim Yıldız: “İh-

ramcızade Hazretleri Sivas’ın ge-

lişmesinde çok etkili bir simadır.

Günümüzde İmam-Hatiplerin

değeri yeni anlaşılıyor. İhramcı-

zade İsmail Hakkı Efendi 1950’de

bu okulu açmış ve buradan çok

güzel insanlar yetişmiştir Günü-

müzde bu noktaya daha yeni ge-

liniyor. Mevlid-i Şerif ise zor za-

manda yazılmış ve insanlara yön

vermiş bir eserdir.”

Prof. Dr. Ali Akpınar:

“Önce onlar gibi yaşamak zorun-

dayız. Bakınız çok münbit top-

raklarda yaşıyorsunuz. Cennet

vatanımızın her bir köşesi gü-

zel ama Darende’yi biliyorsunuz,

Darende hizmeti taşların arasın-

dan çıkaran bir yerdir. Bu top-

raklar dün de çok büyük insanları

yetiştirdi, bu gün de yetiştiriyor.

O yüzden maneviyat ruhunu bu-

lunduğumuz yerlerde örnek şah-

siyetlerin hayatları gibi yaşat-

mamız gerekiyor. Bir müddet

Darende’de bulundum o insanlar

öyledir ki sükût ehli ama eylem

adamlarıdır. Hizmet insanlarıdır,

çalışkandır ama yapmış oldukları

işleri gizlerler.”

Aslan TEKTAŞ

Page 25: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201246

HAYATLARHUZURSUZ

“Esasında insan ‘Sonra ne olacak?’ sorusunun cevabını verebilse

gerçek mutluluğu yakalayabilir. ‘Zengin olacağım, şunu bunu

yapacağım, çocuklarımı evereceğim, seyahat edeceğim.’ şeklindeki

ileriye dönük planların her birinin ardından, ‘Sonra ne olacak?”

KültürEnbiya YILDIRIM*

Her insanın ger-

çekleşt irmek

istediği hedef-

leri vardır. Birine “Neler yapmak

istersin?” diye bir soru yöneltti-

ğinizde, sizlere sayfalar dolusu

tutacak planlarından bahseder.

Aynı soru bize yöneltilse biz de

onlardan aşağı kalmayız. Hepi-

mizin aklında ileriye dönük he-

saplar ve projeler vardır. Sonuç-

ta insanlar hedeflediklerini elde

etmek, emellerine erişmek için

çırpınıp dururlar. Bir şeylerin

peşinden koşmak onları ayakta

tutar. Ancak hedeflerini geçek-

leştiremediklerinde ve istedik-

lerini elde edemediklerinde ba-

zen büyük bir hayal kırıklığına

uğrarlar. Kendilerini teselli ede-

cek bir sığınak bulamadıkların-

da da yanlış yollara saparlar. Ba-

zen çaresizlik içinde hayatlarına

son verdikleri bile olur. Hiçbir

şey olmasa buhrana düşerler.

Yaşadığımız dünyada bunun ör-

nekleri hepimizin etrafında faz-

lasıyla mevcuttur.

İnsanı yaşama bağlayan

şeyler sadece nefsânî istekle-

ri ve elde etmek istediği dünya-

lıklar olduğunda, bunlar olduğu

sürece kendisini meşgul edecek

bir şeyler var demektir. Hatta

bu koşturmaca bütün bir hayat

boyu devam edebilir. Ancak bu

tür kazanımlar insanın mânevî

açlığını doyuramazlar. Nitekim

büyük servetlerine rağmen

hayatlarından tat alamadıkları

için mutsuz olduklarını

söyleyen veya yaşamlarına son

veren ünlülerin sayısı hiç de az

değildir. O zaman ortada bir

tatminsizlik var demektir. Bir

şeylerin doyurulamaması gibi

bir durum söz konusudur.

Hayal Kırıklığı

Kaldı ki insan her istediğini

elde etse bile yaşam bir müddet

sonra kendisi için tek düze hale

gelebilir. Çünkü her şeyi elde et-

menin bir sonu yoktur ve biri-

ken dünyalıkla birlikte insanın

mutluluğu bir noktadan sonra

artık çoğalmaz. Kazanımlar in-

sana mutluluk vermez olur. Elde

etmek istediklerini kazanama-

yınca büyük bir hayal kırıklığına

uğrayan insan gibi hayata küsü-

verir. Her iki durumda da insanı

rahatlatacak ve görünür olanın

ötesinde ona bir sığınma kapısı

açacak bir alana ihtiyaç vardır.

Bu sağlanmadığı zaman insanın

hayatını tüketen olumsuzluklar

yaşamını kemirmeye başlar.

İslâm’a gelince; bu son din

insana öncelikle yaşamın sadece

hazlar ve dünyalıklarla sınırlı

olmadığını söyler. Yaşamanın ne

için ve hangi ölçüler içerisinde

sürdürülmesi gerektiğini anlatır.

Ahlakî çizgiler belirler, başkala-

rını da düşünen bir yaşam fel-

sefesi öğütler. Paylaşımcılığı,

diğergamlığı ve adaletli davran-

mayı, güvenilir ve doğru olma-

yı, nefsi öncelememeyi öğretir.

Böyle olunca da insanın yaşan-

tısında haz ve dünyalık elde et-

menin yanında yeni alternatifler

ve seçenekler belirir. Kişi haya-

tını devam ettirirken gündelik

yaşantısını bezeyeceği ve onlar-

la mutlu olacağı yepyeni alanla-

ra sahip olur.

Bunun yanında İslâm in-

sana ölüm ötesi diye bir şeyin

var olduğunu söyler. Dünya-

nın birinci hedef olmamasını,

asıl olanın ölüm sonrası ebedî

yaşam olduğunu öğütler. Se-

vap ve azabı haber verir: “On-

lar, Allah’a ve âhiret gününe

inanırlar; iyiliği emreder,

kötülükten menederler; hayırlı

işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi

insanlardandır.”1 “Kim dünya

nimetini isterse, bilsin ki dünya

ve âhiret nimeti Allah katında-

dır. Allah her şeyi çok iyi işiten

ve çok iyi görendir.”2

Bunların gerçekten bilin-

cine varan mü’mini dünyada

hiç bir şey yıkamaz. Çünkü

elde edemedikleri karşısında

tevekkül sahibidir. Elinden

kaçırmasında bir hayır vardır,

diye düşünür. Karşılaştığı

olumsuzlukları bir şekilde

47

Page 26: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201248

VEDA TEPESİ

Kudüs’ün ürkek gözyaşlarıDiyarbekir’in gözlerinden akarTunus’un yanaklarından sızanKahire’nin koyu kanıdırŞam’ın sonbahar saçlarıDökülür derisinden Yemen’inMedine tüter Mekke’nin burnundaDüğümlenir boğazı İstanbul’unVedâ tepesinden uyanış doğar Bilal YAVUZ

49

hayra yormasını bilir. “Ben

elimden geleni yaptım ama

başaramadım, inşallah Rabbim

âhirette bunun karşılığını bana

verir.” diye düşünür. Çabasının

bir şekilde karşısına çıkacağı-

na inandığından dolayı da yeise

düşmez. “Çabaladım, çırpındım

ama kahretsin olmadı.” demek

alına gelmez. Allah’a ve onun

takdirine olan inancı çok

güçlü olduğundan her gelenin

yine ondan geldiğini bilir ve

isyankâr bir ruh hali sergilemez.

Başarılı olsa da başaramasa da

mutludur. Yetinmesini bilir.

Çünkü onun rabbi “Mü›minler,

yalnızca Allah›a tevekkül et-

melidir.”3, “Kim Allah’a tevek-

kül ederse, o ona yeter.”4 buyur-

maktadır.

İslâm’ın konumuz çerçeve-

sindeki diğer bir güzel yönü

de caydırıcılığıdır. İstedikleri

gerçekleşmeyen insanı haram

sayılan yollara başvurmaktan

acıklı azap haberiyle engeller.

Başarısız bireyin kendisini

dağıtmasının, hayata

küsmesinin önüne geçer.

İnsana olan biteni kabullenmeyi

öğretir. Kendisini içkiye ve diğer

kötü alışkanlıklara vurmasına

mâni olur. Hatta yaşama

küsüp hayatını sonlandırmaya

kalkanları bile tekrardan hayata

bağlar. Çünkü İslâm’a göre

kişinin kendi eliyle yaşamını

nihayetlendirmesi çok acı bir

azabı da peşinden getirecektir.

Kişi kendisinin hayatına hangi

yolla kıyarsa kıyamette aynı

şekilde azaba dûçâr olacaktır.

Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.)

şöyle buyurmaktadır: «Sizden

önceki ümmetlerden yaralı bir

adam vardı. Yarasının acısına

dayanamayarak bir bıçak aldı

ve elini kesti. Ancak kan bir tür-

lü kesilmediği için adam öldü.

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak;

‘Kulum canını almakta bana

karşı acele etti, ben de ona cen-

neti haram kıldım’ buyurdu.”5

“Kim kendisini bıçak gibi keskin

bir şeyle öldürürse, cehennem

ateşinde onunla azap görür.”6

“(Dünyada) kendisini boğan ce-

hennemde de kendisini boğar,

dünyada kendisini vuran ce-

hennemde kendisini vurur.”7

Bu dehşetli azaptan korkan

insan kendisine çeki düzen verir

ve Allah’ın ihsan ettiği yaşamı

vâdesi geldiğinde yine Allah’ın

almasını bekler. İslâm böylece

kula hayatını ikinci kez bahşe-

der. Bir müddet sonra da yaşa-

mın kıyısına gelmiş olan bu kişi

aptallığına yanar ve ne kadar ge-

reksiz yere hayatına son verme-

ye çalıştığını düşünür. Ömrü-

nü kötü sonlandırmadığı için de

Rabbine şükreder.

Sonra Ne Olacak?

Esasında insan “Sonra ne

olacak?” sorusunun cevabını

verebilse gerçek mutluluğu ya-

kalayabilir. “Zengin olacağım,

şunu bunu yapacağım, çocuk-

larımı evereceğim, seyahat ede-

ceğim.” şeklindeki ileriye dönük

planların her birinin ardın-

dan, “Sonra ne olacak?” sorusu-

nu sorduğumuzda karşımızda-

ki bir yerde tıkanıp kalır. Belki

biz, “Sonra ne olacak?” diye sor-

dukça ölene kadar yapacağı işle-

ri sıralayarak kendisince planlar

söyleyebiliriz. Ancak iş ölüme

gelip dayandığında “Sonra ne

olacak?” sorusunun cevabı in-

sanı titretir. Çünkü sadece haz-

lar ve dünyalıklar peşinde ge-

çen bir ömrün sonunda insanı

bekleyen ebedî yurttaki yaşamın

nasıl olacağı üç aşağı beş yukarı

bellidir. Çünkü ebedî hayat dün-

yadaki mânevî kazanımlara göre

şekillenecektir. Bu nedenle, ma-

kul sınırlar içerisinde düşünen

bir insan ardı ardına tekrar eden

“Sonra ne olacak?” sorularıyla

sarsılır ve ölüm ötesi için kendi-

sini hazır etmeye bakar. Yaşam

felsefesini değiştirerek kanâati,

başkaları için fedâkârlık yap-

mayı, iyi ahlaklı biri olmayı, fe-

sat olmamayı, haset etmemeyi,

kin gütmemeyi, dedikodu yap-

mamayı, örnek bir kişilik sergi-

lemeyi kendisine düstur edinir.

İyi bir Müslüman olur.

Hayatın hem kendimiz hem

de yakınımızdaki insanlar için

anlamsızlaşmaması için atıla-

cak küçük adımlar bulunmakta-

dır. Bunları yapabilirsek mutlu-

luk sandığımız şeylerin gerçekte

bizi mutlu etmediğini, kulluk-

tan alıkoyduğunu, bizi oyaladı-

ğını anlayacağız. Çünkü İslâm’la

bezenmemiş hiç bir şey insana

saâdeti getirmeyecektir.

İşin başı insanın yaratılış

gayesini unutmamasıdır. Bu

akılda kaldıkça problemler bir

şekilde çözülecektir.

1 3/Âl-i İmrân, 1142 4/Nisâ, 1343 3/Âl-i İmrân, 1224 65/Talâk, 3

5 Buhârî, 32046 Buhârî, 12757 Buhârî, 1276

*Prof. Dr.

Dipnot

Page 27: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

51

OSMAN HULÛSİ EFENDİ (K.S.)’DE

AİLE EĞİTİMİ“Osman Hulûsi Efendi, ilim ve irfan Hak mektebinde okunmalı düsturunu kendi

hayatında tatbik etmiş, sonra da etrafını bir meşale gibi aydınlatmış,

Darende’yi bir irfan ve kültür merkezi yapmıştır.”

Haziran 201250

Kadın ve AileM. Aybike SİNAN Aile, hiç şüphesiz

bir toplumun

zembereğidir,

anahtarıdır, merkez ve mihenk ta-

şıdır. Hem en küçük hem en bü-

yük birimidir. Toplumun bekası,

bir ülkenin geleceği için en önemli

kurumdur aile. İnsanlığın istikba-

li aileye bağlıdır. Aile varsa özellik-

le sağlıklı temeller üzerinde bina

edilmiş ise o zaman geleceğimiz-

den söz edebiliriz.

İşte Darende’de bir ışık gibi

etrafını aydınlatan, has bahçenin

gülü gibi etrafına kokular salan,

ışıklandıran, bir gönüller sultanı

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efen-

di Hazretleri de bu meseleye hu-

susan eğilmiştir. Kendi ailesinde

de bizzat uygulayıp hayata geçir-

diği eğitim meselesi üzerine otuz

ikinci Hutbesinde cemaatine şöy-

le seslenmiştir:

Müslümanlık Nazarında Çocuk

Müslümanlık nazarında ço-

cuklar dünyanın en güzel, en ha-

yırlı metaıdır. Evin bereketidir.

Cennet kokularından bir koku ve

Allah’ın bir hediyesidir. Allah ih-

san eylediği bu hediyeye karşı

şükretmek, ana babaya düşen bir

vazifedir, bir borçtur.

Her ana ve baba bundan me-

suldür. O bu mesuliyetten kur-

tulabilmek için Allah’ın ihsan

eylediği bu hediyeyi tertemiz

muhafaza etmek, arızasız bü-

yütmek, bunlara dinini, dünya-

sını öğretmek, Allah’ın kitabını

belletmek, dünya ve ahrette me-

sul olacak şekilde hazırlamak la-

zımdır.

Çocuklarının terbiyesini ih-

mal eden onlara bakmayan ba-

balar ve analar hem Allah ya-

nında hem cemiyet nazarında

suçludur.”

Osman Hulûsi Efendi, çocu-

ğun ilk çocukluk yıllarının öne-

mini özellikle vurgular ve terbi-

ye, ahlâk ve eğitimin çok küçük

iken verilmesinin daha kalıcı ve

etkili olacağının altını çizer.

Nitekim Sevgili Peygamber

Efendimiz de çocuk eğitimi ile

alakalı şunları söylemektedir.

“Çocuklarınıza ikram edi-

niz, iyi bakınız, terbiyelerine çok

dikkat ediniz. Onları güzel terbi-

ye ediniz, onlara mutlaka muh-

taç oldukları şeyleri öğretiniz,

yüzücülük, atıcılık, gibi hayat id-

manlarını belletiniz, onları helal

rızık ile besleyiniz.”

Esasında eğitim ve terbiye

etmek gaye itibarıyla birbirine

benzese de aralarında mânevî

anlamda farklar vardır. Zira eği-

tim arzu edilen bazı disiplinle-

rin çocuğa öğretmek, bilgilen-

dirmek karşılığına denk gelse

de; terbiyenin amacı bambaş-

kadır, çünkü toplumsal yaşan-

tının ana gayelerinden birisi de

birlikte yaşayan insanların ka-

bul edilebilir ortak tavırlar, ben-

zer davranışlar göstermeleridir.

