sb-93a - somuncu baba dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “muhakkak...

89
AYLIK- İ L İ M KÜLTÜR VE EDEB İ YAT DERG İ S İ TEMMUZ 2008 93 93 24 Fatih:Şehrin Kapılarını Hakîkat’e Açan Lider 48 İslam’da Üstün Nitelikli Yönetici Dergisi Hediyesi... Fiyatı: 7 YTL TEMMUZ 2008 AYLIK İ L İ M-KÜLTÜR VE EDEB İ YAT DERG İ S İ

Upload: others

Post on 02-Jan-2021

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

AY

LIK

-İLİM

LTÜ

R V

E E

DE

BİY

AT

DE

RGİSİ

TE

MM

UZ

20

08

93

93

24 Fatih:Şehrin Kapılarını Hakîkat’e Açan Lider 48 İslam’da Üstün

Nitelikli YöneticiDergisi Hediyesi...

Fiyatı: 7 YTL TEMMUZ 2008AYLIK İL İM-KÜLTÜR VE EDEB İYAT DERG İS İ

Page 2: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Başyazı Sebahaddin ATEŞ

To Manage and to be managed are both arts

YÖNETMEK DE, YÖNETİLMEK DE

BİR SANATTIR

Hayatta başarılı olmak için evvela güzel düşünüp olgun davranışlar sergilemek gerekir. İç dünya-

sındaki iyilikleri harekete geçirebilenler kendini keşfedebilen özünü kavrayabilen insanlardır. Olayla-

ra iyi tarafından bakabilmek olumlu düşünebilmek bir erdemdir. İnsan ellerini ayaklarını nasıl hare-

ket ettirmeyi kendi kontrolü altında tutuyorsa, düşüncelerini de kontrol altına alabilir.

Bedenimizdeki enerjiyi harekete geçiren duyguların da olgunluk içinde olması esastır. Duygular in-

sana pusula gibi çoğu zaman doğru istikameti gösterir. Acı veren duygular bile bize bazen rehberlik

yaparlar. Duygularına sahip olma, mesajlarını doğru algılayabilme kabiliyetini geliştirenler, düşünce

ve davranışlarında daha itidalli davranırlar. Kendimizi öz eleştiri yapabildiğimiz müddetçe, dikkatimiz

gelişir, iç dünyamızın derinliklerine doğru yol alabiliriz.

Yönetmek de yönetilmek de bir sanattır. Ailede olsun, iş hayatında olsun, kendini ve insanları iyi

tanıyabilen, insanca yaklaşımı benimseyen, takdir etmeyi, eleştiriyi, eşit davranmayı gerektiğinde ce-

zalandırmayı doğru zamanda yapabilenler etrafındaki insanlar tarafından her zaman saygı görürler.

“Önce insan” ilkesi sevgi ve ilgiyi doğurur, kalite ve üretimi artırır. İnsan karşısındakine değer verdikçe

değer görür takdir görür. Marifeti takdir etmek, çalışma heyecanını artıran en önemli faktörlerdendir.

Yönetilenler kadar yönetenlerin de takdir edilmeye saygı duyulmaya ihtiyaçları vardır. Sadece hata-

ları görmek, güzellikleri göz ardı etmek ve bunu sık sık ifade etmek insanlara en sıkıcı gelen şeylerden-

dir. Eleştirinin asıl amacı hatayı düzeltmek ve işin daha iyi yapılmasını sağlamak olmalıdır. Eleştiriler

kişiliklere değil yapılan iş ve davranışlara karşı olmalıdır. Aksi takdirde insan onuru incinir, gönül kı-

rılmış olur.

Yönetilenlerin yönetenleri dikkatli dinlemesi, daha doğrusu iyi anlaması, saygı kuralları içerisinde

davranması, insan iç zenginliğinin bir belirtisidir. Duymaktan çok anlamak gereklidir. İyi öğrenenler,

duyduklarını iyi anlayan kimselerdir. Zaten tepkiler ve eleştiriler de çoğu zaman, duyulan şeylerin sıh-

hatli anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır.

Eğitimli, yetkisini kullanabilen, sorumluluk taşıyan, güvenilir, doğru, sistemli ve planlı çalışmayı

hedef edinmiş insanların oluşturduğu toplumlarda yönetmek de yönetilmek de bir sanat harikası ola-

rak kendini gösterir…

If we want to be successful in our lifes, we have to think beautiful and better, have to show mature behaviours. People who make inte-

rior goodness to be taken actions are the people who discover and comprehend themselves. To look at the events from good ways and

to think positive is a virtue. The human can control his own physical moves and must control thoughts too.

To manage and to be managed are both arts. In family and business life. The people who know themselves and others, to consider

humanly, to appreciate others and to become equitable are being respected by people. The principle of “Human First”, help us to

spread love and relations and increases the quality and production.

Page 3: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

SOMUNCU BABA / AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır

KurucusuA.Semsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

YIL: 15 SAYI: 93 Temmuz 2008 Basım Tarihi: 01 Temmuz 2008

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi VakfıAdına İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni

Sebahaddin ATEŞ

Yazı İşleri MüdürüHulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Yapım ARTWORKS

Genel Sanat Yönetmeni İlhan SOYLU

Sanat Yönetmeni Şenol GÜRSOY

Tashihİbrahim ŞAHİN - Yusuf HALICI

ArşivMuharrem AKIN

Abone İşleri ve ReklamYusuf YILMAZ

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Fax: (422) 615 28 79www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım

CTP - Kalıp Çıkış Filmsan: (312) 395 27 27

Baskı & ÜretimAjans Türk Basın ve Basım Sanayi A.Ş

İstanbul Yolu 7. Km. Necdet Evliyagil Cad.No: 24 Batıkent / ANKARA Tel: (312) 278 08 24

Tek Sayı : 7 YTL - Kurum Abone : 120 YTL1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 YTLAvrupa 1 Yıllık Abone : 72 EUROAvrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO

Avrupa Harici Yurtdışı Abone : 102 USDPosta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001

TASAVVUF YOLUNUN ÖNDERLERİ

Kadir ÖZKÖSE

Tasavvufta üzerinde önemle durulan hususlardan biri de mürşid ve özellikleridir.

14

KİEV İZLENİMLERİ-1

Fatih ERKOÇOĞLU

Ukrayna, Osmanlı imparatorluğuna bağlı Kırım Hanlarının köle ve ganimet devşirme mekânıydı.

64

93

24 Fatih: ehrin Kap lar n Hakîkat’e Açan Lider 48 slam’da Üstün

Nitelikli YöneticiDergisi Hediyesi...

Fiyat : 7 YTL TEMMUZ 2008AYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S

KUR’ÂN’DAN LİDERLİK İLKELERİ - Ali AKPINAR (6) BAHADIR... - Ahmet Mahir PEKŞEN (11)

DUÂMIZ MÜSTECÂB OLSUN - Mehmet AKKUŞ (12) ŞEHZÂDEM - Yavuz Bülent BÂKİLER (19)

ER-REŞÎD - Ramazan ALTINTAŞ (20) LİDERLİK ÖĞÜTLERİ - Musa TEKTAŞ (30)

7. SOMUNCU BABA VE HULÛSİ EFENDİ KÜLTÜR ETKİNLİKLERİ (34)ANADOLU AŞKI - Ahmet Süreyya DURNA (37)

İKİ YÖNETİCİ İKİ ÂKİBET/ÖLÜM - Bayram Ali ÇETİNKAYA (38) YEMEN ŞEHİTLERİNE - Mehmet SERTPOLAT (43)

Page 4: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Şehrin Kapılarını Hakîkat’e Açan Lider : FATİH

ÜSTÜN NİTELİKLİ YÖNETİCİ

Sadık YALSIZUÇANLAR

Fütûhât, insanın, kendi varlığının esrârının kendi görüşüne açılması; varoluşun gerçeğinin tecellî etmesidir.

Abdullah KAHRAMAN

İslâm’ın Yöneticilik İçin Önerdiği Bazı İlkeler...

24 48

“ULU ÇINARIN KÖKLERİ”

ÇOCUKLARIN GELİŞİMİNDE ÖZGÜVEN

Vedat Ali TOK

Kemal Arkun’un “Ulu Çınarın Kökleri” serisinden kitapları yayınlandı: Osman Gazi, Orhan Gazi, Sultan Yıldırım Bayezıt ve Timur Han...

Sefa SAYGILI

Sosyo - ekonomik seviyesi düşük ortamdan gelen çocukların başarısızlığına yol açan bazı faktörler...

70 74

KLASİKLERİ OKUMA YÖNTEMİMİZ ÜZERİNE - Enbiya YILDIRIM (44) GÜNÜMÜZ MÜSLÜMANLARININ AHLÂK ANLAYIŞı - Hüseyin PEKER (52)

SAHABE ALBÜMÜ - Bünyamin ERUL (58) RÖPÖRTAJ: “LİDERLİK DÜNYADAKİ DİĞER ROLLERDEN BİRİDİR” - İbrahim YARIŞ (60)

GİDEN GELMEZ - Rıfat ARAZ (63) ŞEHZADE MEHMET’İN HOCASI MOLLA GÜRANÎ - İbrahim ŞAHİN (76)

DAĞLAR VAR ARA YERDE - Ümit Fehmi SORGUNLU (78)ÇOCUK TERBİYESİNDE ALTIN TAVSİYELER - Ali ÖZKANLI (80)

KÖY PEYNİRLERİ ve BURUSELLA - Ş. Adil AYDIN (84)DARENDE BURMA BAKLAVASI - Mesude SARI (86)

Page 5: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 20084

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Gönüller Sultanı

Page 6: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî

Meyl eyledi dil sen gibi dil-dâra efendim

Derdimi ne hâcet sana izhâra efendim

Her neye nazar kılsa bu dîdem sana müştâk

Etmez olup artık nazar ağyâra efendim

Eyledi fi râk âteşi cânım evin ihrâk

Bu derdlerime eyle n’olur çâre efendim

Göz göz oluban cism-i zaîfi m amân ey yâr

Hasret yüreğe açdı nice yâre efendim

Aşıkına ma’şûk nice çevirmez aceb yüz

Bülbül ki kılar nâleyi gül-zâra efendim

Ma’mûrelerim oldu harâb-ı hicr ile tahrîb

Ta’miri sana kaldı yetiş zâra efendim

Dûr eyleme bu bendeni feyz-i nazarından

Lutf eyle Hulûsî gibi bî-âra efendim

5

Page 7: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 20086

İlim ve HayatAli AKPINAR*

LİDERLİK

KUR’ÂN’DAN

İLKELERİ

Page 8: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Kur’ân, bize

hayvanların

da ümmet ol-

duğunu, onların hayatında da

hiyerarşik bir yapının olduğunu

haber verir.1 Bu durum, sosyal

hayatta bireylerin birbirlerine

muhtaç bulunduklarını, arala-

rında sevgi ve saygıya dayalı bir

dayanışma ve iş bölümünün ge-

rekli olduğunu anlatması ba-

kımından önemlidir. Zira top-

lumda hiyerarşi yoksa anarşi

var demektir.

İnsan, hemcinsleriyle birlik-

te yaşamaya muhtaç olan sos-

yal bir varlıktır. Bu birlikteliğin

huzurlu bir şekilde devam ede-

bilmesi, herkesin sorumluluk

ve haklarını bilmesi ve bunla-

rın gereklerini yerine getirmesi

ile mümkündür. Bunun için de

herkesin konumunu bilip ona

göre hareket etmesi şarttır.

Kur’ân, her insanı lider ol-

maya yönlendirir. Ancak bu

herkesin lider olacağı anlamına

gelmez. Elbette ehliyetli olan,

layık olan lider olacaktır. Lider

olan, liderliğin hakkını verdi-

ği sürece o makamda kalacak,

hakkını veremediği zaman da

oradan ayrılmasını bilecektir.

Mü’minlere dua örneği sunan

bir ayette liderlik bilinci şöy-

le dile getirilir: “Rabbimiz, bize

göz aydınlığı eşler ve çocuklar

lutfeyle ve bizi müttakîlere ön-

der yap!”2

Peygamberimiz, “Üç kişi ol-

duğunuzda içinizden birini

imam seçin.”3 buyurarak yö-

netim ve yöneticinin önemi-

ne vurgu yapmıştır. Öte yan-

dan, “Hepiniz yöneticisiniz ve

hepiniz yönettiklerinizden so-

rumlusunuz.”4 buyurarak da,

içerisinde yaşadığı toplumda

her insana görev düştüğünü

beyan etmiştir. Bu yönlendir-

mesi ile Peygamberimiz, her

mü’mini yönetime ortak ol-

maya davet etmiştir. Başka bir

hadiste, “Hiçbir gölgenin/ko-

rumanın olmadığı bir günde

Allah’ın arşının gölgesi/koru-

ması altında bulunacak olan

sınıfın en başında adaletli ida-

reci zikredilerek.”5 denilerek

konunun önemine dikkat çe-

kilmiş ve bir yandan yönetime

katılmak, hatta yönetimin en

başında yer almak teşvik edi-

lirken, diğer yandan yöneti-

ci olmanın sorumluluğuna işa-

ret edilmiştir. Peygamberimiz,

kendisi fetânet sahibi olması

yanında, ilahî donanımla des-

teklendiği halde ashâbı ve eşle-

ri ile istişâre etmiş ve “Danışan

kazanır, danışmayan kaybe-

der.”6 buyurmuştur.

7

“Kur’ân ve sünnetle şekillenen kültürümüzde, “Mahkeme

kadıya mülk değildir” özdeyişi meşhurdur. Fatih’in babasının,

güç ve kuvveti yerinde iken tahtını, geleceğin Fatih’ine

bıraktığını herkes bilir, ancak kimse aynı konumda olmayı

istemez. Bizde elde ettikleri koltukta, son nefeslerine kadar

oturmayı şiar edinenler vardır. Hele bir de layık olmadıkları

halde işgal ettikleri makamlarda oturdukları halde,

“Ölüyoruz, mahvoluyoruz” diyerek sızlananlar vardır.”

Page 9: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 20088

Kur’ân ve sünnetle şekille-

nen kültürümüzde, “Mahkeme

kadıya mülk değildir.” özdeyişi

meşhurdur. Fatih’in babasının,

güç ve kuvveti yerinde iken tah-

tını, geleceğin Fatih’ine bırak-

tığını herkes bilir, ancak kimse

aynı konumda olmayı istemez.

Bizde elde ettikleri koltukta, son

nefeslerine kadar oturmayı şiar

edinenler vardır. Hele bir de la-

yık olmadıkları halde işgal et-

tikleri makamlarda oturdukları

halde, “Ölüyoruz, mahv oluyo-

ruz.” diyerek sızlananlar vardır.

Hâlbuki bir makamda oturmak

nimet ise, bu nimetten başkala-

rını da yararlandırmak; külfet

ise bunu başkalarıyla paylaş-

mak esas olmalıdır. Bu şekilde

başka insanlar da yönetme sa-

natına hazırlanacaklar ve kat-

kıda bulunacaklardır. Nitekim

son anlarında kendisine oğlu

Abdullah’ı, Müslümanların ba-

şına halife tayin etmesini iste-

yenlere Hz. Ömer şu cevabı ver-

miştir:

“Hayır, ben ailemden biri-

nin bu göreve gelmesini iste-

miyorum. Eğer bu iş hayırlı ise

biz ondan nasîbimizi aldık, şa-

yet bu kötü bir işse bu iş için bir

kurban yeterlidir…”7

Kur’ân’da, Hz. Tâlût’un İs-

railoğullarına hükümdar atan-

ma gerekçeleri anlatılırken, yö-

netici olmanın temel ilkelerine

de dikkat çekilmektedir:

“Muhakkak ki Allah, size

onu seçti. Ona bilgice ve vü-

cutça bir üstünlük verdi. Allah

mülkü (idareyi) kime dilerse

ona verir. Allah’ın (nimeti) bol-

dur. Allah hakkıyla bilicidir”8

Tâlût, kral soyundan değildi

ve fakirdi. Bu yüzden İsrailoğul-

ları onun yönetici seçilip atan-

masına itiraz etmişlerdi. Oysa

yöneticilikte liyâkat esastı, soy

sop ve zenginlik değil. Zira ilim

ve kudret, insanın özünde bulu-

nan ve ondan ayrılmayan kemal

vasıfl arındandı. Onun vücut-

ça üstün olması, onun organla-

rının yerli yerince olması, yakı-

şıklı olması yanında, onun güçlü

kuvvetli olmasıdır. Ayette onun

ilmî gücü, bedenî gücünden

önce anılmıştır. Çünkü rûhî güç,

bedenî güçten öncedir.9

Buna göre lider makamı-

na getirilecek olan kimsede ön-

celikle bulunması gereken şart-

lar şunlar: İnanç, ilim, liyâkat,

dirâyet, cesâret, adalet…

Râşid/mükemmel halife-

lerin ilki olan Hz. Ebubekir’in

hayatına baktığımızda bu özel-

Page 10: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

9

liklerin onda mevcut olduğu-

nu görürüz. O, hilafete seçildiği

gün yaptığı şu tarihî konuşma-

sında çok önemli mesajlar ver-

miştir:

“Ey insanlar! Ben sizin en

hayırlınız olmadığım halde ba-

şınıza geçmiş bulunuyorum.

Eğer iyilik yaparsam bana yar-

dımcı olunuz, kötülük yapar-

sam beni doğrultunuz. Doğru-

luk emanettir, yalan ihanettir.

İçinizdeki en zayıfınız, hakkını

alana kadar yanımda en güçlü-

nüz olacaktır. Cihadı terk eden

millet zelîl olur. Toplumda fuh-

şun yaygınlaşması, toplumsal

belaların gelmesine sebeptir.

Allah’a ve peygamberine bağlı

kaldığım sürece bana itaat edi-

niz, aksi durumda bana itaat

etmeniz gerekmez.”10

İlk halifenin bu anlamlı söz-

lerinden, yönetime gelen kişi-

nin insanlardan farklı olmadığı,

onlardan biri olduğu anlaşı-

lır. Ardından o, kendisinin hiç-

bir konuda lâ yüs’el/sorgulana-

maz ve dokunulmaz olmadığını

belirtip sürekli denetlenmesi-

ni istiyordu. Daha sonra adalet,

sadâkat, cihad, iffet ve itâat gibi

erdemlere dikkat çekmiş ve bu

konulardaki kararlılığını belirt-

miştir.

Herkes, Layık Olduğu Yönetimle İdare

Edilir!

Liyakatli insanları yetiştire-

cek olan ve onları başa getire-

cek olan da toplumun kendisi-

dir. Hadislerde “Nasıl olursanız

öyle yönetilirsiniz, amelleri-

niz yöneticilerinizdir.” buyu-

rularak bu hususa işaret edil-

miştir. Nitekim önceki ilahî

kitaplarda şu kudsî cümlelerin

yer aldığı bildirilmiştir: “Ben

hükümdarlar hükümdarı Alla-

hım. Hükümdarların gönülle-

rine ben hâkimim ve onları ben

çekip çeviririm. Halk, Bana

itâat ederse, onların yönetici-

lerini rahmet vesîlesi kılarım.

Halk Bana isyan ederse, onla-

rı kötü yöneticilerle cezalandı-

rırım. Bu durumda onlar yö-

neticilerine kabahat bulmakla

oyalanmasınlar, tevbe edip

Bana dönsünler ki onlar, on-

lara merhamet etsinler.” Pey-

gamberimiz de bir dualarında

şöyle buyurmuştur: “Allah’ım,

günahlarımız sebebiyle bize

merhamet etmeyenleri başımı-

za musallat kılma!”

Zulmü ile meşhur olan

Haccâc’a bir adamın beddua et-

tiğini işiten Ka’b el-Ahbâr’ın şu

uyarıları da oldukça manidar-

dır: “Böyle yapma, zira sizin

başınıza gelenler kendi yaptık-

larınız yüzündendir.”11

İki müslüman taraf arasında

cereyan edip yetmiş binden faz-

la müslümanın katledilmesi ile

sonuçlanan Sıffi n Savaşı öncesi

bir adam Hz. Ali’ye sorar: “Hz.

Ebubekir ve Ömer dönemlerin-

de fi tne ve fesat yoktu. Hz. Os-

man ve senin zamanında bun-

lar ortaya çıktı, bunun sebebi

nedir, Ey Ali?” Kendisini fi t-

ne ve fesadın sebebi imişcesine

suçlayan bu soruya o büyük in-

sanın cevabı şöyle olur:

“Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer

benim gibilerinin yöneticisi

idiler. Bugün bense senin gibi-

lerin yöneticisiyim. Beni suçla-

mayı bırakın da, siz kendinize

bakın.”12

İnsanların İmamları İle Çağrılacağı Bir

Güne Hazır Olmak!

Yüce Rabbimiz, bir ayetinde

kıyamet gününe dikkatlerimi-

zi çekiyor. O güne, bugünden

hazırlanalım diye şöyle buyu-

ruyor: “Her milleti, imâmıyla

çağırdığımız gün, kimlerin

Kitabı sağından verilirse işte

onlar, Kitaplarını okurlar ve

en ufak bir haksızlığa uğratıl-

mazlar.”13

Ayette geçen imamlardan

kasıtla ilgili beş görüş vardır:14

1. Onları reis/başkan-ları ile çağırırız. İyile-

re uyup doğru yolda kalmış-

sa onu o yola getiren, o yolda

tutan iyi önderleriyle çağırı-

rız. Sapmış, yoldan çıkmışsa,

bu sefer de onu sapıtan lide-

riyle birlikte çağırırız. “Ey fa-

lan sâlih zatın peşinden gi-

denler, ey fi lan azgının izini

sürenler.” diye çağrılacaktır.

Yani dünyada kime uymuşsa,

kimin izinden gitmişse, kimin

güdümüne girmişse onunla

birlikte çağırırız. O liderlerle

çağrılacak ve sonuçta onlarla

haşr olup onların gittiği yere

gidecektir. Buna göre kimler-

le düşüp kalktığımıza, kime

uyduğumuza, kimi kendimize

önder/lider kabul ettiğimize,

kime bağlanıp izinden gittiği-

mize dikkat etmeliyiz.

Page 11: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

2. Onları, amelleriy-le çağırıp haşrederiz. Her-

kes ameline göre muamele gö-

rür. Sözgelimi o gün insanlar,

“Ey şirk koşanlar, ey nifakçı-

lar, ey zinakârlar, ey ayyaş-

lar, ey hırsızlar!” diye çağrıla-

caktır. O gün iyilikleriyle gelen,

onun karşılığını; kötülükleriy-

le gelen de onun karşılığını gö-

recektir. Buna göre, o gün için

sâlih amellerimizi artırmaya,

sâlih adamların adamı olma-

ya, kötü amellerden kurtulma-

ya bakmalıyız.

3. Onları peygamberle-riyle çağırırız. Her ümmet

kendi peygamberi ile birlikte

çağrılıp Allah’ın huzuruna çıka-

caktır. Son peygamberin ümme-

ti de Hz. Muhammed (s.a.v.)’in

önderliğinde haşrolunacaktır,

tabii ki onun peygamberliğini

kabul etmiş, ona inanmış, onu

tanımış ve onu izlemişse. O gün

insanlar, “Ey Musa peygambe-

rin ümmeti, ey İsa peygambe-

rin tabileri, ey Muhammed’in

izinde gidenler.” diye çağrıla-

caktır. “Her ümmete peygam-

berini şâhid getirdiğimiz gün,

ey Muhammed seni de bütün

hepsine şâhid getirdiğimiz gün,

onların hali nice olur!?”15 Buna

göre kendimizi, o güzel insana

layık hale getirmeye gayret et-

meliyiz. Bu ise o güzel insanı

doğru bir şekilde tanımak, onu

canımızdan çok sevmek, onun

izinden gitmek ve ona layık ol-

makla olacaktır.

4. Onları kitaplarıyla ça-ğırırız. Her toplum, kendileri-

ne inmiş olan kitaplarıyla çağı-

rılıp o kitabın gereklerini yerine

getirip getirmediklerinden sor-

gulanacaklardır. Bu ümmet de

Kur’ân’la birlikte çağırılacak

ve Kur’ân’ı ne kadar kendileri-

ne düstur edindiklerinden sor-

gulanacaktır. O gün insanlar,

“Ey Tevrat’a muhatap olan-

lar, ey İncil’e muhatap olanlar,

ey Kur’ân’a muhatap olanlar!”

diye çağrılacaktır. Buna göre

Kitabımız Kur’ân’ı tanımaya,

onu anlayıp gereklerini yerine

getirmeye gayret etmeliyiz.

5. Onları amel defterle-riyle çağırırız. Yapıp ettik-

lerinin yazıldığı amel defterle-

ri ile birlikte çağırıp onlardaki

kayıtlara göre onları hesaba çe-

keriz. Buna göre amel defterle-

rimizi, o gün yüzümüzü ağar-

tacak güzelliklerle doldurmaya

gayret etmeliyiz. Zira o gün, iyi-

lere amel defterleri/karneleri,

sağ tarafl arından verilecek, kö-

tülere ise sol tarafl arından ve-

rilecektir. Dünyada yapıp ettiği

her şeyin o defterde yazılı oldu-

ğunu görecek ve hayretler içeri-

sinde şöyle diyeceklerdir: “Bu

defterlere ne olmuş da, büyük

küçük her şeyi kaydetmiş!?”16

“Ah, keşke defterim/karnem

bana verilmeseydi!”17

Sonuç olarak şunları söyleye-

biliriz: Sosyal bir varlık olan in-

san, ya yöneten yahut yönetilen

olarak yönetim sanatının içeri-

sindedir. Önemli olan bu alana

katkıda bulunabilmektir. Bu-

nun için donanımlı insanlar ol-

maya gayret etmeliyiz. Unutma-

yalım ki, her mü’min hayırlıdır,

ancak iman-akıl-ilim-variyet-

bedenî güç bakımından kuv-

vetli mü’min daha hayırlı ve

Allah’a daha sevimlidir.

Temmuz 200810

* Prof. Dr.

1 “Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar.” 6/En’âm, 38.

2 25/Furkân, 74.3 Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, I, 431 (Müslim, Nesâî,

Ahmed).4 Buhârî, Cuma 11, Cenâiz 32; Müslim, İmâre 30.5 Tirmizî, Cihâd 27; A. b. Hanbel, II,5,54,55.6 Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, II, 280.7 İmadüddin Halil, İslam’da Liderlik, s, 41.8 2/Bakara., 247.9 Razî, Tefsîr.10 İmadüddin Halil, İslam’da Liderlik, s, 25.11 Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, V, 47.12 Şemseddin Ahmed, Dört Büyük Halife, İst. 1976,

318.13 17/srâ, 71.14 İbnü’l-Cevzî, Tefsîr, V, 64-65.15 4/Nisâ, 41.16 18/Kehf 49.17 69/Hâkka 25.

Dipnot

Page 12: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

11

BAHADIR...Görmez misin milleti, umut sende, göz sende,

Herkes birşey söyledi, kürsü sende, söz sende,

Ufukta güneş dursun, zamana bir düğüm at,

İşte senin altında, Fatih’te gördüğüm at!

Kalemini hazırla, kılıcı çekme kından,

Gönülleri fethetmek gaye bu son akından....

Nefer mi istiyorsun, sahralar kadar dolu,

Duada evliyalar, secdede Anadolu.

Anadolu tetikte, Anadolu ayakta,

Diriler kahkahada, ölüler ağlamakta...

Denilirse inanma, “Daha dur, az daha dur”...

Kaybedecek anın yok, zaman hızlı bahadır....

Şimdi dünya avcunda, nefes alsan duyan var,

Yazık!... Batan gemide yan gelip uyuyan var.

Uzay gemilerini fezada yürüt artık,

Sana dar bu hudutlar, hedefi büyüt artık.

Her damla yaş bir dua, her dua binbir füze,

Beklenen hesaplaşma, geldik işte yüzyüze...

Yarın belki yok yiğit, sanki bu an son andır,

Zaferi umuyorsan hem inan, hem inandır.

Biz ki; çağlara mühür vuran nesillerdeniz,

İstanbul’da sur söyler, Çanakkale’de deniz.

Ne madalya, ne ünvan, hesap sırf Allah’adır.

Sırtına dünya konsa şikayet yok bahadır...

Anlayacaksın beni tarihi düşününce,

Davan kadar büyüksün, hedefi n kadar yüce,

Borcun var bu vatana, hem kan hem de ter borcu,

Bahadır, belki yarın bu toprak ister borcu.

Şükür gerek bedenin her bir azası için.

Doğrul be Bahadır’ım, Allah rızası için.

Karanlığı tükettik,yönümüz sabahadır.

Bir kement at güneşe, çabuk getir bahadır.

Ahmet Mahir PEKŞEN

Page 13: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200812

Duâ ve münâcât, mü’minin her

zaman başvuracağı bir ameldir.

Âciz ve her zaman günaha dü-

şen kulun, Ganî ve Gaffâru’z-zünûb olan Rabbu’l-

âlemîne sığınması için el açıp, boyun büküp yal-

varmasıdır. İster her bakımdan sıkıntılı ve ister

refah ve huzur içinde bulunduğumuz zamanlar-

da Rabbimize yönelmemiz bizim için en çıkar yol-

dur. Çünkü evlâd u ıyâlimiz, mal ve mülkümüz,

sağlık ve âfi yetimiz hep O’nun bize ihsânıdır.

Bunların var olup çoğalması da, yok olup gitmesi

de O’nun elindedir. Lütuf da kahır da O’ndandır.

Verdiği nimetlere şükredersek lütfunun arttırı-

lacağını da O bize müjdelemektedir. Bir imtihan

olarak her şeyin elimizden gitmesi de mukadder

olabilir. Çünkü veren de O, alan da O’dur.

Duâ sadece bir şeyin yok olmasından korktu-

ğumuzda ya da bir günâha düştüğümüzde değil,

varlıkta ve yoklukta, zenginlikte ve fakirlikte, sağ lıkta ve hastalıkta, bir imkâna kavuştuğumuzda

ve elimizdekiler uçup gittiğinde daima mürâcaat

MÜSTECÂB OLSUN

DUÂMIZ

Hulûsi Kalb’denMehmet AKKUŞ*

Page 14: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

13

edeceğimiz bir yoldur. Duâ ettikten sonra kabûl

edip etmemek O’na aittir. Ancak samimî ve içten

duâ edersek icâbet edeceğini de va’d eden yine

Rabbimiz Teâlâ Hazretleridir.

Cenâb-ı Hak kendisinin rızâsının Hazret-i

Peygamber aleyhi’s-selâma tâbi olmaktan geç-

tiğini de beyan etmektedir. Bundan dolayı

duâlarımızda peygamberimizi de anmamız ge-

rekmektedir. Hulûsî Efendi’nin buradaki gaze-

linde, Allah’a duâ ederken “Habîbin hakkı için

duâmı kabûl et” demesi bundan dolayıdır. Di-

ğer taraftan gönül aynasının her türlü dünyevî

kirlerden arındırılıp tertemiz olmasını da zik-

retmektedir. Çünkü duânın kabûl edilmesi için

hâlısâne, samîmî ve içten olması icap eder. Di-

ğer taraftan son beyitte Hulûsî Efendi, fakîr ve

muhtâc bir kul olarak ihsân ve inâyetini dile-

mek maksadıyla huzûr-ı ilâhîye geldiğini ifa-

de ediyor. Çünkü yaratan, nimetleriyle bes-

leyip büyüten, ihsân ve inâyetleriyle refah ve

huzur içinde yaşatan O’dur. Bu dünyadan göç-

tüğümüz zaman da kabrimizin Cennet bah-

çesi olmasını; âhiret hayatında da cennetiyle,

cemâliyle bizi rızıklandırmasını da taleb ede-

rek duâsını bitirmektedir.

Cenâb-ı Hak, bize de samîmî ve içtenlikle

yapılan ve yüce katında duâları müstecâb olan-

ların duâlarına “âmîn” demeyi nasîb eylesin.

GAZELİN METNİ:

Yüzümü tutmuşum yâ Rab bana eyle inâyâtı

Habîbin nûru hakkıçün kabûl et bu münâcâtı

Göremez çeşm-i nâ-bînâm o sevgili dil-ârâsın

N’olur yâ Rabbi ref’ eyle aradaki hicâbâtı

Bu dil dil-dârını görsün açılsın dîde-i cânım

Cemâlinin şuâından unutsun gayrı hâlâtı

Visâl-i ıydine nâil kılup bu cânımı dostun

Mutahhar eyleyip gönlüm gider dilden hayâlâtı

Musaffâ hamr-ı vahdetten içirüp rûhumu kandır

Hayât-ı câvidân bulup bile âlî kemâlâtı

Gönül âyînesinden sil bu mâ-sivâ gubârını

Cemâline olup mir’ât bula tâ izz ü gâyâtı

Hulûsî kapına geldi diler ihsânını yâ Rab

Fakîr ü sâil ü muhtâc umar Senden mihâdâtı

GAZELİN AÇIKLAMASI:

Yâ Rab! Yüzümü sana çevirdim, Sana yönel-

dim; huzûrundayım! Sana hâlimi arz ediyorum.

Habîbin olan Hazret-i Muhammed (s.a.v)’in yüzü

suyu hürmetine benim bu yakarışımı kabul et de

bana inâyetini, yardımını ihsân eyle.

Eğer Sen aradaki perdeleri kaldırmazsan gör-

me engelli gözlerim, kalplere ferahlık veren, gö-

nüller açan sevgiliyi göremezler. Bunun için Yâ

Rabbi! Cemâlini görmeye mâni olan bütün per-

deleri kaldır.

Gönül gözüm açılsın da gönle ferahlık veren

sevgiliyi görsün. Sevgiliden gelen nurlarla dol-

sun, onun dışındaki her türlü ilgi ve alâkayı kesip

sadece onunla olsun.

Benim bu gönlümü, Sana kavuşmanın bayra-

mına nail eyleyerek, Senin sevginden başka olan

her türlü ilgileri, sevgileri giderip, gönlümü terte-

miz eyle. Sen benim cânımsın.

Her türlü şirk duygusundan uzak olan vah-

det şarabını içir de, rûhumu kandır. Böylece gön-

lüm insana hayat veren bu şuurla, her türlü yüce

kemâlâtı bilip, manevî olgunluklara erişsin.

Yâ Rabbi! Gönül aynamdaki Senin sevgi ve

muhabbetinden başka sevgileri, görmeye mâni

olan toz-toprağı yok et ki sadece Senin cemâlinin

tecellî ettiği mekân olsun. Böylece gönlüm her

türlü izzet ve şerefe ersin, umduğu bütün arzula-

rına ulaşsın.

Yâ Rabbi! Hulûsî, fakîr bir kul, zavallı bir di-

lenci ve Sana her an muhtâc bir kişi olarak, Sen-

den bu dünyadan göçünce en güzel istirâhat

mekânı olan cennetleri nasîb etmeni niyaz eder.

* Prof. Dr.

Page 15: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200814

TASAVVUF YOLUNUN

ÖNDERLERİ“Şeyh, Allah’ı kullarına gerçek mânâda sevdiren, insanları da Allah’a sevdiren ve O’nun

yoluna yönlendiren kişidir. Bunu gerçekleştirecek olan şeyhin öncelikle kemâl kesbetmesi

gerekmektedir. Zira nâkıs insanlardan kâmil işler çıkmaz. Şeyhlik rütbesi; tarîkat yolunun

en yüce mertebesi, Allah’a davet konusunda peygamber vekilliğinin en üstün derecesidir.”

Sûfî PersfektifKadir ÖZKÖSE*

Bekir AYDOĞAN / Şah-ı Nakşibendi Hazretlerini Kabri / Buhara- Özbekistan

Page 16: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

15

Tasavvufta üzerinde önemle du-

rulan hususlardan biri de mürşid

ve özellikleridir. Mürşid, Arapça

irşâd kelimesinin ism-i fâilidir. Rüşd ise, insan-

lara maslahatlarını, kendilerine faydalı olacak

şeyleri gösterip çıkarlarını anlatmaktır.1 Buna

göre mürşid, “doğru yolu gösteren kişi” de-

mek olup, tasavvuf ıstılahında, “yolun tehlike-

li ve korkulacak yerlerini bilen, uyaran, dini ve

şer’î esasları mürîdin kalbine yerleştiren, kulla-

ra Allah’ı sevdirmeye vesîle olan kişi” şeklinde

tarif edilmiştir.2 Tasavvufî eğitim alacak olan ki-

şilerin hayat ve düşüncesine yön veren en güçlü

kaynak şeyhi ve şeyhinin tavsiyeleridir. Mürşid-i

kâmiller, tasavvufî talim ve irşâd ile meşgul

olurlar. Turuk-ı aliyyeden birine mensuptur-

lar, bir tekke veya zâviyede, seccâde-nişîndirler.

Evrâd, ibadet ve riyâzet ile meşgul olan dervişle-

re reislik eden şahsiyetdirler. Mürşid-i kâmiller;

düşünceleri, ahlâkları, davranışları ve uygula-

maları ile bağlılarına örnek konumundadırlar.

Şerîat, tarîkat, marifet ve hakîkat mertebelerin-

de kemâl derecesinde bir olgunluğa sahiptirler.3

Dolayısıyla mürşid, seyr ü sülûkun temel taşla-

rından biridir, tabii en büyük mürşid Hz. Pey-

gamber (s.a.v.)’dir.4

Peygamber Efendimizin İrşad Eğitimi

Peygamberlerin en temel görevi teblîğdir.

Teblîğ, bir irşâd faaliyeti ve insanları eğitme ame-

liyesidir. Peygamberimiz de öncelikle insanla-

ra Allah’ın âyetlerini ulaştırmaya çalıştı. Teblîğ

edilen âyetlerin dönüştürücü ve erdirici bir gücü

vardı. Sahâbe-i kirâm, Peygamberimiz (s.a.v.)’i

ziyarete geldiklerinde, yanından hep değişikli-

ğe uğramış olarak ayrılıyorlardı. Peygamberimi-

zin huzurunda, içlerine Allah korkusu ve Allah

aşkı doğuyordu. Sahâbe ile Peygamberimiz ara-

sında mânevî bir alışveriş oluyordu. Peygamber

(s.a.v.)’in yanında daha fazla bulunan, onun hu-

zurunda ve gözetiminde olma şerefi ne nail olan-

lar, onun mübarek nazarı ile kemale eriyorlardı.

Peygamberin irşâdı yalnızca söz ile değil, hâl ile

ve bu hâlden etkilenme şeklinde idi.

Peygamberimizin irşâd ve eğitim konu-

sundaki vârisleri onun ilim, irfân ve ahlâkına

vâris olan âlimlerdir. “Âlimler peygamberlerin

vârisleridir.”5 hadîs-i şerîfi nde maddî verâsetten

çok mânevî verâset söz konusu olmaktadır.

Mânevî verâset, maddî ve mâlî verâset gibi miras

“Sohbet şeyhlerinin meclislerinde va’z ve nasîhat de

vardır, ama sükût ve hâl/his daha değerlidir. Şeyh

ibadeti ve ahlakı ile çevresindekilere örnek olur, ama

aynı zamanda şeyh, onları mânevî olarak etkiler ve

yönlendirir. Şeyhin etrafındakileri, mânen etkileme

gücü vardır. Sırrî/derûnî etki ve mânevî tesir tasavvuf

olgusunu meydana getirir.”

Page 17: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200816

bırakandan vârise kalan ve artık onun malı olan

rûhî değerler, mânevî hâller ve ahlakî kemâllerdir.

Yoksa çıplak bilgi değildir.6 Bir kişinin mânevî ve-

rasete sahip olup olmadığını, sünnet-i seniyyeyi

hakkıyla yaşayıp yaşamadığına bakarak anlarız.

Huzurunda bulunurken müsbet anlamda deği-

şikliğe uğranılan zat, mürşid-i kâmildir.7

Pir Tutmak

Tasavvuf tecrübî bir ilim, seyr ü sülûk eğitimi

de pratik bir uygulamadır. Güneşin altında mey-

veler nasıl farkına varmadan güneşten aldıkla-

rı gıda ile olgunlaşırlarsa, aynı şekilde insanlar

da çevresinde ve halkasında bulundukları güçlü

şahsiyetlerin mânevî ikliminde pişerler. Gelenek-

sel eğitim ve mesleklerde ustadan ustaya geçen bir

silsileye bağlı bir otoritenin önünde diz çökmek

suretiyle (pîr tutmak), o ustanın tezgâhında bilgi-

nin ve mesleğin öğrenilmesi atılacak ilk adımdır.

Bir muallimin, bir rehberin, bir mürşidin deneti-

mi ve yönlendirmesi altında bu yolda talim ve ter-

biye görülmesi, tasavvuf mesleğini âdetâ usta-çırak

ilişki siyle açıklanabilecek bir zanaat okulu hâline

getirmiştir.8

Şeyhlik Makamı

Şeyh, Allah’ı kullarına gerçek mânâda sevdi-

ren, insanları da Allah’a sevdiren ve O’nun yo-

luna yönlendiren kişidir. Bunu gerçekleştirecek

olan şeyhin öncelikle kemâl kesbetmesi gerek-

mektedir. Zira nâkıs insanlardan kâmil işler çık-

maz. Şeyhlik rütbesi; tarîkat yolunun en yüce

mertebesi, Allah’a davet konusunda peygamber

vekilliğinin en üstün derecesidir.9 Tasavvuf yolu-

na sülûk edecekler için kâmil bir şeyhin bulun-

ması da yeterli değildir. Şeyhin dervişlerine reh-

berlik edebilecek beceri ve ehliyette olması da

şarttır. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakül-

tesi Öğretim Üyesi Şâh-ı Nakşibend (ö.791/1388)

bu gerçeği şu şekilde dile getirir: “Şeyhler, şu üç

Bekir AYDOĞAN / Abdülhâlik-ı Gücdüvânî Hazretlerinin Kabri

Page 18: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

17

çeşitten biridir. Ya kâmildir, ya mukalliddir ya da

mükemmildir. Kâmil ve mükemmil olan iş biti-

rir.”10 İnsanın mânevî yolculuğa çıkmadan önce

bir mürşid araması gerekir. Hatta Nakşiben-

diyye tarîkatında Abdülhâlik-ı Gücdüvânî (ö.

595/1199) tarafından konulan on bir prensipten

biri olan “Sefer der vatan”ın anlamı da mürşid

aramak için yolculuğa çıkmak demektir. Aranan

bir mürşidde bulunması gereken vasıfl ar şöyle sı-

ralanmıştır:

1. Mürşid olacak kimsenin kitap ve sünnetin

emirlerine âgâh olacak kadar bilgili olmalı,

2. Üzerinde Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiği bir

vakar bulunmalı,

3. Kemâl sıfatlarıyla donanmalı,

4. Dünya ve makam sevgisinden geçmeli,

5. Riyâzât ve mücahede ile nefsini arıtmalı,

6. İstikâmet sahibi ve muttakîlerin imamı ol-

malı,

7. Hem kendisinde hem de sevenlerinde celâl

ve cemâl vasıfl arını dengeli bir tarzda tutmalı,

8. Nâfi le ibadet ve zikirle ruhunu yüceltmeli,

9. Muhammedî ahlâka sahip bir kimse olmalı,

10. Silsileye sahip bir mürşidden icâzetli bu-

lunmalı,

11. İçtihâd derecesinde fıkhî bilgiye sahip ol-

masa da müntesiplerinin meselelerini çözebile-

cek bir kalb diriliğine sahip olmalı,

12. Sağlam bir ilim, sağlam bir zevk, yüksek bir

himmet, razı olunan bir hâl ve açık bir basîrete

sahip olmalı,

13. Nefsini tezkiye ettiği kadar müridlerinin de

nefi slerini düzeltebilecek bir metoda sahip olma-

lı,

14. Hubb-i dünya (dünya ve dünyalık sevgisi)

ile tanınan ve tanımlanan birisi olmamalı; yani

yaptığı işten dünyalık bekleyen bir konumda bu-

lunmamalı, aksine eline geleni ve elindekileri hiz-

mette kullanabilmeli ve bu konuda çevresindeki-

lere örnek bir konumda bulunmalı,

15. Yüzü nûrânî ve sözü rabbânî olmalı,

16. İlhâm-ı ilâhîye sahip olmalı,

17. Mânevî miracını gerçekleştirebilmiş, ulaş-

tığı hakikatleri insanlara aktarabilmiş, kalbini

kötü sıfatlardan temizlemiş, övgüye değer sıfat-

larla süslenmiş olmalı,

18. İnsanın içine inşirah veren yüzü, görenler-

de uhrevîlik ve rabbânîlik duygusu meydana geti-

rerek Allah’ı ve âhireti hatırlatmalı,

19. Kendisinde dinî cehâlet, Müslümanların

hukukuna saygısızlık, mâlâyânî ile uğraşmak, her

şeyde hevâya uymak ve kötü ahlâk gibi hasletler

bulunmamalı,

20. Sosyal hayatta etkin olmalıdır.11

Talim Şeyhleri

Genelde yaygın tasnife göre şeyhler üç kısım-

dır: Talim şeyhi, sohbet şeyhi ve tarîkat şeyhi.

Talim şeyhi; tasavvufî konularda bilgi veren

muallim konumundaki sûfîdir. Talim şeyhle-

ri, İslâm’ı bilen, takva sahibi sâlih mü’minlerdir.

Kendilerine başvuran mü’minlere dinin zâhirî

hükümleri hakkında bilgi vermelerinden başka

bâtınî ameller ve bunların hükümleri hakkında

da bilgi verir, yaptıkları va’z ve nasîhatlerle Müs-

lümanların nefi slerini kötülüklerden arındırma-

ları ve ahlâklarını düzeltmeleri konusunda onla-

ra yardımcı olurlar. Yaptıkları bu işe bâtınî fıkıh,

muâmele ilmi, va’z, nasîhat gibi isimler de veri-

lir. Müzekkirler/vâizler arasında bu gibi sîmâlara

rastlanır. Bunlar âlim oldukları için bilgileriyle

halkı aydınlattıkları gibi, takva sahibi sâlih kişi-

ler oldukları için de onlara örnek olurlar. Bu ni-

teliğe sahip talim şeyhleri veya hocaları sıradan

hocalardan farklı oldukları gibi, onları sayan, se-

ven ve örnek alan Müslümanlar da diğerlerinden

farklıdır. Çevrelerinde toplanan ve sohbetlerinde

bulunanlar da bunları kâmil, fazîlet sahibi müba-

rek insanlar olduklarına inanırlar.12

Sohbet Şeyhleri

Sohbet şeyhi; sohbetine herkesin katılıp sözle-

rini dinlediği, hâl ve hareketleriyle örnek olan ki-

şidir. Sohbet şeyhi, bilgi vermekle beraber, çevre-

sindekilere örnek de olur. Özellikle h.3-4/m.9-10.

asırlarda taliplere yol gösteren ve müridlerini ter-

biye eden şeyhleri, sonraki şeyhlerden ayırt etme-

küzere, onlar için “sohbet şeyhi/şeyh-i sohbet”

tabiri kullanılır. Sohbet şeyhlerinin meclislerin-

de va’z ve nasîhat de vardır, ama sükût ve hâl/his

daha değerlidir. Şeyh ibadeti ve ahlakı ile çevre-

Page 19: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200818

sindekilere örnek olur; ama aynı zamanda şeyh,

onları mânevî olarak etkiler ve yönlendirir. Şey-

hin, etrafındakileri mânen etkileme gücü var-

dır. Sırrî/derûnî etki ve mânevî tesir tasavvuf

olgusunu meydana getirir.13 İlk sûfîlerin meclis-

lerine katılanlara ve sohbetlerinde bulunanlara

“sâhib/yoldaş” denir. Bir şeyhin sohbetinde bu-

lunan, başka bir şeyhin veya şeyhlerin sohbetin-

de de bulunabilirdi. Fakat hangi şeyh onun gön-

lüne daha çok yatarsa onun meclisine daha fazla

gider, ondan daha fazla etkilenir; bundan dolayı

da o şeyhin sahibi/yoldaşı olarak tanınırdı. Böyle

şeyhler, terbiye şeyhlerinden farklı olduklarından

onlara şeyh-i sohbet veya şeyh-i talim denirdi.

Söz konusu şeyh bilgili, sâlih, takvâ sahibi din-

dar bir mü’mindi. Ayrıca mânevî hâllere sahip-

ti, tasavvufî tecrübesi ve yaşantısı vardı. Sohbet

şeyhi ile musâhibi arasındaki ilişki de hoca/tale-

be ilişkisine benzerdi. Evliyâdan olduğuna inanı-

lan bir şeyhi görmenin ve sohbetinde bulunma-

nın ayrı bir fazîleti vardı. Bu görme ve görülme

(rü’yet/nazar) sahâbenin Hz. Peygamberi görme-

lerine, onun tarafında görülmelerine ve sohbetin-

de bulunmalarına benzemekteydi.14

Tarîkat Şeyhleri

Tarîkat şeyhi; mürid ve müntesiplerini bir an-

nenin yavrusunu terbiye etmesi titizliği ile yetiş-

tirmeye çalışan şeyhtir. Buna “terbiye, irşâd ve

teslîk şeyhi” de denir. Mürîd ve müntesiplerini

bir annenin çocuğunu, bir öğretmenin öğrencisi-

ni, bir ustanın çırağını terbiye etmesi ve yetiştir-

mesi gibi terbiye edip yetiştiren şeyhtir. Onların

hem rûhanî, hem de dünyevî rehberidir. Sohbet

ve talim şeyhleri muhiplerine belli zamanlarda,

belli miktarda, belli dualar (ezkar ve evrad) oku-

ma mecburiyeti getirmedikleri ve onlar üzerinde

sıkı bir denetim kurmadıkları halde, terbiye şeyh-

leri bağlılarına evrâd okuma mecburiyeti getirir,

onları sıkı bir mânevî denetim altına alır, zaman

zaman da sadâkatlerini test ederler. Her tarîkat

şeyhinin aynı zamanda sohbet ve talim şeyhi ol-

ması gerekir, bunun istisnâsı çok azdır.15

Şeyhler hakkında şu sınıfl andırmalar yapıl-

maktadır:.

1. Hâl şeyhi, gerçek anlamda tarîkat ve tasav-

vufu yaşayıp yaşatan şeyhlerdir.

2. Kâl şeyhi, sözde şeyh olup müteşeyyih (ken-

di kendini şeyh ilan eden, şeyh geçinen) olarak

bilinen isimlerdir.

3. Yol veya yal şeyhi, tasavvuf yolunun

sahtekârlarıdır.

4. İrâde şeyhi, iradesini ilahî irade içinde erit-

miş, müritlerini ruh ve bedenle tesiri altına almış

şeyhlerdir.

5. İktidâ şeyhi, kendisine uyulması, söz ve dav-

ranışlarının taklit edilmesi gereken şeyhlerdir.

6. Teberrük şeyhi, feyiz ve bereketinden nasip

almak için mübtedi mürîdin ziyaret ettiği şeyh-

lerdir.

7. İntisâb şeyhi, mübtedi mürîdin onun saye-

sinde tarîkata kabul olunduğu, bundan dolayı da

ona karşı sorumlu olduğu kimsedir.

8. Telkîn şeyhi, her mürîde okuyacağı virdi

tevzî eden şeyhlerdir.

9. Terbiye şeyhi, mübtedi mürîdlerin terbiyesi

ile görevlendirilen şeyhlerdir.16

* Doç. Dr.

1 Süleyman Uludağ, İslam’da Mürşid ve İrşad Faaliyetleri, İrfan Yay., İstanbul 1975, s. 12.

2 Ali b. Muhammed es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî, Kitâbu’t-ta’rîfât, tah. Abdulmun’im Hafnî, Kahire ts, s. 238; Enver Fuad Ebu Hazzam, Mu’cemu’l-mustalâhâti’s-sufiyye, tah. George Mutri Abdulmesih, Beyrut 1993, s. 161; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Yay., Ankara 1997, s. 527.

3 İrfan Gündüz, Gümüşhanevî Ahmed Ziyâüddîn (KS) – Hayatı, Eserleri, Tarikat Anlayışı ve Hâlidiyye Tarikatı, Seha Neşriyat, İstanbul 1984, s.238.

4 Ahmet Cahid Haksever, XI. Yüzyıl Bir Türk Türk Sufi si Yakub-ı Çerhî, Doktora Tezi, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, s. 130-131.

5 Buhari, İlim, 10.6 Hasan Kâmil Yılmaz, Tasavvuf Mes’leleri, Erkam Yayınları, İstanbul

2004, s. 87-88.7 Akif İnan, “Tasavvufî İrşad Ve Eğitim”, Tanımı, Kaynakları ve Tesirleri-

yle Tasavvuf, Seha Neşriyat, İstanbul 1991, s. 63-66.8 Mahmut Erol Kılıç, Sûfî ve Şiir-Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası-,

İnsan Yayınları, İstanbul 2004, s. 48.9 Ebû Hafs Şihâbüddin Ömer es-Sühreverdî, Tasavvufun Esasları

-Avarifu’l-Maarif Tercemesi-, haz. H.Kâmil Yılmaz-İrfan Gündüz, Vefa Yayıncılık İslam Mecmuasının Hediyesi, İstanbul 1990, s. 103.

10 Haksever, Yakub-ı Çerhî, s. 131.11 Sühreverdî, Tasavvufun Esasları, s. 104-107; İdris Azûzî, eş-Şeyh Ahmed Zerrûk

Ârâuhü’l-Islâhıyyetü tahkîku ve dirâse ‘Uddetü’l-Mürid es-Sâdık’, Matbaatü’l-Füdâle, Muhammediyye 1998, s. 98; H. Kâmil, Yılmaz, “Tasavvufl a İlgili Soru ve Cevaplar”, el-Lüma’, İstanbul 1996, s. 474-5.

12 Süleyman Uludağ, Tasavvufun Dili 1 Mürşid-Mürid-Yol, Mavi Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 64-65.

13 Uludağ, Tasavvufun Dili 1, s. 63.14 Uludağ, Tasavvufun Dili 1, s. 125.15 Uludağ, Tasavvufun Dili 1, s. 67.16 Adem Çatak, Şihâbeddin Sühreverdî Hayatı Eserleri ve Tasavvuf

Anlayışı, Doktora Tezi, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2007, s. 102.

Dipnot

Page 20: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

19

ŞEHZÂDEMSana harfl eri öğreteceğim önce şehzademİşte bunları: Elif! Be! Te! Se! Kalem de tutacaksın, kılıç da, gül de Okuyacaksın medrese medrese.

Yeni diller gerek sana Türkçeden başka: Arapça, Farsça, Lâtince! Dağılacak saçların rüzgârlarda her sabah Konuşacaksın ince ince

Horasan tamburları, neyler, kudümler, Seni selâmlayacak çıkıp gelince. İnce sazlar gibi coşkun şiirler yazacaksın Arûz veznini bilince.

Seni senden alıp giden bir büyük sırrı Kimse bilmeyecek önce Savuracak sonra seni Bizans’a doğru Saçaklarını döven düşünce.

Seveceksin savaşları tarihlerden öğrenip Okuyup duracaksın hergün-her gece Bir gün sen geleceksin aklımıza şehzadem Tarih dersi denilince.

Yavuz Bülent BÂKİLER

Page 21: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200820

ER-REŞÎD

TEDBİRLERİ DOĞRU

YOLDAN HEDEFE ULAŞAN:

“İnsanlara Allah’ın yolunu göstermek anlamına gelen “hidâyet” ile “irşâd” kelimeleri

arasında anlam bakımından yakınlık vardır. Hidâyet, küfürden İslâm’a dönüşün

bir adı olurken; irşâd ise, bu sürecin zirve noktasıdır. Bu anlamda irşâda daha

çok mü’minler muhtaçtır. Zira hidâyeti elde etmek kolaydır ama onu korumak

ve sürdürmek zordur. Bundan dolayı, mü’minler sürekli ve kesintisiz bir biçimde

nasîhate muhatap kılınmalıdırlar. İrşâdla takviye edilmeyen bir hidâyet hâli, her an

tehlikededir.”

DüşünceRamazan ALTINTAŞ*

Page 22: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

21

Sözlükte “r.ş.d’ kö-

künden türemiş

olan ‘reşîd’ kelime-

si; “doğru yoldan giden, doğru

yolu bulan, doğru düşünen akıl

ve temyîz sahibi kimse” anlamı-

na gelir.1 Aynı kökten türeyen

irşâd kelimesi ise; “doğru yol-

dan gitme, doğru yolu bulma,

doğru düşünme, akıl ve temyiz

sahibi olma” gibi anlamların ya-

nında, “irfân sahibi bir velînin

Allah’ın yolunu göstermesi” an-

lamını da ihtivâ eder.2 Bu yüz-

den insanları zühd ve takvâ yo-

luna davet eden Allah’ın sâlih

kullarına da mürşîd denilmiştir.

İşte Allah’ın engin rahmet, af,

bağış ve kurtuluş yolunu göste-

ren en güzel isimlerinden biri-

si de hidâyet edici/yol gösterici

manasına er-Reşîd ismidir. O,

yegâne “velî-mürşid”dir.3 Ken-

disi irşâda muhtaç değildir, ama

bütün bir varlık dünyası O’nun

irşâdına muhtaçtır. Dolayısıyla

Allah’ın en güzel ismi olan er-

Reşîd; “bir mürşidin irşadı, bir

doğrultucunun doğrultması,

bir işaret edenin işareti olma-

dan tedbirleri doğru yola ula-

şan” demektir. Eğer bir Müslü-

man, hayatında insanları doğru

yola çağırmayı ve doğru olmayı

bir hayat tarzı haline getirirse,

böyle bir kimse Allah’ın bu gü-

zel isminden pay almış olur.4

Kur’ân-ı Kerîm’de Hûd

Sûresi’nin 78. âyetinde geçen

“racülün reşîd” terkibi “aklı ba-

şında adam” manasına; aynı

sûrenin 87. âyetinde geçen

“halîmun reşîd” pasajı da “aklı

başında yumuşak huylu adam”

anlamına gelmektedir. Elbet-

te başta, insanlığa doğru yolu

gösteren bütün peygamberler

‘reşîd’ kimselerdir. Çünkü on-

lar toplumlarını; sapıklık, akıl

karşıtı bir tutum olan körü kö-

rüne taklit ve azgınlıktan aklı

kullanmaya ve doğru yola yö-

nelmeye çağırmışlardır. Bu an-

lamda irşâd faaliyeti ilk insan

ve ilk peygamber Hz. Âdem’le

birlikte başlamıştır. Halkı irşâd

için gönderilen bütün peygam-

berler, insanlara nazaran üs-

tün bir takım yeteneklere ve

herkeste bulunmayan vasıfl a-

ra sahiptirler. Yüce Allah biz-

zat elçilerini seçmiş (istifâ)5 ve

süzmüş (ictibâ)’tür.6 Her şey-

den evvel bu saygıdeğer insan-

lar; zeki, doğru sözlü, güvenilir

ve günahsızdırlar.7 Nasıl ki ha-

yırlı ve faydalı yola, rehberliğe

“rüşd” deniliyorsa, bu kelime-

nin zıddına da, “sapıklık ve az-

gınlık” denmektedir. Çünkü bu

olumsuz sıfatları haiz olan kim-

seler birey ve toplumları Al-

lah yolundan saptırırlar. Bun-

dan dolayı Kur’ân-ı Kerîm’de

Fir’avun’un işinin reşîd olma-

dığı vurgulanmak8 suretiyle,

onun ve ona uyanların aklın ve

tenzîlin hidâyetinden gerektiği

bir şekilde yararlanmadığı an-

latılmak istenmiştir.

İnsanlara Allah’ın yolu-

nu göstermek anlamına gelen

“hidâyet” ile “irşâd” kelimeleri

arasında anlam bakımından ya-

kınlık vardır. Hidâyet, küfürden

İslâm’a dönüşün bir adı olur-

ken; irşâd ise, bu sürecin zirve

noktasıdır. Bu anlamda irşâda

daha çok mü’minler muhtaçtır.

Zira, hidâyeti elde etmek kolay-

dır, ama onu korumak ve sür-

dürmek zordur. Bundan dolayı,

mü’minler sürekli ve kesintisiz

bir biçimde nasîhate muhatap

kılınmalıdırlar. İrşâdla takviye

edilmeyen bir hidâyet hâli, her

an tehlikededir.

Dinimizde irşâd faaliyetini

sürdüren kimselere mürşîd adı

Page 23: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200822

verilir. Gerçek anlamda mürşîd,

birey ve toplumlara manevî an-

lamda yol gösteren kimselerdir.

Aynı zamanda bunlar vâris-i

enbiyâdır. Görüldükleri zaman

Allah akla gelir. Mürşidlerin ay-

rılmaz vasfı, irşaddır. Bu vas-

fı taşıyan kimselerde, sıradan

insanlarda bulunmayan bir ta-

kım özelliklerin var olması ge-

rekir. Çünkü irşâd faaliyetleri-

nin toplumlar üzerinde olumlu

yönde etkinliği biraz da bu va-

sıfl arla alakalıdır.

Mürşîdin en önemli vasfı,

ihsan derecesinde tahkîki ima-

na sahip olmaktır. Bu kuvvetli

iman bağı, mürşidi, Allah karşı-

sında sorumlu bir varlık haline

getirir ve hayatını hangi amaç

doğrultusunda yaşayacağını

gösterir. Mecâzî anlamda iman

bir binânın temelleri gibidir.

Şer’î hükümler de bu binânın

katlarını ve çatısını oluşturur.

Dolayısıyla imanla amelî hayat

arasında kopmaz bir bağ vardır.

İmanla amel bütünlüğü güçlü

oldukça, iman binâsının sarsıl-

ması ve yıkılması zordur. Çün-

kü sâlih ameller imanı keyfi yet

planında kuvvetlendirir.

Mürşidin hayatında “güzel

ahlâk”ın her biri, bir yaşam ha-

line dönüşmüştür. Bu ilkeler-

den birisi de sıddîkiyet, yani

doğruluktur. Kur’ân’ın öngör-

düğü doğru insan, yaptığı bü-

tün işlerde istikamet sahibidir.

Çünkü Allah, doğrularla bir-

liktedir ve onların yardımcısı-

dır. Allah’la beraber olan insan;

Allah’a, âhiret gününe, melek-

lere, kitap ve peygamberlere

inanan, imkân ölçüsünde ak-

rabalarına, toplumun zayıf bı-

rakılmış kesimi olan yetimle-

re, düşkünlere, yolculara, hak

ve hürriyetleri elinden alınmış

insanlara yardım elini uzatan;

namaz kılan, zekat veren, söz-

leştiği zaman sözünde duran,

zorda, darda, savaş ve deprem

gibi doğal afetlerle karşılaştığı

zaman sabreden ve isyan etme-

yen kimsedir.9 İşte mürşidlerin

hayatında bütün bu güzel has-

letler, ayrılmaz bir sıfat hâline

gelmiştir.

Mürşidlerin çok önemli bir

diğer vasfı da ‘emîn/güvenilir’

oluşlarıdır. Onlar, “mü’minin

sorumluluk alanına giren her

şey, bir emânettir” anlayışı-

na sahiptirler. Bu anlamda

‘velâyet’ makamının gereklerini

harfi yen yerine getirirler. Onla-

rın gönül ve zihin dünyalarında;

Allah’a karşı dinî sorumlulukla-

rımız bir emânettir, helâlinden

kazanmak bir emânettir, ço-

cuklarımız bir emânettir, için-

de yaşadığımız coğrafya bir

emânettir, bedenimiz bir

emânettir, ilmimiz, irfânımız

bir emânettir, toplumun bü-

tün fertleri bir emânettir. On-

lar bu emânetlerin bilincinde-

dirler. Yaşadıkları çağlarda her

birisi tavır ve davranışlarıyla

bir emânet âbidesidirler. Çün-

kü emânetleri korumak ve ye-

Page 24: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

23

rine getirmek aynı zamanda iyi

mü’min olmanın bir göstergesi-

dir.

Allah’a davetin öncüleri olan

mürşîdler asla “adalet”ten ay-

rılmazlar. Adalet, her hak sa-

hibine hakkını vermektir. Doğ-

ruluktan ve haktan sapmak,

bireysel ve toplumsal düzeni

bozar. Bu anlamda onlar ada-

let görevlerini yerine getirmek-

le toplumda ıslah edici fonksi-

yonlarını diri tutmuş olurlar.

Öte yandan mürşidler “ahde

vefâ” ahlâkını söz ve davranış-

larıyla gösterirler. Bu konuda

da topluma güzel örnek olurlar.