Oysa terbiye zaruridir, hem dinî

temelleri vardır, hem de insanın

mutluluğunu ve huzurunu esas

alır.

Nitekim hepiniz görüyorsu-

nuz birçok okul bitirip, birçok li-

san öğrenip de toplumun edep

ve irfanına aykırı hareket eden

insanlar vardır ve biz bunları

hoş karşılamayız çoğunlukla.

Ülkemizde terbiye ve eğitim

zaman zaman birbirlerinin ye-

rine kullanılmışsa da ikisi asla

aynı şey değildir. Nitekim bir

çocuk utanma duygusunu, ar et-

meyi, ahlâklı olmayı, adab-ı mu-

aşereti önce aile çevresinde öğ-

renir. Okul başladığında zaten

bir çocuk aşağı yukarı bu etik

değerleri öğrenerek gelmiştir.

İşte Osman Hulûsi Efendi

Hazretleri, bu noktaların ne ka-

dar ehemmiyetli olduğunu 32.

hutbesinde bakınız nasıl anlatı-

yor:

“Doğduğu günden itibaren

çocuklarımızın sıhhatinden, gı-

dasından yiyip içtikleri şeyler-

den mesulüz. Altı yedi yaşların-

“İslâm dini kulların, rızık için temiz ve helal yollardan rızık temin etmelerini hükme bağlamıştır. İnsanların

yeteneklerine göre çalışıp-kazanmaları, gerekli iş birliğini ve iş bölümünü sağlamaları ve ihtiyaçları doğrultusunda

harcama yapmalarını tabii karşılamıştır.”

Page 28: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201252 53

dan sonra bu mesuliyet çoğalır.

Çünkü çocuğun asıl istikbali

bundan sonra hazırlanacaktır.

Bu devirde çocuğun ahlâkî ter-

biyesi üzerinde ana ile babanın

çok büyük rolü vardır. Şunu ha-

tırdan çıkarmayınız ki evlatları-

mızın beşeriyette hayırlı bir ev-

lat veyahut muzır bir mikrop

olarak yetişmesinden hem Allah

yanında hem de beşeriyet naza-

rında mesulsünüz.

Tahsil ve terbiyesine dik-

kat ve ihtimam olunan bir evlat,

hem ailesinin şerefini yükseltir,

hem de ulusunun kuvvetini ar-

tırır. Terbiyesi noksan olan bir

evlat, hem kendi namını kirletir,

hem ailesinin yüzünü karartır,

hem de beşeriyetin başına bela

kesilir.”

Osman Hulûsi Efendi, gö-

zümüzün nuru bakıp büyüttü-

ğümüz yavrularımızın mutlu-

ğu ve saadeti için de terbiye ve

eğitimin önemini vurgular. Bu-

gün gazetelerin üçüncü sayfala-

rına baktığımızda eğitim seviye-

si düşük, ailevi sorunlara duçar

olmuş anne ve babaların çocuk-

larının daha çok suça ve günaha

bulaşmış olduklarını ibretle göz-

lüyoruz.

İşte Osman Hulûsi Efendi bu

hususu şu şekilde ifade etmek-

tedir:

Çocuklarımıza güzel bir

İslâm terbiyesi vermekle onların

istikbalini, istikbaldeki saadet-

lerini hazırlamış, milletimizin

kuvvetine yardım etmiş olmakla

beraber ahretimiz için de büyük

bir hazırlık yapıyoruz demektir.

Dünyada iken çocuklarımızı

güzel bir şekilde terbiye etmek

onlara Müslümanlığı belletmek,

dünyası için lazım olanları öğ-

retmek, kendi ahretimizi de ma-

mur etmek demektir.

Dünyada iken hayırlı bir ev-

lat yetiştiren adamın öldükten

sonra hayır ve sevap defteri ka-

panmaz.”

Aile Ocağının Ateşi

Osman Hulûsi Efendi, bu

söylediklerini aynen tatbik et-

miş ve birbirinden hayırlı ve

mükemmel evlatlar yetiştir-

miştir. Gerek eşine gösterdiği

nezaket, nezahat, letafet, şef-

kat ve merhameti çocukların-

dan da esirgememiş, onlara

hem maddi hem mânevî öğret-

menlik yapmıştır. Edep ve ir-

fanın her dem gönül sofrasına

konduğu, şefkat ve muhabbe-

tin pencereden, bacadan taştı-

ğı bu aile ocağının ateşini tu-

tuşturan, canlandıran ve asla

söndürmeyen bir baba, bir aile

reisi, bir hoca ve bir mürşit ol-

muştur.

Aile eğitiminde sözden çok

davranış ve yaşantının çocuklar

üzerinde etkili olduğunu hem

din âlimleri hem de bilim adam-

ları söylüyorlar. Çocukların gözü

önünde aile büyüklerine saygıy-

la ve hürmetle muamele eden,

güzel ahlâkını ve davranışlarını

gösteren ana babaya ileriki yaş-

larda çocukları da aynı muame-

leyi göstereceklerdir, bundan

hiç kuşku yoktur.

Bu hususta da Osman Hulûsi

Efendi şunları söyler Hutbele-

rinde:

“Onların haklı sözlerini tu-

tup, haksız sözlerine karşı da ses

çıkarmayacağız. Dövseler de söv-

seler de hâşâ, değil el kaldırmak,

dil bile uzatmayacağız. Onların

her hâline tahammül gösterece-

ğiz. Zira Allah’ın emri böyledir.

Unutmayalım ki bizi dünya-

ya onlar getirmiş, bizimle Mev-

la arasında onlar sebep olmuş-

lardır. Bizi sadece dünyaya

getirmekle kalmamış, en aciz za-

manlarda bizim bin türlü mih-

netimizi, meşakkatimizi de çek-

mişlerdir. Bizi can u gönülden

bağırlarına basmış; kılımıza za-

rar gelmesin diye hep üzerimize

titremişlerdir. Şimdi o günleri-

miz geçti, biz büyüdük, her şeye

gücümüz yeter bir hâle geldik.

Onların bizlere olan iyiliklerini

unutmamalıyız. Onların o iyilik-

lerine karşı nankörlük, taşkınlık

etmemeliyiz.

Hele onlar yaşlarını başları-

nı alıp ihtiyarlamışlarsa, hele on-

lar alil, hasta düşüp bize muhtaç

bir hâle gelmişlerse düşünün bir

kere bize ne yapmak düşer?”

Es-Seyyid Osman Hulûsi

Efendi, aile içinde terbiye ve eği-

timin ehemmiyetini zikrederken

öte yandan okul ve bilginin de ne

kadar önemli bir ihtiyaç olduğu-

nun ısrarla altını çizer.

Bu nedenle etrafında kızlı er-

kekli herkesin eğitimine önem

verip teşvik etmiş ve okul ile eği-

timin sağlanması yolunu destek-

lemiştir.

Es-Seyyid Osman Hulûsi

Efendi, eğitime olan inancını

ayet ve hadislerin ışığında in-

sanlara ulaştırır. Öyle ki bu top-

lumun geleciği öncelikle edep

irfan, terbiye ve eğitimden ge-

çer.

İlilim ve İrfan Mektebi

Osman Hulûsi Efendi, ilim

ve irfan Hak mektebinde okun-

malı düsturunu kendi hayatın-

da tatbik etmiş, sonra da etra-

fını bir meşale gibi aydınlatmış,

Darende’yi bir irfan ve kültür

merkezi yapmıştır.

Bütün yaşantısında doğru-

luktan ayrılmayan iyilik yapan,

kötülüğü iyilik ve güzellik ile sa-

van, güler yüzlü kâmil bir kişilik

olmuş ve bunu da en çok kendi

aile yaşantısında yaşamış ve ya-

şatmıştır.

Mesela muhterem mahdum-

ları Kemal, Ahmet, Şemseddin

ve Hamid Hamiddettin Ateş Be-

yefendilere göndermiş olduğu

şu mektubun üslubu, nezaketin,

nezahetin, şefkatin, adaletin ve

merhametin en derin izlerini ta-

şımıyor mu?

“Gözlerinizden öperim,

Elhamdülillah, Mekke-i

Mükerreme’ye salimen vasıl ol-

duk. Yarın Arafat’a gideceğiz

inşallah Teâlâ. Valideniz mu-

habbetle gözlerinizden öpüyor.

Kızların gönüllerini incitmeyin.

Aişemize ve Hamid’e, akrabala-

ra selam ve dualarla cümlesinin

gözlerinden öperim.”

Burada mutlaka sizlerin de

dikkatini celbetmiştir. Oğulla-

rına, kızlarının gönüllerinin in-

citilmemesini özellikle iste-

mektedir. Zira aile eğitiminde

kız-erkek ayrımı yapmaksızın

çocuklarının her anlamda iyi ye-

tişmesini arzu eden bir baba ola-

rak hatta bir nebze kızlarını da

daha ihtimam göstererek kadın-

lara verdiği önemi ve hassasiyeti

de gözler önüne sermiştir.

Sonuç

Es-Seyyid Osman Hulûsi

Efendi, bir mütefekkir olarak,

bir din âlimi olarak, bir mürşit

olarak cemaatine söylediği her

ne varsa önce kendi hayatında ve

ailesinde tatbik etmiş, eğitimin

her türlüsünü gerek gönül eğiti-

mi, gerek akıl eğitimini ön gör-

müştür. Dolayısıyla gerek bede-

ne eğitimini, gerek ruh eğitimini,

gerekse davranış eğitimini kısa-

cası terbiye ve eğitim denen ni-

zam ve intizam kurallarını bizzat

kendi çocuklarına, ailesi çevresi-

ne, hayatına, yansıtmış ve karşı-

lığını da ziyadesiyle almıştır.

Osman Hulûsi Efendi, neza-

ket ve inceliğin en latif ve en za-

rif biçimini yaşamış ve çevre-

sinde de yaşanmasını sağlamış

vesile olmuştur. Mektûbât’ında

hayatında yer etmiş hemen her-

kese mektuplar yazarak hislerini

zarif ve ince gönül teliyle teren-

nüm eden bir gönüller sultanı-

nı görüyoruz. Edebin, hissiyatın,

nezaketin tel tel dokunduğu bir

ortamdan söz ediyoruz. Not: Bu yazı; 24 Haziran 2011 tarihinde Darende’de yapılan 10. Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Sempozyumu’nda sunulan tebliğin özetidir.

Page 29: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

55

İnsan yaratılışı gereği, toplum halin-

de yaşamak zorundadır. Onun mut-

luluğu, huzuru, toplumun huzur ve

mutluluğuna bağlıdır. Zira kişisel bazda huzur ve

mutluluk toplumun huzur ve mutluluğu yakala-

ması ile mümkündür. Toplum halinde yaşamanın

belirli ilke ve kuralları vardır. Bu ilke ve kurallar

yerine göre hukuk, yerine göre dinî ve yerine göre

de ahlakî kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ancak, söz konusu bu ilke ve kurallara uymada,

toplumun her bireyinin aynı dikkat ve duyarlılığı

gösterdiği söylenemez. Böyle olunca, toplumdaki

bireyler çok farklı sebeplerle birbirlerine kırılmış,

küsmüş olabilirler.

İnsanlar arasında meydana gelen küs-

künlükler; bir münakaşada öfke ve kızgın-

lık sonucu sarf edilen sözlerden kaynakla-

nabileceği gibi, kimi zamanda bir başkası

tarafından taşınan sözlerden meydana

gelmektedir. Her ne şekilde olursa olsun,

bu durumda asıl olan, söz konusu kırgın-

lığın/dargınlığın, daha ileri boyutlara ta-

şınması değil, kardeşlik anlayışı ve huku-

kun yeniden tesisi için her bireyin çaba

sarf etmesidir.

Yüce dinimiz, bu tür istenmeyen hadi-

selerin ortadan kaldırılması için bir dizi

tedbirler almış ve bazı yollar göstermiştir. Nite-

kim Peygamber Efendimiz:

“Bir müslümanın Müslüman kardeşiyle üç

günden fazla küs/dargın durması helal değildir.”

buyurmuştur. Dolayısıyla müminler arasın-

da vuku bulan dargınlığın fazla büyütülmemesi-

ni, bu halin üç günü geçmemesini tavsiye etmek-

tedir. Atalarımız da: “Müslümünın Müslümana

küskünlüğü tülbent kuruyuncaya kadardır.” di-

yerek insanların birbirleriyle küs durmamalarını

ve kısa zamanda barışmalarını en güzel bir şekil-

de dile getirmişlerdir.

İslâm beşeri ilişkilere çok önem vermiştir. İn-

sanların birbirine karşı daima sevgi ve saygıyla

davranması gerekir. Zira birbirini seven, birbirine

karşı hoşgörülü olan insanlardan meydana gelen

bir toplumda huzur, barış ve esenlik olur.

Kur’an, getirmiş olduğu prensiplerle insan-

ların birbirine karşı hoşgörülü olmasını ve yapı-

lan hataların affedilmesini istemektedir. Nitekim

yüce Allah, Fussilet Suresi 34-35. ayetlerde:

“İyilikle kötülük bir değildir. O hâlde sen

kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak.

O vakit seninle kendisi arasında düşmanlık

bulunan kişi candan bir dost oluverir. Ama

kötülüğe karşı iyilik yapma hasleti, ancak

sabredenlerin kârıdır, faziletten yana nasibi bol

olanların kârıdır.”

AFFETMEK“İnsan, kendisine yapılan bir kötülük karşısında, kötülüğü yapan insana bir iyilik

yapsa böylece aradaki dargınlık, kırgınlık ve düşmanlık bir anda eriyip yok olur.

Kötülük yapan insana iyilikle karşılık verildiğinde insan hatasını anlar ve kendisine

iyilik yapana karşı öfke ve kini bırakıp sevgi beslemeye başlar.”

Haziran 201254

İlim ve Hayat Mehmet SOYSALDI*

“İyilikle kötülük bir değildir. O hâlde sen

kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak.

O vakit seninle kendisi arasında düşmanlık

bulunan kişi candan bir dost oluverir. Ama

kötülüğe karşı iyilik yapma hasleti, ancak

sabredenlerin kârıdır, faziletten yana nasibi bol

olanların kârıdır.”

Page 30: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

57Haziran 201256

Bu iki ayette, insanlar arasındaki anlaşmazlık

ve çekişmelerin sonucu meydana gelen kırgınlık ve

düşmanlığı gidermenin yolu açıklanmaktadır.

İyilik ve kötülük elbette bir değildir. Yapılan iyi-

liğe karşı iyilik yapmak her insandan beklenen ve

her insanın yapabileceği bir davranıştır. Ancak kö-

tülüğe karşı iyilik yapmak her insanın yapabileceği

bir şey değildir. İşte Kur’an bu ayetlerde bize insan-

lar arasındaki dargınlık, kırgınlık ve düşmanlığın gi-

derilmesinin en güzel yolunu göstermektedir. O da;

yapılan kötülüğe iyilikle karşılık vermektir.

İnsan, kendisine yapılan bir kötülük karşısında,

kötülüğü yapan insana bir iyilik yapsa böylece ara-

daki dargınlık, kırgınlık ve düşmanlık bir anda eri-

yip yok olur. Kötülük yapan insana iyilikle karşılık

verildiğinde insan hatasını anlar ve kendisine iyi-

lik yapana karşı öfke ve kini bırakıp sevgi beslemeye

başlar. Çünkü kalpler iyilik yapana karşı sevgi duy-

mak üzere yaratılmıştır. Asıl önemli olan kendisi-

ne kötülük yapılan insanın, nefsini ve şeytanın ves-

vesesini yenip kendisine kötülük yapana karşı iyilik

yapmaya yönelmesidir. Tabi ki bu davranış her insa-

nın yapabileceği bir şey değildir.

Yapılan kötülüğe kimler iyilikle karşılık verebilir

ve kimler bu olgunluğu gösterebilir? Yukarıda zik-

rettiğimiz ayette şu iki sıfata sahip olan insanların

ancak böylesine bir olgunluk gösterebilecekleri be-

lirtilmektedir:

a) Sabretmesini bilen erdemli müminler,

b) Allah yolunda hizmette büyük paya sahip

olan, faziletli insanlar.

Böyle durumlarda şeytan, durmadan insanın

nefsine sinyaller gönderip kötülüğe kötülükle kar-

şılık vermesini telkin eder. Nefis ise kötülüğe daha

çok yatkındır. Cenâb-ı Hak, mü’minin sözü edilen

vesvesenin tesirinden kurtulması için en kestirme

yolu şöyle belirlemektedir:

“Şeytandan sana bir vesvese gelecek olursa,

hemen Allah’a sığın. Çünkü O, duaları işitip icabet

eden ve her şeyi bilendir.”1

Kur’an bu ayetle bizlere insanlar arasındaki

ilişkilerin düzenli bir şekilde başarıyla yürütül-

mesinin metodunu vermektedir. Kur’an’ın verdiği

bu yöntem gerçekten çok güzel bir yöntemdir. Na-

sıl ateş karşısında hiçbir buzun dayanması müm-

kün değilse erimeye ve yok olmaya mahkûmsa ay-

nen öyle de iyilik karşısında insanın öfke ve kini,

düşmanlığı ne kadar çok olursa olsun dayanması

mümkün değildir.

Burada asr-ı saadetten bir örnekle konumuzu

daha anlaşılır kılmak istiyoruz:

Hz. Ebu Bekir (r.a.)’ın Mıstah adında fakir ve

muhtaç bir akrabası vardı. Bu zat onun halasının

oğlu olup onun evinde barınan bir yetimdi. Hz.

Ebu Bekir, hem ona hem onun ailesine karşılık-

sız yardım ederdi.

Hz. Peygamber (s.a.v.) kıymetli eşi, Hz. Ebu

Bekir’in de kızı olan Aişe validemize ağır bir ifti-

ra atılması şeklindeki İfk Hadisesi gerçekleştiğin-

de, Mıstah’ın da söylentiyi yayanlar arasında adı

geçiyordu.

Bu sebeple Hz. Ebu Bekir, Mıstah’a çok kızmış-

tı. Ona artık yardım etmeyeceğine dair yemin ede-

rek: “Kalkın buradan! Ben sizden değilim ve siz de

benden değilsiniz. Bundan böyle hiçbiriniz benim

yanıma gelmesin.” dedi. Mıstah ise, kendinin ma-

sum olduğunu iddia ediyordu. Söylediğine göre o

iftirayı atanlardan değildi. Sadece şair Hassan’ın

bu konu ile ilgili söylediği bir şiire gülmüştü.

Mıstah, yeminler ederek Hz. Ebu Bekir’e: “Bizi

başkalarına muhtaç etmemen için Allah’a, İslâm

dinine, şefkatin ve akrabalığımızın namına sana

yemin ederim. O işte bizim hiçbir günahımız yok-

tur.” demişti.

Ancak Hz. Ebu Bekir ikna olmamıştı. Onun bu

ağır yeminine karşı: “İftira hakkında söz söyleme-

dinse de, söyleyenlere gülmedin mi?” dedi.

Hz. Ebu Bekir ile Mıstah’ın arasında mücadele

böyle sürüp giderken, Peygamber (s.a.v.)’e şu ayet

vahyedildi:2

“İçinizden fazilet ve servet

sahibi kimseler, akrabaya,

yoksullara, Allah yolunda göç

edenlere (mallarından) ver-

meyeceklerine yemin etme-

sinler; bağışlasınlar, feragat

göstersinler. Allah’ın sizi ba-

ğışlamasını arzulamaz mısı-

nız? Allah çok bağışlayandır,

çok merhametlidir.”3

Vahyin inmesinden sonra,

Peygamber aleyhisselam, der-

hal Hz. Ebu Bekir’e haber gön-

derdi:

“Allah, bana bir ayet vah-

yetti. Mıstah ve ailesini evden

çıkarmaktan seni nehyediyor!”

dedi.

Bu haberi duyan Hz. Ebu

Bekir, ‘Allahu Ekber’ diye-

rek tekbir getirdi ve çok sevin-

di. Hemen Rasulullah’ın yanı-

na giderek hakkında inen ayeti

kendisine okumasını rica etti.

Hz. Peygamber (s.a.v.) ona

ayeti okumaya başladı. Hz.

Ebu Bekir, ayetteki, “Allah’ın

da sizi bağışlamasından hoş-

lanmaz mısınız?” ifadesini duyunca: “Evet Ya

Rabbi! Rabbimin beni bağışlamasından elbette

hoşlanırım ve onları kovmaktan kesinlikle vaz-

geçtim.” dedi. Mıstah’a hemen adam göndererek

bu durumdan onu haberdar etti. Bu olay üzerine

Hz. Ebu Bekir, “Allah’a yemin ederim ki daha ev-

vel yaptığım yardımı fazlasıyla yapacağım.” diye-

rek Mıstah’a önceki yardımının iki katını yapma-

ya başladı.

Dindar, muttaki, faziletli ve varlıklı zengin ki-

şiler, fakirlere, muhtaçlara yapmakta oldukları

yardımı, onların işledikleri günahlardan ve hata-

lardan dolayı kesmemelidirler. Onların işledikleri

suçları affederek daha evvel yaptıkları yardımla-

rına devam etmelidirler. Bu şekilde davrananla-

rın günahlarını da Allah affeder ve onları cenne-

te koyar.

Bizler, nasıl Allah’ın, günahlarımızı affetme-

sini istiyorsak, o hâlde biz de bize karşı hata ya-

pan insanları affetmeliyiz. Affetmek en büyük

fazilet ve hayırdır. Yüce Allah, Şura Suresinde

36-37. ayetlerde gerçek müminlerin, Allah’a te-

vekkül eden, büyük günahlardan, çirkin işlerden

kaçınan ve kızdıkları zaman da bağışlayan kimse-

ler olduğunu belirtmekte, Al-i İmran Suresi 134.

ayette de yine öfkelerine hâkim olan müminleri

övmekte, onlara genişliği göklerle yer arası kadar

olan cennet bahçelerini vereceğini vaat etmekte-

Page 31: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201258 59

LEYLÂ DEDİMYÂR İSTEDİM!..

Gönül oku hâlde ne var?Âlem gider sal içinde!..Sök yükünü eyle pazar; Naçar kalma yol içinde!..

Başımdadır aşk melâlin;Hilkâti var her zevâlin!..Hüzün deren bu ahvâlin;Gülzârı var gül içinde!..

Sen ecele boyun verdin;Bir çileyi ömre serdin!..Dost bağına hikmet derdin; Sar, kalmasın el içinde!..

Şeklim döndü günden güne; Yol göründü sondan öne!..Lâyık mıyım bu sürgüne,Yetmiş iki dil içinde?..

Tefekkür et, eyle nazar;Sana senden yakında Yâr!..Yan ki dinsin bu intizâr;Arzdan Arş’a kul içinde!..

Takvâ ile gül besledim;Her nefeste nefs eledim!..‘Leylâ’ dedim yâr istedim;Mecnûn oldum çöl içinde!..

Rıfat ARAZ

dir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ifadesine göre asıl

kahraman kızdığı zaman öfkesine hâkim ola-

bilen insandır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz

(s.a.v.)’in: “Merhamet etmeyene, merhamet

olunmaz.” buyruğu ile de Allah’ın kendisini ba-

ğışlamasını isteyen kulların hata yapan insanla-

rı affetmeleri gerektiğini belirtmektedir. Atala-

rımız da, “İyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe

iyilik er kişinin kârıdır.” demişlerdir.

Burada asr-ı saadetten bir olayı aktarmak is-

tiyorum.

Bir gün ashap, Peygamberimize (s.a.v.) Hz.

Ali’yi niçin çok sevdiğini sordu. Hz. Peygamber

(s.a.v.) o anda mecliste bulunmayan Hz. Ali’yi

çağırmaya adam gönderdi ve orada bulunanla-

ra sordu:

Birisine iyilik etseniz, o da size kötülük etse

ne yaparsınız? Cevap verdiler:

“Yine iyilik yaparız.”

“Yine kötülük yapsa?”

“Biz yine iyilik ederiz.”

“Yine kötülük yapsa?”

Ashap cevap vermedi, başlarını öne eğdiler.

Bunun anlamı, kötülüğe kötülükle mukabele et-

mesek bile, iyilik yapmaya devam etmeyiz, de-

mekti.

Bu sırada, Hz. Ali o meclise geldi. Rasûlullah

Hz. Ali’ye sordu:

“Ya Ali, iyilik ettiğin biri sana kötülük etse ne

yapardın?”

“Yine iyilik ederdim.”

“Yine kötülük yapsa?”

“Yine iyilik yapardım.”

Hz. Peygamber (s.a.v.) soruyu tam yedi defa

tekrarladı. Hz. Ali, yedi defasında da “Yine

iyilik ederdim.” diye cevap verdi. Ashap: Ya

Rasûlallah, Ali’yi çok sevmenizin sebebini şim-

di anladık, dediler.

İslâm ahlakında “kötülüğe karşı iyilikle mu-

amele etmek” kuralı vardır. Fıtratı, temel insan-

lık nitelikleri bozulmamış insanları ıslah etme-

nin, kötü yoldan çevirmenin, erdemli topluluğa

yeniden katmanın yollarından biri de budur.

Netice olarak diyebiliriz ki;

1. Kötülük yapanı affetmek, insanın kâmil

iman sahibi olduğunu gösterir. Beşerî ilişkiler-

de daima bağışlayıcı ve hoşgörülü olmak, bağış-

layıcı ve hoşgörü sahibi olmanın müminlere ya-

kışan güzel hasletlerden olduğunu unutmamak

gerekir.

2. Daima Cenab-ı Hakk’ın bizi bağışlamasını

arzu etmek gerekir. İyilikte bulunduğumuz, in-

sanları affettiğimiz, hoşgörüyle davrandığımız

nispette Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve mağfiretine

lâyık düzeye gelebileceğimizi unutmamalıyız.

3. Hayırlı bir işin terki için yemin eden kim-

se yeminini bozarak o hayırlı işi yapmalı ve ye-

mini için kefaret vermelidir.

4. Mal ve serveti faziletle birleştirmek; böy-

lece muhtaç durumda olan yakınlara ve akra-

balara yardıma devam etmek gerekir. İnsanın

yalnız kendisi için değil, ailesi, akrabaları ve

çevresi için de çalışıp kazandığı şuurunda ol-

ması gerekir. Çünkü fert toplumun kopmaz bir

parçasıdır. Aynı zamanda ahlak ve faziletten

kopuk bir servette hayır ve rahmet bulunma-

maktadır.

5. Yakınların ve akrabaların bütün iyilikle-

re rağmen nankörlük etmelerine kızıp onlardan

yardımı kesmemek, yaptığımız ve yapacağımız

iyiliklerin karşılığını yalnız Allah’tan beklemek

gerekir. İnsanlardan takdir ve teşekkür bekle-

meye gerek yoktur.

1 7/Araf, 2002 Buhârî, Şehâdât, 15, Meğâzî, 34, Tefsir 24. sure, 6, 11, Eyman, 18; Müslim, Tev-

be, 56; Tirmizî, Tefsir 24. sure, 43 24/Nur, 22

*Prof. Dr.

Dipnot

Page 32: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

61

EĞİTİMİKUR’ÂN

“Kur’ân’ı anlamak, hakîkatin bilgisini

öğrenmek demektir. Çünkü Allah,

insan, eşya, evren, öte dünya, değerler,

ahlakî erdemler, geçmiş peygamberler

ve insanın dünya hayatından sonra ne

olacağına dair en doğru bilgileri bize

Kur’ân vermektedir.”

Haziran 201260

FıkıhAbdullah KAHRAMAN*

Kur’ân’ı Okumak (Tilâvetü’l-Kur’ân)

Kur’ân, okunmak, anlaşılmak ve uygulan-

mak için gönderilmiş bir kitaptır. Onu anlama-

ya geçmeden önce doğru okumak şarttır. Çün-

kü usûlüne göre okumak doğru anlamının ön

şartıdır. Bu gerçeği dikkate alan âlimlerimiz, ya

“Kur’ân Okuma Âdâbı” adıyla müstakil kitaplar

yazmışlar veya Kur’ân’la ilgili olarak yazdıkla-

rı kitapların içinde böyle bir başlığa yer vermiş-

lerdir. Meselâ İmam Nevevî, “Âdâbu Hameleti’l-

Kur’ân” adıyla bir kitap yazmıştır. Aynı zamanda

el-Ezkâr adlı eserinde Kitabu Tilâveti’l-Kur’ân

diye özel bir başlık açmıştır. Her iki eserinde

de Kur’ân okumanın âdâbından bahsetmiştir.

İmam Kurtubî de el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân

adlı tefsirinin ilk cildinin başında Kur’ân’ı na-

sıl okumamız gerektiğine dair geniş malumat

vermiştir. Bütün bunlar Kur’ân’ın sıradan bir

kitap gibi okunamayacağını göstermektedir. Hz.

Peygamber (s.a.v), sahâbe-i kirâm (r.ahm) ve bi-

linçli Müslümanlar Allah’ın kitabını hep bir âdâb

ve usûl dairesinde okumuşlardır. Fakihlerin ab-

dest şartı üzerinde ısrar etmesinin temel sebebi

de budur.

Kur’ân’ın okunmasında âzamâ ve asgarî oku-

ma biçimi vardır. Bu durum ondan istifadeye göre

belirlenir. Bilgi seviyesi ne olursa olsun her Müs-

lümana ait olan okuma biçimi “zikir kıvamın-

da” ve bu niyetle okumadır. Bu okuma biçimin-

de bütün Müslümanlar eşittir. Hiçbiri Kur’ân’ı

ibadet ve zikir niyetiyle okumaktan geri dura-

Page 33: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201262 63

maz. Sahâbenin, günlük, hafta-

lık ve aylık hatimlerinden bunu

anlamak mümkündür. Kur’ân’ı

tecvîd kurallarına uygun olarak

okumak da bu kısma dâhildir.

Ancak Kur’ân’la olan ilişkimiz

adına bu kadar ve bu tarz oku-

ma yeterli değildir.

Kur’ân’ı Anlamak (Fehmu’l-Kur’ân)

Kur’an bazı âyetlerinde

bize kendisini ve özellikleri-

ni anlatır. Bu âyetlerde sıkça

vurgulanan onun Allah’ın kitabı

olma özelliğidir. Bunun yanında

Kur’ân anlaşılmak için gönde-

rildiğini de beyan eder. Çün-

kü Kur’ân sadece okunmak için

değil aynı zamanda anlaşılmak

için gönderilmiştir. Buna göre

her Müslümanın, gücü oranın-

da okumadan anlamaya doğru

yol alması gereklidir. Şu âyetler

bu duruma açıkça işaret etmek-

tedir:

“Onlar bu Kur’an’ı hiç anla-

maya çalışmazlar mı? Eğer o,

Allah’tan başka birinden gelmiş

olsaydı onda mutlaka birçok

(tutarsızlık ve) çelişkiler bulur-

lardı!”1, “Peki, onlar (Allah’ın

bu) sözünü anlamaya hiç çalış-

madılar mı? Yahut geçip gitmiş

atalarına hiç gelmeyen bir şey

mi geldi onlara?”2, “(Ey Mu-

hammed!) Sana indirdiğimiz

bu kutsal ilâhî kelâm(da her

şeyi açıkladık ki) insanlar onun

mesajı üzerinde iyice düşün-

sünler ve akıl iz’an sahipleri on-

dan ders alsınlar.”3

Kur’ân’ı anlamak, hakîkatin

bilgisini öğrenmek demektir.