Evvelâ insanın yaratıcısı olan

Allah’a karşı vefâlı olması gere-

kir. Çünkü, Allah’a karşı vefâlı

olmayan kimse, ne işine, ne eşi-

ne, ne arkadaşına, ne dostuna,

ne akrabasına, ne çevresine ve

ne de milletine/toplumuna kar-

şı vefâlı olur!. Bu sebeple “ahde

vefâ” gibi bir değerin kayboldu-

ğu toplumlarda mürşîdler ima-

nın göstergesi olarak bu değeri

yeniden yaşatırlar, ihyâ eder-

ler.

Mürşidlerde ihlâs ve samî-

miyet kemâl hâlindedir. Bu se-

beple onlar, saf, arı ve duru

bir davranışa sahiptirler. İman

ve amellerini sadece ve sadece

Allah’a özgü kılarlar, asla göste-

riş karıştırmazlar. Bundan do-

layı onların bütün çabası, in-

sana kötülüğü emreden ‘nefsi

eğitmek’tir. Çünkü insan, çok

çeşitli bir biçimde nefsanî ve

şeytanî etkilerin ve telkinlerin

altındadır. Bizim medeniyeti-

mizde kadîm İslâm kentlerinde

her şey, ‘nefsi eğitmek’ ve insa-

na ‘Allah’ı hatırlatmak’ üzerine

kurulmuştur. Kadîm ve modern

zamanların Batı kentlerinde ise,

her şey, “nefsi kışkırtmak” ve

“Allah’ı unutturmak” üzerine

binâ edilmiştir. İslâm irfânına

göre önemli olan günah galeri-

si ortamlardan uzaklaşıp, dağ

başlarına çekilmek değil, bu or-

tamlarda yaşamakla birlikte,

rasyonel ahlâk anlayışını haya-

ta taşımaktır. İşte günah galeri-

si haline gelen ortamlarda, ‘ha-

ram tuzaklarına’ takılmadan

yaşayanlar, gerçekten bu çağın

evliyâsı, Allah’ın dostlarıdır.

Mürşidlik bu değil midir zâten?

Mürşidlerin ortaya koyduk-

ları her türlü davranışlarında

niyetleri, sadece Allah’ın rıza-

sını kazanmaktır. Bilindiği gibi

niyet, Allah’ın hoşnutluğunu

kazanmak ve buyruklarına uy-

mak için bir işe yönelmeye kal-

ben karar vermek, özgür ira-

deyi o yöne yöneltmektir. Söz

veya davranış plânında gerçek-

leştirilen bir faaliyette “Allah’ın

rızâsı” amaç edinilirse, insanın

yapmış olduğu bütün meşrû

şeyler ibadet kapsamı içerisine

girer. Meselâ; sokakta koşan iki

adam düşünelim. Biri kendisi-

ne yardım etmek isteyen kimse-

ye ulaşmak için koşuyor; diğeri

ise, bir hırsızlık yapmıştır, po-

lise yakalanmamak için koşu-

yor. Yapılan “koşma” fi ili aynı,

ama niyetler farklıdır. Gerçek-

ten ameller, niyetlere göre-

dir. Niyet, yönelmek demek-

tir. Niyetten maksat, ibadetle

âdeti birbirinden ayırmak için-

dir. İbadetle âdetin ayrılması-

nın misâli, oruç tutan kimsenin

durumu gibidir. Birisi fazla ki-

lolardan kurtulmak için yiyip

içmez ki, bu âdettir; diğeri ise,

sırf Allah emrettiği için oruç tu-

tar ki, bu da ibadettir. Hâlbuki

oruçta ikinci niyet olsa, birinci-

si de beraberinde gerçekleşmiş

olacaktır. İşte bütün Allah dost-

ları olan mürşidler bize amel-

lerde saf niyetin önemini hatır-

latmak için gelmişlerdir.

Sonuç olarak söylemek gere-

kirse, Allah’ın en güzel isimle-

ri arasında yer alan er-Reşîd’in

mânâsı, Yüce Allah’ın doğ-

ru yolu göstermesi demektir.

Her Müslüman bu isimden bir

pay almalıdır. Eğer biz de ge-

rek söz ve gerekse davranışları-

mızla doğruluktan ayrılmazsak,

Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmış

oluruz. Bu yüce ahlâkla do-

nanan kimselerin birinci vas-

fı ihsan derecesinde muhkem

bir imana sahip olmak; diğe-

ri ise, hiçbir kuşku ve tereddüt

taşımadan kararlı bir şekilde

Allah’a güvenmektir. Unutma-

mak gerekir ki bütün bu gü-

zel hasletlerin takviyesi; ahlâk

ve sâlih amellerle sağlanır. Bu

vasıfl ara sahip olan mürşidler,

gerçekten örnek alınacak şah-

siyetlerdir. Kadın-erkek her

mü’min bu vasıfl ara sahip olan

insanları örnek almalı ve onlar

gibi olmaya çalışmalıdır.

* Prof. Dr.

1 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, III, 175–76; Şemseddîn Sami, Kâmus-i Türkî, İstanbul, 1317, s. 664.

2 Şemseddîn Sami, Kamûs-i Türkî, s. 664.3 18/Kehf, 17.4 İmâm-ı Gazâlî, Kitâbu’l-Esnâ, Mısır, ts., s. 109.5 22/Hacc, 75.6 3/Âl-i İmrân 79.7 Süleyman Uludağ, İslâm’da İrşâd, İstanbul, ts., s. 17.8 11/Hûd, 97.9 Bkz. 2/Bakara, 177.

Dipnot

Page 25: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

ŞEHRİN KAPILARINI

HAKÎKAT’E AÇAN LİDER

KültürSadık YALSIZUÇANLAR

Temmuz 200824

FATİH

Page 26: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

25

“Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u kuşattığı zaman

bilgisine olduğu kadar şahsına da büyük değer verdiği

Akşemseddin de beraberinde bulunuyordu. Âyet-i

kerîmeleri ve hadîsleri tefsir ederek askere gayret

ve cesaret vermeye çalışan Akşemseddin, bu arada

İslâm dünyasının ulu kişisi Hazret-i Eyyûb el-Ensârî’nin

İstanbul surları dibinde bulunduğu bilinen

kabrini de bulmak istemişti.”

F etih, nefsin

kapılarının

açılmasıdır.

Benliğin sırları, varlığın ha-

kîkatine doğru yapılan gezide

belirir.

Fütûhât, insanın, kendi var-

lığının esrârının kendi görüşü-

ne açılması, böylece varoluşun

gerçeğinin tecellî etmesidir.

Tecellî, cilve’den gelir; cilve,

‘gerdek gecesi gelinin duvağı-

nın aralanması’dır.

Böylece tecellî fethin mânevî

katlarından ibarettir ve insanla

Vareden arasındaki perdelerin

aralanmaya başlamasıdır.

İstanbul’un fethi, sadece bir

şehrin Osmanlı egemenliği-

ne geçmesi değil, diğer bütün

fütûhât gibi, insanla Varlık sırrı

arasındaki kimi perdelerin say-

damlaşması, Kur’an medeniye-

tinin çiçeklenmesidir.

Bu, bir gülün katlarının açıl-

masıdır.

Gül, Muhammedî Nûr’un

sembolüdür.

O Nûr, kâinatın kendisinden

yaratıldığı sırdır ve nûrullahtır.

Selçuklu ve Osmanlı mede-

niyetlerinin mânevî zemininde

İbn Arabî, Hz. Mevlânâ, Mol-

la Câmî, Molla Gürânî, Hacı

Bayram-ı Velî, Ubeydullâh-ı

Ahrâr, Konevî, Cîlî gibi mânevî

fatihleri aramak gerekir.

Büyük fütüvvet ehli Hâce

Ubeydullâh-ı Ahrâr’ın, Kons-

tantiniyye’den çok uzaklarda

olmasına rağmen, fethin mân-

evî şöleninde rûhâniyetiyle ve

mânevî askerleriyle bulundu-

ğu rivayet edilir. Molla Câmî,

bir medeniyetin ahlâkî ve este-

tik boyutlarını besleyen ana da-

marlardandır.

Fatih Sultan Mehmed’in

Câmî’yi hacdan dönerken İstan-

bul’a davet etmek için Hoca

Atâullâh-ı Kirmânî’yi beşbin al-

tın armağanla Halep’e gönder-

diği biliniyor. Kirmânî ulaş-

madan az önce Câmî oradan

ayrılmış olduğundan bu çağrı

gerçekleşmemiştir. Fatih ikinci

defa yine kıymetli armağanlar-

la Câmî’ye bir elçi gönderip on-

dan kelamcıların, felsefecilerin

ve sûfîlerin görüşlerini karşı-

laştırarak tartışan bir eser yaz-

masını dilemiş, bunun üzerine

Page 27: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200826

Câmî, ed-Dürretü’1-Fâhire’yi

yazmış, lakin eser kendisine su-

nulmak üzere gönderildiğin-

de Fatih rahmete göçmüştü.

Câmî’nin Dîvân’ında Fatih Sul-

tan Mehmed’in fetihlerini anla-

tan mesnevî formunda bir şiiri

yer almaktadır. Fatih’in oğlu II.

Bâyezid ile Molla Câmî arasın-

daki mektuplaşmalar, Sultan’ın

ona duyduğu hürmet ve mu-

habbeti açıkça göstermektedir.

Câmî II. Bâyezid’in bir mektu-

buna bir kasîde ile cevap ver-

miş, başka bir kasîdesinde de

övmüştür. Silsiletü’z-Zeheb’in

üçüncü kısmını yine II. Bâyezid

adına telif etmiştir. Eserlerin-

den, onun Karakoyunlu Cihan

Şah ile Akkoyunlu Uzun Hasan

ve Yakub Bey gibi hükümdar-

larla da dostane münasebetleri

olduğu anlaşılmaktadır.

Fatih’in arkasında sadece

Ekberî geleneğin yıldızı Molla

Câmî yoktur.

1389 yılında Şam’da doğan

büyük bilge Akşemseddin, bü-

yük fatihin ilim ve irfanının, ke-

mal ve ufkunun mânevî kaynak-

larının başında gelir. Kaynaklar

bize şöyle söylüyor : “Asıl adı

Mehmed, Şemseddin’dir. Fatih

devri mutasavvıf ve din âlim-

lerinden olan Akşemseddin,

küçük yaşta babası Şeyh Ham-

za ile birlikte Anadolu’ya ge-

çerek Göynük’e yerleşir. Bu-

rada medrese öğrenimi görür,

müderris olur. Özellikle he-

kimlik alanında derin bir bil-

gi sahibidir. Çeşitli hastalıkları

tedâvî eder, özellikle ruh has-

talıklarının tedâvîsinde başarı

gösterir. Bunun için kendisine

“Tabîbü’l-ervâh”, yani ruhla-

rın doktoru denir. Daha sonra

tasavvuf yoluna girerek Hacı

Bayram-ı Velî’ye intisâb eder.

Hacı Bayram-ı Velî, melâmetî

ahlâkın doruk isimlerinden So-

muncu Baba’nın (Şeyh Hâmid-i

Velî) halîfelerindendir ve Yesi’-

den gelen Gül Kokusu’na,

Ahmed-i Yesevî’ye çıkar. O ise,

Yûsuf-ı Hemedânî Hazretle-

rinin gözdelerindendir. Hacı

Bayram-ı Velî’nin Cemale yürü-

yüşünden sonra Akşemseddin

postnişin olur ve Edirne’ye ge-

çer. Edirne sarayında bulunan

Osmanlı padişahı II. Murad, bu

genç, aşk dolusu, her bilgide üs-

tün, olgun sûfîyi ziyaret eder ve

oğlu şehzade Mehmed’in eği-

tim ve öğretimini üzerine alma-

sını rica eder. Akşemseddin bu

teklifi reddetmez. Yıllarca ona

bilgi aşılar. Şehzade Fatih, pa-

dişah olunca da yanından ay-

rılmaz, onun en yakın hocası ve

danışmanı olarak görevini sür-

dürür.

Page 28: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Fatih Sultan Mehmet, İstan-

bul’u kuşattığı zaman bilgisi-

ne olduğu kadar şahsına da bü-

yük değer verdiği Akşemseddin

de beraberinde bulunuyordu.

Âyet-i kerîmeleri ve hadîsleri

tefsir ederek askere gayret ve

cesaret vermeye çalışan Ak-

şemseddin, bu arada İslâm

dünyasının ulu kişisi Hazret-i

Eyyûb el-Ensârî’nin İstanbul

surları dibinde bulunduğu bili-

nen kabrini de bulmak istemiş-

ti. Hâlid bin Zeyd Ebâ Eyyûb el-

Ensarî, Hazret-i Muhammed

(s.a.v.)’i Mekke’den Medîne’ye

hicretinde evinde misafi r eden,

Hazret-i Peygamber’in bütün

gazâlarında yanında bulunan

ve onun sancaktarlığını yapan

zât idi. Emevîlerin ilk halîfesi

Muâviye, oğlu Yezîd’in kuman-

dasındaki bir orduyu İstanbul’u

fethe gönderdiği zaman, çok

yaşlı bulunan Hâlid bin Zeyd’i

de “uğurlu kişi” olarak bu sefere

memur etmişti. İslâm âleminin

bu ünlü kişisi İstanbul’un mu-

hasarası sırasında vefat etmiş

ve vasiyeti gereğince surların

dibindeki bir noktada toprağa

verilmişti. İslâm tarihinin ver-

diği bilgi bundan ibaret kalıyor-

du. Akşemseddin, bu bilgininin

ışığı altında Hazret-i Eyyûb’un

kabrinin İstanbul surları dibin-

deki bir noktada olduğunu bili-

yordu. Bundan sonrasını, XVII.

yüzyılın büyük yazarı Evliyâ

Çelebi, ünlü seyahatnâmesinde

şöyle nakletmektedir: “Fatih

Sultan Mehmet İstanbul’u fet-

hederken, yetmiş yedi kibâr-ı

ehlullah Ebâ Eyyub’un kab-

rini tecessüse koyuldular. İç-

lerinden Akşemseddin: “Be-

yim, Alemdâr-ı Resulullah

Ebâ Eyyûbü’l-Ensârî bu ma-

halde medfundur.” diyerek bir

hıyâbân-ı orman içre girdi. Bir

seccade yaydırıp namaza dur-

du. İki rek’attan sonra selâm

verip tekrar secdeye vardı ve

rahat bir uykuya dalmış gibi öy-

lece kaldı. Birçok kişiler, “Efen-

di Hazretleri, Eyyûb’un kabrini

bulamadığı için hicâbından uy-

kuya vardı.” diye târizler etti-

ler. Bir saat sonra Akşemseddin

Hazretleri seccadeden başını

kaldırıp, mübarek gözleri kan

çanağını andırır hâlde Fatih

Sultan Mehmet Han’a hitâben:

– Hünkârum, hikmet-i Hü-

dâ... Seccâdemizi tam Hazret

’in kabri üzerine sermişler! diye

konuştu.

Bunun üzerine seccâdenin

bulunduğu yer derhal kazıldık-

ta, üç zira (eski bir ölçü) derin-

likte, dört köşe yeşil bir soma-

ki taş ortaya çıktı ve üzerinde

kûfi yazı ile, “Hâzâ Kabri Ebâ

Eyyûb-ül Ensarî” dive yazılmış

olduğu görüldü. Taş kaldırıldı-

ğında, Hazret-i Eyyûb’un ter ü

tâze vücudu safran ile boyan-

mış kefeni içinde ortaya çıktı.

Sağ elinde tunç bir mühür var-

dı. Taş tekrar yerine kapatıldı,

üzeri örtüldü...

İşte; asırlardan beri, İstan-

bul’un başlıca ziyaret yeri olan

Eyüp Sultan’ın kabri böylece

bulunmuştu. Sonra bu kabre,

şaheser bir türbe yapıldı.

İstanbul kuşatmasının ellin-

ci gününden sonra büyük bir

Haçlı ordusu ile donanması-

nın Bizans’a yardıma yetişmek-

te olduğu haberi askerin morali

üzerinde olumsuz bir tesir yap-

maya başlamıştı. İşte o zaman

ortaya çıkan ak sakallı Akşem-

seddin, orduya hitâben tarihî

konuşmasını yaparak mânevî

gücü tekrar yerine getirmesini

bilmişti:

“Ey asker... Biliniz ki, bu fe-

tih, Cenâb-ı Hak katında size ve

Sultan Mehmet Han’a takdir kı-

lınmıştır. Kim ki bundan şüphe

eder, imândan sapıtmış olur...”

Hazret-i Eyyûb’un kabrini

keşfettikten sonra mânevî de-

ğeri asker nazarında pek bü-

yümüş olan Akşemseddin’in

bu sözlerine, herkes imânı ile

inanmış ve bu güç ile üç gün

sonra tarihin en büyük zaferine

ulaşılmıştı.

Fatih, İstanbul’un fethinden

sonra, bir ara hocasından ken-

disini dervişliğe kabul ederek

irşatlarda bulunmasını ister.

Akşemseddin bu teklifi , “Sen

devlet işlerini gereği gibi yerine

getirmeye ve saltanatı devam

ettirmeye mecbursun ve bunun-

la görevlisin. Sen benim halve-

time girersen dünyanın düzeni

bozulur. Senin sâlik olman de-

ğil, mâlik olman lâzımdır...” di-

yerek şiddetle reddetmiştir.

Akşemseddin, artık kendi

görevinin de bittiğine inanmış-

tır. Padişahtan Göynük’e gidip,

orada dersleriyle uğraşması

için izin ister. Fatih hocasını bı-

rakmak istemese de, sonunda

çare olmadığını görür. Hocası-

nı Göynük’e uğurlar. Göynük’te

bir köşeye çekilerek öğrencile-

27

Page 29: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200828

ri ve kitaplarıyla baş başa kalan

Akşemseddin, Fatih’e yazdığı

mektuplarda, ona, yeni ufuklar

açar.

Ömrünün son altı yılını

Göynük’te zikir, ibâdet ve fakir

hastaları tedâvî ile uğraşarak

geçirdi. 1459 yılında Göynük’te

vefat etti.

Akşemseddin’in, bugün

İstanbul Feyzullah Efendi

Kütüphanesi’nde bulunan Ha-

yatın Maddesi ve Tıp adında,

Türkçe, elyazması iki büyük

cilt eseri vardır. Ayrıca Hall-i

Müşkilât, ve Makâmât-ı Evliyâ

gibi eserleri bilim dünyasınca

tanınmaktadır.

Pek çok lisan bilen, irfânî ge-

leneğin kaynaklarına vakıf, üs-

tün bir siyaset ve diplomasi ni-

teliğine sahip, yetkin bir asker,

bir medeniyet mimarı olan Sul-

tan Fatih’in, hocası Akşem-

seddin dışında ilim, irfân, aşk,

tasavvuf ve sanat erbabına duy-

duğu ilgi ve hürmet, onun bü-

yük bir fatih olmasını hazırlar.

Fatih’i hazırlayan büyük bil-

gelerden biri de Hacı Bayram-ı

Velî’dir. Onun, Fatih Sultan

Mehmed’in İstanbul’u feth ede-

ceğini II. Mehmed’in babası II.

Murad’a bildirdiği rivayet olu-

nur.

Bir gün medreseye bi-

risi gelerek; “İsmim Şüca-i

Karamânî’dir. Hocam Hamî-

deddîn-i Velî’nin selamı var.

Sizi Kayseri’ye davet ediyor. Bu

vazife ile huzurunuza geldim.”

dedi. O da, Hamîdeddîn ismi-

ni duyunca; “Baş üstüne, bu da-

vete icabet lazımdır. Hemen gi-

delim.” diyerek müderrisliği

bıraktı. Birlikte Kayseri’ye yö-

neldiler ve “Somuncu Baba”

diye bilinen Hamîdeddîn-i Velî

ile Kurban Bayramında buluş-

tular. O zaman Hamîdeddîn-i

Velî “İki bayramı birden kutlu-

yoruz!” buyurdu ve ona Bayram

lakabını verdi, talebeliğe kabul

etti. Din ve fen ilimlerinde yük-

sek derecelere kavuşturdu.

Hacı Bayram-ı Veli, hocası-

nın vefatından sonra Ankara’ya

gelerek doğduğu köye yerleş-

ti. Yeniden talebe yetiştirmekle

meşgul oldu. Sohbetleriyle has-

ta kalplere şifa dağıttı. Talebe-

lerini daha çok sanata ve ziraate

sevk ederdi. Kendisi de geçimi-

ni ziraatle sağlardı. Açtığı ilim

ve irfan ocağına, devrinin meş-

hur âlimleri, hak âşıkları akın

etti. Damadı Eşrefoğlu Rûmî,

Şeyh Akbıyık, Ömer Sekkînî,

Göynüklü Uzun Selâhaddin,

Edirne ve Bursa ziyaretlerinde

talebeliğe kabul ettiği Yazıcıza-

de Ahmed (Bîcân) ve Mehmed

(Bîcân) kardeşler ile Fatih Sul-

tan Mehmed Han’ın hocası Ak-

şemseddin bunların en meş-

hurlarıdır.

Fatih’in babası Sultan İkin-

ci Murad Han, Hacı Bayram-ı

Velî’yi Edirne’ye davet edip,

ilim ve mânevî derecesini anla-

yınca, fevkalade hürmet göster-

miş, Eski Cami’de vazettirmiş,

tekrar Ankara’ya uğurlamıştır.

Sultan İkinci Murad Han

kendisinden nasîhat isteyince;

İmam-ı Azam’ın, talebesi Ebu

Yûsuf’a yaptığı uzun nasîhatı

yaptı: “Tebean içinde herke-

sin yerini tanıyıp bil; ileri ge-

lenlere ikramda bulun. İlim

sahiplerine hürmet et. Yaşlıla-

ra saygı, gençlere sevgi göster.

Halka yaklaş, fâsıklardan uzak-

laş, iyilerle düşüp kalk. Kimse-

yi küçümseyip hafi fe alma. İn-

sanlığında kusur etme. Sırrını

kimseye açma. İyice yakınlık

peydâ etmedikçe kimsenin ar-

kadaşlığına güvenme. Cimri ve

alçak kimselerle ahbablık kur-

Page 30: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

29

ma. Kötü olduğunu bildi-

ğin hiçbir şeye ülfet etme.

Bir şeye hemen muhalefet

etme. Sana bir şey soru-

lursa ona herkesin bildiği

şekilde cevap ver. Seni zi-

yarete gelenlere faydalan-

maları için ilimden bir şey

öğret ve herkes öğrettiğin

şeyi belleyip tatbik etsin.

Onlara umûmî şeyleri öğ-

ret, ince meseleleri açma. Her-

kese itimad ver, ahbablık kur.

Zira dostluk, ilme devamı sağ-

lar. Bazen de onlara yemek ik-

ram et. İhtiyaçlarını temin et.

Onların değer ve itibarlarını iyi

tanı ve kusurlarını görme. Hal-

ka yumuşak muamele et. Mü-

samaha göster. Hiçbir şeye kar-

şı bıkkınlık gösterme, onlardan

biri imişsin gibi davran.”

Bir vasiyetinden de izleye-

bileceğimiz gibi, Fatih’in mer-

kezinde yer aldığı medeniyet,

bir adalet, merhamet ve fütüv-

vet medeniyetidir:

“Ben ki İstanbul fâtihi abd-i

âciz Fatih Sultan Mehmet,

bizâtihî alun terimle kazanmış

olduğum akçelerimle satun al-

duğum, İstanbul’un taşlık mev-

kiinde kâin ve ma’lûmu’l-hudûd

olan 136 bap dükkânımı aşa-

ğıdaki şartlar muvâcehesinde

vakf-ı sahîh eylerim. Şöyle ki:

Bu gayr-ı menkûlâtımdan

elde olunacak nemalarla

İstanbul’un her sokağına iki-

şer kişi tayin eyledim. Bunlar

ki, ellerindeki bir kap içerisin-

de kireç tozu ve kömür külü ol-

duğu halde günün belirli saat-

lerinde bu sokakları gezeler.

Bu sokaklara tükürenlerin, tü-

kürükleri üzerine bu tozu dö-

keler ki, yevmiye 20’şer akçe

alsunlar.

Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve

3 de yara sarıcı tayin ve nasb

eyledim. Bunlar ki, ayın bel-

li günlerinde İstanbul’a

çıkalar, bilâ-istisnâ her

kapuyu vuralar ve o evde

hasta olup olmadığını

soralar; var ise şifâsı ya

da mümkün ise şifâyâb

olalar. Değilse kendile-

rinde hiçbir karşılık bek-

lemeksizin Darûlacezeye

kaldırılarak orada salâh

bulduralar.

Maâzallah herhangi bir gıda

maddesi buhranı da vâki ola-

bilir. Böyle bir hal karşısında

bırakmış olduğum 100 silah,

ehl-i erbaba verile. Bunlar ki

hayvânât-ı vahşiyenin yumur-

tada veya yavruda olmadığı sı-

ralarda balkanlara çıkıp avla-

nalar ki, zinhar hastalarımızı

gıdasız bırakmayalar.

Ayrıca külliyemde binâ ve

inşâ eylediğim imârethânede

şehîd ve şühedânın harîmleri

ve Medîne-i İstanbul fukara-

sı yemek yiyeler. Ancak yemek

yemeye veya almaya bizâtihî

kendûleri gelmeyüp güneşin loş

bir karanlığında ve kimse gör-

meden kapalı kaplar içerisinde

evlerine götürüle.”

Bu, Mağrib ve Yesi’den esen

fütüvvet rüzgârıdır, Kâbe’den

yayılan adalet kokusudur.

Öteki’ni yok etmekle değil,

ona hürmetle kendini var kılan

Selçuklu tecrübesinin derinle-

şerek sürmesidir.

Fatih’in fetihlerinde-

ki rûhu, bize ancak Fütûhât-ı

Mekkiye’nin Kâbe’de uçuşan

yaprakları anlatabilir.

“Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u kuşattığı

zaman bilgisine olduğu kadar şahsına

da büyük değer verdiği Akşemseddin

de beraberinde bulunuyordu. Âyet-i

kerîmeleri ve hadîsleri tefsir ederek

askere gayret ve cesaret vermeye

çalışan Akşemseddin, bu arada İslâm

dünyasının ulu kişisi Hazret-i Eyyûb el-Ensârî’nin İstanbul

surları dibinde bulunduğu bilinen kabrini de bulmak

istemişti”

Page 31: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200830

Edebiyat Musa TEKTAŞ

L ider vasıfl ı insanlar, üstün ka-

biliyetleri vesilesiyle, karşı-

larına çıkan bütün problem-

leri gayet rahatlıkla çözebilen, çözüm üreten

kimselerdir. Çünkü lider vasıfl ı insanların me-

sajları ve hayatı algılama şekilleri, hayatla zıt-

laşmadığı gibi günümüz ve geleceğe dâir geçer-

lilik arzeden hususları içerir. Sunduğu mesajlar

ve hedefl er kendi açısından kesin doğru kabi-

linden emin kararlardır. Hayatın gerçekleriy-

le örtüşen söz ve davranışları üzerine bina ede-

ceği hedefl eri doğruluk ilkesi üzerine kuruludur.

LİDERLİK ÖĞÜTLERİ

MEKTÛBÂTI HULÛSÎİ DARENDEVÎ’DEN

Page 32: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

31

Kendi kültürümüzün millî ve manevî unsurlarıyla

bezenmiş duygularla önder olan kişiler en büyük

yatırımı insana yapmışlardır. İnsan yetiştirmenin

ulvîyetini iyi bilerek, bulunduğu toplumda lider-

lik özelliği bariz şekilde meydana çıkabilin hizmet

gönüllülerini yetiştirmişlerdir.

İnsana değeri en yüce pâye

kabul eden manevî liderler-

den biri de Es-Seyyid Osman

Hulûsi Efendi (k.s)’dir. O etra-

fındaki insanları çok iyi tanırdı.

Bir kâmil mürşid olarak, gönül-

den bağlı olanları doğru şekilde

yönlendiren, planlı ve program-

lı hizmetlere memleketin fayda-

sına çalışan, ileri görüşlü, hedef-

leri olan bir mümtaz şahsiyetti.

İnsanları iyi tanıdığı gibi kişile-

rin kabiliyetlerini de iyi analiz

edebilen, ona göre vazifeler ve-

ren biriydi. Bir sohbetlerinde ;

“Biz bir kimseyi daha çok sev-

diğimizden değil, ehli olmasın-

dan dolayı işi ona veririz” buyur-

muşlardır. Mektûbât-ı Hulûsi-i

Darendevî’nin sayfalarını çevir-

diğimiz zaman Hulûsi Efendi Hazretlerinin lider-

lik öğütleri diyebileceğimiz fevkalade özlü mıs-

ralara rastlarız. Mektûbât’taki şu beyit konuyla

alakalı olarak, Hakk’ın çizgisinin ehliyete mebni

olduğunu anlatır bize:

Sen ol işe hôd ehil değilsin

Mi’yâr-ı Hudâ niçin eğilsin

(Sen kendi hâlinle o işe ehil değilsin. Bunun

için Hakk’ın ölçüsü değişmez. Sınırları hiçe sa-

yarak ehil olmadığın işi sana vermek hakkani-

yet ölçüsünü çiğnemek, hakikatten saptırmak

olur. Bu da mümkün değildir.)

Hulûsi Efendi ömrü boyunca, her türlü sosyal

mesele ile ilgilenmiş, kan davaları, ailevî prob-

lemler gibi yakın ve uzak çevrede toplumu il-

gilendir. gibi, muhtereme zevceleri Hacı Naci-

ye Hanım da ailevî problemlerin halli için gayret

gösteren çözüm üreten, hoşgörü aşılayan bir ha-

nımefendiydi. Şöyle bir hatırayı çok kıymetli ev-

latlarından dinledik:

Hacı Validenin tanıdığı çevreden iki ailenin

gençleri evlenirler. Bir süre sonra eşler bat ya baş-

larlar. Aradan birkaç yıl geçer

ve aralıklarla iki taraf da Hacı

Valide’ye birbirlerini suçlayı-

cı beyanlarda bulunurlar. Yine

bu yakınmaların birinde, ailesi-

nin yanında, koca sından ayrı ya-

şayan hanımefendi, kocasından

Hacı Valide’ye yakınırken, Valide

sözünü kesip;

“Kızım, eşin olacak o adam,

eğer senin ve çocuklarının iaşe-

sini, ikamesini, giyinmesini te-

min edip, namus ve şerefi ni ko-

ruyarak vazi fesini yapmıyorsa,

ondan değersiz adam yok; eğer,

o bunları yaptığı halde, sen evi-

ne dönüp çocuklarına anne-

lik, kocana eşlik, evine han ımlık

yapmıyorsan senden değersiz

kadın yok” der.

O hanımefendi, yanında annesi olduğu hal-de Hacı Valide’nin ağ layarak ellerine kapa-nır, özür diler ve ertesi günü kocasına döner. O gün-bugün mutlu ve huzurlu aile yaşantıla-rı çocukları ile birlikte devam eder. İşte Hacı Valide’nin derecesi, seviyesi, yapıcı hâli ayniy-le Hulûsi Efendi’nin aynasıdır…

Mesûliyet Duygusu

Hulûsi Efendi mesûliyet insanıydı. Sorumlu-

luklarını yerine getirme mevzuunda, çok titiz-

di. İşlerini yaparken, çıkan engelleri aşar mutlak

başarıya ulaşırdı. Üzerine aldığı her işi mutlaka

yerine getirirdi. Yapıp ortaya koyduğu hizmetler

karşısında herhangi bir beklenti içerisinde ol-

mazdı. Bu özellik Peygamberimizin “Hepiniz bir

çobansınız ve güttüğünüzden mesulsünüz” ha-

disine uygunluk arz etmektedir.