Çünkü Allah, insan, eşya, evren,

öte dünya, değerler, ahlakî er-

demler, geçmiş peygamberler ve

insanın dünya hayatından sonra

ne olacağına dair en doğru bil-

gileri bize Kur’ân vermektedir.

Kur’ân’ı okuyan öncelikle Kur’ân

yolunu öğrenecektir. Onun yo-

lunun yolların en doğrusu oldu-

ğunu kavrayacaktır. Zira Yüce

Allah şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz bu, benim dosdoğru

yolumdur. Buna uyun. (Başka)

yollara uymayın. Zira o yollar

sizi Allah’ın yolundan ayırır.

İşte sakınmanız için Allah size

bunları emretti.”4

Kur’ân’ı anlamamızı kolay-

laştırmak için Yüce Allah bize

bazı ipuçları vermektedir. Buna

göre Kur’ân’ı anlamak onun

isimlerini anlamakla başlaya-

caktır. O, rehber, nur, aydınla-

tıcı kandil, Allah’ın sağlam ipi,

zikir, şifa kaynağıdır. Kur’ân

“nûr” olduğuna göre onu anla-

mak, onun sağladığı ilâhî ışık-

la aydınlanmak demektir. Bu

nur ile aydınlanan insan, doğ-

ru ve yanlış davranışların far-

kına varır. Kur’ân’ın “zikir” ol-

duğunu düşünen ve onu bu

özelliğini dikkate alarak okuyan,

Kur’ân’ın bir hatırlatma, yanlış

tutum ve davranışlar karşısında

bir uyarı olduğunu kavrayabilir-

se onu anlamış sayılır. Sağlam

bir iman, derin bir şuur ve halis

bir niyetle okuyan Kur’ân’ın şifa

hazinelerinden istifade eder ve

böylece onun “şifa” verici özelli-

ğini yaşayarak öğrenir. Nitekim

Kur’ân’ın bu özelliğini öğrenen

sahâbe birçok hastalık karşısın-

da onu okuyarak tedavi olmuş-

tur. Kur’an’ı anlamak, onun sağ-

lam bir kulp olduğunun farkına

varmak demektir. Bu farkında-

lık insanın ayağının yere sağlam

basmasını ve hakîkatler karşı-

sında sâbit-kadem olmasını sağ-

lar. Bu durum mü’mini ilkeli ve

tutarlı hale getirir ve şahsiyet

sahibi yapar. Esen rüzgâra göre

yelken açmayan mü’min, kendi

ilkelerine göre hareket eder ve

onlar etrafında insanlara örnek

bir hayat takdim eder. Nitekim

Kur’ân’la gelen, Kur’ân’ı haya-

tının merkezinde bulunduran,

ona sarılan ve ona göre bir hayat

yaşayan Hz. Peygamber (s.a.v.)

insanlığa en büyük ve en gü-

zel örnek olmuştu. Onun ahla-

kını kendisinden soranlara Hz.

Âişe (r.anhâ), “Ahlakı Kur’ân

idi.” demişti. Bu da onun haya-

tının Kur’ân’la nasıl bütünleşti-

ğini gösteriyordu.

Kur’ân’ı uygulama (Tatbîku’l-Kur’ân)

Kur’ân’ı anlamanın en önem-

li yolu, onu bütünlük içersinde

okumaktır. Kur’ân’ın her âyeti

ve her sûresi birbiriyle irtibat-

lıdır. Her bir parçasına Kur’ân

ismi verilse de, Allah’ın anlama-

mızı emrettiği Kur’ân, elimizdeki

mushafın tamamıdır. Onun her

bir âyeti, insanlara gönderilen

mesajın birbirini tamamlayan

parçalarıdır. Vurgulanmak iste-

nen temel mesajların hemen her

sûrede ve farklı üsluplarla tek-

rarlanmasındaki hikmet de bu-

dur. Sûre ve âyetler arasındaki

münasebeti ve ilgiyi göstermek

için yazılan kitapların hedefi de

Kur’ân’ı kendi bütünlüğü içeri-

sinde anlamaya yardımcı olmak-

tır. Onun için Kur’ân’ı parçacı bir

anlayışla okumak, âyetlerin bir

kısmını okurken diğerlerinden

habersiz olmak, onu anlama-

yı sağlamaz. Aksine mesajı par-

çalamaya sebep olur. Mü’min,

Kur’ân’ın tamamına eşit şekilde

inanır. Bir kısmını diğerine üs-

tün tutma veya bir kısmını kabul

ederek, diğerini etmeme yanlı-

şına düşemez. Zira bu ilâhî me-

sajın ruhuna aykırı bir durum

olur. Yüce Allah önceki ümmet-

lerde görülen bu yanlış tutumu

tenkit ederek bizim bu duruma

düşmememizi öğütlemiştir: “…

Böyle yaparak, ilâhî kelâmın

bir kısmına inanıyor, diğer kıs-

mını inkâr mı ediyorsunuz?

Öyleyse bilin ki, içinizden böyle

yapanların karşılığı, bütün

dünya hayatında zilletten

ve Kıyamet Günü en acıklı

azaba uğratılmaktan başka

bir şey olmayacaktır. Zira

Allah, yaptıklarınızdan gâfil

değildir”5.

Kur’ân’da iman, ibadet, ah-

lak, hukuk hükümleri ve ibretli

kıssalar yer almaktadır. Kur’ân’ı

uygulamaktan maksat, onun bu

konudaki hükümlerini dikkate

alarak bir hayat biçimi oluştur-

maktır. Hz. Peygamber’in sîreti,

yani yaşayışı Kur’ân’ın bir in-

san hayatıyla örneklenmiş şek-

lidir. Yaşamak için önce sağ-

lam, kâmil, şüphesiz bir iman

gerekir. Kur’ân’ın imanla ilgi-

li âyetlerini kabul edip ona göre

bir zihniyet ve bakış açısı oluş-

turmak onun bu konudaki ilke-

lerini yaşamak anlamına gelir.

Kur’ân’ın Allah’ın kelâmı ve en

doğru söz olduğuna inandıktan

sonra onda var olan diğer hü-

kümlerin de tatbik edilmesi ge-

rektiği bilinmiş olur. İmana ait

hükümlerden sonra ahlaka ait

olanlar ikinci sırayı alır. İman

ahlakı gerektirir. Üçüncü sırada

ibadet, sonra da hukuki hüküm-

ler gelir. İbadetler iman ve ahla-

kı besler, onlara kaynaklık eder

ve onları zinde tutar. Hukuka

dair hükümlerin de esas hedefi

ahlâkî ilkeleri ayakta tutmaktır.

Dolayısıyla mü’min, ibadetlerini

hakkıyla yapıp, ahlâkî tutarlılığı

gerçekleştirdiği zaman fert pla-

nında Kur’ân’ın tamamını yaşa-

mış olur.

Sonuç olarak diyebiliriz ki,

Kur’ân eğitimi, okuma, anlama

ve uygulamayı birlikte öğretmeyi

kapsar. Bunlardan birinin eksik

olması Kur’ân eğitimini başarıya

ve hedefine ulaştırmaz. Kur’ân

eğitiminde bütünlük ve ahlaka

daha fazla vurgu yapmak onu

hedefine ulaştıran bir yöntem

olacaktır.

1 4/Nisâ, 82.2 23/Mü’minûn, 68.3 38/Sâd, 29.

4 6/En’âm, 153.5 2/Bakara, 85.

*Prof. Dr.

Dipnot

Page 34: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

65

MİMAR SİNAN

Haziran 201264

Tarihİsmail ÇOLAK Osmanlı mimarisi-

ne, İstanbul’a ve

hatta tüm Osmanlı

coğrafyasına, serptiği çil çil kub-

beler, minareler, kemerler, köp-

rüler ve çeşmeler gibi ölümsüz

eserlerle Türk-İslam mührü-

nü vuran Mimar Sinan, Osman-

lı Rönesans’ının, “Altın Çağ”ın

baş mimarlarındandır.

Osmanlı kültür ve medeniye-

tinin inşasında oynadığı devasa

rolden ötürü tarihimizin bize ar-

mağan ettiği örnek şahsiyetler-

den birisi de kuşkusuz Mimar

Sinan’dır.

Yaşadığı dönemde Osman-

lı mimarisini

zirveye çıkar-

mış; mimarî

anlayışı, üslu-

bu ve inşa etti-

ği abidevî eser-

lerle, sanat ve

mimaride çığır

açmış ve yüz-

yıllarca taklit

edilip tekrarla-

nan yeni bir “ekolün kurucusu”

olmuştur.

Taşlara Mana Veren Mimar

Mimarî anlamda,

sadece dönemiyle sı-

nırlı kalmayıp tüm

zamanlara dam-

gasını vuran Mi-

mar Sinan, Os-

manlı ordusuna

yeniçeri olarak ka-

tılmış, birçok sefer-

de bulunmuş ve Mohaç’ta

gösterdiği yararlılık sayesinde

terfi ederek kısa süre sonra

mühendis olarak görev almış

ve 1538’de baş mimar olmuştur.

Hayatı boyunca yaptığı ya da

yaptırdığı şu eserlerle kolay

kırılamayacak bir rekora imza

atmıştır: 81 cami, 51 mescit, 55

medrese, 26 darülkurra, 17 ima-

ret, 3 darüşşifa, 33 saray, 17 tür-

be, 35 (Eyice’ye göre 50’den

fazla) hamam, 7 su kemeri,

8 köprü, 18 kervansaray, 6

mahzen.1

Kanunî’nin o büyük fütuhat-

ları neticesinde sahip olunan

uçsuz bucaksız coğrafyayı, engin

sanat dehasıyla fethedip ihya

eden ve Osmanlı Medeniyeti’ne

“âlem” olan Mimar

Sinan’ın, başta İstan-

bul olmak üzere Bu-

din, Bosna, Sofya,

Hicaz ve Bağdat öl-

çeğinde vücuda ge-

tirdiği eserler hâlâ

dimdik ayaktadır.

Budin’den Bağdat’a

uzanan Osmanlı memle-

ketinde Mimar Sinan’ın mey-

dana getirdiği mimarî-estetik

vahdaniyet ve ahenk hakkında

Tarihçi Prof. İlber Ortaylı’nın

ortaya koyduğu yaklaşım gayet

yerindedir: “Bosna’dan Halep’e,

hatta Mısır’a kadar belirgin üs-

luba sahip medreseler, cami-

ler ve çeşmelerin ortaya çıktı-

ğı görülür. Bu merkezileşmede

bir dâhinin çok büyük rolü var-

dır; Mimar Koca Sinan Ağa...

Çok açıktır ki, bir ekol sahibi-

dir. Onun üslubunu ve tekniği-

Page 35: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

67Haziran 201266

ni kavrayan ustalar, mimarlar ve

kalfalar vardır... Mimar Sinan,

imparatorluk coğrafyasına, im-

paratorluğun sanatına kendi üs-

lubunu ve merkezî bir Osmanlı

havasını veren dâhidir.”

Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Se-

mavi Eyice’nin yaklaşımı da

aynı istikamettedir: “Sinan, bü-

yük cami ve külliyelerden baş-

ka pek çok sayıda eserin yapımı-

nı üstlendiği gibi birçoğunun da

uygun gördüğü projelere göre

yanında yetişen kalfalar tara-

fından uygulanmasını sağladı...

Onun estetik anlayış ve yapı sa-

natı ustalığını benimsemiş olan,

arkasından gelen hassa mimar-

ları Mimar Mehmet, Dalkıç Ah-

met Ağa, Mimar Davut Ağalar bu

klasik akımı sürdürmüşlerdir.”2

Taşlara ruh veren, onları de-

rin manalarla bezeyen ve mey-

dana getirdiği bilhassa cami,

mescit ve diğer dinî yapılarla

ilahî hakikatlerin tercümanlı-

ğını yapan “mimarlar sultanı”

Sinan’ın, söz konusu eserler-

de bugün bile hâlâ birçok sır-

ların ve hikmetlerin gizlendiği-

ni görmekteyiz. O, sivil, askerî

ve dinî eserleri içerisinde bil-

hassa “ibadethaneleri” merke-

ze yerleştirip, kendisine ille-i

gaye yapmış ve bütün dehasını,

sanat ve mimarlık maharetleri-

ni bunlar üzerinde incelikle teş-

hir etmiştir.

Misal vermek gerekirse,

Sultan II. Selim zamanında

Edirne’de inşa ettiği Selimiye

Camii’ne adeta bir dantel gibi

işlediği manevî özelliklere bak-

mak herhalde yeterli olur: Ca-

minin tek bir kubbesinin oluşu

Allah’ın birliğini, pencereleri-

nin beş kademeli oluşu İslâm’ın

beş şartını, bütün pencerele-

rinin 99 tane oluşu Allah’ın

99 ismini, vaaz kürsülerinin 4

tane oluşu 4 hak mezhebi, bü-

tün külliyede 32 kapının oluşu

İslâm’ın 32 farzını, arka mina-

relerde 6 yolun olması imanın

6 şartını, caminin minarelerin-

deki 12 şerefenin camiyi yap-

tıran padişahın 12. Osmanlı

padişahı olduğunu sembolize

etmektedir.3

Cumhuriyet devrinin önemli

yazarlarından olan Ruşen Eşref

(Ünaydın) bir eserinde, Mimar

Sinan’ın elindeki sihirli çubu-

ğu ve taşlardan yaptığı mimarî

besteyi şöyle tahlil etmiştir:

“Taşlar senin elinde kelime-

ler gibiydi. Onlardan umulma-

dık manalar çıkardın. Mermer-

leri, gâh olur, inci dişler gibi

gülümsetirdin; gâh olur, fildiş-

leri gibi oyma haline kordun.

Kaya parçaları, sihrinin tema-

sıyla zühd ve haşmeti ifade eder,

taklar olurdu. Sütunların üstü-

ne kıvrak kemerler kordun ki,

havaî birer iklîl (müzeyyen taç)

gibi hafif görünüyorlar!.. Işık ve

ses emrine râm olmuştu: He-

saplı aydınlıklardan duvarla-

ra ruhanî dalgalar serperdin.

En kalın inşa tabakalarına se-

rin bir hayal uçukluğu iâre eder-

din. Kubbeleri birer ud, birer

tanbur kadar hisli ve ihtizaz-

lı hale getirdin... Camilerin, bi-

rer münâcât gibi hurûş içinde!..

Medreselerinde, hankâhların

birer tevhid cazibesini haiz...

Sarayların birer kasideyi andı-

rıyor... Türbelerinde birer mer-

siye melâli var...”4

Hünerli Elleri ve Ebedî Eserleri

Kanunî, bilhassa İstanbul’un

imarına büyük ehemmiyet ver-

miş; Mimar Sinan’ın hünerli el-

leriyle şehrin çehresini ve doku-

sunu değiştirip güzelleştiren ve

İslamî renge ve kıvama erdiren,

medeniyetimizin büyük eserleri

diktirmeye muvaffak olmuştur.