Page 33: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200832

Çocuklar, Allah Teâlâ’nın bir nimeti olduğu

gibi aynı zaman da anne-babaların elinde büyük

bir emanettir. Emanetin hakkı, korunmak ve kay-

bedilmemektir. Muhafaza edilmek ve ihmal edil-

memektir. Emaneti gözetmek ve ondan gafi l ol-

mamaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Gerçekten

Allah size, emanetleri ehil olanlara vermenizi

emreder.” (Nisâ/58)

Çocuklar; dinleri ve ahlâklarının arındırılması,

sağlıklı metot üzere eğitilmeleri noktasında anne-

babaların ve velilerin yanında bir emanettir. Aynı

zamanda her aile reisi sorumlu bulunduğu evlat-

larının iaşesini temin etmekle mükellef olduğunu

da bilmelidir. Hulûsi Efendi bu mesûliyete şöyle

işaret eder:

Baban bilmez mi kızım âilenin

Reîsidir yokdur kâilenin

Yâ bilir mi bunamış bir kocadır

Yatar uyur ne gündüz ne gece der

Dinleme Sanatı

Dilini muhafaza edebilen ve az konuşan in-

sanlar edepli kimselerdir. Nefsini kötülüklerden

arındıran, ahlâken olgunlaşan kişilerin en be-

lirgin özellikleri az konuşmaları, öz konuşmala-

rı ve dinleme sanatını bilmeleridir. Rivayet edilen

hikmetli sözlerden birinde şöyle denir: “Akıl tam

olursa söz azalır.” Hikmet sahibi insanlardan biri

şöyle der: “Kişinin konuşması faziletinin beyanı

ve aklının tercümanıdır. Güzel olan söze yönelin

ve onun azıyla yetinin.”

Akıl, insanı güzel konuşmaya ve yerine göre

konuşmaya sevk eder. Çoğu zaman susmayı ter-

cih eder ve günahtan korunmak için kendini tu-

tar. Rasûlullah Efendimiz tavsiyesi ile hareket

eder: “Kim Allah’a ve ahiret günü-

ne iman ediyorsa ya hayır söyle-

sin ya da sussun!” buyurmuştur.

Güzel söz, arkadaş olsun, düş-

man olsun her insanla güzel sonuç

verir. Arkadaşla güzel konuşmak,

sevginin ve arkadaşlığın devam et-

mesini sağlar. Düşmanla güzel ko-

nuşmak ise kalplerdeki kini, nef-

reti ve buğzu giderir. Düşmanlığı

söndürür.

Gereksiz ve boş konuşmanın

birçok kötülüğü vardır. Hz. Ömer

(r.a) bundan sakındırarak şöyle de-

miştir: “Sözü çok olanın hatası da

çok olur. Hatası çok olanın hayâsı azalır. Hayâsı

azalanın verâsı (Allah korkusu) azalır. Allah kor-

kusu azalanın kalbi ölür.” Geçmiş âlimlerden biri

şöyle der: “İnsanların en bahtsızı ve musibeti en

büyük olanı çabucak, acele eden bir dil ve acele

hareket eden bir kalbe sahip olan insandır.” Boş

konuşmaktan uzak durmak; faydasız şeylerden,

dinî ve dünyevî açıdan başkalarına faydalı olma-

yan şeylerden dili muhafaza etmek basîret ve ol-

gunluktandır. Sükûtun saltanatını Hulûsi Efendi

şöyle dillendirir:

Sükût serîr-i dilde ahlâk-ı ankâdır

Bu cevher lutf-ı Hudâ’dır herkese nisâr olmaz

Her Şeyin Başı Sevgi

İnsan olmak, sevmesini bilmekle mümkün-

dür. Eğer bir insan yaratılanları, Yaratan’dan ötü-

rü hoşgörerek sevebiliyorsa ve o sevgisini izhâr

edebiliyorsa, gösterebiliyorsa insandır. Onun için

kâmil veliler insan sevgisine ve insan yetiştirme-

Page 34: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

33

ye çok önem vermişlerdir…

Ve sevgi düsturuyla amel edebiliyorsa (sevgi-

si yalnız lâfta kalmıyorsa, sevgisiyle hareket ede-

biliyorsa) ve sevgisiyle yaşayabiliyor, sevgisiyle

yaşatabiliyorsa, o insan mutludur. Mutlu insan-

ların meydana getirdiği toplum da mutlu bir top-

lumdur. Hulûsi Efendi’nin etrafındakilerle, gö-

nül dostlarıyla, hâsılı görüştüğü her insanla olan

münasebetlerinin karşılıklı sevgi temeline dayan-

dığını söyleyebiliriz. Ondaki liderlik ruhu, raiyeti-

nin her ferdi, kendini ona en sevgili bilecek kadar

insanları seven ve onlar tarafından da aynı ölçüde

sevilen seçkin bir ruhtur. Hem onun çevresinde-

kilere hem de çevresindekilerin ona güveni tam-

dı. O her zaman sevgisini ve kendini hissettiren

ve gönüllerde yaşamasını bilen bir şahsiyet ola-

rak çıkar karşımıza. Mektûbât’ında şöyle buyur-

muştur:

Ulu yoldan yürüdük senin yolundur diye

Sevdik yahşiyi kemi senin kulundur diye

Allah için sevmenin önemine Mektûbât’ın sa-

tırlarında şöyle rastlıyoruz:

“Kim bilir vefâsız âlemden bir daha sûrî bir

münâsebetle böyle mülâkat nasîb olmayabilir.

Lâkin ma’nevî bir mecbûriyyetle yekdîğerine

bağlanan gönüller için ebedî bir ayrılık yoktur.

Fahrî, ya’nî fi ’llâh olan muhabbetiniz garazsız

bir hizmet meyvesi zuhûra getirerek bizi ten’îm

etmiştir. Bu cihetin mukâbili cennet bile olsa az-

dır. Kul, Mevlâsı için sevilir. Arada bir sebep

zâittir. Bunu bilerek sebepsiz sevilen dünyâ ve

âhiret saâdetine ereceklerdir. Sûretâ sizlerden

cüdâlık bir şey değildir. Rûhumuz pervâne gibi

muhabbetinizin şem’i ile yanmaktadır.”

Hakk yoluna canın feda eden bir şehidin güzel

hali ve tavrıyla bıraktığı sevgiyi de şu şekilde naz-

metmiştir:

Ma’sum şehîd gurbet elde

Bir gonca gibi açıldı soldu

Hüsn-i ahlâkı ile her gönülde

Bir sevgi bırakdı kendi yok oldu

Asaletli ve Geçmişi Temiz Olmak

Toplum önerlerinin geçmişleri gayet temiz

olmak durumundadır. Eğer temiz olmazsa, geç-

mişte yaptığı fi illeri her an kendisini töhmet al-

tında bulunduracaktır. Asalet ve ilim-amel iliş-

kisi bazı durumlarda insanı diğerlerinden üstün

hale getirir.

Hulûsi Efendi Hazretleri Peygamberimizin

neslinden olma şerefi ni ve necipliğini her za-

man hal ve hareketleriyle ölçülü bir şekilde ser-

gilemiş, herhangi bir söz getirecek fi il ve davra-

nış içerisinde olmamıştır. İlmi, ona tertipli ve

düzenli bir düşünce kazandırmıştır. Her şeyi

yerli yerine koyar ve her şeyin konumunu bilen

bir kabiliyet ile amellerin de ona göre tanzim et-

miştir. Allah’ın emirlerine ve Rasûlullah’ın yo-

luna uygun olarak doğru bir şekilde yaşamış ol-

duğu hayat tarzıyla mutlu olmuş ve her isteğine

kavuşmuştur.

Temiz bir topraktan yaratılan temiz bedenle-

rin dünyaya güzel kokular yayacağına şöyle işa-

ret buyuruyor:

Hâsılı hulk-ı cemîl hâki

Saçdı âlemlere ıtr-nâki

Tokatlı Mustafa Haki Efendi’nin oğlu Baha-

eddin Efendi için yazdığı kabir kitabesinde asa-

letin önemini şu şekilde dile getirmiştir:

Tokadî aslı men fâhir

Neseb-i seyyid-i tâhir

Bu kabr-i pâkidir zâir

Bahâeddîn-i Hâkî’nin

Bir asker arkadaşına yazdığı mektûbundaki

şu beyitlerle aslı temiz nesli temiz, maneviyat

lideri Hulûsi Efendi’yi kendi ifadeleriyle anıp,

sözü bağlayalım:

Darende’de medfûn Şeyh Hâmid Velî

Aslâb-ı Resûldür evlâd-ı Ali

Onun ahfâdından âciz Hulûsî

Şeyh Hâmid-i Velî (Câmi’) Hatîbi

Page 35: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

34

7. DARENDE

SOMUNCU BABA

VE HULÛSİ EFENDİ

KÜLTÜR

ETKİNLİKLERİYAPILDI

Page 36: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

35

V akfımızın Daren-

de Belediyesi ile or-

taklaşa tertip ettiği

“7. Darende, Somuncu Baba ve

Hulûsi Efendi Kültür Etkinlik-

leri” 21 Haziran 2008 Cumar-

tesi günü Darende’de büyük bir

katılımla gerçekleşti. Organi-

zasyonda Başbakan Yardımcısı

Hayati Yazıcı, TBMM eski Baş-

kanı Bülent Arınç, Malatya Mil-

letvekilleri Öznur Çalık, Müca-

hit Fındıklı, İhsan koca ve Ömer

Faruk Öz de hazır bulundu.

Saat 10.00’da Daren-

de Somuncu Baba Camii

namazgâhında binlerce kişinin

katımıyla hatim duası ve Kur’an

ziyafeti yapıldı. Hafız İsmail

Çoşar’in tilaveti, Somuncu Baba

İlahi Grubu’nun ilahileri ve Dr.

Süleyman Aktaş’ın yaptığı du-

ayla hatim merasimi yapıldı.

Başbakan yardımcısı Hayati

Yazıcı’nın katımıyla, ilçede yeni

yaptırılan Ahmet Çokyaşar İl-

köğretim Okulu’nun açılışı ger-

çekleştirildi. Yeni bir proje ile

tanzimi yapılan ilçenin önemli

mesire yerlerinden olan Günpı-

nar Şelalesinde misafi rlerin ka-

tımıyla öğle yemeği yendi.

Tarihî Yusuf Paşa Bedes-

tenin’de Es-Seyyid Osman

Hulûsi Efendi Vakfı’nın düzen-

lemiş olduğu kermesin açılışı

bedestenin açılış töreniyle bir-

likte yapıldı. Darende Hulûsi

Page 37: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Efendi Hastanesi ve Hasan Gazi

Şehitlik Anıtı’nda çeşitli incele-

melerde bulunan heyet daha

sonra Tohma Kanyonu Projesi-

ni yerinde gördü.

17.30’da Darende Güreş

Sahası’nda başlayan etkinlik-

lerde Vakıf adına konuşma ya-

pan Resul Kesenceli,

“1986 yılından itibaren Vakfımız, her canlıya hizme-ti şiar edinerek, hizmetlerini kurulduğu günden beri devam ettirmektedir. Günümüzde ise eğitim, kültür, sosyal yar-

dım alanlarında, yeni proje-ler ile çalışmalarımız tüm hı-zıyla sürmektedir. Yapılan her hizmette Allah’ın rızası göze-tilerek, çalışmalar o doğrul-tuda gerçekleştirilmektedir.” dedi. Etkinliklere davetli ola-rak katılan Filipinler Minda-nao Devlet Üniversitesi Rek-törü Prof. Dr. Ahmet Alonto, çok veciz bir konuşma yaptı. Etkinliklere Türkiye’nin dört bir köşesinden katılan insan-ları burada görmekten mut-luk duyduğunu, dolayısıy-la, Türkiye’nin merkezinin Darende olduğunu söyledi.

TBMM eski Başkanı Bülent Arınç Bey de, hitabında Da-rendelilerin millî ve manevî değerlerine saygılı, eğitime ve kültüre önem veren insanlar olarak tanıdığını, vakfın hiz-metlerini takdirle karşıladığı-nı, sanat estetik ve incelik yö-nünden başta Vakıf Mütevelli Heyet Başkanı H. Hamidettin Ateş olmak üzere emeği geçen-lere teşekkür etti. Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı Bey ise konuşmasında vakıfl arın milletimizin önemli yapı taşı olduğunu, Darende’deki vak-fın hizmetleri ile çok önemli işler başarıldığına işaret etti.

İstanbul Tarihi Türk Mü-ziği Topluluğu Müdürü Ömer Tuğrul İnançer, “Millî ve Ma-nevi Değerlerimiz” konulu bir konuşma yaptı. Dr. Senai Demirci’nin Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî’den seslendirdiği şiirlerin ardından, Ahmet Öz-han, tasavvuf musıkisi kon-serini tamamladı. Yaklaşık 10.000 kişinin iştirakiyle gün boyunca devam eden etkinlik-ler Darende’de tarihî bir gün olarak yaşandı.

Temmuz 200836

Page 38: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

37

Anadolu aşkı ateştir bende,İsli ocaklarda yanar tüterim.Emânet sayılan bu ruh bedende,Nasıl bulunduysa, öyle yiterim. Hüzün seansında ilk akşamların,Tepe dallarında nârin çamların,İç içe kenetli toprak damların,Saçağında serçe olur öterim.

Kaybetti ferini gözlerim nemden,Hayli zebun düştüm sinsi veremden.Farklıyım bu yönde dertli Kerem’den,Mecnun’dan, Ferhat’tan daha beterim.

Seyyahlıkla geçti bunca zamanım,Tozlu yollarına kurbandır canım.Sevgisiyle kuşatılmış her yanım,Gam yükünü taşımaya yeterim.

Vatan ki başlıca derdim dâvamdır,Uğrunda ölmeye inancım tamdır.Bir uçtan bir uca yurdum yuvamdır,Karış karış toprağında biterim.

Ahmet Süreyya DURNA

ANADOLU AŞKI

Page 39: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

İKİ ÂKİBET/ÖLÜM

İKİ YÖNETİCİ

“Saadet çağında yaşananlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sonradan gelen takipçileri için birçok

ibreti ve dersi içinde barındırmaktadır. Yaşanan ve gerçekleşen hâdiselerin aktör ve fâilleri,

bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.)’in çok yakınında bulunan sahâbîleri olunca,

işin mâhiyeti daha bir önem kazanmaktadır.”

Bilim ve HikmetBayram Ali ÇETİNKAYA*

Temmuz 200838

Page 40: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

39

Sadet çağında ya-

şananlar, Hz. Pey-

gamber (s.a.v.)’in

sonradan gelen takipçileri

için birçok ibreti ve dersi için-

de barındırmaktadır. Yaşanan

ve gerçekleşen hâdiselerin ak-

tör ve fâilleri, bizzat Hz. Pey-

gamber (s.a.v.)’in çok yakının-

da bulunan sahâbîleri olunca,

işin mâhiyeti daha bir önem ka-

zanmaktadır. Zira kendilerine

tâbi olunacak “gökteki yıldızla-

rın” her eylemi, sonraki Müslü-

man nesiller için bir mikyas ve

uyulacak kurallar haline dönü-

şecektir.

‘İşte “yıldızlar”dan iki tane-

si, bu yazının konusu olacak-

tır. Bunlar: Amr İbnü’l-Âs ve

Muâviye’dir. Geçen tarihin oluş-

masında önemli yerleri olan bu

önemli ve etkili sahabîler sivil

yöneticidir. Ele alınacak husus,

bu mümtaz şahsiyetlerin ömür-

lerinin son gün ve saatleri ile sı-

nırlı kalacaktır. Şimdi Müslü-

manlar için çok özel sonuçlar

çıkarılabilecek ve erdemli bir

hayatın nasıl şekillendirilmesi

gerektiğinin işaretlerini veren

iki kutlu insanın son anların-

da yaşadıkları ve söyledikle-

rine geçebiliriz.’ Vali Olarak

Doğan Sahabî: Amr İbnü’l-Âs

Hakem olayında Muâviye’nin

sözcüsü olan ve Hz. Ali’yle uzla-

şılan karara aykırı hareket eden

Amr İbnü’l-Âs (r.a.)’ın uzun

bir ömrün sonunda ölüm döşe-

ğindeki hali gerçekten düşün-

dürücüdür. Yatakta uzun süre

ağlayan ve yüzünü duvara dö-

nen İbnü’l-Âs’ın haline dayana-

mayan oğlu ona şöyle seslenir:

“Babacağım Rasûlüllah (s.a.v.)

seni fi lan şeyle müjdelemedi

mi? Rasûlüllah (s.a.v.) seni fi -

lan şeyle müjdelemedi mi?”

Bu tesellî ve teskîn edici söz-

ler üzerine Amr, yüzünü çevi-

rerek topluluğa şunları söyler:

“Şüphesiz ki; hazırlamakta ol-

duğumuz şeylerin en fazîletlesi

Allah’tan başka ilah olmadı-

ğına ve Muhammed’in O’nun

Rasûlü olduğuna şehâdet ge-

tirmektir. Şüphesiz ben üç

hal üzere bulundum. Düşü-

nüyordum da ‘Bir vakitler’

Rasûlüllah (s.a.v.)’a benim ka-

dar şiddetle buğz eden yok-

tu. İmkânını bulup da onu öl-

dürmüş olmak kadar da bence

makul bir iş yoktu. Şayet bu hal

üzere ölmüş olsaydım muhak-

kak cehennemlik olurdum. Al-

lah İslâm’ı kalbime yerleştirdi-

ği zaman Peygamber (s.a.v.)’e

gelerek; ‘Uzat sağ elini de sana

bey’at edeyim.’ dedim. Hemen

sağ elini uzattı. Ben elimi çek-

tim Rasûlüllah (s.a.v.): ‘Ne

oldu sana ya Amr?’ dedi. ‘Şart

koşmak istedim.’ dedim. ‘Neyi

şart koşuyorsun?’ buyurdular.

‘Af olunmamı.’ dedim. ‘Bilmez

misin ki İslâm, kendinden ön-

ceki günahları yok eder, Hic-

ret de ondan önceki günahları

yok eder, Hac da ondan önce-

ki günahları yok eder?’ buyur-

dular.(Artık) Benim nazarım-

da Rasûlüllah (s.a.v.)’den daha

sevgili ve ondan daha büyük

bir kimse kalmadı. Ona kar-

şı duyduğum saygıdan dolayı

kendisine doya doya bakamı-

yordum. Benden onu tavsîf et-

memi isteseler buna takat ge-

Page 41: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

tiremem. Çünkü ona doya

doya bakamazdım. Şayet

bu hal üzere ölmüş olsam

cennetlik olmamı kuvvetle

ümîdederdim. Sonra bir ta-

kım şeyler üzerimize aldık ki,

onlar hakkında hâlim nice

olur bilmiyorum. Öldüğüm

zaman beraberimde hiç-

bir yasçı ve ateş bulunma-

sın. Beni defnettiğiniz zaman

üzerime toprağı iyice döşeyi-

niz. Sonra kabrimin etrafın-

da bir deve boğazlayıp da eti

taksim edilinceye kadar du-

run ki, sizlere ünsiyet edeyim

ve Rabbimin elçilerini nasıl

karşılayacağımı düşüneyim,

dedi.”1

Sahîh-i Buhârî’den son-

raki en önemli hadis kayna-

ğı Sahîh-i Müslim’de geçen

bu hadis hakkında açıklama

yapan Muhammed el-Übbe,

Hz. Amr’ın vasıfl arı, vazifele-

ri ve servetiyle ile ilgili ilginç

bilgileri de okuyucuyla pay-

laşmaktadır:

Akıl, fi kir ve lisan yönün-

den Arapların dâhîsi olan

Amr’ın bu özelliği, Hz. Ömer’i

de oldukça etkilemiştir. Nite-

kim sözlerini anlamayan mu-

hatabına Hz. Ömer şu sözler-

le karşılık verir: “Seni ve Amr

İbnü’l-Âs’ı yaratan Allah’ı

tenzih ederim”.

Amr, Hz. Ömer dönemin-

de on yıl üç ay, Hz. Osman

döneminde dört yıl ve Hz.

Muâviye döneminde iki yıl

üç ay valilik yapmış ve Hicrî

43 tarihinde 90 yaşında ve-

fat etmiştir. Arkasından mi-

ras olarak 325.000 altın ve

2.000.000 dirhem gümüş ile

çok kıymetli meşhur bir çift-

lik bırakmıştır.

Vefat anında bıraktığı bü-

yük servete bakarak yaptık-

larının bir muhasebesini ya-

pan Amr İbnü’l-Âs, orada

bulunanlara şu sözleri söy-

ler: “Keşke ya sen bir deve te-

zeği olaydın ya ben Selâsil

gazâsında öleydim. Öyle işle-

re girdim ki Allah huzurunda

onlar hakkında huccetimin

ne olacağını bilmiyorum.

Muâviye’nin dünyasını dü-

zelttim. Ama kendi âhiretimi

batırdım. Aklımı şaşırdım

nihayet ecelim geldi. İşte ecel

ile pençeleşmekteyim. Malı-

mı aldı. Ailem hakkındaki hi-

lafetimi berbat etti”.

Pişmanlık ifadesi olan bu

sözlerden sonra Amr, oğlu-

na bir bukağı getirmesini ve

onunla elini boynuna bağla-

masını ister. Oğlu, babasının

Temmuz 200840

Page 42: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

41

söylediklerini yaptıktan sonra

Amr başını semaya kaldırarak

son sözlerini söyler: “Allah’ım

sen bana emir buyurdun ben

isyan ettim; nehy buyurdun

kulak asmadım. Kudretim yok

muzaffer olayım. Suçsuz de-

ğilim mâzeret beyân edeyim.

Ben ancak senden başka ilâh

olmadığına, Muhammed’in

senin kulun ve Rasûlün oldu-

ğuna şehâdet ediyorum”. Son

sözlerini böylece ifade ettikten

sonra Amr, pişman ve düşün-

celi birinin duruşu gibi parma-

ğını ağzına koyarak vefat eder.

Babasının ölüm anına şahit

olan oğlu ise şu sözleri söyle-

mekten kendini alamaz: “Ba-

bacığım keşke ölmekte olan

akıllı bir adamın yanına var-

sam da neler çektiğini bana

anlatsa derdim. İşte ölüm se-

nin de başına geldi neler çek-

tiğini bana anlat”. Hz. Amr da

ona şöyle karşılık verir: “Yavru-

cuğum sanki bir karanlık için-

deyim, sanki iğne deliğinden

nefes alıyorum, sanki bir

diken dalı ayağımdan

başıma doğru

ç e k i l i -

yor.”.

Medînelilerden bazı kim-

selerin bildirdiğine göre, Amr,

çocuklarına şunları söyler:

“Ben ne öldüğüm zaman beni

cehenneme götürecek şir-

kin içindeyim, ne de beni cen-

nete götürecek İslâm’ın için-

de. İslâmiyet hakkında her

ne kadar kusur etsem de yine

‘lâilâhe illâllah’a sarılmakta-

yım.”

Üzerine toprak örtülmesi-

ni ve cenazesinin arkasından

meddah, yasçı ve benzeri kötü

adetlerin yapılmamasını vasi-

yet eden Amr’ın bu hali, onun

dindeki sebatını ve Allah’tan ne

derece korktuğunı gösterir.2

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Gömleğini Giydirdiği Vahiy Katibi Muâviye

Son anlarını anlatacağı-

mız ikinci yönetici ise, ha-

kem olayında Amr İbnü’l-

Âs’ın kendisini temsil ettiği

kişi Muâviye (r.a.)’dir.

Muâviye, Hz.

Peygamber’in

vahiy kati-

bi olup,

Ebu Süfyan’ın oğludur. Hz.

Ali’yle olan mücadelesinin so-

nucunda hilafet makamı-

na yerleşmiştir. Hayattayken

oğlu Yezid’i veliahd tayin et-

miştir. Bu anlamda İslâm ta-

rihinde, saltanat yönetimini ve

hânedanlık sistemini ilk defa

uygulamaya sokan kimsedir.

Oğlu Yezid, hastalığı ağırlaş-

tığı zaman babası Muâviye’nin

yanında bulunamaz. Sonra ba-

basının yanına Osman b. Mu-

hammed b. Ebi Süfyan’ı ala-

rak beraberce Muâviye’nin

bulunduğu odaya girerler. O

sırada Muâviye son saatleri-

ni yaşamaktadır. Yezid, onun-

la konuşmak ister, ancak

Muâviye konuşmak istemez.

“Vefat anında bıraktığı büyük servete bakarak

yaptıklarının bir muhasebesini yapan Amr İbnü’l-Âs, orada

bulunanlara şu sözleri söyler: “Keşke ya

sen bir deve tezeği olaydın ya ben Selâsil gazâsında öleydim. Öyle işlere girdim ki

Allah huzurunda onlar hakkında huccetimin ne olacağını bilmiyorum.”

Page 43: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Bunun üzerine Yezid ağlamaya

başlar. Muâviye (r.a.) bir süre

Yezid’i iyice süzdükten sonra

şunları söyler:

“Yavrucuğum! Hakkında

Allah’tan en çok korktuğum şey

sana yaptıklarımdır. Yavrucu-

ğum! Resûlullah (s.a.v.) ile bir-

likte sefere çıktığım olurdu.

Kendileri kazây-ı hâcet eder de

abdest alırsa ellerine suyu ben

dökerdim. Bir defasında göm-

leğimin omuz başından yırtıl-

dığını görerek, ‘Yâ Muâviye!

Sana bir gömlek giydireyim

mi?’ buyurdular. ‘Hay hay Yâ

Resûlullah!’ dedim. Bunun üze-

rine bana bir gömlek giydirdi.

Onu bir defadan başka giyme-

dim. Gömlek bendedir.”

Muâviye, oğlu Yezid ve ora-

da bulunanlara Hz. Peygamber

ile olan özel anlarından bahset-

meye devam eder ve ölümün-

den sonra kendisi için yapıl-

ması gerekenleri onlara vasiyet

eder: “Yine bir gün Resûlullah

(s.a.v.) tıraş oldu. Kesilen saç-

larını ve tırnak kesintileri-

ni aldım. Bunları bir şişe içine

koydum. Öldüğüm zaman yav-

rucuğum, beni yıka! Sonra bu

saçlarla tırnakları benim gözle-

rime ve burnuma koy! Bâdehû

Resûlullah (s.a.v)’in gömleğini

kefenimin altına gömlek yerine

koy. Eğer (bana) bir şey fayda

verecekse bunlar verir”.

Şu halde dünyaya fazla kıy-

met veren iki sahabî’nin ölüm

anlarındaki durumlarını ve

Hz. Peygamber’e (s.a.v) yöne-

lik hürmet ve saygılarını ibret-

le ve insafl a düşünmek gerek-

mektedir. Haklarında birçok

insafsız değerlendirmenin

yapıldığı Amr İbnü’l-Âs ve

Muâviye’nin Hz. Peygamber’e

olan sevgi ve saygıları böyledir

ve bu bütün sahabîlerin ona

olan sevgilerinin tahminlerin

daha ötesinde olduğunu gös-

terir. Müslümana düşen görev

ise; bu iki sahabe hakkında,

onları hak ve hukuk terazisiy-

le yargılamak değildir. Tüm

sahâbe-i kirâm hakkında “Al-

lah onlardan razı olsun” du-

asıyla onları güzel bir lisanla

hatırlamak ve yaptıkları icra-

atlardan dersler çıkarmaktır.3

Gerek Amr İbnü’l-Âs ge-

rekse Muâviye’nin son saatle-

rinde yaşadıklarından ve söz-

lerinden bir takım hükümler

çıkarmak mümkündür:

a. Son nefeslerini vermek

üzere olan bir hastaya Allah’tan

ümidini kesememesini tavsi-

ye etmek güzel bir uygulama-

dır. Onun yanında ümit veren

âyetleri, af ve müjdeyle ilgili ha-

disleri okumak yerinde bir dav-

ranıştır. Ayrıca Allah’tan umu-

dunu kesmesin diye yaptığı

iyilikleri ve erdemli davranış-

larını anmak gerekir ki, son ne-

fesinde Allah’ın affını ve mağ-

fi retini dileyerek terk-i dünyâ

eylesin. Çünkü son anlar önem-

lidir ve bu tür bir hareket tarzı

müstehabdır.

b. Cenazenin başında aşırı

yas tutmak, arkasından yürüye-

rek onun iyiliklerini anmak ve

bağırıp ağlamak haramdır. Ay-

rıca ölünün arkasından mum

ve çıra yakarak yürümek mek-

ruhtur. Çünkü bunlar câhiliye

geleneklerindendir. Ayrıca son

yıllarda bir tür kötü bir bida-

ta dönüşecek dereceye ulaşmış

olan, cenazeyi alkışlamak da,

İslâm gelenekleriyle bağdaşma-

maktadır.

c. Kabrin üzerindeki toprağı

yaymak müstehab olan bir dav-

ranıştır. Ancak kabrin üzerine

oturmak doğru bir hareket de-

ğildir. Yine cenaze toprağa ve-

rildikten sonra onun başında bi-

raz beklemek de müstehabdır.4

* Doç. Dr.

1 Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tecüme ve Şerhi, II. baskı, İstanbul 1977, I, 454 (Kitabu’l-İman, 54).

2 Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I, 454-455.

3 Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I, 455-456.

4 Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I, 456-457.

Dipnot

Temmuz 200842

Dört Halifeye ait kılıçlar / Topkapı Sarayı

Page 44: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

43

Eski bir yaradır içimde Yemen!

Bir yara ki iliklerimi emen!

Yasaklanmış sanki telaffuzu men!

Gizli bir ağıt okunur ya hani!

Ey gittiği seferden dönmeyen er!

Bizi de bir gün çağırır mı o yer!

Kim toprak için o toprağı giyer?

Kavuşmak mı belki, umulur ya hani!

Çölde sıcak, açlık, susuzluk, tuzak!

Makus Yemen bize uzak mı uzak!

Ey dedemi kör eden yaş, durma ak!

Bir gün su bendini bulur ya hani!

Güneşin batışıyla Huş’un adı,

Muş’a döndü unutuldu yâdı!

Şehit analarının tiz feryadı,

Bir Yemen Türküsü solur ya hani!

Yemen’de çöl var, Sarıkamış’ta kar!

Birinde ter, birinde humma akar!

Ocaklar söndürür, yürekler yakar!

Bir musibettir vurur ya hani!

YEMEN ŞEHİTLERİNE

Çöl mü yuttu, hani dört asırlık iz!

Redif Alayları nerdesiniz siz?

Öyle yatarsınız derin ve sessiz!

Tıpkı Ashab-ı Kehf uyur ya hani!

Asırlık derdime Yemen dert ekler!

Mahzundur şehitler hep bizi bekler!

Az değil binlerce öbek öbekler!

Gurbette insan burulur ya hani!

Ey kalpleri hep vatan için atan!

Bir, Sarıkamış ve Yemen’de yatan!

Bize Misak-ı Milli’yi dayatan!

Aslanı kafeste korur ya hani!

Tarihi tarihe terk ne büyük ar!

Tarih, tarihten ders alanlara var!

Rüzgâr bile köksüz olanı savar!

Ağaç kalır, ot kaybolur ya hani!

Bir silkinsek Anadolu bize dar!

Hedef haksa insan kendini adar!

İla-yi kelimetullah’a kadar!

Ne fatihler bekler durur ya hani!

Mehmet SERTPOLAT

Page 45: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Edebiyat

Enbiya YILDIRIM*

Temmuz 200844

KLASİKLERİ

OKUMA YÖNTEMİMİZ

ÜZERİNE

Page 46: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

45

Mü k e m -

m e l -

lik, sade-

ce yaratan için söz konusudur.

İnsan her ne yapıyorsa, onun

için mutlak bir mükemmellik

asla söz konusu değildir, insan-

la ilgili ve insan eseri olan her

şeyi mükemmelliği noksan ve

izâfîdir. Gerçek ve mutlak mü-

kemmellik olmadığı içindir ki,

insanoğlu her gün terakkî için-

dedir. Nitekim İmâd İsfehânî

insanların kaleme aldıkları

eserlerin her zaman eksiklikler

içerecekleri bağlamında şöyle

söylemişti:

“Kitap yazan bir insanın er-

tesi gün mutlaka şöyle dediğini

gördüm: ‘Şurası değiştirilseydi

daha güzel olurdu. Buraya bir

ilave yapılsaydı tamamlanmış

olacaktı. Şura öne alınsaydı, şu

kısım da yazılmasaydı hoş ola-

caktı.’ Bu, ibret alınması gere-

ken önemli bir husustur. Çün-

kü insanın eksikliklerle malul

olduğunu göstermektedir.”

Bu noktada, çoğu dilimize

tercüme edilmiş durumda olan

klasik İslâmî kaynakların okun-

malarında dikkat edilmesi ge-

reken bazı hususlar vardır. Söz

konusu kitapların okunmasın-

da bunların dikkate alınması,

hem anlaşılmaları hem de gü-

nümüze taşınmaları açısından

önem arz etmektedir. Bunları

şöyle sıralayabiliriz:

1-Rivâyet tefsiri dediğimiz

ve âyetlerin Hz. Peygamber

ve İslâm bilginlerinden gelen

açıklamalarla yorumlanması-

na yönelik tefsirlerin okunma-

sında öne çıkan husus şudur:

Rasûlullah’ın bizzat kendisin-

den her bir âyetin ne için nâzil

olduğu ve neyi hedefl ediği hu-

susunda rivâyet gelmemiştir.

Özellikle geçmiş peygamber-

lerin kıssaları ve kevnî dedi-

ğimiz evrenin yapısıyla ilgili

bilgiler veren veya âhiret haya-

tını anlatan âyetler hususun-

da Rasûlullah’tan nakledilen

hadislerin sayısı oldukça az-

dır. Âyetleri tefsir etme duru-

munda kalan müfessirler söz

konusu âyetlerde kastedilen

maksadı açıklamak adına, ma-

alesef bir kısmı sahabîlere da-

yandırılılarak nakledilen ve

isrâiliyyat olarak adlandırdığı-

mız rivâyetlere müracaat etmek

durumunda kalmışlardır. On-

ların Kur’an’ı açıklamak adına

ortaya koydukları çaba bahset-

tiğimiz tefsirlerin dikkatli okun-

masını gerekli kılmaktadır. Zira

söz konusu eserlerde yer alan

rivâyetler bazen Kur’an’ın anla-

şılmasını zorlaştırıcı veya farklı

yöne çekici bir durum arz ede-

bilmektedir.

2-Elimizde bulunan hadis

kitapları, Hz. Peygamber’den

nakledilen sahih hadisleri top-

lama çabasıyla derlenmiş çalış-

malardır. Söz konusu eserlerin

yazarları büyük sıkıntılara gi-

rerek ve uzun yolculuklara çı-

karak Rasûlullah’ın hadislerini

bizlere ulaştırabilmek amacıyla

çabalamışlardır. Klasik kitapla-

rımızda onların katlandıkları sı-

kıntılar detaylı şekilde anlatılır.

Bunlar okunduğunda insanın

kalbinde onlara karşı bir sevgi

oluşur. Bununla birlikte, unu-

tulmaması gereken husus, söz

konusu eserleri hazırlayan mü-

ellifl erin birer insan olduk-

larıdır. Bunun anlamı, insan

elinden kaleme dökülen bu ça-

lışmalarda, müellifl erinin ken-

di kriterlerine göre sahih kabul

ettikleri, ancak yeni çalışmalar-

la öyle olmadıkları anlaşılabile-

cek rivâyetlerin bulunabilece-

ğidir. Böyle bir şeyin olabilme

gerekçesi şöyle açıklanabilir:

Birkaç bin hadis barındıran ha-

dis kitaplarında geçen her bir

rivâyetin sıhhatini bugünün

şartlarında tahlile tabi tutmak

aylarca süren bir çalışmayı ge-

rektirmektedir. Hadis kitapla-

rını hazırlayan müellifl erin bu

genişlikte zaman ayırabilmeleri

imkan dâhilinde değildi. Bunun

yanında diğer önemli bir hu-

sus da, söz konusu eserleri ya-

zan müellifl erin, İslamî ilimler

yanında sosyal ve fi zik ilimleri

alanında hadisleri kritize ede-

cek yeterli birikime sahip olma-

Page 47: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200846

malarıydı. Bu nedenle, bizler

günümüzde sahip olduğumuz

sosyal ve fi zik ilimleri alanında-

ki bilgilerle rivâyetleri muhte-

va açısından değerlendirirken,

bundan bin yıl önce yazılmış

hadis kitaplarının müellifl erin-

den bu bilgiye sahip olmasını

bekleyemeyiz.

Burada İslamî ilimlerde mü-

tehassıs olmayan okuyucuya

hatırlatılması gereken önem-

li bir husus vardır: Hadis ki-

taplarını yalın olarak okumak,

bazen anlaşılmaz olabilir. Bu

nedenle günümüzde yapılan,

ama hâlâ emekleme dönemin-

de olan yeni çalışmalar ışığın-

da hadisleri okumak daha doğ-

ru olacaktır.

3-Gerek ilmihal türü ve ge-

rekse daha geniş boyuttaki

İslâm hukuku alanındaki çalış-

maları okurken zaman zaman

mezhep taassubuna kapılındığı

görülebilmektedir. Bu neden-

le bir mezhebin kitabında isim

verilerek “Bu konuda falan-

ca mezhebin görüşü şöyledir.”

tarzındaki hüküm cümlelerinin

ihtiyatla karşılanması gerek-

mektedir. Çünkü bazen bu de-

ğerlendirmelerin yerinde olma-

dığı söz konusu olabilmektedir.

Diğer mezhebin tâlî kitapların-

dan birine veya o mezhepteki

bir şahsın kendi mezhebine ay-

kırı düşen görüşüne bakılarak

genelleme yapılabildiği olmak-

tadır.

4-İslam tarihi, tasavvuf ve

Marifetnâme türü ansiklope-

dik çalışmalara gelince; bunları

okurken dikkat edilmesi gere-

ken en önemli husus, söz ko-

nusu eserlerin yazarlarının ele

aldıkları konularda ellerinde

bulunan kıssa, rivâyet ve hikâye

türü dökümanı, bunların ger-

çekliğini fazla göz önünde bu-

lundurmadan kullandıklarıdır.

Örneğin bir tasavvuf kitabında,

yazarının öncelikli hedefi oku-

yucuları güzel kul olmaya yö-

neltmektir. Bu nedenle ele aldı-

ğı konularla ilgili olarak, gerek

geçmiş kavimlerden ve gerekse

İslam sonrasına ait, konuya uy-

gun malzemeyi, sıhhat durumu-

nu göz önünde bulundurmadan

rahatlıkla kullanmışlardır. Bu-

nun yanında söz konusu eser-

lerin bir kısmında, Mevlânâ’nın

eserlerinde olduğu gibi, bugün

için ahlâken problemli görü-

lebilecek hikâyelere rastlamak

mümkündür. Bu hikâyeleri ese-

rin geri kalan kısımları düşü-

nülerek mütalaa edildiğinde,

öncelikli olarak bir mesaj veril-

meye çalışıldığı ve halkın dikka-

tini daha fazla çekecek örnekle-

re yer verildiği görülecektir. Bu

tür eserlerin bütünü göz önün-

de bulundurulmadan, seçme-

ci yaklaşımla içlerinden birkaç

hikâye almak ve İslâm mede-

niyeti binasının inşasında yapı

taşı olan çalışmaların değerini

düşürmeye çalışmak, tarih bo-

yunca gerçekleştirdikleri hiz-

meti inkâr etmek olur. Bunun

yanında bu eserlerin, bizlerin

tarihi inşa etmesinde sağladık-

ları büyük katkı yanında, ka-

bul edilemeyecek hurafeler ve

aslı olmayan bilgiler içermele-

rine karşın o dönem insanları-

nın bilgi hazinelerini aktardık-

larını unutmamak gerekir.

Hem neden dikkatli oku-

mamızı gerektirdiği, hem de o

dönem insanlarının bilgi biri-

kimlerini yansıttığını anlaya-

bilmemiz için birkaç örnek ver-

mek yerinde olacaktır. Örneğin

Marifetnâme’de güneş ve ay

tutulmalarıyla ilgili olarak şöy-

le geçer:

“Allahü teâlâ güneş ve ay

tutulmaları için belli zaman-

lar takdir etmiştir ki, yeryü-

zünde kulları güneş ve ayın de-

ğişmesini görerek mütenebbih

olup kendisine tevbe edip yö-

nelsinler. Güneş tutulması za-

manı geldiğinde güneş, araba-

sından düşüp semâya doğru,

yukarıda adı geçen deryanın

derinliklerine gider. Eğer ta-

mamen düşerse tam güneş tu-

tulması olup, yıldızları örten

ışığı kaybolarak büyük yıldız-

lar görünür. Eğer yarısı der-

yaya düşerse düştüğü miktarı

tutulur. Tutulma anında güne-

şe ait melekler iki kısım olur-

lar. Bir kısmı tesbih ederek gü-

neşi arabasına doğru çekerler.

Diğer kısmı da yine tesbih ede-

rek, arabasını güneşe doğru

yaklaştırırlar. Bu esnada yine

batıya doğru hareket ettirirler.

İki üç saat içinde güneşi ara-

basına koyarak ışık verir halde

batma yerinden batırırlar. Ay

tutulması vakti gelince de aynı

şekilde ay, arabasından der-

yaya tamamen veya bir kısmı

düşer. Düştüğü kadar yeri tu-

tulur. Ay’a ait melekler de ikiye

ayrılırlar. Bir kısmı ay’ı ara-

baya diğer kısmı arabayı ay’a

yaklaştırarak yerine yerleşti-

rirler.”

Page 48: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

47

Erzurumlu İbrahim Hak-

kı’ nın bu anlatımı, yukarıda

değindiğimiz üzere, insanlığın

geçirdiği bilgi serüvenini ve o

dönemlerde yaşayanların biri-

kimlerini ve bunların düzeyini

anlamamıza yardımcı olmak-

tadır. Toplumların gelişimi-

ni bu çalışmalar vasıtasıyla ta-

kip etmek mümkündür. Aynı

durum Evliya Çelebi’nin

Seyahatname’sinde de söz ko-

nusudur. Örneğin Avusturya

kralını tanıtırken şöy-

le der:

“O, orta boylu, faz-

la yakışıklı ve güzel

olmayan bir yara-

tılışa sahipti. Ne fa-

zla şişman ve ne de

zayıftı. Suratı, ince ve

uzun bir yapıdaydı.

Tilkinin suratına ben-

zemekteydi. Her bi-

rine üç parmağın

birden girebileceği

burun deliklerinden

eşkıyaların bıyıkları

uzunluğunda kıllar

sarkmış, uzun bıyıkları ve

saçları birbirine karışmış,

perişan bir manzara arz et-

mekteydi. Dudakları deve

dudağına benziyor. Ağzı bir so-

mun ekmeğini rahatlıkla bir lo-

kma edebilecek kadar büyük ve

çirkin. Konuşurken ağzından

o kadar tükürük çıkıyor ki,

hizmetçiler hiç yanından

ayrılmadan her an başucunda

bekliyorlar ve ellerindeki ko-

caman mendillerle sık sık

ağzının kenarlarını silmek

zorunda kalıyorlar. Sürekli

karmaşık olan saçlarını tara-

maya çalışıyor. Parmakları

langa hıyarına benziyor. Yüce

yaratıcının hikmeti, bu haneda-

na mensup olan kralların hepsi

aynı kabalıkta, aynı yaratılışta

çirkin ve hoşa gitmeyen bir

yapıya sahip insanlardır. Ki-

liselerde, ülkelerinin değişik

yerlerinde ve paralarının üze-

rinde basılı resimleri, aynı

çirkinliklerini olduğu gibi

yansıtmaktaydı. Eğer bir res-

sam bunların bu çirkin ve

kaba yapılı şahsiyetlerini

olduğu gibi orijinal şekliyle

değil de gerçeğine aykırı ola-

rak, güzelleştirerek çeki-

ci bir hale getirip nakşederse

onu hemen buldurup kat-

lettirirlerdi. Çünkü bu gü-

zel resimler, onların gerçek

şahsiyetlerini göstermiyordu.

Halbuki onlar, çirkinlikleri ve

kabalıklarıyla övünüyor, gu-

rur duyuyorlardı.˝

Bir örnek de İslâm tarihi

kaynaklarından olan Mes’ûdî’den

verelim. Onun anlatımına göre,

deniz hayvanları İskender’in

İskenderiye’yi inşasına mâni

olduklarında, İskender ağaç-

tan bir tabut yaptırmış, tabu-

tun içine de camdan bir sandık

koymuş, kendisi de içine girerek

denize dalmıştı. Deniz altında

gördüğü bu şeytani hayvanla-

rın suretlerini çizmiş, çıktıktan

sonra bunların madenden hey-

kellerini yaptırmıştı. Deniz hay-

vanları denizden çıktıklarında

karşılarında heykelleri görün-

ce kaçmışlar, onlar da bunla-

rın şerrinden böylece kurtul-

muşlardı. İskender

bundan sonra şehrin

inşasını rahatça ta-

mamlayabilmişti.

Sözün özü, geç-

mişine sahip çık-

mayanın geleceğin-

den bahsedilemez.

Bu nedenle klasik

çalışmaları kendi-

mize dayanak yapa-

rak, köklerimizden

kopmadan geleceğe

uzanmaya çalışmak

durumundayız. Kök-

süz ve geçmişinden

koparak dünyaya güzellik ka-

tacak bir medeniyet inşa etmek

imkânsızdır. Burada belki sözü

edilecek husus, geçmişi tama-

men tasdik edici bir gözle oku-

mak yerine eleştirel bakış açısı-

na sahip olmak gerektiğidir. Zira

eleştirinin olmadığı ve mutlak

tasdikin söz konusu olduğu yer-

de, zihinsel üretimden söz etmek

mümkün değildir. Ebû Hanîfe

ile öğrencilerinin tartışmalarıyla

ve birbirlerine itirazlarıyla dolu

olan Hanefî fıkıh kitapları bizim

için en güzel örneklerdir.

* Prof. Dr.

Page 49: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200848

Üstün NİTELİKLİ

YÖNETİCİ

İslâm’ın Yöneticilik İçin Önerdiği Bazı İlkeler

FıkıhAbdullah KAHRAMAN*

Page 50: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

49

“Bir yöneticinin istenen itaati hak edebilmesi için de İslâm

bazı vasıfl ar belirlemiştir. Bunların bir kısmı kısaca şöyledir:

Yönetici her şeyden önce kendine, halkına, insanlara ve

ülkesine karşı samîmî olmalıdır. Samîmî olan yönetici ve

lider hiçbir yapmacık hareketlerde bulunmaz. Halkına ve

ülkesine hizmetten ibadet etmekten aldığı zevk gibi zevk

alır. Onun için de onun yorgunluğu kendini mutlu eder.”

T 0plumda yö-

neten ve yö-

netilen gibi iki

temel sınıfın bulunması kaçı-

nılmazdır. Bu sebeple insan-

lar üstün nitelikli yöneticilere

her zaman ihtiyaç duymuşlar-

dır. Aslında yöneticilerin nasıl

olması gerektiğini hem yöneti-

ciler, hem de yönetilenler çok

iyi bilmektedirler. İnsan nefsi

dişine ve keyfi ne göre yöneti-

ciler istese de, bu gibilerin is-

tenen huzuru sağlayamadığını

görür ve bir süre sonra bunları

çekiştirmeye başlar. Dirayetli,

ehliyetli ve üstün nitelikli ol-

mayan bir yöneticiden, başta

kendisine fayda gelmez. Du-

rum böyle olunca bu gibilerin

insanların ve devletlerin âlî

menfaatlerini temin etmele-

ri tamamen hayal olur. Bu se-

beple insanlık ne çekmişse ni-

teliksiz idarecilerden çekmiş,

iyilik ve güzellik adına ne gör-

müşse üstün nitelikli yönetici-

lerden görmüştür.

İslâm’ın Liderlik Konusundaki

Öncelikleri

İnsanlık için son din olma

yanında, aynı zamanda eşsiz bir

medeniyet olan dinimiz insan-

lık için son derece önemli olan

liderlik konusunda da sağlam

prensipler getirmiştir. Çünkü

istenen niteliğe sahip liderlere

itaatı şart koşmuştur. Hatta yö-

neticilere itaatı, Allah ve Resu-

lüne itaatı emrettiği âyette ele

almış ve şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Allah’a ita-

at edin. Peygamber’e ve sizden

olan ülü’l-emre (idarecilere) de

itaat edin…”1. İslâm’a göre yö-

neticiye itaat mutlak değildir.

Aksine bu, yöneticinin doğru

yolda olmasına; halkın, ülke-

nin, insanlığın faydasına çalış-

malar yapmasına bağlıdır. Bu

konularda haddi aşanlar, yö-

netim makamını şahsî çıkarları

için kullananlar, halkın ve ülke-

nin geleceğini karartacak icra-

atlar yapanlar ve adaleti temin-

den âciz kalanlar itaat hakkını

da kaybederler. Konuyla ilgili

bir hadiste Resûl-i Ekrem şöy-

le buyurmuştur: “Masiyeti (kö-

tülüğü ve günah olanı) emret-

mediği sürece, hoşuna giden

ve gitmeyen her hususta Müs-

lüman ferde düşen, yöneticiyi

dinlemek ve ona itaat etmektir.

Kendisine masiyet emredildi-

ği zaman dinleme ve itaat etme

yükümlülüğü düşer”2.

Bir yöneticinin istenen itaa-

ti hak edebilmesi için de İslâm

bazı vasıfl ar belirlemiştir. Bun-

ların bir kısmı kısaca şöyledir:

1. Samimiyet

Yönetici her şeyden önce

kendine, halkına, insanlara ve

ülkesine karşı samîmî olmalı-

dır. Samîmî olan yönetici ve li-

der hiçbir yapmacık hareket-

lerde bulunmaz. Halkına ve

ülkesine hizmetten ibadet et-

Page 51: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

mekten aldığı zevk gibi zevk

alır. Onun için de onun yorgun-

luğu kendini mutlu eder.

2. Adalet

Yöneticinin asla taviz vere-

meyeceği hususlardan biri de

adalet ilkesidir. Adaleti temin

edemeyen veya kendisi âdil

davranamayan zulüm yapıyor

demektir. Yüce Allah idarecile-

rin adalet şartına riayet etmesi

gerektiğini anlatırken şöyle bu-

yurmuştur: “Allah size, mutla-

ka emanetleri ehline vermenizi

ve insanlar arasında hükmet-

tiğiniz zaman adaletle hükmet-

menizi emreder…”3. Adalet aynı

zamanda halkın gönüllü itaatini

de sağlayacağı için çok önem-

li bir ilkedir. Bu hem başarı-

nın hem de kalkınmanın temel

sebebidir. Bundan dolayı Hz.

Ömer: “Adalet mülkün temeli-

dir.” demiştir. Hz. Peygamber

de bir hadislerinde şöyle bu-

yurmuştur: “Şüphesiz ki ada-

letle iş görenler, Allah katın-

da nurdan minberler üzerinde

Rahmân’ın sağında olacaklar-

dır…”4 Yine adaletli yöneticiler

Allah’ın özel gölgesinde olacak-

lar arasında sayılmıştır.

3. Görev Almaya Aşırı Hırs Göstermemek

Yüce dinimiz yönetici olma-

ya aşırı hırs göstermeyi aslâ hoş

karşılamamıştır. Bunun yerine

yönetici olmaya elverişli vasıf-

ları taşıyacak duruma gelmeyi

teşvik etmiştir. Abdurrahmân

b. Semûre’nin anlattığına göre

Hz. Peygamber kendisine şöy-

le demiştir: “Ey Abdurrahman!

Yöneticiliği isteme! Çünkü iste-

yerek sana verilirse onunla baş

başa bırakılırsın! İstemeden

verilirse onun gereklerini yeri-

ne getirme hususunda yardım

görürsün”5. Böyle bir prensi-

bin ortaya konmasının sebebi,

yönetici olmaya talip olanların

mutlaka bir çıkar peşinde koş-

maları ve kerametlerini kendi-

leri nakletmeleridir. Hâlbuki

başkası tarafından seçilen ve

aday gösterilenler genelde ehil

insanlardır.

Bir başka hadiste Hz. Pey-

gamber görev alanlarından bi-

rine talip olanlara şöyle demiş-

tir: “Vallahi biz bu işe ne onu

isteyen birini tayin ederiz; ne

de ona hırs gösteren birini”6.

4. Ehliyet ve Dirayet

Hz. Peygamber yönetici ola-

rak tayin ettiği kimselerin ehil

ve dirayetli olmasına dikkat et-

miş ve önem vermiştir. Nitekim

kendisini vali yapmasını iste-

yen Ebu Zer’i bu işe tayin etme-

miştir. Olayı ve gerekçesini biz-

zat Ebu Zer’den dinleyelim, o

diyor ki :

-Ya Rasulallah! Beni vali

yapmıyor musun? dedim. Bu-

nun üzerine Rasulüllah eli ile

Temmuz 200850

“Hz. Peygamber de

bir hadislerinde şöyle

buyurmuştur: “Şüphesiz ki

adaletle iş görenler, Allah

katında nurdan minberler

üzerinde Rahmân’ın sağında

olacaklardır…” Yine adaletli

yöneticiler Allah’ın özel

gölgesinde olacaklar arasında

sayılmıştır.”

Page 52: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

51

omzuma vurdu ve sonra şöyle

buyurdu. “Ya Ebu Zer! Sen za-

yıfsın. Bu valilik bir emanettir.

Gerçekten o, kıyamet gününde

kepazelik ve pişmanlıktır. Yal-

nız onu hakkı ile ele alarak o

hususta üzerine düşeni yapan

müstesnâ!”7.

Burada Hz. Peygamber,

Ebu Zer’in şahsiyetinden kay-

naklanan zaafa bizzat dikkat

çekmektedir. Çünkü ehliyetli

ve dirayetli olmayan yöneticiler

kısa sürede başkalarının oyun-

cağı haline gelir ve halkın mas-

lahatını temin edemezler. Bu

gibiler bulundukları makam-

ların hakkını veremeyecekle-

ri için halka ve hakka ihanet et-

miş olurlar.

5. Yolsuzluktan Sakınma

Bir idarecinin ve liderin

kendisine güven duyan ve ita-

at eden halka ve insanlara ya-

pacağı en büyük ihanet yolsuz-

luğa bizzat başvurması veya

göz yummasıdır. Hz. Peygam-

ber bu durumu o günün toplu-

munun anlayabileceği sade bir

dille anlatmış ve şöyle buyur-

muştur:

Bu hadisleriyle Hz. Pey-

gamber yöneticinin bulaştığı

her yolsuzluğun onun boynu-

na dolanacağını ve kıyamette

onun hesabını veremeyeceğini

ve peygamberin bile onu kur-

taramayacağını anlatmak iste-

miştir.

6. Sorumluluk Sahibi Olmak

İdareci ve liderin en temel

vasıfl arından biri de sorumlu-

luk sahibi olması ve bu bilinci

taşımasıdır. Bu özelliği taşıma-

yan idareciler günübirlik ya-

şar, kâr zarar dengesini gözete-

mez ve bunun hesabı yapamaz,

halklarının huzur ve barışı-

na hizmet edemezler. Konuy-

la ilgili açıklamalarının birinde

Sevgili Peygamberimiz bizlere

şu mesajı vermektedir: “Hepi-

niz çobansınız ve hepiniz sürü-

sünden mes’uldür. İnsanlara

hükmeden emîr bir çobandır;

o idaresi altında olanlardan

mes’uldür…”9.

Bu mes’uliyeti en iyi ve en

derinden hisseden insanlığın

örnek yöneticisi Hz. Ömer şöy-

le demiştir:

“Kenâr-ı Dicle’de bir kurt

aşırsakoyunu

Gelir de adl-i İlâhî sorar

Ömer’den onu!”10

* Dr.

1 4/Nisâ, 59.2 Tâc, III, 44.3 4/Nisâ, 58.4 Müslim, İmâret, 5.5 Müslim, İmâret, 3.6 Müslim, İmâret, 3.7 Müslim, İmâret, 4.8 Müslim, İmâret, 24.9 Müslim, İmâret, 5.

10 M. Akif Ersoy, Safahât, Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ, Çamlıca yayınları, İstanbul 2007, s. 83.

Dipnot

Page 53: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200852

AhlâkHüseyin PEKER*

Ahlâk Anlayışıİslâm’ın ve Günümüz Müslümanlarının

Page 54: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

53

“Hz. Peygamberin ahlâkına baktığımız zaman ise, onun

ahlâkını bizzat Allah’ın onayladığını görüyoruz: “Muhakkak

ki sen çok yüce bir ahlâka sahipsin.”3 (68/Kalem, 4). Hz.

Âişe vâlidemize Peygamberimizin ahlâkı sorulduğunda,

“Onun ahlâkı Kur’an’dı.”4 diye ifade etmiştir. O halde

Kur’an ahlâkı, İslâm ahlâkı ve günümüz Müslümanlarının

bu ahlâk açısından durumu nedir? Bunları birkaç temel

prensip altında toplayabiliriz:”

53

Islâm’da dinî emir-

lerle ahlâkî görev-

ler arasında bir

ayırım yoktur. Bunlar iç içe bir

bütündür. İslâm’da ahlâk di-

nin özüdür, bütün esaslarında-

ki aslî unsurdur. İslâm’ın he-

defi insanları ahlâklı kılmak,

olgunlaştırmak, insan-ı kâmil

durumuna getirmektir. Hz.

Peygamber, “Ben güzel ahlâkı

tamamlamak için gönderil-

dim.”2 buyurmuştur Hz. Pey-

gamberin ahlâkına baktığımız

zaman ise, onun ahlâkını bizzat

Allah’ın onayladığını görüyo-

ruz: “Muhakkak ki sen çok yüce

bir ahlâka sahipsin.”3 (68/Ka-

lem, 4). Hz. Âişe vâlidemize

Peygamberimizin ahlâkı so-

rulduğunda, “Onun ahlâkı

Kur’an’dı.”4 diye ifade etmiştir.

O halde Kur’an ahlâkı, İslâm

ahlâkı ve günümüz Müslüman-

larının bu ahlâk açısından du-

rumu nedir? Bunları birkaç

temel prensip altında toplaya-

biliriz:

Hak prensibi. Yani herkese hakkını

verme, hak yememe, haksızlık yapmama,

zulmetmeme.

Hak ve adalet, İslâm’ın üze-

rinde titrediği en önemli pren-

siptir. Çünkü haksızlığın, ada-

letsizliğin, zulmün olduğu yerde

huzur olmaz, mutluluk olmaz.

Allah’ın Kur’an’da bir çok yer-

de vurgulanan “Adaletli olun!”

emri, bir âyette, başka ahlâkî

davranışlarla birlikte şöyle yer

almaktadır: “Allah, adaleti,

iyi ve güzel işler yapmayı ve

akrabâya bakmayı emrediyor.

Edepsizliği, kötülüğü ve azgın-

lığı yasaklıyor. Düşünüp tuta-

sınız diye size öğüt veriyor.”5

Bu âyette, insanı huzurlu kı-

lacak, toplumda barışı sağla-

yacak üç güzel eylem emredil-

mekte, insanı huzursuzluğa,

toplumu endişeye ve karışıklığa

itecek üç kötü eylem ise yasak-

lanmaktadır.

Emredilenlerin başında da

adalet gelmektedir. Adalet her-

kese hakkını vermek, ölçülü ha-

reket etmek demektir. Adaletin

zıddı olarak hak yeme vardır,

haksızlık yapma vardır, zulüm

vardır, edepsizlik vardır, kötü-

lük vardır, azgınlık vardır. Bu

nedenle adalet her yerde ge-

reklidir. Evde, okulda, işyerin-

de vs.

İslâm, Müslümanın herke-

sin güven duyduğu bir kişi ol-

Page 55: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

masını şart koşuyor. Hz. Pey-

gamber Müslümanı, “Elinden

ve dilinden diğer Müslüman-

ların emîn olduğu kişi.”6 olarak

tanımlıyor. Dolayısıyla gerçek

bir Müslümanla haksızlık aslâ

bir araya gelemez.

Yine hak prensibinde, işin

ehline verilmesi, başarısız ol-

duğu halde eş, dost, akrabâ da

olsa kimsenin öne geçirilme-

mesi esastır. Aksi halde hem

toplumun geri kalmasına hem

de toplumda kin ve nefret duy-

gularının oluşmasına zemin

hazırlanmış olur. Bu nedenle

Hz. Peygamber şu uyarıyı yap-

mıştır: “İşler ehil olmayanlara

verildiği zaman, kıyameti bek-

leyiniz.”7 Yani toplumun dağıl-

masını ve yok olmasını bekle-

yiniz.

Şimdi “hak prensi-

bi” çerçevesinde günümüz

Müslümanlarını, yani biz-

leri değerlendirelim: Çarşı-

ya çıkıyorsunuz, satıcıların

yanına yaklaşıyorsunuz, mey-

velerin iyilerini, sağlamları-

nı seçmiş öne dizmiş, arka ta-

rafta ise ıskartaları kalmış.

Müşteriye malın iyisini göste-

riyor, çaktırmadan ıskartaları-

nı veriyor. Hâlbuki bakın Hz.

Peygamber’in bu konudaki tu-

tumuna:

Resullullah Efendimiz (sav)

pazarda bir buğday satıcısına

uğradı, elini buğday çuvalının

içine sokunca parmakları yaş-

lığa isabet etti.

Bunun üzerine buğday sahi-

bine:

-Bu ne? diye sordu. Buğday

sahibi:

-Ey Allah’ın Resulü! Yağan

yağmur isabet etti, dedi. O za-

man Peygamber Efendimiz

(sav): “Onu insanların götürüp

aldanmamaları için yığının

üzerine koymalı değil miydin?

Bizi aldatan bizden değildir.”

buyurdu.

Demek ki Müslüman bir sa-

tıcı müşteriye malının eksiği-

ni de söyleyecek, onu doğru bil-

gilendirecektir. Malın olumsuz

yönlerini söylememek kesinlik-

le hak yemektir.

Diğer taraftan toplumumuz-

da, büyük çoğunlukla adam ka-

yırma, tanıdıkların ve akraba-

ların korunduğu bir anlayış ve

uygulama hâkim. Birçok işe gi-

rişlerde ehil olmak değil, tanı-

dık bulmak önemli. Bir yerde

bir işini mi gördüreceksin, tanı-

dık bulmalısın; işinde yükselip

hakkın olan bir makama veya

mevkiye mi geleceksin, tanıdık

bulmalısın. Ehliyet, çalışma,

iş yapıp yapmama fazla önem-

li değil. Peki, İslâm ahlâkı bu-

nun neresinde? Bu anlayış top-

lumda iyice yerleştiği içindir ki

yıllardan beri insanımız, bir işi

daha iyi yapma peşinde değil

de kendisine yardımcı olacak

adam bulma peşinde koşmak-

tadır.

İslâm ahlâkında hem Müslü-

manın hak yememesi, haksızlık

etmemesi, hem de bir haksızlık

varsa, bir kötülük varsa, ona da

gücü oranında müdahale edip

önlemeye çalışması esastır. Hz.

Peygamber’in bu konudaki tali-

matı şöyledir: “Her kim bir kö-

tülük işlendiğini görür de onu

eliyle engellemeye gücü yeter-

se eliyle engellesin! Buna gücü

yoksa diliyle engellesin! Buna

da güç yetiremezse kalben onu

engelleme arzusu içinde ol-

sun!”8.

İslâmiyet haksızlığı tas-

vip eden, onaylayan bir tutu-

ma karşı olduğu gibi, haksızlık

karşısında sessiz kalmaya da

karşıdır. Hz. Peygamber, hak-

sızlık karşısında susan kimse-

yi dilsiz şeytana benzetmiştir.

Yani İslâm ahlâkında, “Bana

dokunmayan yılan bin yaşa-

sın.” anlayışı kesinlikle yok-

tur. Eğer bir yerde bir haksızlık

varsa, Müslümanın onun acısı-

nı hissetmesi ve mutlaka gücü

oranında onu düzeltme çabası

içinde olması gerekir.

Şimdi Peygamberimi-

zin bu açıklamaları çerçeve-

sinde kendimizi değerlendir-

diğimizde, bunlara uygun mu

davranıyoruz yoksa, daha çok

çıkarımız doğrultusunda bir

tutum mu takındığımızı sorgu-

lamalıyız. Ben, çoğumuzda ma-

alesef pragmatist, yani men-

faatçi ahlâk anlayışının hâkim

olduğunu görüyorum. Çoğun-

lukla, ortada bir haksızlık olsa

da, onu görmemezlikten ge-

lerek çıkarımız doğrultusun-

da tutum takınıyoruz, kararlar

alıyoruz.

Başkalarına iyilik yapma, yardım

etme, hayır için önde koşma prensibi.

Temmuz 200854

Page 56: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

55

İslâm ahlâkı Müslümanı,

sadece kendini düşünen bencil

biri değil, herkesin iyi durum-

da olması için çalışan, gücü

oranında çevresindeki insanla-

ra yardıma koşan, fedakârlıkta

bulunan bir kişi olarak görmek

ister. Allah mü’minlerin bu ko-

nudaki tutumunu şöyle anla-

tıyor: “Mü’minler hayırlarda

yarış yaparlar ve hayır için

öne geçerler.”9.