Kanunî’nin, Mimar Sinan aracı-

lığıyla İstanbul’a armağan etti-

ği şaheserlerden sadece birkaçı-

nı hatırlatmak için zikredelim:

Kendi adına inşa ettirdiği,

aynı zamanda Mimar Sinan’ın

İstanbul’daki en muhteşem

eseri olan Süleymaniye Camii

ve Külliyesi (Darü’l-Hadis ile

dört medrese, Darüşşifa, Mu-

allimhane); babası namına

Şam’da Sultan Selim Camii ve

müştemilatı, aynı yerde ken-

di namına da Sultan Süleyman

Külliyesi; Şehzade Mehmed na-

mına, ilk büyük eseri olan Şeh-

zade Camii; Cihangir namına

Cihangir Camii ve tesisler; kızı

Mihrimah Sultan adına Edirne-

kapı ve Üsküdar camileri; zev-

cesi Hürrem Sultan namına

da Haseki Sultan Camii, med-

rese, darüşşifa, hamam. Yanı

sıra II. Selim adına Edirne’de

“ustalık eseri” olarak Selimiye

Camii’ni; devlet ileri gelenleri

adına da hem İstanbul’da (Rüs-

tem Paşa, Sinan Paşa, Sokul-

lu Mehmed Paşa, Zal Mahmud

Paşa, Bali Paşa, Pertev Paşa,

Kılıç Ali Paşa, Hadım İbrahim

Paşa gibi) hem de Anadolu’da

(Cenabî Ahmed Paşa, Anka-

ra; Hacı Ahmed Paşa, Kayse-

ri; Hüsrev Paşa, Van; Rüstem

Paşa, Bolvadin; Hüsrev Paşa,

Halep; Bosnalı Sofu Mehmed

Paşa, Sofya gibi) pek çok deva-

sa eser, cami, medrese, han, ha-

mam ve türbe (Şehzade Meh-

med, Sokullu Mehmed, Pertev,

Zal Mahmut, Ferhat ve Barba-

ros Hayreddin Paşalar gibi) te-

sis etmiştir.5

Mimar Sinan’ın İstanbul’a

ve tüm Osmanlı ülkesine hedi-

ye ettiği, birçoğu bugün hâlâ in-

sanlığa hizmet vermeye devam

eden çeşmeler, sebiller, su ke-

merleri (Haliç’e akan Ali Bey

Deresi üzerindeki Moğlova Ke-

meri gibi) ve köprülerden (İs-

tanbul yakınındaki Büyükçek-

mece Köprüsü gibi) müteşekkil

“su mimarisi”dir.

Kanunî zamanında

İstanbul’un nüfusu çoğaldık-

ça su ihtiyacı da artmış ve şehre

yeni kaynaklardan su getirme ih-

tiyacı hâsıl olmuştu. Kanunî’nin

“Devletimin devamı için dua

edeler” niyeti doğrultusunda

verdiği talimat üzerine hareke-

te geçen Mimar Sinan, Ayvat-

“Sinan değişik plân tiplerini

denemiş ve kendisine has

üslup özelliklerini ortaya

koymuştur. Büyük ustanın, bu

yapılarında monotonluktan

kaçındığı ve birbirinden farklı

estetik anlayışlar ortaya

koyduğu dikkati çeker...”

Page 36: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

69Haziran 201268

köy civarındaki Bakraç ve Orta

dereler ile bazı memba sularını

toplayıp Kurt Kemeri üzerinden

geçirerek Eyüp’teki İslambey

mahallesinde bulunan yeni kub-

beye kadar, Cebeciköy ve Balık-

dere önlerinde inşa ettirdiği süz-

geçten geçirerek İstanbul’a bol

miktarda su akıtmaya ve yüzden

fazla çeşme yapmaya muvaffak

olmuştur.6

Kendini Tekrarlamayan

Terkipçi Orijinallik

Osmanlı’nın her alan-

da olduğu gibi, mimarî alan-

da da “feyezân” halinde oldu-

ğu Kanunî döneminde, Mimar

Sinan’ın, İstanbul’a ve Osmanlı

Medeniyeti’ne kazandırdığı katî

hüviyetini, Yahya Kemal, “Aziz

İstanbul” isimli eserinde ana hat-

larıyla şöyle billurlaştırmıştır:

“İstanbul’un manzarası-

na Sultan Süleyman, II. Selim

ve III. Murad devirlerinde baş-

ka bir revnak vermiştir. İstan-

bul, onun tarafından selâtin

camileri, vezir camileri, mes-

citler, medreseler, türbeler,

imârethaneler, dârüşşifâlar,

kervansaraylar, hanlar, hamam-

lar, sebiller, mekteplerle dona-

tılmıştır. Sinan’ın yaptığı cami-

lerin hemen her biri bir başka

plânda ve çeşittir. O bunların

her birine başka bir hava ver-

miştir. Bu, onun tenevvüe çok

meraklı oluşunu ve zevk ve de-

hasının zenginliğini gösterir.

Bu özelliklerden başta geleni,

Sinan’ın cami mimarisinde tek

ve büyük kubbeyi hâkim kılma-

sıdır. Müminleri, tek kubbe al-

tına almak emeli, ancak selâtin

camilerinde tecellî edebildi.”7

Yahya Kemal’in de ifade et-

tiği gibi Mimar Sinan gelinceye

kadar Osmanlı mimarisinin iki

temel meselesi vardı: Tek (bü-

yük) Kubbe ve yan cephe. Sinan

iki meseleyi de büyük bir usta-

lıkla çözmüştür. Kubbeyi, içeri-

den mabedin üstüne, mesnetle-

riyle alakası görünmeyecek bir

şekilde asmış; dışarıdan ise ya-

rım kubbeler ve küçük gerdanlık

kubbelerle adeta tabii ve yekpa-

re bir bütün halinde getirmiştir.

Yan cephe meselesini de daha

Şehzade Camiinde halletmiş-

tir. Onun kemer, sütun, galeri

ve pencerelerle yaptığı terkipler,

hayret ve hayranlık uyandıra-

cak mükemmelliktedir. Bu yüz-

den Sinan, kendinden sonraki

mimarlara, “taklit edilmekten”

başka bir şey bırakmamıştır.

Ahmet Hamdi Tanpınar,

eserlerindeki bu “kendisini tek-

rar etmeyen” terkipçi orijinalite-

lik, büyüleyicilik ve göz kamaş-

tırıcı sanat şöleni hakkındaki

tespitleri oldukça çarpıcıdır:

“Sinan denilince gözümün

önünde, son derece nispet-

li yontulmuş bir mücevher di-

zisine benzeyen irili ufaklı bi-

nalar, ta Macaristan içerisinden

başlayarak Akdeniz’e ve Bas-

ra Körfezi’ne kadar iner... Her-

kes, Şehzade’nin kubbeleri-

ne hayran iken, o kendisini

Süleymaniye’nin aydınlık boş-

luğuna bırakır ve kartal ka-

natlarının tek bir süzülüşü ile

İstanbul’un bir tarafını, Boğaz’ın

yarısına kadar doldurur. Oradan

velveleli bir uçuşla eski pâyitahta

Edirne’ye geçer, Selimiye’nin

mücevher çağlayanlarını ku-

rar... İstanbul’u baştanbaşa fet-

hetmiştir. Kim bilir, bıraksalar-

dı belki de bütün İstanbul’u yedi

tepesinde yedi kubbeyle tek bir

bina halinde işler, bu kubbele-

ri, vadilerin üstünden aşan ve

sırrı yalnız kendisinde olan ke-

mer gelerilerle birbirine bağlar;

aralarından büyük ağaçların ye-

şilliğini bir mükâfat gibi fışkır-

tır; tatlı meyillere medreseleri-

ni, şifahânelerini oturtur; taştan

ebediyet rüyasını kademe ka-

deme üç kıyıya indirirdi. Asır-

lık şekilleri birbirine karıştırır;

nispetleri değiştirir; tenazurları

kırar, sanki dehasıyla kendisin-

den öncekilerin tecrübelerini,

buluşlarını bir sonsuzluğa taşı-

mak istiyormuş gibi her şeyi ge-

nişletir, büyütür, sayıları çoğal-

tır, her motiften ayrı ayrı şekiller

ve terkipler çıkartır. Bunu yap-

madıysa bile, hemen benzerini

yaptı. Bu rüyayı bir yıldız dizisi

gibi kırdı ve benimsediği şehir-

den başlayarak geniş imparator-

luğun dört bucağına dağıttı.”

Sanat tarihçisi Sema-

vi Eyice’nin tahlilleri de, Koca

Sinan’ın eserlerindeki üslup,

görkem ve estetik gibi oldukça

orijinaldir:

“Sinan değişik plân tiplerini

denemiş ve kendisine has üslup

özelliklerini ortaya koymuştur.

Büyük ustanın, bu yapılarında

monotonluktan kaçındığı ve bir-

birinden farklı estetik anlayışlar

ortaya koyduğu dikkati çeker...

(Süleymaniye Camiinde) Muaz-

zam dengeli, ihtişamlı ve mü-

kemmel orantılı, göz okşayan

ölçüler, aynı güzellik ve ritim

ile dış bütünlüğe yansıtılmış-

tır. Abidevî, şahane yapı, bu öl-

çülerde bir ilk olarak şehir silü-

etine estetik oranları ile görkem

kazandırmıştır... (Selimiye Ca-

mii) Türk-Osmanlı mimarisi-

nin zirvesindeki bu eser, dünya

sanat tarihinde de eşi olmayan

bir şaheserdir... Selimiye Camii,

Osmanlı dönemi Türk sanatının

eriştiği son nokta olup, dinî mi-

mari tarihinde de toplu ibadet

mekânının en ideal çözümünün

ortaya konulduğu bir başyapıt-

tır.”8

Hakk’ın Şule Açan Tebessümü

“Sinan, Osmanlı sanatına

Hakk’ın şule açan bir tebessü-

müdür” diyen Samiha Ayverdi

de Sinan’ın eserleriyle orijinal

bir sanat ekolü ve tarzı meydana

getirdiği, ancak kendisini tekdü-

zelik ve durağanlığa hapsetmek-

ten kurtarmayı ve “İslamî vah-

det potası içerisinde kesrete”

erişmeyi, yüksek iman neşvesi

içerisinde başardığı noktasında

Ahmet Hamdi Tanpınar ve

Yahya Kemal ile aynı görüştedir:

“O büyük dâhi, muayyen bir

sanat formunun anaforuna tu-

tulup, eserlerini yeknesak bir

hacim ve nispetlerin girdabı-

na kaptırmamış, her yeni ese-

rinde bir başka plânı, bir başka

mimarî hususiyeti ve üslup ay-

rıntısını denemiştir. Tecrübe et-

tiği her ölçüyü, bir sonraki ese-

rinde, gerektiğinde kolayca terk

edebilip, makam değiştiren bir

muskî gibi yeni bir heyecan, yeni

bir hamle ve yepyeni bir temin

peşine düşmüştür... Eğer Sinan,

İslam’ın vahdet potasında eriyip

yeni baştan dökülen bir iman ve

heyecan adamı olmamış, cemi-

yeti ve kâinatı, kendi içinin ay-

nasında seyredecek bir arınma

geçirmemiş bulunsaydı, nihayet

şevketli ve azametli bir ordunun

peşisıra hamaset, zafer ve kah-

ramanlık tarihini bizzat yaşa-

mak bahtiyarlığına eremeseydi;

kütlenin şuuraltında bilkuvve

mevcut olan hazırlanışı, kendi

istidadı aynasında mihraklaştı-

rarak onu, bu yüksek voltajlı sa-

nat seviyesine tercüme ve akset-

tiremezdi.”9

Edebiyatçılarımızdan Ni-

hat Sami Banarlı ise, Mimar

Sinan’ın ömrü boyunca imza at-

tığı 300’den fazla eser içerisin-

de, özellikle şu üç şahesere dik-

kat çekmiş ve sanatının nasıl

zirve yaptığını şöyle analiz et-

miştir:

“Bu meşhur eserleri Şehza-

de Camii, Süleymaniye şahika-

sı ve Selimiye bediasıdır. Bu üç

şaheser, Sinan’ın sanatının zir-

ve noktalarını teşkil eder. Ama

bu, onun diğer eserleri sanat-

tan mahrum, alelâde birer ya-

pıdan ibarettir manasına alına-

maz. Onun her eserinde, büyük

mimarinin üslubu, sanatı ve in-

sanı o olgun, o sade hendese-

ye hayran bırakan azim dehası

mevcuttur.”10

1 Ahmed Refik Altınay, Osmanlı Âlimleri ve Sanatkârları, İstanbul, 1997, Timaş Yayınları, s.23; Altınay, Mimar Sinan, İstanbul, 1931, Kanaat Kü-tüphanesi, 72 s.; Semavi Eyice, “Mimar Sinan”, Türkler, c.12, s.79-80, 82; Aptullah Kuran,

2 Ortaylı, Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek, s.20, 24-25; Eyice, “Mimar Sinan”, s.80.

3 Samiha Ayverdi, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları I, 2. Baskı, İstanbul, 1977, Damla Yayınevi

4 Ruşen Eşref Ünaydın, Ayrılıklar, İstanbul, 1339/1923, s.81-82, 90-94.

5 Solakzade, age, s.317-318; Gökbilgin, Kanunî, s.157, 197-198; Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, İstanbul, 1922/1933/1995, c.1, s.1230; Eyice, “Mimar Sinan”, s.80, 81, 82-84.

6 İbrahim Ateş, Kanunî Sultan Süleyman’ın Su Vak-fiyesi, Ankara, 1987, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s.4-5 vd.; Eyice, “Mimar Sinan”, s.81-82.

7 Yahya Kemal, Aziz İstanbul, s.52-53, 57-58, 79.8 Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir9 Ayverdi, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, s.380-

386. Ayrıca bkz. Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, s.122-123, 124; Boğaz İçinde Tarih, 4. Baskı, İstan-bul, 1982, İstanbul Fetih Cemiyeti, s.274.

10 Nihat Sami Banarlı, Şiir ve Edebiyat Sohbetleri I, 2. Baskı, İstanbul, 1982, Kubbealtı Neşriyat, s.110.

Dipnot

Page 37: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

71Haziran 201270

Samsun, sınırları içinde bulunan çok

verimli iki ova nedeniyle çok eski ta-

rihlerden beri yerleşim alanı olmuş

bir ilimizdir. Başta bugünkü şehrin merkezi ol-

mak üzere Kızılırmak Vadisi, Kavak, Tekkeköy,

Çarşamba Ovasında eski çağlardan beri insanlar

iskân etmiş, yaşam sürmüştür.

Doğal, tarihî ve kültürel zenginlikleriyle Sam-

sun, Karadeniz Bölgesi’nin en gelişmiş, bölgenin

turizm potansiyeli en yüksek kentlerinden biri-

dir.

Allahu Teâlâ’nın rızasını kazanmış, sevdiğini

Allah için seven ve her işi O’nun rızası için yapan,

her an Allah’la birlikte olma şuuruna eren, gaflet-

ten uzak Allah dostları Samsun ilimizde de Alla-

hu Teâlâ’nın ve Peygamberinin emir ve yasakları-

nı öğreterek, insanların dünya ve ahiret saadetine

kavuşmaları için uğraş vermişlerdir.

Samsun’u üç taraftan kuşatan manevî atmos-

ferin bu sahipleri, yaşadıkları dönemde insanla-

rın karanlık ruhlarını iman nuruyla aydınlattıkla-

rı gibi, geçen onca zamana rağmen insanlara halen

manevî destek olmaya devam etmektedirler.

Şeyh Seyyid Kutbiddin

Büyük İslâm âlimi ve mücahitlerindendir.

Gavs-ı Azam adıyla anılan ve Kadiriye Tarikatı-

nın kurucusu olan Abdulkadir Geylan’ı Hazretle-

rinin torunu olduğu rivayet edilmektedir. Babası

Muhyiddin’dir.