İslâmiyet kişinin sahip ol-

duğu mallardan muhtaç du-

rumda olanlar için harcama

yapmasını, zekât ve sadaka

vermesini, cimrilik etmemesi-

ni ve sevdikleri şeylerden ver-

mesini istemektedir. Hatta

öyle ki, darlıkta da gücü ora-

nında yardım için bir şeyler ve-

rebilmelidir. Allah’ın emirleri-

ne karşı duyarlı hareket eden

kişiler (müttakîler), Kur’an’da

böyle vasıfl andırılmaktadır:

“Onlar ki, bollukta da darlık-

ta da yardım için verirler. Öf-

kelerini bastırırlar ve insan-

ları bağışlarlar. Allah böyle

güzel davranışlar sergileyen-

leri sever.”10.Görüldüğü gibi

İslâmiyet, Müslümanın darlık-

ta da az bile olsa vermeye alış-

ması, gönülce zengin olması,

kanaatkâr ve fedakâr olması ge-

rektiğini vurgulamaktadır. Bu

duyguyla Müslüman, öfkesini

yenecek ve insanları bağışlaya-

caktır. Bu, kişiyi hem ahlâken

ve rûhen yücelten, hem de top-

lumda saygınlığını artıran bir

davranıştır.

Bu konuda şunu da belirt-

mek gerekir ki, İslâm yardım

ve iyiliklerin, karşılık beklen-

tisiyle değil, sadece Allah rıza-

sı için yapılması gerektiği üze-

rinde durur. Karşılık verilmedi

diye yakınmak ve başa kakmak,

o yardım ve iyiliğin boşa çık-

masına neden olur 11.

Bir bilim adamı üç tip

ahlâktan söz etmektedir:

1.Egoist ahlâk. Bu anlayışa sa-

hip olanların temel düşünce-

si, almak, fakat vermemek şek-

lindedir. 2.Eşitlikçi ahlâk. Bu

anlayışa sahip olanların te-

mel düşüncesi de, hem almak

hem vermek tarzındadır. 3.Fe-

ragat ahlâkı. bu ahlak anlayışı-

nın teme prensibi ise, almasa

da vermek, karşılık bekleme-

mektir12. İşte bu feragat ahlâkı

ahlâkın üst basamağıdır ve

İslâm’ın istediği de budur.

Şimdi biz bu konuda kendimi-

ze bir bakalım. Egoist demeye-

lim, ama büyük çoğunluğumu-

zun eşitlikçi ahlâk anlayışını

aşamadığımızı söyleyebilirim.

Yani birisi bize iyilik yapmış-

sa biz de ona iyilik yaparız. Bizi

ziyarete geliyorsa biz de onu

ziyarete gideriz. Kom-

şuya bir kere gitmişiz

de o bize karşılığı-

nı vermemişse o

gelmeden ona

gitmeyiz vs.

H â l b u k i

daha önce

de belirttiğim

gibi yardım ve iyi-

lik, karşılık bekleme-

den Allah rızası için olur-

sa İslâm’a göre bir değer ifade

eder. Gerçi insan bu iyiliğinin

karşılığını âhirette kat kat faz-

lasıyla alacaktır. Allah ona yap-

tığı iyiliğin ödülünü elbette ve-

recektir. Ve inanan insan için

önemli olan da âhirette alına-

cak ödüldür. Bunu atalarımız

çok güzel ifade etmişler: “İyilik

yap, denize at! Balık bilmezse

Hâlık bilir.”

Ayrıca böyle bir tutum

kişinin ruh sağlığını korur, onu

ruhen yüceltir. Çünkü “Ben

ona bunu yaptım; karşılığın-

da şunu mu görmeliydim, kar-

şılığı böyle mi olmalıydı?” gibi

yakınmalar ruhsal bozulmala-

ra yol açar.

3.

Page 57: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200856

Kendin için istediğini diğer insanlar için de isteme, kendini karşındaki kişinin

yerine koyarak hareket etme

prensibi.

İslâm’a göre Müslüman bü-

tün hareketlerinde, karşısın-

daki insanı, ilişkide bulunduğu

herkesi kendisi gibi düşüne-

cek, “Ben onun yerinde olsam

da bana karşı bu hareket yapıl-

sa bundan hoşlanır mıydım?”

diye kendine soracak; hoşlana-

cağı bir hareketse onu yapacak,

yoksa yapmayacaktır. Yani ken-

dini karşısındaki kişinin yerine

koyarak, empati kurarak hare-

ket edecektir.

İslâm’da bu prensip o

kadar önemlidir ki, imanın da

temel şartı olarak kabul edil-

miştir. Hz. Peygamber şöyle

buyuruyor: “Sizden hiçbiriniz,

kendisi için sevdiği şeyi karde-

şi için de sevmedikçe iman et-

miş olmaz.”13.

Şimdüşünelim:Acaba

bunu hayatımıza uyguluyor

muyuz? Uygulasak, kötü bir şey

yapabilir miyiz? Mesela, birisi-

ni aldatabilir miyiz? Aldatama-

yız. Çünkü kendi-

mizin aldatılmasını

istemeyiz. Başkası-

na zarar verebilir

miyiz? Veremeyiz.

Çünkü bir başkası-

nın bize zarar ver-

mesini istemeyiz.

Biz iyi imkânlara

sahip olalım, diğeri sahip olma-

sın diyebilir miyiz? Diyemeyiz.

Çünkü aynı şeyin bizim için is-

tenmesine razı olmayız. Kısaca,

dedikodu yapamaz, iftira ata-

maz, kimseyi küçük göremez,

kimseyle alay edemez, hiçbir

olumsuz davranışta buluna-

maz, hep iyi hareketler yapmış

oluruz.

Herkesin böyle yapmaya ça-

lıştığını düşünelim. Toplumda

sevgi, kardeşlik, hoşgörü, hu-

zur ve mutluluk hâkim olur.

İslâm’ın istediği toplum da işte

budur.

Kul olduğunu, insan olduğunu hiçbir

zaman unutmama, mütevâzı olma

prensibi.

Page 58: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

İslâmiyet insanın kendini

üstün gösterecek tarzda kibir-

li davranışlarda bulunmama-

sını, mütevâzı olmasını ister.

Çünkü kendini üstün gören in-

sanlar bencildirler. Hep kendi-

lerine değer verilmesini, kendi-

lerinin ön planda tutulmalarını

ister, başkalarını ise küçük gö-

rürler. Bunların konuşmaların-

da, ha cık tavırlar vardır. Hatta

bazı insanlarda kendini üstün

gösterme, büyüklük taslama,

hastalık (megalomani) haline

bile gelebilir.

Bu insanlar çoğunlukla ek-

sikliklerini örtmek düşüncesiy-

le kendilerini üstün göstermeğe

çalışırlar. Allah’ın sevmediği14

bu tür insanlar, toplum tarafın-

dan da sevilmezler.

Çeşitli etkenlerle aşağılık

kompleksine sahip bazı Müs-

lümanların bu komplekslerini,

kendilerini üstün göstermeye

yönelik tutum ve davranışlar-

la telafi etmeye çalıştıkları gö-

rülmektedir. İslâm’ın istediği

şekilde kibar, saygılı, sevecen

olacakları yerde, kaba ve itici

olabilmektedirler.

Şükretme ve kanaat sahibi olma prensibi.

Şükür, insanı ahlâken yü-

celten çok güzel bir haslettir.

Allah’ın bunca nimetlerine kar-

şı Müslümanın her zaman şük-

retmesi, sahip olduğu nimetle-

rin bilincinde olması gerekir.

Fakat Allah Kur’an-ı Kerim’de

insanın az şükrettiğini belirt-

mektedir15.

İslâmiyet insanın hem ruh

sağlığını koruması hem de mad-

den ilerlemesi için şöyle bir ilke

ortaya koymuştur: “Kendinden

kötü durumda olanlara baka-

rak şükretmek, kendinden iyi

durumda olanlara bakarak ça-

lışmak.”

Günümüzde bilhassa kapi-

talist anlayışın etkisiyle gerek

bizim toplumumuzda gerekse

diğer toplumlarda kişilerin ço-

ğunlukla maddî hedefl er göze-

ten bir hayat tarzını benimse-

miş oldukları görülmektedir.

Çevreden, toplumdan ve med-

yadan önerilen de daha çok

böyle bir hayat tarzıdır. Para

ve lüks hayata, teknolojik ge-

lişmelerin sunduğu üst düzey

imkânlara sahip olmak, hep

arzu edilen bir değer olarak

kalplere ve zihinlere hâkim ol-

maktadır. Bu anlayışın Müslü-

manlarda da hâkim durumda

olduğu, bunun da şükür ve ka-

nat duygularını azalttığı maale-

sef fark edilen bir gerçektir.

57

* Prof. Dr.2 Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II, 3813 68/Kalem, 44 Müslim, Sahîh, Müsâfi rûn, 1395 16/Nahl, 906 Riyâzü’s-Sâlihîn, Ank., 1979, C.I, s.2597 Buharî, Sahîh, Kitabü’l-İlim, 28 Buharî, Tecrîd-i Sarîh, C.3, s.1779 23/Mü’minûn, 6110 3/Âl-i İmrân, 13411 2/Bakara, 264 12 Cihan Okuyucu, Üç Ahlâk Üç Tavır, Zaman

Gazetesi, 13.01.1997, s.1413 Buharî, Tecrîd-i Sarîh, C.I, s.30, H. No:1314 16/Nahl, 2315 32/Secde, 9

Dipnot

Page 59: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Hakkında : “Uhud’da Rasulullah ile beraberdim. (Savaşta

bozguna uğrayınca) halk O’nun yanından dağıldı ben de

annemle birlikte savunmak için O’na yaklaştık. Müşrik

bir atlıyı taş ile düşürmeme Allah Rasulü tebessüm etti.

Annemin omzundaki yarayı görünce onunla ilgilenmemi

istedi ve “Allah sizi mübarek kılsın ey ev halkı! Annenin

makamı, felanın makamından daha yüksek!” dedi. Aynı

duayı babam için de yaptı. Annem (Allah Rasulü’ne):

“Allah’a dua et de cennette de seninle beraber olalım” tale-

binde bulununca “Allah’ım! Onları cennette benim arka-

daşlarımdan eyle!” diye dua etti. Bunun üzerine annem:

“Artık dünyada başıma ne gelse aldırış etmem!” dedi.

Hadisleri : “Evimle minberim arası, cennet bahçelerin-

den bir bahçedir.”

Sözleri : Harre günü, halkın Medine Emiri olan

İbn Hanzala’ya ölmek üzere bey’at ettikleri söyle-

nince Abdullah: “Ben, Rasulullah (s.a.v)’dan son-

ra kimseye ölmek üzere bey’at etmem! dedi.

Kaynaklar : Üsd, III. 250-251; İsabe, II.

312-313; DİA, I. 143; Sahabiler Ansiklopedisi, s. 53-54;

Ahmed, Müsned, IV. 38-42; İbn Sa’d, Tabakât, VIII.

412-415.

*Prof. Dr.

Abdullah b. Zeyd b. Âsım

Haziran 200858

Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*

Adı : Abdullah

Künyesi : Ebû Muhammed (İbn Ümmü Umâre diye meşhurdur)

Doğum yılı : Tespit edilemedi

Doğum yeri : Medine

Baba adı : Zeyd b. Âsım el-Ensârî

Anne adı : Ümmü Umâre (Akabe Bey’atine ve birçok sava şa ka tılmış hatta Yemame Savaşı’nda eli kesilmiştir.)

Eş(ler)i : Tespit edilemedi

Akrabaları : Kardeşi Habîb Yemâme’de Müseylime tarafın dan şe hit edilmiştir.

Oğulları : Tespit edilemedi

Kızları : Tespit edilemedi

Kabilesi : Hazrec’in Neccâr oğullarından

İslâm’a girişi : Akabe Bey’atinde

Sohbet süresi : 10-11 yıl

Rivayeti : 43

Yaşadığı yer : Medine

Mesleği : Muhtemelen ziraat ve askerlik

Hicreti : Yok

Savaşları : Bedir’e katılıp katılmadığı ihtilafl ıdır. Uhud ve sonrasındaki diğer savaşlara katıldı.

Görevleri : Uhud Savaşı’nda annesi ve kardeşiyle birlikte Hz. Peygamber’i yakından savunarak O’nun tak dirini kazandı.

Fiziki yapı : Tespit edilemedi.

Mizacı : Hz. Peygamber’i iyi gözlemleyerek O’nun nasıl abdest aldığı, mescitte ne şekilde yattığını riva yet etti.

Ayrıcalığı : Vahşî ile birlikte Yemâme Savaşı’nda sahte peygamber Müseylime’yi öldürdü.

Ömrü : Yaşlı

Ölüm yılı : H. 63.

Ölüm yeri : Medine

Ölüm sebebi : Harre Vakası’nda öldürüldü.

Page 60: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

59

“Benden önce Allah’ın ümmetine gönderdiği her peygamberin, sünne-tine tabi olan, emirlerine uyan havarileri ve arkadaşları vardı. Fakat on-ların arkasından daima, yapmadıklarını söyleyen, emrolunmadıkları şey-leri yapan kötü nesiller ortaya çıkmıştır. İşte böylesi kimselere karşı eli ile mücadele eden kişi mümindir. Dili ile karşı koyan mümindir. Bu kim-selere karşı kalbiyle mücadele eden kimse de mümindir. Bunun dışında-

kilerin kalbinde ise, hardal tanesi kadar iman yoktur.”

(Müslim, İman, 293.) (Müslim, Îman, 80.)

“Hadiste, ihlâs makamına ancak söz-fi il ve hâlde sünnete uyularak ulaşılabileceğine işaret vardır. Hâli iddiasını yalanlayan kimse gizli şirkle

müşriktir. Allah bizi bundan korusun.”

Şeyh Hamid-i Veli Hz. (Somuncu Baba)

59

Tezhib: Şehnaz Özcan(Şeyh Hamid-i Veli, Kırk Hadis, (Haz: Prof. Dr. Enbiya Yıldırım), Nasihat Yayınları, 2007.)

Kırk Hadis

YedinciHadis

Yorum

Türkçe Açıklaması

Page 61: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Kişisel Gelişim Uzmanı Sıtkı Aslanhan:

“LİDERLİK DÜNYADAKİ DİĞER

ROLLERDEN BİRİDİR”

Röportajİbrahim YARIŞ

Temmuz 200860

Page 62: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

61

Lider ne demektir?

İngilizce’den dilimize geçen

“lider” sözcüğü, bir kuruluşun

en üst düzeyde yönetimiyle gö-

revli önder veya şef demektir.

Liderlik nedir, kim liderdir?

Şöyle söyleyelim; lider hem

doğru iş yapar, hem de yaptığı

işi doğru yapar. Bütün liderler

pozitif insanlardır. Hayatların-

da karamsarlık yoktur, gerçek-

çilik vardır.

İnsanlar niçin bir lidere ihtiyaç duyarlar?

İnsanlar yaşamak için, üret-

mek için öyle veya böyle grup

halinde hareket etmeye mec-

burdur. Bu durumda da bir li-

dere ihtiyaç duyarlar. İşlerin

daha düzgün ve planlı bir şekil-

de yürüyebilmesi, zamanın ve-

rimli kullanılması ve bütün fi -

kirlerin dağılmadan düzgün

yönetilmesi, sıralamasının ve

zamanlamanın doğru yapılma-

sı için lider gereklidir.

Liderleri diğer insanlardan ayıran en temel özellik nedir?

Lider diğer insanları yönlen-

diren, onları bir amaç etrafında

toplayan kişidir. Lider sürece

hakim olur, planlayarak uygu-

lamaya koyar. Örneğin tekstil

fi rması olan ilkokul mezunu

bir iş adamı, eğer son teknolo-

ji ürünü olan bir makine alabi-

liyorsa vizyon sahibidir. Kendi-

sini ve fi rmasını geleceğe göre

biçimlendirmiştir. Bakın şunu

açık bir şekilde ifade etmekte

yarar var: Stratejik düşünen li-

derler hiçbir zaman yok olmaz-

lar.

Lider diğer insanların gör-

mediğini görebilen, uygulayabi-

len ve uygulatabilendir. Sadece

görmek yetmeyebilir. Harekete

geçmek ve ikna ederek hareke-

te geçirmek de liderliğin önemli

unsurlarından biridir. Peygam-

ber Efendimiz başta olmak üze-

re bütün veli zatlar inandıkları

doğruya insanları ikna ederek

çekmişlerdir. Ve hepsi tutar-

lıdır. Sözleri başka, eylemleri

başka değildir.

Liderlik öğrenilebilir mi?

Evet, liderlik öğrenilebile-

cek bir süreçtir. Liderlik öğre-

tilemez ama öğrenilebilir. Li-

derlik ancak sergilenebilir. Bir

liderin ölmesi fi kirlerinin kay-

bolacağı anlamına gelmiyor.

Shakespaere’nin Julius Cae-

ser oyununda Brutus şöyle der:

“Ah, ne olurdu, Caeser’in canı-

na kıymadan Caeser’in düşün-

celerini al aşağı edebilseydik...”

Niçin öğretilemez?

Çünkü her liderin şartları

kendine özgüdür. Fatih Sultan

Mehmet ile oğlu İkinci Beyazıt

birbirinden farklıydı. Milyon

dolarlarca borcu olan fi rmanın

lideri ile yatırım için milyon-

larca doları olan lider aynı mı-

dır? Başka bir örnek verelim;

kurumsallaşmasını tamamla-

mış ve her şeyi ile mükemmel

bir aile şirketinin ortaklarının

arası bozulduğunda fi rmayı da-

ğıtmadan götüren liderin duru-

mu da farklıdır. Zor koşullara

hâkim olmak da liderliğin te-

mel unsurlarındandır.

Lider, “Aynı zamanda hem yöneten hem de yönetilen kişidir” derler…

Evet, kesinlikle liderlerin ça-

buk öğrenme mecburiyeti var-

dır. O zemin ve sorun için gerek-

Sıtkı Aslanhan Kimdir?

1976 yılında Malatya’da

doğdu. Lise çağlarından iti-

baren kişisel gelişim ve des-

tekleyici eğitim alanında ça-

lışıyor. İlahiyat eğitimi aldı.

Halen psikoloji disiplininde

akademik çalışmaları devam

ediyor. “ Hayata Gülüm-

se” adlı bir kitabı var. Yak-

laşık on yıldır, Türkiye’de ve

dünyanın çeşitli ülkelerinde

konferanslar veriyor. Akra

Fm ve Radyo 7’de program

yapıyor.

Page 63: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200862

li çözümü bulur. Bunun için de

kendini ifade edebilmek, için-

deki sese kulak vermek, doğru

kimselerin tavsiyelerini dinle-

mek zorundadır. Lider kendine

hiçbir zaman yalan söylemez.

Kendi günah ve sevaplarını söy-

lemekten asla çekinmez. Çünkü

bilir ki, gerçekle yüzleşmek en

büyük sermayedir.

Lider ile yönetici arasında ne fark vardır?

Lider koşullara, zamana

hakim olur, diğer yöneticiler

teslim olur.Yönetici stotüko-

yu kabul eder, lider ise yeni-

likçidir.

Korku ve hatalar ilahî bir fırsattır

Lider gerçekle yüzleşebilendir değil mi?

Evet, liderler korkularıyla

hatalarını enerjiye dönüştüre-

bilirler. Örneğin, karanlık kor-

kusu Edison’a ampülü icad et-

tirmiştir. Liderler, hatalar ve

yanlış adımların da vizyonla-

rını gerçekleştirmek için ge-

rekli adımlar olduğunu en iyi

bilenlerdir. Gerçekten hatalar

yeni bilgiler öğrenmemiz için

sunulmuş ilahî fırsatlardır. Li-

derler de hataları böyle görür-

ler. Şayet bu hatalardan dolayı

para kaybına uğruyorsa bunu

da eğitim masrafı olarak gör-

melidir. Örneğin, dünyanın

en zengin adamı Bill Gates’in

elemanlarına çok büyük değer

verdiğini ve hissedar yapma-

ya özen gösterdiğini biliyoruz.

Gates’in işten ayrılan eleman-

ların mutlaka gerekçelerini

öğrendiği söylenir.

Liderler tek başına hareket etmezler, bunun için nasıl davranmaları gerekir?

Bakın bu sorunuza çarpı-

cı bir örnek vereyim: Büyük İs-

kender, ordusuyla çölden geç-

mek üzereyken su stoklarının

tükendiği bir zamanda kendisi-

ne ikram edilen suyu içmeyerek,

“Siz susuzluktan kıvranırken

ben bu suyu içmem” demiş ve

büyük bir motivasyon sağlamış-

tır. Bunun karşılığında ordusu-

nu fedakarlık için hazır hale ge-

tirmiştir.

Liderler insanları çekmeyi,

onları harekete geçirmeyi çok

iyi bilirler. Bu işin ustasıdırlar.

İnsanları çok iyi tanırlar. Ayrı-

ca, insanlara karşı merhametli

olmayan, nezaket ve zarafet sa-

hibi olmayan kişi de lider ola-

mamıştır. Lider, tolerans sahibi,

esnek davranan ve zaman tanı-

yan bir yapıya sahip olmalıdır.

Büyük liderlerin özellikleri nelerdir?

Liderlik üzerine çok araştır-

ma yapılmış ve büyük liderlerin

dört özelliği tespit edilmiştir.

Zayıf yanlarını açığa vurma-

ları, uygun zamanlamayı ve ha-

reket tarzını kestirmede büyük

ölçüde sezgiye dayanmaları ve

çalışanlarına katı empati (ken-

dini onun yerine koyma) ile yö-

netmeleri. Bir de farklılıkların-

dan yararlanmaları…

Hazreti Ömer iki odalı bir evde

yaşadı

Liderler özgün bir kişilik yapısına da sahiptirler değil mi?

Tabi ki, mutlaka özgün kişi-

likleri de vardır. Bilgisiyle, ah-

lakıyla, karakteri ve ilgi alan-

ları ile özgün olmalıdırlar aynı

zamanda. Ama bu kendi doğal

seyrinde olmalıdır. Farklı gö-

rünmek budalalık yapmayı ge-

rektirmez. Çok sade davranışlar

da lideri özgün kılar. Örneğin

Hazreti Ömer, beş milyon kilo-

metrekarelik bir ülkenin başka-

nıyken kendi çağındaki krallar-

dan farklı olarak Medine’nin bir

mahallesinde iki odalı bir evde

yaşıyordu. Hizmetçi ve köleler-

le birlikte yemek yiyordu. Öğlen

uykusunu yalnız başına ve bir

ağacın gölgesinde toprak üze-

rinde yapıyordu.

Son söz olarak ne söylemek istersiniz?

Liderlik öğrenilebilecek bir

süreçtir. Liderlik kumaşı olan-

lar da işe yarar bu özellikler.

Eğer kişide bu kumaş yok-

sa söz konusu vasıfl ar hiçbir işe

yarayamayacağı gibi işi büsbü-

tün berbat eder. Altı milyar in-

sanın lider olması gerekli de-

ğildir. Böyle bir şekilde dünya

hareket edemez zaten. Bir fab-

rikada patron da önemlidir, şef

de, kalfa da usta da, çaycı da.

Dünyadaki bütün roller gerekli

ve önemlidir. Liderlik de bu rol-

lerden biridir.

Page 64: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

63

GİDEN GELMEZ

Aşk derdiyle yansa bu can;

Gülşen olur iki cihân!..

Şerh etmeğe kalksa lisan;

Koca devrân, almaz olur!..

Geçtim bu gam diyârından;

Hayat yüklü baharından!..

Âb-ı hayat pınarından;

İçip kanan ölmez olur!..

Ne güzeldir senden gelen;

Varda yokta hikmet bulan!..

Bu âlemden ibret alan;

Ezel, ebet solmaz olur!..

Mecnûn ile birdir adım;

Kerem eyle yandı odum!..

Riyâzette her maksûdum;

Menzil, makam bilmez olur!..

Ben’dir, bana ben’lik veren;

Heva eken, heves deren!..

Hâl içinde hâla giren;

Ağlar ağlar gülmez olur!..

Ehl-i irfân anlar sözü;

Ezel tütmüş gönül közü!..

Özden geçmiş aşkın izi;

Bulan geri gelmez olur!..

Rıfat ARAZ

Page 65: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200864

KİEVİZLENİMLERİ-1

GeziFatih ERKOÇOĞLU*

2 007 yazı

2-9 Agus-

tos tarih-

leri arasında tarihi kayıtları-

mızda “Deşt-i Kıpçak” olarak

adlandırılan Ukrayna’da bu-

lundum. Biletimi fi yatlarının

uygunluğu nedeniyle Motor

Sich havayolu fi rmasından al-

mıştım. Esenboğa’dan havala-

nan pervaneli uçağımızın, bir

otobüs yolcusu kadar yolcu-

su vardı. Üç saatlik bir yolcu-

luk sonrasında Kiev’in Borispol

Page 66: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

“Osmanlı imparatorluğu hâkimiyetinde olması dolayısıyla uzun yıllar Ukrayna’nın güneyinde bir Türk

nüfuzu söz konusu olmuştur. Ukrayna, Osmanlı imparatorluğuna bağlı Kırım hanlarının köle ve ganimet devşirme

mekânıydı. Zira bu ülke toprakları kuzeybatıda Polonya, kuzeydoğuda

Rusya, güneyde ise Osmanlı’ya bağlı Kırım hanları tarafından sürekli

sıkıştırılmaktaydı. Bölgede yaşayan insanlar, ganimet olarak alınarak önce Kırım oradan da İstanbul’a gönderilip

esir pazarlarında satılmaktaydı.”

65

Havalimanı’na indim. Benim

için rahat bir yolculuk olmuştu.

Gezimize geçmeden önce Uk-

rayna ile ilgili kısaca genel bil-

giler verelim. Ukrayna’nın Baş-

kenti: Kiev; Yüzölçümü: 603,700

km2; Nüfusu: 47,732,079; En

Büyük Şehirleri: Kiev (2,5 mil-

yon), Odessa, Harkov, Donetsk,

Dnipropetrovsk; Telefon Kodu:

+380; Komşuları: Polonya, Mol-

dova, Beyaz Rusya, Çek Cum-

huriyeti, Macaristan, Slovak-

Page 67: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200866

ya, Rusya; Okuma-Yazma Oranı:

%95,6; Etnik Gruplar: Ukrayna-

lı %77,8, Rus %17,3; Moldovya-

lı %0.5; Kırım Tatarı %0.5; Di-

ğer %3,9. Resmi Dil: Ukraynaca

ve bunun yanında Rusça yoğun

olarak konuşulmaktadır; Para

birimi: Grivna; Din: %89 Orto-

doks, %4 Katolik, %2 Yahudi,

% Diğer. İdari Yapı: 24 Eyalet 1

Özerk Cumhuriyet (Kırım).

Ukrayna, 24 Ağustos 1991 yı-

lında SSCB’nin dağılması son-

rasında birçok devlet gibi ba-

ğımsızlığını kazanmış yeni bir

devlettir. Bilindiği üzere bir dö-

nem Osmanlılar da Ukrayna’nın

bir kısmında hakimiyetlerini

kurmuşlardır. Mesela tarih ki-

taplarımızda zikredilen Hotin

seferi, Kamaniç ve Çehrin ka-

leleri, birçok meşhur yetiştiren

Akkirman ve halen Ukrayna’ya

bağlı bir özerk cumhuriyet olan

Kırım bu ülke toprakları içeri-

sinde yer almaktadır. Gitme-

den önce yaptığım bazı araş-

tırmalarda özellikle ülkenin

güneyinde baskın bir Türk nü-

fuzunun olduğunu tespit et-

miştim. Yukarıda zikrettiğimiz

bu kaleler uzun süre Osmanlı

hâkimiyetinde kalmış, hatta bir

dönem Ukrayna tarihinin en

ünlü hatmanlarından Ukrayna-

Kazak Devletini kuran Boğdan

Hmelnitski (1648-1657), Os-

manlı hâkimiyetine girmiştir.

Kırım ise Rus ve onlara bağ-

lı Kazak askerlerin saldırıla-

rı sonrasında elimizden çık-

mıştır. Artık bölgenin yegâne

hâkimi Çarlık Rusyası olmuş ve

bu devletin önderliğinde Pans-

lavizm hareketi etkisini bölgede

göstermeye başlamıştır.

Osmanlı imparatorluğu

hâkimiyetinde olması dolayı-

sıyla uzun yıllar Ukrayna’nın

güneyinde bir Türk nüfuzu söz

konusu olmuştur. Ukrayna, Os-

manlı imparatorluğuna bağ-

lı Kırım hanlarının köle ve ga-

nimet devşirme mekânıydı.

Zira bu ülke toprakları kuzey-

batıda Polonya, kuzeydoğuda

Rusya, güneyde ise Osmanlı’ya

bağlı Kırım hanları tarafından

sürekli sıkıştırılmaktaydı. Böl-

gede yaşayan insanlar, gani-

met olarak alınarak önce Kırım

oradan da İstanbul’a gönderi-

lip esir pazarlarında satılmak-

taydı. Bu pazarlarda satılan

bir genç kız daha sonra Kanu-

ni Sultan Süleyman’ın haseki-

si olan Roksalan yeni ismiyle

“Hürrem Sultan”dır. Hürrem

Sultan’ın hayat hikâyesini akıcı

bir dille her ne kadar biraz ta-

rafgir de olsa Ukraynalı yazar

Pavlo Arhipoviç Zahrebelniy’in

“Rohatin’den Payitaht’a Bir Talih

Hikâyesi, Hürrem Sultan” isim-

li romanından okuyabilirsiniz.

Genelde Avrupalı seyyahların

hareme bakışı bellidir. Bu ya-

zarın düşünceleri en azından

daha az tarafsız hatta daha in-

safl ı sayılabilir kanaatindeyiz.

Kanuni’nin biricik aşkı Hür-

rem Sultan’ı bir tarafa bıraka-

lım ve biz Ukrayna’ya yeniden

dönelim. Peki buradaki Türk

nüfuzu sadece Osmanlı haki-

miyetinden mi kaynaklanmak-

taydı? Bunun evveliyatı olabi-

lir miydi?

Aslında bölgede ilk olarak

Hunlar, Ogur kavimleri, Avar-

lar, Sabirler ve sınırları kıs-

men Kırım yarımadasına kadar

uzanan Göktürkler’i görmekte-

yiz. Akabinde ise Kafkaslar ve

çevresini ellerinde tutan Gök-

türk devletinden ayrılarak oluş-

muş olan Hazar Devletinin

(630-1000’li yıllar) hâkimiyeti

Kiev’e kadar uzanmış ve bura-

sını Kozar denilen onlara bağlı

bir topluluk yönetmiştir. Julius

Brutzkus’a göre ise Kiev şehrini

Hazarlar kurmuştur.

Müteakiben bölgede Peçe-

nekler ve Uzlar (Oğuz-Tork)

görülmüştür. Özellikle bu iki

topluluk Kievliler tarafından

kuzeyde Polonya’ya güneyde

ise yoğun bir nüfusla gelen Kıp-

çaklar karşısında istihdam edil-

mişlerdir.

Yukarıda girişte zikrettiği-

miz Deşt-i Kıpçak tabiri Müs-

lüman coğrafyacıların X. ve XI.

Page 68: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

67

yüzyıllarda bu bölgeyi tanım-

lamak amacıyla kullandıkları

bir tabirdir. Deşt, Fars dilinde

bozkır anlamına gelmektedir.

Kıpçaklar diğer isimleriyle Ku-

manlar tarihte bu bölgede ya-

şayan çok önemli bir Türk top-

luluğudur. Bunların Ruslarla

ciddi mücadelelerde bulun-

dukları bilinmektedir. Daha

sonra bunların bir kısmı Kaf-

kasları aşarak Gürcülerle be-

raber yaşamaya devam etmiş-

lerdir. Anadolu’ya Kafkaslar

yolu ile gelen Kıpçakların ço-

ğunluğu ise Doğu Karadeniz ve

Doğu Anadolu’nun çeşitli böl-

gelerine yerleşmişlerdir.

İslâm coğrafyasının bü-

tününü etkileyen Moğol sal-

dırılarından nasibini Deşt-i

Kıpçak da almıştır. Moğol or-

dularının karşısında yenilgiye

uğrayan Kıpçakların bir kısmı

Macaristan’a yerleşmişlerdir.

Batu Han’ın orduları 1239-1240

yıllarında Karadeniz’in kuzey

bozkırlarını ve Kırım yarıma-

dasını tamamıyla ele geçirmiş

ve burada yaşayan Kıpçakların

çoğunu esir almıştır. Bölgede

yaşayan Kıpçaklar, kendilerini

bir zaman sonra Mısır Mem-

lük (köle) askerleri olarak Mı-

sır ve Suriye’de önemli görev-

lerde bulunmuşlardır. Deşt-i

Kıpçak’tan devşirilen genç-

lerden birisi olan Baybars,

bir Moğol ordusunu 1260 yı-

lında Ayn Câlut mevkiinde

imha ederek Mısır’ı Moğol is-

tilasından korumuştur. XIV ve

XV. yüzyıllara gelindiğinde bu

coğrafyada Kazak denilen top-

luluklar yaşamakta ve bunlar

bazen Osmanlı bazen de Rus-

ların hizmetinde yer almakta-

dırlar.

Ukrayna’nın başkenti olan

Kiev şehri, Celal Nuri’nin

de ifade ettiği üzere, Küçük

Rusya’nın merkezi olarak algı-

lana gelmiştir. Ukrayna tanı-

tım kitapçıklarında ise Kiev’in

Rus şehirlerinin anası olduğu

belirtilmektedir.

Bu kısa tarih bilgisinden

sonra biz gezimize dönelim. 2

Ağustos’ta, Suriye’den tanıdı-

ğım ve kendisi de bir Ukraynalı

olan arkadaşım İryna Krasni-

uk, beni Borispol havaalanın-

da karşıladı ve gezi boyunca

bana rehberlik etti. Suriye’de

birlikte Arapça eğitimi gör-

düğümüz İryna Hanım’la gezi

süresince ortak lisanımız olan

Arapça ile anlaştık.

3 Ağustos sabahı rehberimle

birlikte kaldığım yerden az bir

yürüyüşle şehrin üç ayrı metro

hattından Arsenalna istikame-

tine gidenine bindik. Buradan

yürüyerek yeşilin içerisinde

Kyiv-Pechersk Lavra’ya girdik.

Girişte soldan bu bina komplek-

si içerisinde yer alan binalardan

birisinde Ukrayna tiyatro, mü-

zik ve sinema sanatları müze-

sini ücreti mukabilinde ziyaret

ettik. Her girdiğiniz binaya ayrı

ücret ödemek zorunda kalıyor-

sunuz ve genelini orta yaşlı ha-

nımların oluşturduğu görevliler

sizin fotoğraf çekmenize de izin

vermiyorlar. Müzenin hemen

her bölümünde, daha doğrusu

her odasında bir Ukraynalı ha-

nım görev yapmaktadır. Müze-

nin ilginç olan kısmı ise üst kat-

taki müzik aletlerinden oluşan

bölümüdür. Arkadaşın bandora

(kopraz) dediği aletlerin muh-

telif çeşitlerini burada görmek

fırsatını bulduk; fakat maalesef

fotoğrafl arını çekmemize izin

vermediler. Buradan çıkışta gü-

zel sanatlar öğrencisi olduğunu

anladığımız bir genç Ukraynalı

bayan oturmuş ve bu kompleks

içerisinde yer alan yüksek çan

kulesinin resmini çiziyordu.

Tabii ki bu manzara kaçmazdı

ve ben de arkadaşımın izin al-

ması sonrasında genç ressamın

eseriyle birlikte fotoğrafını çek-

tim.

Kyiv-Pechersk Larva, Rus

ve Ukrayna’nın en eski Orto-

doks kilisesidir. Bu kilise, rahip

Lubeck’li Antoniy tarafından

1051 yıllarında kurulmuştur.

Kiev’e manastır yaşamına yay-

mak için gelmiş olan bu rahip,

Page 69: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200868

Dinyeper nehrinin kıyısında

bir mağarada yaşamaya başla-

mıştır. Zamanla burada topla-

nan keşişler ilk olarak mağara-

larda yaşamışlar ve ibadetlerini

buralarda ifa etmişlerdir. Daha

sonra da yüzeydeki yapılar inşa

edilmiştir. Yüzyıllar boyunca

burası zamanla çok sayıda keşi-

şi ve hac için gelen çok sayıda

kalabalığı cezb etmiştir. Kyiv-

Pechersk Larva gayet güzel de-

kore edilmiş, taştan yapılmış ki-

liseler, hücreler, çan kuleleri ve

diğer yapılardan meydana gel-

mektedir. Muhtelif yerleri gez-

dikten sonra rehberim, bu bina-

ların altında yer alan hücrelere

(mağaralar) girip girmek iste-

mediğimi sordu. Ben de mem-

nuniyetle girmek istediğimi be-

lirttim. Keşişler burada uzlete

çekilmişler, ibadetlerini yap-

mışlar; öldüklerinde ise kendi

hücrelerine defnedilmişlerdir.

Önceki grubun çıkmasını bek-

ledikten sonra biz de bir grup

halinde dehlizlere girdik. Elle-

rimizde mumlar yanmış hal-

de dar koridorlardan yürümeye

başladık. Her ne kadar içerisi

aydınlatılmış ise de hem mum

kokusu hem de ışığın loşluğuy-

la ağır ağır tünellerde yürüyor-

duk. Sağda solda keşişlerin cam

içerisinde üstleri bezlerle ör-

tülü tabutları vardı. Bir tane-

sinin kolu ve eli gözüküyordu.

O zaman arkadaşıma bunların

mumyalanıp mumyalanmadığı-

nı sordum. Fakat arkadaşım bu

konuda bilgi sahibi değildi. Zira

bu azizlerin cesetleri gördüğüm

kadarıyla mumyalıydı. Hâlbuki

Rus geleneğinde mumyalama-

dan ziyade ölülerin yakıldığını

biliyordum. Örneğin İbn Faz-

lan (11 Safer 309/21 Haziran

921’de yolculuğa başlamıştır)

Seyahatnâme’sinde uzun uzadı-

ya anlattığı bir Rus büyüğünün

cenaze merasiminde Rusların,

o kişiyi elbiseleriyle birlikte ka-

bire koyduklarını ve üzerini bir

tavanla örttüklerini, daha son-

ra da ölünün oradan çıkartılıp

bir cariyesiyle birlikte bir tek-

neye konulup nehirde yakıldı-

ğını zikretmektedir.

XIV. Türk Tarih Kongresin-

de (9-13 Eylül 2002) dinlemiş

olduğum bir tebliğden Türkle-

rin de her ne kadar eski Mısır-

lılar kadar olmasa da ölülerini

mumyaladıklarını biliyordum.

Tebliğci özellikle Selçuklu Sul-

tanı Alâaddin Keykubâd’ın, ce-

nazesinin mumyalandığını

İbrahim Hakkı Konyalı’nın şa-

hitliğinde yer vermişti. Ayrıca

Kosova’da şehit edilen Murad

Hudâvendigar ve Zigetvar’da

vefat eden Kanuni Sultan

Süleyman’a kadar çok önemli

kimselerin iç organlarının ora-

ya defnedilip naaşlarının nak-

ledildiği de bilinmektedir. İbn

Fazlan’ın yolculuğa başladı-

ğı tarihten Kiev’deki bu kilise-

nin kurulduğu 1051 tarihine ka-

dar geçen sürenin kısalığı ve

1055’lerde Kıpçakların bura-

ya geldikleri (ki daha önce Pe-

çenekler ve Uzların bölgeye

geldiklerini zikretmiştik) he-

saba katılacak olursa özellik-

le bu bölgede onların gelişle-

riyle birlikte ciddi anlamda bir

Türk nüfuzunun oluştuğu an-

laşılmaktadır. Her ne kadar

Kıpçakların mumyalama yapıp

yapmadıkları hakkında elimiz-

de bir bilgi yer almamakla bir-

likte yukarıda zikrettiklerimiz-

Bahçesaray / Kırım - Ukrayna

Page 70: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

69

den Türkler’de en azından çok

önemli şahsiyetlerin mumya-

landığını bilmekteyiz.

Türkî Cumhuriyetlere giden

hocalarımızın anlattığı izle-

nimlerden de anlaşıldığı üzere

Rusların işgal ettikleri bölgele-

ri çok güzel imar ettikleri, Kiev

örneğinden açıkça anlaşılmak-

tadır. Kiev’de gördüğüm ka-

darıyla Ruslar şehirlerini inşa

ederken hem yaşam alanları-

nı en ince ayrıntılarına kadar

planlamışlar ve hem de şehir-

leri birer müze şehir gibi tasar-

lamışlardır. Dinyeper’in ikiye

böldüğü şehirde ağaçlıklardan

oluşan oldukça geniş park alan-

ları, geniş yollar, binaların özel-

likle ön cephelerinin süslemele-

ri ilk etapta göze çarpmaktadır.

Kaldığım daireden gördüğüm

ve burada çalışan Türkler’den

işittiğim kadarıyla her ne kadar

daireler küçük de olsa, binalar-

da estetik kaygıların güdüldü-

ğü aşikâr. Binalar genelde tuğ-

ladan inşa edilmiş, aralarından

neredeyse bir kamyonun ge-

çebileceği kadar geniş kemer-

lerden arka kısma geçiş müm-

kün. Binaların arka kısımları

daha sade yapılmış, hem park

yeri hem de çocuk parkı gibi

değerlendirilmektedir. Hemen

her yerde bir sokakta, bir bina

girişinde veyahut meydanlar-

da Rus veya Ukraynalı bir ün-

lünün heykeliyle karşılaşabili-

yorsunuz.

Bizim Özi dediğimiz Din-

yeper nehri ülkeyi neredey-

se ikiye bölmekte ve Ukrayna

topraklarını daha verimli kıl-

maktadır. Özellikle nehrin iki

kıyısı da yeşillik içindedir. Ne-

hirde bir tekne gezisi yaptık.

Teknemiz güneye akıntı yönü-

ne doğru giderken ilk olarak

ağaçlar arasında elinde büyük

haçı ve peleriniyle ayakta du-

ran Prens Vladimir’in heyke-

li, daha ileride kıyının sağın-

da şehrin kurucuları olduğuna

inanılan, bir kayık üzerinde

Kiy, Shchek, Khoriv ve kız kar-

deşleri Lybid’in heykelleri ve

Kardeşlik Anıtı görülmektedir.

Ayrıca altın sarısı kubbeleriyle

Kyiv-Pechersk Lavra’a yeşillik-

ler arasında size göz kırpmak-

tadır. Daha ileride ise tam 108

metre boyunda kollarını kal-

dırmış vaziyette sağ elinde 12

ton ağırlığındaki kılıcı ve sol

elinde ise eski SSCB’yi sem-

bolize eden kalkanı ile Rodina

Mat (Anavatan) heykeli yeşil-

likler arasında bütün heybe-

tiyle durmaktadır. Bu heykelin

olduğu yerde 20 hektar alan

üzerine Nazi işgaline karşı ya-

pılan savunmaya ithaf edilmiş

olan Büyük Vatansever Savaş

Tarihi Müzesi (1941-1945) bu-

lunmaktadır.

Kaldığım yer Taras Şev-

şenko Üniversitesi’ne çok ya-

kın olduğundan yürüyerek

hem metro duraklarına hem

de şehrin merkezi sayılabile-

cek Kreschatyk Caddesi’ne sa-

dece on dakikada ulaşabili-

yordum. Bu cadde üzerinde

bulunan sağlı sollu Rus şehir-

ciliğinin güzel örnekleri olabi-

lecek rengârenk tuğlalardan

yapılmış yüksek binalar, teras-

lı bahçeler, ana caddeye büyük

kemerlerle bağlantılı sokaklar

ve ağaçlı yollar gezenleri büyü-

lemektedir.

Kısaca vermiş olduğumuz

bu bilgilerle ve bir sonraki sa-

yıda kaldığımız yerden devam

etmek kaydıyla Kiev izlenimle-

rinin birinci bölümünü burada

bitiriyoruz. (Kiev İzlenimle-

ri isimli bu yazımızın dipnotlu

versiyonunu derginin internet-

ten sayfasından okuyabilirsi-

niz.) /

* Dr.

Page 71: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

KitapVedat Ali TOK

Temmuz 200870

KÖKLERİ”“ULU ÇINARIN

İlhan SOYLU / Ulu Çınar - Bursa

Page 72: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

71

“Arkun, Osman Gazi romanına başlarken 1230 yılında

Moğolların, Müslüman şehirlerini yağmalamalarından,

insanları hunharca öldürmelerinden bahsediyor; Büyük

Selçuklu İmparatorluğunun bu zamanda Moğollara karşı

koyacak gücünün olmadığını tasvir ediyor.”

Walter Scott’un

1814’te yayın-

lanan Waverly

isimli romanı tarihî roman tü-

rünün ilk örneği kabul edil-

mektedir. Bizde ise Malkoçoğ-

lu, Battal Gazi gibi hikâyelerin

dışında batılı anlamda ilk tarihî

roman yazarı olarak Namık Ke-

mal kabul edilir. Edebiyatımız-

da ilk tarihî roman ise Namık

Kemal’in Cezmi isimli romanı-

dır. Daha sonra ise bu tür ro-

man yazanlar çoğalmıştır. Ah-

met Hikmet Müftüoğlu, Kemal

Tahir, H. Nihal Atsız, Tarık

Buğra, Feridun Fazıl Tülbent-

çi, Bekir Büyükarkın, Abdullah

Ziya Kozanoğlu, Mustafa Ne-

cati Sepetçioğlu, Yavuz Baha-

dıroğlu… gibi yazarları tarihî

roman yazanlar arasında zikre-

debiliriz.

Pekiyi, tarihî roman ne-

dir? Tarihî roman kısaca, ko-

nusunu tarihten alan roman,

şeklinde tanımlanabilir. Tarihî

romanı bir tarih belgesi kabul

etmek doğru değildir. Çünkü

adı üstünde o sadece roman-

dır. Fakat çocuklara ve özellikle

gençlere tarihi öğretme ve tari-

he karşı ilgi uyandırma yolla-

rından biri de bu tür eserlerin

okutulmasıdır.

Kemal Arkun’un “Ulu Çına-

rın Kökleri” serisinden kitapları

yayınlandı: Osman Gazi, Orhan

Gazi, Sultan Yıldırım Bayezıt ve

Timur Han.

Osman Gazi (Akademisyen

Yayınevi, Temmuz 2007, İstan-

bul) kitabının ön sözünde “Os-

man Gazi kitabı, ‘ulu çınar’ se-

risinin ilk kitabı olup, yazarın

ömrü kifayet ederse bu seride

36 kitap yazılacaktır.” denili-

yor.

Yukarıda isimlerini saydı-

ğımız kitaplar, yazarın bazı ga-

zetelerde tefrika halinde sun-

duğu roman denemelerinin

okuyucuları tarafından takdir-

le karşılanması ve bu yola teş-

vik edilmesi neticesinde ortaya

çıkmıştır. Bunu, yazarın kitap-

ları sunuşundan öğreniyoruz.

Yazar, kitaplarının ön söz-

lerinde tarihî roman yazmanın

kolay bir iş olmadığını özellik-

le tarihe sadık kalmanın gerek-

tiğini ifade ederek bunun için

de kendisinin çok sayıda tarihî

eseri uzun uzun okuduğunu

Osman Gazi

Page 73: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200872

söylüyor.

Arkun, Osman Gazi romanı-

na başlarken 1230 yılında Mo-

ğolların, Müslüman şehirlerini

yağmalamalarından, insanla-

rı hunharca öldürmelerinden

bahsediyor; Büyük Selçuklu

İmparatorluğunun bu zamanda

Moğollara karşı koyacak gücü-

nün olmadığını tasvir ediyor.

Adı geçen romanın ilerleyen

sayfalarında Ertuğrul Gazi’nin

Türk güçlerini toplama, topar-

lama mücadelesi ve daha son-

ra da yağmacı Moğol ordusunu

perişan edişi hikâye ediliyor.

Ertuğrul Gazi, Söğüt’ü yurt

edinir. Bu arada nurtopu gibi

bir oğlu dünyaya gelir: Os-

man…

Moğol istilası bitmek bil-

mez. Dünyanın başına bela

olan bu çapulcular güç bulduk-

ça Müslümanlara saldırmaktan

ve yağmalardan geri durmaz-

lar. Bu arada bugün bile tartışı-

lan bir konu üzerinde - Mevlânâ

ile Moğolların ilişkisi- yazar,

Mevlana’yı biraz da efsaneleşti-

rerek hikâye eder. Bu ilginç bö-

lümü kitaptan iktibas edelim:

“Hazreti Mevlana tövbe is-

tiğfar sesleri arasında Moğol

Kumandanının çadırına yak-

laştığında Moğol kumandanı

bir ihtiyarın kendi tarafl arına

doğru gelmesine mana vere-

memişti. Belki de Konyalılar

onu aman dilemek için kendisi-

ne elçi olarak göndermişlerdir

diye düşünürken hiç beklenme-

dik bir şekilde Hazreti Mevlana

postunu yere serdi ve namaza

durdu. Moğol Ordusunun ku-

mandanı onun bu hareketine

çok bozulmuştu. Aman dileyip,

ayaklarına kapanarak yalvar-

masını beklerken O’nun, alay

eder gibi namaza durması ne

demekti. Hiddetinden kan bey-

nine çıkmıştı. Tüm kalabalık

nefesini tutmuş, heyecan için-

de tekbir getirirken Kumandan

emrini verdi:

“Okçular delik deşik edin şu

ihtiyarı…”

Binlerce ok ıslık çalarak

Hazreti Mevlânâ tarafına geldi.

Mahşeri kalabalıktan çıt dahi

çıkmıyordu, herkes gözlerini

kapamış, heyecandan kalpler

durma noktasına gelmişti. Atı-

lan binlerce okun bir teki dahi

isabet etmedi. Oklara sanki ga-

ipten başka komutlar veriliyor,

bazı oklar geri dönüp atan Mo-

ğol askerlerine isabet ediyor-

du. Moğol kumandanı korku ve

dehşetle irkilmiş elini kaldıra-

rak dur! işareti vermişti. Kendi

lisanıyla kumandanlarına bir

takım şeyler söylemiş kısa za-

manda kalabalık Moğol birliği

kuşatmayı kaldırıp orayı terk

etmişti.” (s. 46, 47)

Kemal Arkun’un Ulu Çına-

rın Kökleri dizisindeki ikinci ki-

tabı Orhan Gazi ismini taşıyor.

(Akademisyen Yayınevi, Tem-

muz 2007, İstanbul)

Türklerde, devlet kurma, fe-

tih siyaseti, birlik beraberliğin

tesisi gibi hususlar âdeta bir

bayrak yarışını andırmaktadır.

Nitekim Orhan Gazi de Osman

Bey’in hedefl erini gerçekleştir-

mek için işbaşına gelir.

Kitapta Bursa’nın, İznik’in

Rumeli’nin fethi ve Orhan

Gazi’nin başarı hazinesine ya-

zılan diğer hâdiseler hikâye

edilir. Fetihlerin yanı sıra Or-

han Bey’in yaptırdığı sarayda

görevli olanlarla artık bir sa-

ray geleneği hâline gelecek ve

Osmanlı’nın zevaline kadar sü-

recek görevlilerin vazifeleri ile

ilgili de bilgi verilir. Bu arada

romanda, Orhan Gazi’nin sade-

ce fetihlerle iştigal etmeyip dev-

let olmanın gereklerinden biri

olan eğitim, sanat ve bunlarla

ilgili teşkilatlanmalara da öna-

yak olması üzerinde duruluyor.

“Orhan Bey yeni fethettiği

İznik’te ilk iş olarak ilme ver-

diği öneme binaen bir medrese

faaliyete geçirdi ve bu medre-

senin başına büyük âlim Da-

vudi Kayseri’yi tayin etti. Med-

resenin açılış töreninde tüm

devlet adamları halkla birlik-

te Davudi Kayseri’nin önem-

li konuşmasını dinliyorlardı.”

(s.66)

Page 74: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

73

Bilindiği gibi Orhan Bey,

sosyal hayatın içinde olan ve

sosyal hayatın nizama

kavuşması için mücade-

le eden padişahlardan biriydi.

Milletin karşı karşıya bulundu-

ğu her şeyle yakından ilgileni-

yor; müşavere meclisleri kuru-

yordu. Arkun, Orhan Gazi’nin

bu hususiyetlerini kitabında

şöyle dile getiriyor:

“Orhan Gazi İzmit hisarı-

nı fethettikten sonra devle-

tin dâhili teşkilatlanmasına

ağırlık vermiş, ulemayı dev-

let sistemini sağlam bir şekil-

de oturtmak için vazifelendir-

mişti. Her hafta Cuma günleri

devrin âlimlerini toplayarak

huzur sohbetleri yapıyor, ule-

manın sözüne çok riayet edi-

yordu. Bizanslı korsanların

küçük oğlu şehzade Halil’i ka-

çırması ve Bizans Kralı’nın

bunu İzmit’i iade etmesi için

şantaj aracı olarak kullanma-

sı onu çok üzse, de vatan topra-

ğından bir karış dahi vermeyi

aklına bile getirmedi…” (s.124)

Serinin üçüncü kitabı Sul-

tan Yıldırım Bayezıt ve Timur

Han. (Akademisyen Yayınevi,

Ocak 2008, İstanbul) Kemal

Arkun bu kitabının ön sözün-

de Timur’un bazı tarihçiler ta-

rafından olumsuz tanıtıldı-

ğına dikkat çekiyor, halbuki

Timur’un menfî bir insan ol-

madığını söylüyor ve kitabın-

da da gerekçelerini ve kaynak-

larını sunuyor.

Kitapta 14. asırda dün-

ya coğrafyasında, Anadolu’da

etkili olan güçlerden bahis-

ler açılıyor. Tabii ki merkez-

de Yıldırım Bayezıt vardır. Ar-

kun, Niğbolu Fatihi diye de

bilenen Yıldırım Bayezıt’ın

Niğbolu Zaferinden sonra esir

alınan düşman askerine uzun

uzun nasihatlerde bulunduru-

yor. İşte ondan bir bölüm:

“Biz ki Osmanlıyız, ne işi-

miz var buralarda? Siz sa-

nır mısınız sizin bağınızda,

bahçenizde toprağınızda gö-

zümüz var. Sizin zerre top-

rağınızda gözümüz yoktur!

Cennetmekân dedem Osman

Gazi “Bizim dâvâmız kuru

cihangirlik dâvâsı değildir,

nizâm-ı âlem dâvâsıdır.” bu-

yurmuştu. Biz nizâm-ı âlem

dâvâsı için sizinle harp ederiz.

Bu da zaten Cenâb-ı Hakk’ın

emridir. Tahrim Sûresi’nin 6.

ayetinde meâlen; “Ey iman

edenler, kendinizi, çoluk, ço-

cuğunuzu öyle bir ateşten ko-

ruyun ki, onun tutuşturucusu

insanlarla taşlardır.” buyrul-

maktadır.

Netice olarak fırsat gün-

leri ganimettir. Dünyaya iki

kere gelmek yoktur. Her şe-

yin bir alameti vardır. Doğ-

mak da ölmenin alametidir.

Bu sebeple vakit çok kıymet-

lidir. İnsanın ömrü çok az-

dır…” (s. 116)

Yazar Kemal Arkun’un

gayretlerini takdirle karşı-

lıyor; bundan sonraki yaza-

cakları kitaplar için de bir ko-

nuyu dile getirmekte fayda

görüyoruz. Kitaptan aynen ik-

tibas ettiğimiz bölümler ya-

zarın üslubu hakkında az çok

bilgi vermekle beraber, yine

de bir iki hususa temas et-

mek isteriz. Arkun, kitapları-

nın ön sözlerinde tarihe sada-

kat adına birçok tarih kitabını

uzun uzun okuduğunu ifade

ediyor ve kitaplarını tarihî ro-

man olarak sunuyor okuyucu-

larına… Ne var ki bu kitaplar

tarihî romandan ziyade yaza-

rın okuduğu eserlerin krono-

lojik sıraya göre harmanlan-

mış şeklinden ve bir anlatıdan

öteye gidemiyor. Bu tür ro-

manların olmazsa olmazların-

dan heyecan unsuru hemen

hiç yok. Diyaloglar sınırlı. Ya-

zar, romanın kahramanı ol-

mamakla birlikte işin daima

içinde ve tanımlamalar yapı-

yor, bilgiler veriyor. Böylece

kitaplar, roman olmaktan çı-

kıyor, yeni bir tarih kitabı olu-

veriyor.

Kitabı okuyanlar mutla-

ka başka eleştirilerde de bu-

lunacaklardır. Yazar, bunla-

rı dikkate alırsa yeni yazacağı

romanları daha da kalıcı ola-

caktır.

Page 75: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200874

ÖZGÜVEN

PsikolojiSefa SAYGILI*

ÇOCUKLARIN GELİŞİMİNDE

Page 76: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

75

G eçenlerde ebe-

veyni, on iki

ya şındaki bir

kız çocuğunu ders lerde başarı-

sız oluyor diye ge tirdi. Okulla

ilgili konularda kızın aklına hep

şu cümle ge liyordu: “Bunu za-

ten başaramam.

Bu çocuk başarısızlığa ade-

ta şartlan mıştı. Bu cümle kı-

zın ruh haline de te sir etmişti.

Oturduğu koltuğun üzerin de

çökkündü, gözünü yere dik-

mişti ve sıkıntılıydı. Sesi büs-

bütün alçalıyor ve kısa cümle-

lerle so rulara cevap veriyordu.

Aylin adlı bu kıza durumu-

nu izah ettim. Kendine gü-

venmeliydi. Onda eksik olan

kendine güvendi. Bu nu bir

kâğıda yazdım ve her gün oku-

masını iste dim. Yine sıkılınca

bana telefon açacaktı. Bir ay

sonra geldiğin de sonuçlar ko-

nusunda sohbet edecektik.

Aylin bir ay sonra geldi-

ğinde, artık elinden geleni ya-

pacağını söylüyordu. Başarı-

sızlık şartlanmasını kırmıştı.

Kâğıttaki cümle ona destek ol-

muştu.

Kapasitelerinin Olduğunu Bilelim

Çocuklara anne baba olarak

şu mesajı iletmeliyiz: “Sınır sız

kapasiten var, hangi bilgi ala-

nına yönetirsen yönel, gayret-

le kolayca öğ reneceksin”.

Hâlbuki biz bu mesa-

jı ver mek yerine onları genel-

de olumsuz yaftalamalarla

engelliyo ruz.

Okulda başarı gösteremeyen

bir çocuğun zeki olmadı ğını ileri

sürmek, zekâya çok dar bir açı-

dan bakmak olur. Okulda başa-

rısız olan çocuk, spor alanında

gösterdiği mu azzam yetenekle

veya mekanik bir objeyi söküp

takmada ki ustalığıyla çevrede-

kileri şaşkına çevirebilir.

Sosyo - ekonomik seviyesi

düşük ortamdan gelen çocukla-

rın başarısızlığına yol açan bazı

faktörler:

Anne - babanın öğrenme-

ye karşı olumsuz veya dış layan

tavrı.

Anne - babanın öğrenme

tutkusu konusunda kötü örnek

olması.

Duyusal uyarıların sınırlı ol-

ması.

Eğitim araçlarına (kitap,

eğitici oyuncaklar ve oyunlar)

ulaşamama.

Yoksulluk. Evin kalabalık olması.

Daha yüksek sosyo - ekono-

mik şartlardan gelen çocuklar-

da başarıyı engelleyen faktörle-

re gelince:

• Özgüveni eğitim başarıları-

na endeksleme.

• Başarıyı aşırı vurgulamak,

aşırı hırs.

• Yanlışları ve başarısızlıkla-

rı cezalandırmak, eleş tirmek.

• Çocukları “tembel”, “aptal”

veya “ahmak” diye eti ketlemek.

• Çocuklardan gerçekçi ol-

mayan akademik perfor mans

beklemek.

• •Eğitimde çabayı değil,

performansı vurgulamak.

• Çocukları başka çocuk-

larla kıyaslamak ve aşağıla mak.

• Edinilmiş bilgiyle, en-

telektüel yeteneği karış tırmak.

• Eğitimsel davranışla ço-

cuğun kişiliğini birbirinden

ayırmamak

Ayrıca, ailede anne baba

arasında çatışma ve duygusal

ihmal varsa, bu şartlar çocuk-

ların eğitimini fazlasıyla et kiler.

*Doç. Dr.

YAPACAĞINA İNANMADAN YAPAMAZSIN

- Eğer bir işi yapabileceğine inanırsan, ne kadar güç olur sa olsun

başarırsın.Ama, kendini dünyadaki

en basit bir şeyi bile yapamayacak biri olarak

görürsen, köstebek tepecikleri dahi, senin

tırmanamayacağın kadar yüksek zirveler olur.

(Emile Coue - Fransız Psikiyatrist)

- Tarih boyunca, gayret sarfetmeksizin yaşayanlar ara sında, isim bırakmış bir

tek insan yoktur.(Theodore Roosevelt)

Page 77: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

ŞEHZADE MEHMET’İN HOCASI

MOLLA GÜRANΓMolla Güranî’nin İstanbul’a gelişi şöyle vuku bulmuştur: O devrin

meşhur Osmanlı âlimlerinden Molla Yegân hacca gittiğinde, Kahire’ye uğrar. Orada Molla Güranî’yi tanıyıp, onun dine bağlılığını

ve ilimdeki yüksek derecesini görünce, İstanbul’a getirmek ister. Lütuf ve iltifat göstererek İstanbul’a gelmesini söyler. O da bu teklifi

kabul edip, Molla Yegân ile birlikte İstanbul’a gelir.”

Örnek Hayatİbrahim ŞAHİN

Temmuz 200876 Molla Gürani Camii / İstanbul

Page 78: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

77

Dördüncü Osman-

lı şeyhülislâsmı,

O s m a n l ı

âlimlerinden ve büyük veliler-

den olan Molla Güranî’nin

asıl ismi, Ahmed bin İsmâil

bin Osman Güranî’dir. 1410

(H.813) senesinde, Suriye’nin

Güran kasabasına bağlı bir köy-

de doğdu. Doğduğu yere nis-

betle “Güranî” denilmiştir.

Molla Güranî ( 1410- 1488),

küçük yaşta Kur’ân-ı Kerim’i

ezberledi. Sonra ilim öğrenmek

için Bağdat, Diyarbakır, Hıns ve

Hayfa şehirlerine gitti. On yedi

yaşında iken de Şam’a gidip, bir

müddet oradaki âlimlerden ders

alıp, ilim tahsil etti. Şam’dan

Kahire’ye gitti. Kahire’de za-

manın âlimlerinden ders ala-

rak; kıraat, tefsir, hadis ve fıkıh

ilimlerini öğrendi ve bu ilimler-

de icazet aldı.

Molla Güranî’nin İstanbul’a

gelişi şöyle vuku bulmuş-

tur: O devrin meşhur Osmanlı

âlimlerinden Molla Yegân hac-

ca gittiğinde, Kahire’ye uğrar.

Orada Molla Güranî’yi tanıyıp,

onun dine bağlılığını ve ilimde-

ki yüksek derecesini görünce,

İstanbul’a getirmek ister. Lütuf

ve iltifat göstererek İstanbul’a

gelmesini söyler. O da bu tek-

lifi kabul edip, Molla Yegân ile

birlikte İstanbul’a gelir. Meş-

hur âlim Molla Yegân, hacdan

dönüp İstanbul’a gelince, Sul-

tan İkinci Murat Han’ın otağı-

na gidip, bir sohbet yapar. Soh-

bet sırasında Padişah; “Gene;

“Tefsir, hadis ve fıkıh ilminde

iyi yetişmiş bir âlim getirdim”

der. “Şimdi nerededir?” deyin-

ce; “Bâb-üs-seâdede beklemek-

tedir” der. Bunun üzerine Pa-

dişah, onu içeri getirmelerini

söyler. Molla Güranî içeri girip,

selâm verir, el öper. Sohbet sı-

rasında Molla Güranî’nin ko-

nuşması ve hâli, padişahın ho-

şuna gider. Onu önce, dedesi

Murat-ı Hüdâvendigâr Gazi’nin

eski kaplıcadaki medresesine

sonra da Yıldırım Medresesine

müderris tayin eder. Böylece bir

müddet bu vazifede bulunur.