Hayatı hakkında pek fazla bilgi bulunmayan

Şeyh Kutbiddin Hazretleri soyundan gelen ilahi

vecd ve aşkla İslâmiyet’i yaymaya, karanlık ülke-

leri aydınlatmaya, nefsini terbiye çalışmış bir Al-

lah dostudur. Bu amaçla kendisi İslâm ordularına

manevi fütuhat öncülüğü yapan sayısız gönül er-

lerinden birisi olarak Bizans sınırlarına dayanmış

ve Samsun çevresinde karar kılmıştır.

Şeyh Kutbiddin Hazretlerinin bir kerame-

ti şöyle anlatılır: 1853 Rus donanmasının Sinop

baskını sırasında 3-5 savaş gemisi de Samsun

açıklarına kadar gelerek şehri topa tutar. Şehirde

karşılık verebilecek bir kuvvet de bulunmamak-

tadır. Ancak Şeyh Seyyid Kutbiddin Hazretlerinin

bulunduğu eski mezarlıktan top atışları ile karşı-

lık verilir. Rus gemileri de bir miktar hasara uğ-

radıktan sonra çekilip gitmek mecburiyetinde ka-

lırlar.

1322 yılında vefat eden Şeyh Seyyid Kutbiddin

Hazretlerinin kabri Samsun ilinde İlkadım Bele-

diyesi sınırları içerisinde, Unkapanı Mahallesin-

deki mezarlıktadır.

Seyyid Ahmed-i Kebîr Er-Rufâî

Anadolu’nun zenginliği olan büyük velilerden-

dir. 1118 senesinde Basra şehrinde dünyaya gel-

Örnek Hayat Yusuf HALICI miş olup baba-

sı Seyyid Ali bin

Yahya’dır. Rufaiyye

Tarikatının kurucusu Sey-

yid Ahmed Rufaî Hazretleri-

nin torunlarından veya talebele-

rinden olduğu rivayet edilen Ahmed-i

Kebîr Rufâî ‘nin soy silsilesi baba tarafın-

dan Hz. Hüseyin Efendimiz yoluyla Peygam-

berimize, anne tarafından da Peygamberimizin

hicret sonrası Medine’deki mihmandarı Halid

bin Zeyd (r.a.)’ya dayanır. Her ne kadar Seyyid

Ahmed Rufaî Hazretleri ile karıştırılmaması için

kendisine Kûçek (Küçük) denilmiş ise de daha

çok Seyyid Ahmed-i Kebîr Rufâî şeklinde tanın-

mıştır.

Yedi yaşındayken babasının vefat etme-

si üzerine himayesine aldığı dayısı onu büyük

bir ihtimamla yetiştirerek, meşhur hocalardan

ders aldırdı, iyi bir ilim tahsil etmesini sağladı.

Öncelikle Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Daha sonra

dayısı onu diğer dayısı büyük âlim Ebu Bekr el-

Ensarî el-Vasıtî ile devrin diğer âlim ve veli zatla-

rın çok bulunduğu Vasıt şehrine gönderdi. Bura-

da meşhur âlimlerden aldığı derslerle hem zahiri

hem de tasavvufta yetişip yükseldi, zamanın bir

tanesi oldu.

Kâmil bir veli olduktan sonra insanlara doğ-

ru yolu anlatmak, dinin emirlerine uyarak on-

ların dünya ve ahiret saadetine kavuşmalarını

sağlamak için irşad faaliyetine başladı. Bu mak-

satla gidip yerleştiği Amasya’da tekke ve zaviye-

sini kurarak büyük bir topluluğu kendisine bağ-

ladı. Daha sonra da Lâdik’e gidip yerleşti. Yörede

çok kıymetli irşad faaliyetlerinde bulundu.

Seyyid Ahmed Rufaî Hazretleri yaptığı çok kıy-

metli hizmetlerden sonra 1182 tarihinde Lâdik’te

ebedî âleme göç etti. Kabri Lâdik’tedir.

Hocalarından Abdülmelik Harnûtî kendisine

şöyle vasiyet etmiştir: ‘Ey Ahmed! Başkalarına

iltifat edip gezen, hedefine varamaz ve hakikate

kavuşamaz. Şüphe-

lerden kurtulmayanın,

dünya düşüncelerinin ve

nefsinin arzuları peşinde

olanın, felâha, kurtuluşa ka-

vuşması düşünülemez. Bir kimse

kendi kusurunu ve noksanını bilmi-

yorsa, onun bütün zamanı da noksan

geçer.”

Bunları hemen ezberleyip bir yıl süreyle bu

usullere riayet eden Seyyid Ahmed, bir yıl sonra

hocasını tekrar ziyarete gidip, nasihat istediğinde

hocası bu sefer: “Hakiki âlimleri, evliyayı tanıya-

mamak çok kötü bir haldir. Tabibin hasta olma-

sı ne kadar fena! Akıllı kimsenin cahil kalması ne

kötüdür!” dedi.

Kılıç Dede

Anadolu’nun müslüman kimliğe bürün-

mesi sürecinde büyük rol oynayan dervişler-

den olan Kılıçdede, 1078-1116’lı yıllar arasında

Anadolu’ya yayılan Selçuklularla birlikte bölge-

ye gelmiş ve yıllarca süren savaşlar sırasında şe-

hit düşmüştür.

Kılıçdede’nin Samsun’un diğer velilerinde Sey-

yid Kutbiddin ve İsa Baba ile beraber Samsun’a

geldikleri ve burada yapılan bir savaşta şehit düş-

tükleri rivayet edilmektedir. Kılıçdede’nin şehit

düştüğü yere yapılan türbesi Samsun›da adını

verdiği mahallede olup bölgedeki insanların her

gün ziyaret ettiği bir yerdir.

Rivayete göre, Kılıçdede Türbesi’nin yanında

bulunan okulun bahçesinin genişletilmesi çalış-

malarına başlanır. Kepçeler, kazı yaparken ca-

miye yakın bir bölümde kepçe ilerleyemez duru-

ma gelir ve kepçenin dişleri kırılır. Kepçenin sert

bir kayaya denk gelip gelmediği kontrol edilir.

Ancak yumuşak toprak olduğu görülünce bölge-

nin Kılıçdede›ye ait bir alan olduğu düşünüle-

rek terk edilir ve okulun duvarı biraz daha iç kıs-

ma alınır.

VELÎLERİSAMSUN

Page 38: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

73Haziran 201272

KültürAhmet ŞİMŞİRGİL*

Bir İslâm büyüğüne, mutasav-

vıf şairine, insanı böyle açık-

latan, onu kâinatın süzülmüş

özü, varlık ve oluşların gözbebeği olarak tarif etti-

ren İslâm’ın bizatihi kendisidir. Kur’an-ı Kerim ve

hadis-i şeriflerdir.

Dinin bu iki temel kaynağına göre Allahu Teâlâ

insanı yapı ve oluşların en güzeli, en mükemmeli

içinde yaratmıştır.

Bu noktada âlemleri düşünelim. Âlem-i kebîr,

âlem-i sağîr ve âlem-i ervâh gibi.

Âlem-i kebîr büyük âlemdir. İnsandan başka

bütün mahlûkattır. Büyük âlim İmam-ı

Rabbanî Hazretleri:

“Âlem-i kebîrdeki mahlûkların en şe-

reflisi ve en büyüğü arştır. Cenâb-ı Hakk’ın

arşa olan tecellîsi başka mahlûklarda olan

tecellîlerden üstündür. Çünkü arşa olan

tecellî öteki tecellîlerin toplamıdır. Arşa

olan tecellî Allahu Teâlâ’nın bütün isim-

leri ve sıfatları iledir. Daimî ve kesintisiz

bir tecellîdir.

Ârifin Kalbi

Kâmil bir insanın kalbi de birçok bakımdan arş

gibidir. Bunun için öyle kalbe arşullah denir. Bu

kalp arşa olan tecellîye yakın bir tecellîye kavuşur.

Arşa olan tecellî tamdır. Ârifin kalbine ise bundan

bir parçadır.

Fakat kalpte arşın mâlik olmadığı başka bir üs-

tünlük vardır. Bu üstünlük tecellî edene şuurdur.

Onu tanımaktır. Kalp tecellî edene tutulur onu se-

ver. Arşta ise böyle bir sevgi yoktur.

Kalpte böyle bir sevgi ve şuur bulunduğu için

kalp ilerleyebilir ve yükselebilir. Nitekim evliyâ

zatlar böyledir. “Kişi sevdiği ile beraberdir.”

hadis-i şerîfi de bu yükselmeyi işaret etmektedir.

Âlem-i sağîr ise yaratılmışların hepsinden ken-

disinde bir numune bulunduğu için insana verilen

addır. İnsan âlem-i kebîrdeki yani kendisinin dı-

şında bulunan âlemdeki her şeyi kendisinde top-

ladığından mahlûkların en kıymetlisi olduğu gibi

kalp de âlem-i sağîrde bulunan her şeyi kendisin-

de bulundurduğundan çok kıymetlidir.”

Nitekim Osman Hulûsi Efendi bu hususu veciz

bir biçimde ifade eder.

Âlem âdem olamaz

Âdem on sekiz bin âlemi câmi’dir

İşte bu kadar kıymetli ve itibarlı, eşref-i

mahlûkat olan insana diğer varlıkların ötesinde

bir emanet bahşedilmiştir. Bu emanet akıl ve ira-

dedir. Diğer varlıkların hiç birisinde bu yoktur.

Akıl ve irade insana bir yandan hür karar ver-

me ve iş görme alanı diğer yandan çeşitli yüküm-

lülük ve sorumluluklar getirmiştir.

İnsan akıl ve iradesi ile doğru işler de yanlış iş-

ler de yapar. Günah da sevap da kazanır. Kimisi

Rabbine kul olurken kimisi şehvetine, gadabına,

ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ (K.S.) VE

ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ (K.S.) VE

İNSAN İNSAN ”Anadolu’da Somuncu Baba namıyla meşhur

olan Şeyh Hamîd-i Velî Hazretleri nice diyarları

gezdi, ilimleri tahsil etti ve nice âlimleri yetiştirdi.

Gün geldi halk içinde Hak’la beraber yaşadı.”

Page 39: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

75Haziran 201274

hırsına kul ve köle olabilir. İşte bütün bunların so-

nunda insan ya meleklerden yukarı üstün bir hâle

gelir veya hayvanlardan aşağı olur.

İşte insanın yükselebilmesi için en temel esas

kişinin kendisini tanıması olarak bildirilmiş-

tir. Büyük dîvân şairimiz Şeyh Galib, “Hoşca bak

zâtına” derken bir anlamda bu durumu kastet-

mektedir.

Niyâzî Mısrî de:

Nefsini terk etmeden Rabbini arzularsın

Hayvanı sen geçmeden insanı arzularsın

“Men arefe nefsehü fekad arefe Rabbeh”

Kendini sen bilmeden Sübhanı arzularsın

demiştir. Gerçekten insan genelde dışı ile meş-

gul olur. Hâlbuki önce kendine yol aramalı kendi

içinde yolculuklar yapmalıdır.

İnsan dış dünyası ile ilgilendiği kadar iç dünya-

sına, tefekkür dünyasına bakıyor mu?

Başkalarının eksiklikleri ile ilgilendiği kadar,

kendi hata ve kusurlarını biliyor mu?

Başkalarının zenginliklerini müşâhede ettiği

kadar, kendi içinde bulunduğu nimetlerin zengin-

liklerin farkına varıyor mu?

İşte bunun için kendimizi tanımalıyız.

Zira kendisini fark edemeyen tanıyamayan

başkasına kul ve köle olur. Maddeye, paraya ve

mevkie tapınmaya başlar.

Kendini Bilen Rabbini Bilir

Kendisini bilen ve tanıyan ise yaratanının ken-

disine bahşettiği üstünlüklerin ve nimetleri farkı-

na varacak, neticede onu hakkıyla bilmeye ve asıl

ona kulluk etmeye başlayacaktır.

Osman Hulûsi Efendi, bu hususu dîvânında şu

beyitleri ile ortaya koyar.

Hulûsi “men aref” sırrın bilenler kim bilir Rabbin

Bu sırrı bilmeyen ilm-i İlâhîye âlim olmaz

Kendi özün bilmeden Hakk’ı bilirim sanır

Hak varlığın bilmeyen kendi varlığın sanır

Fakat bu nokta öyle sanıldığı kadar kolay da

değildir. İnsanın nefsine galebe çalıp iyiliklere ve

güzelliklere ulaşabilmesi için her zaman bir reh-

bere ihtiyacı vardır.

O rehber Peygamber Efendimiz ve onun

vârisleri olan âlimlerdir. Hulûsi Efendi rehberin

önemini şu ifadeleri ile belirtir:

Bir kâmilin eteğin tutup da murâda yet

Kâmil eteğin tutan ehl-i kemâl olur

Devlet o ki olmaya zevâl ana

Devlet sanma anı ki anda zevâl olur

Pîrin kapısında hâk et Hulûsi yüzün

Tahkîkan anı bil ki makbûl-i zü’l-celâl olur.

Bu rehber ayna gibi olmalıdır. Kendinden ko-

nuşmamalı hep Peygamber Efendimizden ve on-

dan alanlardan ayna gibi yansıtmalı, nakletmeli-

dir. Yoksa zaman içinde hep kendinden bahseden,

kendisinden nakleden, kendisini Peygamber ye-

rine koyan yol kesiciler gelecek ve bunlar insan-

ları Hak’tan ve hak yoldan uzaklaştıracaklardır.

Hulûsi Efendi rehberi seçerken bu hususu özel-

likle vurgulamakta ve bir anlamda insanları uyar-

maktadır. Şöyle ki:

Eskiler yenilenir hep yeni âdetler gelir

Şer’-i pâke uymayan bin türlü bid’atler gelir

Nice kuttâ’-ı tarîk mürşidlik eyler iddiâ

Müddeîler çoğalıp hep resm ü âdetler gelir

Hükm-i Kur’an’a uyup sünnete kalmaz ittibâ

Kendi butlânından uydurma dalâletler gelir

Gerçekten de günümüzde mürşidlik iddiâsı

ile doğru yola pusu kurmuş, insanları hak yoldan

uzaklaştıran, kat’-ı tarîk-i ilâhî denilen nice in-

sanların varlığı bilinmektedir. Bunların temel bir

özelliği de insanlara doğru yolu anlatan din bü-

yüklerine tasavvuf âlimlerine düşmanlıktır.

Oysa o büyükleri tanıyanlar kendisini de Rab-

bini de en güzel bir biçimde tanımakta saâdetin

zirvesine ulaşmaktadır.

Anadolu’da Somuncu Baba namıyla meşhur

olan Şeyh Hamîd-i Velî Hazretleri nice diyarları

gezdi, ilimleri tahsil etti ve nice âlimleri yetiştirdi.

Gün geldi halk içinde Hak’la beraber yaşadı. Gün

geldi şöhretin âfet olduğuna sonsuz dikkatleri çek-

ti. Hâlbuki kapısında sultanlar kul olmaya hazır-

dı. Çağının en büyük âlimi Molla Fenarî ona tale-

be olmak sevdasıyla tutuşuyordu. Hacı Bayram-ı

Velî ve Akşemseddin Hazretleri aynı hizmetin ta-

kipçisi olmuşlardır.

Bugün de onun ahfadından Es-Seyyid Osman

Hulûsi Efendi kurduğu vakıf ve bıraktığı güzîde

eserlerle eğitim, kültür ve sağlık alanlarında eşsiz

hizmetlere imza atmaktadır. * Prof. Dr.