Bundan sonra da Sultan İkin-

ci Murat Han, Molla Güranî’yi

oğlu Şehzâde Mehmet’in yani

Fatih’in yetiştirilmesi ile görev-

lendirir.

Fatih Sultan Mehmet

Han’ın yetişmesinde, Molla

Güranî’nin büyük emeği geç-

miştir. Bu bakımdan Fatih,

şehzadeliğinden beri hocası-

nı çok sever, saygı ve hürmet-

te kusur etmezdi.

Fatih Sultan Mehmet Han’a

çok nasihat eder, işlerinde yar-

dımcı olurdu. Ona karşı duy-

duğu samimi sevgi ve alâka

sebebiyle, yeri geldikçe ten-

kit etmekten ve uyarmak-

tan çekinmezdi. Hatta giy-

diği ve yediği şeylere dikkat

etmesini, daima dinin emir-

lerine uygun olmasını ister-

di. Nasihatlerini sert sözler-

le söylemekten çekinmezdi.

Molla Güranî, devrin âlimlerine

mütevazı davranır ve onlara

karşı kıskançlık göstermezdi.

Hatta resmî vazifelerde ken-

dinden daha üst makamlara

çıkan âlimleri takdir ederdi.

Müderrislikten resmen ayrıl-

dıktan sonra da ilim öğretmeye

devam etti. Pek çok âlim yetiş-

tirdi. Osmanlı âlimleri arasın-

da ahlâkının üstünlüğü, ilmî

hususlarda tavizsiz olan ve

ilme çok önem veren bir âlim

bilinip öyle tanındı. Günlerini

hep ders vermekle, kitap yaz-

makla ve ibadetle geçirirdi.

Molla Güranî, vefat etti-

ği 1488 (H.893) senesinin ba-

har mevsiminde bir bahçe sa-

tın aldı. Kışa kadar o bahçede

kaldı. Vezirler haftada bir bu

bahçede ziyaretine gelirlerdi.

Kış geldiğinde iyice hâlsizleşti.

İstanbul’daki konağına göçtü.

O günlerde bir sabah namazını

kıldıktan sonra, kendisine bir

yatak hazırlanmasını istedi.

Yatak hazırlandı. Kuşluk na-

mazını kıldıktan sonra kıbleye

dönerek, sağ yanı üzerine yat-

tı. O gün, kendisinden Kur’ân-ı

Kerim’i, kıraat ilmini öğrenen

hafızların yanında toplanma-

sını istedi. Bu arzusu üzerine,

talebelerine haber gönderildi.

Onlar da yanına toplandılar.

Talebelerine; “Üstünüzde olan

hakkımı ödeme zamanı bu

gündür. İkindi vaktine kadar

benim üzerime Kur’ân-ı Kerim

okumaya devam ediniz, ikindi-

den fazla uzamaz.” dedi. Hafız

talebeleri, Kur’ân-ı Kerim oku-

maya başladılar. Vezirler duru-

mu öğrenince, yanına geldiler.

İkindi vakti gelince, müezzinin

ezan okumasını bekledi. Mü-

ezzin, ‘Allahüekber’ diye ezan

okumaya başlayınca, Molla

Güranî hazretleri; “Lâilâhe il-

lallah” diyerek vefat etti.

Page 79: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

A rabanın

için-

de üç

kişiydiler. Üçü de yorgun ve

halsizdi. Dokuz saattir yol al-

manın ezikliği çökmüştü üzer-

lerine. Buna rağmen biraz ol-

sun uyamamış, bir yerde durup

dinlenmeyi dahi düşünmemiş-

lerdi. Beş yılın getirdiği hasret

yüreklerini bir kor gibi yakıyor,

en ufak bir zaman kaybına dahi

tahammül edemiyorlardı. Göz-

leri hiç bitmeyecek gibi uzayıp

giden asfaltın, ufukta kaybolan

çizgilerine bakıyordu. Tek keli-

me dahi konuşmadan, her biri

kendi hayalleriyle yaşıyor, ço-

cuklarını, karılarını, ağzı dua-

lı analarını ve içlerine burgu

burgu işleyen vatanlarını düşü-

nüyorlardı.

Direksiyondaki orta boy-

lu ince yapılı biriydi. Kalın si-

yah kaşların çevrelediği gözle-

ri kısılmış, bütün dikkatini yola

vermişti. Çok hızlı ve delicesine

araba kullandığı için, arkadaş-

ları süratli gitmesini önlemek

amacıyla ona “Tekbas Nuri” la-

kabını takmışlardı.

Şoförün yanında oturan

Kara Mehmet sabırsızlıkla elin-

de oynadığı iri taneli, püsküllü

tespihini cebine koyup, gözle-

rini yoldan ayırdı. Saatine bak-

tı. “Tam dokuz saat” diye dü-

şündü. Dokuz saattir yüreğinin

ta içine oturan vatan hasreti

son haddini bulmuştu. “Oğlu-

muz beş yaşına bastı” diyordu

mektubunda Zehra. “Gel gay-

rı Mehmet’im. Buralarda her-

kes başka şeyler söylüyor. Kimi

gâvur kızına tutuldu, seni unut-

tu, kimi de üstüne evlendi di-

yorlar. Oğlumuzun adını Has-

rete çevirdim. Babasına ve bir

koruyucu erkeğe hasret kaldı-

ğından...” içini çekti. Beş yıldır

görmediği oğlunu ve karısını

hatırlamak yüreğinin içinde-

ki özlem ateşini alevlendirdi.

“Gâvur kızı ha” diye söylendi

belli belirsiz. Acı acı güldü. On-

ların hiç biri de buram buram

toprak kokan, elleri nasırlı, başı

yaşmaklı Zehra’sına denk ola-

bilir miydi. Derin bir nefes aldı.

Yan gözle Nuri’ye baktı. Sonra

gözlerini arabanın camından

dışarı kaydırıp, amaçsız seyret-

ti, dağları ovaları. Neredeyse

hava kararmak üzereydi.

Arka koltuktaki şişman, iri

yapılı Selami yuvarlak, kıllı el-

leriyle karnını ovuşturarak:

- Acıktım dedi. Bir yerde du-

rup bir şeyler yesek mi?..

Tekbas Nuri söyleneni duy-

madı bile. Gözleri dağların ara-

sında kara bir yılan gibi gittikçe

uzayan yoldaydı. Anasının mek-

tubu aklından hiç çıkmıyor, sağ

ayağı gaz pedalına daha bir gö-

mülüyordu. “Oğlum, karın sık

sık annemlere gidiyorum diye

evden çıkıyor. Laf anlatamıyo-

rum. Söylentiler iyi değil. Gel

ne yapacaksan yap ..” Nuri hır-

sından dişleriyle dudaklarını

ısırıyor, karısının böyle bir şey

yapabileceğine akıl erdiremi-

yordu. Bir an için söylentilerin

asılsız olabileceğini düşündü.

DAĞLAR VAR

ARA YERDE

HikâyeÜmit Fehmi SORGUNLU

Temmuz 200878

Page 80: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

79

Karısını çekemeyenlerin, ya da

onda gözü olanların uydurdu-

ğu sözler olabilirdi. Fakat “ateş

olmayan yerde duman tütmez”

derler.

- Allah kahretsin. Belli be-

lirsiz hırsla söylenmişti. Göz

ucuyla, duyup duymadığını an-

lamak için Kara Mehmet’e bak-

tı. Kendi havasında dışarıyı

seyrediyordu. Nereden çıkmış-

tı sanki yurt dışında çalışma-

ya. Köyünü, evini terk edip, el

içinde çile çekmeye değer miy-

di? Çok para kazanmak hırsıy-

la geldiği Almanya’da, kendisi

eğlenceye dalıp benliğini unut-

muş, karısı hakkında da kötü

dedikodular çıkmıştı. Altındaki

araba bütün bunlara değer miy-

di?.. Üstelik de her geçen gün

artan, Türk işçisinin horlanma-

sına rağmen.

Selami cevap alamayınca

teklifi ni üstüne basa basa tek-

rarladı. Kara Mehmet can sı-

kıntısıyla Selami’ye çıkıştı.

- Daha çok yolumuz var.

Acıktıysan arabada sandviç ola-

cak, bir iki atıştır.

Gözleri yeniden pencereden

dışarı kaydı. Ağaçlar bir biriy-

le yarış edercesine önlerinden

hızla geçiyordu.

Selami arkasına yaslandı.

Uyur gibi yaptı. Aslında uyu-

muyor, babasının hastalığını

ve köyünü düşünüyordu. Ana-

sının “...Baban hasta, ölme-

den seni görmek istiyor. Gurbe-

te kök salmadıysan kalk da gel

gayrı...” diye yazdırdığı mek-

tup, memleket hasretinin üstü-

ne eklenmiş, içindeki vatan öz-

lemini kat kat artırmıştı. Bir an

önce köyünün ağaçlarıyla, top-

rağıyla kucaklaşmayı o da isti-

yordu.

Tekbas Nuri sağ eliyle kon-

süldeki kasetleri karıştırdı.

Sonra rasgele birini alıp, ara-

banın teybine sürdü. Yanık bir

ses hoparlörden çıkıp, üç gur-

betçiyle kucaklaştı. Sonra içle-

rindeki yurt özlemiyle birleşip,

otomobilin kelebek camların-

dan dışarı taştı ve rüzgârla bir-

likte bilinmeyen istikametlere

doğru uçup gitti. “Yol uzun gur-

bet acı/ Dağlar var ara yerde/

Yol verin geçeyim dumanlı dağ-

lar./ Dağların ardında nazlı yar

ağlar./” diye boşa yakarıp dur-

du. Bitmez tükenmez bir dağ yı-

ğını, sanki masal kaçkını devler

gibi önlerine dikiliyor, yol ver-

miyordu.

Nuri, sinirle farları yaktı.

Ön lambalardan çıkan kuvvet-

li ışık huzmesi, kıvrılıp uzayan

karayolunun pürüzlü sırtı-

nı yalayıp, bilinmeyen karan-

lıklarda eridi. Taksinin ışığın-

da buluşan kelebekler ön cama

çarpıp kayboluyordu.

Kara Mehmet’in esmer

yüzü buruştu. Şarkının sözle-

riyle birlikte, karısının haya-

li gözlerinin önünden bir kez

daha geçti. Beyninde ses olup

yankılandı. “...oğlumuzun adı-

nı Hasrete çevirdim. Babasına

hasret kaldığı için ..” elleri gay-

rı ihtiyari cebindeki tespihine

gitti. Can sıkıntısıyla mırıldan-

dı. “Geliyorum Hasret, az kaldı

sabret” Sonra Nuri’ye döndü.

- Topuklayıver Nuri... Tek

basma, artık çift bas...

Tekbas Nuri sanki böyle bir

teklif bekliyormuş gibi gaz pe-

dalına daha sıkı bastı. Sürat ib-

resi yukarılara doğru tırmandı.

Bir an önce memleketine ulaş-

mayı istiyordu. Gittikçe uza-

yan asfaltın üstünde karısının

hayalini görüyor, hırslanıyor-

du. Yüz hatları gerilmiş, hiç

konuşmadan yolu takip edi-

yor, karısının hayalini ezmeye

çalışıyordu. Araba ileri atıldık-

ça karısı kaçıyor, Nuri peda-

la daha bir yükleniyordu. Yurt

dışına gittiği zaman, evini ih-

mal edip para biriktirerek al-

dığı son model araba rüzgarla

yarış edercesine uçar gibi gidi-

yordu.

Akşam karanlığında karşıla-

rından gelen arabalar bir sinek

vızıltısı gibi geçiyordu yanla-

rından. Bir an asfaltın altların-

dan kaybolduğunu ve yıldızla-

ra kavuşurcasına uçtuklarını

gördüler. Teyp hâlâ çalıyordu.

“... Dağlar var ara yerde... “

Page 81: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

TERBİYESİNDE

ALTIN TAVSİYELER

TERBİYESİNDE

ALTIN TAVSİYELER

AileAli ÖZKANLI

Temmuz 200880

ÇOCUKÇOCUK

Page 82: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

81

“Bazen çocuklar ilgi ve sevgisizlikten anne babasından intikam alırcasına davranışları tersine yaptıklarını da

gözlemliyoruz. Başarısız olarak, onların üzülmesini istediklerine de şahit oluyoruz.”

T erbiyede ilk ku-

ral saygıdır,

saygılı olunuz.

Sevme yeteneği, sevilerek ka-

zanılır. Küçük demeyin, terbiye

beşikten başlar. Çocuklar hiç-

bir zaman kötülenmez. Onlar

yalancılıkla asla suçlanamaz.

Kibirlenmesine göz yumulmaz.

Başkalarına yardıma alıştırılır.

Konuşmaktan ziyade yaşatılır.

Samimi olduğunuza inandırılır.

Çocukla arkadaş gibi olu-

nur, ona değer verilir. Hayatın

zorluğu öğretilir. Sabırlı olma-

ya alıştırılır. Her istediği ya-

pılmaz. Başkalarının yanında

azarlanmaz. Hata, kızarak de-

ğil, öğretilerek düzeltilir. Bir

şey öğretilirken asla dayak atıl-

maz. Hiçbir zaman onlara yalan

söylenmez. Çocuğa verilen söz-

den dönülmez. Kardeşler ara-

sında ayırım yapılmaz. Aynı ha-

rekete bir iyi bir kötü denilmez.

Düşünceler, inandırılarak

benimsetilir. Kötü hareketine

göz yumulmaz. Sırlar onların

yanında açıklanmaz. Çok sert-

lik gibi, çok şefkat de zararlıdır.

Kararlı olma, onu kötü hare-

ketten alıkoyar. Hatalarını ka-

bul etmesi öğretilir. Elemler ve

kederler onlardan saklanır. Sö-

zünden çok yaptığına değer ve-

rilmeli.

Sevgili anne-babalar, çocu-

ğumuzla çok ilgilenip onun ne

yapacağına lütfen biz karar ver-

meyelim. Çocuğumu kurtara-

yım, ona yardım edeyim derken

daha da kötü duruma düşür-

meyelim. ‘Sev ama içinden sev,

sakın sevgini belli etme. Eğer

sevgini belli edersen, çocuğun

şımarır’ diye size yapılan tel-

kinlere sakın kulak vermeyin.

Sevgiyi yaşamada çocukla ara-

mızda bir sorun olmamalıdır.

Zaman zaman ben çocuğumun

yerinde olsaydım, ben anne ve

babama nasıl davranırdım, ne-

ler isterdim diye kendi kendi-

nize sorular sormayı ihmal et-

meyin. Değerli veliler! Bunu

çeşitlendirebiliriz. Baba olarak

gazete okumaya, anne olarak

televizyon izlemeye ayırdığımız

vakit kadar çocuklarımıza da

zaman ayırmalı, onlarla konu-

şup, onları dinlemeliyiz.

Bazen çocuklar ilgi ve sevgi-

sizlikten anne babasından in-

tikam alırcasına davranışları

tersine yaptıklarını da gözlem-

liyoruz. Başarısız olarak, onla-

rın üzülmesini istediklerine de

şahit oluyoruz.

Ahmet’i dinleyelim:

— Annem ve babam bana te-

levizyon seyretmeyi yasaklıyor,

beni ders çalışmam için oda-

ya kapatıp, kendileri televizyo-

nun karşısına geçiyorlar, sesini

bile kısmıyorlar, benim aklım

da hep fi lmlerde oluyor, kafa-

Page 83: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

ma hiç ders girmiyor, diyor.

Ayşe ne diyor:

— Bana oyun oynamayı ya-

saklayan babam kahveden çık-

mıyor. Gece yarılarına kada

babam eve dönmeden biz uyu-

muş oluyoruz, sabahları da bir-

birimizi görmeden ben okula

gidiyorum, o da işine gidiyor,

diyor.

Hatice’ye kulak verelim:

— Anne ve babalarımız an-

layışlı olmayı hiç düşünmüyor-

lar, kızgınlıklarını ve öfkelerini

çok rahat söylüyorlar, ama sev-

giye gelince cimrilik yapıyorlar,

diyor.

Anne-Babalara Pulsuz Di-

lekçe

Çocuk eğitimi alanında de-

ğerli eserleri olan bilim adamı-

nın çocuk ağzıyla anne-babalara

yazdığı mektubu dikkatlice oku-

manızı rica ediyorum. Bu mek-

tup sayfalarca okunacak yazı-

dan çok daha değerlidir. Yazıyı

okuyarak dersler çıkarmaya ça-

lışalım.

“ Sevgili Anneciğim, Baba-

cığım!

Bütün duygu ve düşüncele-

rimi dile getirebilseydim, size

şunları söylemek isterdim. Sü-

rekli bir büyüme ve gelişme

içindeyim. Sizin çocuğunuz ol-

sam da, sizden ayrı bir kişilik

geliştiriyorum. Beni tanımaya

ve anlamaya çalışın.

Deneme ile öğrenirim.

Bana ayak uydurmakta güç-

lük çekebilirsiniz. Oyunda ar-

kadaşlıkta ve uğraşlarımda öz-

gürlük tanıyın. Beni her yerde

her zaman koruyup kollama-

yın. Davranışlarımın sonuçla-

rını kendim görürsem daha iyi

öğrenirim. Bırakın kendi işimi

kendim yapayım. Büyüdüğü-

mü başka nasıl anlarım.

Büyümeyi çok istiyorsam

da, ara sıra yaşımdan küçük

davranmaktan kendimi alamı-

yorum. Bunu önemseyin. Ama

siz beni şımartmayın. Hep ço-

cuk kalmak isterim sonra. Her

istediğimi elde edemeyeceğimi

biliyorum. Ancak siz verdikçe

almadan edemiyorum. Bana

yerli yersiz söz vermeyin. Sö-

zünüzü tutamayınca size olan

güvenim azalıyor.

Bana kesin ve kararlı dav-

ranmaktan çekinmeyin. Yol-

dan saptığımı görünce beni sı-

nırlayın. Koyduğunuz kurallar

ve yasakların hepsini beğen-

diğimi söyleyemem. Ancak,

hiç kısıtlanmayınca ne yapa-

cağımı şaşırıyorum. Tutarsız

davrandığınızı görünce hem

bocalıyor hem de bundan ya-

rarlanmadan edemiyorum.

Öğütlerinizden çok dav-

ranışlarınızdan etkilendiği-

mi unutmayın. Beni eğitirken

ara sıra yanlışlar yapabilirsi-

niz. Bunları çabuk unuturum.

Ancak, birbirinize saygı ve

sevginizin azaldığını görmek,

beni yaralar ve sürekli tedir-

gin eder.

Çok konuşup çok bağırma-

yın. Yüksek sesle söylenenle-

ri pek duymam. Yumuşak ve

kesin sözler bende daha iyi iz

bırakır. “Ben senin yaşında

iken…” diye başlayan söylevle-

ri hep kulak ardına atarım.

Küçük yanılgılarımı büyük

suçmuş gibi başıma kakma-

yın. Bana yanılma payı bıra-

kın. Beni korkutup sindirerek

suçluluk duygusu aşılayarak

uslandırmaya çalışmayın. Ya-

ramazlıklarım için beni kötü

çocukmuşum gibi yargılama-

yın.

Yanlış davranışlarım üze-

rinde durup düzeltin. Ceza ver-

meden önce beni dinleyin. Su-

çumu aşmadığı sürece cezama

katlanabilirim.

Beni dinleyin. Öğrenmeye

en yatkın olduğum anlar, soru

Temmuz 200882

Page 84: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

83

sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa

ve özlü olsun. Beni yeteneklerimin üstün-

deki işlere zorlamayın. Ama başarabile-

ceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana gü-

vendiğinizi belli edin. Beni destekleyin, hiç

değilse çabalarımı övün. Beni başkalarıy-

la kıyaslamayın. Umutsuzluğa kapılırım.

Benden yaşımın üstünde olgunluk

beklemeyin. Bütün kuralları birden öğret-

meye kalkmayın, bana süre tanıyın. Yüz-

de yüz dürüst davranmadığımı görünce

ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın, ya-

lana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok

bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirme-

yin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim. Ama

beni aşağılamayın. Hele başkalarının ya-

nında onurumu kırmayın. Unutmayın ki,

ben de sizi yabancıların önünde güç du-

rumlara düşürebilirim.

Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca

açıklamaktan çekinmeyin. Özür dilemeniz

size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni

daha çok yakınlaştırır. Aslında ben sizle-

ri olduğunuzdan daha iyi ve daha değer-

li görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve

erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıl-

dığınızı görünce üzüntüm büyük olur.

Biliyorum, ara sıra sizi üzüyor, belki

düş kırıklığına uğratıyorum. Bana ver-

dikleriniz yanında benden istediklerini-

zin çok olmadığını da biliyorum. Yukarı-

da sıraladığım istekler size çok geldiyse

birçoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni

ben olarak sevebileceğinize olan inancım

sarsılmasın. Benden “Örnek Çocuk” ol-

mamı istemezseniz, ben de sizden kusur-

suz anne- baba olmanızı beklemem. Seve-

cen ve anlayışlı olmanız bana yeter. Sizin

çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi,

ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka

kimsenin çocuğu olmak istemezdim.

Sevgiler… Çocuğunuz.”

(Bkz: Çocuk ve Ruh Sağlığı, Prof. Dr.

Atalay Yörükoğlu, Özgür Yayınları. İstanbul,

1997 )

Maraş Emirleri

İlyas Gökhan – Selim KayaUkde Yayınları0344 235 02 74

Papkin Gizemli Şato

İdil ÜnlüTimaş Yayınları0212 511 24 24

Kur’ân Penceresinden İnsan ve Mutluluk Yolları

Recep ÖztürkGülhane Yayınları0212 491 19 03Vefa YayınlarıTel: 0212 491 19 03

Kardeşlik Ülküsü

Mücahit KocaSur Yayınları0212 512 43 28

Annelerimiz

Hilal Kara – Abdullah KaraNesil Yayınları0212 551 32 25

KİTAPLIK

Page 85: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

KÖY PEYNİRLERİ VE

Temmuz 200884

BURUSELLA“Şu günlerde başka şehirlerde gurbette yaşayan hemşerilerimiz yaz tatillerini

geçirmek üzere memleketlerine gitme planları yapmakta; tatillerini geçirdikleri

süre içerisinde köylerinde üretilen birçok tarım ürünlerini de kışın tüketmek üzere

ekonomik olması sebebiyle yaşadıkları yerlere getirmenin hayallerini kurmaktadırlar.

Köylerde yazın üretilen kuru gıdalarda herhangi bir sağlık problemiyle

karşılaşılmamaktadır. Ancak köylerde çiğ sütten üretilen peynirlerin hemen

tüketilmeleri halinde çok ciddi sağlık problemleri yaşanması muhtemeldir.”

SağlıkŞ. Adil AYDIN

Page 86: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

85

S üt hayvanları-

nın sağılması

sırasında çiğ

süte, dışkı, kıl gibi maddelerle

bakteriler bulaşmaktadır. Süt

her ne kadar süzülse de, süzgeç-

ten bakteriler çok rahat bir şe-

kilde süte geçer. Bu sebeple, çiğ

sütlerde bulunabilecek insan

sağlığına zararlı patojen(insan

sağlığına zararlı hastalık etme-

ni) mikroorganizma dediğimiz

bakteriler peynire oradan da bu

peynirleri tüketen insanlara ge-

çebilmektedir.

Çiğ sütlerde, süt hayvanı

kaynaklı bulunabilecek patojen

mikroorganizmalar ve bu mik-

roorganizmaların insan sağlığı-

na olumsuz etkileri şu şekilde-

dir:

Mycobacterium tubuklosis:

Verem hastalığına neden olur.

Brucella abortus: Erkekler-

de kısırlık, kadınlarda düşüğe

neden olur.

Brucella melitensis: Bazı hal-

lerde ölümle sonuçlanan Malta

Hummasına neden olur.

Çiğ sütlerdeki patojen mik-

roorganizmaların tek kayna-

ğı sütün sağıldığı hayvan de-

ğildir. Sütü sağan kişinin

sağlığı, süt ve peynir kapları-

nın durulanmasında ve yıkan-

masında kullanılan sularla da

kontamine(Bulaşma) oldu-

ğunda, aşağıdaki patojen mik-

roorganizmalar da bulaşırlar.

Bu patojen mikroorganizmalar

ile sebep olduğu rahatsızlıklar

şunlardır:

Salmonella typhosa: Tifo

Shigella dysenteriae: Di-

zanteri ve İshal Çiğ sütten ya-

pılan peynirlerin tüketilmele-

riyle karşılaştığımız en büyük

rahatsızlık Brosella Bakterileri-

nin sebebiyet verdiği infeksiyon

hastalığıdır. Brucella abortus

bakterisinin neden olduğu has-

talık erkeklerde kısırlık, ka-

dınlarda düşüğe neden olur.

Ve tedavisi çok uzun süre alır.

Hastalığın en büyük belirtisi,

yorgunluk ve halsizlik olarak

kendisini gösterir. Ülkemizde

bir yılda ortalama 15.000 kişi-

ye ülke genelinde Brosella ta-

nısı konmaktadır. Hastanelere

başvurmayanları da düşündü-

ğümüzde bu sayı çok ciddi bo-

yutlara ulaşmaktadır.

Köylerde üretilen tüm pey-

nirlerin çiğ sütten yapılma zo-

runluluğu vardır. Çünkü çiğ

sütün pastörize edilmesi du-

rumunda sütün peynirleşme-

si ciddi oranda zayıfl amakta-

dır. Peynirde bulunan sağlığa

zararlı hastalık etmeni bakte-

rileri öldürmenin tek yolu sütü

pastörize etmek değildir. Pey-

nir olduktan sonra 90 gün sala-

muralı suda soğuk depoda pey-

nir olgunlaştırıldığında hastalık

yapıcı etmenler ölmektedir.

Brosella bakterileri aside

karşı dirençli olmadığı için di-

ğer patojenlerin de imha edil-

meleri için çiğ sütten yapılan

peynirlerin, olgunlaştırma ile

tekniğine uygun soğuk depolar-

da salamuralı suda en az 90 gün

bekletildiklerinde ölmektedir-

ler. Sadece aile ihtiyacı olarak

yapılan taze peynirler olgunlaş-

tırılmadan tüketilmemelidirler.

Yaylada yapılan peynir teleme-

si hemen o gün ya da ertesi gün

tuzlanıp tuzlu salamurada kay-

natılıp bidonlara basılıp 90 gün

bekletildikten sonra tüketilme-

lidir.

Her ne kadar çiğ sütten yapı-

lan peynirlerde 90 günde buru-

sella bakterileri ölüyor olsa da

hastalığa yakalanmamada en

önemli faktör pastörize sütten

yapılan peynirleri tüketmektir.

ÇİĞ KREMADAN YAPILAN

TEREYAĞLARI

Tıpkı çiğ sütten yapılan pey-

nirler gibi çiğ kremadan yapı-

lan tereyağları da insan sağlığı-

nı aynı oranda hatta daha fazla

tehdit etmektedir. Çünkü kre-

maların mikroorganizma yükü

kremanın bileşimi neticesinde

her zaman fazladır. Asıl tehli-

ke çiğ krema ya da çiğ krema-

dan elde edilen tereyağların-

daki asitlik patojen bakterileri

öldürecek düzeyde değildir, ol-

gunlaştırılma, tuzlama, beklet-

me ile ölmezler bu sebeple, çiğ

kremadan yapılan tereyağları

asla kahvaltılık olarak kullanıl-

mamalıdır. Bu tür tereyağları

sadece yemek yapımında kızar-

tıldıktan sonra kullanılmalıdır.

Bol sağlıklı günler dilerim.

Page 87: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Temmuz 200886

Malzemeler:

1 yumurta

1 çay bardağı zeytinyağı

2 çay bardağı süt

1 ceviz büyüklüğünde tereyağı (erimiş)

1/2 çay kaşığı tuz

alabildiği kadar un

açmak için nişasta

3 kase dövülmüş fındık

1/2 kg. tereyağı

Şerbeti için:

1 kg. şeker

1.5 kg. su

1/2 limon suyu

Hazırlanışı:

Malzeme karıştırılır, yumuşak bir hamur yapılır

(kulak memesi yumuşaklığında) 18 parçaya ay-

rılır. Her hamur nişasta ile açılır. İkiye katlanır.

Üzerine fındık serpilir. Oklavaya sarılarak büzü-

lür, kesilerek tepsiye yerleştirilir. Üzerine kızdırı-

lımış tereyağı dökülür. Orta hararetli fırında pi-

şirilir. Sıcaklığı azalınca üzerine ılık bal dökülür.

Gönülden İkramlar Mesude SARI

Darende Burma Baklavası

Bekir SARI

Page 88: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

KAVUNAslında meyvesi yazın ve sonbaharda olgunlaştığı halde

gelişen seracılıkla neredeyse tüm mevsimler boyunca ye-

nilebilen kavunu veren Kavun bitkisi, Kabakgiller’dendir.

Biryıllık sürüngen gövdeli otsu bitki kavunun anayurdu

Önasya’dır. Ülkemizde, çok soğuk olan bazı yöreler dışında

hemen her yerde yetişebilmektedir.

BESİN DEĞERLERİ

100 gr. dilimlenmiş kavunun besin değerleri şöyle sırala-

nır: 30 kalori; 0,7 gr. protein; 7,5 gr. karbonhidrat; 0 ko-

lesterol; 0,1 gr. yağ; 0,3 gr. lif; 16 mgr. fosfor; 14 mgr. kalsi-

yum; 0,4 mgr. demir; 12 mgr. sodyum; 251 mgr. potasyum:

16 mgr. magnezyum; 3.400 IU A vitamini: 0,04 mgr. B1 vi-

tamini; 0,03 mgr. B2 vitamini; 0,6 mgr. B3 vitamini; 0,86

mgr. B6 vitamini; 8.4 mcgr. folik asit: 33 mgr. C vitamini

ve 0,1 mgr. E vitamini.

SAĞLIĞIMIZA YARARLARI

Özellikle yüksek değerde A vitamini ve potasyum minerali

içermesinin yanı sıra;

• Kavunun, kandaki pıhtılaşma ve dolayısıyla damarlardaki

tıkanmayı engelleyen önemli etkileri vardır: Bunun için bol

bol yenilmesi öğütlenir. Günümüzde Batı ülkelerindeki in-

sanlar, sabah kahvaltısında kantalup ve diğer kavun türle-

rini yiyerek güne sağlıklı başlamaya özen göstermektedir.

• Kavun, kanseri önleyebilen maddeler yönünden çok zen-

gindir: Birçok kanser türüne karşı bedeni savunduğu uz-

manlarca öne sürülmektedir.

ŞİFA NİYETİNE

Page 89: SB-93A - Somuncu Baba Dergisinetici olmanın temel ilkelerine de dikkat çekilmektedir: “Muhakkak ki Allah, size onu seçti. Ona bilgice ve vü-cutça bir üstünlük verdi. Allah

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir:

Telefon: ( )

Faks: ( )

E-posta: @

93

24 Fatih: ehrin Kap lar n Hakîkat’e Açan Lider 48 slam’da Üstün

Nitelikli YöneticiDergisi Hediyesi...

Fiyat : 7 YTL TEMMUZ 2008AYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S

92Fiyatı: 7 YTL HAZ İRAN 2008

20 H. Hamidettin Ateş Efendi ile Röportaj 84 Hulûsi Efendi’nin

İnsanlığa NasihatiDergisi Hediyesi...

AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEB İYAT DERG İS İ

Ayl k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Temmuz 2008

“Somuncu Baba Bahçesinin Taze Çiçe i”

Y l: 2 Say : 19

Ayl k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - May s 2008

“Somuncu Baba Bahçesinin Taze Çiçe i”

Y l: 2 Say : 18

Türkiye : 70 YTL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Posta Çeki Hesahp No: 1361068Ziraat Bankası Darende Şubesi : 26798480-5001 Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Vergi Dairesi:

Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi:

İmza

Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Her satırını okurken farklı boyutlarıyla farklı manevi iklimlerde gezeceğiniz bu dergiyi elinizden bırakamayacaksınız.

Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi EFendi Cad. No:71 Darende 44700 MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]

Çocuk ekiyle birlikte yıllık abone bedeli 70 YTL