Not: Bu yazı; 24 Haziran 2011 tarihinde Darende’de yapılan 10. Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Sempozyumu’nda sunulan tebliğin özetidir.

Page 40: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201276 77

Bir dergâhın günlük yaşamını,

latifelerini, mânevî alışveriş-

lerini, sırlarını okumayı ister

misiniz?

Huzur Defteri isimli çalışmayı tanıtmaya

hangi cümleyi yazarak başlasam acaba? Bu ya-

zıyla karşılaşan kişi o ilk cüm-

leden sonra yazının

devamını da merak et-

meli. İlk cümle yerine

bir çığlık koyabilseydim

metne keşke. Bir feryat…

O zaman bir sürü gözü ya-

zının üzerinde toplayabilir-

dim.

Bunu yapmayı istiyorum.

Bu kitabın nasıl bir çalışma ol-

duğunu bir A4 sayfasının üze-

rine kelimeleri savurarak yaza-

bileceğimi sanmıyorum çünkü.

Burada yazılan pek çok şey başka

bir yerde yazılı değil desem ilginizi

çeker mi mesela? Belki de çekmez. Olabilir.

En iyisi kitapta anlatılan bir olayı naklederek

yardım almak. Bir gün Fahrettin Efendi hazret-

leri bakkala gider. Oradan aldığı malzemeyi bak-

kal eski bir kâğıt üzerine paket yapmaya başlar.

Kâğıdın geri kalanı da duvardaki çengele tuttu-

rulmuştur. Fahrettin Efendi kâğıdı incelediğin-

de meşhur Şeyh Sadık risalesinin bir

nüshasıyla karşılaşır. Az kalsın ba-

yılacak hale gelir ve parasını hemen

teklif ederek kâğıtları alır. İşte bizim

durumumuz da kısmen buna ben-

ziyor şimdi. Bir kısmımız Huzur

Defteri karşısında oradaki bakkal

gibiyiz. Ondan nasıl istifade ede-

ceğimizi bilmiyoruz, hatta böy-

le bir soru gündemimizde de

yok. Diğerlerimiz ise bu bilgi-

leri okuduğunda zevkten ba-

yılabilir.

Sanırım meramımı an-

lattım. Huzur Defteri İs-

tanbul’daki Karagümrük

Cerrahi Âsitanesini merkeze alarak

oluşturulmuş enfes bir çalışma. Birçok önemli

zatın yaşadığı fakat matbuata dökülmemiş olay-

Huzur Defterİ

KitapAyşe SEVİM

ları anlatıyor. Bir dervişin hususi not-

ları bunlar. Hz. Pir Nureddîn-i Cerra-

hi, Şeyh Fahrettin Efendi, Celal Ökten

Hocaefendi, Gönenli Mehmet Efen-

di, İskilipli Atıf Efendi, Neyzen Tevfi k,

Hüseyin Siret, dönemin padişahları ve

meşhur birçok zatın hatıralarını oku-

manız mümkün. Yazar Mehmet Fatih

Çıtlak sadece tasavvuf severlerinin de-

ğil yakın tarih meraklılarının da ilgisi-

ni çekecek bir kitap hazırlamış.

Örneğin tarih mezunu olmama

rağmen Büyük Taarruz esnasında

Atatürk’ün emriyle içlerinde Fahred-

din Efendi Hazretlerinin de olduğu altı

şeyh efendinin Dolmabahçe sarayında

zikrullahla meşgul olduklarını bu ki-

tap vasıtasıyla öğrendim. Aslında ta-

rih mezunu olan herkes böyle bilgile-

ri ancak benim tecrübe ettiğim şekilde

öğrenebiliyorlar. İmtihanlara hazır-

lanırken tarihin kanlı, sebepli sonuç-

lu, çirkin suratına aşina olan öğrenci-

lere keşke işin bu yönleri de anlatılsa.

Kendilerine sarayda tahsis edilen oda-

da ordunun muzaffer olması için du-

alar eden altı şeyhi bilmek, ordu za-

fere ulaştığında ise dışarıdan kimin

attığı belli olmayan bir taşın gelip yağ

kandiline çarptığını söylemek onla-

rı ne kadar şevke getirir. En azından

Holywood’un pişirip pişirip önümüze

sürdüğü olağanüstü olaylarla bezen-

miş tarih fi lmlerine hayran olmaktan

kurtulurlar. İçlerindeki batının tarihi-

ne dair olan merak, hayranlık kendi ta-

rihlerine doğru kayar.

Huzur Defteri bence bir kere de

okunacak bir çalışma değil. Anlatılan

olaylar yeniden ve yeniden okunabi-

lir nitelikte. Meczupları, tabir edilen

rüyaları, İstanbul’daki pek çok şeyh

efendisiyle bu çalışma dükkânındaki

çengele kıymetli sayfalar asan bakkal-

lardan başka herkese hitap ediyor.

KİTAPLIK

Poetika Rubâîleri

Bekir Oğuzbaşaran

Nüve Kültür Yayınları

Tel: 0332 352 23 03

Dürr ve Sadef

Emine Fikriye Beledli

Nesil Yayınları

Tel: 0212 551 32 25

Türk Şiirinde Hz.

Peygamber 1860-2011

Prof. Dr. İsmail Çetişli

Akçağ Yayınları

Tel: 0312 432 17 98

Başlangıçtan

Kurtuluş Harbine Kadar

Maraş Tarihi

Doç. Dr. İlyas Gökhan

Ukde Yayınları

Tel: 0344 225 13 00

Gölgeler Koridoru

Muhyiddin Şekur

Sufi Kitap

Tel: 0212 511 24 24

Page 41: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

79

ÇOCUKLARDA

GÜVEN

Haziran 201278

Eğitim M. Emin KARABACAK

Bizler, çocuk-

ların okulda

ve toplumsal

hayatta kendi işlerini kendi-

si yapan, sorumluluk almaktan

korkmayan, kendisine güvenen

kimseler olmasını isteriz. İste-

mesine isteriz de çocukların bü-

yük çoğunluğunda düşük benlik

saygısı görülmektedir.

Nedir Bu Düşük Benlik Say-

gısı?

Düşük benlik saygısı kendi-

ne güvenememek, sorumluluk

almaktan korkmak, yetenekle-

rinin altında başarı göstermek

ve kendi seviyesinin altında işler

yapmak demektir.

Çocukların düşük benlik

saygısını geliştirmek için

yapılabilecek çalışmaların ba-

şında çocuklara iyi bir model

olunması gerekir. Bunun

için çocuğa model

olacak kişinin

çocukların

yanında

y a p ı -

l a -

cak işlerde işi övmekle başlayıp

kendisinin kişisel yeteneklerini

övmekle bitirebilir.

Çocuklarla yaptığım psiko-

lojik görüşmelerde düşük benlik

saygısına sahip olan bir öğrenci,

kendini ifade etmekte zorlanınca

benlik saygısı yüksek olan bir

öğrenci olayın basitliğinden, ola-

yı şöyle anlatabileceğini ifade

eder. Olayı anlattıktan sonra da

hafifçe geriye kasılarak “Kendi-

mi tebrik ederim çok güzel anlat-

tım.” der. Bir işi yaptıktan son-

ra: “Aferin bana, kendimi tebrik

ediyorum…” gibi cümleler ço-

cukta benlik saygısını yükselt-

mek için iyi bir model oluşturur.

Çocukların yaşlarına ve

yeteneklerine uygun görevler

vermek gerekir. Çünkü ço-

cukların kendisi hakkında-

ki duyguları, düşünceleri

ve davranışlarıyla ilgili tu-

tumlarından kaynaklanır.

Okulda teşekkür ala-

bilecek bir çocuktan tak-

dir beklendiğinde takdir

belgesi alamayıp teşekkür

belgesi alan çocuk, kendisini

başarısız olarak algılayacaktır.

Yine bu çocuktan teşekkür

belgesi yerine; zayıfsız gelme-

si beklenen ve zayıf getirmeyen

çocuğa verilecek pekiştirme de

uygun değildir. Ödül, çocuğun

kendinden beklenen sorumlu-

lukları yerine getirdiği zaman

anlam kazanır.

Çocukların yaptığı olumlu

davranışlar aileleri tarafından

takdir edilmelidir. Büyükleri

tarafından pekiştirilmeyen

olumlu davranışlar, onların

şevkini kıracağı için çocukta

kendisine ve çevresine karşı gü-

ven problemi oluşturacaktır.

Çocuklara verilecek geri

bildirimler kişi zamirleri

özellikle belirtilmelidir. “Bunu

çok güzel yapmışsın tebrik edi-

yorum.” yerine “Bunu sen çok

güzel yapmışsın seni tebrik edi-

yorum.” ifadesi kullanılmalıdır.

Çocuklar güzel bir iş

başardıklarında “Güzel bir iş

başardığını düşünüyor mu-

sun?” sorusu yöneltilerek alı-

nacak olumlu cevaba göre

çocukların benlik saygısını yük-

seltmek amacıyla “Ben de senin

güzel bir iş yaptığını düşünüyo-

rum ve seni tebrik ediyorum,

kendinle övünebilirsin.” geri

bildirimi çocuklarda kendisi-

nin benlik saygısını kazanmada

övme ya da övünme için gerek-

li alışkanlıkları ve becerileri ka-

zandırır.

Çocukların başkalarını nasıl

övecekleri ve kendisini övenlere

karşı nasıl davranmaları

gerektiği çok iyi öğretilmelidir.

Yoksa bu durum çocukların

benlik saygısını yükseltelim

derken abartılı fakat özden yok-

sun bir kişiliğe sahip olmalarına

yol açabilir.

Bunların Dışında:

Aile içi konuşmalarda çocuk-

lara söz hakkı verilmeli.

Çocukların olumsuz

yönleri yerine, olumlu yönleri

görülerek onların uygun dav-

ranışlarına uygun geribildi-

rimler verilmeli. Çocukların

yaşlarına ve yeteneklerine

uygun beklenti içine girilmeli.

Çocukların yaş ve seviyelerine

uygun sorumluluklar verilerek

bu konuda çocuklara gerekli ce-

saretler verilmeli. Aile içinde

çocukların da vazgeçilmez ve

değerli oldukları hissettiril-

meli. Çocukları olumsuz

yargılamalardan ve

uygunsuz cezalardan

kaçınılmalı. Çocuklarda

görü len olumsuzlukları

sürekli gündemde

tutmaktan ve onları

başkalarıyla kıyaslamalardan

kaçınılmalı. Çocukların

sosyal ortamlara katılmaları

ve buralarda görev almaları

teşvik edilmeli. Çocukların

eve gelen misafirlerin içine

girmeleri teşvik edilmeli ve

çocuklara bu ortamlarda söz

hakkı tanınmalı. Çocukların

olumsuz davranışlarına karşı

aşırı tepkilerden ve aşırı eleşti-

rilerden kaçınılmalı.

Sonuç olarak çocukların

kendilerine güvenini geliştir-

mek; iyi bir model olmak, ye-

teneklerine uygun sorumluluk

vermek ve olumlu pekiştirme-

lerle olacaktır

“Düşük

benlik saygısı kendine

güvenememek, sorumluluk

almaktan korkmak,

yeteneklerinin altında

başarı göstermek ve kendi

seviyesinin altında işler

yapmak demektir.”

Page 42: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

81

ZAAFLAR“Genelde insanlar kısa süreli hazları, zararını bilmelerine rağmen uzun vadeli huzur

ve mutluluklara tercih ederler.”

Haziran 201280

PsikolojiSefa SAYGILI*

Kafatasımızın içinde yer alan

beynimiz kâinatın en mükem-

mel ve karmaşık yapısıdır. 100

milyar civarında sinir hücresi (nöron) ihtiva eder

ve her nöronun 1000 ilâ 10.000 başka nöronla

bağlantısı vardır.

İnsan, beyni sayesinde diğer canlıların

boy ölçüşemeyeceği güçte zihinsel

özelliklere sahiptir. Konuşabilir, akıl

yürütebilir, geleceğe ait tasarımlarda

bulunabilir, adalet ve yönetim sistemini

tartışabilir, sadece kendimizin değil

başka insanların da iyiliği için gayret

gösterebiliriz. Bilgi öğrenebilir, icat ve

keşifler yapabilir, eğitebilir ve edebî

eserler ortaya koyabiliriz. Bu muazzam

organımız ile düşünür, davranır, üzülür,

sevinir, öfkelenir, inanır, geleceği

planlarız.

Böyle harika melekelerle donatılmış beynimiz

aynı zamanda pek çok zaaflarla da doludur. İşte

birkaçı:

* Olmadık şeyleri unutabilir veya yanlış hatır-

layabiliriz. Arabamızı, cüzdanımızı, telefonumuzu

veya gözlüğümüzü nereye koyduğumuzu hatırla-

maya çalıştığımızda problem ortaya çıkabilir.

* Birine karşı olumlu duygular besliyorsak,

yani o kişi bizim sevdiğimiz, takdir ettiğimiz biri

ise her davranışına toz kondurmayız. Bunun ter-

si de geçerli olabilir.

* Herhangi bir konuda iyiysek (sözgelimi bul-

maca çözmek) bunun için kendimize artı puan ve-

ririz. Ancak kötü olduğumuz konularda genellik-

le sorumluluk başka birindedir, meselâ eşimizde.

* Şayet zihnimiz başka şeylerle çok yoğun-

sa, bize aktarılan bir konunun kaynağına inme-

den o fikre saplanıp kalırız. Yine zihnimiz baskı

altındaysa veya dikkatimiz başka yöne çevrilmiş-

se normalde şüphe duyacağımız bazı durumlara

inanma eğilimine girebiliriz.

* Geçmişteki bir hadiseyi yorumlar-

ken düşüncelerimizle ve inançlarımızla

uyuşan yönlerini ön plana çıkarma eği-

limine girer ve o açıdan değerlendiririz.

Aile terapisi için ele aldığım geçimsiz

çiftlerde de durumun aynen böyle

olduğunu hep gözlemişimdir. Ayrı

ayrı dinlediğinizde iki tarafı da yüzde

yüz haklı sanırsınız, ancak gerçeğin

öyle olmasına imkân yoktur. Her taraf

olayları kendine göre çarpıtarak ifade

etmektedir. Kişi kendinin haklı, eşinin

kusurlu olduğuna inanınca bunu

göstermek için şahsi yorumunu katarak

“İnsan zayıf olarak yaratılmıştır”

Ta ki bir kul olarak Yaratıcısına karşı acizliğini

anlayabilsin, dünyanın geçici bir makam olduğunu

fark edebilsin diye. Bu yüzden insana kendini

tanrılaştırma, gurur ve kibir yakışmamaktadır.”

Page 43: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

DARENDE GÜZELLEMESİ

Güzel Malatya’nın şirin diyarıNazlı bayrağımda alsın Darende!...İnsanın çalışkan, kovanda arı…Gönül peteğinde balsın Darende!...

Osman Hulusi’nin güzel beldesiRuhu teskin eder Tohma’nın sesiSomuncu Baba’nın büyür gölgesiAllah’a açılan elsin Darende!...

Somuncu Baba’nın asildir soyuNe güzel örnektir bizlere huyuNazlı nazlı akar Tohma’nın suyuŞu kırık sazımda telsin Darende!...

Malatya iline uzak düşersinSabır ateşinde yanar, pişersin Küllenen zamanı durmaz, eşersinŞöhretini dünya bilsin Darende!...

Gönül sofrasında doyar erenlerHamid-i Veli’ye sadık yarenler…Burada toplanmış hakkı görenlerGönül bahçemizde gülsün Darende!...

M. Nihat MALKOÇ

83Haziran 201282

olayları anlatmaktadır.

* Siyasette de böyle değil mi? Tuttuğumuz lide-

rin her sözünü ve davranışını olumlu, karşı oldu-

ğumuz siyasetçi için ise olumsuz değerlendirmeye

adeta şartlanmışızdır. Bir kez bir şeyin doğru oldu-

ğuna karar verdiğimizde (her ne sebeple olursa ol-

sun) ona inanmak için genellikle yeni sebepler de

uydururuz.

* Aynı şey bilim adamları için de geçerlidir. Bi-

limin amacı, kanıta dayalı dengeli bir yaklaşım ser-

gilemektir. Ama bilim adamları insandır ve kendi

teorilerine uygun gelen ayrıntıdaki sıradan bulgu-

ları abartarak sunabilmektedirler. Meselâ Darwin-

ciler maymunla insan

arasındaki kapanması

mümkün olmayan uçu-

rumu görmezden gelir-

ler, çok küçük ve genelde

organı işlemeze götüren

mutasyon değişikliklerini

evrim teorisini ispatlayan

önemli deliller olarak

lanse ederler.

Yani insanlar görmek

istediği şeyi görür, duy-

mak istediği şeyi duyarlar.

* İnsanların pek çoğu-

nun öleceklerini bilme-

lerine rağmen ibadetten uzak kalmalarını, yaşlan-

dıklarında bile dünya hırslarıyla dolu olmalarını ne

ile açıklayacağız? Zararlarına rağmen sigara, alkol,

uyuşturucu kullanan; tehlikesini bilmelerine rağ-

men trafikte aşırı hız yapanlara ne demeli?

* Bir alkol bağımlısı günlüğüne, “Daha çok israf

ediyor, daha çok suçluluk hissediyor, sabahın üçün-

de artık içkiyi bırakmam gerektiği duygusuyla uya-

nıyorum. İçki, içki takımları, içki ortamları ve içki-

li olmak tiksindirici geliyor. Yine de her öğlen elim

alkol şişesine gidiyor.” diye yazmıştı. Gerçekten ge-

nelde insanlar kısa süreli hazları, zararını bilmele-

rine rağmen uzun vadeli huzur ve mutluluklara ter-

cih ederler.

* İnsan beyninin yaygın rahatsızlıkları da ayrı

bir zaafımızdır. Kolaylıkla anksiyeteye girer, en-

dişe ve kaygı çekebilir; panik olur, ölüm ve de-

lirme korkusu ile kıvranabilir; depresyon geçirir,

moral bozukluğu ve sıkıntılı olabilir; obsesyon’a

yakalanır, saçma ve mantıksız olduklarını bilme-

mize rağmen takıntı ve saplantılar ile dünyayı

kendimize dar edebilir; fobik olarak yersiz kor-

kulara kapılabiliriz. Veya psikoza girerek gayp-

tan sesler, hayali görüntüler veya kokular hisse-

debiliriz.

Evet, Rabbimiz insanları en mükemmel şekil-

de eşref-i mahlûkat olarak yaratmış, sayısız hari-

ka özellikler ile donatmıştır. Yaratılmış olan tüm

varlıklar içerisinde dü-

şünme, karar verme, ak-

letme, düşündüğü şeyi

uygulayabilme, plân

kurma, sonuç çıkarma

gibi zihinsel fonksiyon-

larla insanoğluna üstün-

lükler lütfetmiştir.

Ancak insanlar bu

mükemmel yaradılış-

larının yanında çok

basit hatalara, yan-

lış değerlendirmele-

re, sapkın yollara da

düşebilmekte; basit

menfaatlere kapılarak

davranabilmektedirler. Sir Isaac Newton, “Gök-

cisimlerinin hareketlerini hesaplayabilirim ama

insanların çılgınlığını hesaplayamam” derken bu

durumu kast etmiştir. Hiç kimse zihninin tıkır

tıkır işleyebileceğini garanti edemez.

“İnsan zayıf olarak yaratılmıştır” (4/Nisa, 28)

Ta ki bir kul olarak Yaratıcısına karşı acizliğini

anlayabilsin, dünyanın geçici bir makam olduğu-

nu fark edebilsin diye. Bu yüzden insana kendini

tanrılaştırma, gurur ve kibir yakışmamaktadır.

İnsanoğlu inanmak ve kendisine sayısız nimet-

ler veren Rabbine teslim olmak zorundadır.

Prof. Dr.

Sule

jman

MU

RAD

OVİ

C

Page 44: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

85Haziran 201284

ALERJİ LERJ

SağlıkAkın DİNDAR

Alerji, bağışık-

lık sistemi-

mizin aşırı

duyarlılık hastalığıdır. Alerjiye

neden olan maddelere “alerjen”

denir. Alerjen, bağışıklık siste-

mindeki hücreleri (mast hücre

ve bazofi lleri) uyararak, antikor

(IgE) oluşumunu sağlamakta-

dır.

Bir sonraki temas sonucun-

da, alerjen ile IgE birleşir ve

alerjik reaksiyon başlar. Dola-

yısıyla alerjik reaksiyonun baş-

laması için alerjenin daha önce

bağışıklık sistemiyle karşılaş-

ması şarttır.

Deri Hastalıkları Uzmanı Dr.

Arda Eminzade, alerjinin son-

radan gelişen bir olay olduğunu

ve daha sonraki karşılaşmalarda

çok hızlı bir şekilde vücut tepki-

sinin başladığını belirtiyor.

Birçok farklı alerjik madde

türü vardır; bunlardan en yay-

gın üçü polen, ev toz akarları ve

kuruyemişlerdir. Alerjik mad-

deler tüm canlı organizmalarda

bulunan protein içerir ve tepki-

meye neden olan da bu protein-

dir. Penisilin gibi bazı ilaçlar da

alerjik tepkimeye neden olabilir.

Bu ilaçlar protein içermezler an-

cak vücuttaki protein ile bir ara-

ya geldiklerinde tepkimeye ne-

den olabilirler.

Alerji Genelde Hızlı Gelişen

Bir Reaksiyondur

Alerjik reaksiyonunun gelişi-

minden sorumlu maddeyi, mast

hücrelerinde salgılanan Hista-

min olarak açıklayan Dr. Arda

Eminzade, alerjinin 4 farklı or-

ganımızda başladığını vurgulu-

yor.

1)Solunum yolunu etkileyen

alerjenler havada uçuşan (air-

bore) parçacıklardır. Bitkiler

ve ağaçların polenleri, ev tozu

akarları (mite), hayvan tüyleri

(kedi ve köpek gibi), küf man-

tarları solunum yolunu etkile-

yen alerjenlerdir. Bu alerjenler

üst solunum yolunda alerjik ri-

nit ile sinuzit ve alt solunum yol-

larında astıma sebep olurlar. Bu

etkenler bazen gözde alerjiye

(konjenktivit) sebep olabilirler.

2) Cildimizi etkileyen aler-

jenleri iki şekilde değerlendire-

biliriz.

Direk temas yolu ile cilt-

te alerji ve kızarıklık gelişir. Bu

alerjik reaksiyon IgE’ye bağ-

lı değil bağışıklık sisteminin ge-

cikmeli bir reaksiyonudur (hüc-

resel immünite). Örnek olarak

nikel sulfat gibi bazı metaller,

çimentoda bulunan potasyum

dikromat, kozmetiklerde bulu-

nan peru balsamı ve yapıştırı-

cılarda bulunan eposkiresineg-

zema (kontakt dermatit) nedeni

olabilirler.

Cilt üzerinde direk maruzi-

yet olmaksızın kızarıklık, kabar-

tı ve kaşıntı oluşur. Örnek ola-

rak hastada aspirin alerjisi varsa

eğer, ağız yolu ile alındığında

ciltte kaşıntı ve kızarıklık belirti-

leri başlar. Bu duruma kurdeşen

(ürtiker) denir. Ürtikeri tetikle-

yen ilaçların sayısı çok fazladır.

Ayrıca besinler ve farklı alerjen-

lerde ürtikeri başlatabilir. Ür-

tikerin belirtilerinden sorum-

lu madde her zaman histamin

olmayabilir. Ürtiker her zaman

alerjik değildir.

Böcek sokması, arı, yaban arı-

sı, akrep ve benzeri hayvanların

sokması sonucunda, eğer bir aler-

jik durum varsa, sokma alanında

kızarıklık, kabartı ve kaşıntı ge-

lişir. Bazen bu alerjik reaksiyon

çok şiddetli ve tehlikeli olabilir.

3)Sindirim sistemini etkile-

yen alerjenler besinler ve bazen

ilaçlar olabilir. Fındık, yer fıs-

tığı, susam, süt, yumurta (sarı-

sı ve akı), soya, baklagiller, buğ-

day, çikolata ve deniz ürünleri

en sık alerji yapan besinlerdir.

Alerji Belirtileri

Üst solunum yolunda: Burun

ve geniz akıntısı, hapşırma, bu-

run ve genizde kaşıntısı.

Alt solunum yolunda: Nefes

darlığı ve tıkanıklığı, hırıltı, ök-

sürük ve balgam.

Deri: Egzema; deride kızarık-

lık, kuruluk, soyulma ve kaşıntı.

Ürtiker; Deride şişlik, kıza-

rıklık ve kabartı.

Göz: Gözlerde kaşıntı ve ya-

şarma

Sindirim sistemi: Karın ağrı-

sı, kusma, ishal.

Page 45: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201286 8787

Gönülden İkramlar Mesude SARI

Bekir SARI

Haziran 201286

GingsengBüyük kazık köklü çok yıl-

lık beyaz çiçekli, soluk kırmı-

zı renkte meyveleri olan şifalı

bitkidir. İçeriğinde B1, B2 ve D

vitaminleri, saponinler, uçucu

yağ, glikozitler, fosfat ve orga-

nik asitler vardır. Kökleri be-

yaz veya kırmızı renklidir. Bit-

kinin yaşlı etli ve çatallı kökleri

ilaç olarak kullanılır. İki farklı

çeşidi vardır. Kırmızı ginseng

olarak adlandırılanı şifalı bitki

olarak kullanılanıdır. Ginseng

kökü 6 yıllık bir yetiştirme sü-

resinden sonra hasat edilir ve

tedavi amaçlı kullanılan bitki-

nin bu bölümüdür.

Faydaları

Vücuda ve kalbe kuvvet ve-

rir. Bağışıklık sistemini güçlen-

dirir ve vücut direncini arttırır.

Yorgunluğu giderir. Zihni açar

ve hafızayı kuvvetlendirir. Stre-

si azaltır. Depresyona karşı fay-

dalıdır. Prostata karşı koruyucu-

dur. Kandaki şeker ve kolesterol

oranını düşürür. Kansızlığa iyi

gelir. Kansere karşı da koruyu-

cu etki gösterir. Tümörlü hücre-

lerin gelişimini yavaşlatır, hat-

ta bazen tamamen durdurabilir.

Sindirim sistemi ve böbrekle-

re faydalıdır. Karaciğeri korur.

Kalp ve damar sağlığı üzerinde

de olumlu etkileri vardır. Yaş-

lanma belirtilerini azaltır.

Nasıl Kullanılır?

Genellikle kökleri toz haline

getirilerek balla karıştırılıp kulla-

nılır. Ayrıca köklerinden elde edi-

len suyu kullanılır. Etkileri ve fay-

daları keşfedildikten sonra pek

çok ginseng içeren hazır ürün

üretilmeye başlanmıştır. Genel-

likle ginseng tablet ya da çay şek-

linde sunulmaktadır. Yaşlılarda

yaşlılık belirtilerini azaltıcı olarak

kullanımı oldukça yaygındır.

Şifalı Bitkiler

Sarımsaklı KöfteMalzemeler100 gr dana kıyma (isteğe göre)2 su bardağı köftelik bulgur1 çay bardağı un1 çay kaşığı karabiber1 kahve fincanı irmik1 kahve fincanı toz tatlı kırmızıbiber1 kahve fincanı kimyonTuz ve Yoğurmak için su

Sos İçin Malzemeler4 adet büyük domates2 litre haşlama suyu1 yemek kaşığı biber salçası1 su bardağı sıvı yağ1 baş sarımsak ve MaydanozAcı pul biber (isteğe göre)

HazırlanışıKöftelik bulgur, kıyma, irmik bera-berce ıslatılarak yoğurulur. Bulgur yumuşadıkça baharatlar, un ve tuz ilave edilir. Hafif su serperek yoğur-maya devam edilir. Macuna yakın kıvam elde edilince, fındık büyük-lüğünde parçalar koparılarak av-cumuzda yuvarlayıp, işaret parma-ğımız ile ortasına hafifçe bastırılıp şekil verilir. Malzeme bitene kadar devam edilir. Yarım limon suyu ve tuz ilave ederek hazırlanan haşla-ma suyunda köfteler haşlanır. Piş-tiği kontrol edildikten sonra köfte-ler süzülür. Köftelerin bulunduğu tencerenin dibinde (lezzet katma-

sı için) 1 su bardağı kadar haşlama suyu bırakılır. Önceden soyulan sa-rımsaklar dövülür. Bir tencere içeri-sine sıvı yağı alınıp sarımsaklar ilave edilir. 3 dakika kadar yağda çevri-lir. Rendelenmiş domates ile salça, tuz ve baharatları ilave edilip 5 da-kika kaynatılır. Haşlanmış köfteler bu sos ile karıştırılır. 1 dakika daha kaynatıp servis tabağına alınır. Üze-rine kıyılmış maydanoz serpip sö-ğüş domates ve turşu ile ikram edi-lir. Afiyet olsun.

Not: Geçen sayımızda tarif eksik yayımlandığından tekrar veriyor, dü-zeltmeden dolayı özür diliyoruz.

Page 46: SB 140 ic - Somuncu Baba Dergisi · 2017. 1. 5. · huzur defterİ - ayşe sevİm (76) Çocuklarda gÜven - m. emin karabacak (78) zaaflar - sefa saygili (80) darende gÜzellemesİ

Haziran 201288

Som

uncu

Bab

a De

rgisi

’nin

Ücr

etsiz

Eki

’dir.

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aralk 2009

Yl: 3 Say: 36

İnsanlarn başna gelen belâlarn çoğu dilindendir.

Dili muhafaza etmek lazmdr. Bir hadis-i şerifte

Peygamberimiz: “Allahu Teâlâ’nn kullarndan

bazs hakkin rzasna uygun bir söz söyler, o söze

kendisi de dikkat etmez. Hâlbuki Allahu Teâlâ o

söz sebebiyle o kimsenin derecesini yükseltir. Ve

kullarndan bazs da rza-î ilâhîye aykr olarak

Allah’ gazaplandracak bir söz söyler ve hem de

söylediği söze zerre kadar ehemmiyet vermeyerek

laubali olarak söyler. Hâlbuki Allahu Teâlâ o kim-

seyi söylediği o fena sözler sebebiyle derecesini

indirir.” buyuruyor.

Müminler söyledikleri sözleri, velev ki latife olsun

laubali olarak söylemeyip sonunu düşünerek söyle-

meleri icap eder. Yine bir hadis-i şerifte Peygam-

berimiz: “İnsanlarn ekserisinin kyamet gününde

günahlar dillerinden çkan malayani sözlerdendir.”

buyuruyor.Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aral

115

Dergisi Hediyesi...

M A Y I S 2 0 1 0

Fiyat: 7 TL

AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEB İYAT DERG İS İ

Ümitvâr Olmak3816 Tarihte İstanbul Kuşatmalar ve Fatih

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEB

3816 Tarihte İstanbul Kuşatmalar ve Fatih

k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir:

Telefon: ( )

Faks: ( )

E-posta: @

Türkiye : 85 Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Vergi Dairesi:

Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi:

İmza

Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]

2012 YılıÇocuk ekiyle birlikte

yıllık abone bedeli

85

2012 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN – TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz